Sinema tarihinin 250 seçkin filmi!

#1
Sponsorlu Bağlantılar
MÜSLÜMANLAR VE KENDİNE SAYGISI OLAN DİĞER İNSANLAR İÇİN

SİNEMA TARİHİNİN
beyinlerimizi amaçsız bir şiddet, ucuz bir cinsellik sömürüsü, baygınlık veren siyonist propagandalar ve sinsi bir ırkçılıkla doldurmaya çalışmayan)
250 SEÇKİN FİLMİ
(tabiî ki sübjektif bir değerlendirmeyle!)


Ömrünün son yirmi yılını sinemayla yakından ilişkili meslekî uğraşlarla geçirmiş biri olarak, bu yazıda size öncelikle çok basit bir “matematiksel hesap” sunmak istiyorum.

Dünya standartlarına göre, bir sinema filmi ortalama 100 dakika sürer.

Televizyon yayınlarındaki akıştan ya da evindeki VHS video, VCD ve DVD göstericilerinden günde en az bir adet sinema filmi izlemeyi alışkanlık hâline getirmiş ortalama bir sinemasever, her hafta 11.6 saati, her ay 50 saati, her yıl ise 25 günü TV ekranı ya da sinema perdesi başında geçirir.Bu da, çocukluk çağı sonrasındaki 50 yıllık bir ömür boyunca 1250 gün, yani 3.4 yıl demektir. Özellikle de büyük kentlerde sinema salonunda film izlemenin -“sinemaya gitmek” ve “sinemadan gelmek” gibi- zaman açısından ekstra sarfiyat gerektiren bir boyutu olduğunu da hesaba katarsak, “sinefil” bile sayılamayacak vasat bir sinemaseverin ömrünün net 3,5-4 yılını beyazperdenin ya da televizyon ekranının başında geçirdiğini görürüz.

Ne zaman ve nerede biteceği hiç belli olmayan bir ömürde koskoca 4 yıl…
Pekiyi, acaba kaçımız bu süreye eşit düzeyde kitap okuyoruz; çocuklarımıza, anne-babamıza, dede ve ninelerimize, arkadaş ve akrabalarımıza gereken ilgiyi gösteriyoruz; yanımızda-yöremizdeki sohbete hasret kalmış mahzun insanlarla dertleşiyoruz ve de bizi yaratan Allah’ı en azından bir Fatiha ile anıyoruz?

1990’ların sonlarına doğru bu dehşetengiz gerçeğin farkına -biraz geç de olsa- vardığımdan dolayıdır ki, “sol” kesimden olmaları artık neredeyse ilâhî bir yasaya dönüşmüş bulunan bir dizi beylik ismin stratejik köşeleri çoktan tuttuğu, bizim gibi “mahallenin Müslüman zencileri”nin ise ancak arada bir fırsat verildiğinde gak-guk edebildiği “film eleştirmenliği” sektöründe, 10-15 yıllık anlamsız (ve gereksiz) çırpınışımı daha fazla sürdürmeyi bıraktım. Bugünkü bakış açımla toplum için reel faydasını sıfıra yakın gördüğüm bir uğraşı alanı durumundaki “film tanıtım yazıları” yazma işine nicedir hemen hemen hiç bulaşmıyorum.

Çünkü, bu saatten sonra “Vay be, bu herif muhafazakâr yayın organlarında yazıp çiziyor, ama aynı zamanda da bayağı çağdaşlaşmış (evcilleşmiş) bir lavuğa benziyor. Gösterime giren bütün filmlerimize hiç sektirmeden methiyeler düzen biri; izleyici sayımızı artırmak için canla başla kıçını yırtıyor” deyip beni acı***** sevsinler diye Amerikan distribütörlerine yağcılık yapacak hâlim yok. Artık yalnızca “Fahrenheit 9/11” gibi düşünsel değeri sinematografik değerinin önüne çıkan ve özel konumu olan sıradışı bir filmle karşılaştığımda -o da eğer yazacak bir platform bulabilirsem- birşeyler çiziktiriyorum, hepsi bu…

