Sponsorlu Bağlantılar
Mardin'de Kız İsteme - Söz Kesme Nişan - Düğün...
Dünyamızda yaşayan ve yuva kurmak suretiyle üremeleri öngörülen canlı varlıklar içerisinde ilk sırayı hiç kuşku yok ki, İnsan almaktadır.
Bir erkek ve bir dişiden oluşan çift, kurduğu yuvada yaşamını sürdürmekte ve üremektedir. Bu işlevlerini yerine getirirken öncelikle bulunduğu yörenin ve sonra birlikte yaşadığı toplumun örf ve adetlerine, gelenek ve göreneklerine uymak zorundadır.
Klan döneminden bugüne kadar gelen insanların evlenip yuva kurmaları zaman süreci içerisinde demokratik düzene gelinceye kadar şekillenmiş ve en son olarak, evlenen karı ve kocanın her türlü hak ve hukukları yasalarla korunarak düzene sokulmuştur.
Ancak, her ne hikmetse gelin-kaynana”hame- kınne” çekişmesi ise, bir türlü bitmek nedir bilmemiş ve zaman içerisinde belki de gid gide daha da sivrilmiş, veyahut daha da ağırlaşmıştır.
Gelin kaynana çekişmesi kesintisiz olarak zamanımıza kadar bütün haşmeti ve azametiyle süregelmiştir.
Açık söylemek gerekirse, dünya kuruldu kurulalı GELİN-KAYNANA kavgası, alabildiğine devam etmiş bilinçsiz olarak, dur durak bilmeden bize kadar ulaşmıştır.
Gelin-kaynana kavgaları, klişeleşmiş anlamsız olaylar yumağı olarak toplumların her kesiminde ilden ile, kasabadan kasabaya, köyden köye her ne kadar bazı farklılıklar gösteriyorsa da, bu anlamsız kavgalar üç aşağı beş yukarı, hep aynı şekilde ve aynı biçimde ve tarz da ve de ayni gerekçelerle iki tarafın zıtlaşması ile sürdürülmüştür.
Gelin-kaynana zıtlaşmasının temelinde yatan gerçek, her iki tarafın adalet ölçüsünü, insaf ve merhameti, örf/adet, gelenek ve görenekleri bir yana iterek, kendi egolarının tutsağı olarak, her konuda haklı olduklarını kanıtlamak ve üste çıkma isteklerinden kaynaklanmaktadır.
Bütün benliğini kapris ve kıskançlığın güdümüne tutsak eden kaynana diye nitelendirilen oğlan anası, kaynana konumuna gelmeden önce herkes tarafından her konuda normal düşünen, gerektiğinde danışılan, öğütleri dinlenen saygın bir kişi olarak kabul ediliyorken, kaynana olduktan sonra, geline karşı gösterdiği tavırlar nedeniyle saygınlığına gölge düşürür, danışılmayan, sözlerine güvenilmeyen, kavgacı, gelin düşmanı bir canavar gibi nitelendirilerek itibar kaybına uğramaktadır.
Geline göre Kaynana, gelin tarafından mağdur edilmiş, her nevi hak ve yetkileri elinden alınmış, herkese haklı olduğunu ısrarla kabul ettirmeye çalışan ruhsal dengesi bozuk, sinirleri felç olmuş, agresif bir tip olarak tanımlanmaktadır.
Kaynanaya göre gelin ise, bir an olsun boş durmayan, kaynanayı çatlatacak derecede türlü çeşitli melanet üreterek ortalığı toza dumana boğmayı pek de güzel beceren, bir sırtlan olarak nitelendirilmektedir.
Kaynana açısından gelin, molla pabucu kadar uzun olan dilini olabildiğince uzatarak lafınızı ağzınıza tıkamasını bilen uyanık, laf ebesi, geveze, zevzek birisi olarak gösterilmektedir.
Bu ahval ve şerait altında gelin-kaynana birbirlerini yerken altta kalan damat bu çekişmenin bedelini çok ağır ödemek durumunda kalmaktadır.
Damadın ne durumda olduğu ne gelini ve ne de kaynanayı hiç mi hiç ilgilendirmemektedir. Atalarımız boşuna bu konuya uyan birde ata sözü üretmişler.
Atalarımız "keskin sirke küpüne zarar verir" demişler ama, gelin-kaynana kavgalarında meydana gelen her nevi maddî ve manevî hasarı-zararı esefle belirteyim ki, onların yerine zavallı damat çekmektedir.
Yani, Kaynana ve gelinin bu olağanüstü tepişmesinin faturası ne yazık ki, her olayda olduğu gibi bu tür sürtüşmelerden uzak kalan, olası kavgalarla hiçbir ilgisi ve bilgisi olmayan "alavere dalavere Kürt Memet nöbete" olayında olduğu gibi “olayla ilgisi bilgisi olmayan yani “ğır u ğafıl- " durumunda kalan damada çıkarılmaktadır.
Zavallı damat "ye veleed aleyk"!.. Sanki bir ELMA gibi mübarek. Elmanın tamamı öz annesine veya başka bir deyişle Kaynana hazretlerine ait iken, dışarıdan gelen yedi yabancı bir kaşık düşmanı el kızı, bunun en az yarısına sahiplenmek istemektedir. “Di gel alo çatlama” Yok yarısı yetmez, tamamı olsun diyerek uyanık kaynanaya rağmen, ortalığa pislik atmaya başlar.
Sormazlar mı adama, "kımmete bıçi-külahın kaça" diye. Yedirirler mi adama?
Gelin tarafından elde edilen bu haksız kazanımdan doğan sahiplenmenin kaynana tarafından bir türlü sindirilemez oluşu, gelin ile kaynana arasında meydana gelen kavgalara zemin oluşturmakta ve televizyonda ibretle seyretmekte olduğumuz Meksika dizileri gibi ömür boyu sürüp gitmektedir.
Bu bitmeyen kavga illetine yakalanan gelin ve kaynana, birbirlerini iğnelemek, aşağılamak, rahatsız etmek için zihinlerini zorla*****, hiciv edebiyatına birçok dörtlükler kazandırmışlardır. Gelinin, kaynanaya sataşmak için şiire döktüğü,
EVE SERDİM KİLİMİ
TUT KAYNANA DİLİNİ
AKŞAM OĞLUN GELENDE
KIRAR KAMBUR BELİNİ
dizelerini tespih çeker gibi bazen sesli bazen sessiz bir biçimde akşama kadar mırıldanarak kaynanasının asabını bozmaya, sinirlendirip onu yanlış şeyler yapmağa adeta zorladığına tanık olursunuz.
Gelinin sitemini ister istemez duyan veyahut hisseden kaynana da hiç boş durur mu? Karşı taarruza geçerek,
DAM BAŞINDA YATIYOR
YEL YORGANI ATIYOR
ÖTE VAR KURU GELİN
KEMİKLERİN BATIYOR
gibi dizelerle gelini iğnelemeğe çalışır. İş bununla kalsa yine iyi. Ama her iki taraf da birbirlerini kızdırmak için bir sürü atasözleri ve vecizelerle olabildiğince “sinir savaşını” yıl, üç yüz altmış beş gün, bıkmadan usanmadan bu çekişmeyi – atışmayı sürdürürler.
İşin en tehlikeli yanı ise, bu sinir savaşının kronikleşerek ileride “dünür savaşı” na dönüşmesidir.
