Fallout 3 (PC) İnceleme

#1
Sponsorlu Bağlantılar
Fallout 3 (PC) İnceleme

Nükleer yıkımın sessiz diyarlarındaki çığlık!
Yaklaşık 10 senedir beklediğimiz efsanevi RPG geri döndü. Özgür oynanışı, kullanıcıyı her an şaşırtmaya yönelik senaryosu ve açık dünyası ile büyük övgüler toplayan Fallout, yapımcılarının girdiği maddi sorunlara ve hakkının el değiştirmesine rağmen yine karşımıza çıkmaya başardı. Bilmeyenler mutlaka olacaktır, özellikle eski oyuncuların büyük saygı duyduğu ve Post apocaliptic adı verilen, yok olan medeniyetin üzerinde hayatta kalma mücadelesi verme temasını en iyi yansıtan yapımdır Fallout. Gelmiş geçmiş en iyi oyunlar arasında gösterilen Fallout, yok olan insan medeniyetinin yeniden yapılanma içine girişini ve hayatta kalan tek tük insanların da yer altında bulunan “Vault” isimli sığınaklarda hayatını devam ettirdiğini konu alır. İnsanlar Vault içerisindeki yaşamlarına devam ederken, dışarıda neler olup bittiğinin farkında değildir.

En başından başlamak

Vault içerisinde yaşayan halk, dış dünyayı saran yüksek radyoaktiviteden dolayı çok tehlikeli olduğunu biliyor ama dışarıda kimsenin canlı kalamayacağını düşünüyordu. Hayatta kalmayı başaran börtü böceğin ise radyoaktiviteden etkilenip, kana susamış yaratıklara dönüştüklerini tahmin ediyorlardı. Tahminlerinde yanılmamıştı Vault halkı. Gerçekten de dış dünya, tahmin edilemez düşmanlarla ve şekil değiştirmiş yaratıklarla doluydu. Vault halkının bilmediği ise, diğer Vault’ların içindeki insanların güvenli biçimde hayatlarını devam ettirdiklerini düşünmeleri idi. Çünkü pek çok Vault’un yeri dış dünya canlıları tarafından tespit edilmiş, yağmalanmış ve içinde yaşayanlar da öldürülmüştü. Hayatta kalan diğer insanlar ise radyoaktivitenin ölümcül sınırlarda gezdiği mekanlarda yeni şehirler kurmuş ve kaderlerine razı biçimde yaşamlarını sürdürmeye çalışmaya başlamıştı. İlk iki oyun bize yeniden kurulan bir medeniyetin ilk izlerini gösterdi. Harabeler içinde yaşayan insanlar, yaşamlarını sürdürebilmek için her türlü pis işi rahatlıkla yapabilecek haldeydi.

Üçüncü bölüm, ikinci oyundan yaklaşık 30 yıl sonra, 2277 yılında geçiyor. Vault 101 içinde doğmuş olan (en azından babamız tarafından bize öyle söyleniyor) bir karakteri canlandırıyoruz. Senaryo o kadar detaylı biçimde işleniyor ki, maceraya doğum sahnemizle başlıyoruz. Dünyaya geldiğimiz anda babamız karşılıyor bizi ve o andan itibaren RPG oyunlarının klasiği olan, karakter özelliklerini belirleme seanslarını geçiriyoruz. Bu işlem çok akıllıca kurgulanmış. Mesela babamız bize baktığında “Acaba kızım mı, yoksa oğlum mu oldu” diye soruyor ve biz de kız ya da erkek seçeneğine tıklayarak bu soruyu yanıtlıyoruz. Keza isim seçiminde de aynı olay oluyor. Annemiz, bizi doğurduktan kısa süre sonra hayata gözlerini yumuyor ve adım adım büyüyüşümüzü izliyoruz. Babamız bize, “Bakalım büyüyünce nasıl görüneceksin?” dediğinde ise karakter yaratım ekranına ulaşıyoruz. RPG oyunlarından çok iyi bildiğimiz bu karakter yaratma ekranı fazla detaylı değil ama kendinize has bir model oluşturmanıza yetecek kadar seçenek sunuyor.

