Depreme Dayanıklı Japon Evlerinin Yapısı, Japonya'daki evler neden depreme dayanıklı

Eylül

Yönetici
Editör
#1
Sponsorlu Bağlantılar
Depreme Dayanıklı Japon Evlerinin Yapısı - Japonya'daki evler neden depreme Dayanıklı



Depreme Dayanıklı Yapı Tasarımı
"Depreme dayanıklılık" kavramı, zihinde bir yapının yürürlükteki deprem yönetmeliklerine uygun olarak tasarlanmasını, hesaplanmasını ve uygulanmasını çağrıştırmaktadır ve genellikle de yönetmeliğe uygunluğun, depremlere karşı güvenliği garanti ettiği düşünülmektedir. Oysa bu ve buna benzer yorumlar gerçekle sınandığında, kısmen geçerlidir (Zacek, 2000a).
Deprem yönetmeliklerinin amacı yapıların hasar görmesini engellemek değil, can kaybını önlemektir. Büyük bir depremde yapı büyük miktarda strüktürel ve strüktürel olmayan hasara uğrayabilir, fakat yapı yıkılmadığı müddetçe, yönetmelikler amaçlarına ulaşmış olarak kabul edilir (Arnold ve diğ., 1982).
Bu nedenle, ABD, Japonya, İtalya gibi deprem yönetmeliklerinin sürekli geliştirildiği, yasaların ve yönetmeliklerin titizlikle uygulandığı, malzeme ve uygulama kalitesinin belirli bir düzeyin üzerinde olduğu ülkelerde dahi, depremlerde oluşan hasarların çoğunlukla tasarım hatalarına bağlı olduğu görülmektedir (Şekil 1 ve Şekil 2).

Şekil 1. 1995 Kobe Depreminde komşu katlar arası rijitlik düzensizliği olan bir yapının birinci ve üçüncü katlarının tamamen yıkılması. Kobe depreminde yumuşak kat etkisine bağlı olarak özellikle zemin katların tamamen yıkılması oldukça yaygın olarak görülmüştür. (Clark, W. Peter, Kobe Collection, Niseehttp://ıusee.berkeley.edu/images/seMet/EqiisDetail?slide=K0068)
Şekil 2. 1994 Northridge, California Depreminde, bir apartmanın zemin katının yumuşak kat etkisine bağlı olarak yıkılması (Niseehttp://nisee.berkeley.edu/images/servlet/EqiisDetail?slide=NR328)
Cezayir, ABD ve Japonya'da deprem hasarları konusunda çalışmalar yürüten Wang, Kaliforniya'da hasar gören yapılar üzerinde yaptığı incelemelerde, mimari tasarım kararlarının, bazı yapıların hasar görmesinde, diğer tasarım kararlarına göre açık bir şekilde belirleyici olduğu sonucuna varmıştır (Charleson, 1995).
Depreme dayanıklı mimari tasarımın en az yönetmeliklerin uygulanması kadar önemli bir rol oynadığı görülmektedir.
Depreme dayanıklı mimari tasarım, tasarımda ve uygulamada yer ve zemin etkilerinin (topografya, zemin v.b.), uygun yapı biçimlenmesinin, taşıyıcı sistem seçiminin, yapısal ayrıntıların biçimlendirilmesinin, tasarım süreci içinde ele alınmasını içermektedir.
Yıkıcı depremlerden çıkarılan dersler, depreme dayanıklı yapı tasarımı için aynı önemde ve aynı anda üç temel koşulun bir araya getirilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
a. Depreme dayanıklı mimari tasarım
b. Yasa ve Yönetmeliklere uygunluk
c. Nitelikli malzeme, uygulama ve denetim
Mimari tasarım açısından hatalı ve eksik tasarım kararları, özellikle rezonans, burulma, farklı salınımlara bağlı gerilme yığılmaları, deprem yükleri altında bazı yapı bölümlerinin zayıflaması (yumuşak kat etkisi), deprem yüklerinin bazı elemanlar üzerinde yoğunlaşması (kısa kolon etkisi vb.) gibi etkenlere bağlı olarak yıkıcı hasarlara neden olabilmektedir (Zacek,1996).

