Sponsorlu Bağlantılar
O
Obezite
Obezite, kalori tüketimini aşan bir kalori alımı sonucunda aşırı adipoz doku birikimi durumudur. Gelişiminde, genetik, kültürel, mctabolik ve psikolojik faktörler dahil olmak üzere, birçok etken rol oynar. Aşırı obezite vakaları familyal olabilir; ayrı büyütülen monozigot ikizlerde beden ağırlığının, birlikte büyütülen dizi-
got ikizlere göre, daha yakın olduğu bulunmuştur. Annenin bebeği besleme tutumu, özellikle doğumu izleyen ilk yıl içinde, önemli bir etyolojik faktördür ve yaşam boyu aşırı beslenmeye yol açabilir. Depresyon, anksiete ve yalnızlık duygusu, aşırı yeme eğilimiyle birlikte gelişebilir ve hızlı bir kilo alma durumu, özellikle genç kızlarda, depresyonu artırabilir. Amfetaminler gibi iştah azaltan ilaçlardan, psikolojik bağımlılık tehlikesi dolayısıyla, kaçınılmalıdır. Bazı vakalarda psikoterapi endikedir. Uzun sürede prog-noz olumlu değildir, çünkü durum nüksetme eğilimi gösterir.
Obezite
Obezite, kalori tüketimini aşan bir kalori alımı sonucunda aşırı adipoz doku birikimi durumudur. Gelişiminde, genetik, kültürel, mctabolik ve psikolojik faktörler dahil olmak üzere, birçok etken rol oynar. Aşırı obezite vakaları familyal olabilir; ayrı büyütülen monozigot ikizlerde beden ağırlığının, birlikte büyütülen dizi-
got ikizlere göre, daha yakın olduğu bulunmuştur. Annenin bebeği besleme tutumu, özellikle doğumu izleyen ilk yıl içinde, önemli bir etyolojik faktördür ve yaşam boyu aşırı beslenmeye yol açabilir. Depresyon, anksiete ve yalnızlık duygusu, aşırı yeme eğilimiyle birlikte gelişebilir ve hızlı bir kilo alma durumu, özellikle genç kızlarda, depresyonu artırabilir. Amfetaminler gibi iştah azaltan ilaçlardan, psikolojik bağımlılık tehlikesi dolayısıyla, kaçınılmalıdır. Bazı vakalarda psikoterapi endikedir. Uzun sürede prog-noz olumlu değildir, çünkü durum nüksetme eğilimi gösterir.
Objektif Psişe
jung'un «kollektif bilinçdışı» olarak değindiği kavramın yerini alan bir terimdir. Jung, bilinçli akıldan önce varolan ve bilinçle birlikte yahut bilince rağmen işlev gösteren bir psişik fenomenler deposu veya alttabakasından sözetmiştir. Objektif psişenin başlıca iki öğesi «arketipler» ve bunları çevreleyen komplekslerdir. Arketipler, hayvan davranışında gözlemlenen içgüdüsel davranış pattern'leri gibidir. Bunlar insanlarda, bütün insanların paylaştıkları, tip^k olarak insana özgü «nosyon ve davranış pattern'leriyle ifade bulur. Komplekslerin yapıları da arketipsel-dir-yani bunların temelinde «kişiyi aşkın» ve evrensel insan yaşantısı biçimleri vardır. Böylece bir «anne kompleksi»ni yalnızca tek bir anneyle ilgili kişisel bir yaşantı değil, evrensel ve önceden oluşmuş bir «anne» kavramı belirler. «Persona» (bkz.) terimi de, uyum ve dış gerçekliğe yönelen arketipsel bir dürtü anlamına gelmektedir. «Animus» (bkz.) ve «anima» (bkz.) arketipsel yansımalardır-birincisi kadındaki bastırılmış erkeksi yön, ikin-cisiyse bunun tersidir. «Gölge benlik» (bkz.) ise düşlerde aynı cinsiyetten başka bir kişiyle yansır ve düş görenin bastırılmış kişisel bilinçdışı niteliklerini temsil eder.
Obsessif-Kompülsif Reaksiyon
Bkz.Obsesyonel Nevroz
Obsesyonel Nevroz
Obsesyonel kompülsiyon, belli bir hareketi yahut hareketleri tekrar tekrar yapmak için duyulan zorunluk (örneğin rimeller veya dokunma) anlamında kullanılan bir terimdir; obsesyonel-rüminatif ise genellikle kişijıin korku duyduğu, inatçı nitelikteki düşünceler (örneğin, mikrop korkusu, günah işleme korkusu) biçimini alan kompülsif fenomenler anlamına gelir.
Teşhis için iki kriter şarttır. Bunlardan birincisi, sübjektif bir kompülsiyon duygusunun semptomlara mutlaka eşlik etmesidir; ancak, kişi çok seyrek olarak bu tekrarlayan, korkulu düşüncelerin gerektirdiği davranışı eyleme döker. İkincisi de, hasta kompülsif fikrin kendi aklının bir ürünü olduğunu kabul etse bile, buna her zaman karşı koyma eğilimi gösterir. Hasta genellikle, duyduğu bu kompülsi-yonun nesnel anlamsızlığını kabul eder, ama aşırı bir pislik yahut mikrop korkusu (fobisi) duyan bir kişi gibi sık sık elini yıkamasının hiç de gereksiz olmadığını kolayca kabul etmeyebilir. Anksiete, aji-tasyon yahut gerilim evrensel olarak mevcuttur özellikle, yerine getirilmesi olanaksız bir kompülsiyon sözkonusuysa. Obsesyonel yatkınlığı olan ebeveynlerle ilgili genetik yahut ortamsal etkilenmenin otyolojik önem taşıdığı ispatlanmıştır. Daha önceden mevcut patolojik bir kişilik, esnek olmayan tutumlar, düzen ve disiplin sevgisi gibi faktörler de predispozis-yon yaratır. Kişi kendisine yüksek stan-dardlar belirler ve bunlarla ilgili olarak büyük bir anksiete duyar. Nevrozu presi-pite eden etkenlerse, kişinin özellikle ve kişisel olarak yatkın olduğu herhangi bir fizyolojik yahut psikolojik stress olabilir.
Bu hastalıklar, kesin biçimiyle orta yaşlarda belirmekle birlikte, nörotik semptomlar erken yaşta başgösterir. En sık göülen tipi yıkama kompülsiyonlarıdır; pislik ve mikrop korkusu da yaygındır. Bazı hastalar belli bir düzene göre giyinme, ya da evlerini belli bir tarzda yerleştirme gereği duyarlar. Bazılarında da çok kere belli bir sayıyla ilgili dokunma kompülsi-yonları vardır: Örneğin, ellerine almadan önce kaşığa yedi kez dokunurlar. Başka hastalar herşeyi sayısız kez yeniden kontrol ederler ve birçoklarında fobiler gelişir. Kompülsif semptomların, yaşamın ikinci ve üçüncü yılları gibi çok erken bir dönemde başladığına ilişkin güvenilir raporlar vardır.
