Bozyazı
Nagidos
Kelenderis gibi bölgenin en eski kentlerinden biri olan Nagidos'un kalıntıları Bozyazı İlçesinde, kıyıya yakın bir tepe üzerindedir. Hakkında çok az bilgiye sahip olunan kentten günümüze ulaşan kalıntılar, bu tepenin zirvesine yakın yerdeki surlardan ibarettir. Ayrıca Bozyazı Çayı üzerindeki köprünün ilk biçiminin Roma çağında yapılmış olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bir suyolu kalıntısı ile bir hamamın temelleri yine Geç Roma, Bizans çağı kalıntıları arasında sayılabilir.
Nagidos'un M.Ö. V.ve IV. Yüzyıllarda Pers egemenliği altında olduğu, bu dönemde basılan satraplık sikkelerinden anlaşılmaktadır. Helenistik Çağ'da, Mısır'daki Ptolemioslar'ın etkisi altına girmiş İse de, ardından gelen korsan baskıları kentin zayıflamasına yol açmıştır. Orta Çağda İse, önemsiz ve yerleşmenin sadece kıyıya çok yakın Bozyazı Adası (Nagidussa) üzerinde yoğunlaştırdığı anlaşılmaktadır.
Kilise Burnu
Bozyazı'ya 14 km. uzaklıkta Akkaya köyü sınırları içerisinde, halk arasında Kilise Burnu olarak bilinen, geç Roma ve erken Bizans dönemine ait bir ören yeridir. Burada sur, sarnıç, bir kilise ve diğer yapılara ait kalıntılar bulunmaktadır.
Surun dışında kuzeybatı yönünde ikisi yan yana, biri arkada olmak üzere üç adet 1. ve 2. Yüzyıl'a ait Memurium mezarlarına benzer yapıda mezarlar vardır.
Maraş Tepesi (Arsione)
Bozyazı'nın 2 km. doğusunda Maraş Tepesi üzerinde kurulu olan yerleşim, Mısır Kralı Ptolemaios'un eşi Kraliçe Arsione adını taşıyan antik bir liman kentidir. MÖ. 3.yüzyılda kurulduğu sanılan kentin görülebilen en önemli kalıntıları iki katlı mozaik döşeli mezarlar ile öteki yapı kalıntılarıdır.
Erdemli
Elaiussa- Sebaste
Silifke-Mersin karayolu üzerinde Mersin'e 52 km. uzaklıkta olup Kumkuyu Belediyesi, Ayaş (Merdivenlikuyu) da yer almaktadır. Şehir İÖ II. yüzyıl sonlarında kurulmuştur. Strabon'a göre, bu şehrin bir bölümü kara parçasında bir bölümü de karşı taraftaki adanın üzerinde yer almakta olup, bu antik kent Elaiussa ve Sebasta kentlerinin birleşmesi ile meydana gelmiştir. Elaiussa daha eskidir. İÖ 41 yılında Antious tarafından Kapadokya Kralı olarak atanan ve İÖ 20 yılında Elaiussa'nın çevresinde bulunan dağlık Klikya'yı Augustus'tan almış olan kara parçası haline gelince kent eski önemini yitirmiştir.
