Diyarbakır Hakkında Bilgi

#1
Sponsorlu Bağlantılar
Diyarbakır
Diyarbakır Havzası jeolojik bakımdan katman yaşları havzanın çevresinden merkeze doğru gidildikçe gençleşmektedir. Havza tabanında ince bir alüvyon tabakası altında neojen bölümü, yaşlı kalker ve marnlar bulunur. Bunlar 26-2,5 milyon yıl öncesine aittir. Doğuya doğru petrol bakımından önemli antiklinal yapılara rastlanmaktadır.

İlin ekonomisi petrol, turizm, tarım ve hayvancılığa dayalıdır. En önemli tarım ürünleri buğday, arpa, darı, pirinç, tütün, keten, susam, mercimek ve pamuktur. Ayrıca iri kavun ve karpuzları ile de ün yapmıştır. Dicle boylarında sebze üretimi yapılmaktadır. Meyvecilik ve bağcılık da ileri düzeydedir. İlin ovalık ve dağlık kesimlerinde hayvancılık ön plandadır. Küçükbaş hayvanlar koyun ve kıl keçisi, Arap atı yetiştirmektedir.

Kalkınmada öncelikli yöreler arasında Diyarbakır’da büyük ölçekli imalat sanayi yatırımları, kamu fabrikaları bulunmaktadır. Merkezde gıda, içki ve dokuma fabrikaları, Silvan’da yaprak tütün bakımevi, Bismil ve Ergani’de un fabrikaları vardır. Diyarbakır’ın önemli bir yer altı zenginliği de petroldür. Petrol üretimi 1961’de Kayaköy’de açılan kuyularla başlamış olup, Türkiye’nin en verimli kuyularıdır. Bunun yanı sıra Kulp ilçesinde demir, Merkez’de tuğla kiremit hammaddesi, Dicle’de kurşun-çinko, Ergani’de bakır, Çınar’da fosfat, Hazro’da taş kömürü ve linyit yatakları bulunmaktadır.

MÖ.3000 yıl önce, günümüzde Mezopotamya denilen Dicle-Fırat nehirleri arasındaki bölgeye Subartu ismi verilmişti. Burada yerleşmiş olan savaşçı topluluklara Subaru denilmiştir. Diyarbakır’ı içerisine alan yukarı Dicle Bölgesi’nin ilk halkı Subaruların bir kolu olan Hurrilerdir. Bu bölge eski Asur kaynaklarında Amidi, Yunan ve Latin kaynaklarında Amido veya Amida olarak geçmektedir.

Çok eski çağlardan beri surlarla çevrili bir yerleşim yeri olan Diyarbakır, Dicle Nehri’nin yukarı havzasında, Anadolu, İran ve Mezopotamya’dan gelen tarihi ticaret yollarının kavşak noktasında yer almaktadır. M.Ö.3000’de kente, Hurri-Mitaniler egemen olmuşlardır. M.Ö. 1260’a kadar egemenliklerini sürdüren Hurri-Mitaniler’den sonra, Asurlular, Aramiler, Urartular, İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Seleukoslar, Partlar, Büyük Tigran İdaresi, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları, Hamdaniler, Mervaniler, Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyübiler, Moğollar, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlılar Diyarbakır’a egemen olmuşlardır.

Diyarbakır, Eski ve Yeni Kent olmak üzere iki kesimden oluşmaktadır. Eski Diyarbakır surlarla kuşatılmış olup, dört kapılı bu surlar Anadolu’da ayakta kalan benzer yapıların en büyüğü ve en sağlamıdır. Kentin önemli tarihi yapıları bu surlar içindedir.

Diyarbakır ve çevresi, tarih öncesi dönemlerden itibaren her devirde önemini korumuş, Anadolu ile Mezopotamya, Avrupa ile Asya arasında doğal bir geçiş yolu, bir köprü görevini üstlenmiştir. Kalkolitik ve Tunç Çağı’nda, yerleşimin olduğu, bölgede yapılan arkeolojik araştırmalardan anlaşılmıştır. Eğil-Silvan yakınlarındaki Hassun, Dicle Nehri ve kolları üzerinde Ergani yakınlarında Hilar mağaralarında bu dönemden kalma kalıntılarla karşılaşılmıştır. Ergani yakınlarındaki Grikihaciyan Tepesi’nde M.Ö. 5.000 yılları başına tarihlenen, Kalkolitik Çağ olarak adlandırılan Tell-Halaf’ın sonlarına tarihlenen tek bir kültür evresi görülmüştür. Tell-Halaf , Kuzey Irak, Suriye ve Güneydoğu Anadolu’da görülen yuvarlak planlı kubbeli evleri zengin boya bezeli çanak-çömleği ile ünlüdür.

Diyarbakır’ın Bismil İlçesi yakınlarındaki Üçtepe Höyük’te yapılan ve henüz bitirilmemiş olan kazı çalışmalarında ise MÖ.2000’de Yeni Asur, Helenistik ve Roma İmparatorluk dönemine tarihlenen önemli bir merkez ortaya çıkarılmıştır. Lice yakınlarındaki Birkleyn mağaraları ve Eğil’deki Eğil Kalesi ve kayalardaki kitabeler ile Asurlardan kalan önemli eserler bulunmuştur.


MÖ.3000’lerde Hurri-Mitannilerin yaşadığı Diyarbakır yöresini Asurlular MÖ.1400’lerde yıkarak egemenlikleri altına almışlardır. Diyarbakır yöresi MÖ.1300’lerden sonra Hitit ve Asurluların etkisi altında kalmış, MÖ.1200’lerde ise Urartular buraya hakim olmuşlardır. MÖ.VII.yüzyılda İskit akınları artmış ve bu yüzyılın sonlarında Medler, Asur Krallığını yıkarak bölgeye hakim olmuşlardır. Bu durum MÖ.550’den başlayan ve 332’ye kadar süren Pers egemenliğine kadar devam etmiştir. Yöredeki çok kısa süren Büyük İskender yönetiminden sonra Diyarbakır da Seleukosların, ardından Partların kenti konumuna gelmiştir. Diyarbakır Partlar-Romalılar, Sasaniler-Romalılar arasında süren savaşlardan ötürü sürekli el değiştirmiş, sonunda Romalılar buraya hakim olmuştur. Bizanslılar döneminde ise Amida denilen bu
şehirde İran-Bizans savaşları birbirini izlemiştir. Büyük Constantin zamanında şehrin etrafı surlarla çevrilmiş, Hurrilerden kaldığı sanılan kale (bugünkü İçkale) yeniden onarılmıştır. V.yüzyılda Bizans egemenliğindeki Diyarbakır sürekli Sasani akınlarına uğramıştır. VII.yüzyılda yöreye Arap akınları başlamış ve 639’da Hz. Ömer döneminde Araplar buraya egemen olmuşlardır. Bundan sonra Diyarbakır ayrı bir vilayet haline getirilerek bir vali ile yönetilmiştir. Diyarbakır 661’de Emevilerin, 750’de Abbasilerin yönetimine geçmiştir.

Malazgirt Savaşı’ndan (1071)sonra çeşitli Türkmen beylikleri buraya yerleşmiştir. 1085’ten sonra Anadolu Selçukluları ile Eyyubiler arasında sık sık el değiştirmiştir. Anadolu Selçuklularının egemenliğini 1259’da İlhanlı yönetimi izlemiş, İlhanlılar Diyarbakır’ı Mardin Artuklularına bırakmışlardır. Timur’un Anadolu istilası sırasında kent, Timur tarafından Akkoyunlulara verilmiştir. I.İsmail Şah’ın Akkoyunluları 1502’de yenmesinden sonra yöre, Safavilerin eline geçmiştir.Ancak, kent halkı Safavi yönetimine karşı ayaklanmış ve Yavuz Sultan Selim’e baş vurarak Osmanlı yönetimine bağlanmak istediklerini belirtmiştir. Yavuz Sultan Selim Çaldıran Savaşı’ndan (1514) sonra, Diyarbakır’ı Osmanlı topraklarına katmıştır (1515). Başlangıçta eyalet merkezi olan Diyarbakır Tanzimat döneminde vilayet olmuştur. XVI.yüzyılda Diyarbakır, Osmanlı yönetiminde en parlak dönemlerinden birini yaşamıştır. Şehrin kuşatmalarda harap olan surları yenilenmiş, kentte 27 cami, 42 mescit, 7 medrese, 6 dergâh, 2 büyük han ve 6 hamam yapılmıştır

Diyarbakır’da tarihi yapıların en önemlisi dünyaca ünlü Diyarbakır Kalesidir. Kalenin kuzeydoğu köşesindeki İçkale’de MÖ.VI.yüzyıla tarihlendirilen ve Biazns dönemine ait Nasturi Kilisesi bulunmaktadır. Diyarbakır Ulu Camisi, Fatih Paşa Camisi, Melek Ahmet paşa Camisi, Hoca Ahmet paşa Camisi, Hüsrev Paşa Camisi, İskender Paşa Camisi, Ali Paşa Camisi, Behram Paşa Camisi, Defterdar Camisi, Nasuh Paşa Camisi, Kurt İsmail Paşa Camisi, Kale Camisi, Ömer Şeddat Camisi, Silvan Ulu Camisi, Şeyh Matar Camisi, İbrahim Bey Mescidi, Tacettin ve Hacı Büzürk Mescitleri, Zinciriye Medresesi, Mesudiye Medresesi, Artuklu Sarayı ve Devegeçidi Köprüsü, Dicle Köprüsü, Malabadi Köprüsü, İskender Paşa Türbesi, Deliller Hanı bulunmaktadır. Diyarbakır’ın günümüze gelen evlerinin özgün bir mimarisi vardır. Bazıları köşk ve saray niteliğindeki bu evler Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı mimarisinin birleşiminden meydana gelmiştir. Seman Köşkü, Cihannüma Köşkü, Şeyhoğulları Evi, İskender Paşa Konağı, Behram Paşa Evi, Ziya Gökalp’lerin evi, Cemil Paşa Konağı bu evlerden bazılarıdır.











D.BAKIR-ÇERMİK KAPLICALARI



 
#2
Diyarbakır Cami ve Mescitleri



Ulu Cami (Merkez)

Diyarbakır Ulu Cami Mahallesi’nde bulunan bu cami Anadolu’nun en eski camilerinden birisidir. Arap orduları 639 tarihinde Diyarbakır’ı ele geçirdiği zaman buradaki büyük bir kiliseyi cami olarak kullanmıştır.

Büyük Selçuklu hükümdarlığı zamanında Vali Amidüddevle 1090 yılında yıkılmaya yüz tutan bu yapıyı Sultan Melik Şah’ın isteği ile yeniden onarmıştır. Bununla ilgili 1091 tarihli küfi yazılı bir kitabeyi camiye yerleştirmiştir. Bu onarımdan sonra 1115 yılında bir deprem ve yangın sonucu yapı büyük zarar görmüştür. Sonraki yıllarda Anadolu Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev, 1241’de Osmanlı Padişahı IV.Mehmed, Akkoyunlu Uzun Hasan bu camiyi onarmış ve bununla ilgili kitabelerini duvarlara yerleştirmiştir.

Ulu Cami, çeşitli zamanlarda değişik dönemlerde onarılmış ve her onarımda yeni yapılar eklenerek bugünkü şeklini almıştır. Caminin duvarlarında bazı ustaların isimlerine de rastlanmakla beraber, bu ustaların caminin hangi bölümlerinde çalıştıkları kesinlik kazanamamıştır. Bunların arasında Melik Şah’ın mimarı Urfalı Selami oğlu Mehmet’in, Nisanoğulları’ndan da Hibetullah el Gürgâni’nin burada çalıştığını gösteren yazıtlara rastlanmıştır.

Ulu Cami’nin büyük dikdörtgen bir avlusu vardır. Bu avlu üç yandan çeşitli yapılarla çevrilmiştir. Avlunun batısındaki iki katlı cepheyi Ebu Mansur İlaldı’nın yaptırdığı üzerindeki kitabeden anlaşılmaktadır. Bu bölüm antik çağın tiyatro cephelerini andırmaktadır. Ancak bu cepheye eklenen kitabeler ve silmeler ile değişik bir cephe görünümü elde edilmiştir. Bu arada ikinci katta birbirlerinden farklı kemerler kullanılmıştır. Bu cephe doğu bölümünde 1163-1164 yıllarında İnaloğlu Mahmut ve veziri Nisanoğlu Ali zamanında tekrarlanmıştır. Bu bölüm de iki katlı olup, üst katı kütüphane olarak kullanılmıştır. Burada, sütunların üzerine ve girişte karşılaşılan aslan ile boğa mücadeleleri kabartma olarak işlenmiştir. Avlunun güneyinde ise, doğu cephesine bitişik olan Mesudiye Medresesi önüne de bugün tek katlı olarak görülen sütunlu, sivri kemerli bir revak sırası yerleştirilmiştir. Böylece camiye bir bütünlük kazandırılmış, Mesudiye medresesine de cami ile bağlantılı bir giriş mekanı oluşturulmuştur.

Caminin avlusunun ortasında sekizgen sütunların taşıdığı şadırvan 1849 yılında yapılmıştır. Bu avlunun bir kenarında üçer sütunlu bir namazgâh ile bir de havuz bulunmaktadır. Caminin avluya bakan cephesinin ortasına bir mihrap yerleştirilmiştir. Bunun sağ ve solunda içeriye girişler, pencereler ve caminin yan cephe ile birleştiği yerlere de yeniden birer kapı açılmıştır. Bu duvarı ortasından kesen uzun bir yazı frizi dikkati çekmektedir. Bu cephede üç sıra pencereler açılmış ve bunun üzeri eğimli bir çatı ile de örtülmüştür. Böylece camiye giriş belirli bir şekilde ortaya çıkarılmıştır.

Caminin ibadet mekanı iki ayak sırası ile mihraba paralel üç nefe ayrılmış, bunun orta bölümünü de daha geniş bir mekân kesmiştir. Bu ayaklar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmıştır. Bu kemerlerin üzerine ikinci bir kemer dizisi daha yerleştirilmiştir. İç mekanın solunda ve doğusuna rastlayan bölümde bir mihrap daha bulunmaktadır. Caminin en önemli bölümü olan mihrap ve minber XIX.yüzyılda yapılmıştır. Caminin ilk yapılışındaki mihrap ve minberi konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. İbadet mekanının üzerini örten tavan kalem işleri ile süslenmiştir. Bu tavan ile duvar arasındaki bağlantıyı sağlayan yere bir yazı frizi yerleştirilmiştir.

Caminin batısındaki bir kapıdan da minareye çıkılmaktadır. Minare kare gövdeli, silindirik külahlıdır. Üzerinde yer yer kitabeler bulunmaktadır.

Diyarbakır Ulu Camisi ibadet mekanını enine kesen üç nef ve orta mekanın diğerlerinden daha farklı yükseklikte oluşundan ötürü Şam Emeviye Camisi’ni andırmaktadır.


Ömer Şeddad Camisi (Merkez)

Diyarbakır Mardin Kapısı’nın iki girişi kapatılarak cami haline getirilmiştir. Halk arasında Hz.Ömer Camisi olarak tanınan bu caminin kitabesinde, Mescid-i Şeddad ismine rastlanmış oluşundan ötürü de camiye Ömer Şeddad ismi verilmiştir. Caminin kitabesinden İnaloğulları zamanında, 1150-1151 yılında yapıldığı sanılmaktadır. Mimarı ise belli değildir. Büyük olasılıkla İnaloğulları zamanındaki yapıların mimarı olan Hibetullah el Gürgani’nin bu camiyi de düzenlediği sanılmaktadır.

Mardin Kapısı’nın girişlerinin camiye çevrilmesi ile oluşturulan yapıya üç kapıdan girilmektedir. Buradaki dört ayağın yanlarından iki tanesi yarım sütun şeklinde dışarıya yerleştirilmiştir. Kendine özgü bir mimari göstermeyen caminin giriş kapısı üstündeki geniş kemeri arasına kitabeler yerleştirilmiş, onların üzerine de iki sivri kemerli pencere açılmıştır. Bu caminin plan düzeni ince uzun dikdörtgen şeklinde olup, Osmanlı mimarisindeki herhangi bir cami tipi içerisine de girmemektedir.


Kale Camisi (Merkez)

Hz.Süleyman ve Nasıriye Camisi isimleri ile de tanınan bu cami İç Kale’de surlara bitişiktir. Caminin minaresi üzerinde bulunan kitabesini okuyanlar değişik tarihler ileri sürmüşlerdir. J.Sauvaget 1160 tarihi üzerinde durmuş, Diyarbakır camilerini inceleyen Prof.Dr.Metin Sözen de bu tarihi kabul etmiştir. Kitabelerden anlaşıldığına göre bu camiyi Nisanoğulları’ndan Ebu’l-Kasım Ali yaptırmıştır. Mimarı da Hibetullah el Gürgani’dir.

Kale Camisi çeşitli dönemlerde onarılmıştır. Bu yüzden de bazı yerlerinde değişiklikler meydana gelmiştir. Yapının hemen hemen tamamında kesme taş kullanılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanındaki, genişletilmeden önceki durumunda cami İçkale surlarının iki burcuna dayanmakta idi. Ayrıca bulunduğu arazi eğimli olduğundan da yapı kademeli bir plan şekli göstermektedir.

Caminin iki girişi bulunmaktadır. Bunların biri batıda, diğeri de güneydedir. İbadet mekanına kale burcuna bitişik basık kemerli bir kapıdan girilmektedir. Bu girişin üzerine ikinci bir kat yapılmıştır. Kuzey tarafında kubbeli bir bölüm ve bir de şadırvan yerleştirilmiştir. Cami kısmı beşik tonozla örtülü olup, üzerinde iki sütuna dayanan bir mahfili vardır. İbadet mekanı enine üç bölüme ayrılmıştır. Girişteki ilk iki bölüm birbirine eşit olduğu halde, mahvelli kısım onlardan ayrılarak enine beşik tonozla örtülmüştür. Buradaki bölümlerin ikisi duvara, ikisi de ayrı olan dört ayağa dayalı temellerle ayrılmıştır. İç mekanda önemli bir süsleme elemanına rastlanmamaktadır.

Caminin XII.yüzyılda yapıldığı sanılan minaresi, Diyarbakır ve çevresindeki pek çok örnekte olduğu gibi kare biçimindedir. Minare üzerindeki yer yer silmeler ile yeknesak görüntüsü önlenmeye çalışılmıştır. Şerefeden sonra ince bir petek bölümü ve sivri külahlı üst örtüsü onu tamamlamaktadır.

Caminin bitişiğinde Halid Bin Velid’in oğlu Süleyman ile Diyarbakır’ın Araplar tarafından alınması sırasında şehit düşen sahabelerin burada gömülü olduğuna inanılmış ve bu da caminin kutsallığını arttırmıştır. Ziyaret yeri olarak daha da önem kazanan bu camiye her dönemde yeni eklemeler yapılmıştır.


Nebi (Peygamber) Camisi (Merkez)

Diyarbakır İnönü Mahallesi’nde, Gazi Caddesi ile İnönü Caddesi'nin birleştiği kavşağın kuzeybatısında yer alan Nebi Camisi Akkoyunlular döneminde XV.yüzyılda yapılmış, XVI.yüzyılda da değişik ekler buraya eklenmiştir. Caminin minaresi üzerindeki kitabeden Diyarbakırlı Kasp Hacı Hüseyin tarafından 1530’da yaptırıldığı yazılıdır. Bu kitabede sürekli olarak Hz.Muhammed’den “Kaal en Nebiyyi” diye söz edilmesinden ötürü halk arasında Nebi veya Peygamber Camisi olarak da tanınmaktadır. Caminin mimarı bilinmemektedir.

Kesme taştan olan cami, enine dört sahınlı olup plan şeması bakımından Akkoyunlular dönemi eseri olmasına rağmen Osmanlı döneminde ortaya çıkan aynı plan tipindeki camilerle de bağlantılıdır. Son cemaat yeri iki sütun ve yandaki duvar uzantıları ile bağlantılı üç bölümlüdür. Bu bölümlerin üzeri kubbe ile örtülmüştür. İbadet mekanı içeriden değişik bir görünüme sahiptir. Burada altı ayaklı ve yanlara doğru kemerlerle genişleyen bir plan düzeni görülmektedir. İbadet mekanının ortasında iki kare ayak bulunmakta ve bunların üzeri de duvarlara dayalı merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Bu kubbe dışarıda gizlenmiş olup üzeri taştan konik bir çatı ile örtülmüştür. Caminin mihrabı zengin çinilerle bezenmiştir.

Caminin içerisi ve kubbe trompları kalem işleri ile bezenmiştir. Caminin orijinal minaresi bugünkü yerinden biraz daha uzakta idi. 1960 yılında yapılan onarım ile yenilenen minare Diyarbakır yöresinde sık sık görülen kare şeklindedir. Siyah beyaz taşlardan yapılmış olan minarenin üzerine şerefeden sonra dar bir petek yerleştirilmiş, üzeri de külah ile örtülmüştür.

Caminin avlusunda Selçuklu mimari özelliklerini taşıyan bir medrese bulunuyordu. Ancak, bu medreseden günümüze herhangi bir iz gelememiştir. Yine burada Selçuklu mimarisi özelliklerini taşıyan bir de cami bulunuyordu. Toprak damla örtülü olan bu cami 1927 yılında çökmüş ve buradan geçen yoldan ötürü de minaresi ile birlikte yıktırılmıştır.


Safa (Parlı) Camisi (Merkez)

Diyarbakır Melek Ahmet Caddesi’nin kuzeyinde bulunan bu cami, Safa veya Parlı Cami isimleri ile tanınmaktadır. Caminin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber Şah İsmail’in dedesi Şeyh İbrahim Safi’nin oğlu Şeyh Cüneyt’in isteği üzerine Uzun Hasan tarafından XV.yüzyılın ortasında yaptırıldığı sanılmaktadır.

Cami Diyarbakırlı Abdurrahmanoğlu Hacı Hüseyin tarafından onarılmış ve bunu belirten bir kitabe de giriş kapısı üzerine yerleştirilmiştir. Akkoyunlular dönemine tarihlendirilen bu caminin mimarı da bilinmemektedir. Ancak, onarım kitabesinde mimar olarak Üstad Ahmed-ül Amidi’nin ismi geçmektedir.

Cami siyah beyaz kesme taştan yapılmıştır. Önünde dört sütunlu bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Bu sütunlar ile cami uzantısı duvarların kemerlerle birbirine bağlanması ile beş bölüm halindedir. Son cemaat yerinin kubbeleri dışarıdan gizlenmiştir. Caminin son cemaat yerine bakan cephesine birer pencere açılmış ve giriş ile bunların arasına da birer yarım yuvarlak mihrap nişi yerleştirilmiştir. Giriş kapısı dışarıya doğru çıkıntı yapmakta olup, üzerine onarım kitabesi yerleştirilmiştir. Bu kitabenin altında, kapının da üzerinde kalan boşluğa sivri kemerli bir pencere açılmıştır. Ayrıca pencerelerin altında kalan dar alana da iki satırlık bir yazı frizi yerleştirilmiştir. Burada dikkati çeken bir nokta da son cemaat yerinin kemerleri arasına, sütunların üst kısmına çeşitli şekillerde madalyonların yerleştirilmiş oluşudur. İbadet mekanı iki paye ve duvar uzantıları üzerine oturan bir kubbe ile örtülmüştür. Böylece sekiz payeli camiler gurubunun bir öncüsü olduğu da düşünülmektedir. Kubbe dışarıdan yüksek bir kasnak üzerinde olup, üzeri konik çatı ile örtülmüştür. İbadet mekanının duvarları çinilerle kaplıdır. Bu çiniler sekizgen ve üçgen şekillerde olup, değişik renklerle daha da zengin bir görünüm göstermektedir.Özellikle mavi tonlardaki bu çiniler Çin bulutları ile çevrelenmiştir. Bunların Osmanlı dönemi çinilerinden farklı olarak yerli bir atölye tarafından yapıldığı sanılmaktadır.

Mihrap 3.68x5.17 m. ölçüsünde olup, yarım sekizgen planlıdır. On sıralı mukarnas dizisi ile son bulan mihrabın kenarlarında sütunçeler bulunmaktadır.

Caminin sağındaki minaresi taş işçiliği yönünden oldukça ilgi çekicidir. Minare kaidesinden külahına kadar kufi nesih yazılar, birbirlerinden farklı desenler ve taş süslemelerle bezenmiştir. Tek şerefeli olan minare gövdesi silindirik olup, beyaz taştandır.


Hoca Ahmet Camisi (Ayni Minare Camisi) (Merkez)

Diyarbakır’ın güneyinde Mardin Kapısı yakınında bulunan bu caminin kitabesi bulunmamaktadır. Ancak, 1489 tarihli vakfiyesinden Hoca Ahmet tarafından yaptırıldığı öğrenilmektedir. Akkoyunlu dönemi eseri olan bu caminin mimarı belli değildir.

Avlu içerisinde olan caminin minaresi camiden oldukça mesafelidir. Bu avlunun güneyinde, iki sütun ve duvar uzantılarından oluşan dört bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yerinin birinci ve üçüncü bölümleri kubbe ile, diğerleri de zamanla tahrip olduğundan düz çatı ile örtülmüştür. Son cemaat yerinin onarımında düzensizlikler yapılmış ve burası özelliğini yitirmiştir.

Caminin ibadet mekanı Osmanlı erken dönem mimarisinde sık sık görülen ters T veya zaviyeli cami tiplerini andırmaktadır. İç mekan ince uzun dikdörtgen şeklinde olup, ortası çapraz, yanları da beşik tonozla örtülmüştür. Mihrap çıkıntısı çapraz tonozludur. Ve bu bölüm dışarıya doğru köşeli yarım yuvarlak olarak uzanmıştır. İç mekanda bezeme görülmemektedir. Minaresi tuğladan olup, sekizgen köşelidir.


Şeyh Mutahhar (Şeyh Matar) Camisi (Merkez)
Diyarbakır’da Hasan Hanı’nın yanındaki dar bir sokak içerisinde bulunan Şeyh Mutahhar Camisi, halk arasında Şeyh Matar Camisi olarak da tanınmaktadır. Minaresi üzerindeki kitabesinden Akkoyunlu Sultanı Sultan Kasım tarafından 1500 yılında yaptırıldığı öğrenilmektedir. Bu yüzden de bu camiye Kasım Padişah Camisi de denilmektedir. Cami Şeyh Mutahhar’ın arsası üzerinde yapıldığından Onun ismi ile anılmıştır. Caminin mimarı belli değildir.