Ayırıcı teşhiste organik lezyon, depressif veya şizofrenik hastalık araştırılır. Obses-sif pre-morbid kişilik, ağır b'r klinik tablo, çocuklukta sinirlilik ve bekârlığın olumsuz bir prognoza işaret ettikleri kabul edilmektedir. Tedavide ilk yaklaşım destekleyici psikoterapinin yanısıra ortamsal uyum ve trankilizan-sedatif bir medikas-yon (örneğin medazepam) olmalıdır. Hastalığa eşlik eden bir depresyon durumu için de uygun bir tedavi uygulanmalıdır. Bu hastalardan % 15-20'sinde trisik-lik antidepresanlarla (örneğin amitriptil-in) bir dereceye kadar cevap kaydedildiği rapor edilmiştir. Umut verici yeni bir tedavi yöntemi olan «apotrepik» davranış terapisinde hastalar sürekli olarak kontrol altında tutularak kompülsif eylemlerini yerine getirmeleri önlenmektedir. Hastalığa eşlik eden fobiler, gevşeme ve karşılıklı inhibisyon gibi daha iyi bilinen davranış terapisi teknikleriyle tedavi edilebilir. Daha önceleri iyi uyum gösteren, enerjik bir kişiliğe sahipken, aşırı gerilim ve anksietenin belirgin semptpmlar olarak başgösterdiği bir hastada lökotomi endike olabilir. Obsesyonlar tamamıyla giderilme-se bile, kompülsif nitelikleri ve bunlara eşlik eden disfori oldukça hafifler.
jung'un «kollektif bilinçdışı» olarak değindiği kavramın yerini alan bir terimdir. Jung, bilinçli akıldan önce varolan ve bilinçle birlikte yahut bilince rağmen işlev gösteren bir psişik fenomenler deposu veya alttabakasından sözetmiştir. Objektif psişenin başlıca iki öğesi «arketipler» ve bunları çevreleyen komplekslerdir. Arketipler, hayvan davranışında gözlemlenen içgüdüsel davranış pattern'leri gibidir. Bunlar insanlarda, bütün insanların paylaştıkları, tip^k olarak insana özgü «nosyon ve davranış pattern'leriyle ifade bulur. Komplekslerin yapıları da arketipsel-dir-yani bunların temelinde «kişiyi aşkın» ve evrensel insan yaşantısı biçimleri vardır. Böylece bir «anne kompleksi»ni yalnızca tek bir anneyle ilgili kişisel bir yaşantı değil, evrensel ve önceden oluşmuş bir «anne» kavramı belirler. «Persona» (bkz.) terimi de, uyum ve dış gerçekliğe yönelen arketipsel bir dürtü anlamına gelmektedir. «Animus» (bkz.) ve «anima» (bkz.) arketipsel yansımalardır-birincisi kadındaki bastırılmış erkeksi yön, ikin-cisiyse bunun tersidir. «Gölge benlik» (bkz.) ise düşlerde aynı cinsiyetten başka bir kişiyle yansır ve düş görenin bastırılmış kişisel bilinçdışı niteliklerini temsil eder.
Obsessif-Kompülsif Reaksiyon
Bkz.Obsesyonel Nevroz
Obsesyonel Nevroz
Obsesyonel kompülsiyon, belli bir hareketi yahut hareketleri tekrar tekrar yapmak için duyulan zorunluk (örneğin rimeller veya dokunma) anlamında kullanılan bir terimdir; obsesyonel-rüminatif ise genellikle kişijıin korku duyduğu, inatçı nitelikteki düşünceler (örneğin, mikrop korkusu, günah işleme korkusu) biçimini alan kompülsif fenomenler anlamına gelir.
Teşhis için iki kriter şarttır. Bunlardan birincisi, sübjektif bir kompülsiyon duygusunun semptomlara mutlaka eşlik etmesidir; ancak, kişi çok seyrek olarak bu tekrarlayan, korkulu düşüncelerin gerektirdiği davranışı eyleme döker. İkincisi de, hasta kompülsif fikrin kendi aklının bir ürünü olduğunu kabul etse bile, buna her zaman karşı koyma eğilimi gösterir. Hasta genellikle, duyduğu bu kompülsi-yonun nesnel anlamsızlığını kabul eder, ama aşırı bir pislik yahut mikrop korkusu (fobisi) duyan bir kişi gibi sık sık elini yıkamasının hiç de gereksiz olmadığını kolayca kabul etmeyebilir. Anksiete, aji-tasyon yahut gerilim evrensel olarak mevcuttur özellikle, yerine getirilmesi olanaksız bir kompülsiyon sözkonusuysa. Obsesyonel yatkınlığı olan ebeveynlerle ilgili genetik yahut ortamsal etkilenmenin otyolojik önem taşıdığı ispatlanmıştır. Daha önceden mevcut patolojik bir kişilik, esnek olmayan tutumlar, düzen ve disiplin sevgisi gibi faktörler de predispozis-yon yaratır. Kişi kendisine yüksek stan-dardlar belirler ve bunlarla ilgili olarak büyük bir anksiete duyar. Nevrozu presi-pite eden etkenlerse, kişinin özellikle ve kişisel olarak yatkın olduğu herhangi bir fizyolojik yahut psikolojik stress olabilir.
Bu hastalıklar, kesin biçimiyle orta yaşlarda belirmekle birlikte, nörotik semptomlar erken yaşta başgösterir. En sık göülen tipi yıkama kompülsiyonlarıdır; pislik ve mikrop korkusu da yaygındır. Bazı hastalar belli bir düzene göre giyinme, ya da evlerini belli bir tarzda yerleştirme gereği duyarlar. Bazılarında da çok kere belli bir sayıyla ilgili dokunma kompülsi-yonları vardır: Örneğin, ellerine almadan önce kaşığa yedi kez dokunurlar. Başka hastalar herşeyi sayısız kez yeniden kontrol ederler ve birçoklarında fobiler gelişir. Kompülsif semptomların, yaşamın ikinci ve üçüncü yılları gibi çok erken bir dönemde başladığına ilişkin güvenilir raporlar vardır.
Ayırıcı teşhiste organik lezyon, depressif veya şizofrenik hastalık araştırılır. Obses-sif pre-morbid kişilik, ağır b'r klinik tablo, çocuklukta sinirlilik ve bekârlığın olumsuz bir prognoza işaret ettikleri kabul edilmektedir. Tedavide ilk yaklaşım destekleyici psikoterapinin yanısıra ortamsal uyum ve trankilizan-sedatif bir medikas-yon (örneğin medazepam) olmalıdır. Hastalığa eşlik eden bir depresyon durumu için de uygun bir tedavi uygulanmalıdır. Bu hastalardan % 15-20'sinde trisik-lik antidepresanlarla (örneğin amitriptil-in) bir dereceye kadar cevap kaydedildiği rapor edilmiştir. Umut verici yeni bir tedavi yöntemi olan «apotrepik» davranış terapisinde hastalar sürekli olarak kontrol altında tutularak kompülsif eylemlerini yerine getirmeleri önlenmektedir. Hastalığa eşlik eden fobiler, gevşeme ve karşılıklı inhibisyon gibi daha iyi bilinen davranış terapisi teknikleriyle tedavi edilebilir. Daha önceleri iyi uyum gösteren, enerjik bir kişiliğe sahipken, aşırı gerilim ve anksietenin belirgin semptpmlar olarak başgösterdiği bir hastada lökotomi endike olabilir. Obsesyonlar tamamıyla giderilme-se bile, kompülsif nitelikleri ve bunlara eşlik eden disfori oldukça hafifler.
Obsesyonlar
Bunlar öznel bir kompülsiyon duygusunun yanısıra buna direnme arzusunun da eşlik ettiği birtakım bilinç içerikleridir. Tekrarlama eğilimi gösterirler ve yeterli bir performansa ve akıl aktivitesine önemli biçimde müdahale ettikleri için patolojiktirler; yahut da, normal kişilerde görüldüğü gibi, kısa süreli ve seyrek olabilirler. Obsesyonlar istenildiğinde zihinden kolayca kovulamayan, tekrarlayıcı fikirler, imajlar, veya kompülsif bir eylemi yerine getirmek için duyulan impulslar biçiminde başgösterebilir. Tekrarlayıcı kuşkular, düşünceler ve uğraşlar da görülebilir. Tekrarlı kompülsif eylemler, ritüel biçimini alabilirse de, ritüellerde kompül-siyona karşı direnme arzusu olmayabilir -oysa bu direnme arzusu obsesyonun esas belirtisidir. Ancak, obsesyonlar ve kom-pülsiycnlar genellikle aynı kişide birlikte mevcutturlar ve belli bir eylemin hangi kategoriye uyduğuna, yani direnme arzusu bulunup bulunmadığına karar vermek çok kere güçtür.