Şekil 3. Mimari tasarım açısından hatalı ve eksik tasarım kararlarına bağlı olası hasar ve yıkım nedenleri (Zacek, 2000b)
Mimar, mesleği gereği, her türlü emniyet ve konfor şartlarını sağlayan binalar gerçekleştirmekle sorumludur. Bir binanın depremlere karşı dayanımı sadece yönetmeliklere uygun hesaplamalar ile sağlanamayacağı için, tasarım, aynı zamanda yönetmeliklerin olumsuz özelliklerini gidermeye yönelik olmalıdır.
Taşıyıcı sistemi çok iyi hesaplanmış, ancak düzensiz taşıyıcı sisteme sahip bir yapının deprem davranışı, taşıyıcı sistemi kabaca hesaplanmış, ancak taşıyıcı sistemi oldukça düzenli olan bir yapının davranışından daha olumsuzdur. Taşıyıcı sistemi iyi düzenlenmemiş bir yapının depremde davranışını hesapla artırmak olanaklı değildir (Çelik ve diğ., 2000).
Bu nedenle, depreme dayanıklı yapı tasarımı sürecinde, mimari tasarım kararları en az yasa ve yönetmeliklerin uygulanması kadar yapının deprem sırasındaki davranışını olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebilecek, hayati bir öneme sahiptir.
Bu önem öncelikle, yapının deprem sırasındaki performansını büyük oranda etkileyecek ve mimar tarafından mimari tasarım süreci eskiz aşamasında karar verilecek olan yapı geometrisi, taşıyıcı sistem seçimi ve taşıyıcı sistemin deprem yükleri altındaki davranışı gibi kritik ve temel kararlara bağlıdır.
Özellikle tasarım atölyeleri ölçeğinde, bu bilincin mimar adayı öğrencilere verilmesi gerekli görülmektedir. Güncel yönetmeliklerin karmaşıklığı ve bunların tasarım ve uygulamada birçok soruna neden olabileceği olasılığı, bu karmaşıklığın önlenmesine yönelik olarak depreme dayanıklı mimari tasarımın, tasarım atölyelerinde özel bir eğitim süreci ile verilmesini zorunlu kılmaktadır.
6 Mayıs 2002 tarihli Ulusal Deprem Konseyi Raporunda, Depreme dayanıklı yapı tasarımı ve uygulamalarının başarısının, bu alanda faaliyet gösteren meslek adamlarının ve teknik elemanların üniversite eğitimlerinin iyileştirilmesine bağlı olduğu vurgulanmaktadır.