Geline karşı amansız bir iç savaş açan o çürük dişli, cadı kaynana, kendisinin de geçmişte gelin olduğunu hiç hesaba katmamadan dur durak bilmeden boyuna gelin aleyhinde slogan üretmek için zihnini beynini zorla***** “Yeni gelininin gözü kör olur” veyahut “Kadın var basbayağı, kadın var ev dayağı” gibi vecizeler yaratarak gelini kızdırmaya çalıştığını görürsünüz.
Yalnız dünyadaki tüm kaynanaların tamamı kötü değildir herhalde. İçlerinde iyi olanları da vardır, iyi yörede yetişeni de.
Örneğin, Dünya küresi üzerinde gelmiş geçmiş ve gelecek kaynanaların en yumuşağının ve en uyumlusunun MARDİN’ de yetiştiğini gönül rahatlığı ile size söyleyebilirim.
Gelin-kaynana ikilisinin gözle görülen uyumlarının nereden kaynaklandığını kesin olarak bilmiyorum ama, kanımca bu özellik, Mardin’in, tarihi İpek yolunun üzerinde oluşunun kazandırdığı yenilikler ile asırlarca kuşatmalarla, talanlarla, istilalarla, savaşlarla uğraşmasından dolayı gelin-kaynananın çekişmek için zaman bulamaması sonucu yumuşak bir imaj vermek zorunda kalmalarının bir sonucu olsa gerek diye düşünüyorum.
Ama ne olursa olsun, "If-ne mın iş şuni buni-bırakın onu bunu", gerçek şu ki; Mardinli kaynanalar gerçekten gelinle en iyi anlaşan cinsten saygıdeğer annelerdir.
Kaynanası ile birlikte oturan ve ayni evi paylaşan bir gelinin yüzde yüz mutluluğundan söz etmek mümkün değildir. Ama, Mardinli gelin her türlü eziyete, cefaya rağmen gelinler içerisinde kaynanaya yüksek bir tahammül göstererek birlikte yaşamayı başarmıştır.
Dünyada kaynanası olan bir gelinin mutluluğundan söz etmek olası değildir. Kaynana, geline yakın olsa da uzak olsa da bu hal değişmez.
Dünyada bir tek gelinin mutluluğundan söz edilir. Kim diye merak ediyorsunuz değil mi?.. Söyleyeyim. 0 bir numaralı gelin HAVVA ANAMIZ’ dır. Zira Hazreti Ademin annesi yoktu.
Her ne kadar kaynanalar bilerek veya bilmeyerek, haklı veya haksız olarak taşlanıyorlarsa da, Mardin’de kaynanaya düşman kesimi tarafından fazlaca saldırı olmamakta ve arzu edilenden fazla saygı duyulmakta olduğunu belirtmek isterim.
İşin anlaşılması zor yanı ise, Mardin'de kaynanaya HAME denmesidir. Çünkü, Hame kelimesinin bir iyi bir de kötü anlamı vardır. İyi olanı himayeden türeyen ve koruyucu anlamına gelen Hame'dir. Kötü anlamı ise, kuyu diplerinde toplanan çamur- balçık Hame adını alır.
Kaynana işleri sessiz sedasız, gürültüsüz, patırtısız götürüyorsa gelinin koruyucusu olarak himaye eden anlamına gelen HAME adıyla anılmakta, bunun tersini yapan kaynanaya da "çamur" sıfatı uygun görülerek ona göre itibar görmektedir. Kayınbaba da himaye eden baba anlamında, HAMÜ diye adlandırılmaktadır.
İster Hame, isterse Hamü o1sun, her ikisi de himayeden türemiş iki kelimedir. Anlayacağınız, himaye eden, koruyan demek oluyor.
Bu koruyucular kimi koruyorlar acaba, diye soracak olursanız, tabii ki GELİN hanımı koruyorlar cevabını alırsınız. Herhalde, Cımmo’nın karısı Sılto’yu korumuyorlar değil mi efendim,.
Yeri gelmişken birde ”kuma”dan yani, Zırra’dan bahsedeyim. Hamu ve Hame nasıl koruma ile ilgili ise Zırra’da zarar verme işi ile ilgilidir. Bunun böyle olduğunu pek düşünen olmaz. Ama doğrusu budur. Mardinli ne de güzel. bulmuş Kuma’nın karşılığını. Zırra”zarar veren” olarak adlandırmış.
İşte Mardinlinin inceliği burada yatıyor. Öyle ya. Kuma gerçekten, ilk eş olan bayana her bakımdan zarar veriyor. Kuma aslında anlamsız bir kelimedir ve nereden türediği de belli değildir.
Ama ZIRRA dedin mi, cük oturuyor. Allah cümle hanımlarımızı zırra’ lardan korusun.
Efendim, bu yazı dizimizde size Mardin’de KIZ İSTEME-NİŞAN veya (ŞERBET) Nikâh ve DÜĞÜN merasimlerinin nasıl yapıldığını, kimlere ne gibi görevler düştüğünü, ailelerin bu konudaki davranışları ile neden böylesine şartlı, şurtlu, adaplı, erkanlı merasimlere yöneldiklerini bir bir anlatacağım.
Bu yazı dizisinden sıkılacağınızı tahmin etmiyorum. Zira, Mardin’deki kız isteme, nişan, düğün gibi merasimlerin nasıl yapıldıklarını hepinizin merak ettiğini hisseder gibiyim.
Dünyanın dört bir yanında “yuva kurmak” belli başlı birkaç kurala bağlıdır. Toplumun kültür düzeyi, çağdaş, gelişmiş veya az gelişmiş olsa bile, bu prensipler, bu merasimler üç aşağı beş yukarı hep aynidir ve biri diğerine az çok benzemektedir.
Özellikle Türkiye’mizde, ev kurma işlevi, her yörenin, Örf-Adet, Anane, Gelenek ve Göreneklerine göre şekillenir. Mardin’de bu işlev, tüm yörelerimizin gelenek ve göreneklerinin birer hülâsasıdır diyebilirim.
Mardin’li bu Gelenek ve Görenekleri bir güzel analiz etmiş, kendisine yarayan ve mantıklı olanı almış, gerisine pek itibar etmemiştir.
Bazı yörelerimizde “ev kurma” konusunda hâlâ uygulanan, yürürlükte olan öylesine mantıksız gelenek ve görenekler var ki şaşar kalırsınız.
21 asıra adım attığımız şu günlerde, fezada uydular cirit atarken, bilgisayarla her türlü hizmetin görüldüğü bir devirde böylesine garip ve insanın kabul edemeyeceği tarzda mantıksız göreneklerin kabul görmesi insana hüzün ve üzüntü veriyor.
Dilerseniz bu garipsediğimiz törelerden bir kaçını sırf spor olsun diye birlikte görelim.
Maksadımız bu mantık dışı olan töreleri uygulayan yörelerimizi aşağılamak veyahut onların onurları ile oynamak değildir. Sadece 21. asırda ülkemizde hâlâ böylesi ilkel törelerin bulunabileceğini belirtmek içindir.
Yörelerimizin birinde gelinlik kızları olan aileler, evlerinin damının sokaktan gözükecek bir yerine, boş bir şişeyi kıç üstü oturturlar. Bu boş şişe, o evde evliliğe hazır bir gelin adayının mevcut olduğunu ve isteyenin bu kızı istemeğe gelebileceğini belirtmek içinmiş.
