A'dan Z'ye Psikiyatrik Ansiklopedi

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#21
Sponsorlu Bağlantılar
O




Obezite


Obezite, kalori tüketimini aşan bir kalori alımı sonucunda aşırı adipoz doku birikimi durumudur. Gelişiminde, genetik, kültürel, mctabolik ve psikolojik faktörler dahil olmak üzere, birçok etken rol oynar. Aşırı obezite vakaları familyal olabilir; ayrı büyütülen monozigot ikizlerde beden ağırlığının, birlikte büyütülen dizi-
got ikizlere göre, daha yakın olduğu bulunmuştur. Annenin bebeği besleme tutumu, özellikle doğumu izleyen ilk yıl içinde, önemli bir etyolojik faktördür ve yaşam boyu aşırı beslenmeye yol açabilir. Depresyon, anksiete ve yalnızlık duygusu, aşırı yeme eğilimiyle birlikte gelişebilir ve hızlı bir kilo alma durumu, özellikle genç kızlarda, depresyonu artırabilir. Amfetaminler gibi iştah azaltan ilaçlardan, psikolojik bağımlılık tehlikesi dolayısıyla, kaçınılmalıdır. Bazı vakalarda psikoterapi endikedir. Uzun sürede prog-noz olumlu değildir, çünkü durum nüksetme eğilimi gösterir.


Objektif Psişe

jung'un «kollektif bilinçdışı» olarak değindiği kavramın yerini alan bir terimdir. Jung, bilinçli akıldan önce varolan ve bilinçle birlikte yahut bilince rağmen işlev gösteren bir psişik fenomenler deposu veya alttabakasından sözetmiştir. Objektif psişenin başlıca iki öğesi «arketipler» ve bunları çevreleyen komplekslerdir. Arketipler, hayvan davranışında gözlemlenen içgüdüsel davranış pattern'leri gibidir. Bunlar insanlarda, bütün insanların paylaştıkları, tip^k olarak insana özgü «nosyon ve davranış pattern'leriyle ifade bulur. Komplekslerin yapıları da arketipsel-dir-yani bunların temelinde «kişiyi aşkın» ve evrensel insan yaşantısı biçimleri vardır. Böylece bir «anne kompleksi»ni yalnızca tek bir anneyle ilgili kişisel bir yaşantı değil, evrensel ve önceden oluşmuş bir «anne» kavramı belirler. «Persona» (bkz.) terimi de, uyum ve dış gerçekliğe yönelen arketipsel bir dürtü anlamına gelmektedir. «Animus» (bkz.) ve «anima» (bkz.) arketipsel yansımalardır-birincisi kadındaki bastırılmış erkeksi yön, ikin-cisiyse bunun tersidir. «Gölge benlik» (bkz.) ise düşlerde aynı cinsiyetten başka bir kişiyle yansır ve düş görenin bastırılmış kişisel bilinçdışı niteliklerini temsil eder.

Obsessif-Kompülsif Reaksiyon


Bkz.Obsesyonel Nevroz


Obsesyonel Nevroz


Obsesyonel kompülsiyon, belli bir hareketi yahut hareketleri tekrar tekrar yapmak için duyulan zorunluk (örneğin rimeller veya dokunma) anlamında kullanılan bir terimdir; obsesyonel-rüminatif ise genellikle kişijıin korku duyduğu, inatçı nitelikteki düşünceler (örneğin, mikrop korkusu, günah işleme korkusu) biçimini alan kompülsif fenomenler anlamına gelir.
Teşhis için iki kriter şarttır. Bunlardan birincisi, sübjektif bir kompülsiyon duygusunun semptomlara mutlaka eşlik etmesidir; ancak, kişi çok seyrek olarak bu tekrarlayan, korkulu düşüncelerin gerektirdiği davranışı eyleme döker. İkincisi de, hasta kompülsif fikrin kendi aklının bir ürünü olduğunu kabul etse bile, buna her zaman karşı koyma eğilimi gösterir. Hasta genellikle, duyduğu bu kompülsi-yonun nesnel anlamsızlığını kabul eder, ama aşırı bir pislik yahut mikrop korkusu (fobisi) duyan bir kişi gibi sık sık elini yıkamasının hiç de gereksiz olmadığını kolayca kabul etmeyebilir. Anksiete, aji-tasyon yahut gerilim evrensel olarak mevcuttur özellikle, yerine getirilmesi olanaksız bir kompülsiyon sözkonusuysa. Obsesyonel yatkınlığı olan ebeveynlerle ilgili genetik yahut ortamsal etkilenmenin otyolojik önem taşıdığı ispatlanmıştır. Daha önceden mevcut patolojik bir kişilik, esnek olmayan tutumlar, düzen ve disiplin sevgisi gibi faktörler de predispozis-yon yaratır. Kişi kendisine yüksek stan-dardlar belirler ve bunlarla ilgili olarak büyük bir anksiete duyar. Nevrozu presi-pite eden etkenlerse, kişinin özellikle ve kişisel olarak yatkın olduğu herhangi bir fizyolojik yahut psikolojik stress olabilir.
Bu hastalıklar, kesin biçimiyle orta yaşlarda belirmekle birlikte, nörotik semptomlar erken yaşta başgösterir. En sık göülen tipi yıkama kompülsiyonlarıdır; pislik ve mikrop korkusu da yaygındır. Bazı hastalar belli bir düzene göre giyinme, ya da evlerini belli bir tarzda yerleştirme gereği duyarlar. Bazılarında da çok kere belli bir sayıyla ilgili dokunma kompülsi-yonları vardır: Örneğin, ellerine almadan önce kaşığa yedi kez dokunurlar. Başka hastalar herşeyi sayısız kez yeniden kontrol ederler ve birçoklarında fobiler gelişir. Kompülsif semptomların, yaşamın ikinci ve üçüncü yılları gibi çok erken bir dönemde başladığına ilişkin güvenilir raporlar vardır.
Ayırıcı teşhiste organik lezyon, depressif veya şizofrenik hastalık araştırılır. Obses-sif pre-morbid kişilik, ağır b'r klinik tablo, çocuklukta sinirlilik ve bekârlığın olumsuz bir prognoza işaret ettikleri kabul edilmektedir. Tedavide ilk yaklaşım destekleyici psikoterapinin yanısıra ortamsal uyum ve trankilizan-sedatif bir medikas-yon (örneğin medazepam) olmalıdır. Hastalığa eşlik eden bir depresyon durumu için de uygun bir tedavi uygulanmalıdır. Bu hastalardan % 15-20'sinde trisik-lik antidepresanlarla (örneğin amitriptil-in) bir dereceye kadar cevap kaydedildiği rapor edilmiştir. Umut verici yeni bir tedavi yöntemi olan «apotrepik» davranış terapisinde hastalar sürekli olarak kontrol altında tutularak kompülsif eylemlerini yerine getirmeleri önlenmektedir. Hastalığa eşlik eden fobiler, gevşeme ve karşılıklı inhibisyon gibi daha iyi bilinen davranış terapisi teknikleriyle tedavi edilebilir. Daha önceleri iyi uyum gösteren, enerjik bir kişiliğe sahipken, aşırı gerilim ve anksietenin belirgin semptpmlar olarak başgösterdiği bir hastada lökotomi endike olabilir. Obsesyonlar tamamıyla giderilme-se bile, kompülsif nitelikleri ve bunlara eşlik eden disfori oldukça hafifler.


Obsesyonlar

Bunlar öznel bir kompülsiyon duygusunun yanısıra buna direnme arzusunun da eşlik ettiği birtakım bilinç içerikleridir. Tekrarlama eğilimi gösterirler ve yeterli bir performansa ve akıl aktivitesine önemli biçimde müdahale ettikleri için patolojiktirler; yahut da, normal kişilerde görüldüğü gibi, kısa süreli ve seyrek olabilirler. Obsesyonlar istenildiğinde zihinden kolayca kovulamayan, tekrarlayıcı fikirler, imajlar, veya kompülsif bir eylemi yerine getirmek için duyulan impulslar biçiminde başgösterebilir. Tekrarlayıcı kuşkular, düşünceler ve uğraşlar da görülebilir. Tekrarlı kompülsif eylemler, ritüel biçimini alabilirse de, ritüellerde kompül-siyona karşı direnme arzusu olmayabilir -oysa bu direnme arzusu obsesyonun esas belirtisidir. Ancak, obsesyonlar ve kom-pülsiycnlar genellikle aynı kişide birlikte mevcutturlar ve belli bir eylemin hangi kategoriye uyduğuna, yani direnme arzusu bulunup bulunmadığına karar vermek çok kere güçtür.
Bu fenomenler özellikle düzen, kontrol ve katı tutum eğilimlerinin belirgin olduğu obsesyonel (anankastik) kişiliklerde gelişir.


Odül Sistemi

Bkz. OPERANT ŞARTLAMA TERAPİLERİ


Ofori

Kişinin hoşnutluk duyduğu ve kendisini iyi hissettiği bir ruhsal durumdur. Psikiyatride öfor: her zaman patolojik anlam taşır ve çok kere organik serebral hastalığın önemli bir erken belirtisidir. Elasyon-dan önemli bir farkı vardır: Bulaşıcı bir niteliği ve hiçbir neşe öğesi yoktur; çünkü hoşnutluk duygusu olumlu bir duruma değil, yalnızca bilinç yoksunluğuna ve üzüntü yahut anksieteyi duyamamaya dayanır. Özellikle frontal lobları etkileyen yaygın serebral hasarın bulunduğu bütün durumlarda öfori görülebilir. Senil ve arteriosk-lerotik demanşiarda (bkz.), yaygın sklerozda ve Huntington köre'sinde (bkz.) er veya geç, görülür; çok kere şiddetli kafa travmasından ve ilkel lökotomi (bkz.) ameliyatlarından sonra da gelişebilir. Ba-zan Addison hastalığında (bkz.) da öfori görülebilir.
Oidipus Kompleksi

Bir Yunan mitosuna göre, annesi ve babasının kim olduğunu bilmeyerek bir kavga sonucu babasını öldüren ve annesiyle evlenen Oidipus'dan adını alan temel bir psi-kanalitik kavramdır. Psikanaliz teorilerine göre her çocuk, fantazide yer alan bu aile-içi cinsel ilişki evresinden geçer. Bebekliğin ileri dönemlerinde, çocuk bir miktar enerjisini ebeveyne karşı cinsel ilgiye yöneltir. Normal olarak erkek çocuklar daha çok anneye, kız çocuklar da babaya (bkz. ELEKTRA KOMPLEKSİ) bağlanırlar. Bu safhada çocuğun duygu dünyası kıskançlık, suçluluk duygusu ve aynı cinsten olan ebeveyninin öç alacağı korkusuyla doludur.