Günümüze iyi bir durumda gelebilen cami, bir sıra beyaz, bir sıra da siyah taştan yapılmıştır. Güneydoğu Anadolu’nun kendine özgün bir özelliği olan taş mimari burada da görülmektedir. Kare planlı tek kubbeli bir camidir. Ön kısmında iki köşeli paye ve iki sütundan oluşan üç bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. İbadet mekanının üzerini örten kubbe trompludur. Caminin doğu ve batı duvarında üçer penceresi vardır. Mihrap duvarında pencere bulunmamaktadır. Mihrabın iki yanında bulunan üzerleri pencere kemeri gibi duran bölümler gerçekte birer geçittir. Bu geçitlerden çıkan merdivenler üst kattaki küçük birer mahfile çıkışı sağlamaktadır. Mahfiller caminin içerisine yuvarlak kemerle açılmakta ve böylece içeride hareketli bir görünüm sağlanmıştır. Bu mahfillerin önemli bir fonksiyonu olmayıp, büyük olasılıkla mimar burada değişiklik aramıştır. Caminin mihrap ve minberi oldukça sadedir.

Caminin en önemli yeri minaresi olup, bu tür minareye Diyarbakır ve çevresinde rastlanmamaktadır. Minare dört kalın ve sade sütun üzerine oturtulmuştur. Gövde siyah beyaz taşlardan yapılmıştır. Minare üzerinde kitabesi vardır. Minare gövdesi kare olup, üzerinde bir balkon ve petek bulunmaktadır. Büyük olasılıkla bu minare sonraki dönemde camiye eklenmiştir.


Lala Bey (Lala Kasım) Camisi (Merkez)

Diyarbakır’ın güneybatısında, Lala Bey Mahallesi’nde, Lala Bey ile Dörtler Sokağı’nın kesiştiği yerdedir. Halkın kısaca Lale Bey ismini yakıştırdığı bu caminin kitabesi bulunmamaktadır. Mimari yapısına dayanılarak XV.-XVI.yüzyıllar arasında yapıldığı sanılmaktadır. Camiyi Eğil beylerinden lala Kasım Bey’in yaptırdığı söylenmektedir. Mimarı belli değildir.

Küçük tek kubbeli bir cami olup, kesme taştan yapılmıştır. Değişik dönemlerde yapılan onarımlarla özelliğini kaybetmiş, ancak son cemaat yeri ile minaresi orijinalliğini korumaktadır. Son cemaat yeri iki sütun yanındaki minare ve kare bir türbe ile sınırlanmış, üzeri üç kubbeyle örtülmüştür. Son cemaat yerinin solunda bulunan kapıdan içerisine girilen beşik tonozlu türbenin kime ait olduğu bilinmemektedir.

Caminin ibadet mekanı kare planlı olup, üzeri çatı ile örtülüdür. Köşelerde görülen tromp izlerinden bu caminin ilk yapımında kubbeli olduğu anlaşılmaktadır. Mihrap ve içerisi değiştirilmiş ve özelliğini tümü ile yitirmiştir.

Son cemaat yerinin sağında bulunan minare kalın ve kütlevi bir yapıdır. Kesme taştan tek şerefeli olarak yapılmıştır. Bezeme olarak yalnızca pabuç kısmında kare bir çerçeve içerisine alınmış kufi yazı frizleri bulunmaktadır. Bunun yanı sıra pabuçla gövdenin birleştiği yerde geometrik bir silme görülmektedir.


Şeyh Yusuf Camisi (Merkez)

Diyarbakır Alican Mahallesi’nde Dabbakhane civarında bulunan şeyh Yusuf Camisi’nin kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Cami avlusunda Şeyh Yusuf Hemedani’nin olduğu söylenen bir türbeden ötürü de camiye Onun ismi verilmiştir. Ancak bunu kanıtlayacak kesin bir bilgiye de rastlanmamıştır. Caminin mimari üslubu XVI.yüzyılda yapıldığına işaret etmektedir.

Cami siyah kesme taştan yapılmış, oldukça küçük bir yapıdır. Plan olarak tam bir düzen göstermemektedir. Caminin doğu ve batısından geçen sokaklardan ötürü ibadet mekanı ile son cemaat yerinin dikdörtgen hatları bozulmuş, mihrap tarafı girişe göre daralmıştır. Son cemaat yerinden sade bir sütuna dayalı iki geniş kemer bulunmaktadır. Bu kemerler caminin yan duvarlarından dışarıya taşan ayaklara bağlanmıştır. Ana mekan mihraba dik iki sütun ile üç sahna ayrılmıştır. Geniş sivri kemerlerle birbirine bağlanan sütunlar ibadet mekanının üzerini örten düz tavanı desteklemektedir. Mihrap dışarıya doğru dikdörtgen şekilde taşkındır. Bunun iki tarafında dikdörtgen üç küçük pencere bulunmaktadır. Mihrap ve minberi herhangi bir özellik taşımamaktadır.


Fatih Paşa Camisi (Kurşunlu- Bıyıklı Mehmet Paşa Camisi) (Merkez)

Diyarbakır’ın kuzeydoğusunda İçkale’nin güney kapısından başlayan yolun üzerindedir. Kitabeli dış kapısı 1819 yılında yıkılmıştır. Diyarbakır’ın ilk Valisi Bıyıklı Mehmet Paşa tarafından 1516-1520 yıllarında yaptırılmıştır.

Osmanlı döneminde Diyarbakır’da yapılan ilk cami olan bu yapı, diğer Diyarbakır camilerinden farklı bir plana sahiptir. Yapıda taş ve düzgün olmayan malzemelerden de yararlanılmıştır. Son cemaat yeri sekiz sütunun taşıdığı yedi kubbe ile örtülmüştür. Son cemaat yeri siyah ve beyaz taşlardan yapıldığı için zengin bir görünümü vardır. Kemerlerin arasında sütunların üzerinde ve köşelerde bezemeli madalyonlar yapılmıştır. Caminin ibadet mekanından çok daha uzun olan bu tür son cemaat yerinin burada yapılmış olması, iki yanındaki mekanlardan kaynaklanmaktadır. Son cemaat yerinden bu yan mekanlara kapılar ve pencereler açılmıştır. Buradaki son cemaat yerinin kubbeleri Diyarbakır’daki diğer camiler gibi dışarıdan gizlenmemiştir. Özellikle orta giriş kubbesi daha da yükseltilmiştir. Son cemaat yerinin sağında Klasik Osmanlı mimarisinde görülen tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Kare kaidesi siyah taştan olup, üst köşelerdeki profillerle beyaz taşlı gövdeye geçilmektedir. Minarenin yanına türbe eklenirken minare kaidesinin bir kısmı kapatılmıştır.

İbadet mekanının içerisinde dört kare paye üzerine pandantifli ana kubbe oturtulmuş ve bu kubbe dört kenardaki yarım kubbelerle desteklenmiştir. Bu yarım kubbeler duvarlara ve kemerlere birer büyük, daha sonra da daha küçük eksedralarla bağlanmıştır. İlk yapıldığı dönemde duvarların belirli bir yerine kadar yükselen çiniler onarım sırasında yerlerinden sökülmüş ve bir daha da yerlerine konulmamıştır. İçeride görülen kalem işleri son dönemde yapılmıştır. Mihrap ve minberi Klasik Osmanlı mihrap ve minberlerinin benzeridir.

Bu caminin yanında Özdemiroğlu Osman Paşa’nın türbesi bulunmaktadır. Ayrıca hamam ve medrese olduğu sanılan birkaç ek yapının da kalıntıları görülmektedir.


Hüsrev Paşa Camisi (Merkez)

Diyarbakır Mardin Kapısı yakınındaki bu camiyi Diyarbakır’ın Osmanlı yönetimindeki ikinci valisi olan Hüsrev Paşa 1521-1528 yıllarında medrese olarak yaptırmış, daha sonra derhane kısmındaki mescit cami olarak kullanılmaya başlamıştır. 1728 yılında da yanına bir minare eklenmiştir. Mimarı belli değildir.

Kuzeydeki medresenin portalinden avluya girilmektedir. Yapının bütünü bir sıra siyah, bir sıra beyaz taştan yapılmıştır. Orta avlunun etrafını on ayağın çevirdiği sivri kemerli revaklar ve bunların arkasında da medrese odaları yer almaktadır. Girişin tam karşısına gelen camiye geniş kemerli bir kapıdan girilmektedir. Aynı zamanda medresenin dershane görevini üstlenmiş olan bu cami erken Osmanlı mimarisinde görülen ters T veya zaviyeli plandadır. Caminin girişinde sekizgen bir kasnağa oturan bir kubbe üst örtüyü oluşturmuştur. Bu kubbenin iki yanı beşik tonozlarla desteklenmiştir. Güneyde mihrabın bulunduğu kısım dışa çıkıntılı olup, üzeri yarım bir kubbe ile örtülmüştür. Caminin içerisindeki çiniler onarım sırasında başka bir yapıdan buraya getirilmiştir.

1728 yılında eklenen minare siyah taştan olup, bunların arasında beyaz şeritler bulunmaktadır.


Hadım Ali Paşa Camisi (Merkez)

Diyarbakır Mardin kapısı ile Urfa Kapısı arasında, Ali Paşa Mahallesi’nde surlara yakın bir yerdedir. Camiyi Diyarbakır valilerinden Hadım Ali Paşa 1534-1537 yıllarında yaptırmıştır. Tuhfetül-Mi’marin’de Mimar Sinan’ın eseri olarak ismi geçmektedir.

Ali paşa Camisinin doğusunda Şafiilere ait bir cami, batısında medresesi, kuzeyinde de zikir yeri denilen dikdörtgen bir yapı ve hamam bulunmaktadır. Kesme taştan tek kubbeli olarak yapılan bu caminin son cemaat yeri ve kubbe kasnağında yatay şekilde siyah beyaz taş dizilerinden meydana gelmiş bir bezeme vardır. Onarımlarda bu bölümler bozulmamıştır.

Son cemaat yeri dört paye ve iki duvar uzantısı ile kubbeli beş bölüme ayrılmıştır. Sütunlar birbirlerine hafif sivri kemerlerle bağlanmıştır. Burada göze çarpan bir özellik de sütunların yanlarda olanların yüksek kaideler üzerinde oturmasına karşılık diğerleri doğrudan doğruya zemine oturmuştur. Bunun da nedeni, bu sütunların başka bir yapıdan alınarak burada uygulanmasıdır. Son cemaat yerinin ortasındaki bir kapıdan ibadet mekanına geçilmektedir. Girişin iki yanında sağır kemerlerin altında birer pencere vardır. İbadet mekanında kubbeye geçiş zeminden başlıyormuş gibi dikkati çeken tromplardır. Böylece aşağıdan başlayan tromp kemerlerinin ayakları zemine bağlanmaktadır. Bu durum yapının basık görünmesine de yol açmaktadır. Kubbe dışarıdan sekizgen, yüksek bir kasnak üzerine oturmuş ve piramidal bir çatı ile de gizlenmiştir.

Caminin mihrap ve minberi Klasik Osmanlı devri yapılarına uygundur. İçerisi klasik Osmanlı çinileri ile kaplanmış olmasına rağmen bunlar daha çok yerel atölyelerden alınmıştır. Minaresi yapının dışında kuzeydoğuya yerleştirilmiştir. Silindirik gövdeli ve tek şerefelidir. Üzerinde bezemeye rastlanmamaktadır.


İskender Paşa Camisi (Merkez)

Diyarbakır’da İskender paşa Mahallesi’nde bulunan bu camiyi Diyarbakır’da 14 yıl valilik yapan İskender Paşa 1551 yılında yaptırmıştır. Bazı yazmalarda bu caminin Mimar Sinan eseri olduğuna dair bilgiler bulunuyorsa da Mimar Sinan’ın eserlerini derleyen Tuhfetûl Mimarin’de ismi geçmemektedir.

Osmanlı mimarisinde belirli bir plan tipinin uygulandığı bu caminin önünde şadırvanı, doğusunda da türbesi bulunmaktadır. Son cemaat yeri dört sütun ve köşelerdeki L şeklinde ayakların taşıdığı beş bölümden meydana gelmiştir. Sivri kemerlerle birbirine bağlanmış olan sütunların başlıkları oldukça sadedir.

Kare planlı, 14,76 x 14,76 m. ölçüsündeki ibadet mekanının üzeri merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Buradaki tromplar da çok aşağıdan başlamakta ve ortası bir çizgi ile ikiye ayrılmaktadır. Trompların arası da birer kemerle birbirlerine bağlanmıştır. Bu tromplara dayanan kubbe dışarıdan onaltıgen bir kasnağa oturmaktadır.

Mihrap taştan olup mukarnaslıdır. Osmanlı mihraplarının bir benzeridir. Minber orijinalliğinden uzaklaşmış ahşap bir eserdir.

İskender Paşa Camisi Erken Osmanlı devri mimarisinin özelliklerini taşımasına rağmen, bir bakıma da Diyarbakır camilerinin etkisinde kalarak yapılmıştır. Caminin sol tarafına silindirik gövdeli, tek şerefeli taş minare eklenmiştir.


Behram Paşa Camisi (Merkez)

Diyarbakır’ın güneyinde Mardin Kapısı yakınında olan Behram Paşa Camisi’nin kitabesinden öğrenildiğe göre Diyarbakır’ın valilerinden Behram Paşa tarafından 1572 yılında yaptırılmıştır. Mimar Sinan’ın eserlerinin listesini veren Tuhfetül Mi’marin’de Mimar Sinan’ın eseri olduğu yazılı olmasına rağmen onunla ilgili diğer eserlerde ismi geçmemektedir.

Osmanlı döneminde Diyarbakır’da yapılmış ilginç eserler arasında olan bu cami külliye olarak düşünülmüş, günümüze yalnızca caminin yanı sıra hamamı gelebilmiştir.

Cami kesme taştan kare planlı ve tek kubbeli olarak yapılmıştır. Son cemaat yeri sakıflı olup asıl son cemaat yeri altı sütunun yuvarlak kemerlerle birbirlerine bağlanması sonucu beş bölümden meydana gelmiştir. Ortadaki kubbe diğerlerinden daha yüksek ve içeriden kaburgalıdır. Son cemaatin ön cephesi Fatih Paşa Camisi’nde olduğu gibi siyah beyaz taşlarla yapılmıştır. Bunun önündeki sakıflı, ikinci son cemaat yeri diyebileceğimiz, çatıyla örtülmüştür. Bu bölümde örgü şeklindeki bezemeler dikkati çekmektedir. Buradaki çift renkli sivri kemerler cephe de ayrı bir hareketlilik meydana getirmiştir. Son cemaat yeri yanlara doğru taşmakta, sağdaki kısmın üzerine de minare yerleştirilmiştir. Buradaki iki küçük mihrap da mukarnaslı olup özenle işlenmiştir. Caminin giriş kapısı mukarnaslı bir bordür ile çevrilmiş, üzerine de bir kitabe yerleştirilmiştir.

İbadet mekanı kare planlıdır ve üzeri kubbe ile örtülüdür. Burada dikkat çeken bir özelik te her duvara, duvar ayağı ismi verilen çıkıntılar yapılmış oluşu ve kubbenin de bu ayaklar üzerine oturtulmuş olmasıdır. Kubbe ayaklarının üzerinde bir mahfil yer almaktadır. Girişin sağ ve soluna ve mihrap duvarına yakın doğu ve batı duvarına yerleştirilen merdivenlerle mahfile çıkış sağlanmıştır. Doğu ve batı duvarında bulunan üç dikdörtgen nişin güney duvarına birer küçük mihrapçık yerleştirilmiştir. Böylece ana mihrabın dışında cami içerisinde altı mihrap daha yapılmıştır. Bu mihrap daha çok mekana hareket kazandırmak amacıyla yapılmıştır. İç mekanın bütün duvarları belirli bir yüksekliğe kadar İznik çinileri ile kaplanmıştır.Ayrıca mihrap ve minberi bezemelidir.

Caminin minaresi l928 yılında Yıldırım düşmesiyle yıkılmış, tek şerefeli ve silindirik olarak yenilenmiştir.


Melek Ahmet Paşa Camisi (Merkez)

Diyarbakır’ın batısında Urfa Kapısı yanında olan Melek Ahmet Paşa Camisi’ni aslen Diyarbakırlı olan Melek Ahmet Paşa 1587-1591 yılında yaptırmıştır. Mimar Sinan’ın eserlerinin listesini veren Tuhfetül Mi’marin de Mimar Sinan eseri olarak geçmesine rağmen Mimar Sinan ile ilgili eserlerde ismi geçmemektir.

Yüksek bir kaide üzerinde, altında da dükkanlar bulunan camiye merdivenle çıkılmaktadır. Bu yüzden de Diyarbakır camilerinden ayrılan bu yapının güney ve kuzey cepheleri siyah beyaz taş sıraları, diğer cepheleri de yalnızca siyah taştan yapılmıştır. Ayrıca kubbenin sekizgen kasnağı da siyah beyaz taş sıraları ile örülmüştür.

Caminin giriş kapısı diğer camilerden ayrı olarak güney mihrap duvarındaki büyük bir portal caminin altındaki yola açılmakta önce kuzey kısmındaki avluya, sonra da merdivenlerle camiye çıkılmaktadır.Batı bölümünün altından da ana caddeye açılan bir sokak geçmektedir.
Caminin güneydeki girişi duvardan dışarı çıkıntılı olup üç dilimli bir kemerden sonra mukarnaslı bir niş ile sonuçlanmaktadır. Portalin sağ ve solunda iki küçük niş bulunmaktadır. Kuzey bölümünde minarenin sağ tarafından merdivenle camiye çıkılmakta, basit kemerli bir kapıdan da içeriye girilmektedir. Burada Diyarbakır camilerinde görüldüğü gibi zengin bezemeli bir son cemaat yeri yapılmamıştır.

Caminin ibadet mekanı dikdörtgen planlı olup, ortadaki dört payenin üzerine tromplu sekizgen bir kasnak üzerine oturtulmuş kubbe ile üzeri örtülüdür. Kubbe kasnağına dört tane sivri kemerli pencere açılmış ve ibadet mekanının yukarıdan aydınlanması sağlanmıştır. Merkezi kubbenin dışında kalan bölümler çapraz tonozlarla örtülerek genişletilmiştir. İçerisindeki duvarlar 1 m. yüksekliğe kadar XVI.yüzyıl çinileri ile kaplanmıştır. Ayrıca caminin mihrabı da çinilidir. Beş kenarlı mihrap mukarnaslar, köşe sütunları ile oldukça zengin bir görünümdedir.

Caminin kuzey yönündeki merdivenin sağında bulunan minare camiden ayrı olarak yapılmıştır. Kaide kısmındaki taş bezemeleri ile dikkati çekmektedir. Gövde silindirik, tek şerefelidir. Şerefe altı mukarnaslarla bezenmiştir. Minarenin yarısına kadar içeriden iki merdivenle, yarısından sonra da bunlar birleşerek tek merdiven olarak şerefeye çıkılmaktadır. Bu merdivenlerden çıkanlar birbirini görmeyecek şekilde düzenlenmiştir. Mozaik çinili bir şerit kaideyi çepe çevre dolaşmaktadır ve bu durum diğer Diyarbakır camilerinde görülmemektedir.


Defterdar Camisi (Merkez)

Diyarbakır Defterdar Mahallesi’nde, Defterdar Ahmet Paşa tarafından 1594 yılında yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir.

Cami siyah kesme taştan fevkani olarak yapılmıştır. Orijinal şekli ile günümüze ulaşamayan cami, çeşitli dönemlerde bir çok onarım geçirmiştir. Güney kısmına 1832 yılında Ragıbiyye Medresesi yapılmıştır. Caminin alt kısmında iki beşik tonozlu bölüm bulunmaktadır. Bunlardan biri Camiyi boydan boya kesmekte ve alttan diğer sokağa geçit vermektedir. Beşik tonozlu diğer mekan ise dükkan olarak kullanılmaktadır. Cami fevkani bir yapı olduğundan, kuzey cephesindeki merdivenlerle çıkılmaktadır. Giriş kapısının herhangi bir özelliği bulunmamaktadır. İbadet mekanındaki iki sütun iki duvar ayağının arasını birleştiren üç kemerle yapı üçe bölünmüştür. Bunların üzerini düz bir çatı örtmektedir. Minber ve mihrap oldukça sadedir.


Nasuh Paşa Camisi (Merkez)

Diyarbakır İçkale’nin dışında, Fatih Paşa Camisi’ne giden yol üzerindedir. Diyarbakır’da Nasuh Paşa’nın valilik yaptığı 1606-1611 yıllarında yapılmıştır. Yapının mimarı bilinmemektedir.

Kesme siyah taştan yapılan bu yapı çeşitli dönemlerde yapılan onarımlarla özelliğinden uzaklaşmıştır. Günümüzde içerisine doğu kısmındaki bir kapıdan girilmektedir. Bu kapının mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır. Girişten hemen sonra bir avluya geçilmekte olup, burada üzeri düz çatı ile örtülü küçük bir açık hava namaz kılma yeri vardır. Avlunun güneydoğu köşesinde de kesme siyah taştan, kare kaideli, silindirik gövdeli minare bulunmaktadır. Minarenin üst kısmı 1819 yılındaki ayaklanma sırasında top mermisi ile yıkılmıştır. Bu nedenle de halk bu minareye Güdük Minare (Kot Minare) ismini yakıştırmıştır.

Avlunun batısındaki bir kapıdan caminin ibadet mekanına girilmektedir. Kareye yakın dikdörtgen planlı ve haififçe çarpık olan bu mekan dört sütunla bölümlere ayrılmıştır. Dört sütunun ortasında pandantifli bir kubbe köşelerde de çapraz tonozlu bölümler bulunmaktadır. Caminin güneydoğusunda bulunan mihrap hafif doğuya doğru kaymıştır ve bezemesizdir.


Arap Şeyh Camisi (Merkez)

Diyarbakır’ın doğusunda Yeni Kapı yakınında bulunan Arap şeyh Camisi’ni Diyarbakır’da valilik yapmış olan Kara Mustafa Paşa 1644’te yaptırmıştır. Mimarı belli değildir.

Cami dış görünüşü ile bir özellik taşımamaktadır. Küçük bir avlu içerisinde şadırvanı vardır. Halk arasındaki söylentiye göre bu şadırvan daha önce bir türbe olup, sonradan şadırvana dönüştürülmüştür.

Caminin son cemaat yeri duvar uzantıları arasındaki iki paye ile üç bölüme ayrılmıştır. Bu sütunlar doğrudan doğruya zemine oturmuş kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Giriş kapısının iki yanında birer pencere bulunmaktadır. Caminin ibadet mekanı ortadaki iki payenin yardımı ile altı bölüme ayrılmış ve her birinin üzeri de ayrı birer kubbe ile örtülmüştür. Böylece Osmanlı mimarisindeki ulu cami plan tipine benzetilmiştir. İç mekanda bezeme olarak dikkat çeken bir özellik bulunmamaktadır. Caminin batı tarafındaki beşik tonozlu dikdörtgen mekanın buraya sonradan eklendiği sanılmaktadır.


Kurt İsmail Paşa Camisi (Merkez)

Diyarbakır surları dışında, Harput yolu üzerinde, Seyrantepe semtinde bulunan bu camiyi Kurt İsmail Paşa kardeşi Meded Bey adına 1869-1875 yılında yaptırmıştır. Bu caminin de mimarı bilinmemektedir.

Kurt İsmail Paşa Camisi plan düzeni olarak Diyarbakır camilerinden ayrılmaktadır. Osmanlı son devir mimarisini andıran bu yapının ibadet mekanı sekizgen planlı olup, çevresini yine sekizgen bir revak çevirmektedir. Revak kısmı zeminden oldukça yükseltilmiş, köşelere birbirlerine yakın sütunlar yerleştirilmiştir. Sütunların araları, sekizi geniş, sekizi dar olmak üzere 16 kemerle birbirine bağlanmıştır. Bunların üzeri eğimli bir çatı ile örtülmüştür. Bu revaklı bölüme kuzeydeki bir merdivenle çıkılmaktadır. Buradaki kemer alınlığı yükseltilmiş ve giriş yönü belirtilmiştir. Caminin kuzeydeki girişi dışında kalan kenarlara basık kemerli birer pencere açılmıştır. Caminin iç mekanı bezemesizdir. Bütün özelliği daha çok Osmanlı sanatında türbe mimarisinde uygulanan plan şemasının burada tekrarlanmasıdır.


İbrahim Bey Mescidi (Merkez)

Diyarbakır İbrahim Bey mahallesi’nde bulunan bu mescidi Akkoyunlu Kasım Padişah’ın yeğeni İbrahim Bey yaptırmıştır. XV.yüzyılın sonu ile XVI.yüzyılın başında yaptırıldığı sanılmaktadır. Bu yapının da mimarı bilinmemektedir.

Caminin yüksek duvarlarla kuşatılmış bir avlusu vardır. Son cemaat yeri iki paye ve duvar uzantıları ile üç bölüme ayrılmıştır. Bunların üzerini pandantifli üç kubbe örtmektedir. Son cemaat yerinin ortasındaki bir kapıdan ibadet mekanına geçilmektedir. İbadet mekanının ortasında, mihrap önünde iki paye bulunmaktadır. Böylece yapı enine 2, boyuna da üç bölüme ayrılmıştır. Bunlardan mihrap önü ile sağdaki iki bölüm kubbeli, diğerleri de çapraz tonozlarla örtülmüştür. Kubbeli bölümlerdeki iki pencere dışında camide başka pencere bulunmamaktadır. Mihrap ve minberi oldukça sade olup, içerisi bezemesizdir.


Taceddin Mescidi (Merkez)

Diyarbakır Taceddin mahallesi’nde Melik Ahmed Paşa Hamamı yakınlarındadır. Kitabesi bulunmadığından banisi ve yapım tarihi bilinmemektedir. Yapının mimari üslubundan kesin olmamakla birlikte XV.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

Taceddin Mescidi, evler arasına sıkışmış bir yapı olup yalnızca doğu cephesi sokağa açılmaktadır. Giriş kapısı siyah kesme taştan yapılmış olup, bu yüzden de diğer bölümlerden ayrılmaktadır. Avlunun güneyinde basık bir sütuna dayanan iki kemerli bir son cemaat yeri vardır. Mescidin duvar çıkıntıları ile bu sütunun üzeri bir çatı ile örtülmüştür. Son cemaat yerinden mescide giriş sola kaydırılmış, orta eksene de iki yanında birer pencere olan birer mihrap yerleştirilmiştir. İbadet mekanı dikdörtgen planlı olup, üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Evler arasında bulunduğundan ötürü yalnızca aydınlatma amaçlı doğu cephesine iki pencere açılmıştır.

Büyük olasılıkla bu mescit değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özelliğini kaybederek bugünkü şeklini almıştır.