Eski adının tepesi ile batı yamacı ve adanın birleştiği kara parçası kumla kaplıdır. Kumların altında Kral Archelaos'tan önceki zamanlara ait çeşitli tarihi eserler bulunmaktadır. Bunlar iyi korunmuş 5 nefli Bazilika, tiyatronun caveası (Theatron oyuğu), su kemerleri, kilise kalıntıları, zeytinyağı ve su sarnıçları, iki mermer sütunlu saray, saray kapısı, bu kapının 50 m. kuzeyinde çeşitli hayvan resimlerini içeren döşeme mozaikli Jüpiter tapınağıdır. Jüpiter tapınağı 612 sütunlu bir Roma mabedi olup, erken Hıristiyanlık döneminde (5. Yüzyıl) kiliseye çevrilmiştir. Şehrin mezarlığı (Nekropal), doğu ve kuzeydedir. Burada antik bir yolun iki yanında taş lahit ve mezarlar vardır. Bir lahitin üzerindeki yazıt şöyledir: "Hijinos'nun oğlu Plütinos, sağlığında Sebaste mezarlığında kızı için bir lahit yaptırdı. Öldükten sonra oraya yalnız kızı gömülecektir. Eğer başka biri gömülürse bu kişinin ailesi Maliyeye 600, belediyeye 300 dinar ödeyecektir." İki katlı bir anıt mezarın cephesindeki kabartmada ortada kanatlarını açmış bir kartal, ayaklarının altında bir yılan, kartalın sağ ve solunda zincirle bağlanmış birer çocuk ve çocukları birer kolları zincirlidir. Aynı zincir üzerinde birbirine bakan iki aslan vardır. Bu yapıtların hepsi Roma devrine aittir. 2003 kazı sezonunda ortaya çıkarılan buluntular arasında M.Ö.1, İS1.yy. arasına tarihlenen mermer Afrodithe Heykelciği, pişmiş toprak kadın büstü ve Attis Heykelciği, çok sayıda cam Unguentariumlar, gözyaşı şişeleri, koku kapları, altın küpe ve bilezik parçaları, cam kâse ve tabakalar, sikkeler, süs eşyaları ortaya çıkarılmış olup Mersin Müzesinde teşhire sunulmuştur.
Öküzlü Örenyeri
Ayaş Kasabasına 12 km. uzaklıktadır. Kanlıdivane-Çanakçı köyü yol ayırımından stabilize bir yolla gidilir. Ören yeri Genç Helenistik, Roma, Erken Bizans dönemlerinde yerleşim görmüştür. Antik kentin taş döşeli alt yapısı yer yer sağlam durumdadır. Bazilikası, sarnıçları halen ayaktadır. Lahitler kente girişi sağlayan stabilize yolun kenarında bulunmaktadır.
Mut
Alahan Manastırı
Evliya Çelebi'nin "Ustasının elinden yeni çıkmış gibi duruyor" diye anlattığı Alahan Manastırı Karaman karayolu üzerinde, Mut'un 20 km. kuzeyinde, orman ürünleri deposunun yanından sağa sapılan ve 4-5 km. içeride Geçimli (Malya) köyü civarındadır. 1000-1200 m. yükseklikte ve Göksu Vadisine bakan dik bir yamaca oturtulmuştur.
Hıristiyanlığın Kapadokya ve Likonya (Konya)' da yayılması sırasında bu yeni dini kabul edenlerin takibe uğraması, inanmayanlar tarafından öldürülme korkusu, Hz. İsa'ya inananları dağlık bölgelerdeki mağara kaya oyuklarında ibadete zorlamıştır. İsa'nın havarilerinden St. Paul ve yine Tarsus'ta yaşamış Hıristiyan öncülerinden Barnabas 441 yılında Hıristiyanlığı yaymak için Konya-Kapadokya ve Antalya-Antakya'ya kadar maceralı yolculuklar yapmıştır.
İşte bu iki Hıristiyan Aziz'in gezileri sırasında konakladıkları her yerde anılarına mabetler yapılmıştır. Alahan Manastırı bunlardan biridir.
440-442 yıllarında yapılmış olduğu tahmin edilen Alahan Manastır Külliyesi, Batı Kilisesi, Manastır, Doğu Kilisesi, kayalara oyulmuş keşiş odacıkları ve çevredeki mezarlardan oluşmaktadır. Kilise binaları, Ayasofya Müzesi ile ortak mimari özellikleri taşımaktadır. Süslemesinde usta bir taş oymacılığı görülür. İlk kilise korint başlıkla iki dizi sütunla üç nefe ayrılmıştır. Narteksten ana mekâna geçilen kapının atkı ve yan dikmeleri kabartmalarla süslüdür. St. Paul, St. Pierre figürlerinden başka bir çelengi taşıyan altışar kanatlı Cebrail, Mikail'in simgesel yaratıkları ezişi, kükreyen aslan, kartal ve öküz sembolleri, İncil yazılarının tasvirleri, üzüm salkımları, asma yaprakları ve balık motifleri zengin bir şekilde tasvir edilmiştir.