Okul Fobisi

Okula gitme korkusu normal ve yaygın olarak beş yaşlarında ilkokula başlarken yahut yuvaya giden çocuklarda daha erken yaşta görülür. Bu korku genellikle ilk birkaç saat içinde geçer ve ender olarak birkaç haftadan daha uzun bir zaman sürer. Yerleşmiş okul fobisi veya anksiete nedeniyle okula gitmeyi reddetme çok daha seyrek rastlanan bir fenomendir. Bu durum, çocuğun okula gitme isteksizliğini örtmeye çalıştığı ve çok az anksiete duyduğu, yahut hiç duymadığı okuldan kaçma (bkz.) durumundan kesinlikle farklıdır. Okul fobisi olan çocuk genellikle sessiz, terbiyeli, zekâsı ortalama ya da ortalamanın üstünde ve fazla öğrenim sorunları olmayan bir çocuktur. Sık sık yersiz derecede yakın bir anne-çocuk ilişkisi sözkonusudur ve babanın evdeki rolü pasif ve kayıtsızdır.
Kısa sürede predispizisyon yaratan fak-törler arasında okulda bir kavga, bir öğretmenle tartışma ya da ebeveynin birinin hastalanması olabilir. Anksiete genellikle bir öğrenim yılı yahut yarıyılı başlangıcında ve orta okula başlarken gelişir. Çocuğun gösterdiği anksiete semptomları sınırlı olabilir: Akşamları neşeyle oynar, ama sabah okula gitmekten korkar. Daha ender olarak da, anksiete depressif yahut şizofrenik bir hastalığın yalnızca bir semptomu olarak belirir.
Temelde hiçbir hastalığın teşhis edilmediği ve sorunun aşırı yakın bir anne-çocuk ilişkisi ortamında belirdiği vakalarda, tedavi başlangıçta bir devamsızlık alışkanlığının yerleşmesinden önce çocuğun hemen okula gönderilmesini amaçlamalıdır Babanın çocuğu okula götürmesi sağlanır sa bu daha da kolay gerçekleştirilir. . gibi «ilk yardım» önlemlerinin yanısıra sorunun nasıl geliştiği de ebeveynle tar tışılmalıdır. Bu önlemler başarısız kalırsa çocuk bir psikiyatri uzmanına sevk edil melidir. Bkz. ÇOCUK PSİKİYATRİSİ



Okülo- Serebro - Renal Sendrom


(Lowe Sendromu)
Okülo-serebro-renal sendrom, muhteme len cinsiyete bağlı kalıtımla geçer. Akıl retardasyonunu ve gözleri (konjenital ka taraktlar ve buftalmos), böbrekleri (iler leyici renal tübüler bozukluklar), santral sinir sistemini etkileyen kusurları kap sar. Genetik taşıyıcılar oldukları varsayı lan kişiler görünüşte klinik bakımdan nor mal olmakla birlikte, bazılarında renal tübüler amino-asidüri belirlenmiş, bazıa rında da muayenede göz merceğinde opak alanlar saptanmıştır.



Oligofreni

Akıl gelişimi bozukluğudur. Akıl gerili ğiyle (bkz.) eş anlamlıdır.


Olüm İçgüdüsü

Bu kavramı ilk olarak Freud 1920'de ayrı bir dürtü olarak ileri sürmüştür. Freud, «zevk ilkesinin ötesindeki» psikanalizin gelişiminde, filogenetik bakımdan daha eski bir ilke kabul etmiştir: Tekrarlama kompülsiyonu ilkesi. Bu ilke, statükoyu yeniden kurarak, sonunda kişiyi tüm bio-lojik gerilimden uzak inorganik ve cansız bir varoluş olan, bütün evrelerin başlangıcına geri götürmek üzere etkinlik gösterir. Ölüm içgüdüsünün entrojeksiyo-nu kendine zarar vermeyle sonuçlanırken, projeksiyonunun dış saldırganlığa yol açtığı ileri sürülmüştür. Ölüm içgüdüsü bugün pek önemsenme-mekle birlikte, zihinsel ve biolojik fonksiyon teorilerinin gelişiminde dikkate değer bir yere sahiptir.

Oneiroid

Düş gibi anlamına gelir. Özellikle, ger çek ortamla temasın yitirildiği psikotik durumlarda görülür. Şizofrenilerde (bkz.) yakın ortam yanlış yorumlanmakla ve lüzyonel anlamla yüklenmekle birlikte genellikle tanınarak kabul edilir. Onei roid tipte psikozlardaysa, hastanın gerçek likten tümüyle uzaklaştığı ve fantas içerikli bir düş dünyasında yaşadığı gö: lür.
Hastanın yaşantıları paramnezilere (bkz.) benzerse de, oneiroid durumlarda yaşan.-tılar saniyeler ya da dakikaları değil, haf talan kapsar. Katatonik ve hebefrenik şi-zofreniler başlangıçta oneiroid fenomen ler gösterebilirler.



Onikoidizm

Hadım edilmiş kişi terimi pre-pübertel evrede kastre edilmiş erkek anlamına gelirse de, bazan testisleri hiç fonksiyon göstermemiş erkekleri de kapsar. Testislerde daha az şiddetli fonksiyon yetersizliği du-rumlarınaysa önikoidizm adı verilir. Bu vakalarda, testisler ve penis püberte sırasında yeterince gelişmez, sakal ve beden kılı seyrektir ve cinsel libido düşüktür. Epifizlerdeki birleşmenin gecikmesi nedeniyle önikoidler uzun boylu, yüzleriyse zayıf ve köşelidir. Kandaki testosteron düzeyleri ve idrarda androjen ıtrahı düşüktür. Önikoidizm bir yandan örneğin travma, kabakulak, testis torsiyonu gibi lokal testis hasarından (primer önikoidizm) ileri gelebilirken, etyolojide hipotalamus yetersizliği daha yaygındır (sekonder önikoidizm). Jinekomasti ve kısırlığa eşlik eden önikoidizmse Klinefelter sendro-munda (bkz.) (XXY) görülebilir. Önikoidizm hastalarının hemen hepsinde, testosteron tedavisinin başlatılmasından önce, tam nörolojik ve endokrinolojik incelemeler yürütülmelidir.
Operant Şartlama

Operant şartlama, yayınlanan birtakım tepki ya da operantların selektif olarak güçlendirilmesinden (ödüllendirilmesinden) sonuçlanan bir öğrenme proçesidir. Bu güçlendirme ileride aynı stimulus durumuna uğramada aynı tepkinin gösterilmesi olasılığını artırır. Öte yandan, olumsuz güçlendirme (cezalandırma) ise tepkinin tekrarlanma olasılığını azaltır. Bkz. ŞARTLI REFLEKS ve ŞARTLI TEPKİ


Opium Alkaloidleri

Papaver somniferum adlı çiçekten elde edilen opium alkaloidleri müstahzarları, antik çağdan beri iyi ya da kötü amaçlarla kullanılmıştır. Bu bileşiklerin özelliklerine ilişkin tüm ayrıntılar genel farmakoloji kitaplarından bulunabilir. Bu bileşik grubu, en önemlisi morfin olmak üzere birkaç doğal opium bileşenini ve ayrıca birkaç yarı-sentetik türevi içine alır (Bkz. Tablo). Bu grup terapötik bakımdan heterojendir; güçlü ve hafif analjezikleri, antitussifleri, antidiyareik ajanları ve bir emetik maddeyi kapsamaktadır
Güçlü analjeziklerin gösterdikleri öfori et kişinin yanısıra çabuk gelişen ilaç toleran sı sonucunda ilaç bağımlılığına yatknlık yüksektir. Psikiyatrik ilgiyse, bu birleşik lerin ilaç bağımlılığına (bkz.) yol açma özelliklerine ve bu gibi durumların teda visine yöneliktir.
Alkolizm (bkz.) vakalarına uygulanan aversiyon terapisinde (bkz.) apomorfin sınırlı bir yere sahiptir: Bu tedavisinde, al kollu içki kullanımı üzerine, apomorfin hastanın kusmasına yol açar.
Doğal ve yarı-sentetik opium alkaloi
Doğal opium alkaloidleri
Fenantren Morfin
Kodein Tebain
Benzilizokinolin Papaverin Noskapin
Yarı-sentetik
alkaloidler Diasetilmorfin (en
Apomorfin Hidromorfin Oksimorfon Hidrokodon Oksikodon


Oral Kontraseptifler

oğum kontrol hapı, psikolojik durum ve cinsel davranış üzerinde karmaşık etkiler gösterir. Bu ilaçlar son derece etkin raseptifler olduklarından, psikolojik leri genellikle olumludur. Ancak, yan etk kilerin görüldüğü de bilinmektedir ve du yarlı kadınların bu tür şikâyetlerde lunmaları olasılığı da yüksektir. Ayı kilde seyrek rastlanan zararlı etkiler varlığı bilinmektedir; kullanan ki bunu bilmesiyse bazan büyük bir anksi yete yaratır.
Doğum kontrol hapı bazı kadınlarda sinir lilik yaratmakta ve % 5-7'sinde çok kere âdet öncesinde iyice kötüleşen depresyona yo! açmaktadır. Depresyon şiddetlenebilir ve her zaman ciddiye alınmalıdır. Bu durum daha ziyade kuvvetli projestojen haplar kullanan ve daha önceleri âdet öncesi depresyon ya da depressif hastalık şikâyetinde bulunan kadınlarda gelişmektedir. Bu tip kadınlara doğum kontrol hapı verilirken dikkatli davranılmalıdır. Yine de, daha önceleri dengeli bir kişiliğe sahip kadınlarda da depresyon belirebilir. Doğum kontrol hapı genellikle gebelik korkusunu yokederek cinsel yaşam üzerinde olumlu etki gösterir. Oysa ufak bir grup kadında libidoyu ve orgazm kapasitesini azaltmaktadır. Bu durum doğrudan doğruya kimyasal bir etki de olabilir, çünkü aynı etki deneysel hayvanlarda da görülmektedir. Bu yan etki yaygın olarak bilindiğinden, bazan telkin önem taşır.

Organik Sendromlar

Organik beyin reaksiyonlarının en yaygın belirtileri, yetişkinde hafıza bozukluğu, oryantasyon bozukluğu ve zekâ yeteneği kaybı, bebek ve çocukta da zekâ gelişiminin duraklamasıdır. Lokal hasar-daysa, spesifik olarak bazı yeteneklerin zarar görmesi sonucunda örneğin konuşma, oryantasyon, vb. yetenekler kayba uğrar. Organik beyin reaksiyonlarının genel etkenleri şunlardır:
1. Konküsyon, laserasyon, subdural he-matomayla sonuçlanan travma.
2. Serebral abse, menenjit, genel para-liz yahut ansefalitle sonuçlanan enfeksiyon (bakteryel yahut viral).
3. Arteriosklerotik demansla sonuçlanan arteryel hastalık.
4. Dejenerasyon - senil demans, Alzhei-mer hastalığı, Pick hastalığı.
5. Alkol, gaz ve ilaçlar dahil bazı kimyasal bileşiklerden ileri gelen entok-sikasyon yahut sistemik ekstrakranial enfeksiyon (örneğin pnömohi).
6. Metabolik karaciğer yetmezliği, üremi ıdkalozu, asidoz gibi.
7. Hormona! - miksödem, tirotoksikoz, Cushing hastalığı, insulinoma gibi.
8. Yetersizlik hastalığı - Pellag tamini yetersizliği yahut an
9. Anemi, solunum yolu veya 1 küler nedenler, ya da bo| ileri gelen anoksi.
10. Neoplazi-omeğin glioma, i ma.
11. Fetal hasara ya da doğum tr yol açan konjenital ve kalıtsı lor. Bunlardan birincisi geb üç ayı içinde maternel virü yonundan ileri gelebilir. Ka rumlar arasındaysa metaboli surun (örneğin fenilketonüı jenerasyonların (örneğin ton koresi) kalıtımı vardır.
12. Diğer et/cenZer-kollagen hı etyolojisi bilinmeyen hastalı neğin yaygın skleroz, idio{ lepsi).
Ayrıntılı bilgi için bu hastalık rina bkz.