Hacı Büzürk Mescidi (Merkez)

Diyarbakır Cevat paşa Mahallesi’nde, Gazi Caddesi’nin başlangıcındaki sokak içerisindedir. Bu mescidin ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir.

Kesme taştan yapılmış olan bu mescit evler arasında sıkışıp kalmıştır. Batı kısmındaki yüksek duvarlarla çevrili avlusundaki bir kapıdan içeriye girilmektedir. Siyah taşlarla döşeli avludan girilen son cemaat yeri iki sivri kemerli olup, bu kemerler duvar uzantılarına ve ortadaki tek sütuna bağlantılıdır. Üzeri ahşap çatılıdır. Son cemaat yerinden basit bir kapı ile ibadet mekanına geçilmektedir. İbadet mekanı dört sütun ile enine iki bölüme ayrılmıştır. Mihrap duvarına paralel üç sivri kemer de çatıyı taşımaktadır. İç kısımda mihrap son derece sadedir. Ayrıca bir bezeme unsuruna da rastlanmamaktadır.


Kavas-ı Sağır Mescidi (Merkez)

Diyarbakır’daki Şeyh Matar Camisi yanında, sokak arasında bulunan bu mescidin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Vakıf kayıtlarında XVI.yüzyılda yapılmış bir Osmanlı eseri olarak ismi geçmektedir. Kemaleddin ve Cemaleddin isimli iki kardeşin bu mescidi yaptırdıkları da ileri sürülmektedir.

Siyah kesme taştan yapılmış olan bu mescidin oldukça basit bir görünümü vardır. Doğu ve güney cepheleri tamamen evlerle çevrelenmiştir. Etrafındaki sokaklardan ve yerleşimden ötürü mescit dikdörtgen plandan uzaklaşmış ve eğri bir plana dönüşmüştür. Son cemaat yeri siyah taştan bir sütuna dayanmakta ve iki kemerle avluya açılmaktadır. Avlu zemininden biraz daha yüksek olan son cemaat yerinin üzeri kavak ağaçları ile örtülmüştür. İbadet mekanına basık kemerli bir kapıdan girilmektedir. Dikdörtgen şeklindeki ibadet mekanı kuzey-güney yönündeki iki geniş kemerle üç bölüme ayrılmıştır. Bu kemerler duvarlardaki dışarı taşkın ayaklar üzerine oturmuştur. Üzeri damla örtülüdür. Batı duvarındaki iki pencere ile içerisi aydınlanmaktadır. Mihrap ve minber son derece basit olup, iç kısmında dikkat çeken bir bezeme bulunmamaktadır.


Molla Bahaddin Mescidi (Kozlu Camisi) (Merkez)

Diyarbakır Kozlu Mahallesi’nde, İzzet paşa Caddesi’nde bulunan bu mescidin de ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Basit görünümlü bir yapı olan mescit kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Önündeki avlu ve mescit evler arasında sıkışmıştır. Kuzeyden güneye doğru genişleyen avluda helalar ve bir havuz yer almaktadır. Son cemaat yeri bir sütundan çıkan ve duvarlara dayanan sivri kemerlerle iki bölümlüdür. Üzeri kavak ağaçları ile örtülmüştür. İbadet mekanı dört pencere ile aydınlatılmıştır. Bunların üzerine de daha küçük pencereler yerleştirilmiştir. Bunların dışında ibadet mekanını aydınlatacak başka pencere bulunmamaktadır. İbadet mekanı kuzeyden güneye doğru daralmakta ve üzeri düz bir çatı ile örtülmüştür. İçerisinde mihrap da dahil süsleme elemanına rastlanmamaktadır.


Ulu Cami (Taciyan Camisi) (Eğil)

Diyarbakır Eğil ilçesinin güneydoğusunda bulunan Ulu Cami’nin kitabesi günümüze gelememiştir. Bu bakımdan kimin tarafından ve ne zaman yaptırıldığı bilinmemektedir. Ancak mimari yapısından ve süslemelerinden XII.-XIII.yüzyıla tarihlendirilmektedir.

Artuklu dönemine ait olan bu yapı küçük ölçüde olup, günümüze çok harap bir durumda gelebilmiştir. Kalıntılarından mihrap önünün kubbeli olduğu ve enine dikdörtgen plan şekli gösterdiği anlaşılmaktadır. Bunun dışındaki bölümleri tonozlarla örtülüdür. Kubbe kasnağındaki iki dizi halindeki iri çiçekli kûfili kitabe yapının başlıca özelliğidir.


Ulu Cami (Çermik)

Diyarbakır Çermik ilçesi, Kale Mahallesi’ndeki, Ulu Cami’nin mihrabının karşısına gelen orta kemerinin üzerinde üzerinde 38.00x25.00 ölçüsündeki iki satırlık kûfi yazılı kitabesine göre 1148 yılında yapılmıştır. Kitabede Fahrettin Kara Arslan’ın da ismi olduğundan caminin Hasankeyf Artuklularından Fahrettin Kara Arslan (1108-1148) zamanında yapıldığı anlaşılmaktadır.

Caminin giriş kapısının sol tarafındaki kemerden doğu duvarı arasında iki satırlık nesih yazılı 110x46.00 cm. ölçüsünde bir onarım kitabesi bulunmaktadır:
“Cüddede İmaret’ül-Mescid El Halid bi Ebubekr Ali bin El-hac Ömer bin Mahmut. Fi seneti Erbaa.”

Dikdörtgen planlı caminin batıya açılan cephesinde geometrik oymalar bulunmaktadır. Caminin mihrap ve minaresi Artuklu mimarisine uygun olarak yapılmıştır. Anadolu Selçuklularından III.Alaaddin’in (1297-1302) camiyi onardığı sırada minaresini de onarmıştır. Bu minarenin kaidesinde Selçuklu özelliği taşıyan kabartma motifler ve yazılar bulunmaktadır. Ulu Cami’ye bundan ötürü de halk arasında Sultan Alaaddin Camisi de denilmektedir.

Ulu Cami’nin doğusuna Çermik Sancak beyi Şah Ali Bey 1517’de dikdörtgen planlı ve kubbeli bir yapı eklemiştir.Güney, doğu ve kuzey yönlerinde ikişer penceresi olan ve eski cami ile birleştirilen bu yapının da bir cami olduğu anlaşılmıştır. Bu yapı da Ulu Cami gibi siyah ve beyaz taşlardan yapılmıştır.


Şah Ali Bey Camisi (Çermik)

Diyarbakır Çermik ilçesi Kale Mahallesi’nde bulunan Şah Ali Bey Camisi, Ulu Cami’nin doğusuna bitişiktir. Şah Ali Bey tarafından 1517’de yapılmıştır.

Caminin son cemaat yeri, giriş kapısı ve pencerelerin dış yüzleri kesme taştan yapılmış, dikdörtgen planlıdır. Son cemaat yeri üç kubbelidir. Cami, mihrap duvarına paralel üç nefe ayrılmıştır. Mihrap önündeki bölüm kubbeyle diğerleri tonozla örtülüdür. Bu kubbe sekizgen kasnaklı olup, dıştan piramidal külahlıdır.


Cami-i Kebir (Çüngüş)

Diyarbakır, Çüngüş ilçesinde bulunan Cami-i Kebir bazilika planlı bir kiliseden camiye dönüştürülmüştür. XIII.yüzyılda Artukoğulları tarafından bazı ilaveler yapılmıştır. Kesme taştan olan bu cami çatı ile örtülüdür.


Ali Bey Camisi (Çüngüş)

Diyarbakır Çüngüş ilçesinde, Ali Bey tarafından 1688’de yaptırılmıştır. 1757’de de Kapıkıran Mehmet Paşa camiye bir de minare eklemiştir.


Ulu Cami (Hani)

Diyarbakır Hani ilçesi’nde Belediye ve Kaymakamlık binalarının bulunduğu yerdedir. Ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Mimari üslubundan XIII.-XIV.yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır. Üzerindeki yazıtlarından 1657 ve 1682 yıllarında onarıldığı anlaşılmaktadır.

Dikdörtgen planlı cami iki ayrı bölümden meydana gelmiştir. Bu yüzden eğimli bir alanda bulunan güney tarafına dükkanlar eklenmiştir. Caminin girişi batı cephesindedir. İbadet mekanı üç neflidir. Caminin önünde mermer sütunlar yuvarlak kemerlerle birbirlerine bağlanarak bir avlu meydana getirmiştir.Avlunun çevresindeki revaklar içten tonoz, üstten de çatı ile örtülmüştür. Caminin yanında Diyarbakır yöresine özgü bir minare yerleştirilmiştir. kesme taştan olan minare, dikdörtgen planlı olup, üzerinde herhangi bir bezemeye yer verilmemiştir. Dikdörtgen minarenin bitiminde bir balkon ve bunun üzerinde de şerefe ve yuvarlak petek kısmı yerleştirilmiştir. Konik bir külahla da üzeri örtülmüştür.


Şeyh Caferi Tayyar Mescidi (Hani)

Diyarbakır, hani ilçesindeki Şeyh Caferi Tayyar Mescidinin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Cami dikdörtgen planlı olup, üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Mescidin en ilginç yönü Diyarbakır yöresine özgü minare tipinin burada da tekrarlanmasıdır. Kesme taştan dikdörtgen minare bir balkonla şerefede son bulmaktadır. Bunun üzerine yuvarlak petek kısmı ve külah yerleştirilmiştir.
Mescidin yanında Şeyh Caferi Tayyar'ın türbesi bulunmaktadır. Türbe kesme taştan yapılmış, dikdörtgen planlıdır. üzeri çatı ile örtülüdür. Türbenin içerisinde sanduka ve sandukanın başında da h.372 (982) tarihli bir sancak bulunmaktadır.
Mescit ve türbe Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1982 yılında onarılmıştır.

Ulu Cami (Hazro)

Diyarbakır Hazro ilçesinde, ilçeye egemen bir tepe üzerinde kurulmuştur. Kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Onarım ve eklemelerle özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Bazı kaynaklarda XIII.yüzyılda Eyyubiler döneminde yapıldığı belirtilmektedir. Bazı kaynaklarda da Osmanlı mimarisine benzerliğinden ötürü XVI.XVII.yüzyıllarda yapıldığı belirtilmektedir.

Dikdörtgen planlı bir yapı olup, kesme taştandır. Giriş kapısı ve mihrap nişi mukarnas ve geometrik bezemelerle görkemli bir konuma getirilmiştir. Ön cephesi iki katlı olup sivri kemerli alternatif taş döşeli görünümü ile dikkati çekmektedir.


Ulu Cami (Vakıf Ahmet Bey Camisi) (Lice)

Diyarbakır Lice ilçe merkezinde bulunan bu camiyi Şeyh Hasene Ezraki soyundan gelen Ahmet Bey 1540-1541 yılında yaptırmıştır. Ahmet Bey kurduğu vakıflar ve halka yaptığı hizmetlerden ötürü Vakıf Ahmet Bey olarak tanınmıştır. Bu nedenle de camiye Vakıf Ahmet Bey ismi verilmiştir. Ayrıca Ulu Cami veya Cami-i Kebir olarak da bilinmektedir.

Lice depreminden önce kare planlı olan bu caminin iki katlı bir son cemaat yeri vardır. İbadet mekanı sütunlar ve geniş sivri kemerlerle iki nefe ayrılmıştır. Daha sonra beşik tonozlu bir bölüm buna eklenmiştir.

Cami 1845 yılında yanmış, Hacı Sadullah Bey tarafından 1875 yılında onarılmış ve yapılan bazı ilavelerle genişletilmiştir. 1960 yılında da Hamit Toprak Bey tarafından camiye minare yaptırılmıştır. 1975 Lice depreminde cami büyük hasar görmüş ve minaresi yıkılmıştır.


Melik Adil Camisi (Lice)

Diyarbakır Lice ilçesi, Kabakkaya (Antak) Köyü’nde bulunan Melek Adil Camisi’nin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir.

Dikdörtgen planlı bir yapı olup üzeri çatı ile örtülmüştür. Minaresi dört köşedir ve bazı silmelerle de üç bölüme ayrılmıştır.


Ulu Cami (Selahattin Eyyubi Camisi-Meyya Farkin Camisi) (Silvan)

Diyarbakır Silvan ilçesinde bulunan bu caminin Artukoğullarından önce, 1031’de küçük bir cami olarak yapıldığı sanılmaktadır. Artukoğullarından Necmeddin Alpi döneminde,1157’de onarılmış ve genişletilmiştir. Sonraki yıllarda Ebu’l Muzaffer Şehabeddin Gazi döneminde yeniden elden geçirilmiştir. Bu cami ile Artuklu mimarisinin üslubu ilk belirgin şeklini almıştır.

Caminin ibadet mekanı dikdörtgen planlı olup, içerisi mihraba paralel 18 paye ile dört sahna ayrılmıştır. Mihrap önüne rastlayan bölüm altı büyük, iki küçük payenin yardımı ile tromplu olarak 13.50 m. çapında bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbenin bir bölümü de mihrap önündeki duvara dayanmaktadır. Burada Gaznelilerin Leşker-i Bazar Ulu Camisi’nde ortaya koydukları mihrap önü kubbesi Melik Şah’ın yapmış olduğu yapılardaki düşüncesi ile birleştirilmiştir. Bu tür mihrap önü kubbelerinin Anadolu’da bulunan ilk örneklerindendir. Kubbe eteğinde Necmeddin Alpi’nin bir kitabesi yer almaktadır.

Ulu Cami Artuklu taş işçiliğini yansıtan bezemeleri ile dikkati çekmektedir.


Eyyubiler Camisi (Silvan)

Diyarbakır Silvan ilçesinin güneydoğusunda yer alan Eyyubiler Camisi olarak tanınan cami yıkılmış, sadece minaresi günümüze gelebilmiştir. Caminin Eyyubiler döneminde 1199-1244 tarihleri arasında yapıldığı kitabelerinden anlaşılmaktadır.


Karabehlül Bey Camisi (Silvan)

Diyarbakır Silvan ilçesinde bulunan bu cami XVI.yüzyılda, Diyarbakır Valisi İskender Paşa’nın mahiyetinde bulunan Silvan’lı Şeyh Ahmetzade Elvend Bey’in oğlu, Sancak Beyi Kara Behlül tarafından yaptırılmıştır.

Gri renkte kesme taştan yapılan bu cami kare planlı olup, üzeri sekizgen bir kasnağa oturan tek kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin üzeri dıştan pramidal şekle sokulmuştur. Son cemaat yeri altı ahşap sütuna dayanan altı bölüme ayrılmış ve üzeri de ahşap bir çatı ile kapatılmıştır.
 
#3
Diyarbakır Kaplıcaları


Çermik Kaplıcaları (Çermik)

Diyarbakır, Çermik ilçesinde bulunan Çermik Kaplıcası, ilçe merkezine 3 km. uzaklıkta, Diyarbakır-Çermik yolu üzerindedir.

Çermik kaplıcasının ne zaman ortaya çıktığı bilinmemektedir. Bununla beraber kaplıcanın çok eskiden beri bilinmektedir. Bu konuda bir efsanesi bulunmaktadır.

Bu efsaneye göre;
Güney Doğu Anadolu’da hüküm süren Acem Kralı’nın Melike Belkıs adında güzel bir kızı varmış. Bu kız bir gün hastalanmış ve vücudunda birtakım yaralar çıkmıştır. Zamanın hekimleri, Melike Belkıs’ı tedavi etmek için çok çaba sarf etmişler, gerekli ilaçları kullanmışlar, fakat bir türlü hastalığına çare bulamamışlardır. Hastalık ilerlemiş Melike Belkıs’ın vücudunu kurtlar sarmış ve vücudundan pis kokular gelmeye başlamıştır. Bundan ötürü de Melike Belkıs saraya girememiştir. Bu durumdan son derece rahatsız olan kral kızını saraydan çıkarmış, yanına muhafızlar vererek ormana bırakmıştır. Melike Belkıs ormanda gezerken bugünkü kaplıcanın bulunduğu yere gelmiş ve buradaki sıcak suya rastlamıştır. Yorgunluğunu gidermek için ayaklarını sıcak suyun içine sokmuş, bir süre sonra suya değen yerleri iyileşmeye başlamıştır. Melike Belkıs bunun üzerine sıcak suda yıkanmış ve tekrar eski sağlığına kavuşmuştur. Melike Belkıs’ın muhafızları, bu haberi hemen saraya iletmişler, bu haber üzerine kral bugünkü “Büyük Paşa” denilen kaplıcanın üzerine bir hamam yaptırmıştır.
Bu efsaneye göre kaplıcanın Arapların Çermik’i fethinden önce yapıldığı sanılmaktadır. Çermik sıcak su kaynağının ise, çok daha eskiden beri var olduğu ve bir ara kuruduğu, Yukarı Dicle ve Fırat Bölgesinin en iyi yerli kaynağı olduğu Amildi Mar-Yeşuva’nın “Vakayinamesi”’nden öğrenilmektedir.

Çermik Kaplıcaları iki bölümden meydana gelmiştir. Bugün Hamambaşı denilen yer arşiv kaynaklarında Kudret Hamamı olarak isimlendirilmektedir. Bu bölüm, Ortaçağ’dan beri kullanılmaktadır. Çermik ilçe merkezindeki Saray Hamamı denilen yer ise XVI.yüzyılda burada yaşayan Beyler tarafından yaptırılmıştır.

Çermik kaplıcalarından, iltihaplı romatizmalar, çocuk felçleri, nevrit, polinevrit, kadın hastalıklarında, üst teneffüs yolları hastalıkları ve deri hastalıklarının tedavisinde faydalanılmaktadır. Burada yapılan incelemelere göre kaplıcanın suyu 48 C sıcaklıkta olup, kükürt ve radyoaktif içermektedir. Bunun yanı sıra bileşiminde bromür iyonu ve iyodür bulunmaktadır.

Çermik’te kaplıcalarla her yıl Haziran ayında Melike Belkıs Şenlikleri adı ile festival düzenlenmektedir.


Anakaris Suyu (Hani)

Diyarbakır Hani ilçesine 3 km. uzaklıkta bulunan Anakaris Suyunun çevresinde herhangi bir tesis bulunmamaktadır. Bu suyun ne zaman bulunduğu konusunda da bir bilgi yoktur.

Burada içme kürleri yapılmakta olup, sarılık, karaciğer hastalıklarına iyi geldiği ve böbrek taşlarının düşürülmesinde etkili olduğu bilinmektedir.
 
#4
DİYARBAKIR HANLARI


Diyarbakır’ın önemli yapıları arasında hanların önemli bir yeri vardır. Bunların başında Deliller Hanı, Hasan Paşa Hanı, Çifte Han ve Yeni Han gelmektedir.

Diyarbakır, İpek yolunun üzerinde oluşundan ötürü belirli güzergahlar üzerinde
Han ve kervansaraylar yapılmıştır. Anadolu Selçuklularının da uyguladığı bu düzeni Osmanlılar da sürdürmüşlerdir. Diyarbakır’da günümüze ulaşan bu tür yapılar Osmanlı döneminde yapılmışlardır.


Hüsrev Paşa Hanı (Deliller Hanı) (Merkez)

Mardin Kapı yakınlarında bulunan Deliller Hanını Hüsrev Paşa 1527 yılında yaptırmıştır. Bu hana halk arasında “Hüsrev Paşa Hanı” veya “Kervansaray” da denilmektedir. Halkın Deliller Hanı demesinin asıl nedeni de İslam ülkelerinden Hicaz’a gitmek üzere burada toplanan hacı namzetlerini götürmek için gelen rehberlerin (delillerin) bu handa kalmalarından kaynaklanmaktadır. Hanın karşısındaki geniş alana da “Hacılar Harabesi” ismi verilmiştir.

Deliller Hanını önündeki caddeye bakan kısımlarında ahır bölümü yer almaktadır. Burası tek katlı olup, hanın diğer bölümleri iki katlıdır. Siyah beyaz taş sıralarından yapılan bu bölüm dışarıya taşan giriş kısmı bulunmaktadır. Bunun dışında ise alt kısımda boydan boya dükkanlar sıralanmakta olup dükkanlar ahır bölümünün önünde devam etmektedir.
Hana, yanlarda geometrik geçmeli bordürler ve mukarnaslı nişlerle çerçevelenmiş bir kapıdan girilmektedir. Adeta bir köşkü andıran giriş bölümünden sonra şadırvanlı bir orta avlunun çevresinde revaklar ve onların arkasında da han odaları sıralanmıştır. Girişin karşında iki taraftaki merdivenlerle ikinci kata çıkılmaktadır. İkinci katta kalın ayakların taşıdığı revakların arkasında han odaları sıralanmıştır. Duvarlarında birer nişlerin bulunduğu odalar revaklara kapılarının yanı sıra birer de pencere ile açılmaktadır. Ancak bu pencereler tek sıra olarak açıldığından içerisi biraz karanlıktır.

Doğu-batı yönünde uzanan kemerlerin aralarındaki revaklar, boydan boya beşik tonozlarla örtülmüştür. Günümüzde Deliller Hanı Kervansaray Oteli olarak kullanılmaktadır.


Hasan Paşa Hanı (Merkez)

Hasan Paşa Hanı, Diyarbakır Ulu Camisi’nin doğu girişinin karşısında, Gazi Caddesi’nin üzerindedir. Hanın iki kitabesinden öğrenildiğine göre, Diyarbakır’ın Osmanlılar tarafından alınmasından sonra üçüncü vali olan, Sokollu Mehmet Paşa’nın oğlu Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1572-1575 yılları arasında yaptırılmıştır.

1612 yılında Diyarbakır’a gelen ve şehri gezen Polonyalı Simeon, seyahatnamesinde han için şunları yazmaktadır:

“ Şehri indikten sonra Hasan Paşa Han’ına indim. Muazzam kargir bir bina olan hanın 500 beygiri barındırabilen yer altında iki büyük ahırı, çok güzel bir havuzu. Üç kat üzerinde bir çok kargir odaları vardır”.

Evliya Çelebi’de bu yapıdan söz etmiş, “Kale misali Hasan Paşa Hanı gayet metin ve müstahkemdir” demiştir.

Hasan Paşa Hanı’nın en çok dikkat çeken yerlerinin başında batı cephesi gelmektedir. Üzerinde kare bir çerçeve içerisine alınmış olan kufi yazılı batı kapısı dışarıya taşkınlık yapmamakta içeriye dönük bir eyvana benzemektedir.Basık kemerli bir kapıdan geçildikten sonra beşik tonozlu bir kısma oradan da avluya çıkılmaktadır. Avlunun ortasında altı sütunlu, bezemesiz bir şadırvan bulunmaktadır.buradaki alt kat odaları sivri kemerlerle avluya açılmaktadır. Buradaki revakların üzeri beşik tonozlarla örtülmüştür. Altı beşik tonozlu dükkanların ikinci katından taşan iki süslü pencereyle dışarıya açılan orta kısım yapıyı tamamlamaktadır. İki renkli taş sıralarının yatay olarak cephelerde kullanılması yapıyı olduğundan da uzun göstermektedir. Han’da dikkat çeken diğer bir yanı da iki katın revaklarında yer alan sütunların birbiri üzerine oturmasına karşılık ikinci katta avluya doğru taşan taş konsolların yer almasıdır. Hasan Paşa Hanı günümüzde çeşitli amaçlarla kullanıldığından özelliğini kısmen olsa yitirmiştir.


Çifte Han (Merkez)

Hasan Paşa Hanı’nın güneyinde, Mardin Kapısı’na giden yolun sağındaki sokağın içerisindedir. Bu hanın ne zaman yapıldığı, kimin tarafından yaptırıldığı ve mimarı belli değildir. Ancak, mimari yapısından XVI.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

Han ilk yapımında çifte han olarak düşünülmüşse de sonradan önünden geçen yoldan ötürü ikinci bölümü yıktırılmıştır. Doğu ve batı doğrultusunda uzanan han siyah beyaz taştan yapılmıştır. Giriş kısmı ve ikinci hana geçişi çifte han olarak düşünüldüğünde aynı eksende değildir. Biraz sağa kaydırılmıştır. Girişten sonra siyah kesme taşlarla döşeli avlunun üç tarafında sütunların taşıdığı basık kemerli revaklar bulunmaktadır. Bu revaklar iki katta da aynen devam etmektedir. Ana girişin solundaki taş merdivenlerle ikinci kata çıkılmaktadır. Buradaki sütunlar beyaz taştan olup, revakların arkasında han odaları sıralanmıştır. Bu odalar dışarıya bir kapı ve pencere ile açılmıştır.

Hanın doğu cephesi düz duvar halinde olup, güney cephesi de etrafındaki yapılarla kapatılmıştır. Günümüze gelemeyen kısma da geniş bir sivri kemerle geçilmekte idi. Bu handa da bezemeden kaçınılmıştır. XVIII.yüzyılda buraya gelen İnciciyan bu hanı Diyarbakır’ın en büyük hanları arasında saymaktadır. Günümüzde orijinalliğinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır.


Yeni Han (Merkez)

Ulu Cami’nin güneyinde, Zinciriye Medresesi’nin de arkasında bulunan bu hanı, kitabesinden öğrenildiğine göre Seyyid Hacı Abdullah isimli bir kişi 1788-1789 yılında yaptırmıştır. Yapının mimarı bilinmemektedir.

Moloz taştan yapılan hanın girişinde, solda ikinci kata çıkışı sağlayan bir merdiven bulunmaktadır. Girişten sivri kemerli bir kapı ile avluya geçilmektedir. İki katlı olarak yapılmış olan hanın dört tarafı revaklarla çevrilmiş, bu revakları çevreleyen ince sütunlar kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Revakların arkasında yer alan han odaları düz damlı olup, bunlar revaklara bir kapı ve bir pencere ile açılırlar. Revaklı avlunun ortasında da bir kuyu bulunmaktadır.

Yeni Han zaman zaman yapılan onarımlarla özelliğinin bir kısmını yitirmiştir.

Çeper Hanı (Lice)

Diyarbakır-Bingöl yolunda Lice yol ayrımının 5 km. kuzeyindeki Biryas Köyü yakınlarında Çeper Hanı bulunmaktadır. Küçük bir tepenin eteğindeki bu han yıkılmış ve günümüzde ahır olarak kullanılmaktadır.

Çeper Hanının ne zaman ve kimin tarafından yapıldığını gösteren bir kitabe günümüze ulaşamamıştır. Ancak, Anadolu’daki benzeri hanlarla mukayese edildiğinde bu hanın XVI.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Diyarbakır konusunda araştırmaları bulunan Basri Konyar, bu hanın kesin olmamakla beraber IV.Murad zamanından kaldığını dile getirmektedir.

