Nasrettin Hocanın Uzun Fıkraları

Eylül

Yönetici
Editör
#1
Sponsorlu Bağlantılar
Nasrettin Hocanın Uzun Fıkraları

Nasrettin Hoca Fıkraları Uzun

Kime İtimat
Nasrettin Hoca, altını çize çize "Hiç bir dünyevi işle iştigal etmedim" diyor ya!.. Bunu duyan biri:
- “Nasrettin Hoca, demiş, sen bu ailene neyle nasıl bakıyon Allah aşkına yaaav? Nereden geliyor bu değirmenin suyu?.." gibi soruları sıralamaya başlamış. Nasrettin Hoca Talak Suresi 3. ayetini okuyarak:
- “...kim Allah'a tevekkül ederse, Allah ona yeter...bir de ona, ummadığı yerden rızık verir, ” diye cevap vermiş, fakat adam tatmin olmamış:
- “Nasrettin Hoca, amenna, amenna da... Neyinen geçiniyoooon? diye tekrar sormuş. Nasrettin Hoca bu kez de, Zümer süresi, 36. ayetle cevap vererek;
- “Allah kuluna kafi değil mi?” demiş, adam yine aynı densizlikle:
- “Nasrettin Hoca, amenna, anladık, Allah kuluna kafi de... Sen neyinen geçiniyooon?” diye üstelemiş. Nasrettin Hoca da dayanamamış ve latife babında:
- “Şu kadar hanım, bu kadar hamamın var!..” gibilerinden olmayan şeylerini saymaya başlayınca adam:
- “Hah, demiş şimdi oldu işte canım!..” deyince, Nasrettin Hoca'nın tepesi atıvermiş:
- “Allah'a itimat etmiyon, hana hamama itimat ediyon sen! Çabuk, tövbe et hergele!.."


Mum Ateşi
Koyu bir sohbet sırasında Nasrettin Hoca soğuk kıştan hiç rahatsız olmadığını hatta geceleri evde ısınmak için ateş bile yakmadığını söyler. Fakat kimse buna inanmaz. En sonunda iddiaya tutuşurlar. Şayet Nasrettin Hoca ateş olmadan köyün meydanında sabaha kadar beklerse ona yemek ısmarlayacaklar, yok eğer bekleyemezse Nasrettin Hoca hepsine evinde bir akşam yemeğe davet edecektir. Nasrettin Hoca sabaha kadar meydanda bekler, sabah olunca iddiayı kazandığından bahisle yemeği isteyince birisi itiraz eder:
- "Olmaz Nasrettin Hoca efendi ben gördüm, 300 metre ilerideki evde bir mum yanmaktaydı. Bu nedenle bahsi kaybettin." Nasrettin Hoca ne kadar direndiyse de adamlarla başa çıkamaz ve mecburen bir akşam yemeğe Nasrettin Hocanın evine cümbür cemaat doluşurlar. Nasrettin Hoca ise yemeği hazırlamak için mutfağa geçer fakat onca zaman geçmesine rağmen bir türlü yemeğin gelmediğini gören davetliler sonunda mutfağa gelince bir de ne görsünler. Nasrettin Hoca tavandan astığı kocaman bir kazanın altına koymuş bir mum ve kaynamasını beklemiyor mu! Hep bir ağızdan:
- "İlahi Nasrettin Hoca! Hiç koca kazanla yemek mum ateşiyle kaynar mı?" derler. Nasrettin Hoca hemen taşı gediğine koyar:
- "300 metreden bir adamı ısıtan mum alevi 3 santimden bir kazanı neden ısıtmasın!?"