M. Tolga AKBULUT1
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi,
Mimarlık Bölümü, İstanbul
 

Eylül

Yönetici
Editör
#2
Ancak hemen hemen her gün büyük ya da küçük çapta sarsıntılar yaşayan Japonya’da bu yıkıcı depremlerin özellikle
konut mimarisinin gelişimi üzerindeki etkileri yıkıcı değil yapıcı şekilde gelişme göstermiştir. Ülkenin üzerinde yer
aldığı doğal yapı ve toplumun sosyo kültürel yapısını dikkate alan mekan tasarımcıları sadece depreme dayanıklı
strüktürler tasarlamakla kalmamış aynı zamanda toplumun örf ve adetlerine, güncel yaşama uygun mekanlar
oluşturmuşlardır. Minimal mekanlarda eylemlerin gerektirdiği ölçü ve sayılarda eşya kullanımı ile Japon insanı konut
kullanımında depremin sarsıcı ve öldürücü etkilerinden sakınarak yaşama yoluna gitmiştir. Sürekli iletişim araçları ve
eğitim yoluyla tüm Japon halkı küçük yaşlardan itibaren eğitilmekte ve Japonya’da yaşayacak olan yabancılar için de
deprem öncesi ve sonrasında mekanda alınması gereken önlemler konusunda uyarılar yapılmaktadır. Nitekim; son
dokuz yıl içinde Japonya’da meydana gelen en büyük depremlerden biri Ekim 2004’de olmuş, meydana gelen
depremde de bina yıkımı yaşanmamış; sadece 1 kişi araba devrilmesi sonucu ölmüş, yaralanan 311 kişinin ise iç
mekanda mobilya ve eşya devrilmesi sonucu etkilendiği tespit edilmiştir (Daily Times, 09 Ekim 2004). Büyük deprem
gerçeğiyle en son binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremleri ile karşılaşan ve
meydana gelen her küçük sarsıntıda bu gerçekle yüzleşen toplumumuzda ise depremin toplum yaşamı üzerindeki yıkıcı
etkileri mekan tasarımcıları ile çeşitli bilim dallarından uzman kişilerin çabalarına rağmen devam etmektedir. En ufak
bir sarsıntıda binalar yıkılmasa dahi mekan içindeki eşyaların devrilmesi ve çıkan panik sonucu çoğu insan zarar
görmektedir. 1999 yılında meydana gelen depremlerde sağlam kalan binalardan çıkan insanlarda bile mekandaki
eşyaların devrilmesi sonucu yaralanmaların oluştuğu gözlenmiştir. İletişim araçları yardımı ile toplumdaki insanların
deprem sırasında mekandaki eşyalardan nasıl korunmaları gerektiği, büyük ve ağır mobilyaların sabitlenmesinin önemi,
sürekli gündeme getirilmektedir. Ancak, böyle bir uyarıya neden ihtiyaç duyulmaktadır? Niçin toplumumuzda insanlara
zarar veren mekanlar ve eşyalar kullanılmaktadır? Japonya’da da durum böyle mi? Japonlar sadece strüktürel açıdan
depreme dayanıklı bina tasarımı yaparak soruna çözüm mü getirmişler? Neden Japon insanı televizyonda canlı yayın
esnasında meydana gelen depremlerde oturduğu yerden kalkmadan işine devam ediyor? İşin özünde elbette depreme
karşı dayanıklı özel tasarlanmış ve yalıtılmış mekanlar ile toplum bilinci yatmaktadır. Ancak, unutulmaması gereken
önemli bir nokta da depreme karşı dayanıklı mekan bilhassa da konut mekanı tasarımında insan, işlev, eşya kullanımı,
malzeme seçimi ve strüktür ilişkisinin bir bütün olarak değerlendirilmesidir. Bu doğrultuda depremsellik açısından
Japon ve Türk insanının geçmişte ve günümüzde içinde yaşadığı konut mekanları incelendiğinde bazı ortak noktalara
rağmen önemli farklılıkların bulunduğu gözlenmektedir.
Resim 1: 1995 Kobe Depreminde Yıkılan Ahşap Yapılar
Geleneksel ve Çağdaş Japon Konut Mimarisi ve İç Mekan Kullanımı
Japon konut mimarlığında mekan oluşumunu belirleyen veriler doğal ve sosyo kültürel veriler olarak iki başlıkta
toplanmaktadır. Doğal veriler, coğrafi ve jeolojik özellikler, iklim, yapı malzemeleri ve doğal kaynaklardan oluşurken;
sosyo kültürel veriler de yaşam tarzı, gelenekler, din gibi unsurlardan meydana gelmektedir. Bir adalar ülkesi olan
Japonya’nın 366.500 km²’lik yüzölçümünün dörtte üçünün % 15 ‘den fazla eğimi bulunmaktadır. Jeolojik bakımdan
genç bir oluşum olan Japonya’da sık sık deprem yaşanmaktadır. Japon iklimi de muson bölgesinin sınırları içindedir.
