Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin Hayatı

#1
Sponsorlu Bağlantılar
20 Yüzyılın yetiştirdiği en büyük İslam alimlerinden birisi olan muhterem Bediüzzaman Said-i Nursi hazretlerini bir nebze olsun formumuzdaki dost ve kardeşlerime tanıtmayı bir borç olarak kabul ettim
İnternet ortamında yaptığım araştırmalarda birçok yerden faydalandım Hepsinden Allah razı olsun

Dualarınızı ve fatihalarınızı eksik etmeyin lütfen

Bediüzzaman Said Nursi Bitlis’in Hizan İlçesine bağlı İsparit Nahiyesi’nin Nurs Köyünde dünyaya geldi (1876) Yenilikçi, atak, cesur bir mizaca, son derece parlak bir zekâya ve güçlü bir hafızaya sahipti Bunlar katıksız iman ve ilim aşkıyla birleşince, normalde onbeş yıl kadar süren klâsik medrese eğitimi üç aya sığdı Bu olağanüstü gelişmeyi kavrayamayanlar tarafından düzenlenen münazaraları (ilmi tartışmalar) kazanarak kendini ispatladı Bu yüzden "Molla Said"e, "zamanın emsalsizi, benzersizi" anlamında "Bediüzzaman" lâkabı verildi
Dönem tüm dünyada maddeciliğin öne çıktığı bir dönemdi İnsanlık kendi geleceğini tahribe yönelmişti Bu değişimden Müslüman milletler de etkilenmiş, meselâ yeryüzünün tek bağımsız İslam devleti olan Osmanlı Devleti çoktan eski haşmetini ve kudretini kaybetmişti Büzülme ve çözülme noktasındaydı
İnsanlığın ortak problemlerinin yanı sıra yaşadığı toplumun özel problemlerine de eğilen Bediüzzaman, açık bir gerçekle yüz yüze geldi: Batı maddeciliğe saplanmış, Doğu ise eskiyen kurumlarını yenileyip iman eksenli bir yapılanmaya dönüştürememişti Osmanlı Devleti de aynı açmazda tükeniyordu Devlet ve millet şeklen İslâma bağlı olmakla birlikte mânâ plânında İslâmdan kopmuştu Batı’yı da anlayamamıştı Asıl problem buydu
Teşhisini bu şekilde koyan Bediüzzaman tedavi metodunu da geliştirdi: "Tahkiki iman" geliştirdiği metodun özü ve özetiydi
 
Son düzenleyen: Moderatör:
#3
SAİDİ NURSİNİN KALEME ALDIĞI MUHTEŞEM ESERLERİ


Sözler
Allah, kâinat ve insan münasebetlerinin, çağımız anlayışına hitap eden bir üslupla ve Kur'an'ın dürbünüyle anlatıldığı, "insan neden ibadete muhtaçtır; kader nedir, insan kaderinin mahkumu mudur; kainat niçin yaratıldı; Kur'an neden mucizedir?" gibi bütün akılları hayrette bırakan ve hiçbir felsefenin halledemediği suallerin cevabını ve insanın imansız yaşayamayacağı gerçeğini ortaya koyan bu eser, Risale-i Nur Külliyatı'nın en mühim eserlerindendir
Mektubât
Bu eserde günümüz insanına yol gösteren mektuplar bulunmaktadır Kainattaki sürekli faaliyetin sırrı, Tek Allah'a inanç (Tevhid), Peygamber (asm) mucizeleri, İslamda reform, milliyetçilik, oruç gibi konularda zihinleri kurcalayan suallere verilen cevaplar ile Risale-I Nur Külliyatı'nın en mühim eserlerindendir
Lem'alar
Gençlere, öğrencilere, hasta ve yaşlılara, ilim adamlarına, hanımlara daha doğru bir deyişle hepimize gerekli olan hayat ve iman prensiplerinin yer aldığı bu eserde Allah'ın varlığının kesin isbatı, Peygamberimizin (asm) bizzat yaşayarak gösterdiği saadet yolu, aile hayatının huzur prensipleri, iman kardeşliğini pekiştiren esaslar, günahın psikolojik tahlili ve günahtan kurtuluş yolları gibi konular ele alınmaktadır
Şuâlar
Kainattan yaratıcısını soran bir seyyahın gözlemleri, bütün varlıkların dilinden tevhid delilleri; insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; ahirzamanda gelecek olan Deccal ve Süfyan gibi müthiş şahsiyetlerin mahiyetlerinin izahı ve bu konuda Hadis-i Şeriflerin açıklaması gibi çeşitli konuların yer aldığı mühim bir eserdir
Mesnevî-i Nûriye
Risale-i Nur Külliyatının bir çekirdeği, insana Rabbini tanıtan yolların, nefisle mücadelesinde takip edeceği esasların, iman hakikatlerinin açıklamalarının yer aldığı, Risale-i Nur Külliyatı'nın fihristesi ve bir nevî fideliği addedilen bu eser Bediüzzaman'ın ilk eserlerindendir.
İşârâtü'l-İ'câz
Birinci dünya savaşı sırasında cephede yazılan olağanüstü bir eser çağımız insanının ihtiyacı olan Kur'an'ın yepyeni yorumları, ince manaları, ilimlerin keşfiyle anlaşılan gerçekleri tesbit eden bu eser çeşitli tefsirlerde dağınık bir şekilde işlenen sırları açığa çıkaran, Kur'an'ın mucize oluşunu bütün yönleri ile anlatan, Kur'an'ın nazmındaki vecizliği ve mucizeliğini ortaya koyan orjinal bir Kur'an tefsiridir.
Asâ-yı Mûsâ
Kur'ani bir bakış açısı ile etrafımızdaki varlıkları inceleyen bir eser. Ayrıca, ibadet, gençlik, ölümden sonra diriliş ve âhiret inancı ile dünyadaki mutluluk arasındaki ilişkiler de ele alınıyor.
Barla Lâhikası
Risale-i Nur'un Barla'da neşre başladığı dönemde ilk talebelerinin samimî hissiyat, kalbî ve ruhî istifadelerini dile getirdikleri mektuplar ve Bediüzzaman'ın bunlara verdiği cevapları içine alan bu eser Risale-I Nur yoluyla yapılan iman ve Kur'an hizmetinin meslek ve metodunu belirlemektedir.
Kastamonu Lâhikası
Nur müellifinin, Kastamonu'da talebeleri ile Nur'un inkişafı, mahiyeti, iman hizmeti, talebelerin hizmet tarzları ve din düşmanları ile mücadele şekillerini konu edinen karşılıklı mektuplardan oluşan bu eser bilhassa yazıldığı zaman itibariyle bir devrin iman ve Kur'an hizmetinin özeti ve içtimâî bir dersidir.
Emirdağ Lâhikası
Nur müellifinin, Emirdağ'da ikameti esnasında Isparta, Kastamonu, İstanbul, Ankara ve üniversite talebeleri ile Anadolu' da ki talebelerine hizmetleri ve onların suallerine cevaben yazdığı mektuplar iman ve Kur'an hizmetinin günümüzdeki içtimâî vechesini ortaya koymaktadır.
Sikke-i Tasdîk-ı Gaybî
Kur'an-ı Kerim'in 33 âyetinin, Hazret-i Ali'nin (r.a.) ve Abdulkadir Geylani'nin Risale-i Nur'a gaybî işaretlerinin izahının yer aldığı bu eser Risale-i Nur Külliyatının mânâ alemindeki yerini ve ehemmiyetini ortaya koyan önemli bir eserdir.
Tarihçe-i Hayat
Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursi'nin doğumundan vefatına kadar olan yetişme tarzını, hizmetini, gayret, cehd ve fedakarlığını sade bir üslupla ortaya koyan; Bediüzzaman'ın yazı , mektup ve müdafaalarından derlenmiş ve bizzat kendisi tarafından tashih edilmiş çok kıymetli ve önemli bir eserdir.
Münazarat
Yeni Asya Neşriyat'ın orijinal nüshasına sadık kalarak yeniden neşrettiği bu eserde hürriyet, meşrutiyet ve istibdadın tarifi, mahiyeti, neticeleri; kalkınmamışlığın sebep ve çareleri; millet iradesinin hakimiyeti; devlet idaresine Şeriatın nasıl tatbik edileceği; müslümanlar arası birlik, bilhassa Kürt, Türk ve Arap milletlerini bir ve beraber olmaya mecbur kılan zaruretler, gibi konular.

Muhakemat
Her cümlesi bir kaide derinliğini taşıyan eser Bediüzzaman'ın ilk eserlerindendir. Müslümanların geri kalış sebepleri, bu sebepleri gidermenin çareleri; teknik gelişmelere İslâmiyet adına karşı çıkanların durumu; zorlukları akıl yoluyla çözmekten hoşlananlar için bulunmaz bir kaynak olan Muhekemat, mantıklı ve sağlam düşüncenin; doğru konuşup, doğru yazmanın ölçüleri gibi orjinal konuları ihtiva etmektedir.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
#4
AKSİYON DERGİSİNDEN ALINTIDIR

Nursi'nin mezarını taşıyan askerler konuştu
Bediüzzamanın mezarını gizlice taşıyan askerler yıllar sonra konuştu Kefeni de bedeni de çürümeyen cenazenin taşınmasını kimlerin neden istediğine dair ilginç iddialar var
1960'ın 12 Temmuzu Vakit, gece yarısına yaklaşıyor Urfadaki Halil İbrahim Dergâhından balyoz sesleri yükseliyor Etrafı askerlerle çevrili türbede, 111 gün evvel vefat eden Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri yatıyor İhtilal komitesi üstadın mezarını taşıma kararı almış Ancak balyozları tutan askerler mermeri bir türlü kıramıyor Nihayetinde komutan sesleniyor: Mezarı kim kırarsa 30 gün izin Pehlivan lakaplı Yusuf öne çıkıyor: Ben kırarım Orada kimin yattığından ne onun ne de diğer askerlerin haberi var Verilen emir gereği Pehlivan Yusuf olanca gücüyle balyozu sallıyor Önce mermer kırılıyor, sonra toprak kazılıyor Said Nursinin naaşı bozulmamış kefeniyle kabirden çıkarılıyor

Bediüzzaman Said Nursinin 84 yıllık hayatı sıkıntılarla geçti Mahkeme mahkeme, şehir şehir dolaştırılıp durdu Birçok işkenceye maruz kaldı Kadir Gecesine denk gelen 23 Mart 1960 tarihinde İpek Palas Otelinde vefat etti Ardından on binlerin duası eşliğinde Hz İbrahim Makamına defnedildi Vefatından üç gün önce Isparta yolunda talebelerine Bunlar beni anlamadı dedi Bu sözleri adeta vefatından iki ay sonra gerçekleşecek olan 27 Mayıs 1960 ihtilalinin habercisiydi İhtilal olmuş ve Adnan Menderesi idam sehpasına götüren süreç başlamıştı İhtilali yapanlar Bediüzzamanı vefatından sonra da rahat bırakmadı Yeni iktidar mezarın taşınmasına karar verdi Urfadan naaş önce uçakla Afyona, oradan da Ispartaya götürüldü Askerler Bediüzzaman Hazretlerini taşımakla görevlendirildi Bu sürece şahitlik eden erlerden biri Kahramanmaraşın Elbistan ilçesinde, diğeri Gaziantepin Nizip ilçesinde, bir diğeri ise İstanbulda yaşıyor Pehlivan Yusuf ise üç buçuk ay kadar önce vefat etmiş Said Nursinin naaşını taşıyan uçaktaki muhabere subayı ise Bursada ikâmet ediyor
KEFENİ HİÇ ÇÜRÜMEMİŞ

