Ulusal Kültür Ne Demektir - Ulusal Birliğimizi Sağlayan Etkenler Nelerdir?

#1
Sponsorlu Bağlantılar
Ulusal Kültür Ne Demektir - Ulusal Birliğimizi Sağlayan Etkenler Nelerdir?

üyük Önder Atatürk’e göre “Millet, aynı kültürden insanların oluşturduğu toplumdur”. Demek ki, “milli kültür”, bir devleti ayakta tutan unsurların en önemlisidir. Çünkü, milli kültür oluştuğunda ortaya millet çıkar. Millet ise mutlaka bir devlet oluşturur. Dünya tarihine baktığımızda, milli kültüre sahip olmanın önemi daha iyi anlaşılır. Tarihe gözatıldığında, milli kültüre sahip halkların her türlü zorluğa karşı varlıklarını korudukları görülecektir. İkinci Dünya Savaşı’ndan enkaz halinde çıkmalarına rağmen kısa sürede önemli birer güç haline gelen Almanya ve Japonya bunun en güzel örneğidir. Aynı şekilde, İstiklal Savaşı’nda Türklere yeni zaferler kazandıran, Türk Milletinin Atatürk milliyetçiliği ile tamamlanan milli kültürünün sağlamlığıdır. Milli kültür, milli ve manevi değerlerin öğretildiği eğitim kurumlarında oluşmaya başlar. Eğitim kurumlarında, milli ve manevi değerleri öğrenen gençler ise bu değerlere sahip çıktıkları ölçüde devleti, milli birliği ve beraberliği güçlendirirler. Atatürk’ün sözleri, ortak bir kültür oluşturan eğitimin milli birlik ve beraberlik açısından önemini açıkça ortaya koyar:“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırları ne olursa olsun, ilk önce ve herşeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. Dünyada uluslararası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan kişiler ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık yoktur. Çocuklarımızı aynı eğitim derecesinden geçirerek yetiştireceğiz. Kesinlikle bilmeliyiz ki iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır. Çocuklarımıza vereceğimiz öğrenim sınırı ne olursa olsun onlara esas olarak şunları öğreteceğiz: Milletine, Türkiye Devleti’ne, TBMM’ne düşman olanlarlarla mücadele; bu mücadelenin sebep ve vasıtaları ile donatılmayan millet için yaşama hakkı yoktur.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, 1952, Türk İnkılap Tarihi Enstitü Yayınları)Atatürk, bu sözlerle, alınan eğitimin, mahiyeti her ne olursa olsun, milli değerleri yücelten ve her zaman korunması gerekli unsurlar olarak ön planda tutan bir üsluba sahip olması gerektiğini vurgular. Çünkü, bir devletin sağlam temellere oturması için öncellikle milli birlik ve beraberliğini koruması gerekir. Bir devlet ne kadar gelişmiş olursa olsun, ne kadar güçlü olursa olsun eğer ortak bir kültüre sahip değilse parça parça demektir. Böyle bir devlet ise tüm gücünü kaybeder. Milleti oluşturan unsurların en temel noktasında bireyler karşımıza çıkmaktadır. Bireylere milli beraberliğin ne olduğunu öğretmek ve milli şuuru kazandırmak ise ancak eğitimle gerçekleşebilir. Bireylere milleti için çalışmanın önemi öğretilmediği takdirde milli eğitim amacına ulaşmamış olur. Birey devletine ve dolayısıyla milletine faydasız bir insan haline gelir. Atatürk’ün vurguladığı gibi eğitimin mahiyeti ve düzeni her ne olursa olsun, gençler milli şuurun aşılayıcısı olan milli kültürümüzü öğrenecek şekilde eğitilmelidir. Ayrıca, milli kültürün temellerini Büyük Önder Atatürk’ün “İlke ve İnkılapları”nın oluşturduğu gençlere anlatılmalıdır. Eğitim insanlara milli şuurdan başka daha birçok şey kazandırır. İnsanın hayata bakışını, prensiplerini, sanat anlayışını, ideallerini, yaşam şeklini belirler. İnsanların aileleri, dini, ülkesi, cinsiyeti, yaşam seviyesinin standartları her ne olursa olsun verilen iyi bir eğitimle aradaki tüm farklar bir anda kalkabilir. Böylece insanlar aynı ortak amaçta birleşmiş olurlar. Milli şuur da buna eklendiğinde bireyler tamamen kaliteli, yüksek ahlaklı, devletine bağlı ve faydalı bir hale gelirler. Bir birey için devletine bağlı ve faydalı olmak, kendisinin ve gelecek nesillerin en iyi yaşam standartlarına ulaşmasına katkıda bulunmak demektir. Sonuç olarak, eğitimin amacı, Atatürk ilke ve inkılaplarını kendilerine ilke edinmiş, devletini ve milletini tüm değerlerin üzerinde tutan gençler yetiştirmek olmalıdır.