Şayet bu boş şişe dama tepesi üstü oturtulmuşsa, o evde dul ve evlenmek arzusunda olan bir bayanın var olduğunu belirtirmiş.
Daha başka bir beldemizde de, arzu ettiği kızı uygun bulmayıp istemeğe gitmeyen ana ve babasına isyan ettiğini belirtmek isteyen delikanlının, anasının ayakkabısını kapının eşiğine çivilediğini, veya sofraya gelen pilâvın ortasına kaşık diktiğini görürüz.
Bu tarz hareketler, bir Mardinli için hiç bir anlam ifade etmemektedir. 0 en doğru ve mantıklı yolu seçmiş ve o yolda devam etmektedir.
Önce size Mardinlilerin evlilik konusundaki fikir ve düşünce tarzlarından bahsedeyim.
Genel olarak, bir Mardinli, ileride boşanırım veya boşanabilirim düşüncesiy1e asla evlilik girişiminde bulunmaz.
Mardinli kadın olsun erkek olsun, evliliği kutsal, iyisiyle, kötüsüyle, tatlısıyla, acısıyla, sevinciyle, kederiyle, taaa mezara kadar, eşlerin birlikteliklerinin sürebileceği bir kurum olarak görür.
Bu düşünce ile yola çıkan Mardinli, bu işi tek başına asla yapmaz. Mutlaka yanına iki garantör aile olarak kendi ailesi ile gelinin ailesini birlikte sürükler.
Şimdi Mardinlilerin evlilik konusunu nasıl bir dantel iş1er gibi, bir inci dizer gibi, her taşı yerine oturtmak suretiyle sağlam bir temele dayandırarak nasıl yuva kurduklarını görelim.
Tabii birlikte yapılan bu tarz hareketten, sonuçta evlenen çift te, onları evlendiren iki aile de kazançlı çıkmaktadır.
Çünkü eşler arasında çıkabilecek en ufak bir zırıltıda, GARANTOR DEVLETLER (kızın ailesi ile oğlanın ailesi) hemen işe el atarlar, haklı, haksız tespit edilir, kulak çekilecekse çekilir, azarlanacak birisi varsa azarlanır, her iki tarafa AYN HAMRA Ü vinç MAFI- ihtar, tekdir gibi sözlü cezalar verilerek sonuçta evlilik kurumunun eskisi gibi sürdürülmesi sağlanır.
Bu kadar sağlam bir temele dayandırılan bir yuvanın yıkılmasının ne kadar zor olduğunu belirtmeme gerek yoktur sanırım?
Namusla ilgili ekstradan fevkalade, aşırı kumar, alkole uyuşturucuya bağımlılık, yüz kızartıcı fiil, gibi zorlayıcı sebepler olmadıktan sonra, hiç bir Mardinli eşinden boşanmak suretiyle yuvasını dağıtmaz.
Hiç dikkatinizi çekti mi?. Boşanmış bir Mardinli tanıyor musunuz? Hele bir hafızanızı zorlayınız? Belki bir veya iki aile sayabileceksiniz, veyahut ta hiçbir aile.
İşte bunun nedeni, en başta Mardinlinin evlilik konusuna verdiği önemden ve hassasiyetten dolayıdır. Ayni zamanda mantıksal törelerine olan bağlılığından ileri gelmektedir.
Şayet günün birinde boşanmış bir Mardinliye rastlarsanız, neden boşandığını hiç kimseye sakın sormayın. Neden boşandığını size anlatayım.
Boşayan veyahut boşanan kişi kesinlikle, “KENDİN PİŞİR KENDİN YE” usulü bir evlilik yapmıştır.
Yani sokakta bulmuş, anne ve babasının bilgisi dışında anlaşmış, karşı taraf ta, aynı minval üzere hareket etmiş ve bir kalemde GARANTOR AİLELERİ ortadan kaldırarak topal bir evlilik yapmıştır.
Eşler arasındaki kavgalarda araya girecek, olaya el koyacak, yangını söndürecek kimse yoksa, anlaşamayan çiftler “Kendin pişir kendin ye” usulüyle evlendiklerinden bu evliliğe son verirken "kendim ettim kendim buldum" türküsü söyleyerek yuvalarını dağıtırlar.
Bu tür olaylar klinik olaylardır. Çok ender rastlanır. Şahsen ben eşinden boşanmış bir Mardinliye hiç rastlamadım, boşananı duymadım ve bilmiyorum.
Ayrıca Mardinliler arasında boşanmaların olmayışı, gerek Mardinli hanımların ve gerekse erkeklerin evlilik konusunda çok iyi yetiştirilmiş olmalarından da kaynaklanmaktadır.
Mardinli kadın, dörtdörtlük bir ev hanımı, tek kelime ile bir hanımefendidir. Mardinli ev hanımı, evinin, mutlak hakimidir. Ayni zamanda yuvasının hem Genel Müdürü hem de odacısıdır.
Eşi, çocukları ve ailesi o’nun için birer tutkudur. Mardinli kadın, zekidir, akıllıdır, fedakârdır, toleranslıdır, hamarattır, el becerisi çoktur, yuvasının esiri ve koruyucu meleğidir.
Bu olağanüstü yetenekleri ile kocasını öylesine bir bağlar ki, japon yapıştırıcıdan daha kuvvetli, kopması mümkün değildir.
Mardinli kadın, cesur, yaratıcı ve yapıcı bir zekaya sahiptir. İster tahsilli olsun, isterse olmasın, hiç okuma yazması olmasın bu özellikler hiç değişmez ve her Mardinli kadında mevcuttur.
Eğer Mardinliler arasında boşanmalar ve ayrılmalar olmuyorsa bunun tek etkeni Mardinli kadının olgunluğudur. Kadın, bu olgunluğu sonucu erkeğini evine bağlar. Her yükselen bir Mardinlinin arkasında mutlaka karısı vardır.
Mardin kadını mükemmeldir de, Mardin erkeği mükemmel değil midir yani? Olur mu öyle şey. Mardinli erkek te eşinden aşağı kalmayan özellikler taşıyan harikalar yaratan bir aile babasıdır.
Mardinli erkeklerin büyük bir bölümünün her haliyle mükemmel olduğunu, arada bir canavarlaşmış erkeklerimizin de tek tük var olduğunu da üzülerek belirtmeliyiz.
Mükemmel olan erkeğe bir diyeceğimiz yoktur ama, canavar olan erkek , eşinin bu yüceliği karşısında evde, haza kedi gibi, kedi de ne demek, pisi pisidir mübarek. İcabında kazaen bir halt karıştırsa, bu Canavar erkek, yaptığı rezilliği eşi duymasın diye kim bilir neleri feda etmez ki.
Tabii bu zatlar Mardin erkeklerinin toplam sayısı içerisinde devede tüy bile olamazlar. Zaten nesli tükenen cinsten şeyler. Belli bir yaştan sonra iğne yemiş balon gibi, fisss diye söner giderler ve O akıllı, zeki kadının eline düşerler. Tıpkı kapana kısılan fare gibi. Tabii bu tür kişiler hem çok azınlıkta ve hem de ender rastlanan cinsten dengesi bozuk kişilerdir.