Ülkenin güneybatı bölgeleri kuzeydoğu bölgelerinden daha yağışlıdır. Japon iklimine yön veren diğer bir olgu da her yıl
sonbahar başlarında görülen tayfunlardır (BUGÜNKÜ JAPONYA, 1971). Yükseltilmiş döşeme, dikme ayakları, açıkta
bırakılmış strüktür ve metal malzeme kullanılmaması, geleneksel konut mimarisine yansımış en belirli iklimsel olgulardır (Murdoch,1991). Geleneksel Japon konut mimarisinin temel yapı malzemesi iklim ve deprem faktörlerinin
etkisiyle ahşaptır. Geleneksel Japon konut mimarisini etkileyen sosyo kültürel verilerin başında ise din unsuru
gelmektedir. Şinto dini, doğal olaylara tapılma esasına dayandığı için Japonlar bu dinin etkisi ile mimari mekanlarını oluştururken doğaya önem vermişlerdir. Geleneksel konut mekanları doğanın içine, doğa da evin içine sokulmuştur.
Çin’den Japonya’ya gelen Budizm dini de sanat ve mimariyi etkilemiştir. Bu dinlerin de etkisiyle Japon halkının yaşam biçiminde özgürlük ve bağımsızlık duyguları yer almamaktadır. Bu nedenle Japon geleneksel halk konut mimarisi hiç bir zaman içe dönük ve kapalı olmamıştır. İmparatordan çiftçilere, kadınlardan rahiplere kadar toplumda her insanın
konut tasarım bilgilerinin mevcut olduğu bilinmektedir (Ayverdi,1972). Tarih boyunca Hint, Yunan, Pers etkilerini taşıyan Çin ve Kore’den etkilenen Japon mimarlığında 1500’lü yıllardan itibaren Hristiyan misyonerlerin aracılığı ile
batı etkisi görülmekle birlikte bu etki kamu mimarlığı ile sınırlı kalmıştır. Ancak II. Dünya Savaşından sonraki
dönemde Japon toplumu tüm eylemlerinde ve konut mimarisinde geleneksel verilerle uluslararası veriler arasında
bocalamaya başlamış ve kısmen etkilenmiştir.
Japon geleneklerinde her canlı gibi yapının da canlı bir organizma olduğu kabul edilmektedir. Dolayısıyla geleneksel
konut mimarisinde yapı ve mekan kısa ömürlüdür. Mekanın geçiciliği, dinamik bir iskelet aracılığıyla sağlanmaktadır.
Bu amaçla geleneksel konutlarda yıkıp-yapma kolaylığı açısından hiç çivi kullanılmamış; tüm birleşim detayları büyük
ölçüde geçmelerle çözülmüştür. Mekanda herşeyin varoluş nedeni işlevdir. Mekanda işlev dışı hiç bir tasarıma yer
verilmemiştir. Mekanda ve işlevdeki geçicilikler ve değişiklikler günlük olabileceği gibi mevsimlik hatta yıllık
olabilmektedir. Japon evinde iç mekanda bir tapınak havası verilmeye çalışılmıştır. Bu mimari mekan bir dizi ilişki; ve
mekanı içine alan biçimin ve mekanın kendisinin zaman, derinlik, sesler, ısı gibi unsurlarca bağıllaştırıldığı mekandır.
Japon kültüründe bir “yere oturma kültürü”nden söz edilmektedir. Japonların eskiden iskemlede oturduklarına ilişkin
kanıtlanamamış kuramlar da bulunmaktadır. Yaklaşık 1200 yıldır uygulanan “yerde oturma kültürü” ile “yere bakma
kültürü” Japon iç mekanının oluşumunu etkileyen diğer unsurlardır. Yani zemin düzeyinden 1,60 m. kadar yukarıda yer
alan insan gözünün bakış çizgisinin yatay düzlem altında kalması söz konusudur. Bu nedenle iç mekanda kullanılan
eşyalar yüksek tutulmamaktadır. Tüm mekanlar da yere oturma kültürünün bir unsuru olan ve “tatami” adı verilen yer
hasırlarının boyutlarına göre modüler bir şekilde biçimlenmektedir. Geleneksel Japon mimarlığının “Kivari” adı verilen
ilkesine göre, yapı elemanları taşıdıkları yüklerle doğru orantılı olarak büyümekte ya da küçülmektedir. Öyle ki;
mekanın tatami ölçüsü seçilmiş ise taşıyıcı strüktür öğelerinin büyüklükleri de belirlenmiş olmaktadır. Geleneksel ve
çağdaş Japon konut mimarisinde gerek dış gerekse iç mekanda sadelik anlayışı hakimdir. Süsleme amacıyla hiç bir
uygulama yapılmamıştır. Strüktür olduğu gibi bırakılmış, strüktürü kapatıcı bir uygulama yapılmamıştır. Yapının
strüktürü iç mekanda da olduğu gibi açıkça görülebilmektedir. İç mekanda kullanılan mobilyalarda dahi strüktür açıkça
görülebilmekte ve süsleme sınırlı oranda kullanılmaktadır.
Resim 2: Günümüz Japon Konutlarından Görünüm. Bahçeli Ev ve Apartmanlar.
Resim 3: İç Mekanda Tatami Kullanımı