Ortalama Değer, Aritmetiksel

Aritmetiksel ortalama, «ortalama» ile eş anlamlı teknik terimdir. Bir gözlem dizisindeki değerlerin toplandıktan sonra gözlem sayısına bölünmesi yoluyla hesaplanır.


Ortalamada Standart Hata


Kesin bir ortalama değer (bkz.) belirleyebilmek için, tüm popülasyon değerlendirilmelidir. İncelemeye alınan random numune ne kadar ufaksa, gözlemlenen ortalama değerin gerçek ortalamaya eşit olmaması olasılığı da o kadar yükselir. Standard sapma üzerinden (bkz.) hesaplanan bu ortalamada standard hata ile gözlem sayısı kullanılarak, hatanın tahminî değeri hesaplanır.


Ortam

Bkz. EKOLOJİ

Ortam Değişimi


Hekimler psikiyatrik semptomların belli bir sosyal durumla ilgili olarak geliştiğine inanarak sık sık hastalarına işlerini değiştirmelerini, evlerinden çıkmalarını yahut birtakım ortam değiştirme girişimlerinde bulunmalarını öğütlerler. Bu girişimler ender olarak etkindir, çünkü çok kere yetersiz bir temele dayanır. Dikkatli bir ps kososyal araştırma ve hastanın kişiliğiyle psikopatolojisinin değerlendirilmesinden sonra, ortam değişimini öğütle.nek ya da sağlamak doğru olabilir. Klinik tedavide, dikkatli bir incelemeye dayanan ortam değişimi önlemleri terapötik bakımdan büyük yarar sağlayabilir.

Oryantasyon

Zaman, yer ve kimlik olarak öz-bilinç anlamına gelir. Kişisel oryantasyon, ad, yaş, iş ve statü ender olarak tam kayba uğrar; ancak, demansta yahut serebral travmadan sonra kısa bir süre hasta bunları tamamen unutabilir; şiddetli akıl geriliğinden mustarip hastalarsa, bunları hiç öğrenemezler. Zaman, yer, ay, saat oryan-tasyonu da, delirium ve amnezik sendrom-larda çok kere bozulur. Yaşlılar, özellikle ağır hastalık sırasında ve hastaneye ya da akrabalarının evlerine götürüldükleri zaman yer oryantasyonlarını kaybederler. Zaman ve yer oryantasyonu, konfabülas-yon (bkz.) nedeniyle de dalgalanma veya dengesizlik gösterebilir. Sol/sağ oryantasyon bozukluğu, yani bedenin hangi yanına işaret edildiğini yahut dokunulduğunu anlama güçlüğüyse, bazı serebral lez-yonlara eşlik eder. Oryantasyon kaybı, fonksiyonel bozukluklardan çok organik bozuklukların varlığını gösterir. Şizofreniklerse, biri gerçek ve biri delüz-yonel olmak üzere, çift oryantasyon geliştirirler. Ancak, yalnızca delüzyon, oryantasyon bozukluğu değildir


Otizm

Onbinde 4-5 çocukta görülen oldukça ender rastlanan bir durumdur. Otistik ço-
cuk, doğduktan sonraki ilk birkaç ay süresince normal görünür. Daha sonra tepki göstermemeye başlar, ses ve görüntü stimülasyonlarına karşı çok az bir ilgi gösterir, okşanmayı istemez ve kucağa alındığında haykırarak ağlar. Bir yeri incindiği zaman teselli etmeleri için ebeveyninin yanına gitmez. Konuşma gecikmesi çok rastlanan bir özelliktir ve konuşma hiç gelişmeyebilir. Bunun tersine, motor gelişme çok kere gecikmez. Ebeveyniyle arasındaki ilişkinin gelişmemesi, çocuğun normal ayrılma anksietesi ve yabancı korkusu evrelerini geçirmediğini gösterir. Başka çocuklarla birlikte bulunma arzusu göstermez. Parmaklarına basarak yürüme, parmaklarıyla gözlerine fiske vurma, ip veya tel parçalarıyla saatlerce oynama gibi ritüel hareketleri görülebilir. Çocuk değişikliğe karşı direnir; memeden kesilme ve kaşık çatal kullanma, sorunlar doğurur. Otizm sendromu, ender olarak daha ileri yaşlarda, hattâ iki buçuk yaşına kadar gelişebilir.
Çocuk büyüdükçe tablo değişebilir, otistik soğukluğunu kaybederek ebeveynine karşı sevgi duymaya ve ayrılma anksietesi göstermeye başlayabilir. Bununla birlikte belirgin ekolali (bkz.) ve kişi zamirlerinin yanlış kullanımı (çocuk kendisinden «O» diye sözeder) biçiminde konuşma bozuklukları kalır Otistik çocukların hemen hemen % 70'i normalin altında veya daha düşük bir zekâ düzeyi gösterirler. Zekâ retardasyonu, davranışla ilgili sorunlara kıyasla daha çok aksamalar yaratabilir. Otizmin nedenleri bilinmemektedir. Daha çok meslek sahibi ve orta sınıf ailelerde görülür. Bu sorunun temelinde ebeveynin, özellikle annenin yetersizliğinin bulunduğu düşüncesinden vazgeçilmiştir. Artık otizmin, biolojik kökenli ve beyin fonksiyonu bozukluğuyla ilgili bir karşılıklı anlaşma bozukluğu olduğu düşünülmektedir. Gelişme evrelerinde görülen afaziye benzerlik ve otistik çocuklardaki yüksek epilepsi oranı ( % 10-15), bu görüşü doğrulamaktadır. Ebeveynde rastla-nabilen bir anormallik muhtemelen böylesine şiddetli bir davranış bozukluğu gösteren bir çocuğa sahip olmanın yarattığı stress'e karşı tepki olabilir. Otizm belirtileri gösteren bütün çocuklarda, uzmanlar tarafından teşhis değerlendirmeleri yapılmalıdır. Psikolojik testler sabır, ısrar ve tecrübe gerektirir. Bio-kimyasal araştırma, kafa röntgeni ve EEG incelemeleri yapılmalıdır; çünkü otistik çocuklardan bazılarında fenilketonüri ve histidinanemi gibi ender rastlanan, ama kesin durumlar bulunmaktadır. Haç tedavisinin yararları sınırlıdır. Hi-perkinezi ve epilepside uygulanan semp-tomatik ilaç tedavisine başvurulabilir. Ender olarak temelde bulunan tedavisi mümkün bir durum teşhis edilmektedir. Uygun öğretim önlemleri en umut verici iyileştirme yoludur, ama bunda bile sonuçlar sınırlı kalır. Operant şartlama terapisi (bkz.) (ödül stimuluslarının sistematik uygulanması) nispeten yeni bir tedavi yöntemi olup az ama kesin yarar sağlamaktadır. Ebeveyne yol göstermek ve öğütlerde bulunmak tedavinin önemli bir yanıdır.
Yukarıda belirtildiği gibi, bağımsız hayata yönelen bir prognoz olasılığı bu tip çocuklarda zayıftır. Bunlardan ancak % 15'
i hastaneler dışında bir hayat yaşayabilmektedir. Zekâ düzeyi ne kadar yüksek olursa, çocuğun durumu da o kadar iyi olur.



Otoerotisizm


Çocukluğun erken dönemlerinde görülen bir öz-sevgidir. Duyusal zevkin yalnızca sübjektif bir yoldan sağlandığı bir emos-yonel gelişme evresidir. Erotik arzular kişinin kendine yönelmiştir ve bu arzular kişinin kendisi tarafından tatmin edilir. Bu evreyi, tatminin dış nesneler veya kişiler aracılığıyla sağlandığı fallik evre izler. Çocuğun sevgi ve erotik arzuların tatmini yolunda ilk olarak dış nesnelere yöneldiği evre için alloerotik (bkz.) terimi kullanılmaktadır. Freud, otoerotisizmin «ilkel», yani mutlaka gelişmesi gerekmeyen bir fenomen olduğunu ileri sürmüştür. Mastürbasyon, özel ve genital organlara yönelik bir otcerotisizm biçimidir ve otoderotisizmle eş anlamlı değildir. Otoe-rotik evre ilk olarak ağızla emme döneminde belirir. Narsisizmden farkı, otoero-t sizmin nesneye yönelik olmamasıdır. Oysa narsisizmde «ben» kabul edilir ve çocuk için kendi bedeni bir sevgi objesidir.


Otomatik İtaat

Otomatik itaat, bazan katatonik şizofrenide (bkz.) görülen aşırı uysallıktır. Yapılması istenen şeyler rahatsızlık veya acı bile yaratsa, kişi bunları hiç karşı koymak-sızın yerine getirir.
 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#22
O




Obezite


Obezite, kalori tüketimini aşan bir kalori alımı sonucunda aşırı adipoz doku birikimi durumudur. Gelişiminde, genetik, kültürel, mctabolik ve psikolojik faktörler dahil olmak üzere, birçok etken rol oynar. Aşırı obezite vakaları familyal olabilir; ayrı büyütülen monozigot ikizlerde beden ağırlığının, birlikte büyütülen dizi-
got ikizlere göre, daha yakın olduğu bulunmuştur. Annenin bebeği besleme tutumu, özellikle doğumu izleyen ilk yıl içinde, önemli bir etyolojik faktördür ve yaşam boyu aşırı beslenmeye yol açabilir. Depresyon, anksiete ve yalnızlık duygusu, aşırı yeme eğilimiyle birlikte gelişebilir ve hızlı bir kilo alma durumu, özellikle genç kızlarda, depresyonu artırabilir. Amfetaminler gibi iştah azaltan ilaçlardan, psikolojik bağımlılık tehlikesi dolayısıyla, kaçınılmalıdır. Bazı vakalarda psikoterapi endikedir. Uzun sürede prog-noz olumlu değildir, çünkü durum nüksetme eğilimi gösterir.



Objektif Psişe

jung'un «kollektif bilinçdışı» olarak değindiği kavramın yerini alan bir terimdir. Jung, bilinçli akıldan önce varolan ve bilinçle birlikte yahut bilince rağmen işlev gösteren bir psişik fenomenler deposu veya alttabakasından sözetmiştir. Objektif psişenin başlıca iki öğesi «arketipler» ve bunları çevreleyen komplekslerdir. Arketipler, hayvan davranışında gözlemlenen içgüdüsel davranış pattern'leri gibidir. Bunlar insanlarda, bütün insanların paylaştıkları, tip^k olarak insana özgü «nosyon ve davranış pattern'leriyle ifade bulur. Komplekslerin yapıları da arketipsel-dir-yani bunların temelinde «kişiyi aşkın» ve evrensel insan yaşantısı biçimleri vardır. Böylece bir «anne kompleksi»ni yalnızca tek bir anneyle ilgili kişisel bir yaşantı değil, evrensel ve önceden oluşmuş bir «anne» kavramı belirler. «Persona» (bkz.) terimi de, uyum ve dış gerçekliğe yönelen arketipsel bir dürtü anlamına gelmektedir. «Animus» (bkz.) ve «anima» (bkz.) arketipsel yansımalardır-birincisi kadındaki bastırılmış erkeksi yön, ikin-cisiyse bunun tersidir. «Gölge benlik» (bkz.) ise düşlerde aynı cinsiyetten başka bir kişiyle yansır ve düş görenin bastırılmış kişisel bilinçdışı niteliklerini temsil eder.