Benim özellikle son beş yıldan bu yana sinemaya ilişkin temel derdim, gösterime yeni çıkan filmlerin özel ulaklığını yapmaktan ziyade, bu devâsa endüstrinin bir “kitle imha silahı” olarak yol açtığı yerel ve global tahribata dikkatleri çekmek...
Sinema, yukarıdaki basit hesapta da gördüğünüz gibi, insanın ömründen ayları ve yılları acımasızca alan, çoğunlukla da “çalan” bir sanat…

Bizden bu kadar değerli birşeyi fütursuzca çekip alan bir tutku ise kanımca bize hakettiğimiz ölçüde bir “entelektüel geri dönüş” sağlamak zorunda…

Türk film eleştirmenliğinde -genellikle sinema yazarı Alin Taşçıyan ile temsil edilen- “ortodoks sol” anlayışa sorarsanız, içinde “geleneksel aile” kavramına yönelik herhangi bir eleştiri bulunmayan ve dolby surround ses sisteminin kolonlarını çatlatacak bir “becerilen kadın inlemesi” barındırmayan hiçbir film artistik açıdan beş para etmez! (Fransız yönetmenler bu konuda özellikle iyidir) Hele de o film hayata karşı ahlâkçı bir duruşun, muhafazakâr bir bakışın temsilcisiyse, yandı gülüm keten helva!

Öte yandan, bizim –sinema perdesini hayatında ilk kez Mustafa Akkad’ın tarihsel filmleri sayesinde görmüş, ardından bu meseleye “Minyeli Abdullah” ve “Yalnız Değilsiniz” gibi örneklerle birazcık daha dalmış ve o noktada da aynen çakılıp kalmış- elektronik tesbihli hacılara sorarsanız, onlar için de adına “sinema” denilen meşgale, “meşhur artiz Antoni Kuink’in oynadığı” bolca gözyaşı döktüren iki epik filmden (“Çağrı” ve “Ömer Muhtar”) ibarettir. (Bu iki filmi de çok severim; hattâ bu sütunlarda “Çağrı” ile ilgili bir yazım da var. Ama elbette ki onları, yıllardır düşlediğim nitelikteki bir sinemanın nihai doyum noktası olarak görmüyorum)
Bu arada, sinemanın politik ya da estetik boyutuyla zerre kadar ilgili olmayan, bu “meşgale”yi lunaparka gitmek türünden bir kafa boşaltma aracı olarak gören bir kesim var ki, onlar için de çoğunlukla Jean Claude Van Damme ya da Chuck Norris ideal birer tercih olma özelliğine sahip…

Tabiî, son olarak sinema denilince salt “porno” adlı hastalıklı türü hatırlayan, kadın oyuncu olarak Jenna Jameson’un, erkek oyuncu olarak da Rocco’nun adını ezberlemiş geniş bir abazanlar güruhunu da burada hürmetle anmak gerekiyor.
Elbette ki bizim anladığımız anlamdaki bir “kaygı sineması”, tam olarak bunlardan hiçbirisi değil… Sinema, çağımızda ulaştığı başdöndürücü teknik, estetik ve politik düzeyle bu kadar hafife alınamayacak kadar karmaşık bir endüstri -ve bazen de sanat- dalı…

Bilim adamları ve sanatçıların, mensubu oldukları ulusları tüm dünyaya tanıtma adına yıllarını vererek ürettikleri eserler çoğu kez genç kuşaklara hiç ulaşamayıp kütüphane raflarında çürürken, birkaç ayda çekilip piyasaya sürülen önyargılı bir filmin aynı ulusun global imajını yalnızca birkaç hafta içinde iki paralık ettiğine tanık oluyoruz. Ya da tam tersi, hangi açıdan bakarsanız bakın, insana ve insanlığa temelden aykırı bir mesajı beyinlerimize aslanlar gibi kazımakta pek mahir olabiliyor sinema…

Bu bakımdan, adına “kamera” denilen çağdaş silahın vurucu gücünü kavrayamayanlar, yalnızca cahiller ve aptallardır.
Günümüzde bu ülkenin ana caddelerindeki -sayıları on yıl öncesine göre yüzde 500 artan- yığınla hayat kadınının varlığından, gençlerde içki-sigara içme, uyuşturucu kullanma ve yapma yaşının 11-12’lere kadar düşmesine; en basit bir sokak tartışmasında bile silaha sarılınıp âdeta kuş vurur gibi insan öldürülmesinden, “kesif bir dışkı kokusu”nun cilalı ifadesinden başka bir şey olmayan “gay kültürü”nün hayattaki en doğal tercihmişçesine toplumda alenileştirilmesine kadar uzanan negatif yönlü her sosyolojik gelişmede sinemanın (ve onun daha da yavşaklaşmış erkek kardeşi durumundaki televizyonun) doğrudan doğruya olumsuz katkısı vardır.