12 Temmuz gecesi türbeyi 100 civarında asker kuşatır İçeriye kimse alınmazken bekçilerin de dışarı çıkmasına izin verilmez Onu ziyarete gelenler birer avuç toprağı hatıra olarak yanlarında götürmeye başlayınca Adana'dan getirilen mermerlerle mezarın üstü kapatılır Gece yarısı kabri taşımak için gelen askerler balyoz darbelerine rağmen bu mermerleri kıramaz Yusuf Hayal (1 Aralık 2005'te vefat etti) Ben kırarım diyerek başlar vurmaya Dişleriyle 50 kilogramlık çuvalları taşıyan, tek başına bir arabayı 10 dakika boyunca kaldırarak hareket etmesine izin vermeyen Yusuf Hayal, balyozu her indirişinde mermerden de parçalar ayrılır Mezarın üstündeki toprağı kürekle dışarı atar Ve kefene sarılı beden ortaya çıkar

Yusuf Hayalin kendine anlattıklarını aktaran eşi Emine Hayal, İçini açmamışlar ama kefen hiç çürümemiş Aynen bugün konulmuş gibi Sık sık anlatırdı bize Yusuf Kendi elleriyle naaşı çıkartmış Adanalı bir arkadaşı galiba ona yardım etmiş diyor Bu sahnelere şahitlik edenlerden biri de Elbistanlı Tahir Aktaştır: Türbenin etrafı abluka altına alınmıştı Askerden başka hiç kimse yoktu Biz kabre 5-6 metre mesafedeydik Gördüğüm kadarıyla cenaze sanki bugün defnedilmiş gibiydi Bakıştık birbirimizle Merak ediyoruz kim çıkıyor diye Mübarek adamın ismini hiç işitmemiştik Ama cenazenin çürümemiş olmasından dolayı tüylerimiz diken diken oldu

Askere gitmeden önce köylerinde ceset çıkardıklarını, köylünün kokuya dayanamayarak oradan kaçtığını anlatan Aktaş, Ama bu mübarek insan çıktığında yeni konulmuş gibiydi 3 ay 21 gün önce vefat ettiği düşünülünce çürümüş olması lazımdı Ancak kefende bedeni aynen duruyordu diyor

Yusuf Hayalin anlattıklarını, asker arkadaşı Şenol Başaslan ise şöyle aktarıyor: Gümüşhaneli Yusufa mezarın yerini göster, oradan nasıl çıkarttın diye sordum Beni götürdü Mezarın yerini bir iki gün sonra gösterdi O zaman anlattıklarına inandım Askerdim, cahildim ama Bediüzzaman Hazretlerini seviyordum Bana Hiç leke yok Aynen bugün konmuş gibi demişti Kefen toprağa girdikten hemen sonra çürür Ama o üç aydan fazla kalmış Mübareğin kefeni çürümemiş Başaslan, kırılan mermer parçalarını da alaydaki yemekhane kapısının ardında gördüğünü kaydediyor Daha sonra nereye götürüldüğüne dair bilgisi ise yok Yusuf Hayalin mermeri kırmasından ötürü hak ettiği izni 30 günden 45e çıkartılır Bir ay kadar önce çıktığı Gümüşhanenin Demirören köyüne yeniden döner
TABUT, C-47 UÇAĞINA SIĞMADI

Halilürrahman Dergâhında (Hz İbrahim Makamı) bir saat içinde yaşanır tüm bunlar Tabut bir arabaya yerleştirilip Şanlıurfa Alay Komutanlığına nakledilir Askerî konvoy nizamiye kapısında durdurulurken sadece Bediüzzamanın naaşının olduğu arabanın girmesine izin verilir Küçük havaalanında Diyarbakırdan gelen C-47 nakliye uçağı beklemektedir Uçaktaki dört kişiden pilot Ahmet Kırlay, muhabereci Kadri Özkartal ve diğer ekip gece yarısı apar topar kaldırılıp Urfaya yönlendirilir Kadri Beyin eşi Hikmet Özkartal taşınan kişinin Bediüzzaman olduğunu daha sonra öğrendiklerini söylüyor Biz şehit var sanmıştık Ama Bediüzzaman Hazretleri olduğunu öğrenince tüylerimiz diken diken oldu

Tabut, bu uçağa sığmaz Naaş, daha küçük bir tabuta yerleştirilir Yusuf Hayal ve arkadaşlarına ikinci bir emir verilir: Büyük tabutu şehrin dışında bir yerde yakın Benzinle yakılmaya çalışılır, ancak tabut bir türlü alev almaz Askerlerin bu şaşkınlığını Yusuf Hayalin eşi Emine Hanım şöyle anlatıyor: Benzini dökmüşler ama yakamamışlar Vilayetin dışında bir yere götürmüşler Tabutuna kaç teneke benzin döktük ama yakamadık derdi Sonra tabutu oraya gömüyorlar Bunları üzülerek anlatırdı O mübareği nereye götürdüler hiç bilemiyordu

Gece yarısı Afyon Havaalanına inen uçağı vali ve yaklaşık 15 asker karşılar Buradaki askerlerden biri de Nizipli Ahmet Çamdır Ispartanın merkezindeki 58inci Tümen Karargâh Bölüğünde nizamiye nöbetçisidir Biraz atıcı, vurucu olduğumuz için bizi alıp götürdüler Muhafız olarak gittik, muhafız olarak geldik diyen Çam, subayların havaalanında kendilerine katıldığını aktarıyor Bir ambulansa yerleştirilir Bediüzzamanın naaşı Peşine de 3-4 tane askerî araç takılır Araçlar dağların arasından süzülüp sessizce yol alır Nereden gittiğimizi bilmiyoruz Dağların tepesiydi Araba önümüzde gitti, arkadan askerî arabayla gittik Anayollardan gitmedik, dağ yollarıydı Karanlıktı

3-4 saatlik yolun sonunda gece yarısını geçerken Ispartada meçhul bir yere gelinir Yaklaşık 10 metre ötesinde defnedilen kişinin kimliğini dahi bilmeyen Ahmet Çamın görevi Bediüzzamanı defneden askerlerin tüfeklerini beklemektir Sabaha karşı defin tamamlanır, ancak Çam, sadece uzaktan seyreder Defnin ardından bir yüzbaşı erlere Hiç kimseye söylemeyeceksiniz Sizi asarlar der Bunun üzerine kimse ne geldikleri yeri, ne de defin işlemini o günlerde başkasına anlatır Ahmet Çam, defnettikleri kişinin kimliğini günler sonra gazetelerden öğrenir

Tahir Aktaş, Urfa-Suruçtaki birliğine döndükten sonra ilçenin yaşlıları ile konuşarak gece yarısı gizlice kimi çıkarttıklarını öğrenir Bediüzzaman Hazretleri hakkında bilgi aldığı kişilerden biri Bostancı köyünün şeyhidir Şeyh efendi hadiseyi anlatır ve ağlardı O kadar duygulanırdı Ondan bilgi edinmeye çalışırdım yasak olduğu zamanlarda

Eski adı Höyüklü yeni adı Ecek olan köyde vekâleten karakol komutanlığını yürüten Tahir Aktaşın eline Said-i Nursinin toplanma emri verilen eserleri ulaşır: Şehir merkezi ile pek alakamız yoktu Köyleri dolaşırken ortaya çıkıyordu eserler Okumayı bilen köylülerde bulunurdu genelde Karakol komutan vekilliği yaptığım zamanlarda sık sık geçerdi elime Said Nursinin eserlerinin toplanması emredilirdi yukardan Ama ben aldığım insanlara geri verirdim Eserler belli ki bir âlimin yazısıydı Benim Arapça okumuşluğum vardı Tehlikeli olmadığı belliydi Dinî konulardan bahsediyordu El koymanın bir anlamı yoktu

26 Ekim 1959 tarihinde Vanın Erciş ilçesinde askerliğine başlayan Tahir Aktaş, altı aylık eğitimin ardından Şanlıurfanın Suruç ilçesine jandarma olarak gelir 30 aylık askerliğin ardından memleketine dönerek lokanta açar Mermeri kıran Yusuf Hayal Van-Ercişteki okuldan arkadaşıdır Ancak Hayalin birliği Şanlıurfa vilayetinin karşısında yer alan, yaklaşık 30 kişiden oluşan toplu birliktir 72 yaşında vefat eden Yusuf Hayal 1961de askerlik görevinin sona ermesinden üç yıl sonra Almanyaya işçi olarak gider 24 sene kaldığı Duisburgda demir döküm fabrikasında çalışır Eşi Emine Hanımı dönmesine 5 yıl kala yanına alır Her altı ayda bir eşini ziyarete gelir 1988de İstanbula kesin dönüş yapan Pehlivan Yusuf, askerlikteki anılarını eşi Emine Hanıma ve ikisi kız biri erkek üç çocuğuna anlatır Emine Hayal, Bediüzzaman Hazretlerini merak ederdi Kitabı vardı onda, biri aldı götürdü Nasıl aldı kabirden, nasıl çıkarttı onu anlatırdı Severdi Bediüzzaman Hazretlerini diyor
BENİM KABRİM BİLİNMEYECEK

67 yaşındaki Ahmet Çam ise Gaziantepin Nizip ilçesine bağlı Yeniyazma köyünde ikamet ediyor Ispartadaki askerliği bir kenara konulacak olursa yaşamı köyünün dışına taşmamış Bediüzzamanın mezarı ile uğraşılmasına şaşırıyor: Bir adamın cenazesinden asker niye korkmuş ki? Niçin nakletmiş acaba? Şaşırıyor insan Bir adamdan niye korksun devlet diyen Ahmet Çamın iki yıl süren askerliğinin başladığı tarih de Üstadın vefatından tam bir yıl öncesine denk geliyor: 23 Mart 1959 Mart 1961de de köyüne dönüyor 68 yaşındaki Şenol Başaslan ise askerliğin ardından 1963 yılında yerleştiği İstanbulda Denizcilik İşletmelerinde manevracı olarak çalışmış Kadri Özkartal ise Bursada yaşıyor Kendisi konuşmayı arzu etmese de eşi onun yaşadıkları hakkında kısa bilgiler veriyor

Bediüzzaman Hazretleri vefatından üç gün önce Ispartadan talebeleri Bayram Yüksel, Hüsnü Bayram ve Zübeyir Gündüzalp ile gizlice Urfaya geldi Hükümet temsilcilerinin Bir an önce ayrıl uyarılarına rağmen, Ben buraya dönmeye değil kalmaya geldim diyerek vefatını haber veriyordu 21 Martta geldiği, herkese kapısını açan, sofrasına misafirsiz oturmayan Hz İbrahimin makamında gözlerini yumdu Yaşadığı yıllarda mezarının Urfada kalmayacağına da işaret ediyordu: Benim kabrim çoklar tarafından bilinmeyecek
BEDİÜZZAMANIN MEZARININ TAŞINMASINI İSTEYENLER MASONDU


Bediüzzaman Hazretlerinin küçük kardeşi Abdülmecid Ünlükul, Konyada oturuyordu Temmuz 1960ın ilk günlerinde Vali Beyin kendisini beklediği haberi iletildi Odaya girdiğinde üç generalle karşılaştı: Cemal Tural, Refik Tulga ve Mucip Ataklı