Obsessif-Kompülsif Reaksiyon


Bkz.Obsesyonel Nevroz



Obsesyonel Nevroz


Obsesyonel kompülsiyon, belli bir hareketi yahut hareketleri tekrar tekrar yapmak için duyulan zorunluk (örneğin rimeller veya dokunma) anlamında kullanılan bir terimdir; obsesyonel-rüminatif ise genellikle kişijıin korku duyduğu, inatçı nitelikteki düşünceler (örneğin, mikrop korkusu, günah işleme korkusu) biçimini alan kompülsif fenomenler anlamına gelir.
Teşhis için iki kriter şarttır. Bunlardan birincisi, sübjektif bir kompülsiyon duygusunun semptomlara mutlaka eşlik etmesidir; ancak, kişi çok seyrek olarak bu tekrarlayan, korkulu düşüncelerin gerektirdiği davranışı eyleme döker. İkincisi de, hasta kompülsif fikrin kendi aklının bir ürünü olduğunu kabul etse bile, buna her zaman karşı koyma eğilimi gösterir. Hasta genellikle, duyduğu bu kompülsi-yonun nesnel anlamsızlığını kabul eder, ama aşırı bir pislik yahut mikrop korkusu (fobisi) duyan bir kişi gibi sık sık elini yıkamasının hiç de gereksiz olmadığını kolayca kabul etmeyebilir. Anksiete, aji-tasyon yahut gerilim evrensel olarak mevcuttur özellikle, yerine getirilmesi olanaksız bir kompülsiyon sözkonusuysa. Obsesyonel yatkınlığı olan ebeveynlerle ilgili genetik yahut ortamsal etkilenmenin otyolojik önem taşıdığı ispatlanmıştır. Daha önceden mevcut patolojik bir kişilik, esnek olmayan tutumlar, düzen ve disiplin sevgisi gibi faktörler de predispozis-yon yaratır. Kişi kendisine yüksek stan-dardlar belirler ve bunlarla ilgili olarak büyük bir anksiete duyar. Nevrozu presi-pite eden etkenlerse, kişinin özellikle ve kişisel olarak yatkın olduğu herhangi bir fizyolojik yahut psikolojik stress olabilir.
Bu hastalıklar, kesin biçimiyle orta yaşlarda belirmekle birlikte, nörotik semptomlar erken yaşta başgösterir. En sık göülen tipi yıkama kompülsiyonlarıdır; pislik ve mikrop korkusu da yaygındır. Bazı hastalar belli bir düzene göre giyinme, ya da evlerini belli bir tarzda yerleştirme gereği duyarlar. Bazılarında da çok kere belli bir sayıyla ilgili dokunma kompülsi-yonları vardır: Örneğin, ellerine almadan önce kaşığa yedi kez dokunurlar. Başka hastalar herşeyi sayısız kez yeniden kontrol ederler ve birçoklarında fobiler gelişir. Kompülsif semptomların, yaşamın ikinci ve üçüncü yılları gibi çok erken bir dönemde başladığına ilişkin güvenilir raporlar vardır.
Ayırıcı teşhiste organik lezyon, depressif veya şizofrenik hastalık araştırılır. Obses-sif pre-morbid kişilik, ağır b'r klinik tablo, çocuklukta sinirlilik ve bekârlığın olumsuz bir prognoza işaret ettikleri kabul edilmektedir. Tedavide ilk yaklaşım destekleyici psikoterapinin yanısıra ortamsal uyum ve trankilizan-sedatif bir medikas-yon (örneğin medazepam) olmalıdır. Hastalığa eşlik eden bir depresyon durumu için de uygun bir tedavi uygulanmalıdır. Bu hastalardan % 15-20'sinde trisik-lik antidepresanlarla (örneğin amitriptil-in) bir dereceye kadar cevap kaydedildiği rapor edilmiştir. Umut verici yeni bir tedavi yöntemi olan «apotrepik» davranış terapisinde hastalar sürekli olarak kontrol altında tutularak kompülsif eylemlerini yerine getirmeleri önlenmektedir. Hastalığa eşlik eden fobiler, gevşeme ve karşılıklı inhibisyon gibi daha iyi bilinen davranış terapisi teknikleriyle tedavi edilebilir. Daha önceleri iyi uyum gösteren, enerjik bir kişiliğe sahipken, aşırı gerilim ve anksietenin belirgin semptpmlar olarak başgösterdiği bir hastada lökotomi endike olabilir. Obsesyonlar tamamıyla giderilme-se bile, kompülsif nitelikleri ve bunlara eşlik eden disfori oldukça hafifler.



Obsessif-Kompülsif Reaksiyon


Bkz.Obsesyonel Nevroz


Obsesyonel Nevroz


Obsesyonel kompülsiyon, belli bir hareketi yahut hareketleri tekrar tekrar yapmak için duyulan zorunluk (örneğin rimeller veya dokunma) anlamında kullanılan bir terimdir; obsesyonel-rüminatif ise genellikle kişijıin korku duyduğu, inatçı nitelikteki düşünceler (örneğin, mikrop korkusu, günah işleme korkusu) biçimini alan kompülsif fenomenler anlamına gelir.
Teşhis için iki kriter şarttır. Bunlardan birincisi, sübjektif bir kompülsiyon duygusunun semptomlara mutlaka eşlik etmesidir; ancak, kişi çok seyrek olarak bu tekrarlayan, korkulu düşüncelerin gerektirdiği davranışı eyleme döker. İkincisi de, hasta kompülsif fikrin kendi aklının bir ürünü olduğunu kabul etse bile, buna her zaman karşı koyma eğilimi gösterir. Hasta genellikle, duyduğu bu kompülsi-yonun nesnel anlamsızlığını kabul eder, ama aşırı bir pislik yahut mikrop korkusu (fobisi) duyan bir kişi gibi sık sık elini yıkamasının hiç de gereksiz olmadığını kolayca kabul etmeyebilir. Anksiete, aji-tasyon yahut gerilim evrensel olarak mevcuttur özellikle, yerine getirilmesi olanaksız bir kompülsiyon sözkonusuysa. Obsesyonel yatkınlığı olan ebeveynlerle ilgili genetik yahut ortamsal etkilenmenin otyolojik önem taşıdığı ispatlanmıştır. Daha önceden mevcut patolojik bir kişilik, esnek olmayan tutumlar, düzen ve disiplin sevgisi gibi faktörler de predispozis-yon yaratır. Kişi kendisine yüksek stan-dardlar belirler ve bunlarla ilgili olarak büyük bir anksiete duyar. Nevrozu presi-pite eden etkenlerse, kişinin özellikle ve kişisel olarak yatkın olduğu herhangi bir fizyolojik yahut psikolojik stress olabilir.
Bu hastalıklar, kesin biçimiyle orta yaşlarda belirmekle birlikte, nörotik semptomlar erken yaşta başgösterir. En sık göülen tipi yıkama kompülsiyonlarıdır; pislik ve mikrop korkusu da yaygındır. Bazı hastalar belli bir düzene göre giyinme, ya da evlerini belli bir tarzda yerleştirme gereği duyarlar. Bazılarında da çok kere belli bir sayıyla ilgili dokunma kompülsi-yonları vardır: Örneğin, ellerine almadan önce kaşığa yedi kez dokunurlar. Başka hastalar herşeyi sayısız kez yeniden kontrol ederler ve birçoklarında fobiler gelişir. Kompülsif semptomların, yaşamın ikinci ve üçüncü yılları gibi çok erken bir dönemde başladığına ilişkin güvenilir raporlar vardır.
Ayırıcı teşhiste organik lezyon, depressif veya şizofrenik hastalık araştırılır. Obses-sif pre-morbid kişilik, ağır b'r klinik tablo, çocuklukta sinirlilik ve bekârlığın olumsuz bir prognoza işaret ettikleri kabul edilmektedir. Tedavide ilk yaklaşım destekleyici psikoterapinin yanısıra ortamsal uyum ve trankilizan-sedatif bir medikas-yon (örneğin medazepam) olmalıdır. Hastalığa eşlik eden bir depresyon durumu için de uygun bir tedavi uygulanmalıdır. Bu hastalardan % 15-20'sinde trisik-lik antidepresanlarla (örneğin amitriptil-in) bir dereceye kadar cevap kaydedildiği rapor edilmiştir. Umut verici yeni bir tedavi yöntemi olan «apotrepik» davranış terapisinde hastalar sürekli olarak kontrol altında tutularak kompülsif eylemlerini yerine getirmeleri önlenmektedir. Hastalığa eşlik eden fobiler, gevşeme ve karşılıklı inhibisyon gibi daha iyi bilinen davranış terapisi teknikleriyle tedavi edilebilir. Daha önceleri iyi uyum gösteren, enerjik bir kişiliğe sahipken, aşırı gerilim ve anksietenin belirgin semptpmlar olarak başgösterdiği bir hastada lökotomi endike olabilir. Obsesyonlar tamamıyla giderilme-se bile, kompülsif nitelikleri ve bunlara eşlik eden disfori oldukça hafifler.



Ofori

Kişinin hoşnutluk duyduğu ve kendisini iyi hissettiği bir ruhsal durumdur. Psikiyatride öfor: her zaman patolojik anlam taşır ve çok kere organik serebral hastalığın önemli bir erken belirtisidir. Elasyon-dan önemli bir farkı vardır: Bulaşıcı bir niteliği ve hiçbir neşe öğesi yoktur; çünkü hoşnutluk duygusu olumlu bir duruma değil, yalnızca bilinç yoksunluğuna ve üzüntü yahut anksieteyi duyamamaya dayanır. Özellikle frontal lobları etkileyen yaygın serebral hasarın bulunduğu bütün durumlarda öfori görülebilir. Senil ve arteriosk-lerotik demanşiarda (bkz.), yaygın sklerozda ve Huntington köre'sinde (bkz.) er veya geç, görülür; çok kere şiddetli kafa travmasından ve ilkel lökotomi (bkz.) ameliyatlarından sonra da gelişebilir. Ba-zan Addison hastalığında (bkz.) da öfori görülebilir.

Oidipus Kompleksi

Bir Yunan mitosuna göre, annesi ve babasının kim olduğunu bilmeyerek bir kavga sonucu babasını öldüren ve annesiyle evlenen Oidipus'dan adını alan temel bir psi-kanalitik kavramdır. Psikanaliz teorilerine göre her çocuk, fantazide yer alan bu aile-içi cinsel ilişki evresinden geçer. Bebekliğin ileri dönemlerinde, çocuk bir miktar enerjisini ebeveyne karşı cinsel ilgiye yöneltir. Normal olarak erkek çocuklar daha çok anneye, kız çocuklar da babaya (bkz. ELEKTRA KOMPLEKSİ) bağlanırlar. Bu safhada çocuğun duygu dünyası kıskançlık, suçluluk duygusu ve aynı cinsten olan ebeveyninin öç alacağı korkusuyla doludur.

Okülo- Serebro - Renal Sendrom


(Lowe Sendromu)
Okülo-serebro-renal sendrom, muhteme len cinsiyete bağlı kalıtımla geçer. Akıl retardasyonunu ve gözleri (konjenital ka taraktlar ve buftalmos), böbrekleri (iler leyici renal tübüler bozukluklar), santral sinir sistemini etkileyen kusurları kap sar. Genetik taşıyıcılar oldukları varsayı lan kişiler görünüşte klinik bakımdan nor mal olmakla birlikte, bazılarında renal tübüler amino-asidüri belirlenmiş, bazıa rında da muayenede göz merceğinde opak alanlar saptanmıştır.