Bir yıl sonra, kontrolleri öğrendiğimiz sahnede, bir bebek olarak ilk adımlarımızı atıyoruz. Biraz daha büyüdükten sonra ise karakterimizi şekillendirecek olan testten geçiyoruz. Bize 10 tane durum anlatılıyor ve bu durumda nasıl tepki vereceğimiz soruluyor. Verdiğimiz cevaplar neticesinde karakter tahlilimiz oluşturuluyor ve otomatik olarak yetenek ağacında puanlar dağıtılıyor. Açık konuşmak gerekirse benim verdiğim cevaplar neticesinde oluşan karakter biçimini çok beğenmediğimi için değiştirmeyi uygun gördüm.

Karakterlerin temel yapısını belirleyecek 7 adet özellik var. Güç (Strength), sezgi (Perception), dayanıklılık (Endurance), karizma (Charisma), zeka (Intelligence), çeviklik (Agility) ve şans (Luck) yeteneklerimiz bulunuyor. Seviye atladıkça bu özelliklerimize puan vermenin yanı sıra, bizi çorak Fallout topraklarında daha üstün bir savaşçı haline getirecek becerilerimiz de bulunuyor. Her seviye atlayışımızda uzun bir liste halinde karşımıza çıkacak olan becerilerden istediğimizi seçebiliyoruz, ki bu da oyunda nasıl ilerleyeceğimize dair ipucu verecek. Karşısına çıkanı ezip geçen bir savaşçı mı olacaksınız, yoksa karizması ile herkesi ikna yeteneğine sahip uzlaşmacı biri mi olacaksınız? Verdiğiniz puanlar sayesinde bu soruyu da cevaplamış oluyorsunuz.
Kaçış zamanı

Tüm eğitimler bittikten sonra ise yavaş yavaş özgürlüğümüze kavuşuyoruz. Çevremizdeki insanlarla konuşabiliyor, karar verebilme yeteneğine sahip oluyoruz. Bir sabah uyandığımızda ise babamızın ortadan kaybolduğu söyleniyor. Her nasıl olmuşsa bir anda Vault içerisinde kaotik ortam hüküm sürüyor ve içeriye girmiş dev böcekler ile kapışıyoruz. Babamızın nereye gittiği hakkında en ufak bir fikrimiz yok ve çevredeki kimse de bize dostça yaklaşmıyor. Bu andan itibaren özgürlüğümüz de ortaya çıkıyor. Kimseye görünmeden kaçacak mısınız? Yoksa karşınıza çıkanı öldürecek misiniz? Ben öldürmeyi tercih ettim. Vault’tan çıkmak için gerekli olan şey kalıyor geriye o da Vault’un yöneticisi olan “Overseer”in şifresini almak. Önünüzde iki seçenek var, ya ikna edip şifreyi alacaksını ya da onu öldürerek şifreyi ele geçireceksiniz. Vault kapısını açıp, mağaranın ucuna gittiğinizde ise son kez karakterinizden emin olup olmadığınız soruluyor. Eğer yarattığınız karakterde hoşunuza gitmeyen nokta varsa, değişiklik yapmak için son fırsatınız burası. Tahta kapıdan dışarıya çıktığınızda ise artık Fallout’un uçsuz bucaksız, dünyası ayaklarınızın altında uzanıyor.

Çorak topraklara hoş geldiniz

Vault’un kapısından çıktığınız anda bilinmeyene doğru adım atmaya başlıyorsunuz. Karşımızda uçsuz bucaksız bir manzara var ve araştırılmayı bekleyen kocaman Fallout dünyası ayaklarımız altından ufka doğru uzanıyor. Yapımcı firma Bethesda’nın bir önceki oyunu Oblivion’un grafik motorunu kullanacak olduğunu zaten biliyorduk. Oyunun her görüntüsü de bunu ispatlıyor zaten. Hem üçüncü kişi görünümden hem de birinci kişi görünümden ilerleyebileceğimiz Fallout 3, araştırma anlamında önceki oyunlardan farklı değil, ama biraz daha özgür olduğumuz açık. Kişisel fikrimi sorarsanız, Vault’tan dışarıya çıktığım zaman çok daha etkileneceğim bir sahne bekliyordum ama dış dünya fazlasıyla donuk gibi gözüktü gözüme. Evet dört bir yan terk edilmiş mekanlarla dolu ama yine de çevredeki cisimlerin yere çivilenmiş gibi duruyor olması moralimi bozmadı değil. Neyse ki atmosferi bize yaşatan sesler çok kaliteli de gerçekten kendimizi oradaymışız gibi hissediyoruz.