Mardinli kadın erkeğinin her açıdan performansını diri tutmak için genellikle keyfe keder eyleme girer ve afaki olarak da, kocasından şikayetçi olur.
Bu şikayet bir nevi nazlanma,"ben buradayım arkadaş" der gibi bir duygu ile veyahut dağınık olduğunu zannettiği dikkatini bir noktaya odaklamak için şikayet ediyor sanki. Bu tür şikayet İnsana pek ciddi bir görünüm vermiyor hani.
Şikayetçi bayana, şikayet ettiği konuları sorduğunuzda da, ondan aklı başında mantıklı bir cevap alamazsınız. Zira o da, sırf spor olsun diye öylesine şikayet ettiğinden neden şikayetçi olduğunu kesin olarak pek bilmez.
Bana kalırsa, Mardinli kadın bu şikayetin altında da nitelik ve nicelik bakımından cinlik bir düşüncenin yattığını kocası üzerinde en yüksek dozdaki otoritesini tesis etmek veya azalan otoriteyi daha da sağlama almak için baş vurduğu bir yol olsa gerek gibi geliyor bana, ne der siniz, yanılıyor muyum?
Bu konuda birkaç sondaj ve araştırma yaptım, bu sebeple bu kanıya vardım. Bunu da bir bilgi olsun diye Mardinli erkeklere iletiyorum.
Ey Mardinli erkekler... Şayet eşiniz sizden şikayetçi olursa, aldırmayın, bu şikayeti size olan bağlılığının bir göstergesi olarak görünüz ve şikayetlere kulak asmayınız. Ama sakın ha, şımarmayın.
Mardinli erkeği yücelten karısıdır demiştim. Evet gerçektende bu böyledir. Mardinli kadının onuru her şeyin üstündedir.
Evliliğinin yürüyemeyeceğini anladığı anda, en uygar yoldan yaşam savaşını tek başına göğüslemek üzere yola koyulur.
Mardinli kadın iş bilir, maharetli ve el becerileri çoktur. Aç kalmaz. Onda istikbal korkusu ve endişesi yoktur. En kötü şartlarda dahi, hizmetçilik yapar, meşru yollardan nafakasını temin eder, hiç kimseye el avuç açmaz, ne vicdanına ve ne de namusuna leke getirmez.
Hiç kötü şöhret yapmış bir Mardinli kadın duydunuz mu? Duyamazsınız, göremezsiniz, çünkü, Mardinli kadın aciz değildir. Onurludur, tufeyli, asalak ve ianeci bir tıynette değildir. Ondaki bu özellikler varken ve gelecek korkusu yokken neden yanlış yolu seçsin ki..
İşte, Mardinli kadının bu denli büyüklüğü Mardinli erkeğin düzenli, evcil ve aranan bir erkek tipi olmasını gün ışığına çıkarmıştır.
Onun için Mardinli bir erkekle evlenen kadın nasıl mutlu oluyorsa, Mardinli bir kadınla evlenen erkek te, ayni şekilde mutlu bir yaşam sürer.
Kimileri Mardinli erkekleri KILIBIK’lıkla itham ederler. Bu bir bakıma doğrudur. Eşine sadık ve eşinin sözünden çıkmayan bir efendi, tartışmasız bu özelliğe sahip olur. Ama gel gör ki kazın ayağı böyle değil.
Kadın Mardinli olursa ister istemez erkek su katılmamış kılıbık olmak zorundadır.
Zira, karısı şefkatiyle, sevgisiyle, özverisiyle, aşkıyla, meşkiyle, aklıyla, zekasıyla onu öyle sıkı sıkıya bağlamış ki, öylesine bir sarhoş etmiş ki, mübarek gözünün önünü göremeyecek kadar deli divaneye dönmüş bir efendi olmuş çıkmıştır. Fena mı yani. Beyaz teslim bayrağı bayrağını vermiş eline salla ha salla.
Sonra eskiden kılıbıklar eşlerinden dayak falan yerlermiş, ne ayıp şey değil mi? 21. asırda artık, insan hakları var, Helsinki senedi var, Paris antlaşması var, demokrasi var, özgürlük var, bu nedenle ne dayak var nede kötek. Dayak; okullarda, Polis Karakollarında, asker ocağında bile kullanılmıyor artık.
Esasında Mardinli erkek te, sorumluluk bilinci tam, şefkatli, çalışkan, iş bilir, evcil, gözü dışarıda olmayan, hayatının her saniyesini eşi ve çocukları ile yudum yudum içmeğe gayret sarf eden mükemmel bir baba, iş olduğunda zaman mefhumu tanımayan ve aralıksız 24 saat çalışabilecek performansta olan, emeklilik kavramını tanımayan, iki ayağının üzerinde durabildiği müddetçe çalışmasını sürdürebilen acayip bir aile reisidir. Hülâsa Mardinli erkek, çok iyi bir eştir.
Mardinli erkek lider yaradılışlıdır. Yani anadan doğma şeftir. Pek kimsenin emri altında çalışmaktan hoşlanmaz. Ne yapar eder, kendi tezgâhının mutlak sahibi olmak için çırpınır ve tezgâhının sahibi olur.
Hiç dikkat ettiniz mi? Süfli işte çalışan bir Mardinli gördünüz mü? Veyahut bir başka deyişle, basit işler yapan bir Mardinli tanıyor musunuz? Belki bir iki kişi vardır. Ancak, onların da mutlaka bir illetleri, bir sorunları vardır.
Mardinli erkek, her türlü harcamalarına özen gösteren tutumlu, har vurup harman savurmayan, hesabını kitabını bilen bir kafa yapısına sahiptir.
Yaşamayı ve yaşatmayı sever. Teknolojinin bütün nimetlerinden azami derecede yararlanma yollarını arar ve istediğini elde etmek için gecesini gündüzüne katarak çalışır.
Kültürlü ve ileri görüşlüdür. Yobaz değildir. Uygar toplumların en uygar olanına dahi, taş çıkartacak kadar uyum sağlamakta zorlanmaz.
Mardinli erkek politikayı pek sevmez. Ama bilinçlidir. Genel seçimlerde kime oyunu vereceğinin bilincindedir ve en doğrusunu yapar.
Örneğin; 1950 seçimlerinde gayet açık bir biçimde, iki sağcı, iki solcu, bir bağımsız milletvekiline oy vermekle siyaset alemindeki normal düşüncelerini göstermişti.
Mardinli, hayat arkadaşını hiç kimsenin baskısı olmadan kendi özgür iradesi doğrultusunda seçer. Bu seçiminin sonucunu en yakın aile bireyine aktarır.
Böylece bu konunun tartışması yapılır. Olumlu sonuç alındığında, zaman yitirilmeden derhal istenmek üzere kız evine baş vurulur.
Bu tarz, dışardan görü1düğü üzere sanki bir görücü usulü gibi görünüyorsa da, asla öyle değildir. Çünkü, bizlerde kadın erkek arasında kaç göç olmadığı için, kız ve erkek birbirlerini daha önceden birçok kez görmüş, tanımış, birlikte sohbet etmiş veyahut herhangi bir toplulukta bir araya gelmişlerdir.
Her ikisinin özgür iradesi doğrultusunda töre işlemeğe başlar. Törenin gidişatını aileler yürütür ve onların himayesinde her şey titizlikle en ince ayrıntısına kadar yapılır.