Abisinin mezarını şark ahalisinden ziyarete gelenler arasında kaçaklar olduğu, nazik bir zaman geçirildiği söylenir Bu yüzden İç Anadoluda bir bölgeye nakledileceği söylenir Israr etmemesi, buna mecbur olduğu, dilekçeyi imzalaması gerektiği ifade edilir Ünlükul, Bari mezarında rahat etsin feveranına rağmen istemeye istemeye dilekçeyi imzalar Bu dilekçe Milli Birlik Komitesine dönemin İçişleri Bakanı emekli General İhsan Kızıloğlu tarafından sunulur Ancak komiteye talebin Abdülmecid Ünlükul tarafından geldiği, abisini ziyaret edemediğinden dolayı ikamet ettiği Konyaya taşımak istediği aktarılır Dilekçe metni de orada okunur Hukuki bir sorun olmadığı da belirtilir

Ünlükulu dinlemeye gerek duymayan Milli Birlik Komitesi İçişleri Bakanına taşıma yetkisi verir Komite üyesi Ahmet Er, kararın alındığı toplantıda bulunmadığını ancak Cemal Tural, Refik Tulga, Mucip Ataklı ve İhsan Kızıloğlunun mason olduğunu iddia ediyor:

Kanaatimi söylüyorum Bunlar yapabilirler Bu isimler masondur Komitenin içinde İslama karşı olanlar da vardı, olmayanlar da Ama İslamiyetin büyüklüğünün farkında olan hiç kimse yoktu Dini bütün adam yoktu Ezanın Türkçeleşmesi üzerine çok kavgalar ettik İslamiyet havanın, suyun, ışığın girmediği yere kadar girmiş İslamiyet hayatımızın bir parçası değil Adan Zye kadar bir bütündür

Milli Birlik Komitesi üyelerinin kandırılmış olabileceğini değerlendiren Ahmet Er, O bir cinayetti Bu kadar büyük müçtehidi nasıl rahatsız edersiniz diyor Abdülmecid Ünlükul, ağlaya ağlaya mezarın taşınmasına şahitlik eder Hatta diğer şahitlerin aktardığı gibi abisinin kefeni bugün konulmuş gibidir ve kefeni açtığında tebessüm eden yüzünü görür

CEMAL TURAL KARŞIMDA KALP KRİZİNDEN ÖLECEKTİ

Bediüzzaman Hazretleri ile ilgili çalışmalarıyla bilinen Necmeddin Şahiner, 1966 yılında Genelkurmay Başkanı olan Cemal Turala önce mektup yazar sonra da onu ziyaret eder Tural karşımda kalp krizinden ölecekti Bir daha bana Said Nursi ile ilgili mektup göndermeyeceksin, beni aramayacaksın, kitap göndermeyeceksin dedi Taşınma olayının müsebbibi olarak ihtilalcileri gösteren Şahiner, Bediüzzamanın mezarının sadece birkaç talebesi tarafından bilinmesiyle ilgili Bu olay Cenab-ı Hakkın, onun duasını zalimlerin eliyle kabul etmesidir diyor
 
#6
Bediüzzaman´ın asayişe bakışı
Yazar: M. Latif Salihoğlu






Said Nursî'nin hayatını, mesleğini ve dünya görüşünü lâyıkıveçhiyle bilmeyenler, onunla ilgili söz ve yazılarında hata üstüne hata işlemekten bir türlü kurtulamıyor.

Aradan seksen–yüz yıllık bir zaman geçmiş olmasına rağmen, Üstad Bediüzzaman'ın Mutlakıyet dönemi ile Meşrûtiyet'in ilânı (1908) günlerindeki rolünü bilmeyen, hatta tümüyle yanlış şekilde bilenler var.

Kezâ, onun bilhassa 31 Mart Vak'asındaki (1909) yatıştırıcı yönünü bilmediği gibi, aksine sanki kışkırtıcı bir rol oynamış gibi Said Nursî'yi öyle tanıyan ve tanıtan kimselere rastlamaktayız.

Aynı çarpıtılmış görüşler, maalesef Şeyh Said Hadisesiyle (1925) ilgili yorum ve değerlendirmelerde kendini gösteriyor.

Ne var ki, bu tarihten sonraki dönemler itibariyle, Said Nursî hakkında yazılanlarda, o zâtı herhangi bir vukuatla irtibatlandırmanın esâmisi dahi bulunmuyor.

Meselâ, İzmir Sûikastı (1926) Menemen Hadisesi (1930), Ticaniler Vak'ası (1951), Malatya Hadisesi (1952), 6/7 Eylül Olayları (1955) gibi...

Yani, Said Nursî'nin 1925–1960 yılları arasında geçen 35 yıllık zaman zarfında yaşanmış "irtica–mirtica kokulu" hiçbir hadise ile doğrudan, yahut dolaylı şekilde herhangi bir irtibatı kurulamıyor.

Evet, en ahmakça yorum ve değerlendirmede bulunanların dahi, bu noktada suçlayıcı herhangi bir iddia veya isnatları bulunmuyor. Yok, yok...

Acaba, bu son derece açık ve yalın gerçeğe rağmen, Said Nursî'yi 1925'ten evvelki menfî hadiseler sebebiyle karalamaya çalışanların aklına şu suâlin gelmemesi garip değil mi: "Yazmış olduğu eserleri ve kazanmış olduğu talebeleri itibariyle, özellikle 1925'ten sonra en güçlü dönemini yaşayan Bediüzzaman Said Nursî'nin karıştırıcı, kışkırtıcı, yani menfî herhangi bir hareketine niçin rastlanılamıyor? Kendisi olmadık sıkıntılara düçâr edildiği, hapis, sürgün, zindan, zehirlenme gibi türlü işkenceli bir muameleye mâruz bırakıldığı halde, neden hiç kimseyi incitmedi veya misillemede bulunmadı? Üstelik, misillemede bulunulmamasını ve intikamının alınmamasını talebelerine tavsiye etti, vasiyet etti?"

Evet, kalbinde, vicdanında bu suâllerin cevabını arayan ve bulan bir kimsenin, Said Nursî'yi nisbeten karanlıkta ve sis perdesi altında kalmış olan 1907–1925 yılları arasındaki o çalkantılı dönemler itibariyle de suçlamaya, yahut karalamaya çalışmaz.

Zira, bir kimsenin siyaset, kuvvet veya şiddet yoluyla hedefe varmak gibi bir düşüncesi varsa, bunu hayatının her safhasında fırsat buldukça açığa vurur. Mutlaka bir takım teşebbüslerde bulunur.

Ne var ki, Said Nursî, hayatının hiçbir devresinde kuvvet–şiddet metoduna tenezzül etmiş değil. Bilâkis, bu tarz bir metodun, dahilde hiçbir sûrette kullanılmaması gerektiğine inanmış ve bunu da daima talebelerine ders vermiştir.

Hakikat budur, bundan ibarettir. Gerisi ya kasıt, ya da cehalet kaynaklıdır.

Yazımızın sonunu, Üstad Bediüzzaman'ın "son dersi"ndeki bir ifadesiyle bağlayalım: "Aziz kardeşlerim! Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. ..Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir. ..Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir. ..Bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım." (Emirdağ Lâhikası, s. 455)
 
Son düzenleyen: Moderatör:
#7
DEĞERSİZ DALLARDA ASILMAMA PERVAM YOKTUR MUHAKAK MUCADELEM ALLAH VE DİN İÇİNDİR (Bediüzzaman)



Risale-i Nur Nedir ve Nasıl Bir Tefsirdir?


Bediüzzaman Said Nursi’nin telif etmiş olduğu ve 130 parça eserden oluşan Risale-i Nur Külliyatı bu asrın idrakine ve ihtiyacına göre sünuhat ve ilham kabilinden olarak yazılmış olan Kur’an-ı Kerim’in manevi bir tefsiridir Bilindiği üzere tefsir iki kısımdır

Birisi: Malûm tefsirlerdir ki, Kur'anın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânalarını beyan ve izah ve isbat ederler Bu bölümde ayetler Fatiha Suresi’nden başlayarak sona kadar sıra ile tefsir edilir

İkinci kısım tefsir ise: Kur'ânın imanî olan hakikatlarını kuvvetli hüccetlerle beyan ve isbat ve izah etmektir Bu kısmın çok ehemmiyeti var Zâhir malûm tefsirler, bu kısmı bazan mücmel bir tarzda dercediyorlar; fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannîd feylesofları da susturan bir mânevî tefsirdir Birincisi ibaresini izah eder, ikincisi de hakikatlerini ispat eder Risale-i Nur bu ikinci kısım tefsirlerin en kuvvetlisi ve en kıymettarı olduğuna, ehl-i dirayet ve dikkat yüz binler şahitler var Risale-i Nur, Kur'an-ı Hakîmin hakîki bir tefsiridir Ayetler, sırasıyla değil, devrin ihtiyacına cevap veren îmanî hakîkatleri beyan eden ayetler tefsir edilmiştir Risâle-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsâlsiz bir tarzda, muannid feylesofları susturan bir mânevî tefsirdir Bu ikinci kısım tefsiri malum olan tefsirler bazen kısa olarak geçmektedirler Fakat Risale-i Nur, bu ikinci kısmı esas tutmuş ve bütün kuvvetiyle bu ciheti ispat etmeye çalışıyor Bu çeşit tefsirler sünuhat ve ilham kabilinden olup doğrudan doğruya vahyin menbaı olan Hazreti Muhammed (ASM)’in manevi ilham ve telkinatıdır Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevi-i Şerif’i, Hz Ali’nin Celcelutiye Kasidesi, Abdulkadir-i Geylani’nin Fütuh-ul Gayb Risalesi hep bu manevi tefsirlerdendir

Kur'ânın hakikatlarını müsbet ilim anlayışına uygun bir tarzda izah ve isbat eden Risale-i Nur Külliyatı, her insan için en mühim mesele olan "Ben neyim? Nereden geliyorum? Nereye gideceğim? Vazifem nedir? Bu mevcudat nereden gelip nereye gidiyorlar? Mahiyet ve hakikatları nedir?" gibi suallerin cevabını vâzıh ve kat'i bir şekilde, çekici bir uslûp ve güzel bir ifade ile beyan edip ruh ve akılları tenvir ve tatmin ediyor
Şimdiye kadar ispat edilemeyen iman hakikatlerini iki kere iki dört eder derecesinde ispat etmiştir Bunlardan haşir meselesinde İbni Sina, fehminde aczini itiraf etmiş, "Akıl buna yol bulamaz" demiş Yani böyle diyenlerin namına kendisi de aczini itiraf etmiştir Demiştir ki: “Haşir meselesi nakli bir meseledir, iman ederiz fakat akıl buna yol bulamaz yani akli deliller ile ispat edilemez” manasında söylemiştir Onuncu Söz risalesi, o zâtın dehâsıyla yetişemediği hakikatleri, avamlara da, çocuklara da bildiriyor

Hem kader ve cüz-i ihtiyarinin ispatı meselesinde Sad-ı Taftazani gibi büyük bir alim ancak 40 sayfada ve o da alimlerin alimlerine anlatabildiği ve hatta bu meseleyi avam içinde konuşmayı uygun görmedikleri halde, Risale-i Nur ise 26 Söz olan Kader Risalesinde 2 sayfada çocuklar dahi anlayacak şekilde izah ve ispat etmiştir, meydandadır ve bakılabilir