Bu fenomenler özellikle düzen, kontrol ve katı tutum eğilimlerinin belirgin olduğu obsesyonel (anankastik) kişiliklerde gelişir.
Bunlar öznel bir kompülsiyon duygusunun yanısıra buna direnme arzusunun da eşlik ettiği birtakım bilinç içerikleridir. Tekrarlama eğilimi gösterirler ve yeterli bir performansa ve akıl aktivitesine önemli biçimde müdahale ettikleri için patolojiktirler; yahut da, normal kişilerde görüldüğü gibi, kısa süreli ve seyrek olabilirler. Obsesyonlar istenildiğinde zihinden kolayca kovulamayan, tekrarlayıcı fikirler, imajlar, veya kompülsif bir eylemi yerine getirmek için duyulan impulslar biçiminde başgösterebilir. Tekrarlayıcı kuşkular, düşünceler ve uğraşlar da görülebilir. Tekrarlı kompülsif eylemler, ritüel biçimini alabilirse de, ritüellerde kompül-siyona karşı direnme arzusu olmayabilir -oysa bu direnme arzusu obsesyonun esas belirtisidir. Ancak, obsesyonlar ve kom-pülsiycnlar genellikle aynı kişide birlikte mevcutturlar ve belli bir eylemin hangi kategoriye uyduğuna, yani direnme arzusu bulunup bulunmadığına karar vermek çok kere güçtür.
Bu fenomenler özellikle düzen, kontrol ve katı tutum eğilimlerinin belirgin olduğu obsesyonel (anankastik) kişiliklerde gelişir.
Odül Sistemi
Bkz. OPERANT ŞARTLAMA TERAPİLERİ
Ofori
Kişinin hoşnutluk duyduğu ve kendisini iyi hissettiği bir ruhsal durumdur. Psikiyatride öfor: her zaman patolojik anlam taşır ve çok kere organik serebral hastalığın önemli bir erken belirtisidir. Elasyon-dan önemli bir farkı vardır: Bulaşıcı bir niteliği ve hiçbir neşe öğesi yoktur; çünkü hoşnutluk duygusu olumlu bir duruma değil, yalnızca bilinç yoksunluğuna ve üzüntü yahut anksieteyi duyamamaya dayanır. Özellikle frontal lobları etkileyen yaygın serebral hasarın bulunduğu bütün durumlarda öfori görülebilir. Senil ve arteriosk-lerotik demanşiarda (bkz.), yaygın sklerozda ve Huntington köre'sinde (bkz.) er veya geç, görülür; çok kere şiddetli kafa travmasından ve ilkel lökotomi (bkz.) ameliyatlarından sonra da gelişebilir. Ba-zan Addison hastalığında (bkz.) da öfori görülebilir.
Bkz. OPERANT ŞARTLAMA TERAPİLERİ
Ofori
Kişinin hoşnutluk duyduğu ve kendisini iyi hissettiği bir ruhsal durumdur. Psikiyatride öfor: her zaman patolojik anlam taşır ve çok kere organik serebral hastalığın önemli bir erken belirtisidir. Elasyon-dan önemli bir farkı vardır: Bulaşıcı bir niteliği ve hiçbir neşe öğesi yoktur; çünkü hoşnutluk duygusu olumlu bir duruma değil, yalnızca bilinç yoksunluğuna ve üzüntü yahut anksieteyi duyamamaya dayanır. Özellikle frontal lobları etkileyen yaygın serebral hasarın bulunduğu bütün durumlarda öfori görülebilir. Senil ve arteriosk-lerotik demanşiarda (bkz.), yaygın sklerozda ve Huntington köre'sinde (bkz.) er veya geç, görülür; çok kere şiddetli kafa travmasından ve ilkel lökotomi (bkz.) ameliyatlarından sonra da gelişebilir. Ba-zan Addison hastalığında (bkz.) da öfori görülebilir.
Oidipus Kompleksi
Bir Yunan mitosuna göre, annesi ve babasının kim olduğunu bilmeyerek bir kavga sonucu babasını öldüren ve annesiyle evlenen Oidipus'dan adını alan temel bir psi-kanalitik kavramdır. Psikanaliz teorilerine göre her çocuk, fantazide yer alan bu aile-içi cinsel ilişki evresinden geçer. Bebekliğin ileri dönemlerinde, çocuk bir miktar enerjisini ebeveyne karşı cinsel ilgiye yöneltir. Normal olarak erkek çocuklar daha çok anneye, kız çocuklar da babaya (bkz. ELEKTRA KOMPLEKSİ) bağlanırlar. Bu safhada çocuğun duygu dünyası kıskançlık, suçluluk duygusu ve aynı cinsten olan ebeveyninin öç alacağı korkusuyla doludur.
Okul Fobisi
Okula gitme korkusu normal ve yaygın olarak beş yaşlarında ilkokula başlarken yahut yuvaya giden çocuklarda daha erken yaşta görülür. Bu korku genellikle ilk birkaç saat içinde geçer ve ender olarak birkaç haftadan daha uzun bir zaman sürer. Yerleşmiş okul fobisi veya anksiete nedeniyle okula gitmeyi reddetme çok daha seyrek rastlanan bir fenomendir. Bu durum, çocuğun okula gitme isteksizliğini örtmeye çalıştığı ve çok az anksiete duyduğu, yahut hiç duymadığı okuldan kaçma (bkz.) durumundan kesinlikle farklıdır. Okul fobisi olan çocuk genellikle sessiz, terbiyeli, zekâsı ortalama ya da ortalamanın üstünde ve fazla öğrenim sorunları olmayan bir çocuktur. Sık sık yersiz derecede yakın bir anne-çocuk ilişkisi sözkonusudur ve babanın evdeki rolü pasif ve kayıtsızdır.
Kısa sürede predispizisyon yaratan fak-törler arasında okulda bir kavga, bir öğretmenle tartışma ya da ebeveynin birinin hastalanması olabilir. Anksiete genellikle bir öğrenim yılı yahut yarıyılı başlangıcında ve orta okula başlarken gelişir. Çocuğun gösterdiği anksiete semptomları sınırlı olabilir: Akşamları neşeyle oynar, ama sabah okula gitmekten korkar. Daha ender olarak da, anksiete depressif yahut şizofrenik bir hastalığın yalnızca bir semptomu olarak belirir.
Temelde hiçbir hastalığın teşhis edilmediği ve sorunun aşırı yakın bir anne-çocuk ilişkisi ortamında belirdiği vakalarda, tedavi başlangıçta bir devamsızlık alışkanlığının yerleşmesinden önce çocuğun hemen okula gönderilmesini amaçlamalıdır Babanın çocuğu okula götürmesi sağlanır sa bu daha da kolay gerçekleştirilir. . gibi «ilk yardım» önlemlerinin yanısıra sorunun nasıl geliştiği de ebeveynle tar tışılmalıdır. Bu önlemler başarısız kalırsa çocuk bir psikiyatri uzmanına sevk edil melidir. Bkz. ÇOCUK PSİKİYATRİSİ
Okülo- Serebro - Renal Sendrom
(Lowe Sendromu)
Okülo-serebro-renal sendrom, muhteme len cinsiyete bağlı kalıtımla geçer. Akıl retardasyonunu ve gözleri (konjenital ka taraktlar ve buftalmos), böbrekleri (iler leyici renal tübüler bozukluklar), santral sinir sistemini etkileyen kusurları kap sar. Genetik taşıyıcılar oldukları varsayı lan kişiler görünüşte klinik bakımdan nor mal olmakla birlikte, bazılarında renal tübüler amino-asidüri belirlenmiş, bazıa rında da muayenede göz merceğinde opak alanlar saptanmıştır.
Oligofreni
Akıl gelişimi bozukluğudur. Akıl gerili ğiyle (bkz.) eş anlamlıdır.