Şimdi de izninizle bu merasimleri sırasıyla görelim. Önce;
Dünyamızda yaşayan ve yuva kurmak suretiyle üremeleri öngörülen canlı varlıklar içerisinde ilk sırayı hiç kuşku yok ki, İnsan almaktadır.
Bir erkek ve bir dişiden oluşan çift, kurduğu yuvada yaşamını sürdürmekte ve üremektedir. Bu işlevlerini yerine getirirken öncelikle bulunduğu yörenin ve sonra birlikte yaşadığı toplumun örf ve adetlerine, gelenek ve göreneklerine uymak zorundadır.
Klan döneminden bugüne kadar gelen insanların evlenip yuva kurmaları zaman süreci içerisinde demokratik düzene gelinceye kadar şekillenmiş ve en son olarak, evlenen karı ve kocanın her türlü hak ve hukukları yasalarla korunarak düzene sokulmuştur.
Ancak, her ne hikmetse gelin-kaynana”hame- kınne” çekişmesi ise, bir türlü bitmek nedir bilmemiş ve zaman içerisinde belki de gid gide daha da sivrilmiş, veyahut daha da ağırlaşmıştır.
Gelin kaynana çekişmesi kesintisiz olarak zamanımıza kadar bütün haşmeti ve azametiyle süregelmiştir.
Açık söylemek gerekirse, dünya kuruldu kurulalı GELİN-KAYNANA kavgası, alabildiğine devam etmiş bilinçsiz olarak, dur durak bilmeden bize kadar ulaşmıştır.
Gelin-kaynana kavgaları, klişeleşmiş anlamsız olaylar yumağı olarak toplumların her kesiminde ilden ile, kasabadan kasabaya, köyden köye her ne kadar bazı farklılıklar gösteriyorsa da, bu anlamsız kavgalar üç aşağı beş yukarı, hep aynı şekilde ve aynı biçimde ve tarz da ve de ayni gerekçelerle iki tarafın zıtlaşması ile sürdürülmüştür.
Gelin-kaynana zıtlaşmasının temelinde yatan gerçek, her iki tarafın adalet ölçüsünü, insaf ve merhameti, örf/adet, gelenek ve görenekleri bir yana iterek, kendi egolarının tutsağı olarak, her konuda haklı olduklarını kanıtlamak ve üste çıkma isteklerinden kaynaklanmaktadır.
Bütün benliğini kapris ve kıskançlığın güdümüne tutsak eden kaynana diye nitelendirilen oğlan anası, kaynana konumuna gelmeden önce herkes tarafından her konuda normal düşünen, gerektiğinde danışılan, öğütleri dinlenen saygın bir kişi olarak kabul ediliyorken, kaynana olduktan sonra, geline karşı gösterdiği tavırlar nedeniyle saygınlığına gölge düşürür, danışılmayan, sözlerine güvenilmeyen, kavgacı, gelin düşmanı bir canavar gibi nitelendirilerek itibar kaybına uğramaktadır.
Geline göre Kaynana, gelin tarafından mağdur edilmiş, her nevi hak ve yetkileri elinden alınmış, herkese haklı olduğunu ısrarla kabul ettirmeye çalışan ruhsal dengesi bozuk, sinirleri felç olmuş, agresif bir tip olarak tanımlanmaktadır.
Kaynanaya göre gelin ise, bir an olsun boş durmayan, kaynanayı çatlatacak derecede türlü çeşitli melanet üreterek ortalığı toza dumana boğmayı pek de güzel beceren, bir sırtlan olarak nitelendirilmektedir.
Kaynana açısından gelin, molla pabucu kadar uzun olan dilini olabildiğince uzatarak lafınızı ağzınıza tıkamasını bilen uyanık, laf ebesi, geveze, zevzek birisi olarak gösterilmektedir.
Bu ahval ve şerait altında gelin-kaynana birbirlerini yerken altta kalan damat bu çekişmenin bedelini çok ağır ödemek durumunda kalmaktadır.
Damadın ne durumda olduğu ne gelini ve ne de kaynanayı hiç mi hiç ilgilendirmemektedir. Atalarımız boşuna bu konuya uyan birde ata sözü üretmişler.
Atalarımız "keskin sirke küpüne zarar verir" demişler ama, gelin-kaynana kavgalarında meydana gelen her nevi maddî ve manevî hasarı-zararı esefle belirteyim ki, onların yerine zavallı damat çekmektedir.
Yani, Kaynana ve gelinin bu olağanüstü tepişmesinin faturası ne yazık ki, her olayda olduğu gibi bu tür sürtüşmelerden uzak kalan, olası kavgalarla hiçbir ilgisi ve bilgisi olmayan "alavere dalavere Kürt Memet nöbete" olayında olduğu gibi “olayla ilgisi bilgisi olmayan yani “ğır u ğafıl- " durumunda kalan damada çıkarılmaktadır.
Zavallı damat "ye veleed aleyk"!.. Sanki bir ELMA gibi mübarek. Elmanın tamamı öz annesine veya başka bir deyişle Kaynana hazretlerine ait iken, dışarıdan gelen yedi yabancı bir kaşık düşmanı el kızı, bunun en az yarısına sahiplenmek istemektedir. “Di gel alo çatlama” Yok yarısı yetmez, tamamı olsun diyerek uyanık kaynanaya rağmen, ortalığa pislik atmaya başlar.
Sormazlar mı adama, "kımmete bıçi-külahın kaça" diye. Yedirirler mi adama?
Gelin tarafından elde edilen bu haksız kazanımdan doğan sahiplenmenin kaynana tarafından bir türlü sindirilemez oluşu, gelin ile kaynana arasında meydana gelen kavgalara zemin oluşturmakta ve televizyonda ibretle seyretmekte olduğumuz Meksika dizileri gibi ömür boyu sürüp gitmektedir.
Bu bitmeyen kavga illetine yakalanan gelin ve kaynana, birbirlerini iğnelemek, aşağılamak, rahatsız etmek için zihinlerini zorla*****, hiciv edebiyatına birçok dörtlükler kazandırmışlardır. Gelinin, kaynanaya sataşmak için şiire döktüğü,
EVE SERDİM KİLİMİ
TUT KAYNANA DİLİNİ
AKŞAM OĞLUN GELENDE
KIRAR KAMBUR BELİNİ
dizelerini tespih çeker gibi bazen sesli bazen sessiz bir biçimde akşama kadar mırıldanarak kaynanasının asabını bozmaya, sinirlendirip onu yanlış şeyler yapmağa adeta zorladığına tanık olursunuz.
Gelinin sitemini ister istemez duyan veyahut hisseden kaynana da hiç boş durur mu? Karşı taarruza geçerek,
DAM BAŞINDA YATIYOR
YEL YORGANI ATIYOR
ÖTE VAR KURU GELİN
KEMİKLERİN BATIYOR
gibi dizelerle gelini iğnelemeğe çalışır. İş bununla kalsa yine iyi. Ama her iki taraf da birbirlerini kızdırmak için bir sürü atasözleri ve vecizelerle olabildiğince “sinir savaşını” yıl, üç yüz altmış beş gün, bıkmadan usanmadan bu çekişmeyi – atışmayı sürdürürler.
İşin en tehlikeli yanı ise, bu sinir savaşının kronikleşerek ileride “dünür savaşı” na dönüşmesidir.