Oligofreni

Akıl gelişimi bozukluğudur. Akıl gerili ğiyle (bkz.) eş anlamlıdır.


Olüm İçgüdüsü

Bu kavramı ilk olarak Freud 1920'de ayrı bir dürtü olarak ileri sürmüştür. Freud, «zevk ilkesinin ötesindeki» psikanalizin gelişiminde, filogenetik bakımdan daha eski bir ilke kabul etmiştir: Tekrarlama kompülsiyonu ilkesi. Bu ilke, statükoyu yeniden kurarak, sonunda kişiyi tüm bio-lojik gerilimden uzak inorganik ve cansız bir varoluş olan, bütün evrelerin başlangıcına geri götürmek üzere etkinlik gösterir. Ölüm içgüdüsünün entrojeksiyo-nu kendine zarar vermeyle sonuçlanırken, projeksiyonunun dış saldırganlığa yol açtığı ileri sürülmüştür. Ölüm içgüdüsü bugün pek önemsenme-mekle birlikte, zihinsel ve biolojik fonksiyon teorilerinin gelişiminde dikkate değer bir yere sahiptir


Oneiroid

Düş gibi anlamına gelir. Özellikle, ger çek ortamla temasın yitirildiği psikotik durumlarda görülür. Şizofrenilerde (bkz.) yakın ortam yanlış yorumlanmakla ve lüzyonel anlamla yüklenmekle birlikte genellikle tanınarak kabul edilir. Onei roid tipte psikozlardaysa, hastanın gerçek likten tümüyle uzaklaştığı ve fantas içerikli bir düş dünyasında yaşadığı gö: lür.
Hastanın yaşantıları paramnezilere (bkz.) benzerse de, oneiroid durumlarda yaşan.-tılar saniyeler ya da dakikaları değil, haf talan kapsar. Katatonik ve hebefrenik şi-zofreniler başlangıçta oneiroid fenomen ler gösterebilirler.


Onikoidizm

Hadım edilmiş kişi terimi pre-pübertel evrede kastre edilmiş erkek anlamına gelirse de, bazan testisleri hiç fonksiyon göstermemiş erkekleri de kapsar. Testislerde daha az şiddetli fonksiyon yetersizliği du-rumlarınaysa önikoidizm adı verilir. Bu vakalarda, testisler ve penis püberte sırasında yeterince gelişmez, sakal ve beden kılı seyrektir ve cinsel libido düşüktür. Epifizlerdeki birleşmenin gecikmesi nedeniyle önikoidler uzun boylu, yüzleriyse zayıf ve köşelidir. Kandaki testosteron düzeyleri ve idrarda androjen ıtrahı düşüktür. Önikoidizm bir yandan örneğin travma, kabakulak, testis torsiyonu gibi lokal testis hasarından (primer önikoidizm) ileri gelebilirken, etyolojide hipotalamus yetersizliği daha yaygındır (sekonder önikoidizm). Jinekomasti ve kısırlığa eşlik eden önikoidizmse Klinefelter sendro-munda (bkz.) (XXY) görülebilir. Önikoidizm hastalarının hemen hepsinde, testosteron tedavisinin başlatılmasından önce, tam nörolojik ve endokrinolojik incelemeler yürütülmelidir.


Operant Şartlama

Operant şartlama, yayınlanan birtakım tepki ya da operantların selektif olarak güçlendirilmesinden (ödüllendirilmesinden) sonuçlanan bir öğrenme proçesidir. Bu güçlendirme ileride aynı stimulus durumuna uğramada aynı tepkinin gösterilmesi olasılığını artırır. Öte yandan, olumsuz güçlendirme (cezalandırma) ise tepkinin tekrarlanma olasılığını azaltır. Bkz. ŞARTLI REFLEKS ve ŞARTLI TEPKİ


Opium Alkaloidleri

Papaver somniferum adlı çiçekten elde edilen opium alkaloidleri müstahzarları, antik çağdan beri iyi ya da kötü amaçlarla kullanılmıştır. Bu bileşiklerin özelliklerine ilişkin tüm ayrıntılar genel farmakoloji kitaplarından bulunabilir. Bu bileşik grubu, en önemlisi morfin olmak üzere birkaç doğal opium bileşenini ve ayrıca birkaç yarı-sentetik türevi içine alır (Bkz. Tablo). Bu grup terapötik bakımdan heterojendir; güçlü ve hafif analjezikleri, antitussifleri, antidiyareik ajanları ve bir emetik maddeyi kapsamaktadır
Güçlü analjeziklerin gösterdikleri öfori et kişinin yanısıra çabuk gelişen ilaç toleran sı sonucunda ilaç bağımlılığına yatknlık yüksektir. Psikiyatrik ilgiyse, bu birleşik lerin ilaç bağımlılığına (bkz.) yol açma özelliklerine ve bu gibi durumların teda visine yöneliktir.
Alkolizm (bkz.) vakalarına uygulanan aversiyon terapisinde (bkz.) apomorfin sınırlı bir yere sahiptir: Bu tedavisinde, al kollu içki kullanımı üzerine, apomorfin hastanın kusmasına yol açar.
Doğal ve yarı-sentetik opium alkaloi
Doğal opium alkaloidleri
Fenantren Morfin
Kodein Tebain
Benzilizokinolin Papaverin Noskapin
Yarı-sentetik
alkaloidler Diasetilmorfin (en
Apomorfin Hidromorfin Oksimorfon Hidrokodon Oksikodon



Oral Kontraseptifler

oğum kontrol hapı, psikolojik durum ve cinsel davranış üzerinde karmaşık etkiler gösterir. Bu ilaçlar son derece etkin raseptifler olduklarından, psikolojik leri genellikle olumludur. Ancak, yan etk kilerin görüldüğü de bilinmektedir ve du yarlı kadınların bu tür şikâyetlerde lunmaları olasılığı da yüksektir. Ayı kilde seyrek rastlanan zararlı etkiler varlığı bilinmektedir; kullanan ki bunu bilmesiyse bazan büyük bir anksi yete yaratır.
Doğum kontrol hapı bazı kadınlarda sinir lilik yaratmakta ve % 5-7'sinde çok kere âdet öncesinde iyice kötüleşen depresyona yo! açmaktadır. Depresyon şiddetlenebilir ve her zaman ciddiye alınmalıdır. Bu durum daha ziyade kuvvetli projestojen haplar kullanan ve daha önceleri âdet öncesi depresyon ya da depressif hastalık şikâyetinde bulunan kadınlarda gelişmektedir. Bu tip kadınlara doğum kontrol hapı verilirken dikkatli davranılmalıdır. Yine de, daha önceleri dengeli bir kişiliğe sahip kadınlarda da depresyon belirebilir. Doğum kontrol hapı genellikle gebelik korkusunu yokederek cinsel yaşam üzerinde olumlu etki gösterir. Oysa ufak bir grup kadında libidoyu ve orgazm kapasitesini azaltmaktadır. Bu durum doğrudan doğruya kimyasal bir etki de olabilir, çünkü aynı etki deneysel hayvanlarda da görülmektedir. Bu yan etki yaygın olarak bilindiğinden, bazan telkin önem taşır.


Organik Sendromlar

Organik beyin reaksiyonlarının en yaygın belirtileri, yetişkinde hafıza bozukluğu, oryantasyon bozukluğu ve zekâ yeteneği kaybı, bebek ve çocukta da zekâ gelişiminin duraklamasıdır. Lokal hasar-daysa, spesifik olarak bazı yeteneklerin zarar görmesi sonucunda örneğin konuşma, oryantasyon, vb. yetenekler kayba uğrar. Organik beyin reaksiyonlarının genel etkenleri şunlardır:
1. Konküsyon, laserasyon, subdural he-matomayla sonuçlanan travma.
2. Serebral abse, menenjit, genel para-liz yahut ansefalitle sonuçlanan enfeksiyon (bakteryel yahut viral).
3. Arteriosklerotik demansla sonuçlanan arteryel hastalık.
4. Dejenerasyon - senil demans, Alzhei-mer hastalığı, Pick hastalığı.
5. Alkol, gaz ve ilaçlar dahil bazı kimyasal bileşiklerden ileri gelen entok-sikasyon yahut sistemik ekstrakranial enfeksiyon (örneğin pnömohi).
6. Metabolik karaciğer yetmezliği, üremi ıdkalozu, asidoz gibi.
7. Hormona! - miksödem, tirotoksikoz, Cushing hastalığı, insulinoma gibi.
8. Yetersizlik hastalığı - Pellag tamini yetersizliği yahut an
9. Anemi, solunum yolu veya 1 küler nedenler, ya da bo| ileri gelen anoksi.
10. Neoplazi-omeğin glioma, i ma.
11. Fetal hasara ya da doğum tr yol açan konjenital ve kalıtsı lor. Bunlardan birincisi geb üç ayı içinde maternel virü yonundan ileri gelebilir. Ka rumlar arasındaysa metaboli surun (örneğin fenilketonüı jenerasyonların (örneğin ton koresi) kalıtımı vardır.
12. Diğer et/cenZer-kollagen hı etyolojisi bilinmeyen hastalı neğin yaygın skleroz, idio{ lepsi).
Ayrıntılı bilgi için bu hastalık rina bkz.



Ortalama Değer, Aritmetiksel

Aritmetiksel ortalama, «ortalama» ile eş anlamlı teknik terimdir. Bir gözlem dizisindeki değerlerin toplandıktan sonra gözlem sayısına bölünmesi yoluyla hesaplanır.


Ortalamada Standart Hata


Kesin bir ortalama değer (bkz.) belirleyebilmek için, tüm popülasyon değerlendirilmelidir. İncelemeye alınan random numune ne kadar ufaksa, gözlemlenen ortalama değerin gerçek ortalamaya eşit olmaması olasılığı da o kadar yükselir. Standard sapma üzerinden (bkz.) hesaplanan bu ortalamada standard hata ile gözlem sayısı kullanılarak, hatanın tahminî değeri hesaplanır.


Ortam Değişimi


Hekimler psikiyatrik semptomların belli bir sosyal durumla ilgili olarak geliştiğine inanarak sık sık hastalarına işlerini değiştirmelerini, evlerinden çıkmalarını yahut birtakım ortam değiştirme girişimlerinde bulunmalarını öğütlerler. Bu girişimler ender olarak etkindir, çünkü çok kere yetersiz bir temele dayanır. Dikkatli bir ps kososyal araştırma ve hastanın kişiliğiyle psikopatolojisinin değerlendirilmesinden sonra, ortam değişimini öğütle.nek ya da sağlamak doğru olabilir. Klinik tedavide, dikkatli bir incelemeye dayanan ortam değişimi önlemleri terapötik bakımdan büyük yarar sağlayabilir.