Hem kainatın yaratılmasının hikmetlerini ve kainatın tılsımı, Yirmi Dördüncü Mektup ve Yirmi Dokuzuncu Sözün âhirindeki remizli nüktede ve Otuzuncu Sözün, tahavvülât-ı zerrâtın altı adet hikmetinde keşfedilmiştir Bu derece müşkil meseleleri en basit bir şekilde ve herkesin istifade edeceği bir tarzda izah etmek harika olmazsa nedir?
Hem her tabaka insan Risale-i Nur’dan istifade etmektedir Bir köylüden bir vekile, bir öğrenciden bir profesöre, 7 yaşındaki bir çocuktan tut 70 yaşındaki ihtiyarlara kadar her taife Risale-i Nur’dan istifade etmektedir

Hem her taife derecesine göre istifade etmesi, doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’ın bir rahmeti ve Kur’an-ı Kerim’in bu asırda bir kerameti olduğu aşikardır Çünkü her okuyan mutlaka istifade etmiştir İstifade etmeyen olmamıştır Derecesine göre istifadeler de değişiktir Hiçbir dinsiz filozof tarafından tenkit edilememesi de ayrıca bir keramettir Onların damarlarına şiddetli bir şekilde dokundurduğu ve mesleklerini en aşağı bir dereceye düşürdüğü halde hiçbir filozof itiraz edememiştir

Hem hangi kitap olursa olsun, böyle hakaik-i İlâhiyeden ve imaniyeden bahsetmişse, ekseriyetle bir kısım meseleleri, bir kısım insanlara zarar verir Ve zarar verdikleri için, her mesele herkese neşredilmemiş Buna dair kitaplarda kayıt vardır Halbuki şu risaleler ise, şimdiye kadar hiç kimsede -çoklardan sorduğum halde- sû-i tesir ve aksülâmel ve zihne zarar gibi bir zarar vermedikleri, doğrudan doğruya bir işaret-i gaybiye ve bir inâyet-i Rabbâniye olduğu bizce muhakkaktır

Hem yirmi üç senede (1926-1949) telifi tamamlanan ve yüz otuz kitaptan müteşekkil Risale-i Nur adlı eserleriyle, ilm-i kelam sahasında bir teceddüd yaptığı görülmüştür

Evet, Said Nursi, on beş sene tahsili lazım gelen ilmi üç ayda elde etmesi, gaybî bir işarettir ki: "Bir zaman gelecek, on beş sene değil, bir sene bile ilm-i îman dersini alacak medreseler ele geçmeyecek İşte o zamanda müştaklara on beş senelik dersi on beş haftada ellere verebilecek Kur'anî bir tefsir çıkacak ve Said Nursi onun hizmetinde bulunacak" Hem “Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir” diye bu hakikate işaret edilmektedir

Müceddid-i Elf-i Sânî İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârukî ders verirken diyordu:
"Bütün tarîkatların en mühim neticesi hakáik-ı îmâniyenin inkişâfıdır Ve bir tek mesele-i îmâniyenin vuzuh ile inkişâfı, bin kerâmâta ve ezvâka müreccahtır"

Hem yine Ahmed-i Fârûkî Risale-i Nur hakkında demiş ki: "Mütekellimînden biri gelecek, bütün hakaik-i imaniyeyi kemal-i vuzuh ile beyan ve ispat edecek" Zaman ispat etti ki, o adam, adam değil, belki Risale-i Nur'dur Ehl-i keşif, Risale-i Nur'u ehemmiyetsiz olan tercümanı suretinde keşiflerinde müşahede etmişler, "bir adam" demişler
Yirminci asrın Kur'ân Felsefesi olan bu eserler, bir taraftan teknik, fen ve san'at olarak maddiyatı, diğer taraftan iman ve ahlâk olarak mâneviyatı câmi ve havi olacak Türk medeniyetinin, sadece maddiyata dayanan sair medeniyetleri geride bırakacağını da isbat ve ilân etmektedir
Ecdadımızın bir zamanlar kalblerinde yerleşen iman ve itikad cihetiyle zemin yüzünde yüz mislinden ziyade devletlere, milletlere karşı imanından gelen bir kahramanlıkla mukabele etmesi, İslâmiyet ve kemalât-ı mâneviyenin bayrağını Asya, Afrika ve yarı Avrupa'da gezdirmesi ve 'Ölsem şehidim, öldürsem gaziyim' deyip ölümü gülerek karşılayarak müteselsil düşman hâdisata karşı dayanması gibi, milletçe medar-ı iftihar âli seciyemizin bugün biz gençlerde inkişafı, vatan ve millet menfaatı bakımından ve istikbalimizin selameti noktasından ne derece elzem olduğu malûmdur Mutlaka her hareket ve hizmette maddî bir ücret ce şahsî menfaatler mülâhaza etmek, Türk'ün millî tarihinin şeref ve haysiyeti ile kabil-i te'lif olamaz Bizler, ancak Rıza-yı İlâhî için çalışıyoruz Bizzat hizmetinde bulunmakla aldığımız telezzüz, kardeş ve vatandaşlarımıza, İslâmiyete ve insaniyete yardımda bulunabilmek mazhariyetinden gelen ebedî hayatımıza ait sürur ve ümit, bizim bu babda aldığımız ve alacağımız yegâne hakiki mukabele ve ücrettir

Risale-i Nur! Kur'an âyetlerinin nurlu bir tefsiri Baştan başa iman ve tevhid hakikatlarıyla müberhen Her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış Müsbet ilimlerle mücehhez Vesveseli şüphecileri ikna ediyor En avamdan en havassa kadar herkese hitap edip, en muannid feylesofları dahi teslime mecbur ediyor

Risale-i Nur! Nurlu bir külliyat Yüzotuz eser Büyüklü küçüklü risaleler halinde Asrın ihtiyaçlarına tam cevap verir Aklı ve kalbi tatmin eder Kur'ân-ı Kerim'in yirminci asırdaki lâfzî değil - manevî tefsiri

İsbat ediyor! Akla gelen bütün istifhamları Zerreden güneşe kadar îman mertebelerini Vahdaniyet-i İlahiyeyi Nübüvvetin hakikatını

İsbat ediyor! Arz ve Semavatın tabakatından, melaike ve ruh bahsinden, zamanın haikatından, Haşir ve Ahiretin vukuundan, Cennet ve Cehennemin varlığından, ölümün mahiyet-i asliyesinden ebedî saadet ve şekavetin menbaına kadar Akla gelen ve gelmeyen bütün îmanî meseleleri en kat'i delillerle aklen, mantıken, ilmen isbat ediyor Pozitif ilimlerin müşevviki Riyazi meselelerden daha kat'i delillerle aklı ve kalbi ikna edip, merakları izale eden bir şaheser
 