Allah Taksimi mi? Kul Taksimi mi?
Çocuklar, mahallede birbirlerine girmişler. Kavga döğüş, kıyamet!... Ele geçirdikleri bir kucak cevizi bir türlü doğru dürüst bölüştüremiyorlarmış. Kavganın kızıştığı bir sırada Nasrettin Hoca da oradan geçiyormuş. Çocuklar koşarak ona başvurmuşlar:
- "Nasrettin Hoca Efendi, ne olur, şunları bize güzelce bölüştürüver!"
Çocuklar bir kenara çekilmişler. Nasrettin Hoca geçmiş cevizlerin başına:
- "Çocuklar demiş, Allah taksimi mi istersiniz, yoksa kul taksimi mi?"
Çocukların hepsi birden:
- "Allah taksimi, Allah taksimi!" diye bağırmışlar. Bunun üzerine Nasrettin Hoca bir avuç ceviz alıp bir çocuğa vermiş. Arkasından iki cevizi bir başkasına, birkaç avucu ötekine, beş altı taneyi berikine... Bazı çocuklara da hiç vermemiş. Çocuklar Nasrettin Hoca’ya itiraza başlamışlar.
- "Bu nasıl taksim Nasrettin Hoca Efendi, haksızlık ettin!" demişler. Nasrettin Hoca da:
- "Çocuklar, siz benden Allah taksimi istemediniz mi?... Allah taksimi böyledir. O, dilediğine az, dilediğine çok verir, hiç vermediği de olur, herkes kısmetine boyun eğer!"


Yağmurdan Kaçıyormuş!
Bir gün, bardaktan boşanırcasına yağmur yağarken, Nasrettin Hoca da evinin penceresinde oturarak sokağı seyrediyormuş. Bir ara dostlarından birini, cübbesinin eteklerini beline dolayarak koşa koşa evine giderken görmüş ve pencereyi açarak seslenmiş:
- “İnan olsun ki çok ayıp! Senin gibi aklı başında, olgun bir adam, Allah’ın rahmetinden kaçar mı?...” İçinden Nasrettin Hoca’ya hak veren adamcağız, bu sefer ağır ağır yürümeye başlamış; fakat tepeden tırnağa ıslanmış olarak evine varınca, Nasrettin Hoca’nın oyununa uğradığını anlamış. Günün birinde Nasrettin Hoca yolda yağmura tutulmuş; koşar adım evine yönelmiş. Birkaç gün önce kendisiyle alay ettiği ahbabının evi önünden geçerken adamcağız “taşı gediğine koymanın tam zamanı” diyerek, evin penceresinden Nasrettin Hoca’ya bağırmış:
- “Nasrettin Hoca, Nasrettin Hoca, Allah’ın rahmetinden niçin kaçıyorsun, ayıp değil mi sana?” Nasrettin Hoca, hiç istifini bozmadan koşmaya devam ederek şu cevabı vermiş:
- “Hay anlayışsız, hay!... Ben rahmetten kaçmıyorum; tam tersine yere düşen rahmetleri çiğnememek için koşuyorum!..."


Doksan Dokuz

Bir devirde Nasrettin Hoca büyük bir para sıkıntısına düşmüş. Ne yapsın? Başlamış gece gündüz evinde yüksek sesle dua etmeye:
- “Yarabbim, bana yüz altın ver! Doksan dokuz olursa asla kabul etmem...” Onun durmadan böyle dua ettiğini duyan zengin bir komşusu merak etmiş. Yanına doksan dokuz altın alarak görünmeden Nasrettin Hoca’nın damına çıkmış. Tam Nasrettin Hoca aynı duayı sayıklarken başlamış bacasından teker teker altınları atmaya. Nasrettin Hoca, bacasından altın yağmaya başladığını görünce, Allah’ın nihayet duasını kabul ettiğine inanarak koşmuş. Başlamış altınları toplamağa... Bir taraftan da sayarmış. Altınların sayısı doksan dokuz olunca:
- “Buna da şükür Allah’ım! Varsın doksan dokuz olsun! Diyerek altınları cebine indirmiş.” Bacanın tepesinde bu işin sonunu bekleyen zengin komşu hemen telâşlanmış. Yukarıdan seslenmiş:
- “Nasrettin Hoca! Nasrettin Hoca! Hani altınlar doksan dokuz olursa kabul etmeyecektin! Oldu mu ya!” Nasrettin Hoca pişkin bir tavırla şöyle cevap verir:
- “Doksan dokuz altını veren Allah, elbette birini de verir.”