Kiliselerin doğusundaki geniş avlunun güneyinde dinsel törenlerin yapıldığı dehliz, 11 m. uzunluğunda kemerli ve sütunlu bir galeri şeklindedir. Galerinin ortasında kalabalık kabartma süsleme ile her yanı işli büyük bir niş bulunmaktadır. Galeride apsisli vaftizhane ve karşısında Alahan Manastırının en görkemli yapısı olan mezarlar bulunmaktadır. Bu mezarların kuzey duvarı kayaya yontulmuş, üst örtüsü yoktur. Ana nefin ortası ilginçtir. Burası paye ve sütunlara oturan dört kemerle örtülü kare planlı bir kule biçimindedir. Kuli yukarıda sekizgene dönüştürülmüştür. Kapı çerçevesi süslüdür.
Dağpazarı Öreni
Mut' un 45 km. kuzeyindeki bu köyde antik bir şehre ait kalıntılar vardır. Bizans Kilisesi ile 15 X 5.50 m. ölçüsündeki taban mozaik ilgi çekicidir. Kilise köyün ortasına ve en yüksek yerine kurulmuştur. Uzaklardan heybetli görünür. Hayvan figürleri ve geometrik motifler bulunan mozaikler görülmeye değerdir. Köylüler tarafından soğuk hava deposu olarak kullanılan sarnıçlar vardır.
Balabol Örenleri
Mut'un batısında 40 km. uzaklıktaki Yalnızcabağ Köyü yakınındaki Değirmenlik yaylasındadır. Büyük bir antik yerleşim alanı olduğu görülmektedir. Çok sayıda lahit ve duvar kalıntıları vardır.
Silifke
Roma Tapınağı
Şehir merkezinde bulunan ve doğu ile güney yanlarındaki sütun tabanlıkları orijinal şekilde korunmuş olan tapınağın uzun kenarında 14’er, kısa kenarında 8’er sütun bulunmaktaydı. Ancak, her biri 10 m boyundaki Korint başlıklı bu sütunlardan bugün sadece biri ayakta kalmış olup 3 tanesi de yıkılmış durumda yerdedir.
1980 yılında Kültür Bakanlığı’nca başlatılan kazı çalışmaları aralıklarla devam etmektedir. İS II. yy.da yapılmış olduğu anlaşılan tapınak V. yy.da planında önemli değişiklikler yapılarak kiliseye dönüştürülmüştür.
İS V. yy.da yaşamış tarihçi Zosimos “Tapınak, ovadaki ürünlerine musallat olan çekirgelerden kurtulmak için Güneş ve Sanat Tanrısı Apollon’dan yardım isteyen ahali tarafından, çekirgeler Apollon’un gönderdiği kuş sürüsünce yok edilince O’na bir şükran ifadesi olarak yaptırılmıştır” diyorsa da Zeus adına yaptırıldığı da söylenmektedir.
Cambazlı Kilisesi
Adamkayalar’dan sonra Hüseyinler Köyü’nden geçilip Cambazlı Köyü’ne varılır. Cambazlı’nın Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde önemli bir yerleşim merkezi olduğu Uzuncaburç (Diocaesarea) ve Ura (Olba) ile Kızkalesi (Corycus)’ne döşeme antik bir yolla bağlantılı olmasından ve günümüze kadar gelebilmiş zengin kalıntılarından anlaşılmaktadır. Burada, kaya mezarlarının yanı sıra birer küçük mabedi andıran anıtmezarlar, lahitler, sarnıç ve özellikle köyün girişinde bulunan kilise görülmeye değer tarihi kalıntılardır.
Cambazlı Kilisesi, benzerleri arasında orijinal özelliklerini korumuş en iyi durumdaki örneklerden biridir. Kuzey cephesi tamamen kapalı olan yapının içindeki iki sütun dizisinden sağdaki Korint başlıklı bütün sütunlarla bunların üstünde sıralanan galeri sütunları ayaktadır. V. yüzyıla ait 20 m X 13 m ölçülerindeki kilisenin apsisi ve tüm duvarları sağlamdır.