#8
Cemil Meriç'e Göre Said-i Nursî

HÜSEYİN YILMAZ TARAFINDAN KALEME ALINMIŞTIR

Hayata gözlerini 12 Aralık 1916’da, Hatay Reyhanlı’da açar, Hüseyin Cemil Meriç Gözlerinin hayat arkadaşlığı otuzsekiz yıl sürer, vefatına kadar devam edecek otuzüç yılı onların rehberliğinden mahrum yaşar Yaşamak ne kelime, otuzüç yıl süren bir isyan, körlüğe isyan Nihâyet her fâninin hayatını noktalayan ecel, Meriç’in çileli hayatına 13 Haziran 1987’de son verir Cumhuriyet devrinin bu kutup yıldızı âhiret yolculuğuna çıktığında yetmişbir yaşındadır ve arkasında cihânşümûl zekâları doyuracak çapta muazzam bir eser külliyatı bırakmıştır
Meriç, her şeyden çok mütefekkirdir, düşünce adamıdır Düşünca adamı, bitmek tükenmek bilmeyen arayışları olan adamdır Suya hasret çöl hayvanları gibi yaşar Susuzluğunu gidermek için, vehimlerin vücut verdiği bütün vahalara koşar; bütün kaynaklara eğilir, hepsinden içmek ister Maksadı kanmaktır, kanmak ve sükûn bulmak Meriç’in hayatı, hakikati bulma arayaşıları ile geçer Düşünce mabedlerini ard arda ziyaret eder, nefes nefese dolaşır zirveleri Tecessüslerinin emrinde düşünce ırmaklarına dalar, ummanlarda kulaç atar Hakikati bulma ümidiyle bataklıklara bile dalar
Mütefekkirin susuzluğunu giderebileceği kaynaklar nâmütenâhi değildir Dün kana kana içtiği kaynağa bu gün iğrenerek bakar; zirâ önceki gün su sanıp doyasıya içtiği mainin bir lağım sızıntısı olduğunu farketmiştir Bâzen şelalelerin gürültüsüne koşar , ayağı kayar ve bir uçurumun dibinde bulur kendisini Yara bere içinde kaldığına aldırmaz, suyun şırıltısı ile mesttir Doyasıya içer Ama bu kaynak da saf değildir, susuzluğunu gidermek yerine daha çok susatır
Meriç, Batı’nın düşünce kaynaklarının içinde meydana getirdiği yangını söndürmenin Şark’ın semavî irfanıyla mümkün olduğunu ömrünün son çeyreğinde iyiden iyiye hisseder Bu münzevî düşünce fâtihi, bilhassa iki isim karşısında ürpertiler geçirir Biri Rifai, diğeri Bediuzzaman Kenan Rifai, Meriç’in hayâl ve ümitlerine hakikat zenginliği katar, içini ferahlatır, ürpertiler geçirmesine sebep olur,
heyecanlarını dalgalandırır Rifai, huzurunda sükûn bulunacak bir tasavvuf ehlidir, mütefekkir için “Bir parça Hint, bir parça Mevlâna Ve kanma bilmeyen bir yaşama susuzluğu O da bir tekrar Ama şeriatın katı kaidelerine mahpus değil Aşkı dinleştiren bir tanrı adamı” (1) diye sever onu
Bediüzzaman’a gelince Meriç, tek kelime ile, Üstâd’a hayrandır Ruhî med ve cezirleri bu hayranlığa gölge düşürmez Mahrem ve has sohbetlerdeki tenkidadatı sıradandır ve çoğu zaman mütefekkirin öğünme ihtiyacını besler Efkâr-ı ammenin huzuruna çıkan bütün düşüncelerinde Bediuzzaman’a duyduğu hayranlığı haykırmakta tereddüt etmez Nitekim Said-i Nursi hakkında yazılmış edebi metinlerin en güzellerinden birine, belki de en güzeline imza atar Gençliğinde komünistlikle itham edilip takibat gören Meriç, vefatına 4 yıl kala, 7 Mart 1983 târihli Hamle dergisindeki yazısında Üstâd’ı övdüğü için yargılanır(2)
Daha 1963’te Jurnal’ine düştüğü not bu bahis için kayda değerdir:
“Said-i Nursî'nin risâlelerini okumak için toplanan üç beş vatandaşın tevkifi, tabiî hukuk bakımından hamakatle kaynaşan bir cinayettir Ahlâksızlığın, bencilliğin, kayıtsızlığın ferman ferma olduğu bir ülkede, bir kitabı, ahlâktan, insanlıktan bahseden bir kitabı okuyanlar ancak takdire lâyıktır Soğuk ve süprüntülüklerden devşirme, maddeci, sözde maddeci yayınlardan tiksinen, kendilerine insaniyetçi süsü veren bir alay -----nin sapıklıklarına iğrenerek bakan ve bir kurtuluş arayan samimi çocuklar Davranış bakımından kendimi onlara çok yakın buluyorum” (3)
Eserlerinde, yazılarında ve sohbetlerinde Said Nursi’ye atıflarda bulunur Meriç Kader bahsi gibi zor bir mevzuu okuyucuları için Üstad’ın rehberliğinde vuzuha kavuşturmaya çalışır Yirmialtıncı Söz’ün kısa bir hülâsasından sonra aczini ve Bediuzzaman’a duyduğu hayranlığı şu ifadelerle haykırır:
“Yazı şu ezelî hükümle tuğralanıyor:
“Üstâd şimşek pırıltıları ile aydınlanan bu karanlık bölgelerde büyük bir güvenle dolaşıyor Üslûb kesif v e izahlar inandırıcı Asırları kucaklayan bir tefekkürün çağdaş idrâke seslenişi, yaralanan bir idrâke, yabancılaşmış bir idrâke İrfanımızın madde-i asliyesi olan bu fikirleri ne kadar anlayabiliyoruz? Heyhat; ne meselenin kendisine âşinâyız, ne mefhumlara” (4) Said-i Nursi ve Risâle-i Nur Külliyatı, Meriç’in hakikat arayışını bitirecek, susuzluğunu giderecek kaynaktır Bunu o da hissetmiştir: “Said-i Nursî kavliyle fiilini birleştirmiş insan Mücâhit insan Kürtçü değil O devirde tek başına karşı koyabilmiş Düşüncesinde sosyalizm, sınıf çatışması da var Adamı inceledikçe hürmetim artıyor” (5) der
Ne var ki, Meriç hiç bir zaman şâkirt olamaz Düşüncesindeki istihâleye amelî hayatı ayak uyduramaz ve buhranlar geçirir Üstâd ona göre, inzibat adamıdır Amelde daha esnek ve daha kucaklayıcı gördüğü Kenan Rifai’ye bu sebeple sığınır Nasip meselesi deyip, geçelim
Benim için Meriç, düşüncesi kadar, hattâ ondan da çok, üslûb ve dil noktasından hayranlık uyandırıcıdır Türkçe için Meriç büyük hazine ve emsâlsiz kaynaktır Türkçe konuşan, Türkçe yazan kaç kişi bunun farkında? Bilmiyorum Ama en azından Millî Eğitüim ve Kültür Bakanlıkları bütün unsurlarıyla bu hazinenin farkında olmaya mecbur değiller mi? Belki, bu suale verilecek menfi bir cevap bütünüyle haksızlık olur, ama yapılması gerekenlerin çokluğu düşünülünce bu sual kaçınılmaz oluyor Evet, Türkçe konuşan herkesin Cemil Meriç’e bir borcu vardır: Milleti millet yapan temel unsurlardan biri olan dillerine yaptığı büyük hizmete karşılık, şükran borcu
Mütefekkir’i vefat yıl dönümü münasebetiyle rahmet ve mağfiretle anarken, yazıyı onun o veciz ifadelerinin muhteşem bir tablosu ve intibahının bir vesikası gördüğüm o harika metinle noktalayalım:
“Said Nursi
“Said'in müridi, bir havariler ormanı Yekpare ve kesif Ağaçlar kaynaşmış birbirleriyle Ve bağrında adsız bir uğultu yükseliyor Bir fırtına rüzgârına benzeyen Nur risâlelerinin zaman zaman boğuk, zaman zaman heybetli yankısı
“Said, dağbaşında va'z eden bir mürşit Hor görülenler, her şeyini kaybedenler, mukaddesleri çiğnenenler ona koştu akın akın
“ Nass'ların yalçın duvarları arkasından geliyordu bu ses, târihin içinden geliyordu: kabuğuna çekilmiş yüz binlerce insanı uyandırdı Bu hayalî insanlar o konuştukça gerçekleşti Yâni, Nurculardan önce kelâm var
“ O konuştukça, laikliğin kartondan setleri yıkıldı birer birer Kentle köy, çağdaş uygarlık düzeyi (!) ile Anadolu, tereddütle inanç karşı karşıya geldi
“ Nurculuk, bir tepkidir Kısır ve yapma bir üniversiteye karşı medresenin, küfre karşı îmanın, Batı'ya karşı Doğ'nun isyanı Her risâle bir çığlık, şuuraltının çığlığı Zulmün ahmakça taarruzu olmasa, bu münzevi ses böyle sayhalaşır mıydı?
“Tanzimattan beri her hisarı deviren teceddüt dalgası ilk defa olarak Nur kalesi önünde geriler Bu emekleyen, bu kekeleyen yığın, devrim yobazları için bir yüz karasıdır Düşünmezler ki kendi yüz karaları bu Nurcuları yok farzetmek,gaflet Nurcular adalarında kendi hayatlarına devam edebilirler Ama kökünden kopmak kimseye mutluluk getirmez Aydının görevi fildişi kulesini yıkarak bu mazlum kitleyi muhabbetle bağrına basmak, acısını anlamağa çalışmak
“ Said-i Nursî, bir kavga adamı Yalçın bir irade, taviz vermeyen bir mizaç, tefekkürden çok iman Said'in kavgası, Yogi ile Komiser'in kavgası (6)
-------------------------------------------------------------
Notlar:
1 - Cemil Meriç, Jurnal 2, sayfa 215, İletişim Yayıncılık AŞ, 3 Baskı, 1993
2 - Halil Açıkgöz, Cemil Meriç ile Sohbetler, 31, Seyran İktisadi İşletmesi 1993
3 - Cemil Meriç, Jurnal 1, sayfa 62, İletişim Yayıncılık AŞ, 2 Baskı, 1992
4 - Cemil Meriç, Kırk Ambar, sayfa 419, Ötüken Neşriyat, 1980
5 - Halil Açıkgöz, Cemil Meriç ile Sohbetler, sayfa24, Seyran İktisadi İşletmesi 1993
6 - Cemil Meriç, Bu Ülke, Sayfa 246-247, İletişim Yayıncılık AŞ, 7 Baskı, 1992
 
#9


Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, ahiretimi de Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum Bütün ömrüm harb meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı Divan-ı harblerde, bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men’edildim Defalarca zehirlendim Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım Zaman oldu ki hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim Eğer dinim intihardan beni men’etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti
(Bediüzzaman Said- i Nursi)
 
#10
Dava arkadaşı Zübeyir GÜNDÜZALP’in dilinden Üstad Bediüzzaman Said Nursi

Nur Risalelerinin müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleridir Bu zat-ı Nuranî, büyük bir insan-ı kamil, dahi bir İslam müellifidir Misli benzeri pek ender olan namdar bir İslam mütefekkiridir Şarkî Anadolu afakında parlayan bir ateşpare-i zekadır Envar-ı Kur’aniyenin fem-i mübareklerinden fışkırdığı bir hazine-i ulumdur Fart-ı zeka ve hafızaya malik ve meşhur olan bir nadire-i Hilkattir Harika bir iradeye, ruhî bir kuvve-i kudsiyeye, Kur’an-ı Hakimin feyz-i dersiyle, Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselamın, talimiyle, adeta fevka’l-beşer diyebileceğimiz bir ikna, bir irşad, tenvir ve teshir kudretine mazhar bir mana adamı, bir muallim-i ekber ve bir hatib-i umumidir

Evet, O Bediüzzaman ki, tek başıyla, dünya dinsizliğine meydan okuyan, harikulade bir îman kuvvetinin timsalidir
Evet, O Bediüzzaman ki, Peygamber-i Zişan’ımız iki cihan serveri, Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselamın, bu asırda efal, ahval ve akvaliyle, eserleri, ilim ve hizmetiyle, bir varis-i Peygamberi olduğu aşikar bir surette görünen bir zattır
Bediüzzaman ki, din düşmanları, gaddar zalimlerin karşısında, îman ve İslamiyeti, emsalsiz bir celadet, şecaat ve şehametle müdafaa eden, cihad-ı mukaddesenin serdarlığını ifa etmiş bulunan bir mücahid-i ekberdir
Bediüzzaman ki, yüce Peygamberimiz Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselamın senasına mazhar Türk milletinin ve millet-i İslamın medar-ı iftiharıdır Nesilden nesile intikal eden, Kur’anî hizmetiyle ve eserleriyle, Türk ve İslam tarihini şan ve şereflerle donatan tarihi bir insan-ı ekmeldir Bu asırda bir serdar-ı İslam ve bir sertac-ı insandır
Bediüzzaman ki, bin seneden beri İslamiyet’in bayraktarlığını yapan şanlı ve namlı milletimizin, Nur Risaleleriyle münevver bir önderidir, en mütekamil, en mutemet ve müstakim bir mürşiddir Bu hakikat, İslam ordusunun sevgi, hürmet ve tazimle kalbinde yaşattığı nuranî bir varlıktır Eserleriyle, milyonlarca mü’minlerin gönlünde yüksek bir mevki ihraz etmiş bulunan müessir bir mürşid-i azamdır
Bediüzzaman ki, yüz binlerce bu mübarek vatan evladının okuduğu Nur Risalelerinin ilmî kuvvet ve rüçhaniyetiyle, eserleri en çok okunan ve cihanpesendane bir revaca nail olan bir İslam müellifidir Bütün varlık halitası Kur’an’ın nuruyla nurlanmış; kalbi İslamî cevherlerle donanmış; dimağı Kur’anî ve ledünnî ilimlerle tenvir edilmiş; manevî mevcudiyeti, îman ve Kur’an hakikatleriyle teçhiz edilmiş bir ilim, irfan ve îman timsalidir
Bediüzzaman ki, bütün maddî kuvvet ve imkanlara sahip olan zalim din düşmanlarının İslamiyet’i yok etmek icraatları karşısında harikulade bir îman kudret ve şehametiyle şahlanarak, cihad-ı mukaddes bayrağını açan manevî bir kahraman-ı azamdır Din düşmanlarını mağlubiyet vadilerine, hezimet gayyalarına yuvarlayan bir esedullah, bir seyfullah ve bir saykal-ı İslamiyet’tir
O Bediüzzaman ki, deniz gibi engin ve zengin bir ilimle manevî servetlerin şahikasına yükselmiş hikmetfeşan bir hakîm-i İslam ve beliğ bir bedîülbeyandır
Bediüzzaman ki, manevî, hikemî, irfanî, gül-ü Muhammedî (asm) ile dolu bir gülistanda Kur’anî hakikatleri terennüm eden bir bülbül-ü şeydadır Ruhları teshir ve maneviyatı tehyiç eden ezvak-ı tayyibeyi müheyyiç kılan, akl-ı selimi zenginleştiren, kelam-ı İlahî-yi füsunkar nağmeler ile ilan eden, güzeller güzeli, güzelim, şakrak bir andelîb-i yektadır
En azgın ölümler ona zincir vuramamıştır O volkanlar gibi coşkundur Adeta yalçın kayalardan örülen şahikalardan aşmıştır Onun eğilmeyen dağlar gibi dik başı mahvolmak hengamında bile dinsizlere ser-füru etmemiştir Gül yüzlü melekler gibi rikkatle gülümser Kar kış dememiş, üzülüp acı duyup ye’se düşmemiştir Güneş sönse, ay batsa, gökler yıkılıp çökse, en sarp uçurumlar civarını sarsa, O davasından ve mücahede-i dîniyesinden dönmeyecek bir yaratılışta idi Ruhunda îmanla yanan meş’ale sönmemiş ve söndürülememiştir Kalbinde yanardağ gibi haşmet ve azamet saçan mukaddes bir îman vardı
Üstad Bediüzzaman Said Nursi, tarihte misli görülmemiş işkence ve zulmün envaına giriftar edilmiştir Barbarca ve hunharca muameleler yapılmıştır Başlı başına birer facia olan gaddarane işkenceler içinde bırakılmıştır Vahşi bir kavmin dahi yapamayacağı gayet vahşiyane icraatlar yapılmış, îmanî hizmetinin önüne geçilmeye ve durdurulmasına çabalanmıştır Onun öz vatanındaki esaret hayatı acı hakikatlerle doludur
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, cihad-ı ekber-i dîniyenin pişdarı, rehberi ve öncüsüdür
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin dinsizlere karşı kahramanca mücadelesi, zalimlerin taarruzlarına göğüs germesi, işkence ve zulme karşı sabır ve metaneti, îmanı kuvvetlendirmek ve kökleştirmek kuvvetini kendine bahşeden, yine ondaki îman kuvveti olmuştur
Cenab-ı Hak, üstadım Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerini ender ve cami bir ayine ve külli ve daimi bir ubudiyeti eda edecek ulvi bir mahiyette yaratmıştır Harikulade bir şecaat, cesaret ve fedakarlık seciye-i aliyesine mazhar kılmıştır Nazirsiz bir akıl ve farklı zeka, bahr-i umman misillü bir ilim ve irfan ihda eylemiştir
Üstadım Bediüzzaman Sald Nursi Hazretleri hayat-ı içümaiye-i beşeriye semasının güneşleri, ayları, yıldızları olan enbiya ve evliyanın bu asırda Ümmet-i Muhammed’in ve beşerin imdadına gönderilen yekta bir varis-i Nebevi ve ferd-i ferid makamında bir serdar-ı velidir Buna doksan senelik harikulade ilmi, manevî şahsiyeti, Nur Risaleleriyle hayat-ı içtimaiye-i beşeriye deki gayet müessir ve müdavim hizmet-i Kur’aniye ve îmaniyesi vukuat halinde bir şahid-i sadıktır
O parlak ve cevval bir zekaya malikti
Hazret-i Şah-ı ekber Bediüzzaman Said Nursi, bir halaskar-ı İslamdır
 