1. Konuşma ve yazı dili olarak Türkçenin doğru ve güzel kullanılmaması.
2. Batı ve Doğu dillerinden alınan sözcüklerin ve dil kurallarının çokluğu ve kimi zaman bunların yanlış kullanılması.
3. Toplumun kültürüne ve değerlerine uymayan bir dil anlayışı.
4. Yazı ve dil devrimine aykırılık.
5. Türkçeyi küçümsemek, Türkçeyle alay etmek.
6. Yabancı dille eğitimin bir sonucu olarak bilinçsizce kullanılan Türkçe.
7. Sövgü ve argo.
8. Sözcük sayısı az olan, sıradan sözcüklere dayanan zayıf ve yetersiz bir dil kullanımı
yerilmektedir.


Bilgi, bilinç ve duyarlılığın bir sonucu olan bu yergiler, yazı ve dil devrimi karşıtlarına Osmanlıcacılara, İngilizcecilere, yabancı dille eğitime, dille ilgili kurumların eksik ve yanlışlarına, küreselleşme dayatmalarına, ekonomik ve kültürel sömürüye karşın Türkçeden cayılamayacağının da altını çizer.


Türkçeden Cayılamaz : Yüzeysel bir yaklaşımla sanıldığının tersine dil yalnızca iletişim aracı değildir. Dili, kendi dışında oluşmuş düşünceleri bir yerden bir yere aktaran bir taşıta indirgemek yanlıştır. Dil, bu işlevinin yanı sıra çok daha önemli bir işlev yüklenir. Dil, düşünceye taşıtlık etmekle kalmaz ona aracılık da eder. Dil düşüncenin hem yapıtaşı hem aracı hem de avadanlığıdır. Dilden soyutlanarak düşünce üretmek, sonra da bu düşünceleri dil aracılığıyla taşımak olanaksızdır. Çünkü dil olmayınca yalnızca taşıt değil taşınacak nesne de olmaz. Kısacası düşünce olabilmesi için dil de olmalıdır. Dil düşüncenin varlık biçimidir. Böyle olunca da dil nasılsa düşüncenin de öyle olması kaçınılmazdır. Çorba gibi bir dille yüksek zeka düzeyi gerektiren bir düşünsel etkinlik gerçekleştirilemez. Bilimciler, dilin düşünceyi koşullandığına, dil gelişmediğinde düşüncenin de durduğuna, düşünmeye dayanan bilim alanlarında da başarı sağlanamayacağına dikkat çekerler. Başka dillerin baskısı altındaki kavruk dillerle evrensel boyutlarda düşüncelerin üretilemeyeceğini vurgularlar. Türkçe’nin sanat ve bilim dili olması isteniyorsa, sanat ve bilimle çağdaşlığa uzanılacaksa Atatürk’ün şu sözü unutulmamalıdır: “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de, yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”


Yazı ve Dil Devrimi: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerini oluşturan devrimlerin içinde yazı devriminin özel bir yeri vardır. Okuma ve yazmayı kolaylaştırmış; bilgi edinmek, bilgiyi ve düşünceyi yaymak özgürlüğü getirmiştir. Arap alfabesinden uzaklaşmak laikliğin benimsenmesine de katkıda bulunmuştur. Atatürk, yeni Türk alfabesini halka tanıtırken şunları söylemiştir :
“Arkadaşlar! Bizim kıvrak ve varsıl dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurmaktan aslında iyi anlaşılmayan, bizim de anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak zorundayız. Bunu kavramak durumundayız. Kavradığımızın izlerini yakın günlerde bütün dünya görmüş olacaktır. Buna kesin olarak inanıyorum. Yeni Türk harfleri çabucak öğrenilmelidir. Yurttaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurtseverlik, ulusseverlik ödevi biliniz. Bu ödevi yerine getirirken düşününüz ki bir ulusun, bir toplumun yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir; yüzde sekseni bilmez durumdadır; bundan insan olanlar utanmalıdır.”


“Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” 1 Kasım l928′de kabul edildikten sonra büyük bir okuma yazma seferberliği başlamış; yazı devrimini izleyen dil devrimiyle birlikte toplum öz kimliğine kavuşmuştur. Eğitim birliği yasasıyla da yazı ve dil devrimleri desteklenmiştir.Hun, Göktürk, Uygur ve Kırgızlarda devlet dili Türkçeyken 11. yüzyıldan başlayarak Farsça ve Arapçanın yoğun etkisi görülür. 11. yüzyılda Selçuklular Farsçayı devlet dili olarak benimserler.
 
K

Kayıtsız Üye

#3
Ulusal kültür ne demektir ile ilgili bigi sahibi olan yazsın ödevim yarın
Ulusal kültür olmasaydı neler olurdu????
 
Üst