Aya Thekla Yeraltı Kilisesi (Meryemlik)
Taşucu yolu üzerinde 4. Kilometreden sağa dönülüp bir km gidildiğinde Hıristiyanlığın en eski ve en önemli merkezlerinden biri olan Meryemlik’e varılır. Meryemlik’in tarihi Azize Thekla’nın buraya gelişi ile başlar.
İsa Peygamber’in havarilerinden St. Paul’ün vaazlarından etkilenen 17 yaşındaki Thekla kendini Hıristiyanlık dinine adar. St. Paul’ün bu değerli öğrencisi Konya ve Yalvaç’ta Hıristiyanlığı yaymak için propaganda yaparken paganların baskılarına maruz kalıp, öldürüleceğini öğrenince kaçıp Seleucia’ya gelir ve sonradan kiliseye çevrilen bir mağarada saklanır. Sığındığı mağaradan yöredeki insanlara çok tanrılı dine karşı Hıristiyanlık inancını yayarken mucizeler yaratarak hastaları da iyileştirir. Yine öldürüleceği bir sırada bu mağarada kaybolduğuna inanılır.
Aya Thekla’nın içinde yaşadığı mağara onun kayboluşundan sonra Hıristiyanlarca kutsal sayılmış; ta ki bu din İ.S. 312 yılında serbest bırakılıncaya kadar gizli bir ibadet yeri olarak kullanılmıştır. Bu mağara daha sonra IV. yy.da kiliseye dönüştürülmüştür.
Hıristiyanlığın resmen kabulünden sonraki dönemlerde birçok yapı ile bezenen Meryemlik’te Mağara Kilisesinden başka, bu mağaranın üzerinde bugün sadece apsisinin bir bölümü ayakta kalan Azize Thekla Kilisesi; imparator Zenon tarafından Aya Thekla’ya ithafen yaptırılan kilise ile Kuzey Kilise; hamam, birçok sarnıç, mezarlıklar ve şehir suru kalıntıları günümüze kadar gelmiştir.
Taşucu (Holmi)
Silifke - Antalya karayolunun 10. km. Taşucu’nun bulunduğu yerde M.Ö. VII. Yy.da kurulan eski Holmi kolonisinden bugüne hiçbir tarihi eser kalmamıştır. Holmi uzun süre varlığını sürdürmüş, ancak korsan saldırıları nedeniyle M.Ö. IV. yüzyıldan sonra zayıflamaya başlamıştır. Büyük İskender’in komutanlarından ve Suriye Krallığı’nın kurucusu Selefkos Nikator şehrin bu zayıf durumunu fırsat bilerek kolayca ele geçirmiş; halkını da bugünkü Silifke’nin bulunduğu yere yerleştirmiştir.
Yolcu trafiği açısından Türkiye ile KKTC arasındaki en önemli kapı olan Taşucu, bugün modern bir turistik belde olarak hızla gelişmektedir.
Taşucu’nun 2 km batısındaki bir tepenin güney yamacında yerli halkın Manastır diye İsimlendirdiği antik Mylai ören yerinde geç Roma ve erken Bizans dönemlerine ait yapı kalıntıları bulunmaktadır.
Liman Kalesi
Taşucu - Antalya karayolunun hemen kenarında ve deniz kıyısındadır. Taşucu’na 7 km mesafedeki kale Osmanlı yapısı olup, XIV. yy.da inşa edilmiştir. Günümüze dek kalan az tahrip görmüş kalelerden biridir.
Kilikra Afrodisiası
Halk arasında Ovacık Yarımadası olarak bilinen, arkeoloji literatüründe Kilikya AfrodİSiası diye geçen bu antik yerleşim merkezine Silifke - Anamur karayolunun 35. Kilometresinde güneye ayrılan tali bir yolla varılır. M.Ö. XII. yy.da yapıldığı tahmin edilen ve toplam uzunluğu 4 kilometreye yaklaşan kiklopik sur duvarları ve burçlar görülebilen en eski kalıntılardır.
Antik kentin en önemli eseri St. Pantaleon Kilisesi’dir. İS IV. yüzyıla ait kilisenin tabanı tamamen mozaikle kaplıdır. Geometrik şekiller, bitki ve kuş motifleriyle süslü mozaik taban oldukça iyi korunmuş durumdadır. Şövalye evleri, sarnıçlar ve nekropol görülebilecek diğer antik kalıntılardır.