Han 90x23 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Kuzeydoğu cephesinde beş hücresi ile iki eyvanı bulunmaktadır. Bu cephenin doğusuna rastlayan odalardan birinin güney duvarına iki pencere açılmıştır. Bu pencerelerin hanın ilk yapısından kaldığı sanılmaktadır. Kuzeydoğu cephesinin ortasında yer alan giriş oldukça geniştir. Ancak bu bölümün de büyük bir kısmı yıkılmıştır. Hanın avlusunda kemerlerle birbirlerine bağlantılı olduğu sanılan payelerin kalıntıları günümüze ulaşmıştır. Buna dayanılarak da iç avlu çevresinde hücrelerin sıralandığı anlaşılmaktadır. Ayrıca güney duvarı boyunca da içerisinde ocakların bulunduğu yedi hücre vardır. Kuzey duvarının giriş kapısının iki yanındaki hücreler dışında, diğer cephelerde de altı ocağın bulunuşu bu bölümlerde de altı hücrenin bulunduğunu göstermektedir.

Çeper Hanı düzgün sıralar halinde yontma taşlardan yapılmıştır. Hanın köşeleri kapı ve pencere söveleri, eyvanların başlangıç kemerleri gri renkte düzgün kesme taşlardandır. Hücrelerin iç duvarları moloz taştan, eyvan ve hücrelerin tonozları ise tuğladandır. Hanın üzerinin çatı ile örtülü olduğu sanılmaktadır.
 
#5
DİYARBAKIR MEDRESELERİ




Zinciriye (Sincariye) Medresesi (Merkez)

Ulu Cami’nin batısında olan ve halk arasında Sincariye Medresesi olarak da tanınan Zinciriye Medresesi, XII.yüzyılın sonlarına tarihlendirilmektedir. Medresenin mimarı Melik Salih Necmeddin’dir. Bazı kaynaklarda da mimarı İsa Ebu Dirhem olarak geçmektedir


Açık medreseler plan tipinde, iki veya tek eyvanlı plan şemasına uygun olarak tek katlı yapılmıştır. Kesme taştan yapılan medresenin giriş kapısı ile ön cephesinin ayrı bir yapısı bulunmaktadır. Bezemesi olan ön cephede diğer aynı dönem yapılarında olduğu gibi zengin süslemeler burada görülmemektedir. Plan olarak diğer Anadolu medreselerinden biraz farklılıklar göstermektedir. Belki de iklim koşullarından ötürü avlu biraz küçültülmüştür. İki eyvanlı olan medresenin giriş eyvanı çapraz tonozla örtülmüştür. Avluyu çepeçevre beşik tonozlu bir revak çevirmektedir. Medresenin en belirgin yeri olan ana eyvanın sağ ve solunda beşik tonozlu iki oda, sol köşesinde de kubbeli bir oda yer almaktadır. Medresenin tek kubbeli olan bu bölümüne bir dehlizle girilmektedir. Avlunun çevresindeki medrese odaları da birbirlerine benzememektedir. Solda beşik tonozlu dört oda, en sağda L şeklinde bir oda vardır. Bunlara karşı sağ tarafta dikdörtgen planlı beşik tonozlu bir mekan yer almaktadır. Avlu revak kemerleri de birbirlerinden farklıdır. Bazıları dışarı at nalı şeklinde taşkın ve üstleri dekorlu, bazıları da basık ve dekorsuzdur. Buradaki alçak kemerler üzerinde bir yazı firizi dolaşmaktadır.

Zinciriye Medresesi l934 yılında onarılarak Diyarbakır Arkeoloji Müzesi olmuştur. Sonraki yıllarda müze yeni yapılan binasına taşınmıştır.


Mesudiye Medresesi (Merkez)

Ulu Camii'nin kuzeyinde ve camiye bitişik olan Mesudiye Medresesi. Diyarbakır'da yapılan ilk büyük medresedir. Medresenin yazıtından öğrenildiğine göre 1198-ll99 yılında Artuklu Meliki Mesud Kutbeddin Ebu Muzaffer Sökman zamanında yapılmaya başlanmış, Sökmen II.nin ölümünden sonra yerine geçen Mesud zamanında yapım çalışmaları devam etmiş, Mevdud zamanında 1223’de tamamlanmıştır. Medresenin mihrap yakınındaki pencerelerden birisi üzerindeki kitabeden de planlarını Halepli usta Cafer İbni Mahmut ‘un çizdiği ve yapımını da Mesud’un sürdürdüğü öğrenilmiştir.


Mesudiye Medresesi, çeşitli ilimlerin öğretildiği Anadolu'nun en eski ve ilk üniversitesidir. Bu medresede astronomi, tıp, fizik, matematik, biyoloji, kimya, ilahiyat, edebiyat ve felsefe gibi dersler öğretilmiştir. Ayrıca bilim adamları burada çeşitli konularda birbirleri ile tartışmışlardır

Mesudiye Medresesi, açık medrese plan tipleri arasında tek veya çift eyvanlı plan tipleri arasındadır. Kesme taşlı iki katlı olarak yapılan medrese plan tipi olarak da yanındaki Ulu Cami ile bağlantılıdır. Doğu ve batı yönünde uzanan medresenin kuzey yönünde girişi bulunmaktadır. Buradan çapraz tonozlu bir avluya girilmektedir. Kareye yakın bir planı olan avlunun en büyük açıklığı iki kat boyunda yükselen ana eyvanıdır. Bu eyvan beyaz taştan yapılmış olmasıyla da medresenin diğer bölümlerinden ayrılmaktadır. Bu eyvanın sağ ve solunda iki tonozlu oda bulunmaktadır. Bu odalar birbirlerine eşit ölçüde olmadıklarından ötürü dışarıdan kademeli olarak görülmektedir. Avluda iki katlı revaklar birbirlerinden taş yazı frizleri ile ayrılmaktadır. Buradaki kemerlerden ortadakiler daha geniş, kenarlardakiler daha dardır. Diğer medreselerde görülen revakların arkasındaki odalar burada bulunmamaktadır. Oda olarak yalnızca eyvanın iki yanındaki mekanlar kullanılmıştır. Burada dikkati çeken bir özellikte girişin karşısına gelen mihraptır. Son derece güzel bezemeli olan mihrabın neden buraya konulduğu bilinmemektedir.

Girişin yanındaki bir merdivenle medresenin ikinci katına çıkılmaktadır.Burada eyvanın sağ ve solundaki odalar dışında başka oda bulunmamaktadır. Yalnızca üzerleri beşik tonozlu revaklar burada bulunmaktadır.


Ali Paşa Medresesi (Merkez)

Mardin Kapı ile Urfa Kapısı arasında, Ali Paşa Camisi’nin batısında olan Ali Paşa Medresesi, Vali Hadım Ali Paşa tarafından 1434-1537 yılları arasında yapılmıştır. Mimar Sinan’ın eseri olduğu ileri sürülmüşse de bu iddia kesinlik kazanamamıştır

Ali Paşa Medresesi tek katlı olup kesme taş ve tuğladan yapılmıştır.Medresenin plan düzeni sonraki dönemlerde değişikliğe uğramış, Düşkünler Evi olarak kullanıldığından kuzey-batı köşesine yeni bir yapı eklenmiştir. Bu arada giriş kapısı da değişikliğe uğramış içerisi kadınlar ve erkelere ayrılmak suretiyle ikiye bölünmüştür. Bu değişikliğe rağmen medrese ana özelliğini yitirmemiştir.

Girişten sonra dikdörtgen planlı orta avlunun her iki yanında beşer çapraz tonozlu oda sıralanmıştır. Bu odaların her birinde ocakları olup bunların bacaları dışarıdan görülmektedir. Avluda medreselerde gelenekselleşmiş olan sütunlu revaklara yer verilmemiştir. Bunların yerine her medrese odası önüne beşik tonozlu ayrı bölümler eklenmiştir. Bunların yüzlerine de hareketlilik sağlanabilmesi için üç sıra tuğla bir sıra kesme taştan silmeler yapılmıştır.
Medresenin mescidi veya dershanesi dışarıya taşkın olup bu bölümün duvarlarına pencereler açılmıştır. Orta eksene de bir mihrap yerleştirilmiştir. Medresenin ilgi çekici bir planı olmasına rağmen bezeme yapılmamıştır.


Muslihiddin Lari Medresesi (Merkez)

Sefa Camisi'nin güneyinde ve cami avlusu içinde bulunan Muslihiddun Lari Medresi aynı zamanda İbariye, Parli Medresesi isimleriyle de tanınmaktadır. Kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamakla beraber XIV.yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Muslihiddin Lari, Mir’at-ül edvar ve Mirkat-ül ahbar isimli eserlerin yazarıdır. Bu medrese Onun Diyarbakır Müftüsü olduğu dönemde yapılmıştır. Lari ismi bu medreseyi yaptırdığından ötürü mü yoksa bu medresede ders verdiğinden ötürü mü verilmiştir kesinlik kazanamamıştır. Medresenin mimarı da belli değildir.

Medrese tek katlı, kesme taştan olup tonozlarda yer yer tuğlalar yapıda kullanılmıştır. Planı kendine özgü bir konumdadır. Diyarbakır medreseleri içerisinde kendine özgü bir yapıdır. Avlu etrafında sıralanmış medrese odalarından meydana gelen plan düzeninden oldukça uzak bir yapıdır. Medresenin en belirgin bölümü dershanesidir. Dershane ortada olup medrese odaları bunun iki yanına yerleştirilmiştir. Dershanen üzeri beşik tonozla örtülü olup güney duvarına bir de mihrap yerleştirilmiştir. Revaklar yalnızca medrese odalarının önüne yerleştirilmiştir. Revaklar dershane ile kesilmiştir. Beşik tonozlu revaklar ortadaki bir ayağa dayanan iki sivri kemerle ön avluya açılmaktadır. Medrese odaları revakların dışında birer pencere ile dışarıya açılmaktadır.

Hatuniye Medresesi (Hani)

Ulu Cami’nin güneybatısında bulunan Hatuniye Medresesinin XIII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Günümüze harap bir durumda gelen medresenin kitabesi de bulunmadığından kesin yapım tarihi ve kimin tarafından yaptırıldığı da bilinmemektedir.

Medrese dikdörtgen planlı olup, giriş kapısının karşısında yuvarlak kemerli bir eyvan bulunmaktadır. Avlunun iki tarafı kalın payeler üzerine oturtulmuş yuvarlak kemerli bir revakla çevrelenmiştir. Bu revakların arkasında medrese hücreleri bulunmaktadır. Bu hücrelerin üzerleri kubbelerle örtülmüştür.
Yöresel beyaz taştan, muntazam bir taş işçiliği ile yapılmıştır. Giriş kapısı sivri kemerli olup, çevreis geometrik ve bitkisel bir bezeme ile çevrelenmiştir. Sivri kemerin köşelerinde üçgen dolgulara yer verilmiştir. Bunların içeriside kabartma bitkisel motiflerle dekore edilmiştir.

Mihrap duvarı bunun yanındaki iki kubbeli mekan ve eyvan duvarları günümüze gelebilmiştir. İki yanında kubbeli mekanların bulunduğu kapalı avlulu medrese planındadır. Mihrap duvarı geometrik taş süslemeleri ile kaplıdır. Ayrıca mihrap nişinde de örgü motifli taş bezemeler görülmektedir. Bunları geometrik bezemeler ve mukarnaslar tamamlamaktadır.


Abdullah Paşa (Çeteci) Medresesi (Çermik)

Abdullah Paşa tarafından, Çermik çarşısında, ana caddenin güneyinde 1756-1757 yıllarında yaptırılmıştır. Çermikli Çeteci Abdullah Paşa İran hükümdarı Afşarlı Nadir Şah’ı yenmiş ve Onun Doğu Anadolu’yu ele geçirmesini engellemiştir. Bu medreseyi Diyarbakır Valiliği zamanında yaptırmıştır. Sultan II.Abdülhamid döneminde Çermik Rüştiye Mektebi olarak kullanılan bu yapı onarılmış ve camiye dönüştürülmüştür.

Dikdörtgen planlı olan yapının avlusunun üç yanına revaklar ve bunların arkasına da medrese odaları sıralanmıştır. Medrese odalarından ikisi doğu ve batıda, beşi güneyde olmak üzere toplam dokuz hücreden meydana gelmiştir. Medresenin kuzey yönü boş bırakılmıştır. Girişin karşısına rastlayan yerde kare planlı kubbeli dershane bölümü bulunmaktadır. Bu dershanenin üzerinde üç satırlı, Abdullah Paşa’nın kendi eliyle yazdığı tunç bir levha üzerinde kitabesi bulunmaktadır:

”Buniye Hazihi’l-Medreset’ül-Mübareket’ül-ilm ve’l bereketi bi kuvveti’l-Aziz’ül-Kadir Abdullah El-Vezir üş şehir bi-Çeteci.Fi seneti Seb’ine ve Mi’e ve Elf. Ketebehü bi-hatt.” 1170 (1756).

Yapı kesme taştan ve yer yer de moloz taştan inşa edilmiştir. Medrese Cumhuriyetin ilanından sonra Çermik Cami Yaptırma Derneği tarafından onarılmıştır.
 
#6
DİYARBAKIR DERGâHLARI



Diyarbakır’da günümüze ulaşan, bu konuda yeterli bir bilgi verebilecek dergah örnekleri ile karşılaşılamamıştır. Bazı dergahların kalıntıları ise yeterli bilgi vermekten çok uzaktır. Diyarbakır önemli bir kültür merkezidir. Buradaki medrese ve dergahlarda çok sayıda bilimsel kişiler, sanatçılar ve alimler yetişmiştir. Diyarbakır’da yaşamış beylerbeyi, paşa gibi devletin önde gelenlerinin yanı sıra yörenin önemli kişilerinin de devam ettiği dergahlardan günümüze herhangi bir iz gelmemiştir. Evliye Çelebi, bu dergahlardan Şeyh Rumi ile Balıklı, İbariye dergahlarının isimlerini vermektedir. Ayrıca bu konuda araştırmaları olan Bahri Konyar, “Son zamanlarda Şeyh Zeki’nin Dağkapısında bugün itfaiye garajı olan Rufai Tekkesi, Şeyh Ömer Efendi’nin Sinoğlu Mahallesi’nde bu gün arsa olan yine Rufai ve İbrahimbey Mahallesi’nde Ercişli Şükrü Efendi’nin Rufai Tekkesi vardı” diyerek dergahlarla ilgili bazı ip uçları vermektedir.


Eğil Tekke Köyü Dergahı (Eğil)

Diyarbakır Eğil İlçesi Tekke Köyü’nde bulunan bu yapının önceleri medrese olduğu sanılmış, Prof. Dr. Metin Sözen’in yaptığı araştırmalar sonunda bu yapının dergah olduğu anlaşılmıştır.
Tekke Köyü Dergahının ne zaman ve kimin tarafından kurulduğu bilinmemektedir. Bu konuda bir kitabe günümüze ulaşmadığı gibi kaynaklarda da onunla ilgili bir bilgiye rastlanmamıştır.

Yapının günümüze gelen kalıntılarından dikdörtgen planlı olduğu, kare planlı bir eyvandan sonra kubbe ile örtülü küçük ve dar bir avluya girilmektedir. Girişin sağında bir,yapının kısa tarafında da tonoz örtülü iki hücre yer almaktadır. Girişin karşısında kare planlı kubbeli küçük bir mekan ve yanında yine kare planlı çapraz tonozlu ikinci mekan görülmektedir. Dergahın diğer kenarında da çapraz tonozlu, yapının kısa kenarı duvarında da boydan boya uzanan bir koridor bulunmaktadır. Dergahın bu yöndeki duvarına dışarıdan yerleştirilmiş küçük dikdörtgen bölümün ne olduğu kesinlik kazanamamıştır.


Uzun Hasan Padişah Tekkesi (Merkez)

Diyarbakır Balıklı Mescid’e bitişik olan bu tekkeyi Uzun Hasan Padişah yaptırmıştır. Ancak bu tekke yıkılmış ve günümüze gelememiştir. Bazı kaynaklarda bu tekkenin bitişiğinde Çorbahane denilen bir yapı olduğu yazılıdır.


Mazenderanı Tekkesi (Merkez)

Diyarbakır Dağkapısı denilen yerde bulunan bu tekke Arakçin Baba Dergahı olarak da tanınmıştır. XVI.yüzyılda yapılan, Rufai tarikatına bağlı olan bu dergahtan da hiçbir iz günümüze gelememiştir.


Mevlevihane (Merkez)

Diyarbakır’da bugünkü Vali Konağı ile Orduevi’nin bulunduğu yerdeki Mevlevihane’nin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı,ilk postnişinini kim olduğu bilinmemektedir.Mevlevi kaynaklarında bu yapı zaviye olarak ismi geçmektedir.

I.Dünya Savaşından önceki yıllarda yıkılmış ve günümüze hiçbir iz gelememiştir.


Azizoğlu Tekkesi (Merkez)

Diyarbakır Hanzade Mahallesi’nde, Yalı Bahçesi denilen yerde bulunan bu dergahı Nakşibendi şeyhi Aziz Mahmut Urmevi l630-1637 yıllarında yaptırmıştır.

Diyarbakır ve çevresindeki illerde büyük bir ünü ve müridi olan Aziz Mahmut Urmevi, Sultan IV.Murat tarafından l638 yılında Diyarbakır’da idam ettirilmiştir. Bundan sonraki yıllarda da tekke hiçbir varlık gösterememiş ve yıkılmıştır. Günümüzde tekke ile ilgili hiçbir kalıntı bulunmamaktadır.


Örfizade Tekkesi (Merkez)

Diyarbakır, Memeddin Mahallesi’nde bulunan bu tekke Sadeddin Cebbavi tarafından yaptırılmıştır. Yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır.

Yakın tarihlere kadar ayakta kalabilen bu tekkenin mukarnaslarla bezeli gösterişli bir kapısı vardı. Bunun yanındaki duvarda da ise sivri kemerli, dışarıya taşkın bir çeşmesi vardır. Kesme taştan yapılan tekkenin siyah beyaz taşlardan oluşan ve küçük sütunların çevrelediği bir mihrabı bulunuyordu. Günümüzde bu tekkenin büyük bir bölümü yıkılmış ve yerine bir ilkokul yaptırılmıştır.


Gülşeni Tekkesi (Merkez)

Diyarbakır Urfa Kapısı yakınındaki Sarı Saltık Türbesi yanındaki bazı yapı kalıntılarının ne oldukları anlaşılamamış, bunun bir mescit olduğu sanılmıştır. Sarı Saltuk Türbesi ile yanındaki mescidin yapım tarihi bilinmemektedir. Böyle olunca da tekkenin de ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bu yapının güney duvarında pencereler ve bir mihrap dikkati çekmiştir. Bunun arkasına sonraki devirlerde bazı bölümlerin eklendiği kaynaklardan öğrenilmiştir. Diyarbakır ile ilgili eski kaynaklar burada Gülşeni tarikatına bağlı bazı müritlerin zikrettiğini yazmaktadır. Büyük olasılıkla buraya eklenen tekke mescidi de kendi içerisine almış ve burası bir Gülşeni tekkesine dönüştürmüştür. Yakın tarihlerde Sarı Saltuk Türbesi önünden geçen yol nedeniyle bu kalıntılar yıkılmıştır.

Sekin Tekkesi (Çermik)

Diyarbakır, Çermik ilçesinde Çermik Kalesi’nin güneyinde, Haburman Köprüsü’nün kuzeyinde, yolun sağında bulunan tekke, bir tümsek üzerinde Sekin ismi verilen yerdedir. Tekkenin ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir.

Günümüze çok harap bir durumda gelebilen tekke, dikdörtgen planlı, tonoz örtülü kesme ve moloz taştan yapılmış bir yapıdır.
 
#7
DİYARBAKIR MÜZELERİ

Arkeoloji Müzesi (Merkez)

Diyarbakır Arkeoloji Müzesi 1934 yılında Ulu Caminin külliyesine ait Zinciriye (Sincariye) Medresesi’nde açılmış, 1985 yılında da Elazığ Caddesi üzerinde, 5.000 m2 alan üzerine kurulan yeni binasına taşınmıştır.

Müzede Geç Paleolitik dönemden başlayarak ( M.Ö. 8400 ) Neolitik, Kalkolitik, Eski Tunç, Hitit, Urartu, Asur, Helenistik, Roma, Bizans, Erken Hıristiyan, Emevi, Abbasi, Selçuklu, Artuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Osmanlı dönemine ait eserler kronolojik olarak sergilenmektedir. Müzedeki eserlerin büyük bir bölümü Artuklu dönemine aittir. Müze, Amid sikkeleri ile yöresel etnoğrafik eserlerden oluşan zengin bir koleksiyona sahiptir.

Diyarbakır bölgesinde yapılan kazılarda ele geçen buluntular müzede sergilenmiştir. Bunların başında Hallançemi, Demirköy Höyük, Çayönü Höyüğü’nün eserleri gelmektedir.

Ziya Gök Alp Bulvarı
Belediye Sarayı Arkası



Ziya Gökalp Müzesi (Merkez)

Diyarbakırlı Ziya Gökalp’in 1876 yılında doğduğu Tacettin Mahallesi’ndeki ev, 1953’te varislerinden satın alınmış ve 23 Mart 1956 tarihinde müze-ev olarak ziyarete açılmıştır. Diyarbakır’ın sivil mimari örneklerinden biri olan bu ev 1808 yılında yapılmıştır.

İki katlı bu yapıda malzeme olarak siyah bazalt taşı kullanılmıştır. Haremlik ve selâmlık olmak üzere iki bölüm halinde iki katlı olan evde mekânlar ortadaki iç avlunun etrafına yerleştirilmiştir. Cephelerden biri iki kemerli, revaklı, bir eyvan şeklindedir. Yapıda bezeme olarak ciz veya kehal ismi verilen beyaz renkli taşlardan yararlanılmıştır. Ayrıca bazı kapıların üzerinde Arapça yazılı kitabeler bulunmaktadır.

Müze-evde yazara ait eşyaların yanı sıra yörenin etnoğrafik eserleri de sergilenmektedir.

Melik Ahmet Caddesi, Gökalp Sokak




Cahit Sıtkı Tarancı Evi Kültür Müzesi (Merkez)


Çağdaş Türk şairlerinden Cahit Sıtkı Tarancı’nın Diyarbakır Cami-i Kebir Mahallesi, Cahit Sıtkı Tarancı Sokak'ta bulunan evi 1973 yılında Kültür Bakanlığı’nca müze haline getirilerek ziyarete açılmıştır.

Diyarbakır sivil mimari örneklerinden olan bu ev 1820 yılında harem ve selamlık olmak üzere iki bölüm halinde yapılmıştır. Evin selamlık kısmı sonradan yıkılmıştır. Yapı, iki katlı olup kesme ve siyah bazalt taşından yapılmıştır. Güneydoğu Anadolu’ya özgü içe dönük avlulu, 14 odalı bir ev olup, yapının en önemli kısmı iki katlı olan yazlık bölümüdür.

Müzede Cahit Sıtkı Tarancı’nın şahsi eşyaları, el yazısı ile yazılmış mektupları, aile fotoğrafları ve kitapları ile XVIII.yüzyıl Diyarbakır yöresinin ev yaşantısını yansıyan etnoğrafik eserleri teşhir edilmektedir.

Ziya Gökalp Bulvarı, Belediye Sarayı arkası



Gazi Köşkü (Merkez)

I.Dünya Savaşı sırasında Atatürk’ün Diyarbakır’da Kolordu Komutanı iken karargâh olarak kullandığı köşk, 1937 yılında Diyarbakır Belediyesi tarafından Atatürk’e armağan edilmiş ve 1981 yılında da Atatürk Müzesi olarak ziyarete açılmıştır.

Bu bina XV.yüzyıl Akkoyunlu döneminde yapılmış olan Sem’an Köşküdür. Diyarbakır sivil mimarisinin dışa dönük mimari üslubunda olup, bazalt taşından iki katlı olarak yapılmıştır. Evin kuzeyinde bir havuzu, hemen arkasında da birer eyvan ve eyvaların iki yanında da odalar yer almaktadır.

Gazi Köşkü’nde Atatürk’e ait eşyalar, çeşitli belgeler ve fotoğraflar sergilenmektedir.
 
#8
DİYARBAKIR SUR ve KALELERİ




Diyarbakır’ın simgesi niteliğinde olan Diyarbakır surlarının ilk defa MÖ.3.000-4.000 yıllarında Huriler tarafından bugünkü İçkale’nin olduğu yerde yapılmıştır. Bu surlardan günümüze yok denilecek kadar az kalıntı gelebilmiştir. Bugünkü surlar MS.346 yılında İmparator II.Constantinius tarafından yaptırılmıştır.


Diyarbakır surları, dünyadaki en uzun surlardan Çin Seddi’nden, Antakya surlarından ve İstanbul surlarından sonra gelmektedir. Ancak bu surların hiç birisi Diyarbakır surları kadar üzerindeki yazıtları, burçları ile bezemeleri yönünden görkemli değildir.

Günümüzde bir açık hava müzesi konumunda olan Diyarbakır sur ve kaleleri Roma döneminden sonra bölgeye egemen olan Bizans, Abbasi, Mervan, Selçuklu, Artuklu, İnallı, Nisanlı, Eyyubi, Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerinde de önemini korumuş ve yeni eklemeler yapılarak onarılmıştır. Ancak yapılan bütün bu onarım ve korumaya karşılık ana mimari özelliğini kaybetmemiştir. Bununla beraber her dönem kendi özelliğini de buraya yansıtmıştır. Nitekim burçlar üzerinde değişik dillerde yazılmış kitabeler, güneş, yıldız, çift başlı kartal, aslan, kaplan, boğa, at ve akrep gibi kabartma motifler de bunu açıkça göstermektedir.

Diyarbakır sur ve kaleleri, Diyarbakır’ın yakınındaki Karacadağ’dan getirilen bazalt bir tabaka üzerine yine bazalt taşlardan yapılmıştır. Bu surların uzunluğu yaklaşık 5.700 m. olup, yükseklikleri 8-12 m. arasında değişmekte, genişliği de 3-4 m.dir. Surlar üzerinde yuvarlak, dörtgen, beşgen, altıgen şekillerinde 82 burç yapılmıştır. Bu surlar Dağ Kapısı (Harput Kapısı), Urfa Kapısı (Rum veya Halep Kapısı), Mardin Kapısı (Tell Kapısı) ve Yeni Kapı (Satt veya Dicle Kapısı) isimli dört ünlü kapısı bulunmaktadır. Bu kapılar daha çok Mezopotamya’nın en önemli ticaret merkezlerinden biri olan Diyarbakır’a giriş ve çıkışların kontrol altında tutulmasında önemli rol oynamıştır. XIX.yüzyılın başlarına kadar sur kapıları güneşin doğuşu ile açılır, güneşin batışı ile kapanırmış. Kapılar kapanınca kimse ne içeri girebiliyor nede dışarı çıkabiliyormuş. 1853 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gezgin H.Petermann’ın anılarında; güneş battıktan sonra Diyarbakır’a ulaştığı, kapıların kapalı olması nedeniyle sur dışında sabaha kadar beklemek zorunda kaldığını yazmıştır.