Olüm İçgüdüsü
Bu kavramı ilk olarak Freud 1920'de ayrı bir dürtü olarak ileri sürmüştür. Freud, «zevk ilkesinin ötesindeki» psikanalizin gelişiminde, filogenetik bakımdan daha eski bir ilke kabul etmiştir: Tekrarlama kompülsiyonu ilkesi. Bu ilke, statükoyu yeniden kurarak, sonunda kişiyi tüm bio-lojik gerilimden uzak inorganik ve cansız bir varoluş olan, bütün evrelerin başlangıcına geri götürmek üzere etkinlik gösterir. Ölüm içgüdüsünün entrojeksiyo-nu kendine zarar vermeyle sonuçlanırken, projeksiyonunun dış saldırganlığa yol açtığı ileri sürülmüştür. Ölüm içgüdüsü bugün pek önemsenme-mekle birlikte, zihinsel ve biolojik fonksiyon teorilerinin gelişiminde dikkate değer bir yere sahiptir.
Oneiroid
Düş gibi anlamına gelir. Özellikle, ger çek ortamla temasın yitirildiği psikotik durumlarda görülür. Şizofrenilerde (bkz.) yakın ortam yanlış yorumlanmakla ve lüzyonel anlamla yüklenmekle birlikte genellikle tanınarak kabul edilir. Onei roid tipte psikozlardaysa, hastanın gerçek likten tümüyle uzaklaştığı ve fantas içerikli bir düş dünyasında yaşadığı gö: lür.
Hastanın yaşantıları paramnezilere (bkz.) benzerse de, oneiroid durumlarda yaşan.-tılar saniyeler ya da dakikaları değil, haf talan kapsar. Katatonik ve hebefrenik şi-zofreniler başlangıçta oneiroid fenomen ler gösterebilirler.
Onikoidizm
Hadım edilmiş kişi terimi pre-pübertel evrede kastre edilmiş erkek anlamına gelirse de, bazan testisleri hiç fonksiyon göstermemiş erkekleri de kapsar. Testislerde daha az şiddetli fonksiyon yetersizliği du-rumlarınaysa önikoidizm adı verilir. Bu vakalarda, testisler ve penis püberte sırasında yeterince gelişmez, sakal ve beden kılı seyrektir ve cinsel libido düşüktür. Epifizlerdeki birleşmenin gecikmesi nedeniyle önikoidler uzun boylu, yüzleriyse zayıf ve köşelidir. Kandaki testosteron düzeyleri ve idrarda androjen ıtrahı düşüktür. Önikoidizm bir yandan örneğin travma, kabakulak, testis torsiyonu gibi lokal testis hasarından (primer önikoidizm) ileri gelebilirken, etyolojide hipotalamus yetersizliği daha yaygındır (sekonder önikoidizm). Jinekomasti ve kısırlığa eşlik eden önikoidizmse Klinefelter sendro-munda (bkz.) (XXY) görülebilir. Önikoidizm hastalarının hemen hepsinde, testosteron tedavisinin başlatılmasından önce, tam nörolojik ve endokrinolojik incelemeler yürütülmelidir.
Bir Yunan mitosuna göre, annesi ve babasının kim olduğunu bilmeyerek bir kavga sonucu babasını öldüren ve annesiyle evlenen Oidipus'dan adını alan temel bir psi-kanalitik kavramdır. Psikanaliz teorilerine göre her çocuk, fantazide yer alan bu aile-içi cinsel ilişki evresinden geçer. Bebekliğin ileri dönemlerinde, çocuk bir miktar enerjisini ebeveyne karşı cinsel ilgiye yöneltir. Normal olarak erkek çocuklar daha çok anneye, kız çocuklar da babaya (bkz. ELEKTRA KOMPLEKSİ) bağlanırlar. Bu safhada çocuğun duygu dünyası kıskançlık, suçluluk duygusu ve aynı cinsten olan ebeveyninin öç alacağı korkusuyla doludur.
Okul Fobisi
Okula gitme korkusu normal ve yaygın olarak beş yaşlarında ilkokula başlarken yahut yuvaya giden çocuklarda daha erken yaşta görülür. Bu korku genellikle ilk birkaç saat içinde geçer ve ender olarak birkaç haftadan daha uzun bir zaman sürer. Yerleşmiş okul fobisi veya anksiete nedeniyle okula gitmeyi reddetme çok daha seyrek rastlanan bir fenomendir. Bu durum, çocuğun okula gitme isteksizliğini örtmeye çalıştığı ve çok az anksiete duyduğu, yahut hiç duymadığı okuldan kaçma (bkz.) durumundan kesinlikle farklıdır. Okul fobisi olan çocuk genellikle sessiz, terbiyeli, zekâsı ortalama ya da ortalamanın üstünde ve fazla öğrenim sorunları olmayan bir çocuktur. Sık sık yersiz derecede yakın bir anne-çocuk ilişkisi sözkonusudur ve babanın evdeki rolü pasif ve kayıtsızdır.
Kısa sürede predispizisyon yaratan fak-törler arasında okulda bir kavga, bir öğretmenle tartışma ya da ebeveynin birinin hastalanması olabilir. Anksiete genellikle bir öğrenim yılı yahut yarıyılı başlangıcında ve orta okula başlarken gelişir. Çocuğun gösterdiği anksiete semptomları sınırlı olabilir: Akşamları neşeyle oynar, ama sabah okula gitmekten korkar. Daha ender olarak da, anksiete depressif yahut şizofrenik bir hastalığın yalnızca bir semptomu olarak belirir.
Temelde hiçbir hastalığın teşhis edilmediği ve sorunun aşırı yakın bir anne-çocuk ilişkisi ortamında belirdiği vakalarda, tedavi başlangıçta bir devamsızlık alışkanlığının yerleşmesinden önce çocuğun hemen okula gönderilmesini amaçlamalıdır Babanın çocuğu okula götürmesi sağlanır sa bu daha da kolay gerçekleştirilir. . gibi «ilk yardım» önlemlerinin yanısıra sorunun nasıl geliştiği de ebeveynle tar tışılmalıdır. Bu önlemler başarısız kalırsa çocuk bir psikiyatri uzmanına sevk edil melidir. Bkz. ÇOCUK PSİKİYATRİSİ
Okülo- Serebro - Renal Sendrom
(Lowe Sendromu)
Okülo-serebro-renal sendrom, muhteme len cinsiyete bağlı kalıtımla geçer. Akıl retardasyonunu ve gözleri (konjenital ka taraktlar ve buftalmos), böbrekleri (iler leyici renal tübüler bozukluklar), santral sinir sistemini etkileyen kusurları kap sar. Genetik taşıyıcılar oldukları varsayı lan kişiler görünüşte klinik bakımdan nor mal olmakla birlikte, bazılarında renal tübüler amino-asidüri belirlenmiş, bazıa rında da muayenede göz merceğinde opak alanlar saptanmıştır.
Oligofreni
Akıl gelişimi bozukluğudur. Akıl gerili ğiyle (bkz.) eş anlamlıdır.
Olüm İçgüdüsü
Bu kavramı ilk olarak Freud 1920'de ayrı bir dürtü olarak ileri sürmüştür. Freud, «zevk ilkesinin ötesindeki» psikanalizin gelişiminde, filogenetik bakımdan daha eski bir ilke kabul etmiştir: Tekrarlama kompülsiyonu ilkesi. Bu ilke, statükoyu yeniden kurarak, sonunda kişiyi tüm bio-lojik gerilimden uzak inorganik ve cansız bir varoluş olan, bütün evrelerin başlangıcına geri götürmek üzere etkinlik gösterir. Ölüm içgüdüsünün entrojeksiyo-nu kendine zarar vermeyle sonuçlanırken, projeksiyonunun dış saldırganlığa yol açtığı ileri sürülmüştür. Ölüm içgüdüsü bugün pek önemsenme-mekle birlikte, zihinsel ve biolojik fonksiyon teorilerinin gelişiminde dikkate değer bir yere sahiptir.