İşte, aşağıda okuyacağınız uzun listeyi bu yüzden hazırladım…
Bana, böyle bir çabaya girişmem için ilham veren film de geçtiğimiz yaz VCD’den -oldukça gecikmeli biçimde- izlediğim 2002 yapımı “About Schmidt”ti (Schmidt Hakkında).

İlk karesinden son karesine kadar “insana, insanın modernite karşısındaki trajedisine dair” büyük sözler söyleyen bu filmi izleyip cihazı kapattıktan sonra ilk düşündüğüm şey ise şu oldu:
“Ben, aradan geçen zamanda sinemaseverlik adına bunca süprüntüyü izlemeye saatlerimi ve günlerimi verdiğim hâlde, böylesine muhteşem bir filme neden zamanında ulaşamadım? Onu neden gösterime çıkmasından ancak iki yıl sonra izleme hatasında bulundum?”

Evet, Jack Nicholson’un -bence- oyunculuk kariyerinin en iyi performansını sergilediği bu yumruk gibi film, bir anda hem beynimde, hem de ruhumda bazı şimşeklerin çakmasına neden oldu. İçimde, ne yapıp edip böyle bir liste hazırlama ve Türkiye’nin kendine saygısı olan sinemaseverlerine armağan etme arzusu uyandı.

Aşağıda adlarını andığımız farklı türlerden 250 film, birbirlerine olan herhangi bir teknik ya da estetik üstünlükleri ölçü alınarak değil, tamamen rasgele biçimde dizilmiştir. Ülkemizdeki kaynaklarda yabancı filmlerin Türkçe adlarına ilişkin sık sık kargaşa yaşandığından, bütün filmleri İngilizce kaynaklardaki adlarıyla anmayı tercih ettim. Yönetmen adları ve yapım tarihleri de yine aynı kaynaklardaki bilgiler baz alınarak derlenmiştir. Bu arada, haklı olarak şu soru sorulabilir: Amerikan Sineması listede neden ağırlıklı bir yer tutuyor ? Bu soruya ideolojik değil, daha ziyade teknik bir cevap verebilirim. Sinemayı Amerikalılar icat etti ve son yüzyıldır da hem nitel hem de nicel açıdan bu alanda daima öndeler. Rakipsiz üretim güçleri, böyle listelerde onların haklı bir ağırlığı olmasını da kaçınılmaz kılıyor. ABD ye ideolojik bir tepki göstermek adına, "Amerikan Sineması" diye bir gerçeği yadsımak aydınca bir tavır olamaz.

Şunu özellikle belirtmek isterim ki, böyle bir listeyi vücuda getirebilmek için son üç ayımı büyük ölçüde bu araştırmaya adadım; o üç ayın üstüne de fazladan 37 yıllık ömrümün sinemasal deneyimlerini koydum. Bu bakımdan, ortaya çıkan kılavuza büyük ölçüde inanıyorum. Sıralanan filmlerin hemen hepsini uzak ya da yakın geçmişte bizzat izlemiş durumdayım. Zaten önemli bir kısmını da DVD, VCD ya da VHS formatında kişisel koleksiyonumda bulunduruyorum.

Ama tabiî ki bu, -başlıkta da vurguladığım gibi- sonuçta sübjektif değerlendirmelerimin ışığında ortaya çıkmış bir çalışma... O nedenle, listenin genelindeki “değer tesbit kalitesi” için yüzde 5 ilâ 10 oranında bir yanılma payı koymam gerektiğini düşünüyorum. En azından, sonraki yıllarda izlediğimizde bize ilk izlediğimiz dönemdeki kadar kadar başarılı ya da masum gelmeyen filmlerin her zaman için varolabileceğini hesaba katmalıyız. Ancak, yine tekrarlıyorum ki genel çerçevesiyle iyi bir seçki oldu.

Öte yandan, böyle naif bir listenin, evrenin sırrına daha anasından doğarken vâkıf olmuş ateistlere ve hedonistlere verebileceği hiçbir şey yoktur. Benim çapım ve bilgi birikimim onları aydınlatmaya yetmez.