Çevreyi incelerken diğer insanları ve yaratıkları da es geçmek olmaz. Üçüncü boyuta geçiş ile birlikte detay seviyesi de artan yaratıkların daha ürkütücü bir hal aldığını da söyleyebiliriz. Karşımıza çıkan yaratıkların hepsi radyoaktiviteden nasibini almış ve deyim yerinde ise görüntü anlamında birer zombiye dönüşmüş. Kimi hala uzlaşmacı tavrını sürdürür ve bizlerle diyaloga girerken, kimi ise gözünü kan bürümüş canavara dönüşmüş. Kimi insanlar ise hayatta kalma mücadelesinin verdiği saldırganlıkla, içinde bulundukları mekanları canları pahasına koruyor ve oradan geçiyor bile olsanız size saldırmaya dünden razı tavır sergiliyor. Karakter modellemeleri gerçekten detaylı. Eğer sisteminiz iyiyse ve maksimum ayarlarda oynarsanız, çok kaliteli modellemelere sahip oluyorsunuz. Ancak çevre için aynısını söylemek mümkün değil. Şöyle ki, çevreyi incelediğiniz zaman her şey çok kaliteli duruyor ama yanına gidip baktığınızda o etkisini yitiriyor. Peki bu grafikler insanı oyundan soğutuyor mu? Hayır! İçinizdeki araştırma hissini köreltiyor mu? Ona da kocaman hayır!

Dış dünya o kadar acımasız ki, bir bölgeden diğerine yolculuk yaparken her an saldırıya hazır olmanız gerekiyor. Sadece mutasyona uğramış yaratıklar değil, aynı zamanda delilik sınırlarında gezinen diğer insanlar da büyük tehlike oluşturuyor. Üzerinizdeki zırhı gören ya da elinizdeki silahı beğenen her yabancı potansiyel bir düşman. Bazen sadece onun bölgesinin yanından geçiyorsunuz diye saldırıyorlar. Radyoaktivite yüzünden mutasyona uğramış, benliğinden çıkmış ve dev boyutlara ulaşmış yaratıkları da unutmamak gerek. Önceki bölümlerden hatırladığımız dev akrepler de yine karşımıza çıkıyor. Üstelik bu sefer çok daha iri ve daha korkutucu biçimde.

Şehirler arası seyahat ederken sıkılmamamız için bir seçeneğimiz var, o da bileğimizdeki Pip-Boy’un radyosu. Kahramanımızın bileğindeki PIP-Boy 3000 sayesinde müzik dinleyebiliyor, yakın mesafe içerisindeki radyo yayınlarını alabiliyor. Galaxy News isimli radyo frekansında hayatta olup olmadığını henüz bilmediğimiz bir DJ hem müzik yayını yapıyor hem de 1940 yılına ait haberleri yayınlıyor. Radyo aynı zamanda yakın mesafedeki yardım sinyallerini de yakaladığı için, kimi görevleri de radyo sayesinde edinebiliyoruz. Tabii ki bu görev vermeye çalışan ses yayınlarının tuzak olma ihtimali de var. Gidip gitmemek size kalmış.

Çevreyi araştırmayı seven biriyseniz, Fallout 3 bu konuda sizi hayal kırıklığına uğratmayacak. Çünkü her çöp kovası, posta kutusu ya da tek edilmiş çanta, potansiyel birer ganimet kaynağı. Kimi zaman bir posta kutusundan 3-4 tane el bombası elde etmeniz bile mümkün. Tabii bu durum aynı şekilde girdiğiniz evler için de geçerli. Ancak eve girip de her şeyi almaya kalkarsanız, hırsızlık nedeniyle karmanız düşecektir.