Demircili (Imbriogon) Anıtmezarları
Silifke - Uzuncaburç karayolunun 10. kilometresinde, antik Imbriogon şehrinin soylularına ait tek ve çift katlı anıtmezarlar vardır. Dört tanesi hemen yol kenarında bulunan anıtmezarlar İ.S. II. yy Roma dönemi kalıntılarıdır.
Uzuncaburç (Diocaesarea)
Mersin’in en önemli ve en iyi korunmuş tarihi kalıntıları Silifke’nin 30 km kuzeyindeki Uzuncaburç beldesindedir. Helenistik çağda merkezi Uzuncaburç’un 4 km doğusundaki (ura) Olba Krallığı’nın ibadet yeri olan bugünkü Uzuncaburç yerleşim yeri, Roma döneminde, İ.S. 72 yılında İmparator Vespasianus zamanında Olba’dan ayrılarak Diocaesarea (Tanrı-İmparator Kenti) adıyla özerk, kendi adına para basabilen yeni bir site durumuna getirilmiştir. Diocaesarea’daki Zeus Tapınağı, burç ve piramit çatılı anıtmezar Selefkoslar, yani Helenistik; sütunlu cadde, tiyatro, tören kapısı, çeşme, Şans Tapınağı ve Zafer Kapısı Roma döneminden kalma yapılardır. V. yy.da Hıristiyanlığın yörede gelişmesi ile Zeus Tapınağı kiliseye dönüştürülmüş, ayrıca yeni kiliseler de yapılmıştır. Bizans döneminin ardından Anadolu Türkleri buraya şehrin sembolü olan yüksek burcun ismini vererek “Uzuncaburç” demişlerdir.
Uzuncaburç’taki Belli Başlı Kalıntılar Şunlardır
Sütunlu Cadde
Tiyatronun önünden geçen sütunlu cadde Zeus Tapınağı’nın yanında kent kapısından gelen diğer bir sütunlu cadde ile kesişir ve Şans Tapınağı’nda son bulur. İS I. yy.dan kalma Sütunlu Cadde’deki sütunların hepsi yıkılmış ve mimari parçalarının çoğu yok olmuştur.
Tören Kapısı
İS I. yy.dan kalma Tören Kapısı her biri 1 m çapında ve 7 m yüksekliğinde Korint başlıklı sütunlarla heybetli bir yapıdır. Sütun gövdelerinden çıkan konsollar üzerinde zamanında heykeller bulunmaktaydı. Yarısı yıkılmış olan Tören Kapısı’nın 5 sütunu ayaktadır.
Zeus Tapınağı
Tören Kapısı’ndan sonra antik çeşmeyi geçince sütunlu caddenin solunda bir avlu içerisindeki Zeus Tapınağı’nın Selefkos Nikator (M.Ö. 312 - 295) tarafından yaptırılmış olduğu düşünülmektedir. Zeus Tapınağı, Anadolu’da dört bir yanı tek sıra 36 sütunla çevrili, Korint tarzında Peripteros planlı, en eski tapınaklardan biri olarak sanat tarihinde önemli bir yere sahiptir. Romalılar tarafından da kullanılan tapınak, Hıristiyanlık döneminde, V. yy.da önemli değişikliklerle kiliseye çevrilmiş; cella’sı yıkılıp sütunların araları örülmüş ve buralara kapılar konmuş, doğusundaki sütunlar kaldırılarak yerlerine apsis eklenmiştir.
Zeus Tapınağı iki bin seneyi aşkın yaşı ve bugünkü muhteşem görünümü ile geçen zamana meydan okurcasına hala ayakta durmaktadır.
Şans Tapınağı (Tychaeum)
Sütunlu caddenin bitimindeki Şans Tapınağı İ.S. I. yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. Bugün beşi ayakta olan, 6’şar m yüksekliğindeki yekpare granit 6 sütunun taşıdığı arşitravdaki kitabe, tapınağın kentin soylularından Oppius ile eşi Kyria tarafından yaptırılıp kente hediye edildiğini bildirmektedir.