İki silindirik burcun arasında bulunan Dağ Kapısı’nın (Harput Kapısı) üzerinde Roma İmparatoru Valentininaus’un Latince, Bizans İmparatoru II.Teodosius’un Grekçe kitabelerinin yanı sıra Abbasi ve Mervani dönemlerine ait onarım kitabeleri yer almaktadır.Bu kapı iki katlı olup, alt katta Mervani döneminde yapılan bir mescit bulunmaktadır. Günümüzde Devlet Güzel Sanatlar Galerisi olarak kullanılmaktadır.


Mardin Kapısı (Tell Kapısı) Halife Murtezid Billah’ın Diyarbakır’ı ele geçirmesinden sonra burasının asilerin barınağı olarak kullanılmasını önlemek amacı ile surların güney tarafını yıktırmıştır. Bu bölümde bulunan kapı üzerindeki kitabeye göre; 909-910 tarihlerinde Halife Muktedir Billah ve veziri Ali bin Muhammed’in yardımlarıyla, Cerceralı İshak oğlu Yahya’nın idaresinde Cemil oğlu Diyarbakırlı mühendis Ahmet tarafından onarılmıştır.

Surların doğusundaki Yeni Kapı (Dicle Kapısı) 1240-1241 tarihlerinde Bizans döneminde yapılmış, basık kemerli tek girişli bir kapıdır.

Surların batısında bulunan Urfa Kapısı (Rum Kapısı) üç girişli olup, V.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kapı üzerindeki bir kitabeden Artuklu döneminde Sultan Mehmet tarafından onarıldığı ve üzerinde insan ve hayvan figürlerinin bulunduğu demir kapı kanatlarının buraya eklendiği öğrenilmiştir. Bu kapı diğerlerinden daha farklı ve büyük olup, ortadaki kapı Osmanlı döneminde Saltanat veya Hümayun Kapısı olarak tanınmıştır. Osmanlı padişahları bu kapıdan sefere çıkar ve dönüşlerine kadar da kapının taşla örüldüğü söylenmektedir.


Yedi Kardeş, Evli Beden, Nur, Keçi, Kral Kızı ve Akrep burçları en ünlü kale burçlarıdır. Bu burçların üzerinde çeşitli kabartmalar, hayvan figürleri ve kitabeler başta olmak üzere çeşitli bezemeler bulunmaktadır. Roma ve Bizans dönemine ait yazıt ve figürler daha çok Dağ Kapı’da, Abbasi dönemine ait yazıtlar Dağ Kapı ile Mardin Kapı’da bulunmaktadır. Abbasi dönemine ait kitabelerden birisinde Anadolu’nun bilinen ilk mühendislerinden söz edilmektedir: “Allah adıyla başlarım. Müslümanların emiri imam Cafer el-Muktedir Billah’ın emriyle Cercera’lı İshak oğlu Yahya’nın yönetiminde ve mühendis Cemil oğlu Amid’li Amhed’in gözetiminde yapıldı.”

Diyarbakır Mervaniler döneminde büyük bir onarım faaliyetine sahne olmuştur. Surların pek çok yerinde de Mervanilerin kitabelerine rastlanmaktadır. Bugün sanat galerisi olarak kullanılan Mervanilerin yapmış olduğu mescit’te şunlar yazılıdır: “Allah’ın mescitlerini, ancak Allaha ve ahiret gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve Allah’tan başkasından kokmayanlar doldurur.”

Büyük Selçuklular Dönemi’nden günümüze gelebilen kitabeler daha çok Nur Burcu’nda görülmektedir. Artuklu kitabeleri daha çok Yedi Kardeş, Evli Beden, Urfa Kapı ve İçkale’de görülmektedir. Bu kitabelerin birinde de şöyle denilmektedir: “Yapılmasını efendimiz, bilgin, adil ve mücahid kral, muzaffer ve güçlü insan, dinin ve dünyanın yardımcısı, İslam’ın ve Müslümanların sultanı Sultan Melik Salih emretmiştir.”


Diyarbakır Surları Eyyübiler döneminde büyük bir onarım görmüştür. Bugün “Hindibaba Kapısı” ile “Dağ Kapı” arasında kalan burç ve bedenlerde Eyyübi’lere ait kitabelere rastlanmaktadır. Bunlardan birisinde; “Eyyüpoğlu Ebubekir’in yükseklikler sahibi Sultan Melik Kamiloğlu, Müslümanların ve İslamın Padişahı, din ve dünyanın yıldızı Ebu’l-fet Eyüp Melik Salih Sultan Efendimiz aziz olsun.” Yazılıdır.

Diyarbakır surlarını daha da gösterişli ve görkemli yapan figürlerin büyük bir kısmı Selçuklu ve Artuklu dönemlerine aittir. Bu figürlerin çoğunda Şamanizm’in etkisi görülmekte olup, Orta Asya sanatı ile İslam sanatı burada bir karışım halindedir.

Sur duvarları arasında bulunan 82 burçtan çoğu yuvarlaktır. Bazıları da 6 veya 4 köşelidir. Şehrin Dicle vadisine bakan ve savunması daha kolay olan cephelerindeki burçlar daha çok 4 köşeli ve seyrektir. Dağ Kapı isle Urfa Kapısı arasında kalan ve saldırıya açık olan bölgedeki burçlar daha sık ve yuvarlaktır. Ayrıca bunlar takviye duvarları ile daha da sağlamlaştırılmış olup, Artuklu döneminde buraya eklenen burçlar büyüklük ve taş bezeme yönü ile de diğerlerinden ayrılmaktadır.


Burçlar genellikle iki katlı, bazıları da üç veya dört katlıdır. Bunların alt katları depo ve ambar olarak, üst katları da savunma amaçlı kullanılmıştır.

Evlibeden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu surların güneyinde yer almakta olup, 1208 yılında Artuklu hükümdarı Melik Salih adına Mimar Caferoğlu İbrahim tarafından yapılmıştır. Silindirik yapısı, onu çevreleyen kitabesi, çift başlı kartal, kanatlı aslan kabartmalarıyla oldukça görkemli olan Ulu Beden Burcu ile Yedi Kardeş Burcu plan ve bezeme yönünden birbirine benzemektedirler. Bu burçlarla ilgili bir de efsane vardır:

Bu efsaneye göre devrin hükümdarı bir yarışma düzenlemiş ve bu burçların bulunduğu yerde planlarını da kendisinin çizdiği, çok sağlam ve çok yüksek iki ayrı burç yapılmasını istemiştir. Diyarbakır’da bu işi başarabilecek iki kişi varmış. Bunlardan biri usta, diğeri de onun kalfası imiş. Ustanın dileği ustalığını bir kez daha göstermek; kalfanınki ise ustasını geçmekmiş. Usta Yedi Kardeş’ler Burcu’nu, kalfa da Evli Beden Burcu’nu yapmıştır. Burçların yapımı tamamlanınca hükümdar kalfanın burcunu daha çok beğenmiş, buna çok üzülen usta da kendini burçlardan aşağıya atmıştır.


Diğer bir efsaneye göre ise, düşmanlar Diyarbakır’ı kuşatmış, günler süren çatışmalardan sonra yedi kardeşin savunduğu burç dışında tüm kent düşmüştür. Kenti kuşatan kral anlaşmak için kardeşlere bir elçi yollamıştır. Yedi kardeş elçiye teslim olma koşullarını şöyle iletmişlerdir; Burcu teslim almaya kral ve komutanlar gelecek ve teslim olduklarında yedi kardeşin canları bağışlanacaktır. Kral kardeşlerin koşullarını kabul etmiş ve komutanlarıyla birlikte burca girmiştir. Ancak onlar içeri girer girmez yedi kardeş barut deposunu havaya uçurmuşlardır. Patlamayla birlikte kral, komutanları ve yedi kardeş ölmüş, şehir de kurtulmuştur.

Mardin Kapısı’nın doğusunda, yontulmuş kaya kütlesinin üzerinde yer alan Keçi Burcu surların en eski ve en büyük burcudur. Yapım tarihi tam olarak bilinmeyen bu burcun üzerinde, 1223 yılında Mervanoğlu tarafından onarıldığını belirten bir kitabe bulunmaktadır. On bir kemerli bu burcun bir dönem mabet olarak kullanıldığı sanılmaktadır.

Yedi Kardeş Burcu’na bitişik olan Nur Burcu Selçuklu döneminin en güzel eserlerinden biridir. Bu burç, 1268 yılında Selçuklu Hükümdarı Melik Şah tarafından yaptırılmıştır. Duvarlarında kabartma halinde koşan at, aslan, geyik ve kadın figürleri işlenmiştir. Ayrıca burada İslam ikonografisinde ender görülen “çıplak kadın” kabartmasının işlenmiş oluşu dikkat çekicidir.


Diyarbakır surları birçok kuşatmalarda, istilalarda tarih boyunca önemli rol oynamıştır. 1930’lu yıllarda Diyarbakır’ın hava alabilmesi için bu surların yıkılması yönünde bir görüş ortaya atılmış ve şehir valisi bu surları birkaç yerden yıkmaya çalışmışsa da 1932 yılında buraya gelen Prof.Dr.Albert Gabriel ve şehir aydınlarının çabaları sonucunda bu yıkım engellenmiştir.
XX.yüzyılın ikinci yarısından sonra Diyarbakır nüfusunun sur içerisinden dışarıya taşması ile Diyarbakır’ın tarihi ve mimari dokusu yozlaşırken bundan en çok da surlar ile sur içerisindeki evler ve sokaklar etkilenmiştir. Özellikle surların Mardin Kapısı ile Urfa Kapısı arasında kalan dış bölümleri, Mardin Kapısı ile İçkale arasındaki bölümler tahribata uğramış ve bu bölgeler gecekondu yapılanması ile karşı karşıya kalmıştır.

Günümüzde Diyarbakır Valiliği, Büyükşehir Belediyesi ve Çekül Vakfı’nın imzaladığı bir protokol ile “koruma projesi” hazırlanmıştır.


Diyarbakır Kalesi

Diyarbakır Kalesi’nin hangi tarihte yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Dicle Nehri’nin 100 m. kadar yükseğindeki Fis Kayası, İçkale’nin ilk yerleşme yeri olduğu düşünülebilir. Ayrıca bu bölgede Huriler zamanında da bir kale yapıldığı sanılmaktadır. MS.349’da Roma imparatoru II.Constanius bu kalenin etrafını surlarla çevirmiştir.


Diyarbakır Kalesi, Dışkale ve İçkale olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir. Diyarbakır’da hüküm süren devletler bu kaleyi onarmıştır. Bu bakımdan kalede her dönemin izlerine rastlanmaktadır.

Dışkale’nin kuzeydoğu köşesinde İçkale bulunmaktadır. Bu kale de surlarla çevrilmiştir. İçkale içerisinde Virantepe denilen yerde surlarla çevrili bir bölüm daha bulunmaktadır. Virantepe’de yapılan kazılar XIII.yüzyılda Artukoğulları döneminde bir saray yapıldığını ortaya çıkarmıştır. İçkale Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1524-1526 yıllarında genişletilmiş, on altı burç ile iki kapı eklenmiş ve surlarla çevrilmiştir. Bu kalenin fethi Oğrun, Saray ve Küpeli isimli kapıları Diyarbakır şehrine açılmaktadır.



Çermik Kalesi (Çermik)

Diyarbakır, Çermik ilçesinin batısındaki bir tepe üzerinde kale kalıntıları bulunmaktadır. Bu kalenin ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Ancak, Osmanlılar burayı ele geçirdikleri zaman yörede yaşayan halkın büyük çoğunluğu bu kalede idi. Çermik’in fethinden sonra halk burasını terk ederek ovaya inmiştir.


Çermik Kalesi Osmanlı fethi sırasında top ateşleri ile yıkılmış ve yeniden onarılmasına da gerek görülmemiştir. Kale, yüksek ve oldukça kayalık bir yerde olup, kalenin içerisinden Sinek Çayı’na kayaların oyulması sureti ile 150-170 m. uzunluğunda bir yer altı geçiti yapılmıştır.

Günümüzde harap halde olan kalenin kitabesi bulunamamıştır. Yalnızca İçkale’nin kapısı birkaç sarnıç, dört su kuyusu ve bir de eski bir kiliseye ait duvar kalıntısı dikkati çekmektedir. Kale içerisinde Berber Dükkanı diye isimlendirilen, kayalara oyulmak sureti ile 3.00x4.50 m. ölçüsünde bir mekan ortaya çıkarılmıştır. Bu mekanın yüksekliği 1.55 m. olup, kuzey, güney ve batısında oturma yerleri bulunmaktadır. Kalede çok sayıda ok uçlarının bulunması yerleşimin oldukça eski yıllara kadar indiğinin kanıtıdır.


Eğil Kalesi (Eğil)

Diyarbakır’ın Eğil ilçesinde, Dicle Vadisinin kıyısında bulunan kale, yöredeki en eski kalelerden birisidir. Ancak ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemekle beraber, MÖ.VII.yüzyıldan kaldığı sanılmaktadır.


Kale tek parça büyük bir kayanın üzerine yapılmıştır. Kalenin bulunduğu kayanın etekleri ve yanları yontulmuş ve böylece daha dik bir konuma getirilmiştir. Günümüze yalnızca surların kalıntıları, sur içerisindeki bazı yapıların temelleri ve sarnıçlar gelebilmiştir. Kalenin batısındaki bir kaya üzerinde de Asur hükümdarlarına ait yazılı bir stel bulunmuştur. Burada Asur hükümdarlarına ait kaya mezarları da bulunmaktadır. Ayrıca kaleden Dicle Nehri’ne inen, kayaların oyulması ile yapılmış merdivenli bir de yolu vardır.


Silvan Kalesi (Silvan)

Diyarbakır, Silvan ilçesinde bulunan bu kalenin ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber MÖ.77 yılında Büyük Tigrat Krallığı zamanında yapıldığı, sonraki yıllarda da Bizanslılar tarafından yeni eklerle kale genişletilmiş ve onarılmıştır. Hamdaniler, Mervaniler döneminde kaleye yeni burçlar ve sur duvarları eklenmiş, böylece daha korunaklı bir duruma getirilmiştir.


Kale yörede bulunan kalker taşından yapılmıştır. İçkale kareye yakın planlı olup, bunun dışında dış ve iç surlarla çevrelenmiştir. Kale 25 m. aralıklarla 50 burçla sağlamlaştırılmış ve dört yöne de dört kapı açılmıştır. Kale kapılarında bezemeli kitabeler bulunmakta olup, bunlar Eyyubilerden Melik Eşref zamanından kalmıştır. Ayrıca kalenin diğer kapılarında da Melik Kamil, Selahattin Eyyubi, Melik Evhad, Artukoğulları ve Mervanoğullarına ait çeşitli kitabeler de bulunmaktadır. Sonraki devirlerde kale içerisine Ulu Cami eklenmiştir.


Antak Kalesi (Lice)

Diyarbakır, Lice ilçe merkezinin 15 km. güneydoğusunda Kayacık ve Kabak Kaya Köyü’nde bulunan Antak Kalesi’nin ne zaman ve kimin tarafından kurulduğu kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber kalenin Roma döneminden kaldığı ve 532 yılında Bizans imparatoru I.Iustinianus tarafından onarıldığı sanılmaktadır. Ebu Abdullah Muhammed bin Ömerü’l Vakadi’nin yazmış olduğu kitapta bu kalenin hicretin 17.yılında, VII.yüzyılda Diyarbakır bölgesini ele geçirmek isteyen Iyaz bin Ganem ve Halid bin Velid tarafından Diyarbakır’ın fethinden hemen sonra Arapların eline geçtiğini yazmaktadır.

Kalenin ismi farklı kaynaklara değişik isimlerle geçmiştir. Eski Arap kaynaklarında Hetax, Silvanlı tarihçi İbnü’l-Ezrak da Hatak olarak bu kaleden söz etmişlerdir. Bununla beraber bir çok kaynakta da Atak olarak geçmiştir. Burada bulunan Entak şehri Mervaniler ve Artukoğulları döneminde (X.-XIII.yüzyıl) önemli bir yerleşim yeri idi. Yavuz Sultan selim’in Çaldıran Savaşı’ndan (1514) sonra kale Osmanlıların eline geçmiştir. Evliya Çelebi bu kaleden “Kale nehir kenarında yüksek bir tepe üzerinde, dört köşe taş yapılı güzel bir kaledir” diye söz etmiştir.

Kaleden günümüze yalnız temelleri gelebilmiştir. Kalenin üzerinde yıkık bir cami kalıntısı bulunmaktadır. Güneyinde de Ak Kilise isimli bir kilise kalıntısı vardır.


Zülkarneyn Kalesi (Çeper Kalesi) (Lice)

Diyarbakır, Lice ilçesinin Çeper Köyü yakınlarında bulunan bu kale dağların ovalara açıldığı dar bir geçidin ortasındadır. Ovaya hakim bir konumdadır. Halk arasında bu kaleye Çeper, Şeter kalesi gibi isimler de verilmiştir. İskender-i Zülkarneyn’in buradan geçtiği ve bu kalede misafir edildiği, bundan ötürü de bu kaleye Zülkarneyn Kalesi isminin verildiği yöre halkı tarafından söylenmektedir. Bununla birlikte kalenin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesinlik kazanamamıştır. Büyük olasılıkla MÖ.VI.yüzyılda bölgeye hakim olan Persler tarafından kurulduğu sanılmaktadır.

Kale surlarının büyük bir bölümü yıkılmış, günümüze ancak sur temelleri, surlara ait üç burç kalıntısı gelebilmiştir. Kalenin çevresindeki köyler bu kalenin taşlarını sökerek kullanmışlardır. Bu da kalenin harap olmasını hızlandırmıştır.

Evliya Çelebi bu kaleden söz etmiştir: “Makdisi tarihine göre meşhur İskender-i Zülkarneyn buradaki hayat suyunu içince iyileşmiş ve boynuzları düşmüş. Bunun üzerine 315 gün içinde bu kale tamamlanmıştır. Burç ve kuleleri büyük taşlarla yapılmış olup beşgen şeklindedir.”
 
#9
DİYARBAKIR ÇEŞMELERİ

Diyarbakır’da irili ufaklı çok sayıda çeşme bulunmaktadır. Bu çeşmelerin büyük çoğunluğu Osmanlı döneminde yapılmışlardır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Hamravat Kemeri ile şehre su getirmesinden sonra şehirde çeşmeler çoğalmıştır. Evliya Çelebi de şehrin sularının Ayn-ı Ali Pınarı, İçkale kaynağı Suyu ve Ayn-ı Şakkil-Acuz sularının şehrin su gereksinimini karşıladığını belirtmiştir. Bu sulardan ötürü Diyarbakır da su sıkıntısı çekilmemiş, ayrıca evlerin içerisindeki avlularda havuzlar, selsebiller ve su depoları yapılmıştır.1290 tarihli Diyarbekir Vilayeti Salnamesi şehirde 130 çeşmenin bulunduğunu yazmaktadır.

Diyarbakır çeşmeleri kendi başlarına bağımsız olanlar ile herhangi bir yapının duvarına yapıştırılmış veya bir yapının cephesine yerleştirilmiş çeşmeler olarak iki ayrı gurupta toplanmışlardır.


İçkale Çeşmesi (Merkez)

Diyarbakır’da İçkale’de bulunan, halk arasında Arslanlı Çeşme olarak tanınan bu çeşmenin kitabesi olmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Çeşmenin musluk yerinde bir arslan başı vardır ve sular buradan akmaktadır. Büyük olasılıkla bu arslan başka bir yapıdan buraya getirilmiştir. Çeşme kesme taştan yapılmıştır. Çeşmenin üst kısmında iki kısa beyaz sütun üzerine bir üçgen alınlık konulmuştur. Bunun da çeşmeye sonradan eklendiği sanılmaktadır.


Hatun Çeşmesi (Merkez)

Diyarbakır’da Mardin Kapısı çıkışında bulunan bu çeşmeye halk arasında Hatun Çeşmesi veya Hatun Kastalı denilmektedir. Bu çeşmenin de ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir.

Kesme kare taştan yapılan çeşme üç yönlüdür. Her bölüm sivri kemerli ayna taşı, musluk ve yalaktan meydana gelmiştir. Çeşmenin batıya yönelik kısmı düzdür. Doğu cephesinde ise büyük bir kemer bulunmaktadır. İç kısmında üç beyaz taş kullanılmıştır. Burada bulunan iki satırlık kitabe oldukça bozulmuş, bu yüzden de okunamamıştır. Kuzey ve güney yönündeki bölümleri oldukça dar olup buradaki dar bir oluktan su akmakta,üzerini de bir niş kapatmaktadır. Çeşmelerden her üçünün önünde birer yalak bulunmaktadır.


Zinciriye Medresesi Çeşmesi (Merkez)

Diyarbakır Zinciriye Medresesi’nin ön cephesinde bulunan bu çeşme kesme kaştan yapılmıştır. Ayna taşa yalak ve musluğun bulunduğu kısım yuvarlak bir kemer içerisine alınmıştır. Bu çeşmenin Zinciriye Medresesi ile birlikte XII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.


Örfizade Çeşmesi (Merkez)

Diyarbakır Örfizade Tekkesi önünde bulunan bu çeşme yaslandığı duvardan biraz dışarı taşkındır. Üzerinde taş konsollar bulunan çeşmenin ayna taşı muslukları ve yalak kısmı sivri bir kemer içerisine alınmıştır. Kemerin köşelerine süs amaçlı küçük sütunlar yerleştirilmiştir.


Ömer Şeddad Çeşmesi (Merkez)

Diyarbakır Mardin kapısı içerisinde, Ömer Şeddad Camisi’nin önünde yer alan çeşme geniş bir kemerle sınırlandırılmıştır. Bu çeşmenin içerisinde üç niş bulunmaktadır. Bunların üzerindeki kitabe bozulduğundan tam olarak okunamamıştır.


Arbedaş Çeşmesi (Merkez)

Diyarbakır Nasuh Paşa Meydanı’nda, Saray kapısına giden yolun sur duvarları ile birleştiği yerdedir. Çeşmenin üzerindeki kitabede Kanuni sultan Süleyman zamanında l531 yılında yaptırıldığı öğrenilmektedir. Cadde seviyesinden aşağıda olan çeşmeye altı basamaklı bir merdivenle inilmektendir. Önünde bir havuzu bulunan çeşmeye iki musluktan su akmaktadır.

Hanım Çeşmesi (Çermik)

Diyarbakır Çermik ilçesi Saray Mahallesi’nde bulunan çeşmenin kitabesi kırıldığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Büyük olasılıkla XII.yüzyıldan kaldığı sanılan bu çeşme sivri kemerli, aynalı ve yalak taşlı olup, günümüze harap bir halde gelmiştir.


Ali Dede Çeşmesi (Çermik)

Diyarbakır Çermik ilçesi Çukur Mahallesi’nde bulunan bu çeşmenin kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Günümüzde çukura gömülmüş olan bu çeşmenin çok eski yıllarda yapıldığı sanılmaktadır. Çeşme beyaz mermerden olup, sivri kemerlidir.


Süt Çeşmesi (Çermik)

Diyarbakır Çermik ilçesinin güneybatısındaki bu çeşmenin kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Ancak yapısından eski tarihlere kadar indiği sanılmaktadır. Halk arasında yaygın bir inanışa göre bu çeşmeden su içen loğusa kadınların sütü çoğalırmış. Bu yüzden de çeşmeye Süt Çeşmesi ismi verilmiştir.


Bandeler Çeşmesi (Çermik)

Diyarbakır, Çermik ilçesi Çukur Mahallesi, Bandeler Sokağı’nda bulunan bu çeşme XVIII.yüzyıldan kalmıştır. Çeşme üzerinde 27x48 cm. ölçüsündeki mermer üzerine nesih yazılı 1768 tarihli kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabenin üzerine 35x48 cm. ölçüsünde 1904 yılında onarıldığını gösteren bir onarım kitabesi konulmuştur:
“Bu hayrat-ı mücelle civar merhum Becan’dır. İcabet Hazreti Zat-i Cenabi Kibriya’nındır. Sene 1322 (1904) Bandizade.”

Çeşmenin mermerden sivri kemerli, ayna taşlı ve yalağı bulunmaktadır.
 
#10
TARİHİ DİYARBAKIR HAMAMLARI



Diyarbakır’ın eski tarihinden söz eden kaynaklar, vilayet salnameleri ve gezginlerin yazılarından öğrenildiğine göre, Diyarbakır’da hamamların büyük yer tuttuğu anlaşılmaktadır. Şehrin hemen her mahallesinde hamamlar bulunuyordu.


Osmanlı döneminde salgın hastalıkları önlemek ve bu kentte yaşayanları korumak amacı ile kente gelen yabancılar zorunlu olarak hamamlara sokuluyor, ondan sora da şehre girmelerine izin veriliyordu. Bu nedenle de Diyarbakır surlarında kente girişi sağlayan dört kapının yakınında hamamlar bulunuyordu. Ancak bu hamamların çoğu zamanla ilgisizlikten, açılan yollar nedeni ile yıkılmış ve şehirde hamam sayısı azalmıştır. Yıkılan hamamlardan Mirza Hamamı XV.yüzyılda Akkoyunlular zamanında yapılmış ve I.Dünya Savaşı sırasında yıkılmıştır. Yeni Kapı Hamamı ise 1882’de yıkılmıştır. Maristan Hamamı Gazi İlkokulu’nun yapımı sırasında ortadan kalkmıştır. İçkale’deki Kale Hamamı, Sinek Pazarı’ndaki Alaaddin hamamı da zamanla ortadan kalkmıştır. Muallak Mahallesi’ndeki Domat Hamamı da I.Dünya Savaşı sırasında yıkılmıştır. Dilaver paşa Hamamı, Hüseyin Efendi Hamamı, Bekir Paşa Hamamı, Cadde Hamamı da yakın tarihlerde çeşitli nedenlerle ortadan kalkan hamamlar arasındadır. Bunun yanı sıra XVI.yüzyılda yapılmış Cimşid Bey Hamamı 1863 tarihli İpekoğlu Hamamı da çeşitli amaçlarla kullanılmış ve işlevini kaybetmiştir.



Ali Paşa Hamamı (Merkez)


Ali Paşa’nın yaptırmış olduğu cami ve medresenin yanı sıra 1534 yılında onlara bir de hamam eklemiştir. Bu hamamın da cami ve medrese ile birlikte Mimar Sinan tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Günümüze oldukça harap bir durumda gelebilmiştir.