Oneiroid
Düş gibi anlamına gelir. Özellikle, ger çek ortamla temasın yitirildiği psikotik durumlarda görülür. Şizofrenilerde (bkz.) yakın ortam yanlış yorumlanmakla ve lüzyonel anlamla yüklenmekle birlikte genellikle tanınarak kabul edilir. Onei roid tipte psikozlardaysa, hastanın gerçek likten tümüyle uzaklaştığı ve fantas içerikli bir düş dünyasında yaşadığı gö: lür.
Hastanın yaşantıları paramnezilere (bkz.) benzerse de, oneiroid durumlarda yaşan.-tılar saniyeler ya da dakikaları değil, haf talan kapsar. Katatonik ve hebefrenik şi-zofreniler başlangıçta oneiroid fenomen ler gösterebilirler.
Onikoidizm
Hadım edilmiş kişi terimi pre-pübertel evrede kastre edilmiş erkek anlamına gelirse de, bazan testisleri hiç fonksiyon göstermemiş erkekleri de kapsar. Testislerde daha az şiddetli fonksiyon yetersizliği du-rumlarınaysa önikoidizm adı verilir. Bu vakalarda, testisler ve penis püberte sırasında yeterince gelişmez, sakal ve beden kılı seyrektir ve cinsel libido düşüktür. Epifizlerdeki birleşmenin gecikmesi nedeniyle önikoidler uzun boylu, yüzleriyse zayıf ve köşelidir. Kandaki testosteron düzeyleri ve idrarda androjen ıtrahı düşüktür. Önikoidizm bir yandan örneğin travma, kabakulak, testis torsiyonu gibi lokal testis hasarından (primer önikoidizm) ileri gelebilirken, etyolojide hipotalamus yetersizliği daha yaygındır (sekonder önikoidizm). Jinekomasti ve kısırlığa eşlik eden önikoidizmse Klinefelter sendro-munda (bkz.) (XXY) görülebilir. Önikoidizm hastalarının hemen hepsinde, testosteron tedavisinin başlatılmasından önce, tam nörolojik ve endokrinolojik incelemeler yürütülmelidir.
Operant Şartlama
Operant şartlama, yayınlanan birtakım tepki ya da operantların selektif olarak güçlendirilmesinden (ödüllendirilmesinden) sonuçlanan bir öğrenme proçesidir. Bu güçlendirme ileride aynı stimulus durumuna uğramada aynı tepkinin gösterilmesi olasılığını artırır. Öte yandan, olumsuz güçlendirme (cezalandırma) ise tepkinin tekrarlanma olasılığını azaltır. Bkz. ŞARTLI REFLEKS ve ŞARTLI TEPKİ
Opium Alkaloidleri
Papaver somniferum adlı çiçekten elde edilen opium alkaloidleri müstahzarları, antik çağdan beri iyi ya da kötü amaçlarla kullanılmıştır. Bu bileşiklerin özelliklerine ilişkin tüm ayrıntılar genel farmakoloji kitaplarından bulunabilir. Bu bileşik grubu, en önemlisi morfin olmak üzere birkaç doğal opium bileşenini ve ayrıca birkaç yarı-sentetik türevi içine alır (Bkz. Tablo). Bu grup terapötik bakımdan heterojendir; güçlü ve hafif analjezikleri, antitussifleri, antidiyareik ajanları ve bir emetik maddeyi kapsamaktadır
Güçlü analjeziklerin gösterdikleri öfori et kişinin yanısıra çabuk gelişen ilaç toleran sı sonucunda ilaç bağımlılığına yatknlık yüksektir. Psikiyatrik ilgiyse, bu birleşik lerin ilaç bağımlılığına (bkz.) yol açma özelliklerine ve bu gibi durumların teda visine yöneliktir.
Alkolizm (bkz.) vakalarına uygulanan aversiyon terapisinde (bkz.) apomorfin sınırlı bir yere sahiptir: Bu tedavisinde, al kollu içki kullanımı üzerine, apomorfin hastanın kusmasına yol açar.
Doğal ve yarı-sentetik opium alkaloi
Doğal opium alkaloidleri
Fenantren Morfin
Kodein Tebain
Benzilizokinolin Papaverin Noskapin
Yarı-sentetik
alkaloidler Diasetilmorfin (en
Apomorfin Hidromorfin Oksimorfon Hidrokodon Oksikodon
Oral Kontraseptifler
oğum kontrol hapı, psikolojik durum ve cinsel davranış üzerinde karmaşık etkiler gösterir. Bu ilaçlar son derece etkin raseptifler olduklarından, psikolojik leri genellikle olumludur. Ancak, yan etk kilerin görüldüğü de bilinmektedir ve du yarlı kadınların bu tür şikâyetlerde lunmaları olasılığı da yüksektir. Ayı kilde seyrek rastlanan zararlı etkiler varlığı bilinmektedir; kullanan ki bunu bilmesiyse bazan büyük bir anksi yete yaratır.
Doğum kontrol hapı bazı kadınlarda sinir lilik yaratmakta ve % 5-7'sinde çok kere âdet öncesinde iyice kötüleşen depresyona yo! açmaktadır. Depresyon şiddetlenebilir ve her zaman ciddiye alınmalıdır. Bu durum daha ziyade kuvvetli projestojen haplar kullanan ve daha önceleri âdet öncesi depresyon ya da depressif hastalık şikâyetinde bulunan kadınlarda gelişmektedir. Bu tip kadınlara doğum kontrol hapı verilirken dikkatli davranılmalıdır. Yine de, daha önceleri dengeli bir kişiliğe sahip kadınlarda da depresyon belirebilir. Doğum kontrol hapı genellikle gebelik korkusunu yokederek cinsel yaşam üzerinde olumlu etki gösterir. Oysa ufak bir grup kadında libidoyu ve orgazm kapasitesini azaltmaktadır. Bu durum doğrudan doğruya kimyasal bir etki de olabilir, çünkü aynı etki deneysel hayvanlarda da görülmektedir. Bu yan etki yaygın olarak bilindiğinden, bazan telkin önem taşır.
Operant şartlama, yayınlanan birtakım tepki ya da operantların selektif olarak güçlendirilmesinden (ödüllendirilmesinden) sonuçlanan bir öğrenme proçesidir. Bu güçlendirme ileride aynı stimulus durumuna uğramada aynı tepkinin gösterilmesi olasılığını artırır. Öte yandan, olumsuz güçlendirme (cezalandırma) ise tepkinin tekrarlanma olasılığını azaltır. Bkz. ŞARTLI REFLEKS ve ŞARTLI TEPKİ
Opium Alkaloidleri
Papaver somniferum adlı çiçekten elde edilen opium alkaloidleri müstahzarları, antik çağdan beri iyi ya da kötü amaçlarla kullanılmıştır. Bu bileşiklerin özelliklerine ilişkin tüm ayrıntılar genel farmakoloji kitaplarından bulunabilir. Bu bileşik grubu, en önemlisi morfin olmak üzere birkaç doğal opium bileşenini ve ayrıca birkaç yarı-sentetik türevi içine alır (Bkz. Tablo). Bu grup terapötik bakımdan heterojendir; güçlü ve hafif analjezikleri, antitussifleri, antidiyareik ajanları ve bir emetik maddeyi kapsamaktadır
Güçlü analjeziklerin gösterdikleri öfori et kişinin yanısıra çabuk gelişen ilaç toleran sı sonucunda ilaç bağımlılığına yatknlık yüksektir. Psikiyatrik ilgiyse, bu birleşik lerin ilaç bağımlılığına (bkz.) yol açma özelliklerine ve bu gibi durumların teda visine yöneliktir.
Alkolizm (bkz.) vakalarına uygulanan aversiyon terapisinde (bkz.) apomorfin sınırlı bir yere sahiptir: Bu tedavisinde, al kollu içki kullanımı üzerine, apomorfin hastanın kusmasına yol açar.