Geline karşı amansız bir iç savaş açan o çürük dişli, cadı kaynana, kendisinin de geçmişte gelin olduğunu hiç hesaba katmamadan dur durak bilmeden boyuna gelin aleyhinde slogan üretmek için zihnini beynini zorla***** “Yeni gelininin gözü kör olur” veyahut “Kadın var basbayağı, kadın var ev dayağı” gibi vecizeler yaratarak gelini kızdırmaya çalıştığını görürsünüz.
Yalnız dünyadaki tüm kaynanaların tamamı kötü değildir herhalde. İçlerinde iyi olanları da vardır, iyi yörede yetişeni de.
Örneğin, Dünya küresi üzerinde gelmiş geçmiş ve gelecek kaynanaların en yumuşağının ve en uyumlusunun MARDİN’ de yetiştiğini gönül rahatlığı ile size söyleyebilirim.
Gelin-kaynana ikilisinin gözle görülen uyumlarının nereden kaynaklandığını kesin olarak bilmiyorum ama, kanımca bu özellik, Mardin’in, tarihi İpek yolunun üzerinde oluşunun kazandırdığı yenilikler ile asırlarca kuşatmalarla, talanlarla, istilalarla, savaşlarla uğraşmasından dolayı gelin-kaynananın çekişmek için zaman bulamaması sonucu yumuşak bir imaj vermek zorunda kalmalarının bir sonucu olsa gerek diye düşünüyorum.
Ama ne olursa olsun, "If-ne mın iş şuni buni-bırakın onu bunu", gerçek şu ki; Mardinli kaynanalar gerçekten gelinle en iyi anlaşan cinsten saygıdeğer annelerdir.
Kaynanası ile birlikte oturan ve ayni evi paylaşan bir gelinin yüzde yüz mutluluğundan söz etmek mümkün değildir. Ama, Mardinli gelin her türlü eziyete, cefaya rağmen gelinler içerisinde kaynanaya yüksek bir tahammül göstererek birlikte yaşamayı başarmıştır.
Dünyada kaynanası olan bir gelinin mutluluğundan söz etmek olası değildir. Kaynana, geline yakın olsa da uzak olsa da bu hal değişmez.
Dünyada bir tek gelinin mutluluğundan söz edilir. Kim diye merak ediyorsunuz değil mi?.. Söyleyeyim. 0 bir numaralı gelin HAVVA ANAMIZ’ dır. Zira Hazreti Ademin annesi yoktu.
Her ne kadar kaynanalar bilerek veya bilmeyerek, haklı veya haksız olarak taşlanıyorlarsa da, Mardin’de kaynanaya düşman kesimi tarafından fazlaca saldırı olmamakta ve arzu edilenden fazla saygı duyulmakta olduğunu belirtmek isterim.
İşin anlaşılması zor yanı ise, Mardin'de kaynanaya HAME denmesidir. Çünkü, Hame kelimesinin bir iyi bir de kötü anlamı vardır. İyi olanı himayeden türeyen ve koruyucu anlamına gelen Hame'dir. Kötü anlamı ise, kuyu diplerinde toplanan çamur- balçık Hame adını alır.
Kaynana işleri sessiz sedasız, gürültüsüz, patırtısız götürüyorsa gelinin koruyucusu olarak himaye eden anlamına gelen HAME adıyla anılmakta, bunun tersini yapan kaynanaya da "çamur" sıfatı uygun görülerek ona göre itibar görmektedir. Kayınbaba da himaye eden baba anlamında, HAMÜ diye adlandırılmaktadır.
İster Hame, isterse Hamü o1sun, her ikisi de himayeden türemiş iki kelimedir. Anlayacağınız, himaye eden, koruyan demek oluyor.
Bu koruyucular kimi koruyorlar acaba, diye soracak olursanız, tabii ki GELİN hanımı koruyorlar cevabını alırsınız. Herhalde, Cımmo’nın karısı Sılto’yu korumuyorlar değil mi efendim,.
Yeri gelmişken birde ”kuma”dan yani, Zırra’dan bahsedeyim. Hamu ve Hame nasıl koruma ile ilgili ise Zırra’da zarar verme işi ile ilgilidir. Bunun böyle olduğunu pek düşünen olmaz. Ama doğrusu budur. Mardinli ne de güzel. bulmuş Kuma’nın karşılığını. Zırra”zarar veren” olarak adlandırmış.
İşte Mardinlinin inceliği burada yatıyor. Öyle ya. Kuma gerçekten, ilk eş olan bayana her bakımdan zarar veriyor. Kuma aslında anlamsız bir kelimedir ve nereden türediği de belli değildir.
Ama ZIRRA dedin mi, cük oturuyor. Allah cümle hanımlarımızı zırra’ lardan korusun.
Efendim, bu yazı dizimizde size Mardin’de KIZ İSTEME-NİŞAN veya (ŞERBET) Nikâh ve DÜĞÜN merasimlerinin nasıl yapıldığını, kimlere ne gibi görevler düştüğünü, ailelerin bu konudaki davranışları ile neden böylesine şartlı, şurtlu, adaplı, erkanlı merasimlere yöneldiklerini bir bir anlatacağım.
Bu yazı dizisinden sıkılacağınızı tahmin etmiyorum. Zira, Mardin’deki kız isteme, nişan, düğün gibi merasimlerin nasıl yapıldıklarını hepinizin merak ettiğini hisseder gibiyim.
Dünyanın dört bir yanında “yuva kurmak” belli başlı birkaç kurala bağlıdır. Toplumun kültür düzeyi, çağdaş, gelişmiş veya az gelişmiş olsa bile, bu prensipler, bu merasimler üç aşağı beş yukarı hep aynidir ve biri diğerine az çok benzemektedir.
Özellikle Türkiye’mizde, ev kurma işlevi, her yörenin, Örf-Adet, Anane, Gelenek ve Göreneklerine göre şekillenir. Mardin’de bu işlev, tüm yörelerimizin gelenek ve göreneklerinin birer hülâsasıdır diyebilirim.
Mardin’li bu Gelenek ve Görenekleri bir güzel analiz etmiş, kendisine yarayan ve mantıklı olanı almış, gerisine pek itibar etmemiştir.
Bazı yörelerimizde “ev kurma” konusunda hâlâ uygulanan, yürürlükte olan öylesine mantıksız gelenek ve görenekler var ki şaşar kalırsınız.
21 asıra adım attığımız şu günlerde, fezada uydular cirit atarken, bilgisayarla her türlü hizmetin görüldüğü bir devirde böylesine garip ve insanın kabul edemeyeceği tarzda mantıksız göreneklerin kabul görmesi insana hüzün ve üzüntü veriyor.
Dilerseniz bu garipsediğimiz törelerden bir kaçını sırf spor olsun diye birlikte görelim.
Maksadımız bu mantık dışı olan töreleri uygulayan yörelerimizi aşağılamak veyahut onların onurları ile oynamak değildir. Sadece 21. asırda ülkemizde hâlâ böylesi ilkel törelerin bulunabileceğini belirtmek içindir.
Yörelerimizin birinde gelinlik kızları olan aileler, evlerinin damının sokaktan gözükecek bir yerine, boş bir şişeyi kıç üstü oturturlar. Bu boş şişe, o evde evliliğe hazır bir gelin adayının mevcut olduğunu ve isteyenin bu kızı istemeğe gelebileceğini belirtmek içinmiş.