Oryantasyon

Zaman, yer ve kimlik olarak öz-bilinç anlamına gelir. Kişisel oryantasyon, ad, yaş, iş ve statü ender olarak tam kayba uğrar; ancak, demansta yahut serebral travmadan sonra kısa bir süre hasta bunları tamamen unutabilir; şiddetli akıl geriliğinden mustarip hastalarsa, bunları hiç öğrenemezler. Zaman, yer, ay, saat oryan-tasyonu da, delirium ve amnezik sendrom-larda çok kere bozulur. Yaşlılar, özellikle ağır hastalık sırasında ve hastaneye ya da akrabalarının evlerine götürüldükleri zaman yer oryantasyonlarını kaybederler. Zaman ve yer oryantasyonu, konfabülas-yon (bkz.) nedeniyle de dalgalanma veya dengesizlik gösterebilir. Sol/sağ oryantasyon bozukluğu, yani bedenin hangi yanına işaret edildiğini yahut dokunulduğunu anlama güçlüğüyse, bazı serebral lez-yonlara eşlik eder. Oryantasyon kaybı, fonksiyonel bozukluklardan çok organik bozuklukların varlığını gösterir. Şizofreniklerse, biri gerçek ve biri delüz-yonel olmak üzere, çift oryantasyon geliştirirler. Ancak, yalnızca delüzyon, oryantasyon bozukluğu değildir


Otoerotisizm


Çocukluğun erken dönemlerinde görülen bir öz-sevgidir. Duyusal zevkin yalnızca sübjektif bir yoldan sağlandığı bir emos-yonel gelişme evresidir. Erotik arzular kişinin kendine yönelmiştir ve bu arzular kişinin kendisi tarafından tatmin edilir. Bu evreyi, tatminin dış nesneler veya kişiler aracılığıyla sağlandığı fallik evre izler. Çocuğun sevgi ve erotik arzuların tatmini yolunda ilk olarak dış nesnelere yöneldiği evre için alloerotik (bkz.) terimi kullanılmaktadır. Freud, otoerotisizmin «ilkel», yani mutlaka gelişmesi gerekmeyen bir fenomen olduğunu ileri sürmüştür. Mastürbasyon, özel ve genital organlara yönelik bir otcerotisizm biçimidir ve otoderotisizmle eş anlamlı değildir. Otoe-rotik evre ilk olarak ağızla emme döneminde belirir. Narsisizmden farkı, otoero-t sizmin nesneye yönelik olmamasıdır. Oysa narsisizmde «ben» kabul edilir ve çocuk için kendi bedeni bir sevgi objesidir.

Otomatik İtaat

Otomatik itaat, bazan katatonik şizofrenide (bkz.) görülen aşırı uysallıktır. Yapılması istenen şeyler rahatsızlık veya acı bile yaratsa, kişi bunları hiç karşı koymak-sızın yerine getirir.


Otomatizm,Otomatik Davranış

Davranışla bilincin ayrılmasıdır. Bu terim, davranışla bilincin ayrılmasının et-yclojisine göre değişen birçok davranış tiplerini kapsamaktadır. Bazı normal durumlarda da davranış otomatikleşebilir; örneğin basit bir işin gerektirdiği tekrar-lamalı hareketlerde kişinin dikkati başka bir konu üzerinde toplanmasına rağmen davranışlar normaldir. Psikolojik çatışma, ilaç entoksikasyonu veya trans durumlarının sonunda, davranışla bilinç patolojik olarak ayrılırsa, yazı yazma veya resim yapmanın otomatikleşmesi veya duyusal otomatizm (sabit bir nesneye dikkatle bakıldığında beliren hallüsinasyon-lar) gibi fenomenler olabilir. Hipnotistin telkinlerine itaat ederek karmaşık görevlerin yerine getirildiği posthipnotik otomatizm bilinen bir fenomendir. Ama ciddi psikiyatrik ve nörolojik hastalıklarda görülen otomatizm daha önemlidir. Örneğin depressif bir hastalık «füg» durumuyla tezahür edebilir; yani hasta evinden uzaklaşarak günler veya haftalar sonra «hafızasını kaybetm'ş olarak» bulunabilir. Hastaya bu süre içindeki davranışıyla ilgili kanıtlar gösterilse bile, bu dönemle ilgili hiçbir şey hatırlamaz. Nörolojik otomatizmler hemen her zaman epilepsi, özellikle psikomotor epilepsi tezahürleridir. Otomatizm bir nöbetten önce olabilir, bütün bir nöbeti oluşturabilir veya majör bir nöbet sonrası tezahür olabilir. Otoma-tizmli hastalarda asosyal bir davranış görüldüğü zaman, kişinin bulunduğu davranışlardan ne kadar sorumlu olduğunun değerlendirilmesinde epeyce güçlüklerle karşılaşılabilir. Kafa incinmeleri de otomatizm yaratabilir; darbe yedikten sonra oyunu sürdüren futbolcu her zaman rastlanan bir örnektir. Ender olarak diabetli-ler otomatik davranışlarda bulunabilirler; kandaki şeker düzeyi yüksek veya düşük olabilir. Dolayısıyla da, bazan otomobil kullanabilme sorunları ortaya çıkar.
Son olarak, histerik füg adı verilen durum da bir otomatik davranış örneğidir; fakat depressif ve epileptik füg durumlarından farklıdır. Histerik füg'de her zaman anlaşılabilen bir davranış nedeni söz-konusudur (örneğin sahtekârlık, evlilikle ilgili sorunlar, kişisel sorunlar gibi) ve füg sorumluluktan kaçma çabasını yansıtır. Davranışın bilinçli veya bilinçsiz yapıldığına psikiyatrisi kendi kanı ve tutum-
larına göre karar verir. Birçok otomatizm vakasında bir teşhise varmadan önce EEG incelemeleri, olayı gözlemleyenler ile görüşme ve hastaneye giderek hastayı mü-şahade altında tutma yararlı olur.
 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#23
P




PACHYGYRIA

Serebral kortekste yalnızca birkaç büyük kıvrımın mevcut olduğu, muhtemelen genetik kökenli bir gelişim bozukluğudur. Bu hastalarda şiddetli bir akıl bozukluğu mevcuttur.


Palılalıa


Gittikçe hızlanan ve işitilebilirliği azalan bir biçimde, sözcük ya da kısa sözcük dizilerinin tekrarlanmasıdır. Palilalia, post-ansefalitik Parkinson hastalarında çok sık ve Pick hastalığı vakalarında da bazan görülür.


Panik Nöbeti

Akut, aşırı korku nöbeti anlamına gelir. Panik nöbetinin anksiete durumundan farkı, birdenbire başlayan otonom aktivi-teyle birlikte baş dönmesi, çarpıntı, sararma, terleme, titreme ve kusma, idrar yapma yahut dışkılama gereği duymadır. Nöbet ansızın başlar ve süresi genellikle sınırlı olmakla birlikte, birkaç dakikadan birkaç saate kadar sürebilir. Bu süre içinde kontrollü akıl faaliyeti olanaksızdır ve hasta amaçsızca dolaşıp durur. Depersona-lizasyon ve derealizasyon görülebilir. Nöbet hastayı halsiz ve güçsüz bırakır. Kısa sürede etkin bir barbitüratın (örneğin metoheksiton yahut tiopenton sodyum) genellikle subhipnotik dozda i.v. yoldan enjeksiyonuyla panik nöbeti suretle kontrol altına alınabilir. Kısa süreli etkinliğin azalmasından önce de, etkiyi sürdürmek amacıyla aynı zamanda sodyum amilobarbiton yahut kinalbarbiton verilebilirse de, bu medikasyonlar yalnızca âcil durumlarda kullanılmah ve sür-dürülmemelidir. Başka tedavilerin başla-tdmastndan önce, durumun etkeni araştırılmalıdır.

Paradoksal Uyku


Hızlı göz hareketleri (REM), kas tonüsii kaybı ve bazan bacaklarda titremenin yer aldığı uyku dönemidir. Bu dönem sırasında kişi uykusundan güç uyandırılabilir. Yetişkin insanlarda paradoksal uyku, sik-luslar halindedir ve normal bir gece uykusunun % 20-25'ini oluşturur. Düşlerin görüldüğü bu uyku dönemi, uyku sürecinin esas bölümüdür. Uyku yoksunluğundan sonra uyunan uykuda paradoksal uykunun oranı artar. Hipnotikler ve stimü-lanlar da bu oranı değiştirir.

Parafreni


Bkz. PARANOİD ŞİZOFRENİ





Paramnezi


Paramnezi, ya da hafıza yanlışlığı, en karakteristik olarak, dismnezi (hafıza bozukluğu) sendromunda görülür. Bu send-romda, hastanın hatırlamasırıdaki boşlukların yerini uydurma olaylar doldurabilir. (Bkz. KONFABÜLASYON) Hasta delüzyonlarına uyacak biçimde yanlış anılar hatırlayabilir: Örneğin, kral ailesinden olduğuna inanan bir hastada bir taç giyme töreni anısı oluşabilir. «Deja vu» (bkz.) ise, bir yaşantının daha önce de yaşandığı, yahut daha önceden bilinmeyen bir ortamın tanındığı duygusuna verilen addır.


Paranoid Reaksiyonlar

Paranoid reaksiyonlar, bazı duyarlı kişilerin ve başka bakımlardan normal birçok kişinin özel koşullar altında, hayalkırık-lığı yaratan ya da küçük düşürücü durumlara karşı gösterdikleri aşırı bir tepkidir. Bu tepkide projeksiyon (bkz.) mekanizması rol oynar. Kişi kendisinin bir ilgi odağı olduğu, kendisi hakkında konuşulduğu ya da onu utandıracak özel bir durumundan sözedildiği gibi yanlış birtakım duygulara kapılarak bu tepkileri gösterir. Kendisi, gösterdiği bu tepkiyi hemen anlar ve kolayca aklından siler. Oysa tepkinin inatçı bir nitelik kazanması ve kişinin bunlara inanması üzerine durum patolojikleşir. Anormal kişilik (utangaçlık, aşağılık duygusu, aşırı öz-beğeni), özel kusurlar (sağırlık, cinsel sapıklık, sakatlık) ve özel durumlar (hapse girme, vatandaşlıktan atılma), bu tepkileri besleyen bir ortam oluşturur. Bu tepki, kişinin özel koşulları ve kişiliği açısından yorumlanabildiği sürece, psikozdan farklıdır. Yoğun yahut birikim yapmış stress durumlarında da akut reaksiyonlar gelişebilir. Bu tepkilerde prognoz olumludur, çünkü presipitan etkenlerin giderilmesine karşı olumlu cevap kaydedilir. Yine de, b'rçok vakada nüksetme eğilimi görülür.


Paranoid Şizofreni


Paranoid şizofreni, şizofreninin (bkz.) en kesin ayırdedilebilen ve niteliği en az değişkenlik gösteren alt tiplerinden biridir. Başlangıcı genellikle sinsidir ve çok kere 30 yaşından sonra görülür. Karakteristiği çok kere perseküsyon içerikli, kesin - tanımlanan, inantçı delüzyonların gelişimidir. Bu delüzyonlar sık sık geniş kapsamlı olmakla birlikte birbirleriyle bağlantılıdır. Ancak, bazı hastalarda gelişen «an-kapsüle», yani tek bir delüzyon, ideasyo-nun geri kalan bölümünü etkilemeyebilir. Hasta, durumunun küçümsenmesi veya kıskanılması yüzünden aşağılandığı veya nefret gördüğü duygusuna kapıldığı için, perseküsyon duygularıyla büyüklük delüz-yonları arasında bağlantı vardır. Ayrıca delüzyonların içeriğini paylaşan veya genişleten hallüsinasyonlar da belirebilir. Delüzyonların hem emosyonu, hem de davranışı etkilemesi sonucu depresyon, öfke, kin, tevekkül veya apati gelişebilir. Delüzyonel inançlar seyrek olarak ciddi nitelikte asosyal eylemlere, daha sık olarak da yalnızca rahatsız edici durumlara yol açar (polise şikâyetlerde bulunma, hükümet başkanlarına, bakanlara yahut öbür önemli kişilere mektuplar yazma) ya da hasta çevreye «egzantrik» bir kişi olarak görünür. Vakalar nüksedicidir ve en azından yarısında delüzyonel inançlar, tuhaf davranışlar yahut sosyal uyumsuzluk kalıcıdır. Prognoz ve tedavi, öteki şizofreni tiplerindeki gibidir.