Doğal ve yarı-sentetik opium alkaloi
Doğal opium alkaloidleri
Fenantren Morfin
Kodein Tebain
Benzilizokinolin Papaverin Noskapin
Yarı-sentetik
alkaloidler Diasetilmorfin (en
Apomorfin Hidromorfin Oksimorfon Hidrokodon Oksikodon
Oral Kontraseptifler
oğum kontrol hapı, psikolojik durum ve cinsel davranış üzerinde karmaşık etkiler gösterir. Bu ilaçlar son derece etkin raseptifler olduklarından, psikolojik leri genellikle olumludur. Ancak, yan etk kilerin görüldüğü de bilinmektedir ve du yarlı kadınların bu tür şikâyetlerde lunmaları olasılığı da yüksektir. Ayı kilde seyrek rastlanan zararlı etkiler varlığı bilinmektedir; kullanan ki bunu bilmesiyse bazan büyük bir anksi yete yaratır.
Doğum kontrol hapı bazı kadınlarda sinir lilik yaratmakta ve % 5-7'sinde çok kere âdet öncesinde iyice kötüleşen depresyona yo! açmaktadır. Depresyon şiddetlenebilir ve her zaman ciddiye alınmalıdır. Bu durum daha ziyade kuvvetli projestojen haplar kullanan ve daha önceleri âdet öncesi depresyon ya da depressif hastalık şikâyetinde bulunan kadınlarda gelişmektedir. Bu tip kadınlara doğum kontrol hapı verilirken dikkatli davranılmalıdır. Yine de, daha önceleri dengeli bir kişiliğe sahip kadınlarda da depresyon belirebilir. Doğum kontrol hapı genellikle gebelik korkusunu yokederek cinsel yaşam üzerinde olumlu etki gösterir. Oysa ufak bir grup kadında libidoyu ve orgazm kapasitesini azaltmaktadır. Bu durum doğrudan doğruya kimyasal bir etki de olabilir, çünkü aynı etki deneysel hayvanlarda da görülmektedir. Bu yan etki yaygın olarak bilindiğinden, bazan telkin önem taşır.
Organik Sendromlar
Organik beyin reaksiyonlarının en yaygın belirtileri, yetişkinde hafıza bozukluğu, oryantasyon bozukluğu ve zekâ yeteneği kaybı, bebek ve çocukta da zekâ gelişiminin duraklamasıdır. Lokal hasar-daysa, spesifik olarak bazı yeteneklerin zarar görmesi sonucunda örneğin konuşma, oryantasyon, vb. yetenekler kayba uğrar. Organik beyin reaksiyonlarının genel etkenleri şunlardır:
1. Konküsyon, laserasyon, subdural he-matomayla sonuçlanan travma.
2. Serebral abse, menenjit, genel para-liz yahut ansefalitle sonuçlanan enfeksiyon (bakteryel yahut viral).
3. Arteriosklerotik demansla sonuçlanan arteryel hastalık.
4. Dejenerasyon - senil demans, Alzhei-mer hastalığı, Pick hastalığı.
5. Alkol, gaz ve ilaçlar dahil bazı kimyasal bileşiklerden ileri gelen entok-sikasyon yahut sistemik ekstrakranial enfeksiyon (örneğin pnömohi).
6. Metabolik karaciğer yetmezliği, üremi ıdkalozu, asidoz gibi.
7. Hormona! - miksödem, tirotoksikoz, Cushing hastalığı, insulinoma gibi.
8. Yetersizlik hastalığı - Pellag tamini yetersizliği yahut an
9. Anemi, solunum yolu veya 1 küler nedenler, ya da bo| ileri gelen anoksi.
10. Neoplazi-omeğin glioma, i ma.
11. Fetal hasara ya da doğum tr yol açan konjenital ve kalıtsı lor. Bunlardan birincisi geb üç ayı içinde maternel virü yonundan ileri gelebilir. Ka rumlar arasındaysa metaboli surun (örneğin fenilketonüı jenerasyonların (örneğin ton koresi) kalıtımı vardır.
12. Diğer et/cenZer-kollagen hı etyolojisi bilinmeyen hastalı neğin yaygın skleroz, idio{ lepsi).
Ayrıntılı bilgi için bu hastalık rina bkz.
Ortalama Değer, Aritmetiksel
Aritmetiksel ortalama, «ortalama» ile eş anlamlı teknik terimdir. Bir gözlem dizisindeki değerlerin toplandıktan sonra gözlem sayısına bölünmesi yoluyla hesaplanır.
Ortalamada Standart Hata
Kesin bir ortalama değer (bkz.) belirleyebilmek için, tüm popülasyon değerlendirilmelidir. İncelemeye alınan random numune ne kadar ufaksa, gözlemlenen ortalama değerin gerçek ortalamaya eşit olmaması olasılığı da o kadar yükselir. Standard sapma üzerinden (bkz.) hesaplanan bu ortalamada standard hata ile gözlem sayısı kullanılarak, hatanın tahminî değeri hesaplanır.
Ortam
Bkz. EKOLOJİ
Ortam Değişimi
Hekimler psikiyatrik semptomların belli bir sosyal durumla ilgili olarak geliştiğine inanarak sık sık hastalarına işlerini değiştirmelerini, evlerinden çıkmalarını yahut birtakım ortam değiştirme girişimlerinde bulunmalarını öğütlerler. Bu girişimler ender olarak etkindir, çünkü çok kere yetersiz bir temele dayanır. Dikkatli bir ps kososyal araştırma ve hastanın kişiliğiyle psikopatolojisinin değerlendirilmesinden sonra, ortam değişimini öğütle.nek ya da sağlamak doğru olabilir. Klinik tedavide, dikkatli bir incelemeye dayanan ortam değişimi önlemleri terapötik bakımdan büyük yarar sağlayabilir.
Oryantasyon
Zaman, yer ve kimlik olarak öz-bilinç anlamına gelir. Kişisel oryantasyon, ad, yaş, iş ve statü ender olarak tam kayba uğrar; ancak, demansta yahut serebral travmadan sonra kısa bir süre hasta bunları tamamen unutabilir; şiddetli akıl geriliğinden mustarip hastalarsa, bunları hiç öğrenemezler. Zaman, yer, ay, saat oryan-tasyonu da, delirium ve amnezik sendrom-larda çok kere bozulur. Yaşlılar, özellikle ağır hastalık sırasında ve hastaneye ya da akrabalarının evlerine götürüldükleri zaman yer oryantasyonlarını kaybederler. Zaman ve yer oryantasyonu, konfabülas-yon (bkz.) nedeniyle de dalgalanma veya dengesizlik gösterebilir. Sol/sağ oryantasyon bozukluğu, yani bedenin hangi yanına işaret edildiğini yahut dokunulduğunu anlama güçlüğüyse, bazı serebral lez-yonlara eşlik eder. Oryantasyon kaybı, fonksiyonel bozukluklardan çok organik bozuklukların varlığını gösterir. Şizofreniklerse, biri gerçek ve biri delüz-yonel olmak üzere, çift oryantasyon geliştirirler. Ancak, yalnızca delüzyon, oryantasyon bozukluğu değildir
Otizm
Onbinde 4-5 çocukta görülen oldukça ender rastlanan bir durumdur. Otistik ço-
cuk, doğduktan sonraki ilk birkaç ay süresince normal görünür. Daha sonra tepki göstermemeye başlar, ses ve görüntü stimülasyonlarına karşı çok az bir ilgi gösterir, okşanmayı istemez ve kucağa alındığında haykırarak ağlar. Bir yeri incindiği zaman teselli etmeleri için ebeveyninin yanına gitmez. Konuşma gecikmesi çok rastlanan bir özelliktir ve konuşma hiç gelişmeyebilir. Bunun tersine, motor gelişme çok kere gecikmez. Ebeveyniyle arasındaki ilişkinin gelişmemesi, çocuğun normal ayrılma anksietesi ve yabancı korkusu evrelerini geçirmediğini gösterir. Başka çocuklarla birlikte bulunma arzusu göstermez. Parmaklarına basarak yürüme, parmaklarıyla gözlerine fiske vurma, ip veya tel parçalarıyla saatlerce oynama gibi ritüel hareketleri görülebilir. Çocuk değişikliğe karşı direnir; memeden kesilme ve kaşık çatal kullanma, sorunlar doğurur. Otizm sendromu, ender olarak daha ileri yaşlarda, hattâ iki buçuk yaşına kadar gelişebilir.