#11
Türkeş: Nakil emrini MBK vermedi
Said Nursi sağlığında mezarının istinatgah olarak kullanılmamasını şiddetle tavsiye etmesine rağmen, mezarı adeta türbeye dönüştürüldü Dönemin DP Hükümeti, bu konuda endişe duymasına karşın halkın tepkisinden çekindiği için bir şey yapamadı Said Nursi'nin naaşı 27 Mayıs 1960'daki askeri darbeden sonra Milli Birlik Komitesi tarafından verilen talimat üzerine kabrinden çıkarılarak meçhul bir yere götürüldü Said Nursi'nin naaşının kaldırılması emrini 27 Mayıs'ın Devlet Başkanı yaptığı Org Cemal Gürsel'in vediği öne sürülüyor Emri yerine getiren Cemal Tural'dı Olayın ayrıntıları 35 yıl sonra, o dönemde Milli Birlik Komitesi Üyesi olan MHP Lideri Alpaslan Türkeş tarafından anlatılacaktı Said Nursi'nin kardeşi Abdulmecit Ünlükul da nakil olayı hakkında ilginç bilgiler verecekti 1963'de Hindistan'dan sürgünden döndükten sonra siyasete atılan Türkeş, Said Nursi'nin kayıp mezarı hakkında sorulara muhatap kaldı Uzun yıllar suskunluğunu koruyan MHP Lideri Türkeş, gazeteci Hulusi Turgut'a 1995 yılında anlattığı anılarında kayıp mezarla ilgili açıklamalarda da bulunuyordu
Kızıloğlu gündeme getirdi
Türkeş, kayıp mezar ile ilgili yaptığı açıklamalarda nakil olayının Milli Birlik Komitesi toplantısında gündeme geldiğini belirtiyordu Konuyu gündeme getiren askeri yönetimin İçişleri Bakanı emekli general İhsan Kızıloğlu'ydu
"İhsan Paşa elinde bir dosya ile geldi Bir konuda bilgi vermek istediğini söyledi Paşanın Komite'ye anlattıklarına göre, 27 Mayıs'tan önce, Urfa'da vefat edip, oraya defnedilen Said Nursi'nin kardeşi, kendilerine bir dilekçe vermiş, ismi Mehmet olabilir, ama soyadı, kardeşinin soyadına benzemiyordu Dilekçe sahibi, 'Ben Konya'da oturuyorum, oysa ağabeyimin mezarı Urfa'da Sık sık ziyaret etmek istiyorum, ama iki şehrin arası uzak olduğu için her zaman ziyaret imkanı bulamıyorum' demiş Paşa bize bunları anlattıktan sonra, 'Said Nursi'nin kardeşi kabir nakli istiyor' dedi Dilekçe MBK'da Kızıloğlu tarafından okundu ve üyelere gösterildi" diyen Türkeş, "Komitenin izin vermesi halinde, Cemal Gürsel Paşa'ya da arzedileceğini belirtti Milli Birlik Komitesi kabrin nakline izin verdi Gelişmeler hakkında, İçişleri Bakanlığı tarafından bilgi sunulması da hatırlatıldı Olayın bize yansıyan şekli budur Biz olayı böyle biliyoruz Kızıloğlu'nun verdiği bilgi dışında bir ayrıntı alamadım Zaten 13 Kasım oldu, biz yurt dışına çıkarıldık Olayın komiteye sunulan kısmını biliyorum" şeklinde konuşuyordu
Dilekçe zorla imzalatıldı
Kayıp Mezar olayının Türkeş'e yansımayan bir başka yüzü vardı Türkeş'in dilekçe sahibi olarak sözünü ettiği Said Nursi'nin kardeşi, Konya'da öğretmenlik yapan Abdulmecit Ünlükul'du Nakil için herhangi bir talebi olmamıştı İşin gerçeği, Ünlükul, askeri yönetimin talimatıyla hazırlanan dilekçeye imza atmak zorunda kalmıştı Türkeş'in dile getirdiği dilekçe metni anlattığı gibiydi Necmettin Şahiner'in 1988'de neşredilen "Bilinmeyen Yönleriyle Bediüzzaman Said Nursi" isimli kitabında dilekçeyi imzalatanlar Konya'ya gelen Urfa valisi Necdet Yalçın ve General Cemal Tural olduğu belirtiliyor Ünlükul şöyle anlatıyordu:
'Kağıdı lütfen imzalayın'
"Temmuz ayının başlarında ve abimin vefatının beşinci ayıydı Öğle namazı vaktinde Birinci Şube Şefi İbrahim Yüksel geldi Sizi vali bey çağırıyor dedi Vilayete gitik İçeri girdiğimizde 3 general vardı Biri Cemal Tural, biri de Refik Tulga idi Tulga II Ordu Komutanı ve Geçici Konya Valisi'ydi Tural bana, 'Abinizin kabrini şark ahalisi ve güney sınırımızdan kaçak gelip ziyaret edenler var Nazik bir durumdayız Sizin de iştirakiniz ile kabrini İç Anadolu'ya nakledeceğiz Şu kağıdı lütfen imzalayın dedi ve benim ağzımdan yazılmış bir dilekçe uzattı 'Benim böyle bir isteğim yok, ne olur hiç olmazsa kabrinde rahat etsin' dedim, ancak imzalamaya mecbursun biz zor durumda bırakma dediler"
Askerler önce çok korktular
Ünlükul, 12 Temmuz günü Askeri uçakla Diyarbakır'a, oradan da başka bir uçakla Urfa'ya gittiklerini belirterek, Said Nursi'nin naaşını çıkardıklarını belirtiyordu "Beni askeri vasıtayla yine askeri bir binaya götürdüler Akşam olduktan sonra beni bir jiple bir yüzbaşı refakatinde ve bazı erlerle beraber Halilurrahman Dergahı'na götürdüler Caminin avlusunda iki tabut vardı Bazı askerler dolaşıyorlardı Yanıma bir doktor geldi, 'fazla merak edip üzülmeyin, üstadı Anadolu'ya naklediyoruz Onun için sizi buraya getirdiler' dedi
Doktorun bu sözleri üzerine sinirlerim tamamen bozulmuştu, ağlıyordum Doktor askerlere 'Bu tabutu açıp, öbür tabuta alacağız' diyor fakat erler çekiniyor ve korkuyorlar 'Biz yapamayız, çarpılırız' dediler Fakat doktor, 'kardeşlerim, biz emir kuluyuz, ne yapalım mecburuz' dedi Hep beraber tabutu açtık" diyen Ünlükul, "Bütün işler bittikten sonra bir askeri cemseye bindim Doğru uçağın yanına Caddelerde süngülü askerler geziyordu Az sonra Afyon'a indik Oradan da bir ambulansla Isparta'ya doğru hareket ettik Önümüzde arkamızda askeri vasıtalar refakat ediyordu Sabaha karşı Isparta'ya vardık Önceden hazırlanmış mezara üstadı defnettiler" şeklinde konuşacaktı
1926'dan 1960'a kadar sürgünde yaşayan ve bir otel odasında son nefesini veren, sevenlerinin 'Bediüzzaman' dediği Said Nursi'nin 83 yıllık hayatı ibret vericiydi
KAYIP MEZAR SIRRINI KORUYOR
Abdulmecit Ünlükul, Said Nursi'nin mezarı hakkında, ağabeyinin birkaç talebesi dışında kimseye bilgi vermedi Bu talebelerden biri merhum Bayram Yüksel'di Said Nursi'nin bir çok kez Yüksel'e, "Kabrimi sen bekleyeceksin" demişti Kabrinin bir istinatgah ya da ziyaretgah haline getirilmemesini, bu nedenle yerinin dahi bilinmemesini vasiyet ettiği için naaşı talebeleri tarafından Isparta'daki mezarından gizlice kaldırılarak başka yere defnedildi Mezarın Emirdağ ya da Barla'da olduğu tahmin ediliyor Bir başka rivayete göre Said Nursi turistik bir belde olan Davraz Dağı eteklerinde yatıyor Son iddiayı güçlendiren ise Said Nursi'nin Emirdağ Lahikası'nda yer alan şu sözleriydi: "Marangoz merhum Barlalı, harika sadakatli Mustafa Çavuşun tam yerine geçen Medrese-i Nuriyenin tam çalışkan kahramanlarından marangoz Ahmedin benim için Savanın Davraz Dağında berzahi ve uhrevi bir menzil, bir mezar düşünmesi ve yazması, beni çok sevindirdi ve hazinane ağlattırdı"
Ne merhum Bayram Yüksel ne de diğer talebeleri Said Nursi'nin mezarı konusunda tek bir cümle etmediler Hatta kayıp mezar tartışmalarından ve bu konuda yapılan araştırmalardan da rahatsız oldular
KABRİNİN GİZLENMESİNİ VASİYET ETTİ
Naaşı bilinmeyen bir yere nakledilen Said Nursi sağlığında talebelerine ve sevenlerine, öldüğünde kabrinin yerinin bilinmemesini tavsiye etti Onun için kendi cismi değil Risale-i Nur önemlidir Yaşatılması ve korunması gereken en önemli dava budur Emirdağ Lahikası'nda Said Nursi, kabriyle ilgili olarak şu vasiyette bulunuyor:
Dostlar uzaktan ruhuma Fatiha okusunlar, manevi dua ve ziyaret etsinler Kabrimin yanına gelmesinler Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir Risale-i Nur'daki azami ihlas ile bütün bütün terk-i enaniyet için buna bir manevi sebep hissediyorum Kendini Risale-i Nur'a vakfetmiş olan, yanımda bulunanlardan nöbetle birer adam kabrimin yakınında olup, bu manen, lüzumsuz ziyarete gelenlere bildirsinler Benim kabrimi gayet gizli bir yerde, bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lazım geliyor Bunu vasiyet ediyorum Çünkü, dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu surette beni mecbur ediyor
Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki firavunların dünyevi şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-i beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, enaniyet ve benlik, verdiği gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları, mana-yı harfiden mana-yi ismiyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevi istikbalden ziyade dünyevi istikbali hayal edinmiş olmaları ile, eski zamandaki lillah için ziyarete mukabil, ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevi şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verir Öyle ziyaret ediyorlar Ben de Risale-i Nur'daki azami ihlası kaçırmamak için ve o ihlasın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum
Hem şarkta, hem garbda, hem kim olursa olsun, okudukları Fatiha'lar ruha gider Dünyada beni sohbetten men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle beni sevap cihetiyle değil, dünya cihetiyle men etmeye mecbur edecek
 