Parestezi

Genellikle en çok bacaklarda duyulan ve periferik sinirlerdeki ya da santral sinir sistemindeki fonksiyon bozukluğundan ileri gelen anormal duyumlardır: örneğin yanma, karıncalanma, u-yuşma, iğnelenme. Pellagra vakalarında hasta bacakları, ağzı, dili ve e-pigastriumu etkileyen bilateral yanmalardan yakınır. Histerik parestezi-ler genellikle uyuşma veya karıncalanma biçiminde bildirilir; aşırı solunumdan ileri gelen solunum yolu al-kalozu da bir ara-mekanizma rolü oynayabilir. Hipnagojik (bkz.) bir fenomen niteliğinde dokunma hallüsinas-yonları rapor edilmiştir.

Pareıdolıa

Vizüel görüntülerin fantastik bir biçimde yorumlandığı bir illüzyondur.





Parezi

Kaslarda organik kökenli bir zayıflık yahut kısmi paralizdir. Bu terim ba-zan «akıl hastalarında genel paraliz» in (bkz.) kısaltılmış bir biçimi olarak da kullanılır.



Parmak Emme


Yaşamın herhangi bir döneminde hemen hemen evrensel olarak rastlanan bu huy, aslında zararsızdır. Çocuğun aşırı parmak emmesinin ebeveynde yarattığı endişeler, onun hekime getirilmesine neden olur. Ancak oral de-formasyonlara yol açan ender vakalarda çocuğun bir psikiyatriste sev-kedilmesi gereklidir. Bu vakalarda davranış terapisi (bkz.) yararlıdır.


Patalojik yalan söyleme

Yalan söylemek ya (a) normaldir, ya da (b) patolojiktir. Normal yalan söyleme (defansif yalan söyleme) saldırı yahut stress alnndaki herkeste zaman zaman görülür ve acı verecek sonuçlardan kaçınmayı amaçlayan bir mekanizmadır. Patolojik ya-lancılıksa (pseudologia phantastica) belirgin bir stress altında ve genellikle psikopatik bozuklukları (bkz.) olan kişilerde görülür. Kişi kendisini övücü nitelikte yahut büyüklük iddiaları taşıyan fantastik şeyler anlatır; ancak bunlar delüzyonlardaki (bkz.) gibi düzelmesi olanaksız türden ve egosantrik değildir; bazan hem anlatan, hem de dinleyen bu fantastik niteliğin farkındadır — üstelik, birbirlerinin farkında olduğunu da bilirler Bu yalanlar sık sık katı ve repressif bir gerçekliğin yerini tutar. (örneğin sabıkalı suçlularda (bkz.) olduğu gibi.)
Bu durum, yakın geçmişteki olaylara ilişkin hafıza kaybıyla birlikte kon-f abülasyonun da mevcut olduğu Kor-sakoff sendromundan (bkz.) farklıdır. (Bkz. HİSTERİK PSÖDO-DEMANS)


Patau Sendromu ( Trisomi D )


D grubundan (bkz. DENVER SİSTE-
Mİ) bir otosomal kromozom trisomo-sine bağlı olarak görülen bu sendrom-da şiddetli akıl retardasyonu ve belirgin fizik formasyon bozuklukları mevcuttur; bebekliğin erken dönemlerinde ölüm olasılığı vardır. Fizik bozukluklar yüz, kafa, eller, ayaklar, kalb ve karın iç organlarında gelişir. Santral sinir sisteminde gelişen spesifik bozukluklar arasındaysa, olfak-ter kanallar ve trigonların oluşmaması ve frontal loblarda füzyon vardır. Mongolizmde ve öbür otosomal sen-dromlarda olduğu gibi, belirtiler değişkendir ve belli bir vakada bu belirtiler herhangi bir kombinasyonla görülebilir.




Pedofili


Pedofili genellikle erkeklerde, aynı veya karşı cinsten çocuklara karşı gelişen anormal cinsel arzudur. Çocuğu erkek penisine bakmaya yahut mastürbasyona zorlama, kız çocuğun genital organlarına dokunma ya da daha şiddetli vakalarda vagina veya anüs yoluyla cinsel temas girişiminde bulunma biçiminde belirir. Çocuk ender olarak sapığın tamamen yaban-cısıdır. Psikopatik ya da beyin hasarına uğramış erkeklerde cinsel uyarımın früstrasyonu, aşırı saldırganlığın yanısıra çocuğa yönelik fizik saldırı ve hattâ cinayete yol açabilir. Bu durum, bir ebeveyn tarafından sevilme arzularının çocuklukta uğradığı früstrasyonun ifadesi olarak, genellikle adolesans döneminde başlar. Buna eşlik eden ve normal cinsel teması engelleyen kişilik bozukluğuyla da şiddetlenir. İleri yaşlarda başlayan pedofili, serebral arterioskleroz gibi ilerleyici bir organik serebral hastalığın semptomu olabilir. Homoseksüel pedofilide nüksetme oranı yüksektir (%28'e kadar). Heteroseksüel pe-dofilideyse, tekrarlama riski yalnızca %13'e kadardır.



Pellagra


İtalyanca'da sert deri anlamına gelen «pelle agra» sözcüklerinden adını a-lan bu durum bir beslenme hastalığı dır ve az gelişmiş bölgelerde beyaz darı tüketimine bağlı olarak gelişirken, daha zengin ülkelerde genellikle alkolizme sekonderdir. Nikotinamid, nikotinamid ön-maddesi olan tripto-fan ve B-kompleksindeki öbür vitaminlerin yetersizliği yahut absorbsi-yon bozukluğu sonucunda ciltte (i-natçı bir eritem, sonraları pullu kahverengi pigmentasyon), sindirim yollarında (parlak kırmızı renkte glossit ve diyare) ve nöro-psikiyatrik lez-yonlar oluşur. Nörolojik lezyonlar, subakut kombine dejenerasyon (bkz.) lezyonlarını andırır. Psikiyatrik durum erken safhalarda bir nevrasteni sendromu niteliğindedir, ama ileri safhalarda delirium ile kalıcı organik konfüzyon ve konfabülasyon durumları görülür.


Penis Eksikliği Duygusu

Aslında Freud'cu bir kavram olup çocukların gelişimi sırasında yapılan gözlemlerle doğrulanmıştır. Kız çocuk, bedeninde bir eksiklik olduğunu sezdiği zaman bunun nedenini merak eder. Bir penise sahip olan erkek çocuğu kıskanır. Bu kıskançlık duygusu değişik yollardan — yüceltme (süblimasyon) ya da reaksiyon oluşumuyla — çözümlenir.

Peptik Ülser

Sürekli anksiete ya da früstrasyon gibi emosyonel faktörler, hidroklorik asit salgısını ve peptik ülserasyona yatkınlığı arttırabilir. Olumlu bir he-kim-hasta ilişkisi, stress'lerin azaltılması, gerekirse yatakta dinlenme, gerekli sedasyon ve emosyonel çatışmalardan kaçınma genel tedaviyi kolaylaştırır.


PERNİYÖZ ANEMİ (Addison anemisi)


Kobalamin (bkz.) (B,2 vitamini) ab-sorbsiyon bozukluğundan ileri gelen pernisyöz anemideki önemli sinirsel ve zihinsel değişimlere kan tablosundaki ufak değişimler eşlik edebilir. Çelişkili olarak, folik asit bir yandan anemi durumunu düzeltirken, öte yandan da santral sinir sisteminde birtakım belirtileri presipite edebilmektedir. Omurilik ve periferal sinirlerdeki yıkım, subakut kombine dejenerasyon olarak bilinen klinik tabloyu yaratır. Çok kere depresyona bağlı ya da paranoid Veya nev-rastenik tipte zihinsel değişimlere rastlanır; konfüzyonun eşlik ettiği organik bir tablo da görülebilir. (Bkz. ANEMİ, KOBALAMİN)


PERSEKÜSYON FİKİRLERİ

Kişinin çevresinde istenmediği, umursanmadığı, önemsenmediği, gözetlendiği, izlendiği veya iftiralara uğradığı gibi duygulara kapılması, en karakteristik olarak paranoid durumlarda (bkz.) beliren perseküsyon fikirleri ve yanılgılarıdır. Depressif durumlarda da perseküsyon fikirleri gelişebilirse de, bunlarda suçluluk duygusu egemendir ve kişi öfke duyacağı yerde, korktuğu şeyleri hakettiğine inanır

PEYNİR REAKSİYONU

Monoamin oksidaz inhibitörü ilaçlar (bkz.) alan bazı hastaların, pressör amin ihtiva eden besinler yemeleri durumunda ortaya çıkan «peynir reaksiyonu» denilen komplikasyon sık rastlanan bir yan etkidir. Bu reaksiyonu yarattığı ilk olarak saptanan besin peynir olduğu için bu terim kullanılmıştır, ama diğer besinler arasında Marmite ve Bovril gibi maya özleri ve bakla da vardır. Bazı ilaçlar ve öksürük müstahzarları da buna benzer bir etki yaratmaktadırlar. Chianti şarabı ve birada da az miktarda tiramin vardır; hem bu nedenle, hem de sarhoş olma eğilimi yüzünden, monoamin oksi-daz inhibitörleri kullanan hastaların yalnızca az miktarlarda içki içmeleri gerekir. Kriz çok kere palpitasyon, taşikardi, aşırı terleme ve sonucunda hipertansiyon ve genelleşen şiddetli oksipital ve temporal baş ağrısı biçimindedir. Kusma olabilir, ağrı daha da şiddetlenebilir ve subaraknoid kanamayla ölüm görülebilir. Hipertansif mekanizma, tiramin gibi pressör aminlerin alımından ileri gelebilir. Tiramin genellikle barsakta veya karaciğerde monoamin oksidaz tarafından metabolize olur, ama bu enzim inhibe olursa amin dolaşıma karışır ve pressör tepki yaratır. Akut bir hipertansif nöbet, intrave-nöz yoldan pentolamin ile tedavi edilir; bu başarısız kalırsa, paranteral yoldan klorpromazin verilebilir. Dikkatli diet önlemleriyle bu durum önlenebilirce de, hastalar genellikle bu gibi diet kısıtlamalarından kaçınmaktadırlar.