Çocuk büyüdükçe tablo değişebilir, otistik soğukluğunu kaybederek ebeveynine karşı sevgi duymaya ve ayrılma anksietesi göstermeye başlayabilir. Bununla birlikte belirgin ekolali (bkz.) ve kişi zamirlerinin yanlış kullanımı (çocuk kendisinden «O» diye sözeder) biçiminde konuşma bozuklukları kalır Otistik çocukların hemen hemen % 70'i normalin altında veya daha düşük bir zekâ düzeyi gösterirler. Zekâ retardasyonu, davranışla ilgili sorunlara kıyasla daha çok aksamalar yaratabilir. Otizmin nedenleri bilinmemektedir. Daha çok meslek sahibi ve orta sınıf ailelerde görülür. Bu sorunun temelinde ebeveynin, özellikle annenin yetersizliğinin bulunduğu düşüncesinden vazgeçilmiştir. Artık otizmin, biolojik kökenli ve beyin fonksiyonu bozukluğuyla ilgili bir karşılıklı anlaşma bozukluğu olduğu düşünülmektedir. Gelişme evrelerinde görülen afaziye benzerlik ve otistik çocuklardaki yüksek epilepsi oranı ( % 10-15), bu görüşü doğrulamaktadır. Ebeveynde rastla-nabilen bir anormallik muhtemelen böylesine şiddetli bir davranış bozukluğu gösteren bir çocuğa sahip olmanın yarattığı stress'e karşı tepki olabilir. Otizm belirtileri gösteren bütün çocuklarda, uzmanlar tarafından teşhis değerlendirmeleri yapılmalıdır. Psikolojik testler sabır, ısrar ve tecrübe gerektirir. Bio-kimyasal araştırma, kafa röntgeni ve EEG incelemeleri yapılmalıdır; çünkü otistik çocuklardan bazılarında fenilketonüri ve histidinanemi gibi ender rastlanan, ama kesin durumlar bulunmaktadır. Haç tedavisinin yararları sınırlıdır. Hi-perkinezi ve epilepside uygulanan semp-tomatik ilaç tedavisine başvurulabilir. Ender olarak temelde bulunan tedavisi mümkün bir durum teşhis edilmektedir. Uygun öğretim önlemleri en umut verici iyileştirme yoludur, ama bunda bile sonuçlar sınırlı kalır. Operant şartlama terapisi (bkz.) (ödül stimuluslarının sistematik uygulanması) nispeten yeni bir tedavi yöntemi olup az ama kesin yarar sağlamaktadır. Ebeveyne yol göstermek ve öğütlerde bulunmak tedavinin önemli bir yanıdır.
Yukarıda belirtildiği gibi, bağımsız hayata yönelen bir prognoz olasılığı bu tip çocuklarda zayıftır. Bunlardan ancak % 15'
i hastaneler dışında bir hayat yaşayabilmektedir. Zekâ düzeyi ne kadar yüksek olursa, çocuğun durumu da o kadar iyi olur.
Otoerotisizm
Çocukluğun erken dönemlerinde görülen bir öz-sevgidir. Duyusal zevkin yalnızca sübjektif bir yoldan sağlandığı bir emos-yonel gelişme evresidir. Erotik arzular kişinin kendine yönelmiştir ve bu arzular kişinin kendisi tarafından tatmin edilir. Bu evreyi, tatminin dış nesneler veya kişiler aracılığıyla sağlandığı fallik evre izler. Çocuğun sevgi ve erotik arzuların tatmini yolunda ilk olarak dış nesnelere yöneldiği evre için alloerotik (bkz.) terimi kullanılmaktadır. Freud, otoerotisizmin «ilkel», yani mutlaka gelişmesi gerekmeyen bir fenomen olduğunu ileri sürmüştür. Mastürbasyon, özel ve genital organlara yönelik bir otcerotisizm biçimidir ve otoderotisizmle eş anlamlı değildir. Otoe-rotik evre ilk olarak ağızla emme döneminde belirir. Narsisizmden farkı, otoero-t sizmin nesneye yönelik olmamasıdır. Oysa narsisizmde «ben» kabul edilir ve çocuk için kendi bedeni bir sevgi objesidir.
Otomatik İtaat
Otomatik itaat, bazan katatonik şizofrenide (bkz.) görülen aşırı uysallıktır. Yapılması istenen şeyler rahatsızlık veya acı bile yaratsa, kişi bunları hiç karşı koymak-sızın yerine getirir.
Organik beyin reaksiyonlarının en yaygın belirtileri, yetişkinde hafıza bozukluğu, oryantasyon bozukluğu ve zekâ yeteneği kaybı, bebek ve çocukta da zekâ gelişiminin duraklamasıdır. Lokal hasar-daysa, spesifik olarak bazı yeteneklerin zarar görmesi sonucunda örneğin konuşma, oryantasyon, vb. yetenekler kayba uğrar. Organik beyin reaksiyonlarının genel etkenleri şunlardır:
1. Konküsyon, laserasyon, subdural he-matomayla sonuçlanan travma.
2. Serebral abse, menenjit, genel para-liz yahut ansefalitle sonuçlanan enfeksiyon (bakteryel yahut viral).
3. Arteriosklerotik demansla sonuçlanan arteryel hastalık.
4. Dejenerasyon - senil demans, Alzhei-mer hastalığı, Pick hastalığı.
5. Alkol, gaz ve ilaçlar dahil bazı kimyasal bileşiklerden ileri gelen entok-sikasyon yahut sistemik ekstrakranial enfeksiyon (örneğin pnömohi).
6. Metabolik karaciğer yetmezliği, üremi ıdkalozu, asidoz gibi.
7. Hormona! - miksödem, tirotoksikoz, Cushing hastalığı, insulinoma gibi.
8. Yetersizlik hastalığı - Pellag tamini yetersizliği yahut an
9. Anemi, solunum yolu veya 1 küler nedenler, ya da bo| ileri gelen anoksi.
10. Neoplazi-omeğin glioma, i ma.
11. Fetal hasara ya da doğum tr yol açan konjenital ve kalıtsı lor. Bunlardan birincisi geb üç ayı içinde maternel virü yonundan ileri gelebilir. Ka rumlar arasındaysa metaboli surun (örneğin fenilketonüı jenerasyonların (örneğin ton koresi) kalıtımı vardır.
12. Diğer et/cenZer-kollagen hı etyolojisi bilinmeyen hastalı neğin yaygın skleroz, idio{ lepsi).
Ayrıntılı bilgi için bu hastalık rina bkz.
Ortalama Değer, Aritmetiksel
Aritmetiksel ortalama, «ortalama» ile eş anlamlı teknik terimdir. Bir gözlem dizisindeki değerlerin toplandıktan sonra gözlem sayısına bölünmesi yoluyla hesaplanır.
Ortalamada Standart Hata
Kesin bir ortalama değer (bkz.) belirleyebilmek için, tüm popülasyon değerlendirilmelidir. İncelemeye alınan random numune ne kadar ufaksa, gözlemlenen ortalama değerin gerçek ortalamaya eşit olmaması olasılığı da o kadar yükselir. Standard sapma üzerinden (bkz.) hesaplanan bu ortalamada standard hata ile gözlem sayısı kullanılarak, hatanın tahminî değeri hesaplanır.