Zafer Kapısı
Güney - kuzey yönündeki ikinci sütunlu yol üzerinde ve Zeus Tapınağı’nın kuzeyinde bulunan kapının ortasında bir büyük; yanlarında iki küçük kemerli girişi vardır. Üzerindeki kitabede, depremde zarar gören kapının Roma İmparatorları Arcadius (395 - 408) ile Honorius (395 - 423)’un birlikte yönetimleri sırasında önemli ölçüde onarım gördüğü yazılıdır. Anıtsal nitelikli kapının çeşitli yerlerindeki konsollarda vaktiyle heykel ve büstlerin yer aldığı anlaşılmaktadır. “Zafer Takı” görünümlü bu muhteşem yapı Zafer Kapısı olarak anılır.
Tiyatro
Roma İmparatorları Marcus Aurelius (161 - 180) ile Lucius Verus (161 - 169)’un birlikte yönetimleri sırasında yapılmış olduğu burada bulunan bir yazıttan anlaşılmaktadır. Yer olarak doğal çukur bir arazi seçilerek oturma basamakları arazinin meyilinden faydalanılarak yapılmıştır.
Helenistik Anıtmezar
Uzuncaburç beldesinin güneyindeki bir tepe üzerinde yapılmış olan anıtmezar Dor biçimindeki mimarisi ile yörede tektir. Piramit çatılı, 15 m yüksekliğindeki mezar anıt 5,5 m X 5,5 m ölçülerinde kare planlıdır. 2300 yıllık anıtmezarın Selefkoslar veya Olba Krallığının yöneticilerinden birine ait olduğu tahmin edilmektedir.
Helenistik Yüksek Kule
Şehri çevreleyen surların kuzeydoğu kenarında bulunan 5 katlı kule 16 m X 13 m oturumunda ve 23 m yüksekliğinde olup yapımında hiç harç kullanılmamıştır. Her katı kendi içinde bölümlere ayrılmış olan kule, yöneticilerin yaşadığı bir mekân olduğu kadar, tehlike anında halkın sığındığı ve şehir hazinesinin korunduğu güvenli bir yer olarak ta kullanılmaktaydı. Kule kapısı üzerindeki yazıttan, M.Ö. III. yüzyılın 2. Yarısında Tarkyares tarafından yaptırılmış olduğu anlaşılan kule, geçirdiği yangın sonucu vali Petronius’un emriyle İS III. yy solarında onarım görmüştür. Eski paraların üstünde amblem olarak kullanılan bu gözetleme ve barınma kulesi yüksek oluşu nedeniyle bugünkü beldenin ismine de kaynak olmuştur: Uzuncaburç.
Kiliseler
Hıristiyanlığın bölgeye gelmesiyle, V. yy.da Zeus Tapınağı’ndan dönüştürme kiliseden başka üç kilise daha yapılmıştır. Bunlar, kule yakınındaki Stefanos Kilisesi, nekropoldeki Mezarlık Kilisesi ve tiyatro yanındaki küçük bir kilisedir. Bunlardan çok az kalıntı mevcuttur.
Nekropol
Kentin kuzeyindeki bir vadinin her iki yamacına yayılmış olan nekropol sahası, hem Helenistik, hem Roma, hem de Bizans dönemlerinde kullanılmış olup kaya oyma çok sayıda mezar vardır.
Ura (Olba)
Uzuncaburç’un 4 km doğusundaki Ura, Helenistik dönemde Olba Krallığı’nın merkezi ve önemli bir ticaret şehri idi. Bir tepenin üzerinde kurulmuş bulunan antik kentten günümüze kadar gelebilmiş kalıntılar arsında çeşme binası, su kemeri, evler, tiyatro ve nekropol bulunmaktadır. Buradaki en önemli yapıtlardan biri olan çeşme binası Septimus Severus (İS 193 - 211) zamanında yaptırılmıştır. Lamus Deresi’nden alınan su kanal, tünel ve akuadüklerle bu çeşmeye akıtılıyordu.