Bu çalışmanın ana ve yegâne hedefi; beyninde estetik, politik, ahlâkî ve ulvî süzgeçlerden geçmiş bir sinema beğenisi oluşturmaya çalışan, sinemayla ilgileneceğim derken hayatın anlamını ve diğer insanî sorumluluklarını unutmaktan ciddi biçimde korkan, günün birinde son nefesini verip bu dünyadan gittiğinde Yaradan’ın huzurunda -o en başta sözünü ettiğim 3-4 yılın- hesabını tutarlı bir şekilde vermek isteyen inançlı insanlar, özellikle de genç kuşak sinemaseverlerdir.

Çeşitli kaynaklardaki binlerce film adının arasında haftalar boyu sabırla yüzmeyi ve evrensel kalite ölçütlerine uygun seçimler yapmayı gerektiren bu yorucu çabaya, sinema alanındaki geçmiş emeklerimi kendi adıma biraz daha anlamlı kılmak ve muhataplarıma da şimdiye kadarkinden çok daha yararlı bir veri tabanı sunmak adına (ve yalnızca onlar için) girdim.

Çünkü benim kuşağım bu sevdaya tutulduğunda, önümüzde yolumuzu aydınlatacak ne kişi, ne dergi, ne de kitap anlamında bir tek kılavuzumuz bile yoktu. Bugünkü sinema beğenimize “Tek Kollu Kahramanın İntikamı”, “Emmanuelle” ya da “Rambo” tezgâhlarından geçerek ulaştık. Tabiî, vaktiyle bolca da ruhsal hasarlar alarak…

Bizden sonrakilerin karanlıkta el yordamıyla ilerlememelerini, başuçlarında -sağlam bir sinema beğenisi ve beyazperde kültürü oluşturmalarına yardımcı olacak- özenli bir listenin bulunmasını istiyorum. Sinemanın evrensel değer ölçüleri itibarıyla “sanat eseri” düzeyine erişmiş olan belli filmlerin şöyle düzgün bir biçimde listelendiği bir tür “uzun yol kılavuzu”…

Bu açıdan bakıldığında, aşağıda uzanan listeyi, kalemimden sinema merkezli yüzlerce yazının dökülüp yayımlandığı profesyonel gazetecilik hayatımın en anlamlı, en “ciddi” işlerinden biri olarak görmekteyim.

Bu satırları okuyacak olan kimilerinin “Vah canııım” diyerek bana gevrek gevrek güleceklerinin ve birçok tercihimde de zerre kadar hak vermeyeceklerinin pekâlâ farkındayım. Tıpkı, yüreğimdeki niyetin samimiyetini hissedip bana bu çabamın karşılığını dostça bir duayla gönderecek olanların mevcudiyetini iyi bildiğim gibi… Benim hedef kitlem de işte o ikinci grup….
Velhasıl, sinema özünde güzel bir sanat…Ama ruhlarımıza tecavüz etmediği sürece!
Sinema Tarihinin 250 Seçkin Filmi

1) Glengarry Glen Ross, 1992 (Yönetmen: James Foley),

2) Grapes of Wrath, 1940 (Yönetmen: John Ford),

3) Being There, 1979 (Yönetmen: Hal Ashby),

4) Dersu Uzala, 1974 (Yönetmen: Akira Kurosawa),

5) Network, 1976 (Yönetmen: Sydney Lumet),

6) Pelle the Conqueror, 1988 (Yönetmen: Billy August),

7) Scarecrow, 1973 (Yönetmen: Jerry Schatzberg),

8) Lord of the Flies, 1990 (Yönetmen: Harry Hook),

9- Gold Rush, 1925 (Yönetmen: Charles Chaplin),

10) Eighth Day, 1996 (Yönetmen: Jaco Van Dormael),

11) Mr. Smith Goes to Washington, 1939 (Yönetmen: Frank Capra),

12) Pather Panchali, 1955 (Yönetmen: Satyajit Ray),

13) Rocco and His Brothers, 1960 (Yönetmen: Luchino Visconti),

14) One Flew Over the Cuckoo’s Nest, 1975 (Yönetmen: Milos Forman),

15) Marty, 1955 (Yönetmen: Delbert Mann),

16- Gallipoli, 1981 (Yönetmen: Peter Weir),

17) Contact, 1997 (Yönetmen: Robert Zemeckis),

18) All Quiet in Western Front, 1930 (Yönetmen: Lewis Milestone / 1979 tarihli ve yönetmen Delbert Mann imzalı ikinci bir
çevrimi daha var. Ancak bir klasik olarak genelde ilki daha çok tercih edilir),