Ortam
Bkz. EKOLOJİ
Ortam Değişimi
Hekimler psikiyatrik semptomların belli bir sosyal durumla ilgili olarak geliştiğine inanarak sık sık hastalarına işlerini değiştirmelerini, evlerinden çıkmalarını yahut birtakım ortam değiştirme girişimlerinde bulunmalarını öğütlerler. Bu girişimler ender olarak etkindir, çünkü çok kere yetersiz bir temele dayanır. Dikkatli bir ps kososyal araştırma ve hastanın kişiliğiyle psikopatolojisinin değerlendirilmesinden sonra, ortam değişimini öğütle.nek ya da sağlamak doğru olabilir. Klinik tedavide, dikkatli bir incelemeye dayanan ortam değişimi önlemleri terapötik bakımdan büyük yarar sağlayabilir.
Oryantasyon
Zaman, yer ve kimlik olarak öz-bilinç anlamına gelir. Kişisel oryantasyon, ad, yaş, iş ve statü ender olarak tam kayba uğrar; ancak, demansta yahut serebral travmadan sonra kısa bir süre hasta bunları tamamen unutabilir; şiddetli akıl geriliğinden mustarip hastalarsa, bunları hiç öğrenemezler. Zaman, yer, ay, saat oryan-tasyonu da, delirium ve amnezik sendrom-larda çok kere bozulur. Yaşlılar, özellikle ağır hastalık sırasında ve hastaneye ya da akrabalarının evlerine götürüldükleri zaman yer oryantasyonlarını kaybederler. Zaman ve yer oryantasyonu, konfabülas-yon (bkz.) nedeniyle de dalgalanma veya dengesizlik gösterebilir. Sol/sağ oryantasyon bozukluğu, yani bedenin hangi yanına işaret edildiğini yahut dokunulduğunu anlama güçlüğüyse, bazı serebral lez-yonlara eşlik eder. Oryantasyon kaybı, fonksiyonel bozukluklardan çok organik bozuklukların varlığını gösterir. Şizofreniklerse, biri gerçek ve biri delüz-yonel olmak üzere, çift oryantasyon geliştirirler. Ancak, yalnızca delüzyon, oryantasyon bozukluğu değildir
Otizm
Onbinde 4-5 çocukta görülen oldukça ender rastlanan bir durumdur. Otistik ço-
cuk, doğduktan sonraki ilk birkaç ay süresince normal görünür. Daha sonra tepki göstermemeye başlar, ses ve görüntü stimülasyonlarına karşı çok az bir ilgi gösterir, okşanmayı istemez ve kucağa alındığında haykırarak ağlar. Bir yeri incindiği zaman teselli etmeleri için ebeveyninin yanına gitmez. Konuşma gecikmesi çok rastlanan bir özelliktir ve konuşma hiç gelişmeyebilir. Bunun tersine, motor gelişme çok kere gecikmez. Ebeveyniyle arasındaki ilişkinin gelişmemesi, çocuğun normal ayrılma anksietesi ve yabancı korkusu evrelerini geçirmediğini gösterir. Başka çocuklarla birlikte bulunma arzusu göstermez. Parmaklarına basarak yürüme, parmaklarıyla gözlerine fiske vurma, ip veya tel parçalarıyla saatlerce oynama gibi ritüel hareketleri görülebilir. Çocuk değişikliğe karşı direnir; memeden kesilme ve kaşık çatal kullanma, sorunlar doğurur. Otizm sendromu, ender olarak daha ileri yaşlarda, hattâ iki buçuk yaşına kadar gelişebilir.
Çocuk büyüdükçe tablo değişebilir, otistik soğukluğunu kaybederek ebeveynine karşı sevgi duymaya ve ayrılma anksietesi göstermeye başlayabilir. Bununla birlikte belirgin ekolali (bkz.) ve kişi zamirlerinin yanlış kullanımı (çocuk kendisinden «O» diye sözeder) biçiminde konuşma bozuklukları kalır Otistik çocukların hemen hemen % 70'i normalin altında veya daha düşük bir zekâ düzeyi gösterirler. Zekâ retardasyonu, davranışla ilgili sorunlara kıyasla daha çok aksamalar yaratabilir. Otizmin nedenleri bilinmemektedir. Daha çok meslek sahibi ve orta sınıf ailelerde görülür. Bu sorunun temelinde ebeveynin, özellikle annenin yetersizliğinin bulunduğu düşüncesinden vazgeçilmiştir. Artık otizmin, biolojik kökenli ve beyin fonksiyonu bozukluğuyla ilgili bir karşılıklı anlaşma bozukluğu olduğu düşünülmektedir. Gelişme evrelerinde görülen afaziye benzerlik ve otistik çocuklardaki yüksek epilepsi oranı ( % 10-15), bu görüşü doğrulamaktadır. Ebeveynde rastla-nabilen bir anormallik muhtemelen böylesine şiddetli bir davranış bozukluğu gösteren bir çocuğa sahip olmanın yarattığı stress'e karşı tepki olabilir. Otizm belirtileri gösteren bütün çocuklarda, uzmanlar tarafından teşhis değerlendirmeleri yapılmalıdır. Psikolojik testler sabır, ısrar ve tecrübe gerektirir. Bio-kimyasal araştırma, kafa röntgeni ve EEG incelemeleri yapılmalıdır; çünkü otistik çocuklardan bazılarında fenilketonüri ve histidinanemi gibi ender rastlanan, ama kesin durumlar bulunmaktadır. Haç tedavisinin yararları sınırlıdır. Hi-perkinezi ve epilepside uygulanan semp-tomatik ilaç tedavisine başvurulabilir. Ender olarak temelde bulunan tedavisi mümkün bir durum teşhis edilmektedir. Uygun öğretim önlemleri en umut verici iyileştirme yoludur, ama bunda bile sonuçlar sınırlı kalır. Operant şartlama terapisi (bkz.) (ödül stimuluslarının sistematik uygulanması) nispeten yeni bir tedavi yöntemi olup az ama kesin yarar sağlamaktadır. Ebeveyne yol göstermek ve öğütlerde bulunmak tedavinin önemli bir yanıdır.
Yukarıda belirtildiği gibi, bağımsız hayata yönelen bir prognoz olasılığı bu tip çocuklarda zayıftır. Bunlardan ancak % 15'
i hastaneler dışında bir hayat yaşayabilmektedir. Zekâ düzeyi ne kadar yüksek olursa, çocuğun durumu da o kadar iyi olur.
Otoerotisizm
Çocukluğun erken dönemlerinde görülen bir öz-sevgidir. Duyusal zevkin yalnızca sübjektif bir yoldan sağlandığı bir emos-yonel gelişme evresidir. Erotik arzular kişinin kendine yönelmiştir ve bu arzular kişinin kendisi tarafından tatmin edilir. Bu evreyi, tatminin dış nesneler veya kişiler aracılığıyla sağlandığı fallik evre izler. Çocuğun sevgi ve erotik arzuların tatmini yolunda ilk olarak dış nesnelere yöneldiği evre için alloerotik (bkz.) terimi kullanılmaktadır. Freud, otoerotisizmin «ilkel», yani mutlaka gelişmesi gerekmeyen bir fenomen olduğunu ileri sürmüştür. Mastürbasyon, özel ve genital organlara yönelik bir otcerotisizm biçimidir ve otoderotisizmle eş anlamlı değildir. Otoe-rotik evre ilk olarak ağızla emme döneminde belirir. Narsisizmden farkı, otoero-t sizmin nesneye yönelik olmamasıdır. Oysa narsisizmde «ben» kabul edilir ve çocuk için kendi bedeni bir sevgi objesidir.
Otomatik İtaat
Otomatik itaat, bazan katatonik şizofrenide (bkz.) görülen aşırı uysallıktır. Yapılması istenen şeyler rahatsızlık veya acı bile yaratsa, kişi bunları hiç karşı koymak-sızın yerine getirir.