Melek Ahmet Paşa Hamamı (Merkez)


Diyarbakır Melek Ahmet Paşa Caddesi üzerinde bulunan bu hamamı Melek Ahmet Paşa tarafından1564 yılında yapımına başlanmış, 1567 yılında da tamamlanmıştır.



Behram Paşa Hamamı (Merkez)


Behram Paşa tarafından 1564 yılında yaptırılan bu hamamdan Evliya Çelebi de söz etmiştir.



Çardaklı Hamam (Merkez)


Diyarbakır İbrahim Bey Mahallesi’nde bulunan bu hamamı Hüsrev Paşa camisi ile birlikte 1521-1528 yılları arasında yaptırmıştır.



Vahap Ağa Hamamı (Merkez)


Diyarbakır’dan Dağ Kapısı’na giden yolun solunda bulunan bu hamamın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.


Soğukluk, sıcaklık ve halvet bölümlerinden meydana gelen bir hamam olup, özellikle halvet kısmı haçvari bir plan göstermektedir.



Deve Hamamı (Merkez)


Diyarbakır Mardin kapısı yakınında, cadde üzerindedir. Bu hamamın da yapım tarihi ve banisi belli değildir. Büyüklüğünden dolayı halk arasında Deve Hamamı olarak tanınmaktadır.



Kadı Hamamı (Merkez)


Diyarbakır Sefa Camisi’nin yakınında bulunan bu hamamın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Evliya Çelebi bu hamamın isminin Eşbek olduğunu yazmıştır.



Küçük Hamam (Merkez)


Melek Ahmet Paşa Camisi’ne bitişik olan bu hamamın da yapım tarihi belli değildir. Oldukça küçük ölçüde bir hamamdır. Soğukluk, ılıklık ve halvet bölümlerinden meydana gelmiş ve üzeri kubbe ile örtülmüştür.



Saray Hamamı (Çermik)


Diyarbakır çermik ilçesinde bulunan bu hamamın kitabesi günümüze ulaşamadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber yapı üslubundan XVI.-XVII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.


Bu hamam haç biçimli, dört eyvanlı, köşe hücreli hamamlar plan gurubundandır. Oldukça büyük ölçüde yapılan bu hamam soğukluk, ılıklık ve halvet bölümlerinden oluşmuş, her bölümün üzeri içten pandantifli, dıştan kasnaklı kubbelerle örtülmüştür.



Çüngüş Hamamı (Çüngüş)


Diyarbakır Çüngüş ilçesinde eğimli bir arazide yapılmış olan bu hamamın da kitabesi günüme gelememiştir. Mimari üslubundan XVII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.


Hamam, dört eyvanlı haç biçimli ve köşe hücreli hamamlar gurubundandır. Yakın tarihlerde içerisindeki eyvanlardan biri ile köşe hücrelerinden ikisi kaldırılmış, halvet bölümü daha büyütülmüştür. Hamamın üzeri içten pandantifli, dıştan kasnaklı kubbelerle örtülüdür


----------------------------------------



BASINDA DİYARBAKIR



Paris kadar romantik


Mezopotamya topraklarında, siyah bazalt surların içinde 5000 yıllık tarihin sahibi ‘’Kadim’’ kent Diyarbekir... Benim için, sevgililerin vazgeçemediği Paris kadar romantik. Bunun ötesinde, yaşanmışlığın verdiği bir ağırbaşlılık içinde, daha iyi bir geleceğin özlemini çekenlerin kenti artık.


Binlerce yıl boyunca, yaklaşık 30 medeniyetin sığındığı olağanüstü surlar, kitabeleri, kabartmaları ve süslemeleriyle, daha çok bir sanat eserini andırıyor. Dünyada benzerine kolay rastlanmayan bir özellik bu. Diyarbakır’ın ayakta kalabilmiş evleri de etkileyici. Lebeni Diyarbekir Evi (Cevatpaşa Mah. Yardımcı Sok. No: 4, ) bunlardan biri. Eski gazeteci Mehdi Tanaman’ın, misafirleriyle yakından ilgilendiği bu 400 yıllık Diyarbakır evi, atmosferi, otantik odaları ve sahibinin renkli kişiliğiyle, kentin ruhunu en iyi yansıtan restoranlardan. Yemekler leziz; sac tava, kaburga dolması, 28 çeşit malzemeden yapılan bulgur pilavı, yoğurt çorbası, fırın güveç, içli köfte...


Mehdi Bey’in annesinden öğrendiği, fincanıyla birlikte közde pişen kahve ve dondurmalı irmik de enfes. Sevgililer Günü’nde, Mehdi Bey misafirlerine, keman eşliğinde, elma ağacından yapılmış fıçılarda yıllandırılmış Ermeni şarabı ikram edecek. Ayrıca yine eski bir Diyarbakır evi olan, gençliğin ve sosyal hayatın nabzının attığı Dicle Fırat Kültür Sanat Merkezi’nde (08.00- 22.00 arası açık. Sin Camii arkası, ) başka yerde kolay kolay rastlayamayacağınız dengbejleri tüm doğallığı içinde dinleyebilirsiniz.
 
#11
DİYARBAKIR'IN İLÇELERİ


1-BİSMİL
2-ÇINAR
3-ÇERMİK
4-ÇÜNGÜŞ
5-DİCLE
6-EĞİL
7-ERGANİ
8-HANİ
9-HAZRO
10-KOCAKÖY
11-KULP
12-LİCE
13-SİLVAN

BİSMİL



İlçe Basmıl Kabilesi adı altında, Urfa ve şimdiki Arak Mezopotamya yöresinden gelenler tarafından kurulmuştur.Bismil’de çıkan eski mezar taşları 250-400 yıllıktır. Halkının önemli bir kısmı da Türkmendir. Bunların bir kısmının Konya ve bir kısmının da Musul tarafından geldikleri söylenir.Önceleri köy durumunda olan Bismil, bir ara nahiye olmuş, Mermer ve Akpınar da buraya bağlanmıştı.Sonra bu teşkilat dağıtılarak adı Şark olarak belirlenen bu nahiye merkezden idare olunmuştur. 1926 yılında yapılan idari bölünmede Şark nahiyesi’nin merkezi bu kez Seyithasan Köyü olmuş ve bu köy buraya bağlanmış, 1936 yılında da Bismil Diyarbakır’ın altıncı ilçesi olmuştur.

Bismil Diyarbakır’ın önemli tahıl merkezlerindendir. Hem kara hem demiryolu bağlantısı. Dicle nehri ,ilçe tarımının hayat kaynağıdır

Turizm:İlçe yeni kurulduğu için burada herhangi bir tarihi anıt bulunmamaktadır.Ancak Türkmen Hacı Köyü’nde Kabasakal, Sarısakal ve Yedi Kızlar Türbeleri Koği Tepe, Saladum ve Matar Köylerinde bulunan höyükler incelenmeye değer enteresan yerlerdir.

Ayrıca Bismil’de eskiden dört zyaret vardır: Develi,Kaypi,Karababa ve Ali Zyareti Sittioğlu Ziyareti Demirhan Köyündedir.

Kurtuluş,Fatih,Bozkurt,Akpınar,Altok,Dicle,Şentepe ,Esentepe mahallelrinden oluşan Bismil’in merkeze olan uzaklığı 52 km’dir. İlçeye beğlı 105 köy, 90 mezra vardır.Tepe beldesi olarak 1 belde Yukarısalat olarakta 1 nahiyesi vardır.



ÇINAR
Eski adı Hanak pınar, daha sonra Akpınar olan bu ilçemiz Diyarbakır’a yakındır. Diyarbakır-Mardin karayolu bu ilçenin içinden geçer. Yakın zamana dek küçücük bir köy olan bu ilçe merkezi giderek büyümüş ve önemli bir yerleşim merkezi kimliğine kavuşmak üzeredir. Çevresindeki geniş ovalarla ilin tahıl ambarı durumunda olan Çınar; göksu ırmağı yanındaki mesire yeri, şifalı Hızır Suyu, Pir İbrahim Mağarası, Kale-i Zerzevan ve Mir Hıdır Kaleleri’yle bu önemini dahada artırıyor.
Halk tarım ve hayvancılık yapar. Diyarbakır’a çok yakın olması ürünün değerlendirilmesini de kolaylaştırmaktadır.

COĞRAFİ KONUMU :

Coğrafi yapı bakımından Çınar; iki bülüme ayrılır. Doğusu düz ve geniş bir ovalık, batısı ise dağlık ve engebeli arazilerden oluşur. Diyarbakır’a 32 kilometre uzaklıkta olup, deniz seviyesindeki yüksekliği 660 metre, yüzölçümü ise 1952 kilometrekaredir. Çınar, kuzeybatıdan Diyarbakır il merkezi, batıdan Urfa’nın Siverek ilçesi, güney ve güneybatıdan Mardin ilnin Mazıdağıve Derik ilçeleriyle, doğudan Mardin’in Savur ilçesi ve il’e bağlı Bismil ilçesi ile komşudur. Kikan adıyla tanınan çok gen,iş ve verimli bir ovaya sahip olan ilçede kışın kabarıp yazın kuruyan derelerden ayrı olarak önemli sayılabilecek akarsulardan Göksu Çayı vardır. Durgun su kaynakları olarak Ortaören ve Bozçalı köyü yakınındaki Beşpınar göletlerinden başka doğal olanları yoktur.

TARİHÇESİ :

Güneydoğu Anadolu Bölgesinin, özellikle Diyarbakır’ın tarihi incelendiğinde, buna koşut olarak ilçenin de bir çok eski uygarlıklara yerleşim merkezi olduğu görülecektir. Yer isimlerine göre tarih belirtme gerekirse, bunu kanıtlayacak köy ve yerleşim merkezi kalıntılarına rastlanır.

İlçeye bağlı Hur-hurik (Sırımkesen köyü) ile bu kötün batısına düşen ne Beneklitaş köyüne doğru geçit veren BESTAHURİYAN (Huriler Deresi) M.Ö. hüküm süren Hurri Devleti’nin bir yerleşim merkezi olduğu sanılıyor. Keza Asurlular zamanında TOŞHAN-TOŞHANA adıyla anılan bir şehir olduğuda biliniyor. Bu şehrin, ilçenin kuzeydoğusunda yer alan Altınakar köyü civarındaki Tavşantepe adı verilen bir höyük olduğu sanılıyor. Ayrıca ilçenin güneydoğusu ile doğusunu kaplayan KİKAN ovasının da adını asur krallarından KİKİA’nın adından aldığı tahmin edilmektedir. Bunlardan başka Karacadağ’ın güney tarafı MAHAL MİTANAN (yani Mitanaların yeri veya yurdu) adını taşır ki, halk arasında Mahal Metina diye söylenir. Buradan hareketle bu yörenin de Mitannilere ait bir yerleşim merkezi olduğu söylenebilir.

Tarihi süreç içinde Bölgemize Asurlular’dan sonra sırasıyla İskitler, Medler, Persler, Makedonyalı Büyük İskender, Selevkovlar, Romalılar ve Bizanslılar egemen olmuşlardır.

Hz. Ömer döneminde İlçe, İslam egemenliğine girmiş olup, Selçuklu Sultanı “Berkyaruk” zamanında Selçuklu hakimiyetine girmiştir.

Cumhuriyet döneminde Çınar, 1937 yılına kadar Diyarbakır-Mardin karayolu üzerinde bulunan şirin bir köy olma özelliğini koruyor. 23 Haziran 1937 yılında 3223 sayılı yasa ile ilçe haline dönüştürülüyor. Bu tarihe kadar Akpınar ve Hanakpınar olarak anılan yerleşim merkezi 1937 yılından sonra Çınar oluyor.

İlçemizin geçmişini simgeleyen belli başlı tarihi eserler; Piribrahim Mağarası, Kele-i Zerzevan ve Hıdır kalesi ile Güzelşeyh Kasrıdır.

Cumhuriyet, Fatih, Gazi, Yeşil, Eski vee Yeni mahalle olmak üzere 6 mahalleden ibarettir. Ayrıca ilçeye bağlı 75 köy, 82 mezra, 1 belde ve 9 adet kom vardır.



ÇERMİK


Diyarbakır’ın kuzeybatısında bulunan Çermik, kaplıcaları ile tanınmış ünü tüm yurda yayılmış, güzel ve yemyeşil bir ilçemizdir. Dünyanın her tarafından insanlar şifa bulmak için bu kaplıcalara gelirler. İlçe de adını buradan almaktadır.(Çermik:Kaplıca)
İlçe su bakımından çok zengindir.Göz ve sinek suları kasabanın topraklarını sular. İlçenin eski kalesi, AdaeddinCamii,Abdullah Paşa Medresesi, Haburman Köprüsü,efsanevi Gelin Dağı, Seyfullah Bey Hamamı ve Ali Dede çeşmesi ilk anda görülmesi gereken tarihi yerlerden birkaçıdır.Ayrıca bağ ve bahçelerinin seyrinede doyum olmaz.

İlçe merkezi ve çevresi çok engebelidir.Deniz’den yüksekliği 710 metreyi bulur.Halkı hayvancılık ve tarımla geçinir. Burada pamuk ve pirinç de yetişmektedir.Badem, yaş-kuru üzüm ;kıl,yağ önemli geçim kaynaklarındandır. İlçede 200 dolayında dokuma tezgahı bulunmaktadır.

Çermik önce Akkoyunlu Devleti’nin elinde bulunmuş, bu devlete uzun zaman bağlı kaldıktan sonra, Safeviler tarafından işgal edilmiştir. 1436 yılı Aralık ayının sonuna kadar, Safeviler’in kükmü altında bulunan kasaba, bu tarihten itibaren Osman Oğulları tarafından zaptedilmiş ve idaresi ABDULAKDİR OĞULLARI / MİRDASİ BEYLERİ hanedanlığına irsi beylik şeklinde verilmiştir.

İlçenin Safevilerin elinden alınmasında, çarpışan Osman Oğulları’nın kumandanı ve Kamah’ın ilk Osmanlı hakimi, Karaç’ın oğlu “AHMET BEY’İN” emeğinin çok olduğu, hatta kendisi tarafından zaptedildiği “KIRZI OĞLU” tarafından teyit edilmiştir. Osmanlılar’ın, Çermik kasabasını işgalinden sonra kasabanın idaresi daima Osmanlılar’a bağlı olarak devam etmiştir. Yine tarihi vesikalardan öğrenildiğine göre; kasabanın son beylerinin “PİR ALİ BEY ile ŞAH ALİ BEY” kardeşler olduğu tespit edilmiştir.

Tepe çukur, Saray, Kale Mahallesi olamak üzere 4 mahalleden ibarettir. Ayrıca 70 köy, 37 mezra, 1 kasaba bulunmaktadır. Merkez ilçeye olan uzaklığı 92 kilometredir.



ÇÜNGÜŞ


İlimizin en yeni ilçelerinden olan Çüngüş, dağlar arasına sıkışmış, bu tanımıyla “ekmeğini taştan çıkaran” bir ilçemizdir. Şehrin tarihi çok eskidir. Çüngüş önceleri elazığ’a bağlı iken 1934’de Diyarbakır’a bağlanmış ve 1953’de de ilçe olmuştur. Halkı son derece çalışkan, konuksever ve yaratıcı olmakla tanınmıştır. O denli çalışkanlar ve çalışmayı öyle severlerki, artık Atasözü durumuna gelen şöyle bir tanımlama oluşmuştur:

“Çüngüş’ün topalı Bağdat’a gider.”

Gerçekten ülkenin her yanında bu çalışkan insanları bir şeyler yaparken, birşeyler yaratırken görmek mümkündür.

Son zamanlarda yapılan Karakaya Barajı, Fırat’la birlikte bu ilçemize daha bir canlılık kazandırmıştır.

KOMŞULARI :

Doğusunda Diyarbakır ilinin Çermik, kuzeyinde Elazığ ilinin Madsen ve Sivrice, batısında Malatya ilinin Pötürge ilçesi ve Fırat nehri, güneyinde ise Fırat nehri ve Adıyaman ilinin Gerger ilçesi ile çevrelenmiştir. 489 kilometrekarelik bir alan üzerindeki ilçenin denizden yüksekliği 1149 metredir.

COĞRAFİ DURUMU :

Çüngüş ilçesi Diyarbakır ilinin kuzeybatısında 38 derece, 13 dakika duğu boylamı ve 39 derece, 17 dakika kuzey pareleli arasıonda yer alır. Güney-Doğu Toros Dağları’nın güney eteğinde, Fırat nehrine karışan Çüngüş Çayı üzerinde yer alan Hendek Vadisi’nde kurulmuştur.

Etrafı dağlarla çevrili olan Çüngüş’te, Karaoğlan dağ sıraları dikkat çeker.Zarga ve Püsküllü Dağları ise önemli yükseltileri oluşturur. En yüksek yere Karaoğlan Dağları’na ulaşır ve bu yükseklik 2200 metreyi bulur. Bu durum Fırat kenarında 550 metreye kadar düşer. İlçe toprakları 2. ve 3. derece deprem kuşakları içinde kalmaktadır.

İlçenin en önemli akarsuyu olan Çüngüş Çayı,Çüngüş Dağları’ndan doğar ve Fırat’a akar. Yer yer meşe ve ardıç ormanları ve çalılıklar doğal bir bitki yapısını oluşturur.

Tarihçesi

Dağlık olması,verimli topraklarının olmaması ve ulaşım zoluğu gibi nedenler Çüngüş’te yerleşim tarihinin eskilere gitmediğini vurgulamaktadır. Yörede ilk belirtilere göre 1040 yılında yöreye Türkmen boyları tarafından yapılan akınlar sırasında görülmeye başlamıştır.Özellikle 1071 den sonra bu akımlar daha da yoğunlaşmıtır. 1085 Tarihinde Büyük Selçukluların hakimiyeti altına giren Çüngüş 1183 yılında Artukluların eline geçmiş ve Hindistan’a giden İpek Yolu güvenlik altına alınmıştır.

Yöre Yavuz Sultan Selim zamanında Mısır Seferi sırasında Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına girmiştir. 1596 yılında ilçeye atanan Mehmet Ali Paşa zamanında ilçe büyük gelişmeler kaydetmiştir. Dağınıklığı ortadan kaldırarak toplu bir şehir görüntüsü vermiştir.

Tarih öncesine ait eserlerden çok yeni ve yakın çağa ait eserlerin bulunduğu Çüngüş ilçe merkezindeki eserler şunlardır:

Tek Kale:Merkezdeki Cam-i Kebir Mahallesindedir. İlçe içinden geçen çayın kenarından yükselen 150 metre yüksekliğindeki bir kaya üzerine kurulmuştur. Çevre ile bağlantısı eskiden asma köprü tarafından sağlanan bu kalenin günümüzde sadece su sarnıçları kalmıştır.

Kilise ve Manastır: İlçe girişinin sağında yer alan manastır, 500 metrekarelik bir alana kurulmuştur. 15.yüzyıldan günümüze yıkıntı halinde bir ana bina ile eklentiler kalmıştır. Birbiri ile bağlantısı iki kompleks görünümündedir.Tepe mahallesinde ve 12 metre yükseklikteki bir yapı olan kilise ise aynı şekilde iki ayrı yapıdan meydana gelmiştir.

Köprü: Hindistan’a uzanan İpek Yolu üzerinde olması nedeniyle ulaşım konusunda çeşitli yapıların bulunduğu Çüngüş’te kalan tek köprüdür. 1603 yılında Kapı Kıran Mehmet Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır.Artuklular zamanından kalan köprü, Arnavutlardan kalan tek gözlü körüler tarzındadır.

Ali Bey Camii: Mehmet Ali Paşa’nın oğlu Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır. Daha sonra 1757 tarihinde aynı soydan gelenlerce mimarisi ilave edilmiştir.

Yukarı Camii:Zeynep Hatun tarafınadan 1880 yılında yaptırılmıştır. Cami-i Kebir Camii’nin ise kiliseden camiye dönüştürüldüğü görülmektedir.

Çüngüş Hamamı:Daha önce Kral Kızı’nın odası olduğu iddia edilen yere Mehmet Ali Paşa ahvadından olanlarca 17.yüzyılda yaptırılmıştır. Haç biçimi, dört eyvanlı ve köşe hücreli hamamlar planındandır.Ne varki eyvanlardan biri ile köşe hücrelerinden ikisi kaldırılarak sıcaklık havlet kısmı küçülmüştür.

Merkezin ilçeye uzaklığı 117 kilometredir. Camiisuk,Camiikebir ve Karşıyaka mahallelerinden oluşan ilçeye, ayrıca 37 köy ,32 mezra bağlıdır.



DİCLE


Büyük tarihi zenginliğe sahip olan Dicle ilçemizde kaleler, köprüler, eski mezralar ve mağaralar önemli tarih göstergeleridir.Yakın zamana dek Piran olarak tanınan ve halen de bu adı çok sık kullanılan ilçemiz bir ara resmi olarak Eğil adını almış, halkın benimsemediği bu isim daha sonra yeniden eski sahibine verilmiş ve ilçemiz kendi adını almıştır.
İlçede Dıbni Köyü’ndeki han,köprü, ve Şemsi’lere ait kilise, Ekrek yakınındaki Oyukkaya mezarları, Bırdınç Köprüsü, Kral Kızı Taşı ve aynı kaya üzerindeki Efsane mezar ilk akla gelen yerleridir.

Coğrafi Konumu:Merkeze 92 km uzaklıktadır. 975 kilometrekarelik bir alana yayılmış olan ilçe toğraklarının büyük bir bölümü dağlık ve ormanlıktır. Ovalar ise dağlar arasına yerleşmiş küçük parçalar halindedir. İlçe’nin deniz seviyesinden yüksekliği 970 metredir. Arazinin %30 u meşe ağaçları ile kaplı ve ormanlık yüzünden Diyarbakır’ın diğer ilçelerine göre daha fazla yağmur almaktadır.

Tarihçesi:

Dicle ilçesinin tarihi üzerinde henüz bir araştırma yapılmamakla birlikte buranın asırlardan bu yana meskun olduğuna işaret eden tarihi eserlere gerek merkezde gerekse köylerde sık sık rastlanmaktadır. İlçe merkezinde 1960 yılında yapılan bir kazıda, üzerine üzüm motifleri işlenmiş büyük taşlardan yapılmış sütun başlıkları, eski mezarlar bulunmuştur. Bunlardan başka ilçe merkezinin dayandığı tepelerin üzerinde, yamaçlarında ve bazı köylerinde halen muntazam oda şeklini koruyan mağaraların bulunması tarihi yerleşimi ispatlayıcı örneklerdir.

Ekonomik Durum:

Dicle’de sadece tarıma dayalı bir un fabrikasının dahi bulunmaması yüzünden ekonomik faaliyet gelişmemiştir.Merkezdeki ticarethaneler halkın alış-verişini karşılayacak ve ihtiyacını giderecek malları pazarlamaktan yoksundur.Ziraat makinelerinin tamir edildiği atelyeler, küçük birer aile ,işletmeleridir.Halk kendi ihtiyaçlarının dışındaki üretimin az bir kısmını ilçe merkezinde, büyük miktarını ise komşu ilçe olan Ergani’de pazarlamaktadır.İşyerlerinin olamaması nedeniyle çalışma hayatı gelişmemiştir.Bu yüzden çalışabilir durumdaki yetişkinler Diyarbakır ve Adana başta olmak üzere büyük illere gitmektedir.

Bağlarbaşı,Çelebi,Yeşiltepe,27Mayıs Mahallesi olmak üzere 4 mahalleden ibarettir.Kaygusuz Beldesine bağlı Umut Mahallesi de vardır.Ayrıca ilçeye bağlı 1 belde ve 35 köyde bulunmaktadır.



EĞİL


Köklü ve zengin bir geçmişe sahip olan Eğil ilçesi tarih içinde de önemli bir yer işkal etmiştir. Asur Kalesi’nin adından çıkarılabileceği gibi Asurllular’ın da ötesine uzanan bir geçmişi vardır. O kale ki kalıntıları bile turistleri büyülemeye yetebiliyor. Bunun yanında Asur Hükümdarlarına ait mezarla, Harun-i Esfa, Hazreti Hellak, Hazreti İlyas, Zülkifil Peygamber ve Hazreti Harun mezarları ilçe toprakları içindedir.
Tarihçesi:

Eğil M.Ö. 2000 yıllarından beri önce Asurlulara ve daha sonra pek çok kavime yurtluk etmiştir. Yanları ve etekleri yontulup aşılmaz bir kayalık olan Eğil Kalesi’ne çivi yazılı Asur yazıtları ile kabartmalardan anlaşıldığına göre burası M.Ö.715-606 yılları arasında Romalılar tarafından ‘İngilene’ olarak anılıyor. Eğil 1515 yılında I.Selim ‘in bu bölgeyi ele geçirmesi ile Osmanlıların toprağı olmuştur.

Coğrafi Konumu:

İl merkezinin kuzeyinde, dağlık bir arazide kurulmuştur.Kuzeyinden Dicle Nehiri geçmekte ve Dicle ilçesi bulunmaktadır. Ayrıca Ergani,Hani, ve Hazro ile de komşudur. Yüzölçümü 450 kilometrekaredir. Merkeze uzaklığı 52km’dir.

Tarım ve Hayvancılık: İlçede her çeşit tahıl sebze, kavun,incir ve üzüm yetiştirilmektedir.Özellikle bağcılık oldukça gelişmiş olup, yaş üzüm bölgenin önemli bir ihtiyacını karşılamaktadır. Bağcılığın yanı sıra badem ve antepfıstığı yörenin önemli geçim kaynaklarındandır. Ayrıca Dicle Nehri’nde balıkçılık yapılmaktadır.

Eğil’de her tür kümes ,küçük ve büyükbaş hayvan yetiştirilmektedir. Ayrıca ilçede odunculuk ta uğraşılan bir başka meslek dalıdır.Hazro ve diğer yerlerden alınan ağaçlar burada kesilir ve Diyarbakır’a gönderilir.

Kale,Yenişehir,Gündoğuran,Dere ve Çarıkören ilçenin mahalleleridir.



ERGANİ


Ergani çok eski bir şehir olup kuruluş tarihi belli değildir. Yunus Peygamber’in kurduğu rivayet edilirse de bu söz esaslı bir kaynağa dayanmamaktadır. İlçeye 6km uzaklıkta bulunan Hilar şehri harabeleride yapılan bir kazıda M.Ö.7000 yılına varan kalıntılar çıkmıştır. Buna dayanarak Ergani’nin 9000 yıllık bir tarihi bulunduğunu söyleyebilriz. Tarihte bölgenin ilk yerleşim yeri olan Ergani ilk zamanlardan bu yana Akranya ,Erkenin,Erkanikana,Yanari,Zülkarneyn ,Arsania,Urhana,Aşat isimleri ile anılmıştır.
Yukarı mezopotamya’nın sayılı yerleşim birimlerinden biri de Ergani’dir. M.Ö.1220 tarihinde Büyük Eti İmparatorluğu dağılınca büyüklü küçüklü beyliklere ayrıldı. Asur Krallığı devrinde Ergani Asur devletine bağlı kendi başına egemen bir şehir olarak kalmıştır.