PGR (PSİKOGALVANİK REAKSİYON)

Avuç içi ve ayak tabanı deri yüzeylerindeki ter bezleri çevre ısısına göre değil, emosyonel uyarım düzeyine göre fonksiyon gösterir. Bu ter bezlerinin aktivitesi, yüksek emosyon durumlarında büyük bir artış gösteren deri elektrik iletimiyle ölçülür. Çeşitli stimuluslara tepki olarak deri iletiminde geçici artışlar belirir; bu tepkilere «psikogalvanik reaksiyonlar» ya da «galvanik deri reaksiyonları» adı verilmiştir. Psikogalvanik reaksiyonlar anksieteli hastalarda belirginleşirken, retarde depressif-lerde azalmaktadır. PICA Latince'de «saksağan» anlamına geen «pica» terimi, uygun olmayan maddelerin toplanarak yenmesi durumu için kullanılmaktadır. Bu durum, yaşamın ikinci altı ayı içinde normal gelişimin bir evresi olarak belirir; ancak buluğ çağına kadar sürmesi patolojiktir. Çocukta çok kere akıl retardasyonu olur ve ailesinde bozukluk mevcuttur. Genellikle se-konder bir fenomen olarak demir yetersizliği anemisi bulunabilir. En ek.-dî komplikasyon, bazan organik bir konfüzyon durumuna da yol açab' len kurşun ansefalopatisidir. Tedavi, olumsuz nitelikteki aile etkilerinin önlenmesini gerektirir; bu da çocuğun hastaneye yatırılmasıyla sağlanabilir. Kurşun düzeylerinin saptanmasından sonra, kurşun zehirlenmesinin kelasyon maddeleriyle tedavisi endike olabilir.

PICK HASTALIĞI

Özellikle frontal ve temporal loblar-daki atrofi, bu pre-senil demans durumunun Alzheimer hastalığmdaki (bkz.) genel serebral atrofiden ayır-dedilmesini sağlar. Elli ilâ altmış yaşları arasında başlayan apraksi, afazi ve agrafi gibi fokal belirtilerden sonra, genel hafıza bozukluğu gelişir. Erkeklere oranla, kadınlar daha çok etkilenmektedir. Nöropatolo-iik bakımdan sinir hücrelerinde ba lonlaşma, ak maddede küçülme ve nöroglial değişimler gibi olaylar yalnızca etkilenen alanlarda gelişir. Alzheimer hastalığından ayırdetmek pek kolay değildir ve teşhis için tek yöntem olarak kortikal biopsi gerekebilir. Prognoz olumsuzdur; Alzheimer hastalığına oranla daha çabuk ölüm kaydedilmektedir. Hiçbir spesifik tedavisi yoktur.



Piromani

Patolojik bir yangın çıkarma kom-pülsiyonunu tanımlamak için kullanılan bir terimdir.


PLASEBO, PLASEBO REAKTÖRÜ


Plasebo yalnızca etkisiz bileşenler ihtiva eden ve hiçbir aktif ilaç maddesi ihtiva etmeyen tablet, kapsül ya da başka bir ticari şekli olan maddedir. Plasebolar körleme kontrollü klinik denemelerde, aktif ilaca benzeyen biçimlerde, kontrol (bkz.) olarak sık sık kullanılmaktadır. Terapiye cevabı test etmek ve müptelâlarda ilaç dozajını azaltmak için de plasebo kullanılmaktadır. Plasebo reaktörü ise, plasebo uygulamasına olumlu ya da olumsuz cevap gösteren kişidir. Plasebolara karşı kaydedilen spesifik reaksiyon tipleri, çeşitli kişilik özellikleriyle ilgilidir. Plasebolar terapötik uygulamalarda çok dikkatli kullanılmalıdır; tıbbi uygulamada yanılma tehlikeli olabilir.


POLİFAJİ

Aşırı yeme ve obezitenin esas sorun olduğu kişiler dışında, fazla yemek yeme çok kere hafif nörotik depresyonlardan mustarip kadınlarda ve mutsuzluğa karşı yaygın bir tepki olarak belirir. Anoreksia nervosa (bkz.) geçiren bazı genç kızlarda da kısa nöbetler halinde gelişebilir.

PORFİRİ

Porfiri, yetersiz penetranslı bir oto-somal dominan genin kahtımıyla gelişir ; böylece bu geni taşıyanların bir bölümünde biokimyasal olarak belirlenebilen porfirin metabolizması a-normalliği bulunmakla birlikte, bu kimseler klinik semptom göstermezler. Porfiri'nin en az beş ayrı tipi vardır: Bunlar arasında en önemlileri akut intermittent porfiri (İsveç tipi) ve porphyria variagata'dır (Güney Afrika tipi).
İsveç tipi porfiride semptomlar episo-dik olarak belirir ve hipotansiyon, akut başağrısı, kusma, karın ağrısı, poliüri ve genellikle motor nöropati biçimini alan nörolojik belirtiler vardır. Psikiyatrik semptomlar hastanın bağ rıp çağırdığ. ve hallüsinasyonla-ra uğramış gibi bir davranış göste.di-ği konfüzyon durumlar-} ndan ibarettir.
Porfiri çocuklukta seyrek görülür ve genellikle 30 yaşlarında başlar, ilaçlarla ilişkisi önemlidir, çünkü barbi-türatlar, sülfonaller, sülfamidler, al-lil isopropil-asetilüre ve aminopirin gibi ilaçlar nöbetleri presipite edebilir. Nöbet sırasında psikiyatrik semptomlar için barbitürat kullanımından kaçınmak özellikle önemlidir, çünkü bunlar paralize ve solunum yetmezliği nedeniyle ölüme yol açabilir. (Bkz. KALITSAL METABOLİZMA BOZUKLUKLARI)


POZİTİF ŞARTLAMA

Operant şartlamada (bkz.), bazı tepkilerin selektif olarak güçlendirilmesi sonucunda öğrenme süreci gerçekleşir. Bu güçlendirme ödül (pozitif şartlama) yahut ceza (negatif şartlama) biçimini alabilir. (Bkz. ŞARTLI REFLEKS, DAVRANIŞ TERAPİSİ)


POZİTİF ŞARTLAMA TEDAVİSİ


«Pozitif şartlama» belli bir stimulu-sa karşı gösterilen tepki yerine yeni (operant) tepkiler geliştirmek ve eski tepkinin silinmesini sağlamak için şartlama yöntemlerinin kullanılması anlamına gelmektedir. Nokturnal enürezis tedavisi buna iyi bir örnektir; klasik (Pavlov'cu) şartlama bu tedaviyi yeterince açıklayamamıştır. Zil ve yastık yöntemi etkin bir tedavi olarak sık sık kullanılmaktadır. Hasta, çarşafın altına yerleştirilen özel bir yastığın üzerine yatar ve yastığın ıslanması üzerine çalan zilin hastayı uyandırması yoluyla miktürasyon zamanla önlenir.
Bazı sosyal durumlarda anksieteye karşı koymak için iddialı bir davranışın gelişmesi de buna başka bir örnektir.


Projeksiyon

Önemli bir zihinsel mekanizma olan projeksiyon, başkalarına hoş olmayan kişisel duygu ve tutumların at-fedilmesidir. Patolojik durumlarda beliren paronoid delüzyonların temelinde de, düşmanlık ve saldırganlık duygularının projeksiyonu vardır. PROSTAGLANDİNLER Prostaglandinler, yakın zamanlarda
bulunmuş biolojik etkinlik gösteren maddelerdir. Vücuttaki tüm fonksiyonları henüz bilinmemekle birlikte, beynin bazı bölümlerinde sinaptik iletici görevi gördükleri ileri sürülmüştür.


PRİAPİZM


Acı veren kronik ereksiyon durumu olan priapizm bazan psikosomatik bir tezahür sayılırsa da, aslında her zaman temeldeki bir hastalığın tezahürüdür. Bu hastalık, çorpora caverno-sa trombozu, lösemi ya da Hodgkin hastalığı gibi lokal veya genel bir hastalık olabilir.


PRİMER (OTOKTON) YANILGILAR


Şizofrenik düşüncede iki ayrı öğe vardır; primer anormal fikir ve bu primer anormal fikirlerden ötürü oluşan düşünceler. Bir hasta, işinde belli bir olay sırasında insanlar tarafından toplumdışı bırakıldığı yanılgısına kapılabilir. Bu konuda, kendi kanısından başka hiçbir kanıt sunamaz. Bu bir primer veya otokton yanılgıdır. Bu tutumunu, mensubu olduğu ırk veya din ile açıklayabilir; ama bu fikir de birincisinin bir türevidir veya birinci fikre sekonderdir. Primer yanılgılarla pasiflik duyguları arasında ilişki vardır; hastanın düşünceleri dış etkenler tarafından aşılanmış veya kontrol ediliyor gibidir. Hasta için şaşırtıcı olmasına rağmen, primer delüzyonlar kesin inanç niteliğindedir. Bu yanılgılar bir şizofreni karakteristiğidir. \ (Bkz. DELÜZYONLAR)

Psikoaktif İlaçlar

Psikoaktif ilaçlar santral sinir sistemi üzerinde doğrudan etkinlik göstererek zihinsel ve emosyonel proçes-leri etkileyen maddelerdir; psikotrop ve psikofarmakolojik, eş anlamlı terimlerdir. Bugün kullanılan başlıca psikoaktif ilaç türleri majör trankili-zanlar, anksiolitik bileşikler ve anti-depresanlardır. Bazı psikostimülan ve psikotomimetik maddeler kötü kullanıma özellikle yatkındır. Değişik psikoaktif maddeler, yukarıda sayılan ilaç türleriyle ilgili başlıklar altında tanımlanmıştır.

PSİKEDELİK

Bu terim, hallüsinojenik (bkz.) ve psikotomimetik (bkz.) ile eş anlamlıdır. Zihni genişletici ilaçlar için kullanılır.


PSİKO-BİOLOJİK PSİKİYATRİ


Psikiyatri teorileri genellikle psikolojik ve fiziksel olanlar arasında kesin bir ayrım gösterir. Adolf Meyer, hastalığın ancak bireyin psikolojik, biolojik ve ortamsal durumu hesaba katılarak anlaşılabileceği kanısındaydı. Hekimin, hastalığı birkaç faktöre reaksiyon olarak beliren kişinin, sosyal, medikal ve psikolojik ortamlarının üzerinde durmasının gerektiğine inanıyordu. Meyer, kişilik tipi gerek zihinsel, gerekse fiziksel hastalığın tezahürlerini etkilediğinden özellikle zihinsel hastalıkta belli bir kişiliğin belli dış koşullara gösterdiği reaksiyon ile gerçek endojen hastalığın ayırdedilmesinin önemi üzerinde durmuştur. İngiltere'de psikiyatri genellikle psiko-biolojik teoriye dayanmaktadır.


PSİKOJENEZ, ORGANİK HASTALIKTA

(Bkz. PSÎKOSOMATÎK BOZUKLUKLAR


PSİKOLOJİK BAĞIMLILIK

Dünya Sağlık Teşkilâtının yaptığı^ tanımda, psikolojik bağımlılık ve fizik bağımlılık (bkz.) arasında ayrım vardır. Psikolojik bağımlılık yalnızca ilacı kullanmanın verdiği öznel zevki değil, aynı zamanda hastayı bunu kullanmayı sürdürmeye iten emos-yonel dürtüleri de kapsamaktadır; bunlar arasında sıkıntı duygularının, anksietenin, vb. giderilmesi vardır. Bağımlılık yaratan belli başlı uyuşturucularda durum oldukça açıktır, ama hastalarda kullanılan bazı psi-kotrop ilaçlar için de psikolojik bağımlılığın sözkonusu olup olmadığına karar vermek çok kere güçtür. Bu gibi hastalarda başlıca tedavi-öncesi semptomları, anksiete ve depresyondur. Böylece terapinin durdurulması bu semptomların yeniden başgöster-mesine yol açabilir ve hastanın istemediği bir tedavi-öncesi durumuna dönüş olasılığı taşıyarak ek bir anksieteyi presipite edebilir. Bu du-
rumu bazı hekimler psikolojik bağımlılıkla karıştırmaktadırlar. (Bkz. IPTÎLÂ)
 
Üst