Diğer bir önemli eser İse nekropolün bulunduğu vadi üzerine kurulmuş, 150 m uzunluğunda, 25 m yüksekliğinde dört kemerli akuadüktür. Bu su kemerinin korunması ve çevrenin gözetlenmesi için kuleler inşa edilmiş olması yapının önemini göstermektedir. Antik çeşme ile aynı dönemde yapılmış olan su kemeri, Bizans İmparatoru II. Justin yönetimi sırasında, 566 yılında onarım görmüştür. Çeşmenin yanında bulunan tiyatro binasından bazı oturma basamakları ile sahnenin bir bölümü günümüze dek kalabilmiştir.
Olba kentinin oldukça geniş olan nekropol sahasında kaya mezarları ve lahitler görülebilir.
Gözlükule
Neolitik Çağda (M.Ö. 5000) toprak tepe üzerinde kurulmuş en eski medeniyeti yaşamasıyla Anadolu kültürüne ışık tutan önemli yerleşim merkezlerinden biridir. İlk çağda Tarsus limanı olarak kullanılmıştır. Şehrin güneydoğusunda bugün park olarak ağaçlandırılmış 300 m. uzunluğunda ve 22 m. yüksekliğinde bir höyüktür.
Burada 1934-1938 ve 1947 yıllarında Hetty Goldman tarafından yapılan Arkeolojik kazılarda, Neolitik dönemden İslam dönemine kadar çeşitli yapıtlar bulunmuştur.
Neolitik döneme ait, sıva parçaları, opsidon araç ve gereçler, ok uçları, küçük mızraklar, seramikler, Kalkolitik döneme ait içerisinde ölülerin gömüldüğü küpler, testi ve çömlekler, aynı mimari tarzda yapılmış üst üste ev tabanları.
Tunç dönemine ait Tunç silahlar, mühürler, dörtgen planlı taş ve kerpiç evler gibi ilk mimari kalıntıları. Bu çağda kentleşme ve sınıflaşma ortaya çıkmış, kent yangından sonra surlarla çevrilmiştir. Hitit döneminde Kuziwatna Kralı Isput Ahşu ile Hitit Kralı Telepinus arasında yapılan anlaşmanın küçük bir bölümü, Gözlükule'de bu anlaşmayı yapan isput Ahşu'nun çevresi çivi ile yazılı, ortası Hiyeroglif bir mührü, Hitit kralı 3. Hattuşil'in karısı Hepa'ya ait mühür, bir arazi bağışı ile ilgili bir çivili yazılı Hitit tableti, bir din adamı tasvir eden kristal bir heykelcik ve Boğazköy surlarına benzer bir kale kalıntıları bulunmaktadır. Gözlükule'de çıkarılan eserler Adana Müzesi'nde sergilenmektedir.
Donuktaş
İlçenin, Tekke Mahallesinde bulunan Donuktaş İlçedeki anıtların en eskisi olarak bilinmektedir. Yapı özellikleri ile bir Roma mabedi olması muhtemeldir.
Dikdörtgen şeklinde iç içe bölümleri bulunan çok eski bir yapıdır. Tekke Mahallesindedir.
Gayet kalın dış duvarların boyu 115 m., yapının genişliği dıştan dışa 43 m, yüksekliği 7 m, kalınlığı 6.60 m.dir. Prof. Nezahat Baydur'un yürüttüğü kazı çalışmalarından, bu yapının tapınak olduğu anlaşılmıştır.
Donuktaş'ı gezen gezginlerden Sefir Barbaro, 1545 yıllarında yazdığı eserinde buranın bir saray olduğunu yazar, Hollanda'nın Tarsus Konsolosu Barker, 1835'de yazdığı "Kilikya" adlı eserinde "Donuktaş bir kral ailesi mezarıdır. Fakat Serdanapol'ın mezarı değildir. Çünkü Serdanpol Ninova'da yakılmıştır." Demektedir. Donuktaş bazı kitaplarda da Jupiter Mabeti olarak geçmektedir. Bir efsaneye göre Donuktaş bir hükümdarın sarayı olup Gözlükule üzerindeymiş, Hükümdar burada kızı ile yaşarmış, zamanın peygamberi bu hükümdara darılarak sarayına tekme vurmuş. Saray ters dönerek yuvarlanmış ve bugün bulunduğu yere düşmüş.