İslamiyet döneminde Halife Osman zamanında Ergani, Elcezire’nin merkezi haline getirilen Harran’a bağlandı. Kerbela olayından sonra bütün Elcezire gibi Ergani de Emevilere bağlandı. Osmanlılar döneminde uzun zaman sancak beyliği olan Ergani, 1846 yılında sancak beyliğinin Meden’e nakledilmesi üzerine nakliye merkezine dönüşmüştür.

Şimdi Diyarbakır-Elazığ karayolu üzerinde bulunan ilçe, Dicle nehrinin sağ kıyısına 10 km uzaklıkta ve 1526 m yüksekliğinde bulunan yarı sönmüş volkanik Zülküfil Dağının, derin bir sel yatağına bakan güney doğu tarafı eteklerinde 955 m yükseklikte kurulmuştur.

Şehrin en üst kısmında Yüce Meryem adını taşıyan Kargir ve Kubbeli bir kilise vardır. Mucize yaratan eski bir mabed olduğu rivayet edilir.Bunun dışında Kızılca köyünde Enüş Peygamber Mezarı,Zülküfil Peygamber Makamı hala önemini koruyan tarihi yerlerdendir.

Halkının tarım,hayvancılık ve meyvecilik ile geçindiği Ergani’nin Kemaliye,Saray,Namık Kemal,Kemertaş,Şirinevler,Fevziçakmak,İsmetpaşa,Az iziye malleleri olmak üzere 8 mahallesi vardır.



HANİ


TARİHÇESİ :
Kuruluş tarihi çok eski olan Hani ilçesinin kuruluş tarihi kesin olarak bilinmektedir. Hani ile ilgili ilk bilgiler M.Ö. 8. Yüzyılda başlar. Urartu devleti ve Asurlular arasında önemli çatışmalara sahne olduğu bilinmektedir. Daha sonra Nirbi'lerin yerleşme merkezi olan Hani'nin tarihçesi Diyarbakır merkezinin tarihçesiyle koşut gitmiştir.1875'te Palo2ya bağlı bir bucak olan Hani, daha sonra Lice'ye bağlanmıştır.Hani'de Belediye 1878'de kurulmuştur.

GENEL DURUM :

M.Ö. 1280 yılında Asur Hükümdarı I. Salmanasar ile yaptıkları savaşta yenilerek dağılan Nirbi'lerin yerleşme merkezi olan Hani, Cumhuriyet döneminde Lice'ye bağlı bir ilçede idi. Daha sonra gelişerek ilçe oldu.

Denizden 1200 metre yüksekte, dağlık bir bölgede olan Hani, Artuklulardan kalma hatuniye Medresesi Aynı-Kebir Su Kaynağı, Yasin Minaresi ve Cafer-i Tayyar Yatırı ile tarihi bir zenginliğe sahiptir.

Hani dağlık bir bölgede kurulmuş olup, ilin küçük bir ilçesidir. Ancak Silvan'dan sonra nüfus yoğunluğu en çok olan bir ilçedir. Kilometrekareye 63 kişi düşer. Ayrıca 100 km'ye ortalama 4 köy düşer. Köyler ilçenin kuzeyindeki küçük ova çevresinde toplanmıştır.

Dışarıya sattığı en önemli ürünler tahıl, pamuk, yaş ve kuru meyveler ile birlikte ayrıca ilçeden her yıl kereste satışı yapılmaktadır.

Dicle Nehri Hani'ye 18 km. uzaklıktadır. Ayrıca nehirde bolca alabalık yetiştirilmektedir.

TURİSTİK YERLERİ:

Hatuniye Medresesiancar Şahin ValidesiZeynep Hanım tarafından 13.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

Ulu Camii:Kesin olarak tarihi bilinmemekle beraber bir Selçuklu eseri olup,15.yy. da yapıldığı sanılmaktadır.

Aynkeris Şifalı Suyu:İlçe merkezinden 2km. mesafededir,sarılık hastalığına iyi geldiği sanılmaktadır.Pekçok kişi ziyarete gelip yıkanmaktadır. Yıllık ziyaretçi sayısı 10.000 kişi dolayındadır.

Koki Çayı Mesiresi:İlçe merkezinden 8km. mesafededir.Burada kaynayan suda bol miktarda alabalık bulunur.Saniyede 6m3 su akmaktadır.

Aynkebir Havuzu:Aynkebir su havuzu Ulucami ile Hatuniye medresesi arasında bulunan büyük bir havuzdur.Bu su Hani Dağının eteklerinde kaynar ve 9 kemerli bentlerden çıkarak bir havuz oluşturur.havuza 7 gözden su akmaktadır.Akan su ile ilçenin tüm arazileri sulandırılmaktadır.Ayrıca su ile 8 adet su değirmeni çalıştırılmaktadır.M.Ö. 2000 yılında Hüriler tarafından yapılmıştır. Hani ilçesinin bağlı olduğu Diyarbakır merkez ilçeye olan uzaklığı 97 km dir.Merkez ,Çarşı,Derelli,Zirve mahallesi olmak üzere ilçe merkezi 4 mahalleden ibarettir.
 
#12
HAZRO

GENEL DURUM:

Silvan'ın kuzeybatısında ve yakın zamana kadar Silvan'ın bir bucağı olan Hazro ilçemiz son yıllarda giderek büyümektedir.Diyarbakır'la ilişkisini d.Bakır-Siirt şosesinden sağlar. İlçede Tercil Kalesi,Şahabuddun ve Şapur

Türbeleri ve Derebeyi Saray kalıntıları önemli tarihi zenginliklerdir.

Bu tarihi zenginliği yanında bölgenin taşkömür ihtiyacını karşılayan önemli bir kömür bölgesi vardır.İlçenin çevresinde zengin petrol,demir ve kükürt yatakları bulunuyor.

İlçenin köyleri daha çok ilçenin orta kesimindeki dağ eteklerinde toplanmıştır.İlçe merkezi engebeli bir alanda Uzuncaeski Dağı eteğinde kurulmuştur.Hazro belediyesi 1943'te kurulmuştur.

TARİHÇESİ:

Kuruluş tarihi çok eski olan Hazro'nun Asur tarihindeki adı "Hataro" idi. Daha sonra "Hacra " denilmeye başlanmıştır.Bugün "Hazro" şeklini almıştır.

İlçe sınırları içinde yer alan Tercil Kalesi bir zamanlar bölgenin en önemli yeriydi. Diyarbakır Bölgesi Osmanlı Devletine katıldığında Hazro,bu eyalete ait 24 sancaktan biriydi.1871 Diyarbekir Salnamesi'nde Hazro, Silvan'a bağlı bir bucak olarak görünüyordu.1945'te ilçe olan Hazro için Şemseddin Sami şunları yazmıştır:

"Diyarbakır İl Merkez Sancağı'nda, Silvan İlçesine bağlı bucak merkezi,80 köyü olan bir bucaktır."

Hazro Bucağı 1954'te ilçe olmuştur. Hazro ilçesinin bağlı bulunduğu Diyarbakır merkez ilçeye olan uzaklığı 72km. dir

İlçeye bağlı 24 köy ve 36 mezrası mevcut olup.nahiyesi yoktur



KOCAKÖY

Kocaköy'ün ne zaman kurulduğu bilinmemektedir. Bunu doğrudan ya da dolaylı olarak anlayabileceğimiz bir araştırmadan da haberdar değiliz. Esasen civardaki bazı buluntulardan yörede Kalkolitik Çağdan beri meskun yerlerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Pamukçay'ın seri Kaniyan/ Pınarlarbaşı "Karazlar Mağaraları" mevkiinde 60-70 hanelik bir mağara-köy kalıntısı, Kafiran ve Arduç kale/koruganları, Şaklat köyündeki kaya mezarları Anbar Vadisindeki haçar Köşkü, Kartalkaya ve Percere kralı mezarları, yine Anbar Vadisindeki oyma ahır, Karma Höyüğü, Aşağı Höyük, Anbar köyündeki Müslüman ve Kafir höyükleri, Til Tapan ve Çatepe Höyükleri, Anbardaki kabartma ve oyma şekiller, Kortık ören yerleri, selam Mağarası ve civarı, Kortık'taki bir Karain, bir beldibi olabilecek Uyuz Mağara, bu görüşümüzü destekleyen tarihi ören yerleri arasında sayılabilir. Ancak ne yazık ki; sayılan bu yerlerin hiç birinde en ufak bir resmi araştırma yapılmamıştır. Dolayısıyla buralar çok hızlı tabiat ve insan tahribatına açıktır.
Yörede Urartu, Hitit, Asur (Bırklyn Mağarası'ndaki Assur Banipal steli), Karduk, İskit, Med, Pers, Makedon, Selevkos ve Roma-Bizans hakimiyeti yaşanmıştır. Emevi döneminden sonra Müslüman arap, Malazgirt'ten sonra ise aralıksız Türk hakimiyetinde olan yörenin tarihi, müstakil ve ayrntılı olarak araştırılmadığından, genel tarihlerden takip edilebilecek bu dönemi burada uzatmak yersizdir.

Malazgirtten sonar Selçuklu, İlhanlı, Artuklu, Mervanlı, Kara Koyunlu, Celayirli, Akkoyunlu ve Safavi hakimiyetlerini yaşayan yöre, bir arada Timur İmparatorluğu'na bağlanmıştır. Nihayet 1514-1518 yılları arasında sürdürülen diplamasi ve antlaşmalarla Osmanlı İmparatorluğuna katılmıştır.

Kocaköy'ün 1860'larda Palu ilçesine bağlı büyükçe bir köy olduğu bir tapu senedinden anlaşılıyor.

I. Dünya savaşı ve Kurtuluş Savaşında 94 şehit veren kasabamız sonradan Lice ilçesine bağlanmıştır.1972 yılında Merkez ilçeye bağlanan, 6 Haziran 1976 tarihinde belediye teşkilatına kavuştu. 7 Eylül 19802de mahalle muhtarlıkları oluşruruldu. 12 Mart 1983'te elektriğe kavuştu. Bugün şehirler arası ve milletler arası tam otomatik telefon santraline sahip olan kasaba, 20 Mayıs 1990 tarihinden itibaren, diyarbakır ilinin 13. İlçesi olarak, hayatının en parlak dönemine girmiş bulunmaktadır.

Kocaköy ilçesi Diyarbakır şehir merkezinin kuzey-doğu'sunda olup, Diyarbakır-Bingöl karayolunun 65. kilometresinde kurulmuş bir yerleşim merkezidir. İlçe merkezinin; Kaya, Yenişehir, Şeyh şerafettin, Kokulupınar ve Şerifoğulları isminde 5 mahallesi mebcuttur.1977 yılında belediye teşkilatına kavuştu. 1990 tarihinde de ilçe Statüsüne geçerek tarihinin en parlak dönemine girdi. 264.000 metrekarelik bir alana sahiptir.

İlçeye 13 köy bağlı olup, bu köylerinde 15 mezrasu mevcuttur. Özekli beldesinin; Pider Baba ve Yunus Emre isminde 2 mahallesi vardır.


KULP

Kulp Diyarbakır'ın en uzak ilçesidir. Silvan'ın kuzeyinde yer alan bu ilçemiz kış aylarında uzun süre kar kar altında kalır. Volkanik ve birinci derecede deprem bölgesi olan sarp bir bölgede kurulan Kulp, eski bir yerleşim merkezidir. Ürettiği nefis ballarıyla tanınan Kulp, Kafrum Kalesi, Kanikan Mağaraları, Kale-i Ulya, Ciksi Kalesi, Büyük Kaya, İmamı Gazali Türbesi ve çok eski olduğu sanılan Bahemdan Köyü gibi eski eserleriyle de geniş bir tarihi zenginliğe sahiptir. Halk arıcılık, tarım ve hayvancılıkla geçinir.
TARİHÇESİ :

Çok eski bir ilçe merkezidir. 1540 tarihli tahrir defterinde Kulp'u Diyarbekir eyaletine bağlı 11 Ocaktan biri olarak görmekteyiz. Daha eskilerde Muş vilayetine bağlı kalmış, 1297 yılına dek Lice sancağına bağlı bir bucak iken, aynı yıl ilçe haline gelmiştir. Eski adı Pasur idi. "Pa" baş anlamındaydı. Pasur'un anlamı da Başkale olarak anlaşılıyor. Kulp adı ise mahalli söylentilere göre vaktiyle Kafrom Kalesi'nde oturup, bölgeye egemen olup "KULPO" isimli bir derebeyinden kalmadır.

Tarihin ilk çağlarında bu bölgeye Sümerler yerleşmiş, daha sonra bir süre de Etiler egemen olmuşlardır. Ardından konuklar ve Kimriler yerleşmişlerdir. Bölgede bu dönemden itibaren egemen olan Asurlular'ın egemenliği M.Ö. 606'da son bulunca önce Medler'in, sonra Persler'in eline geçmiştir. M.S. 226'da Romalılar'IN, 637 yılında ise Halid bin Velid tarafından işgal edilmiştir. Bir süre Cizre'ye, sonra Diyarbakır'a ve Silvan'a bağlanmış, Şeyhoğulları , Büveyhoğulları, Mervanoğulları eline geçmiş, 1515 yılında burayı Osmanoğulları işgal etmiştir.

Kulp ilçesinin bağlı bulunduğu Diyarbakır merkez ilçeye olan uzaklığı 127 km. olup, yılın her mevsiminde ulaşım rahatlıkla sağlanabilmektedir.

Kulp ilçesi; Merkez, Yeni; Yeşilköy ve Tepecik Mahallelerinden oluşmaktadır. Bu mahallelerin muhtarlıkları da ayrı ayrıdır.

Kulp ilçesi, ilçe merkezi haricinde bir belde (Ağaçlı), 3 bucak (Ağaçlı, Hamzalı, Aygün) 50 köy ve 89 mezradan oluşmaktadır. Ancak resmiyette yer almayan yerleşim birimi olarak 46 adet mezra bulunmaktadır.



LİCE

Diyarbakır'ın kuzeydoğusunda olan Lice, önceleri yoldan yosun ve kenarda kalmış bir ilçeyken şimdi D.Bakır-Bingöl Karayoluyla günden güne hızla gelişmektedir. Çok eski bir yerleşim yeri olan Lice'de Belediye 1867 yılında kurulmuştur. Yenişehir yönünde güzel yapılaşma gelişmektedir.
Lice, görkemli Birkleyn Mağaraları, Çepe, Mele ve Atak kaleleri, Fis Ovası'ndaki Dakyanus Harabeleri, Eshab-ı Kehf Mağarası, Artuklu Valisi Melik Adil'e ait Minare, Çeper Köyü'ndeki 4. Murat Kervansarayı, efsanevi Geyik Çobanı Şeyh Bilal Türbesi, Sıtmalılara iyi gelen (Kani Atan)Çeşmesi ve diğer pek çok yeriyle ölmez bir turistik değere sahiptir.

Halkı tarım ve hayvancılıkla geçinir. En çok tereyağı ve badem ihraç ederler.

TARİHÇESİ :

İlk tarihi bilgilere göre ilçenin bundan önce dört kez deprem felaketine uğradığı anlaşılmaktadır.

Şehrin bilinen ilk egemenleri Asurlular'dır. Daha sonra Urartular, İskitler, Medler, Persler, Mekedonyalı Büyük İskender, Partlar, Romalılar, Sasaniler, Akkoyunlular, Bizanslılar, Müslüman Araplar (Emeviler, Abbasiler) sırasıyla bu şehire egemen olmuşlardır.

İlçe 1042 yılında Antak (Kabakkaya) merkezine bağlı bir köydü. 1071 yılında Türklerin eline geçti. 1515 yılında da Osmanlı Egemenliğine girdi. Antak merkezine bağlı bir köy iken daha sonra İlçe Merkezi oldu. Diyarbakır sancağına bağlandı. Bucak olarak da Hani, Lice'ye bağlandı. 1900'de yayınlanan bir salname ile Keraz (Kocaköy) de bucak olarak buğlandı. Bu durum 1924'e dek sürdü.

6 Eylül 1975 yılında çoğumuzun hatırladığı korkunç depremden sonra şehir, daha eteklere yerleşti.


SİLVAN

Geçmişte Meyyafarikiyn, Mafarkin, mafyropolis adlarıyla bilinen ilçe, Asurlular zamanında kurulmuş, Ortağın önemli bir merkezi olmuştur.
Söylenceye göre, Martiropolis'in, ilk kurucusu Marusu Layuta'dır. Bir Urartu dönemi kentidir. Bir başka söylence ise, bu kentin aslında bir Asur Yertleşim merkezi olduğunu ileri sürmektedir. Moltke ise, ilk önce Romalı komutan Lukullus sonra da Nero'nun komutanı Karbulo (Corbulo) döneminde ele geçirilen ve VII.yy. sonlarına değin önemini koruyan, Büyük Tigran'ın İÖ 80'lerde kurduğu Tigranokerta kentinin Mayyafarikin ile aynı kent olduğunu yazmaktadır. Silvanlı tarihçi İbn ül-Ezrak ise, Silvanlı piskopos Mar Maruthan'ın (Marusa) Bizans İmparatoru ve İran Hükümdarı Yezdiğirt'ten aldığı izinle Hristiyan şehitlerini bu yöreye gömerek bir kent kurduğundan ve kentin Martyropol (Şehitler Kenti) olarak adlandırıldığından söz etmektedir. Kent, VI.yy'da Bizans İmparatoru Justinianus'ın en önemli askeri merkezlerinden biri durumundaydı.

İslamiyet Dönemi'nde, Halife Ömer'in komutanlarından İyaz bin Ganem'ce alınan Meyyafarikin, sonraki dönemlerde Hamdaniler, Büveyhoğulları ve Mervaniler'ce ele geçirildi. Kent, Artukoğulları yönetiminden sonra 1260'a değin eyyubiler'inm elinde kaldı. 1241'de Moğullar'ın saldırısı sonucu yıkılan Meyyafarikin, Diyarbakır seferi sırasında Timur ordularının eline geçti. Şah İsmail yönetimindeyken Çaldıran yenilgisi sonunda Osmanlı egemenliğine girdi.

Şemseddin Sami Silvan'a ilişkin şunları yazmaktadır: "Diyarbekir İli, Merkez Sancağı'na bağlı bir ilçe olup merkez kasabası Meyyafarikin'dir".

GENEL BİLGİLER :

Kuruluş tarihinin Diyarbakır kadar eski olan Meyyafarikin uygarlığının beşiği olan Silvan'dayız şimdi. En büyük ilçemiz, şehir nüfusu kırsal nüfustan fazla olan tek ilçemiz, dünyanın önemli eserlerinden Malabadi Köprüsü, Silvan Kalesi, Kulfa Kapısı ve çeşitli tarihi camilerin sahibi ilçemiz tepeden tırnağa tarihle dolu bir güçlü abidedir.

Diyarbakır-Siirt Karayolu üzerinde kurukudur. 1500 metreyi bulan Herbat Dağları Silvan'ın arkasındasır.

Halkı tarımla geçinir. Tütün ve pirinci ünlü, özellikle tütünü çok değerlidir.

İlçede köyler yol boyunda ve ilçenin orta kesiminde toplanmıştır. 100kilometrekareye ortalama 5 köy düşer. İlçede nüfus yoğunluğu 70kişi/kilometrekare'dir. Ortalam köy nüfusu 712'dir.

1-İlçenin Tarihi İle İlgili Kısa Bilgi:

Silvan ilçesi eski medeniyetlerin yaşam sürdüğü yörelerden birisidir. Yontma taş devrinden günümüze kadar bir çok milletler burada hükümran olmuştur.

Sasaniler devrinde Romalılarla İranlılar arasında çıkan savaş sonucunda (M.S.) 387 yılında ölen hiristiyanların kemiklerinin Silvan'a gömülmesi neticesinde Bizanslılar'ın bu kente Şehit Kenti anlamında " Matripolus " adını verdikleri Osmanlı İmpararorluğu döneminde ise " Meryyafarikin " olarak isimlendirildiği bilinmektedir.

İlçenin etrafı tarihi surlarla çevrilidir. İlçemizde Atatürk'ün ikamet ettiği Attatürk evi, Yatılı İlköğretim Bölge Okulu bahçesindeki saat kulesi, Malabadi köprüsü ve Selahattin Eyyubi Camii tarihi ve turistik eserlerimiz arasındadır.

Silvan İlçesi batısında; Diyarbakır merkez ilçe ve Hazro, güneyinde; Bismil, Kuzeyinde; Lice ve Kulp ilçeleri, Doğusunda; Batman ili ile komşudur. Yüzölçümü1379 km. karedir. Arazi genellikle engebelidir. Albat dağları ova boyunca ilçeyi doğudan batıya keser. Batman çayından başka önemli bir akarsuyu yoktur. Ova kesimi tamamen çıplak, dağ kesiminde ise yer yer meşe ve yabani meyve ağaçları ile kaplıdır. İklim yazları sıcak ve kurak, kışları ise soğuk ve yağışlıdır.

Merkez ilçeye olan uzaklığı, 82 km'dir. İlçede 11 mahalle bulunup adları şunlardır: Konak Mahallesi, Feridun Mahallesi, Tekel Mahallesi, Selahattin Mahallesi, Yenişehir Mahallesidir.

İlçemize bağlı 75 köy,82 mezra ve belde bulunmaktadır.
 
#13
DİYARBAKIR'IN COĞRAFİ YAPISI

Diyarbakır ilinin büyük bölümü Dicle havzasında yer alır.İlin batısındaki Çüngüş ve Çermik ilçeleri ise Fırat havzasındadır.

Arabistan-Suriye kıta çekirdeğinin kuzey kesimi, Yukarı Mezopotamya'nın Diyarbakır havzasını oluşturur. Bu kıta çekirdeği, kristalin kayalardan bir yapı gösteren sağlam bir platformdur.Prekambrien, temel arazi olduğu için kıvrılamamışır. Fakat yer yer kırılmıştır. Daha sonraki Jeolojik çağlar boyunca deniz ilerlemesi boyuncasular altında kalmış; tortulanma alanı durumunu kazanmış ve deniz istilasından sonra bu tabakalar tortul alanları meydana getirmişlerdir. Tektonik hareketler sonucu yatay duruşlu tabakalar, yer yer eğilip bükülmüşler ve kıvrımlı özellikler kazanmışlardır.

Karacadağın en yüksek doruğu 1957 m. Yükseklik gösteren Kollubaba tepesidir. Çevresine göre daha çok kar alan bu yüksek alan, bazı akarsularında kaynak ve beslenme yöredir. Örneğin, Dicleye ulaşan Deve geçidi Suyu, kaynağını Karacadağdan alır.

Güneydoğu Torosların bir kesimini oluşturan Maden dağları 2230 m. Gibi doruklara sahiptir. Bunların doğuya doğru uzantılarına İnceburun dağları adı verilir. Lice-Kulp çizgisinin kuzeyindeki dağların dorukları 2900 m. yi geçer (Ömer tepesi, Tosun tepesi). Muş’un güneyindeki dağlarının çok yeri sarp ve yalçındır.

Lice-Hazro-silvan arasında da dağlık alanlar dikkati çeker. Burada Yumru dağı belirgin bir yükselti olarak görülür.

İlin güney kesiminde Mardin eşiği-basamağının kuzey etekleri yer almaktadır. Bu yöre vadilerle yarılmış olmakla birlikte düz alanların geniş yer tuttuğu hafif dalgalı, tepelik bir kesimdir

Böylece Diyarbakır ilinin ana yer şekil özellikleri ortaya çıkmaktadır. Burası, çevrede dağların ve tepelik alanların yer tuttuğu, ortası çukurlaşmış bir tekne özelliği gösterir ve coğrafyada tanımı yapılan “ Plato “ kavramına uyar

DEPREM ÖZELLİKLERİ (Sismoloji)

Diyarbakır şehrinin kurulduğu zemin Tersiyer dönemine ait kara renkli, çatlak bazatlardan bir yapıya sahiptir. Karacadağ’dan akan bu bazalt örtüsünün kalınlığı,0-40 m. arasında altında değişir.Bazaltların 300-400 m. kalınlıkta kil kum ve çakıl tortularından oluşmuş bir seri yer alır. Bazaltların üzerinde 0-3 m. arasında değişen kalınlıkta toprak örtüsü vardır. Dicle vadisinde kil, kum, çakıl ve lığlardanoluşmuş genç Kuvaterner alivyonları yer alır.

Diyarbakır 4. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Şanlıurfa-Fırat-Dicle deprem bölgelerinin etki alanındadır. Şehrin zemini deprem bakımından sağlamdır. Deprem, tarihi eserlere hiç zarar vermemiştir. Bugüne kadar kaydedilen en önemli deprem 1934 yılının Kasım ayının 27’sinde olan 14 yapının hasar gördüğü 100’den çok insanın hayatını kaybettiği yer sarsıntısıdır.

EĞİL : 4. Derece depremlerin olduğu bölgede yer alır.

ÇÜNGÜŞ : 3. Derece tehlikeli deprem kuşağındandır. Ergani-Çermik kırık sistemi ile Hazar Gölü kırık sistemi arasındadır.

ÇERMİK : 3. Derece tehlikeli deprem kuşağındadır.Bir fay (kırık) hattı üzerinde yer alır.Dolgu-tortul alanlarda hasar oluşur.

ERGANİ : 3. Derece tehlikeli deprem bölgesindedir. 1950ve 1971 depremleri etkili olmuştur

DİCLE : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağında yer almakla birlikte hasar yapıcı bir yer sarsıntısı kaydedilmemiştir.

HANİ : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Muş- Van bölgesi depremler Hani yöresini de etkilemiştir. Kireçtaşı arazideki evler sarsıntılardan az zarar gördüğü halde, alüvyal dolgu üzerindeki evlerde hasar meydana gelmiştir. 1975 yılında üç ayrı deprem Hani ve çevresine az-çok zarar vermiştir.

LİCE : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Sık sık sarsılan bir hat (kırık çizgisi) Lice’den geçer . Bingöl ve Muş bölgesi depremleri de Lice yöresinide etkiler.1938, 1955, 1965 depremlerinden sonra 1975 yılı Eylül ayının 6’ sında olan deprem büyük hasae yapmış ve insan kaybı çok olmuştur.

KULP : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Dolgu zeminde yapılan evlersarsıntıdan hasar görmektedir.

HAZRO : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır.Ancak, yıkıcı bir deprem kayda alınmamıştır. 1975 Lice depreminde biraz hasar görmüştür. Kuzeydeki deprem merkezleride etkilenmektedir.