Geleneksel ve çağdaş Japon konut mimarisinde rasyonel bir plan anlayışı görülmekte, çıkma ve cumba gibi hareketli
plan anlayışı görülmemektedir. Geleneksel Japon evinde mekan kullanımı uzun zaman içinde oluşmuş alışkanlıklardan
doğmuştur. Geleneksel konut mimarisinde yemek yeme, yemek pişirme, yatma, iş, misafir ağırlama, toplantı, bayram,
düğün, cenaze töreni gibi eylemler görülmekte ve bu eylemler minimal bir mekan anlayışı ile gerçekleştirilmektedir.
Geleneksel Japon konutunda yaşama mekanı (ima) ailenin günlük yaşantısını sürdürdüğü ana mekan olup; yemek
pişirme ve yeme eylemlerinin ve zaman zaman da yatma eylemlerinin gerçekleştirilmesi maksadıyla da
kullanılmaktadır. Oda ise geleneksel Türk konutunda olduğu gibi bir çok işleve cevap vermektedir. Odalarda bir çok
ihtiyaca cevap veren sabit dolaplar ile depolama ihtiyacına çözüm getirilmiştir. Odalar arasında bulunan sürme kapılar
gerektiğinde açılarak odaların birleştirilmesine ve esnek mekan oluşumuna olanak vermektedir. Günümüz Japon
konutlarında da yoğun bir çalışma temposu içinde olan ve kalabalık bir nüfus oluşturan Japon insanının apartmanlaşan
konutu içinde daha az zaman geçirdiği ancak temel yaşam eylemleri için konut mekanlarını ve donatılarını kullandıkları
belirlenmektedir. İskelet sistemde yapılmış geleneksel ahşap Japon konutlarında duvar kalınlıklarının 5-6 en fazla 8 cm.
olduğu dikkati çekmektedir. Bölmeler, kapılar ve pencereler çok ince, hafif, ağaç çıtalar üzerinde ışığı geçiren cam ve
kağıtlar ile detaylandırılmıştır. Bir tatami boyutundaki (90x180 cm) kapının ağırlığı bir kaç kiloyu geçmemektedir.
İstendiğinde sürme yuvalarından kolayca çıkartılarak bir yerde topluca istif edilebilir. Mutfak, hamam, antre ve koridor
dışındaki tüm mekanlar “tatami” adı verilen Japon hasırı ile örtülüdür. Çağdaş konut tasarımında da yapı strüktür
sistemlerinin çağdaş metotlara bağlı olarak değişmiş olmasına rağmen; bu mekan öğelerinin kullanıldığı ve bu öğelerin
oluşturduğu mekan kuruluşunun devam ettiği görülmektedir. (Yamamoto, 1989) Geleneksel ve çağdaş Japon
konutlarında günlük yaşam alışkanlıkları, yaşam tarzı, gelenek ve göreneklere bağlı olarak az sayıda, hafif, çok işlevli
mobilyaların kullanıldığı görülmektedir. Yatma eylemi mobilyadan çok döşek, yastık ve yorgan ile gerçekleştirilmekte
ve bunlar sürme kapaklı gömme dolaplarda depolanmaktadır. Oturma eylemi daha önce de belirtildiği üzere bugünün
konutlarında bile hala yerde oturmaya yönelik özel oturma elemanları ile çözülmekte, masa da bu eylemin
gerçekleştirilme özelliğine bağlı olarak ölçülendirilmektedir. Günümüz konutlarında televizyon, video, müzik seti gibi
iletişim araçlarının özel kapaklı alçak mobilyalarda depolandığı, böylelikle deprem sırasında devrilme risklerinin
ortadan kaldırıldığı gözlenmektedir. Günümüz konutlarının iç mekan düzenlemelerinde dahi apartman dairesi ya da
bahçeli konut olmasına bakılmaksızın “az çoktur (less is more)” ilkesi benimsenmiştir. Özellikle toplu konutlarda
evlerin kullanım alanları 40- 60 m²’dir. İç mekanda Japon geleneksel donatı elemanları ile birlikte kullanılan batı
tarzındaki mobilyalar nitelik ve nicelik olarak abartıya kaçmadan sadece ihtiyaçlar ölçüsünde Japon halkının yaşam
alışkanlıkları ve geleneklerine uygun olacak şekilde kullanılmıştır. İç mekanın tasarımında kullanılan donatı
elemanlarının, eşyaların ve malzemelerin mimariyle bir bütün sağlaması ve yalınlık ilkesi baz alınarak doğayla uyumlu
yaşam sağlanması amaçlanmıştır. Bir evin atölyesi konumunda olan ve çok sayıda alet ve cihazı bünyesinde bulunduran
mutfak mekanında bile tezgah altı dolaplar ve büfe tarzında alçak depolama elemanları ile mekanın işlevsel hale
getirildiği ve sarsıntı sırasında büyük tehlike oluşturan tezgah üstü dolaplara ve açık raflara ise neredeyse hiç yer
verilmediği görülmektedir. Elbette bu konuda Japon yemek kültürünün de etkisi büyüktür.
 
Üst