Şayet bu boş şişe dama tepesi üstü oturtulmuşsa, o evde dul ve evlenmek arzusunda olan bir bayanın var olduğunu belirtirmiş.
Daha başka bir beldemizde de, arzu ettiği kızı uygun bulmayıp istemeğe gitmeyen ana ve babasına isyan ettiğini belirtmek isteyen delikanlının, anasının ayakkabısını kapının eşiğine çivilediğini, veya sofraya gelen pilâvın ortasına kaşık diktiğini görürüz.
Bu tarz hareketler, bir Mardinli için hiç bir anlam ifade etmemektedir. 0 en doğru ve mantıklı yolu seçmiş ve o yolda devam etmektedir.
Önce size Mardinlilerin evlilik konusundaki fikir ve düşünce tarzlarından bahsedeyim.
Genel olarak, bir Mardinli, ileride boşanırım veya boşanabilirim düşüncesiy1e asla evlilik girişiminde bulunmaz.
Mardinli kadın olsun erkek olsun, evliliği kutsal, iyisiyle, kötüsüyle, tatlısıyla, acısıyla, sevinciyle, kederiyle, taaa mezara kadar, eşlerin birlikteliklerinin sürebileceği bir kurum olarak görür.
Bu düşünce ile yola çıkan Mardinli, bu işi tek başına asla yapmaz. Mutlaka yanına iki garantör aile olarak kendi ailesi ile gelinin ailesini birlikte sürükler.
Şimdi Mardinlilerin evlilik konusunu nasıl bir dantel iş1er gibi, bir inci dizer gibi, her taşı yerine oturtmak suretiyle sağlam bir temele dayandırarak nasıl yuva kurduklarını görelim.
Tabii birlikte yapılan bu tarz hareketten, sonuçta evlenen çift te, onları evlendiren iki aile de kazançlı çıkmaktadır.
Çünkü eşler arasında çıkabilecek en ufak bir zırıltıda, GARANTOR DEVLETLER (kızın ailesi ile oğlanın ailesi) hemen işe el atarlar, haklı, haksız tespit edilir, kulak çekilecekse çekilir, azarlanacak birisi varsa azarlanır, her iki tarafa AYN HAMRA Ü vinç MAFI- ihtar, tekdir gibi sözlü cezalar verilerek sonuçta evlilik kurumunun eskisi gibi sürdürülmesi sağlanır.
Bu kadar sağlam bir temele dayandırılan bir yuvanın yıkılmasının ne kadar zor olduğunu belirtmeme gerek yoktur sanırım?
Namusla ilgili ekstradan fevkalade, aşırı kumar, alkole uyuşturucuya bağımlılık, yüz kızartıcı fiil, gibi zorlayıcı sebepler olmadıktan sonra, hiç bir Mardinli eşinden boşanmak suretiyle yuvasını dağıtmaz.
Hiç dikkatinizi çekti mi?. Boşanmış bir Mardinli tanıyor musunuz? Hele bir hafızanızı zorlayınız? Belki bir veya iki aile sayabileceksiniz, veyahut ta hiçbir aile.
İşte bunun nedeni, en başta Mardinlinin evlilik konusuna verdiği önemden ve hassasiyetten dolayıdır. Ayni zamanda mantıksal törelerine olan bağlılığından ileri gelmektedir.
Şayet günün birinde boşanmış bir Mardinliye rastlarsanız, neden boşandığını hiç kimseye sakın sormayın. Neden boşandığını size anlatayım.
Boşayan veyahut boşanan kişi kesinlikle, “KENDİN PİŞİR KENDİN YE” usulü bir evlilik yapmıştır.
Yani sokakta bulmuş, anne ve babasının bilgisi dışında anlaşmış, karşı taraf ta, aynı minval üzere hareket etmiş ve bir kalemde GARANTOR AİLELERİ ortadan kaldırarak topal bir evlilik yapmıştır.
Eşler arasındaki kavgalarda araya girecek, olaya el koyacak, yangını söndürecek kimse yoksa, anlaşamayan çiftler “Kendin pişir kendin ye” usulüyle evlendiklerinden bu evliliğe son verirken "kendim ettim kendim buldum" türküsü söyleyerek yuvalarını dağıtırlar.
Bu tür olaylar klinik olaylardır. Çok ender rastlanır. Şahsen ben eşinden boşanmış bir Mardinliye hiç rastlamadım, boşananı duymadım ve bilmiyorum.
Ayrıca Mardinliler arasında boşanmaların olmayışı, gerek Mardinli hanımların ve gerekse erkeklerin evlilik konusunda çok iyi yetiştirilmiş olmalarından da kaynaklanmaktadır.
Mardinli kadın, dörtdörtlük bir ev hanımı, tek kelime ile bir hanımefendidir. Mardinli ev hanımı, evinin, mutlak hakimidir. Ayni zamanda yuvasının hem Genel Müdürü hem de odacısıdır.
Eşi, çocukları ve ailesi o’nun için birer tutkudur. Mardinli kadın, zekidir, akıllıdır, fedakârdır, toleranslıdır, hamarattır, el becerisi çoktur, yuvasının esiri ve koruyucu meleğidir.
Bu olağanüstü yetenekleri ile kocasını öylesine bir bağlar ki, japon yapıştırıcıdan daha kuvvetli, kopması mümkün değildir.
Mardinli kadın, cesur, yaratıcı ve yapıcı bir zekaya sahiptir. İster tahsilli olsun, isterse olmasın, hiç okuma yazması olmasın bu özellikler hiç değişmez ve her Mardinli kadında mevcuttur.
Eğer Mardinliler arasında boşanmalar ve ayrılmalar olmuyorsa bunun tek etkeni Mardinli kadının olgunluğudur. Kadın, bu olgunluğu sonucu erkeğini evine bağlar. Her yükselen bir Mardinlinin arkasında mutlaka karısı vardır.
Mardin kadını mükemmeldir de, Mardin erkeği mükemmel değil midir yani? Olur mu öyle şey. Mardinli erkek te eşinden aşağı kalmayan özellikler taşıyan harikalar yaratan bir aile babasıdır.
Mardinli erkeklerin büyük bir bölümünün her haliyle mükemmel olduğunu, arada bir canavarlaşmış erkeklerimizin de tek tük var olduğunu da üzülerek belirtmeliyiz.
Mükemmel olan erkeğe bir diyeceğimiz yoktur ama, canavar olan erkek , eşinin bu yüceliği karşısında evde, haza kedi gibi, kedi de ne demek, pisi pisidir mübarek. İcabında kazaen bir halt karıştırsa, bu Canavar erkek, yaptığı rezilliği eşi duymasın diye kim bilir neleri feda etmez ki.
Tabii bu zatlar Mardin erkeklerinin toplam sayısı içerisinde devede tüy bile olamazlar. Zaten nesli tükenen cinsten şeyler. Belli bir yaştan sonra iğne yemiş balon gibi, fisss diye söner giderler ve O akıllı, zeki kadının eline düşerler. Tıpkı kapana kısılan fare gibi. Tabii bu tür kişiler hem çok azınlıkta ve hem de ender rastlanan cinsten dengesi bozuk kişilerdir.
Mardinli kadın erkeğinin her açıdan performansını diri tutmak için genellikle keyfe keder eyleme girer ve afaki olarak da, kocasından şikayetçi olur.