İnek
Nasrettin Hoca dişten tırnaktan arttırıp kara gün için biraz para biriktirmiş. Parayı bir keseye doldurup ağzını sıkıca bağlamış. Önce bahçesinin bir köşesine gömmüş. Ama içi rahat etmemiş, hırsız gömdüğü yeri bulacak endişesine kapılmış ve keseyi oradan alıp başka yere gömmüş...Orayı da beğenmemiş bu kez başka yere gömmüş. Derken bahçede neredeyse kazmadığı yer kalmamış. Nereye gömse gönlü bir türlü rahat etmiyor, “burasını da hırsız bulur” diyormuş. Öyle şaşkın şaşkın elinde para kesesi bahçenin ortasında düşünüp dururken gözüne köşedeki tümsek ilişmiş. “Tamam, demiş, tam yerini buldum.” Para kesesini uzun bir sırığın ucuna iliştirip o tümseğe çakmış. Kendi kendine, “hırsız kuş değil ya, sırığın tepesindeki para kesesini alsın,” diyerek evine gitmiş. Nasrettin Hoca bütün bunları yaparken, meğer adamın biri kendisini gözetliyormuş. Nasrettin Hoca eve girer girmez adam bahçeye atlamış. Sırığı çıkarıp ucundaki para kesesini aldıktan sonra da tepesine biraz sığır pisliği sürerek eski yerine çakmış ve çekip gitmiş. Gel zaman, git zaman Nasrettin Hoca’ya para gerekmiş. Bahçeye gelip bakmış ki sırığın ucundaki para kesesi yerine sığır pisliği var. Başını iki yana sallayarak kendi kendine söylenmiş:
- “Allah Allah, ben buraya adam çıkmaz diyordum, nasıl oldu da inek çıkabildi?”


Uzayan Maşa

Nasrettin Hoca, bedestende dolaşırken tellâlın bir kılıç sattığını görür:
- “Bu kılıç gazidir. On altına satıyorum; bedavadır, bedava!...” Tellâlın yanına varan Nasrettin Hoca, bu kılıcın bu kadar pahalı satılmasındaki kerameti sorar. Tellâl:
- “Nasrettin Hoca, bu kılıç, düşmana uzatıldığı vakit tam beş arşın uzayıverir! “ Nasrettin Hoca, içinden “ya, öyle mi?” der ve koşa koşa eve gelerek büyük mangal maşasını alıp tekrar bedestene döner; maşayı sallaya sallaya bağırmaya başlar:
- “On altına; bedava, bedava!”" Nasrettin Hoca’yı görenler gülüşerek:
- “Bir akça bile etmeyen adi bir ocak maşası on altın eder mi?” Derler. Nasrettin Hoca da onlara şu cevabı verir:
- “Ya, siz adi bir kılıcı biraz önce on altına satıyordunuz!.. “
- “Ama o kılıç, cenkte beş arşın uzar!” Nasrettin Hoca:
- “Eee der, bu maşa da bizin hatunun bana kızıp da şöyle bir kaldırdığı zaman 50 arşın, belki de daha fazla uzuyor.....! “


Kaybettin
Nasrettin Hoca, bir gün eşeğiyle odun getirir. Karısına:
- “Hatun, eşek çok yoruldu, onu bir yemleyiver,” diye seslenir. Karısı da:
- “Efendi, benim işim var, sen yemleyiver,” der. Nasrettin Hoca sıcaktan iyice bunalmış vaziyette kendini minderin üzerine atar.
- "Olmaz! Hiç halim yok, veremem, sen ver der." Eşeğin yemini sen vereceksin ben vereceğim derken iş kızışır. Kim önce konuşursa eşeğe o yem vermek üzere bahse tutuşurlar. Az sonra kadın, el işini alarak komşuya gider. Aradan biraz zaman geçer. Eve bir hırsız girer. Nasrettin Hoca’yı görünce kaçacak olur. Ama Nasrettin Hoca'dan hiç ses ve tepki gelmediğini anlayınca kaçmaktan vazgeçer. Ortalıkta ne var ne yoksa koca bir çuvala doldurur. Nasrettin Hoca’nın gözleri önünde çuvalı yüklenerek evden çıkar. Karısı epey zaman sonra eve girip evin halini görür. Eşyaların yerinde yeller esmektedir. Telaşla:
- “Bu ne hal Efendi! diye çığlık atar.” Nasrettin Hoca yattığı yerden doğrularak:
- “Haydi bakalım Hatun, bahsi kaybettin. Eşeğin yemini sen vereceksin.”