19) The Bear, 1989 (Yönetmen: Jean-Jacques Annaud),

20) The Conversation, 1974, (Yönetmen: Francis Ford Coppola),

21) Hamlet, 1948 (Yön: Laurence Olivier/ 1969, 1990, 1996 ve 2000 tarihlerine ait dört farklı yeniden çevrimi daha var. Ama ilki halen kolay aşılamayacak bir klasik olmayı sürdürüyor),

22) The Killing Fields, 1984 (Yönetmen: Roland Joffe),

23- Nixon, 1995 (Yönetmen: Oliver Stone),

24) Potemkin, 1925 (Yönetmen: Sergei Eisenstein),

25) The Seventh Seal, 1957 (Yönetmen: Ingmar Bergman),

26) Le Samourai, 1967 (Yönetmen: Jean-Pierre Melville),

27) High Noon, 1952 (Yönetmen: Fred Zinnneman),

28) Metropolis, 1926 (Yönetmen: Fritz Lang),


29) Missing, 1982 (Yönetmen: Costa Gavras),

30)- The Thin Red Line, 1998 (Yönetmen: Terence Mallick / Aynı adlı romanın 1964 tarihli bir ilk çevrimi var ise de bu öncü
çevrim Mallick’in daha yakın tarihli yorumunun yanına dahi yanaşamıyor),

31) Cinema Paradiso, 1988 (Yönetmen: Guiseppe Tornatore),

32) Driving Miss Daisy, 1989 (Yönetmen: Bruce Beresford),

33- In the Heat of the Night, 1967 (Yönetmen: Norman Jewison),

34- Omar Mukhtar: Lion of the Desert, 1981 (Yönetmen: Mustafa Akkad),

35) Viva Villa!, 1934 (Yönetmen: Jack Conway),

36) 1984, 1984 (Yönetmen: Michael Radford),

37) Local Hero, 1983 (Yönetmen: Bill Forsyth),

38) Lion King (Animasyon), 1994 (Yönetmen: Roger Allers ve Rob Minkoff),

39) Sleuth, 1972 (Yönetmen: Joseph L. Mankiewicz),

40) Rashomon, 1950 (Yönetmen: Akira Kurosawa),

41) A World Apart, 1988 (Yönetmen: Chris Menges),

42) The White Balloon, 1995 (Yönetmen: Cafer Panahi),

43) Zelig, 1983 (Yönetmen: Woody Allen),

44) Lion in Winter, 1968 (Yönetmen: Anthony Harvey),

45) Faust, 1926 (Yönetmen: Friedrich Wilhelm Murnau),


46) The Kid, 1921 (Yönetmen: Charles Chaplin),

47) The Green Mile, 1999 (Yönetmen: Frank Darabont),

48) Flight of the Phoenix, 1965 (Yönetmen: Robert Aldrich),

49) Mad City, 1999 (Yönetmen: Costa Gavras),

50) Before the Rain, 1994 (Yönetmen: Milcho Manchevski),

51) Absence of Malice, 1981 (Yönetmen: Sydney Pollack),

52) Dead Poets Society, 1989 (Yönetmen. Peter Weir),

53) 2001: A Space Odyssey, 1968 (Yönetmen: Stanley Kubrick),

54) The Elephant Man, 1980 (Yönetmen: Lavid Lynch),

55) The General, 1926 (Yönetmen: Buster Keaton),

56) Matrix-1, 1999 (Yönetmen: (Larry ve Andy Wachovsky),

57) Birdman of Alcatraz, 1962 (Yönetmen: John Frankenheimer),

58) Citizen Kane, 1941 (Yönetmen: Orson Welles),

59) Fahrenheit 9/11, 2003 (Yönetmen: Michael Moore),

60) Kramer versus Kramer, 1979 (Yönetmen: Robert Benton),

61) JFK, 1991 (Yönetmen: Oliver Stone)