Bu şikayet bir nevi nazlanma,"ben buradayım arkadaş" der gibi bir duygu ile veyahut dağınık olduğunu zannettiği dikkatini bir noktaya odaklamak için şikayet ediyor sanki. Bu tür şikayet İnsana pek ciddi bir görünüm vermiyor hani.
Şikayetçi bayana, şikayet ettiği konuları sorduğunuzda da, ondan aklı başında mantıklı bir cevap alamazsınız. Zira o da, sırf spor olsun diye öylesine şikayet ettiğinden neden şikayetçi olduğunu kesin olarak pek bilmez.
Bana kalırsa, Mardinli kadın bu şikayetin altında da nitelik ve nicelik bakımından cinlik bir düşüncenin yattığını kocası üzerinde en yüksek dozdaki otoritesini tesis etmek veya azalan otoriteyi daha da sağlama almak için baş vurduğu bir yol olsa gerek gibi geliyor bana, ne der siniz, yanılıyor muyum?
Bu konuda birkaç sondaj ve araştırma yaptım, bu sebeple bu kanıya vardım. Bunu da bir bilgi olsun diye Mardinli erkeklere iletiyorum.
Ey Mardinli erkekler... Şayet eşiniz sizden şikayetçi olursa, aldırmayın, bu şikayeti size olan bağlılığının bir göstergesi olarak görünüz ve şikayetlere kulak asmayınız. Ama sakın ha, şımarmayın.
Mardinli erkeği yücelten karısıdır demiştim. Evet gerçektende bu böyledir. Mardinli kadının onuru her şeyin üstündedir.
Evliliğinin yürüyemeyeceğini anladığı anda, en uygar yoldan yaşam savaşını tek başına göğüslemek üzere yola koyulur.
Mardinli kadın iş bilir, maharetli ve el becerileri çoktur. Aç kalmaz. Onda istikbal korkusu ve endişesi yoktur. En kötü şartlarda dahi, hizmetçilik yapar, meşru yollardan nafakasını temin eder, hiç kimseye el avuç açmaz, ne vicdanına ve ne de namusuna leke getirmez.
Hiç kötü şöhret yapmış bir Mardinli kadın duydunuz mu? Duyamazsınız, göremezsiniz, çünkü, Mardinli kadın aciz değildir. Onurludur, tufeyli, asalak ve ianeci bir tıynette değildir. Ondaki bu özellikler varken ve gelecek korkusu yokken neden yanlış yolu seçsin ki..
İşte, Mardinli kadının bu denli büyüklüğü Mardinli erkeğin düzenli, evcil ve aranan bir erkek tipi olmasını gün ışığına çıkarmıştır.
Onun için Mardinli bir erkekle evlenen kadın nasıl mutlu oluyorsa, Mardinli bir kadınla evlenen erkek te, ayni şekilde mutlu bir yaşam sürer.
Kimileri Mardinli erkekleri KILIBIK’lıkla itham ederler. Bu bir bakıma doğrudur. Eşine sadık ve eşinin sözünden çıkmayan bir efendi, tartışmasız bu özelliğe sahip olur. Ama gel gör ki kazın ayağı böyle değil.
Kadın Mardinli olursa ister istemez erkek su katılmamış kılıbık olmak zorundadır.
Zira, karısı şefkatiyle, sevgisiyle, özverisiyle, aşkıyla, meşkiyle, aklıyla, zekasıyla onu öyle sıkı sıkıya bağlamış ki, öylesine bir sarhoş etmiş ki, mübarek gözünün önünü göremeyecek kadar deli divaneye dönmüş bir efendi olmuş çıkmıştır. Fena mı yani. Beyaz teslim bayrağı bayrağını vermiş eline salla ha salla.
Sonra eskiden kılıbıklar eşlerinden dayak falan yerlermiş, ne ayıp şey değil mi? 21. asırda artık, insan hakları var, Helsinki senedi var, Paris antlaşması var, demokrasi var, özgürlük var, bu nedenle ne dayak var nede kötek. Dayak; okullarda, Polis Karakollarında, asker ocağında bile kullanılmıyor artık.
Esasında Mardinli erkek te, sorumluluk bilinci tam, şefkatli, çalışkan, iş bilir, evcil, gözü dışarıda olmayan, hayatının her saniyesini eşi ve çocukları ile yudum yudum içmeğe gayret sarf eden mükemmel bir baba, iş olduğunda zaman mefhumu tanımayan ve aralıksız 24 saat çalışabilecek performansta olan, emeklilik kavramını tanımayan, iki ayağının üzerinde durabildiği müddetçe çalışmasını sürdürebilen acayip bir aile reisidir. Hülâsa Mardinli erkek, çok iyi bir eştir.
Mardinli erkek lider yaradılışlıdır. Yani anadan doğma şeftir. Pek kimsenin emri altında çalışmaktan hoşlanmaz. Ne yapar eder, kendi tezgâhının mutlak sahibi olmak için çırpınır ve tezgâhının sahibi olur.
Hiç dikkat ettiniz mi? Süfli işte çalışan bir Mardinli gördünüz mü? Veyahut bir başka deyişle, basit işler yapan bir Mardinli tanıyor musunuz? Belki bir iki kişi vardır. Ancak, onların da mutlaka bir illetleri, bir sorunları vardır.
Mardinli erkek, her türlü harcamalarına özen gösteren tutumlu, har vurup harman savurmayan, hesabını kitabını bilen bir kafa yapısına sahiptir.
Yaşamayı ve yaşatmayı sever. Teknolojinin bütün nimetlerinden azami derecede yararlanma yollarını arar ve istediğini elde etmek için gecesini gündüzüne katarak çalışır.
Kültürlü ve ileri görüşlüdür. Yobaz değildir. Uygar toplumların en uygar olanına dahi, taş çıkartacak kadar uyum sağlamakta zorlanmaz.
Mardinli erkek politikayı pek sevmez. Ama bilinçlidir. Genel seçimlerde kime oyunu vereceğinin bilincindedir ve en doğrusunu yapar.
Örneğin; 1950 seçimlerinde gayet açık bir biçimde, iki sağcı, iki solcu, bir bağımsız milletvekiline oy vermekle siyaset alemindeki normal düşüncelerini göstermişti.
Mardinli, hayat arkadaşını hiç kimsenin baskısı olmadan kendi özgür iradesi doğrultusunda seçer. Bu seçiminin sonucunu en yakın aile bireyine aktarır.
Böylece bu konunun tartışması yapılır. Olumlu sonuç alındığında, zaman yitirilmeden derhal istenmek üzere kız evine baş vurulur.
Bu tarz, dışardan görü1düğü üzere sanki bir görücü usulü gibi görünüyorsa da, asla öyle değildir. Çünkü, bizlerde kadın erkek arasında kaç göç olmadığı için, kız ve erkek birbirlerini daha önceden birçok kez görmüş, tanımış, birlikte sohbet etmiş veyahut herhangi bir toplulukta bir araya gelmişlerdir.
Her ikisinin özgür iradesi doğrultusunda töre işlemeğe başlar. Törenin gidişatını aileler yürütür ve onların himayesinde her şey titizlikle en ince ayrıntısına kadar yapılır.
Şimdi de izninizle bu merasimleri sırasıyla görelim. Önce;