Kapalı Kapının Ardından

Nasrettin Hoca’nın karısı geceleri komşu komşu gezermiş. Buna pek canı sıkılan Nasrettin Hoca, bir gece, karısı yine evde yokken kapıyı arkasından sürgülediği gibi yatağına yatmış. Kadıncağız, geç vakit eve döndüğü zaman çalmış çalmış açtıramamış kapıyı. Nasrettin Hoca’nın kızdığını anlayarak, yalvarıp yakarmaya başlamış:
- "Vallâhi, billâhi, bir daha seni yalnız bırakıp bir yere gitmeyeceğim canım kocacığım! Aç kapıyı; bu saatte ben nereye gideyim?.. Kadın, bakmış olacak gibi değil, bağıra, bağıra: - "Bari, kendimi şu kuyuya atayım da kurtulayım!. Ve eline geçirdiği büyük bir taşı, kapı önündeki kuyuya atarak bir kenara çekilmiş. Nasrettin Hoca, bir süre yine aldırmamış, sonra hiddeti geçerek: “Şu hatunu kuyudan kurtarayım!” deyip kapıyı açmış. Fakat tam o sırada kadın, evden içeri girivermiş; kapıyı kapadığı gibi Nasrettin Hoca’yı sokakta bırakıp bağırmaya başlamış:
- "Yeter artık senden çektiğim, bana rahat yüzü göstermedin; her gece arkadaş dedin, sohbet dedin gezip tozdun. Alacağın olsun senin!..." Nasrettin Hoca, karısının feryadı üzerine sokaklara dökülen komşulara dönmüş:
- "Komşular görenler ve bilenler Allah için söylesin!


Tavuklar Arasında Bir Horoz
Nasrettin Hoca’nın ahbapları toplanıp, Nasrettin Hoca’ya bir oyun oynamaya karar vermişler. Her şeyi önceden hazırladıkları gibi yapmak için de anlaşmışlar. Bu sırada Nasrettin Hoca olacaklardan habersiz bir şekilde dostlarını görünce sevinmiş; “Çok şükür, sohbet edecek birkaç dost var” deyip tesbihini sallaya sallaya yanlarına gitmiş. Dostları:
- “Nasrettin Hoca Efendi, Nasrettin Hoca Efendi, temizlik imandan gelir. Biz hamama gidiyoruz, sen de gelir misin?” dediklerinde Nasrettin Hoca, “Tabii gelirim, hemen gidelim” deyip onlara katılmış. Hamamın önüne gelmişler:
- “İşte, bu civarın en güzel hamamı... Ne dersiniz Nasrettin Hoca Efendi, girelim mi?” diye sormuşlar. Nasrettin Hoca da “Hay hay!” deyip kabul etmiş. Hamamda güzel güzel yıkandıktan sonra, havadan sudan konuşurlarken biri:
- “Bir teklifim var. Hepimiz yumurtlayalım. Kim yumurtlayamazsa hamam paralarını o ödesin” demiş. Biraz sonra hepsi, “Gıt gıt gıdaaak... Gıt gıt gıdaaak...” diye gıdaklamaya başlamışlar. Sonra da daha önce sakladıkları yumurtaları birer birer çıkarıp ortaya koymuşlar. Nasrettin Hoca bir oyuna geldiğini hemen anlamış. İçinden “şimdi gösteririm ben size” diyerek “Kukurikuuuuuu, kukurikuuu!” diye ötmeye başlamış. Dostları hayretler içinde:
- “Nasrettin Hoca Efendi, aklını mı oynattın. Neden durmadan ötüp duruyorsun?..” diye sormuşlar. Nasrettin Hoca da:
- “Be yumurtacılar, bu kadar tavuğa bir de horoz lâzım değil mi?” diye cevap vermiş.



alıntı
 
Üst