Savaşıyorum öyleyse varım

Fallout 3’ün üçüncü boyuta geçmesi ve FPS görünümüne ulaşmasının ardından hakkında en çok soru sorulan konu hiç şüphe yok ki savaş sistemi olmuştu. Bildiğimiz üzere savaş sistemi gerçek zamanlı olmasına rağmen zamanı durdurabilme imkanımızın da sunulmasıyla farklı bir havaya bürünmüş. Açık konuşmak gerekirse savaş sistemi, önceki Fallout oyunlarına alışmış olanlar için çok farklı gelecektir. İster gerçek zamanlı isterseniz de zamanı durdurarak düşmanlarla savaşıyoruz. Gerçek zamanlı dövüş, tıpkı Oblivion’da olduğu gibi. Ancak Fallout dünyasında bu savaş sistemi benimsenecek gibi değil. En azından ben bir türlü alışamadım. Eğer FPS oyunlarına hayran biriyseniz, hoşunuza gidebilir, ama gerçek bir Fallout oyuncusu fazlasıyla düz olan bu savaş sistemini benimsemeyecektir.

Düşmanla karşılaştığınızda VATS (Vault Tech Assited Targeting System) ismi verilen ve zamanı durdurabildiğimiz bir dövüş sistemine geçiş yapabiliyoruz. Bu moda geçtiğimiz anda düşman olduğu yerde donup kalıyor ve neresine ateş ettiğimizde ne kadar hasar verebileceğimizi, bu saldırı tipi için ise ne kadar efor sarf edeceğimizi gösteren bir grafik ekranına geçiş yapıyoruz. Bazı yaratıklar sadece belli bir bölgeden hasar aldığı için gerçek zamanlı dövüş yerine zamanı durdurarak ilerlediğimiz VATS modunun daha akıl karı olduğu ortada. Eski tur tabanlı savaş sisteminin oldukça değiştirilmiş bir biçimi olan bu sistemin fazlasıyla basit olduğunu söyleyebiliriz. Eskiden sanki satranç oynar gibi yerimizi seçer, yapacağımız saldırıları iyice düşünüp öyle harekete geçerdik. Yeni oyunda ise nereye vuracağımızı seçiyoruz ve kolayca düşmanı alt ediyoruz.

Savaşlardaki en büyük dayanağımız olan ateşli silahlar ise kolay bulunur şeyler değil. Hatta silah edinseniz bile boş yere kurşun harcamamak için kullanmadan evvel iki kez düşünmeniz şart. Genelde daha fazla silah sahibi olmanın kuralı daha fazla düşman öldürmekten geçiyor. Bu da bizi kısır bir döngünün içine sürüklüyor. Gereksiz kurşun harcamamak için önünüze çıkana saldırmak istemeyeceksiniz, ama aynı zamanda onun silahını, zırhını ve parasını almak için de öldürmekten başka çareniz olmadığını da düşüneceksiniz. Elimize geçen silahların ise aslında birer hurda olduğunu unutmamak gerek. Yıllar bu silahlardan çok şeyi alıp götürmüş. Ateş etme yeteneklerini kaybetmemiş olsalar da isabetsiz atışlar yaptıkları için işe yaramaz bir görünüm çiziyorlar. Neyse ki yapımcılar her türlü silahı geliştirebilmemize imkan tanımış. Yol boyunca toplayacağımız parçaları elimizdeki silahlara monte ederek daha güçlü modelleri kendi başımıza üretebiliyoruz.

En büyük ben olacağım

Gerek görevleri tamamlayarak gerekse karşımıza çıkanları öldürerek deneyim puanı kazanacak, zamanı gelince de seviye atlıyoruz. Bethesda’nın bir öndeki oyunu olan Oblivion’da sizinle birlikte tüm dünyanın da seviye atlaması gibi enteresan bir durum mevcuttu. Neyse ki böyle bir hataya düşülmemiş ve Fallout’ta klasik seviye sistemi geri dönmüş. Tahmin ettiğiniz gibi her seviye atlayışımızda yeni beceriler kazanıyor, yetenek tablosu içinde dilediğimiz gibi puan harcayabiliyoruz. Macera boyunca nasıl bir yol izleyeceğinizi belirleyip puanlarınızı da buna göre dağıtmanız hayati önem taşıyor. Belli bir konuda uzmanlaşmaz, her yetenekten biraz edinirseniz, hayatta kalmanız kolay olmayacaktır.