62) Love Story, 1970 (Yönetmen: Arthur Hiller),

63) Of Mice and Men, 1939 (Yönetmen: Lewis Milesone / John Steinbeck’in bu yürek burkan eserinin 1981 ve
1992 tarihli iki uyarlaması daha var. Onlar da fena sayılmamakla birlikte, bizim favorimiz artık klasikleşen bu ilk çevrim),

64) The Seven Samurai, 1954 (Yönetmen: Akira Kurosawa),

65) Touch of Evil, 1958 (Yönetmen: Orson Welles),

66) Usual Suspects, 1995 (Yönetmen: Bryan Singer),

67) It is a Wonderful Life, 1946 (Yönetmen. Frank Capra),

68) Das Boot, 1981 (Yönetmen: Wolfgang Petersen),

69) Excalibur, 1981 (Yönetmen: John Boorman),

70) How Green was My Valley, 1941 (Yönetmen: John Ford),

71) Ryan’s Daughter, 1970 (Yönetmen: David Lean),

72) Rain Man, 1988 (Yönetmen: Barry Levinson),

73) Ginger and Fred, 1986 (Yönetmen: Federico Fellini),


74) The Deer Hunter, 1978 (Yönetmen: Michael Cimino),

75) Brubaker, 1980 (Yönetmen: Stuart Rosenberg),

76) Fisher King, 1991 (Yönetmen: Terry Gilliam),

77) Little Caesar, 1930 (Yönetmen: Mervyn LeRoy),

78) Frankenstein, 1931 (Yönetmen: James Whale / Mary Shelley’in klasik romanının sonraki yıllarda çekilmiş
daha birçok versiyonu bulunmakla birlikte, bu ilk film sinemasal açıdan hâlâ müthiş etkili),

79) Dead Man Walking, 1995 (Yönetmen: Tim Robbins),

79) Copland, 1997 (Yönetmen: James Mangold),

80) Spartacus, 1960 (Yönetmen: Stanley Kubrick),

81) The Crossing Guard, 1995 (Yönetmen: Sean Penn),

82) Fantasia (Animasyon), 1940 (Yönetmen: Ben Sharpsteen),

83) King of Comedy, 1983 (Yönetmen: Martin Scorsese),

84) Macbeth, 1971 (Yönetmen: Roman Polanski / Shakespeare’in bu ölümsüz eserinin Orson Welles yönetiminde çekilen 1948 tarihli bir başka versiyonu daha var. Ama Polanki, büyük usta Welles’i stilizasyon ve anlatım açısından en azından bu defalık dize getirmeyi başarmış),

85) Terms of Endearment, 1983 (Yönetmen: James L. Brooks),

86) Danton, 1982 (Yönetmen: Andrej Wajda)

87) Magnificent Seven, 1960 (Yönetmen: John Sturges / Kurosawa’nın samuray onuruna adadığı başyapıtının vahşi batıya adapte edilmiş bu yeniden çevrimi, kabul etmek gerekir ki orijinalinden hiç de geride kalmayan bir görsel değere sahip)

88) Gandhi, 1982 (Yönetmen: Richard Attenborough),

89) Vertigo, 1958 (Yönetmen: Alfred Hitchock),

90) Hope and Glory, 1987 (Yönetmen: John Boorman),

91) Braveheart, 1995 (Yönetmen: Mel Gibson),

92) Devil’s Advocate, 1997 (Yönetmen: Taylor Hackford / Son derece önemli, değerli ve yoğun emek ürünü bir başyapıt. Ancak öyküsü itibarıyla içerdiği belli ölçüdeki şiddet ve müstehcenliğe de dikkat!),

93) French Connection-1, 1971 (Yönetmen: William Friedkin),

94) French Connection-2, 1975 (Yönetmen: John Frankenheimer),

95) The Mission, 1986 (Yönetmen: Roland Joffe),

96) Paths of Glory, 1957 (Yönetmen: Stanley Kubrick),

97) Koyaanisqatsi (Belgesel), 1983 (Yönetmen: Geoffrey Reggio),

98) Solaris, 1972 (Yönetmen: Andrei Tarkovsky),

99) Falling Down, 1993 (Yönetmen: Joel Schumacher),

100) Old Man and the Sea, 1958 (Yönetmen: John Sturges),
 
Üst