SİLVAN : 3. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Çevredeki deprem merkezinden etkilenir.

BİSMİL :4. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır.Çevredeki merkezlerinin etkisi altında kalır. Zaman zaman sarsılır. Fakat zarar görmez. 1960 yılında bir deprem kaydedilmiştir.

ÇINAR : 4. Derecede tehlikeli deprem kuşağındadır. Çevredeki diğer deprem merkezlerinin etkisinde kalır. Bugüne kadar dikkate değer bir yer sarsıntısı kaydedilmemiştir.

İKLİM ÖZELLİKLERİ

Kuzey Mezopotamya karasal-kontiental iklimine “Sübtropik yayla iklimi “ de diyebiliriz. İlin ikliminde karasal özellikler, Akdeniz Bölgesine özgü değerler ağır basar. Örneğin sıcak ve kurak bir yaz mevsimi, Doğu Anadolu’daki kadar sert ve soğuk geçmeyen bir kış mevsimi Diyarbakır Havzası ikliminin “kısmen bozulmuş, karasal özellikleri biraz değişmiş bir Akdeniz İklimi “ değerlendirmesini yapmamızı sağlar.
  1. BASINÇ DURUMU: Yıllık ortalama aktüel basınç değeri 936 mb. dır. Kış aylarında basınç değerlerinde bir artma; İlkbahar ve yaz mevsiminde ise düşme görülür. Bunun açıklanmasını şöyle yapabiliriz:Kışın karalar denizlere oranla daha soğuktur. Yazın fazla sıcak, kışın ise
  2. RÜZGARLAR: Ortalama aylık rüzgar hızı saniyede 2.6 m.’dir. Rüzgarın en suratli estiği aylar Temmuz ve Ağustos olarak belirlenmiştir. Fakat Şubat ayında esen güney rüzgarlarının sürati saniyede 33.8 m. yi bulmuştur.

    Diyarbakır’da egemen rüzgar kuzeybatı (karayel ) yönlüdür. Yaz mevsiminde, bölgenin bozkur bitkileri kurulduğundan ve nadasa bırakılmış tarlalarda yüzey kuru olduğundan, esen rüzgarlar bol miktardatoz taşırlar. Rüzgarın tozunu süzecek süzgeç görevi yapacak ormanlar bulunmadığından Diyarbakır ve diğer yerleşim birimlerinin havası saydam ve duru olmaz.
  3. SICAKLIK: Güneydoğu Toros Dağları bir duvar gibi kuzeydoğu

    rüzgarlarını keserek yukarı Mezopotamya’ya geçmesini önler. Soğuk ve serin hava kütlelerinin Diyarbakır havzasını geçmemesi nedeni ile kış mevsimi Doğu Anadolu yüksek yaylaların olduğu gibi soğuk geçmez.Sıcaklığın -24 C olduğu görülmüştür. Fakat ortalama düşük sıcaklık 8.7 C dir.

    Kış mevsiminden yaza geçiş birdenbire olur.İlkbahar belirsizdir ve sıcaklar birden artar.Ortalama 4 ay insanlar bunalır. Özellikle Temmuz ve Ağustos ayları çok sıcaktır.Termometrenin 46 C yi gösterdiği olur. Fakat ortalama yüksek sıcaklık 22.5 C dir.

    Açık günler bakımından da Diyarbakır yüksek değerler sunar. Ağustos ayında açık gün sayısı 25’i geçer.Mart ayında ise 5’tir. Diyarbakır’da ortalama olarak yılın 154 günü bulutlu geçer. Gökyüzünün kapalı olduğu gün sayısı ise 68 gün olarak belirlenmiştir.

    Diyarbakır havzasında, Mayıs ayında başlayan kuraklık Ekim ve hatta Kasım aylarına kadar sürer.
  4. NEM: Diyarbakır’da ortalama nisbi nem ortalaması %53’tür.

    Yaz mevsimi çok sıcak olduğu halde nem azlığı havayı bunaltıcı olmaktan çıkartır. Diyarbakır’ın 45 C lik sıcaklığına dayanılır; çünkü aşırı nem yoktur.Hava kurudur. Fakat GAP projesi kapsamında yapılan sulama kanalları ve yapay göletler nemi hissedilir şekilde arttırmış ve sıcaklık bunaltıcı olamaya başlamıştır.
  5. YAĞIŞLAR: Diyarbakır havzası çanak şeklindedir. Yağmur şeklindeki yağışlar kışın ve ilkbaharda düşmektedir. Diyarbakır ve çevresi, Akdeniz ikliminden etkilenerek kış yağmurlarının etkisi altındadır. Diyarbakır’da yıllık yağış ortalaması 496 mm dir. Yaz ve sonbahar Diyarbakır havzasında yağışsız geçer. Çünkü bu mevsimlerde bölge tropikal-kırsal kütlelerin egemenliğine girmiş olur.
Diyarbakır dolaylarında kış aylarında kar yağışı olağandır.Yılda ortalama 7 gün kar yağışı geçmektedir. Yağmur olarak başlayan yağışın kara dönüşme ihtimali de vardır. Genelde kar kasım ayında yağmaya başlar. Diyarbakır’da karla örtülü günler ortalama 13’tür.
 
#14
KÜLTÜR-SANAT

KUYUMCULUK SANATI

Diyarbakir’in en önemli sanatlarindan birisi kuşkusuz kuyumculuktur. Hala eski tip törelerini sürdüren ailelerden işlenmis ayna, gülabdan, nalin ve ziynet takılarını korumak için Pestahtah” adi verilen gümüs işlemeli sandıklar bulunmaktadır.

Kuyumculuk sanatının en büyük ismi 940’ta doğan Ahmet Çelebi’dir. Bu dönemlerde Ahmet Çelebi’nin gerçekleştirdiği altın, gümüş, ve mücevherata ilişkin ürünler büyük ilgi görüyordu. Grift elmaslarla büyük boyutlu olarak yaptiğı “Ay”,”Gün” çalismalari günesle etkilesime girdiginde, meydana gelen isik kümeleri günesin parlakligini son derece etkileyici bir sekilde yeniden üretir, izleyenleri büyülerdi.

675 yilinda Diyarbakir valiligine atanan Hasan Pasa, kuyumculugun yöredeki potansiyelini görünce “Kuyumcular Çarsisi”nin insasina baslama emrini vermistir. Kuyumcular Çarsisi’na Ulu Cami’ye dogru bir kol atarak Ketenciler Çarsisini da ilave ettirmistir. Ahmet Çelebi ve ögrencilerinin ürettigi brosar, gerdanliklar, kiliçlar, hançerleri mücevherler bu Ketenciler Çarsisi’nda satilirdi.


Hasan Pasa ayrica bu çarsinin kuzey tarafina kendi adiyla anilan bir hamam yaptirmisti. Mücevherlerin bulundugu çarsilar arasina kapilar yaptirmisti. Her yerden gelen tüccarlar bu kapilar araciligi ile ellerindeki ham taslari kuyumculara satar, yerlerine islenmis mücevherat satin alirlardi. Her tarafi kursunla donatilmis bu kapilar aksamlari kapatilarak çarsi korumaya alinirdi.

1978'de kente sayili zenginlerden Özdemiroglu Osmanli Pasa Vali yayin edilmisti.

Osman Pasa'nin da gayretleriyle büyük maddi külfetlere girilerek yedi yilsda tamamlanan çarsinin açilis konusmasinda Ahmet Çelebi'yi "Kuyumcular Reisligi"ne getirmistir.

Olgunluk döneminde Ahmet Çelebi tüm ögrencilerini yanina alarak on yil sürecek iki essiz düzenleme gerçeklestirecekti. Bu bahçe betimlemelerinde yapraklarin damarlarina ,yemislerin kabuklarina ve içlerine çok güçlü bir ifade gücüyle degerli taslar yerlestirmisti. Bir yil sonra Bagdat'a götürülen bu çalisma görenleri hayrete düsürmüstü.

Mevlana Celalettin Rumi'nin türbesindeki gümüsten yapilmis ikinci kapida tüm isçiligi ile Ahmet Çelebi'ye aittir.

1010 yilinda yitirilen Ahmet Çelebi'nin sanatini,ögrencileri uzun yillar yasatmaya çalismistir.

Günümüzde kuyumculuk Diyarbakir'in en önemli sektörlerimizden biridir. Ancak altin isçiligi yapan atölyeler eskiye nazaran parmakla sayilacak kadar az sayidadir. Su anda bu meslegi yürüten Hüseyin Acemoglu'nun ögrencisi Celil Sengül Usta yalnizca

Diyarbakir'a özgü olan bu hasir isletmeciligini yapan tek ustadir. Celil Sengül'ün anlattiklarina göre kuyumculuk sanatina emegi geçen birkaç sanatçi söyle siralanabilir:


BAKIRCILIK
Insanoglunun madeni islemeyi ögrenmesi ,insanlik tarihinin en büyük çalismalarindan biri olmustur. Gerçek madencilik ,madenin isiyla olan iliskisinin kesfi ile baslamistir. Arastirmalardan yöntemin ilk kez Anadolu'da gerçeklestirildigi anlasilmaktadir.

BAKIR KAP YAPIM TEKNİKLERİ: Dövme ,döküm.sivama, preste basma olmak üzere dört bölüme ayrilmistir. Kaplarin üzerleri kazima kabartma, zimba teknikleri kullanilarak da çesitli süslemelerle islenmistir. Bu teknikteki süslemelerin araciligi ile güldanlik, ibrik, günlük yasamda ve dügünlerde kullanilan degisik amaçli kaplar, siniler, kaplar, sürahiler, serbetlikler, bardak gibi birçok esyanin yapimina gidilmistir.

Büyük bir incelik ve ustalikla islenen bakir isçiligi babadan ogula ve ustadan çirak iliskisi içinde ögrenilir ve bir sonraki kusaga aktarilir. 75 sene öncesinde yasayan bakirci ustalarinin en ünlülerinden olan Diyarbakir’li Haci Abdulkadir, Sait Usta, Sehmus Usta gibi isimler günümüzde de anilmaktadir.

Çok katmanli kültürlerin bir arada yasadigi bugün ise yasamaya çalistigi Diyarbakir’da Ermeni ve Süryanilerin yasadiklarini ve Diyarbakir el sanatlarinin nerede ise tamamini olusturdugunu görüyoruz. Günümüzde az sayida kalmis bakir ustalari bu sanati davam ettirebilmek için direnmeye çalisiyorlarsa da hem bu sanatin ögreniminin zor olusu hem de Pazar payinin kisitligi nedeni ile mevcut ustalar dar bir alana sikismistir.
 
#15
** İdari yapı **

Diyarbakır, merkez ilçe dahil 14 ilçe, 15 belde, 826 köy ve 1100 mezra olmak üzere 2000'e yakın yerleşim biriminden oluşuyor. 1990 genel sayımına göre, kentin genel nüfusu 1 milyon 096 bin 447 iken; 1997 genel nüfus sayımı geçici sonuçlarına göre yüzde 17'lik bir artış göstererek 1 milyon 285 bin 382'ye ulaşmıştır. Türkiye ortalaması yıllık artış hızı Bin'de 14,74 iken; Diyarbakır'ın yıllık artış hızı Bin'de 22,13'tür. 1997 sayımı geçici sonuçlarına göre, ilçe merkezlerinden yüksek nüfusa sahip olanlar sırasıyla Bismil, Silvan ve Ergani gözükürken; en az nüfusa sahip olanlar Çüngüş, Eğil, Kocaköy ve Hazro ilçeleridir.


** Tarım **

Kentimizin sahip olduğu 15.355 km²'lik alanın 791.470 hektarını tarım alanı oluşturmakta ve bu toplam alanın % 51,5'ini oluşturur. Küçük ve çok parçalı olan tarım alanlarında yaklaşık 53.000 aile tarımsal faaliyette bulunmaktadır. Tarımsal üretim açısından ana ürünleri pamuk, buğday, arpa ve kırmızı mercimek oluşturmaktadır. Özellikle sulu tarım yapılan arazilerin büyük kısmında pamuk ekimi yapılmakta, tütün, ayçiçeği, susam gibi ürünler de yetiştirilmektedir. 791.470 hektar tarım alanının 29.474 hektarı devlet, 16.751 hektarı halk sulaması olmak üzere toplam 46.175 hektarında sulu tarım yapılmakta, geriye kalan alanda ise kuru tarım olarak adlandırılan yağmura dayalı tarım gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. GAP Projesinin devreye girmesiyle Kralkızı-Dicle sulama projeleri, Batman Sağ Sahil Sulama Projesi ve Batman-Silvan Sulama projelerinin yanı sıra planlama aşamasındaki diğer projeler ile birlikte sulanan arazi 465.000 hektara çıkacak , halen % 5’sı sulanan tarım alanlarının % 60’ı sulanabilir hale gelecektir.


** Hayvancılık **

Diyarbakır, doga sartlarinin tarim ve hayvanciliga uygun ve hayvan varlığı bakimindan Türkiye’nin önde gelen illerinden biri olmasina karşılık hayvancilik özellikle son on yılda giderek önemini kaybetmiştir. Hayvancilik agirlikli olarak geleneksel yöntemlerle yapilıyor. Hayvan beslemesi, çoğunlukla meraya bagli olarak yapilmaktadir. Diyarbakır’daki temel hayvan varlığı içerisinde düsük verimli yerli irklar, büyükbaş mevcudunun % 93’ünü, küçükbas mevcudunun ise %98’ini oluşturmaktadır.


** Diyarbakır Karpuzu **


Karpuz denildiğinde ilk akla gelen Diyarbakır ilidir.Diyarbakır karpuzu başta iriliği olmak üzere kendine özgü birçok niteliğe sahiptir.Yetiştirme tekniği alışıla gelmiş karpuz yetiştiriciliğinden farklıdır.Diyarbakır karpuzu Dicle nehrinin çekilmesinden sonra kalan kumlu-çakıllı nehir yatağında açılan ve adına kuyu denilen yerlerde güvercin gübresi ile yetiştirilmektedir. Halen uygulanmakta olan “Diyarbakır Karpuzu Yetiştiriciliğini Geliştirme Projesi” çerçevesinde,Diyarbakır karpuzu yarışmaları düzenlenmektedir.1998 yılında 45 kilo 160 gramlık karpuz birinciliği almıştır.


** Ulaşım **

İl merkezi karayollarının kavşak noktasındadır. Diyarbakır’ı hem karayolu, hem hava ve demiryolu ile ulaşım sağlanabilmektedir. Her gün Ankara ile İstanbul’dan düzenli uçak seferleri yapılmaktadır. Diyarbakır’dan hemen hemen Türkiye’nin her yerine otobüs ile yolculuk etmek mümkündür. Ayrıca Ortadoğu ülkelerine taksi ile yolcu taşımacılığı da yapılmaktadır. D.Bakır'ın bazı illere olan karayolu uzaklıkları şöyledir: Diyarbakır -Adana 536 Km. Diyarbakır -Adıyaman 207 Km. Diyarbakır -Ankara 940 Km. Diyarbakır -Gaziantep 329 Km. Diyarbakır –İstanbul 1381 Km. Diyarbakır -İzmir 1436 Km. Diyarbakır -Elazığ 162 Km. Diyarbakır -Malatya 263 Km. Diyarbakır -Mardin 86 Km. Diyarbakır -Mersin 610 Km. Diyarbakır -Siirt 216 Km. Diyarbakır -Şanlıurfa 184 Km.

Diyarbakır - Konya 950 Km. Demiryolu bulunan tüm hatlarda Diyarbakır’dan tren seferleri yapılmaktadır.




** Yeme-İçme ve Eğlence Yerleri **

Kentte Belediye belgeli lokantaların yanı sıra, yöreye özgü yemeklerin yenebileceği turizm belgeli restoranlar da vardır. Diyarbakır’ın ünlü yerel yemeği kaburga’dır. Son derece lezzetli olup, kaburga etlerinin içine baharatlı pilavın konup, fırında pişirilmesiyle hazırlanır. Yerel yemeklerin bulunabileceği lokantalar genellikle Dağ kapı semtinde yer alır. Gece hayatı bakımından bölgenin en hareketli kenti olan Diyarbakır’da birçok içkili lokanta, birahane, gece kulübü ve lokaller bulunmaktadır. Ancak bu eğlence yerlerine yerli halk tarafından ilgi gösterildiği söylenemez.
 
#16
** Yüzey Şekilleri **

Diyarbakır ilinde yüzey şekilleri oldukça sadedir. Çevresi yüksekliklerle kuşatılmıştır. Ortası çukur bir havza durumundadır. Diyarbakır havzası denen bu çukur alanın eksenini batı-doğu doğrultulu geniş Dicle Vadisi oluşturur. Kuzeyden Güneydoğu Toroslar yayı ile kuşatılmıştır. Bu dağlar Doğu Anadolu Bölgesi'yle Güneydoğu Anadolu'ya birbirinden ayırır. Diyarbakır havzasının güneybatısında ise Karaca dağ kütlesi yükselir. Urfa-Diyarbakır il sınırı üstündeki bu kütle, koyu renkli lavların yığılmasıyla oluşmuş eski bir volkan kütlesidir. Koni biçiminde olmadığından fazla heybetli görülmez. Yüksekliği, en yüksek noktası olan Kolubaba doruğunda 1.957 metreyi bulur. Karacadağ'ın lavları, doğu yönünde Dicle Vadisi'ne kadar uzanır. Bu lavların yapısı çok geçirimli olduğundan, Karacadağ kütlesi üstünde akarsu aşınımı hemen hiç rol oynamamakta, dağın içine süzülen sular ancak eteklerde ve uzaklarda kaynaklar halinde yeryüzüne çıkmaktadır.


** İklim **


Diyarbakır'da karasal iklim egemendir. Yazları çok sıcak geçer. Ama, kış soğukları Doğu Anadolu'nda olduğu kadar şiddetli değildir. Bunun başlıca nedeni, Güneydoğu Toroslar yayının kuzeyden gelen soğuk rüzgarları kesmesidir. İl merkezindeki meteoroloji istasyonunun gözlemlerine göre, en sıcak ay ortalaması 31 derece, en soğuk ay ortalaması ise 1,8 derecedir. Bugüne değin ölçülen en yüksek sıcaklık 46,2 derece ile 21 Temmuz 1937 gününde, en düşük sıcaklık ise -24,2 derece ile 11 Ocak 1933 günü olmuştur. 496 milimetre olan yıllık ortalama yağış tutarının ancak yaklaşık yüzde 2'si yaz aylarında düşer. Kuzeydeki dağların eteklerine doğru gidildikçe yağışlar da artar. Örneğin yıllık yağış tutarı Silvan'da 729, Ergani'de 767, Kulp'ta 1.156, Lice'de ise 1.293 milimetredir. Son yıllarda yapılan barajların oluşturduğu yapay göller (Karakaya, Atatürk, Batman, Silvan Barajları) geniş buharlaşma yüzeyleri oluşturmaktadır.Bu nedenle de Diyarbakır Havzası'nın kuru havasının nisbi neminde bir artış olmuştur. Ortalama nispi nem, en çok Aralık ve Ocak aylarında ölçülmüştür. Bu aylarda % 77'ye çıkar.Temmuz-Ağustos aylarında ise nispi nem değerleri % 20'ye düşmektedir.


** Bitki örtüsü **


Doğal bitki örtüsünü, genellikle otsu bitkilerin ağır bastığı bozkır bitkileri oluşturur. Bunlar ilkbaharda kısa bir süre içinde yeşerip çiçeklenir, ama yağışların kesilmesiyle yaz başında kururlar. Çevredeki dağlar, yer yer meşe ormanlarıyla kaplıdır. Orman bakımından çok yoksul olan Karacadağ'ın Diyarbakır ili içindeki kesimlerinde yer yer meşe topluluklarına rastlanır. Ama ormanlar, ilin toplam yüzeyinin onda birini bile bulmaz.


** Akarsular **


İlin en önemli akarsuyu Dicle'dir. Elazığ ili sınırları içinden çıkan bu akarsu, hemen sonra Diyarbakır ilinin topraklarına girer. Eğil'in doğusunda Dipni Çayı'nı alır. Sonra güneye yönelir. Diyarbakır'a ulaşımından az önce Devegeçidi Suyu kendisine kavuşur. Diyarbakır kenti önünde geniş bir yatak içinde akar. En büyük kollarını Diyarbakır il sınırlarını terkettikten sonra alır. GAP kapsamındaki alt projelerden bazıları Dicle Havzası'ndadır. Dicle Diyarbakır ilindeki akarsuların tümüne yakınını toplar. Yalnızca ilin kuzeybatı köşesindeki küçük bir alanın suları Fırat ırmağına gider (Çermik ilçesinin suları). Diyarbakır ili sınırları içinde önemli göl yoktur.
 
#17
** El Sanatları **

Geleneksel el sanatları içerisinde kuyumculuk, ipekçilik, bakırcılık önde gelmektedir. Diyarbakır el sanatları Birinci Dünya Savaşı’na kadar çok ileri bir düzeydeydi. Örneğin Konya’daki Mevlana Türbesi’nin ikinci kapısı, Bağdat’taki İmam-ı Azam Türbesi’nin nefis altın ve gümüş işlemeli kapısı ile avize, şamdan ve kandilleri Diyarbakır’da yapılmıştır. Eskisi kadar olmamakla beraber günümüzde de önemini koruyan bu el sanatlarında ‘hasır bilezik, ‘kişniş gerdanlık’ ‘gümüş işlemeli nalın’ ve ‘çekmece’ler, Diyarbakır kuyumcularının beğenilen ürünleri arasında yer alır. Eski Diyarbakır kuyumcularının önemli bir bölümü uzun yıllar önce İstanbul’a göç ederek yerleşti. Kuyumcular, Balıkçılarbaşı semtinde, Hasanpaşa Hanı’nın bitişiğinde, restore edilen Kuyumcular Çarşısı ile bu Kapalı Çarşıın bitişiğindeki eski Kuyumcular Çarşısı’nda hizmet veriyorlar. Köylerde el dokumacılığı ve halı, kilim üretimi de yapılmaktadır.



** Dicle Üniversitesi **

1966 yılında Ankara Üniversitesi bünyesinde açılan Diyarbakır Tıp Fakültesi 1968’de Diyarbakır’a taşındı. 1974’de Fen Bilimleri Fakültesi’nin de açılmasıyla Diyarbakır Üniversitesi kurulmuş oldu. 1982’de Dicle Üniversitesi adını aldı. Dicle’nin doğusunda 2 bin 700 dekarlık arazi üzerine kurulan kampusu ile bölgeye hizmet veren üniversitenin Tıp, Fen-Edebiyat, Diş Hekimliği, Eğitim, Mühendislik-Mimarlık, Hukuk, Siirt Eğitim, Ziraat, Veterinerlik ve İlahiyat olmak üzere 10 fakültesi bulunmaktadır. Ayrıca 11 yüksek okul, 3 enstitü, 6 uygulama ve araştırma merkezi ile 1400 yataklı Uygulama ve Araştırma Hastanesi ile bir bir Sağlık Lisesi de Dicle Üniversitesi’nin birimleri arasındadır.



** Barajlar **

GAP çerçevesi içinde inşa edilen ve edilmekte olan Karakaya Barajı, Devegeçidi Barajı,Kralkızı Barajı,Dicle Barajı gibi barajların önemli bir bölümü Diyarbakır çevresindedir. Hidroelektrik santrallerinden elde edilen enerji,yanında baraj ve göletlerden elde edilen su, tarımsal alanlarda yeni olanaklar sağlamaktadır.



** Diyarbakır Sokaklari **

Diyarbakır sokaklarının ve de evlerinin şekillenmesinde surlar önemli bir rol oynar. Kentin genişlemesini sınırladığı için sur içinde yoğunlaşma artmış, evler birbirine bitişmiş, sokaklar daralmıştır. Bu da gölgelik alanların çoğalmasını, serinliğin artmasını sağlamıştır. Bu tür bir sıkışıklık sokakların şekillenmesinde bazı durumlar yaratmış ve mahremiyeti sağlamak için evler sokaklardan yüksek duvarlarla ayrılmıştır. Bazen parke taş döşeli eski Diyarbakır sokaklarında sürekli akan çeşmeler, sokaklara temizlik ve canlılık katardı.



** Diyarbakır'ın Geleneksel Evleri **

En az beş bin yıllık geçmişe sahip olan Diyarbakır'ın evleri de binlerce yıllık bir tecrübe sonucu gelişerek şehrin tarihi kimliğine ve iklim şartlarına en uygun duruma gelmiş, malzemenin de etkisiyle kendine özgü karakteristik özellikler taşıyan bir mimari doğmuştur.

Dışa kapalı olan evlere hep aynı örnekte yapılmış mütevazı bir kapıdan girilir. Bu kapıyla genellikle küçük bir holden geç ilerek avluya girilir. Avlu evin harimi durumundadır. Bu nedenle dışarıdan avlu, avludan dışarısı gözükmez. Rengarenk gül vesaire çiçekleri, havuz ve şadırvanlarıyla Diyarbakır evlerinin avluları hayatiyet duludur. Kara renkli bazalt örgülü duvarları "Cıs" adı verilen beyaz renkli bezemelerle, pencere ve eyvan boşlukları ile hafifler ve zengin, zarif motifli pencere ve gezmek parmaklıkları ile tamamlanır.

Diyarbakır ev planının şekillenmesinde en önemli etken iklim olduğu için evlerde yazlık, kışlık ve mevsimlik bölümlerle karşılaşırız. Bütün bu bölümler evin merkezini oluşturan avlunun dört etrafını çevreler. Harem ve Selamlık olmak üzere iki bölümden oluşan Diyarbakır evlerine en güzel örnek olarak Cemil Paşa Konağı, İskender Paşa Konağı, Cahit Sıtkı Tarancı Evi, Ziya Gökalp Evi, Esma Ocak Evini verebiliriz.

Türk İslam mimarisinin özelliklerini taşıyan Diyarbakır Sokakları ve Evleri, son 20-30 yılda sur içindeki düzensiz yapılaşma sonucu yıkılmaya ve kaybolmaya başlamıştır. Ancak son yıllarda artan koruma bilinci ve çabaları ile tipik evler yaşatılabilmektedir.

 
K

Kayıtsız Üye

#19
BANDELER ÇEŞMESİ: 1756 yılında ilçenin önde gelen Bandeler (Bandeoglu) ailesi tarafından inşa edilen Bandeler Çeşmesi Diyarbakır'ın en önemli tarihi eserlerinden biri olup Çermik ilçesindeki Bandeler Sokağı'ında bulunmaktadır. Bu çeşme yine aynı aile tarafından 1904 yılında erken yaşta vefat eden Bande Becan hayrı için restore edilmiştir.
 
Üst