Serinin en büyük özelliklerin biri kullanıcıyı sonuna kadar özgür bırakmasıydı. Size yapacağınız görev söyleniyor, nasıl yapacağınız ise size kalıyordu. Bir karakterin cebindeki objeyi ister onu ikna ederek, ister kurşun yağmurunuzla kevgire çevirmek suretiyle, ister karşılığında bir görev yaparak, isterseniz de sinsice yaklaşıp cebinden çalarak alabiliyordunuz. Aynı sistem burada da geçerli, ama tabii ki biraz daha detaylı biçimde karşımıza çıkıyor. Karakterinizin becerilerine bağlı olarak ikna kabiliyetinize ya da silah kullanmadaki becerinize güvenebilirsiniz. Unutmamanız gereken ise yaptığınız her şeyin bir karşılığının olması. Karşınıza çıkanı öldürürseniz, o bölgede katil ilan edilebilir ve herkesi karşınıza alabilirsiniz. Aynı şekilde sadece uzlaşarak ilerlemeye çalışırsanız, yeterince silah ve zırh sahibi olamaz, ani saldırılara karşı savunmasız kalırsınız. Burada iyi düşünüp karar vermek gerekiyor.

Oyunun farklı sonlarla bitmesine neden olacak unsur, karma sistemi. Diğer insanlarla girdiğimiz diyaloglar ve genel olarak tutumumuz, karma sistemi içerisinde olumlu ya da olumsuz puanlar almamıza neden oluyor. Karşımızdaki insanlara iyi davranır, genel olarak insanlığın iyiliği için hareket edersek olumlu karma puanı alıyoruz. Yapacağımız görevlerde verdiğimiz kararlar da karmamızı etkileyecek elbette. Söz gelimi sırf para uğruna onlarca insanın öleceği bir görevi tamamlarsak eksi karma puanı alacağız. Karmamızın yapısına şöhret kazanacak, karşımıza çıkan insanlarla da ona göre iletişime gireceğiz. Kimi insanlar düşük karmamız yüzünden bizimle iletişime girmeyebilecek.

Grafik her şey mi?

Görsel açıdan oyunun ortalamanın üzerinde olduğunu söyleyebiliriz. Karakter modellemeleri çok başarılı. Maceranın her anında Oblivion’u andıran sahnelere şahit oluyorsunuz. Grafiklerin en kötü yanı ise animasyonlarda karşımıza çıkıyor. Eğer kamerayı uzaklaştırır, üçüncü kişi görünüme geçerseniz, karakterinizin animasyonlarından hiç memnun kalmayacağınızdan emin olabilirsiniz. Aynısı diğer karakterler için de geçerli. Kimi dokulardaki düşük kalite gözlerden kaçmıyor, ama büyük haritalarda bunlar göz ardı edilebilir. Seslendirmeler beni çok memnun etmese de seslerin ve müziklerin harika olduğunu söyleyebilirim. Özellikler çevre sesleri insanı gerçekten orada olduğunu hissettiriyor.

Oynanışta sunulan serbestlik Fallout 3’ün en büyük avantajı. İster elindeki silahı çılgınca kullanan bir asker olun, isterseniz gölgelerde gezinen ve rakiplerinin cebinden para çalan bir hırsız olun, Fallout 3 ile iyi vakit geçireceksiniz. İçerdiği hatalar kesinlikle göz ardı edilebilir türden. Serinin müdavimi de olsanız, ilk kez oynayacak da olsanız, çok eğleneceğinizi bilmelisiniz.

ARTILARI:
Dilediğinizi yapabildiğiniz özgür bir dünya, başarılı karakter modellemeleri, detaylı ve uzun süre oyalayacak görevler, atmosferi tamamlayan ses efektleri.
EKSİLERİ:
Kimi animasyon hataları, dövüş sistemi eskiye nazaran daha kolay.
 
Üst