#12
Bu yazıyı Kaleme Alan;
M Fethullah GÜLEN

Tarih boyunca terörün ve anarşinin şiddetlendiği dönemler olmuş ve tüm insanlığı tehdit eden bu soruna çözüm bulabilmek için çeşitli öneriler ortaya atılmıştır Terör ve anarşi belaları ile topyekün bir mücadele başlatılması konusunun en çok üzerinde duran kişilerden biri de büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi'dir Bediüzzaman bunun için öncelikle yapılması gereken şeyin din ahlakının insanlar arasında yaygınlaşması için çaba gösterilmesi olduğunu anlatmış ve çeşitli tavsiyelerde bulunmuştur

Bediüzzaman Said Nursi'nin hayatı dünya tarihinin köklü değişiklikler yaşadığı bir döneme rastlar I Dünya Savaşı Bediüzzaman'ın hayatında önemli bir yer tutmaktadır Üstad, Osmanlı'nın çöküşüne ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş aşamasına çok yakından şahit olmuştur O, Rusya'da komünizmin bir ihtilalle başa geçişine, dünya devletlerinin Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nın içine sürüklenişine ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bu süre zarfında yaşadığı zor dönemlere tanıklık etmiştir Bediüzzaman yaşadığı dönemde gerçekleşen tüm olayları çok detaylı olarak tahlil etmiş ve siyaset sahnesinde gelişen her olayı Kuran ayetleri doğrultusunda değerlendirmiştir Onun bu özelliğini tüm eserlerinde ve her sözünde görmek mümkündür Din ahlakından uzaklaşmanın bir toplumu ne kadar büyük bir tahribata uğratacağına, Müslümanların birlik olurlarsa dinsiz ideolojilere karşı büyük bir başarı elde edeceklerine hemen her sözünde değinmiştir

Bediüzzaman hem kendi yaşadığı dönemde hem de kendinden sonra terör ve anarşinin insanların karşısına büyük bir bela olarak çıkacağını biliyordu Bu nedenle de terörle mücadele ile ilgili çeşitli çözüm yolları sunuyor, insanları bu konuda bilinçlendirmeye çalışıyordu O, "Dinin şiddetle men ettiği şey, fitne ve anarşidir Çünkü anarşi hiçbir hak tanımaz İnsanlık ahlakını ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar ahlakına çevirir…"1 sözüyle İslam dininin terör ve şiddete bakış açısını en güzel şekilde ifade etmişti Bütün hayatını da bu bakış açısını insanlara anlatmakla geçirmişti Üstad bir sözünde "Madem iman hizmetinde tam ihlasla, anarşiliği durdurmakla, asayişi muhafaza etmekle sabır ve tahammül gerekir Ben de bunun için rahatımı, haysiyetimi feda ediyorum Onları da helal ediyorum"2 demiş, anarşi ve terörle mücadelenin iman edenlerin üzerine yüklenen önemli bir sorumluluk olduğunu, bu mücadelenin sabır ve tahammül gerektirdiğini ifade etmiştir

Bizler için Bediüzzaman'ın tecrübeleri ve birer rehber niteliğindeki sözleri çok değerlidir Bu nedenle tüm hayatı boyunca, Kuran ahlakındaki sevgi, barış ve huzur dolu dünyayı tesis etmek için çaba göstermiş olan bu kıymetli insanın her açıklaması üzerinde dikkatle düşünmemiz gerekir

Bediüzzaman Terörün Ancak Sevgi İle Çözülebileceğini Söylüyordu

Bediüzzaman'ın açıklamalarında öncelikli olarak dikkat çeken yön, insan sevgisi ve insan hayatına verilen önemdir Bu, Kuran ahlakının insana kazandırdığı bir güzelliktir Bediüzzaman da bir sözünde bunu şu şekilde ifade etmiştir:

Kuran-ı Hakim'den aldığımız hakikat dersi şudur ki: Evde, yahut bir gemide, bir masum, on cani bulunsa, Kuran'ın adaleti, o masumun hakkına zarar vermemek için, o evi, o gemiyi yakmayı men ettiği halde, on masumu bir tek cani yüzünden mahv için, o ev, o gemi yakılır mı? Yakılırsa en büyük zulüm, en büyük hıyanet ve gadir olmaz mı? Bu sebeple, güvenliği ihlal yolunda yüzde on cani yüzünden doksan masumun hayatını tehlikeye ve zarara sokmayı ilahi adalet ve Kuran gerçeği şiddetle men ettiği için, biz bütün kuvvetimizle bu Kuran dersine uyarak güvenliği korumaya kendimizi dinen mecbur biliriz…3

Üstad yukarıdaki sözünde insan hayatının ne kadar önemli olduğunu, tek bir insanın hayatı korumak için her türlü fedakarlığı yapmak gerektiğini, aksinin çok büyük bir zulüm olacağını bildirmiştir Müslüman dünya üzerindeki tüm insanların güvenliğini, huzurunu sağlamayı, hoşgörülü ve sevgi dolu bir dünyada yaşamalarını ister Bu, ona yükletilen bir sorumluluk, Allah'ın bildirdiği bir emirdir Bunun için de din ahlakının yayılması için tüm imkanlarıyla gayret eder, insanların güvenliğini bozacak her türlü zorbalığa engel olmak için ellerinden geleni yaparlar Anarşi ve terör insanı adeta bir canavara dönüştürürken, İslam ahlakının yaşandığı ortam cennet benzeri olur Bediüzzaman bunu bazı sözlerinde şu şekilde belirtir:

Bir Müslüman İslamiyet dairesinden çıksa, İslam dininden döner ve anarşist olur, sosyal hayat için zehir hükmüne geçer Çünki anarşi hiçbir hakkı tanımaz, insaniyet güzel huylarını canavar hayvanların ahlakına çevirir4
Hakiki bir Müslüman, samimi bir mü'min hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa taraftar olmaz Dinin şiddetle menettiği şey fitne ve anarşidir Çünkü anarşi hiçbir hak tanımaz İnsanlık güzel huylarını ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar ahlakına çevirir5

Bediüzzaman din ahlakının anlatılması ile insan sevgisini bilmeyen, hoşgörüsüz, uzlaşmaz ve saldırgan kimselerin dahi kalplerinde büyük bir aşk ve muhabbet oluşacağını, bu Allah sevgisinin ise insanları her türlü zorbalıktan uzak tutacağını bildirmiştir Müslümanın görevinin de, insanlarda bu sevgiyi oluşturmak için dinin güzelliklerini ve Kuran hakikatlerini anlatmak olduğunu vurgulamıştır Üstad bir sözünde, yazdığı Nur Risaleleri'nin bu görevi yerine getirdiğini şöyle vurgular:

Evet, Risale-i Nur hak ve hakikata dayanan, delil ve ispata dayanan iman ve Kur'an hakikatlarını, zamanın anlayışına uygun, cem'iyetin kabul etme tarzına uygun, çekici bir üslûb ve kolay açıklamasıyla isbat ve izah eylemesi ile milyonlarca insanın iman ve inancını tahkiki yaparak, ruhlarda İslami aşk ve muhabbeti uyandırmak suretiyle anarşizmin belirtisi olan dinsizlik ve ahlaksızlığa karşı manevi bir sed tesis eylemiştir Evet ruhlarda, akıl ve kalblerde tesis edilen mukaddes ideal ve gaye birliği, iman aşk ve muhabbeti, yıkılmaz bir kuvvet, aşılmaz bir sed hükmünde manevi bir etki meydana getirmektedir6

Kuran Ahlakının Yaşanması Terörle Mücadelede En Önemli Noktadır

Bediüzzaman terör ve anarşi ile mücadelede en önemli noktanın din ahlakının yaygınlaşması olduğunu her fırsatta dile getirmiştir Bu sözlerinden birinde şunları ifade eder:

Hem her bir şehir kendi halkına geniş bir hanedir Eğer ahiret inancı o büyük aile fertlerinde hükmetmezse; güzel ahlakın esasları olan ihlas, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakarlık, Allah'ın rızası, ahiret sevabı yerine kötü niyet, menfaat, sahtekarlık, kendini beğenmişlik, yapmacık hareket, riya, rüşvet, aldatmak gibi haller meydan alır Zahiri güvenlik ve insaniyet altında, anarşistlik ve vahşet manaları hükmeder; o şehir hayatı zehirlenir Çocuklar haylazlığa, gençler sarhoşluğa, güçlüler zulme, ihtiyarlar ağlamağa başlarlar 7

Bediüzzaman'ın da vurguladığı gibi, din ahlakının yaşanmasıyla pek çok güzel ahlak özelliği ortaya çıkarken, dinden uzak bir toplumda her türlü sahtekarlık, zorbalık, anarşi, vahşet ve terör gelişir Yardımlaşma, fedakarlık, dürüstlük gibi meziyetler ortadan kalkar İnsanlar sadece kendi çıkarlarını düşünür, sadece kendi rahatlarını kollar, sadece kendi menfaatleri için çalışır hale gelirler Ancak dinin yaşanması toplumda çok büyük bir dayanışma, kardeşlik ve dostluk oluşmasına vesile olur Bediüzzaman aynı sözünün devamında, din ahlakının bir topluma ve aile hayatına kazandırdığı güzellikleri şu şekilde örneklendirir:

Buna kıyas olarak, memleket dahi bir evdir ve vatan dahi bir milli ailenin evidir Eğer ahiret inancı bu geniş evlerde hükmetse, birden samimi hürmet ve ciddi merhamet ve rüşvetsiz muhabbet ve yardımlaşma ve hilesiz hizmet ve birlikte yaşanılanlar ve riyasız ihsan ve fazilet ve benlik verilmeyen büyüklük ve meziyet o hayatta gelişmeye başlarlar Çocuklara der: "Cennet var, haylazlığı bırak" Kur'an dersiyle vakar verir Gençlere der: "Cehennem var, sarhoşluğu bırak" Aklı başlarına getirir Zalime der: "Şiddetli azab var, tokat yiyeceksin" Adalete başını eğdirir İhtiyarlara der: "Senin elinden çıkmış bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimi bir ahirete dair saadet ve taze, ebedi bir gençlik seni bekliyorlar Onları kazanmağa çalış" Ağlamasını gülmeye çevirir Bunlara kıyasla, bir bölüm ve bir bütün olarak her kavimde güzel etkisini gösterir, ışıklandırır İnsanların sosyal hayatıyla ilgili olan sosyologların ve ahlak ilmiyle uğraşanların kulakları çınlasın! İşte ahiret inancının birlerce faydasından işaret ettiğimiz beş-altı örneklerine diğerleri kıyas edilse kesinlikle anlaşılır ki; iki cihanın ve iki hayatın saadete sebep olan yolu yalnız imandır8

Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi din ahlakı yaşandığında insanlara öğüt vermek, onları kötülüklerden menedip ve doğru yola sevk etmek son derece kolay olur Bediüzzaman terörün ve anarşinin ancak sevgiyi, hoşgörüyü, barışı, affediciliği, şefkati ve merhameti emreden, insanı her türlü kötülük ve bozgunculuktan meneden Kuran ahlakının yaşanmasıyla yok olacağını sık sık belirtmiştir Aşağıdaki sözlerinde de Müslümanlara Kuran'ın hakikatlerine sarılmayı tavsiye etmekte ve anarşinin ancak yeryüzünde dinin hakim olmasıyla son bulacağını tekrar vurgulamaktadır:

İnsanlığı dehşetli musibetlere uğratan, tehdid eden anarşiliğin bozma ve tahribin tek çaresi ancak ve ancak İlahi, semavi bir dinin ezeli ve ebedi gerçekleridir, gerçek İslam'dır9
Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan münafıklık ve dinsizlik ve anarşilik ve maddecilere karşı yalnız ve yalnız tek bir çare var: O da Kuran'ın hakikatlarına sarılmaktır Yoksa koca Çin'i, az bir zamanda komünistliğe çeviren insanlık musibeti; siyasi, maddi kuvvetler ile susmaz Yalnız onu susturan Kuran gerçeğidir10

Bediüzzaman terör ve anarşinin yok olmasında Kuran ahlakının ve Kuran'ın bir tefsiri hükmündeki Risale'lerin çok büyük bir görev üstlendiğine ve gelecekte de bu görevine devam edeceğine sıklıkla dikkat çeker Dolayısıyla Kuran ahlakının anlatıldığı, insanların gerçek İslam'a davet edildiği her türlü çalışma da bu görevi layıkıyla görecek ve terörle mücadelede etkin bir rol üstlenecektir Bediüzzaman "Risale-i Nur'un gerçi siyasetle alakası yoktur; fakat kesin küfrü kırdığı için, kesin küfrün altı olan anarşiliği (ve) üstü olan istibdad-ı mutlakı esasıyla bozar, reddeder"11 sözleriyle bu öneme dikkat çekmektedir Bediüzzaman bir diğer açıklamasında ise anarşizmden kurtulmak için 5 esastan bahsetmiştir Bunlar Üstad'ın ifadesiyle " Hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet, serseriliği bırakıp itaat etmektir"12 Bediüzzaman aynı sözünün devamında Risale-i Nur'ların üstlendiği görevi nasıl yerine getirdiğini şu şekilde vurgular:

Risale-i Nur sosyal hayata baktığı zaman, bu beş esası kuvvetli ve kutsal bir surette tespit ederek ve sağlamlaştırarak, asayişin temel taşını muhafaza ettiğine delil ise; bu yirmi sene zarfında Risale-i Nur'un, yüz bin adamı vatan ve millete zararsız birer faydalı uzuv haline getirmesidir13

Sanat, Marifet ve İttifak Gücü ile Mücadele Etmek
Bediüzzaman Said Nursi eserlerinde dinsizlikle, terör ve anarşi ile nasıl mücadele edileceğini de detaylı olarak tarif etmiştir Bunu da " Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır Bu üç düşmana karşı san'at, marifet, ittifak silahıyla mücadele edeceğiz"14 sözleriyle belirtmiştir Said Nursi'nin bu sözleri insanların dinsizliğe karşı mücadelesinin ne şekilde olacağını anlamak açısından çok önemlidir Bediüzzaman yukarıdaki sözünde üç tehlikeye dikkat çekmektedir: Cehalet, zaruret ve ihtilaf
İlk tehlikeye karşı, yani cehalete karşı halkın bilinçlendirilmesi son derece önemlidir Yaşadığımız toplumda insanların büyük çoğunluğu dini bilgiye sahiptir, Allah'a ve dine inanır Ancak yine büyük çoğunluğu dinin ve manevi değerlerin derinliğine inmez, sadece yüzeysel ve dahası kulaktan dolma bilgilere sahiptir Dolayısıyla dinin getirdiği güzel ahlakı gerçek manada hayata geçirmesi mümkün olmaz Bu sebeple cehaletin, yani bilgi eksikliğinin hızla ortadan kaldırılması şarttır Bediüzzaman'ın dikkat çektiği ikinci tehlike ise zarurettir İnsanlara, iman dışındaki düşünce ve yaşam tarzları birer "zaruret" gibi sunulmaktadır Hayatın gerçeklerinden vazgeçilemeyeceği, dini yaşamanın buna engel olacağı öğretilmektedir Said-i Nursi'nin son olarak dikkat çektiği ihtilaf tehlikesi de bugün mevcuttur Bugün dünyada insanlar arasında birçok konu ihtilaflıdır Çoğu zaman fikir birliğine varılamamakta ve pek çok konu tartışmalara, çatışmalara dönüşmektedir Bu ihtilaf insanların en büyük odak noktası haline gelmekte, güzel ahlak, din ve ahiret tamamen unutulmaktadır Oysa yapıcı bir yaklaşım ihtilafları kolayca çözer Aklın ve vicdanın yolu birdir Bu nedenle bu ihtilafın getireceği kargaşa ve kaos tehlikesine karşı doğrular çok açık bir şekilde ortaya konmalıdır
Bediüzzaman, bu üç tehlikeye karşı önlem alırken göz önünde bulundurulması gereken konuları da sözlerinde vurgulamaktadır Bu konuların ilki sanattır İnsanların terör ve anarşiyle yapacakları mücadelede sanat çok önemli bir yer tutmaktadır Burada "sanat" kelimesiyle pek çok şey kastedilmiştir Biri, insanların genel olarak Allah'ın bir nimeti ve ayeti olan güzelliğe ve estetiğe düşkün hale gelmesidir ki, bu insan ruhunun kabalıktan ve şiddetten uzaklaşmasını sağlar Bir diğeri de, sanatın Allah'ın bir nimeti olduğunu bilmek ve buna şükretmektir ki, insanın manevi derinliğini artırır Bu nedenle Allah'ın çevremizdeki sanatının tüm güzelliğiyle anlatılması çok önemli bir konudur Sanatçılar bu bilinçle hareket etmeli, dindar insanlar bu bilinçle sanatı sahiplenmelidir Din ahlakını anlatmak için yapılan her çalışmanın da sanatsal değerlere sahip olması gerekir Örneğin her türlü yazılı eserde, kullanılan resimlerle, dildeki açıklık ve sadelikle, baskı kalitesiyle dindar insanların üstün sanat anlayışını ortaya koymak son derece önemlidir Bunun yanında sözlü anlatımdaki hikmet de sanatın bir türüdür Seçilen kelimeler, kullanılan örnekler, anlatımdaki çarpıcılık ve etkileyicilik karşıda bırakılacak etki açısından çok önemlidir Dinin güzelliklerini anlatırken anlaşılmaz, karmaşık, kalıpçı ve zor yolu benimseyen yöntemlerin aksine, anlatımdaki sadelik, insanların gerçekleri anlamasına çok büyük bir kolaylık sağlayacaktır
Üstad'ın dikkat çektiği marifet ise "bilgi sahibi olmak" anlamına gelir ve Müslümanların yaşadıkları devrin tüm bilgilerine hakim olmaları gerektiğini ifade eder Müslüman, Allah'ın insanlar için seçtiği dinin yeryüzündeki temsilcisidir, dolayısıyla yaşadığı devrin bilim, kültür, düşünce, teknoloji gibi farklı alanlarına hakim olmalı, bunları bilmeli ve en iyi şekilde kullanabilecek yeteneğe sahip olmalıdır
Üstad'ın gösterdiği son yöntem olan ittifak ise, tüm insanlığın refahını ve güvenliğini isteyen herkesin yerine getirmesi gereken bir vazifedir İnananların tüm insanları tehdit eden terör ve anarşi belasıyla mücadele ederken birbirlerine destek olmaları son derece önemlidir Bu birliği bozmak için yapılacak her türlü girişim de etkinin azalmasına neden olacaktır
 
#13
RİSALE-İ NUR'DAN DUÂLAR


Sözler | On Dördüncü Lemanın İkinci Makamı | 20
Ey Rahmân ve Rahîm olan Allah'ım!
"Bismillâhirrahmanirrahîm" hürmetine, rahîmiyetine yaraşır şekilde bize merhamet et, Rahmâniyetine yaraşır şekilde, bize "Bismillâhirrahmânirrahîm"in sırlarını anlamayı nasip eyle.
Âmin.

Sözler | On Dördüncü Lemanın İkinci Makamı | 21
Allah'ım!
"Bismillâhirrahmânirrahîm"in sırları hürmetine, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve onun bütün âl ve ashâbına, Senin rahmetine ve onun hürmetine yaraşır şekilde salât ve selâm eyle. Bize de, Senden başka, hiçbir mahlûkunun merhametine ihtiyaç bırakmayacak bir şefkat ve rahmetle merhamet eyle.
Âmin.

Sözler | Altıncı Söz | 33
Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi Kendine kul kabul et. Emânetini kabzetmek zamanına kadar bizi emânette emîn kıl.
Âmin!

Sözler | Yedinci Söz | 37
Allah'ım, kalplerimizi imân ve Kur'ân nuruyla nurlandır.
Allah'ım, bizi Sana muhtaç olduğumuzun şuuruyla zenginleştir; Senden müstağnî durma fakirliğine düşürme. Kendi güç ve kuvvetimizden teberrî ediyor, Senin havl ve kuvvetine sığınıyoruz. Bizi Sana tevekkül edenlerden kıl. Bizi nefsimizin eline bırakma. Bizi, koruyuculuğunla muhâfaza eyle. Bize ve erkek, kadın bütün müminlere merhamet et. Kulun, peygamberin, seçtiğin, dostun, mülkünün güzelliği, masnuâtının melîki ve sultanı, inâyetinin gözbebeği, hidâyetinin güneşi, hüccetinin lisânı, rahmetinin timsâli, mahlûkatının nuru, mevcudâtının şerefi, mahlûkatının çokluğu içinde birliğinin kandili, kâinat tılsımının keşşâfı, rubûbiyet saltanatının dellâlı, hoşnut olduğun şeylerin tebliğ edicisi, gizli isimlerinin tanıtıcısı, kullarının muallimi, âyetlerinin tercümânı, rubûbiyet güzelliğinin aynası, şuhud ve işhâdının medârı, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin habîbin ve resûlün olan Efendimiz Muhammed'e, onun bütün âl ve ashâbına, kardeşleri olan diğer peygamber ve resûllere, melâike-i mukarrebîne ve sâlih kullarına salât ve selâm eyle.
Âmin.

Sözler | Sekizinci Söz | 43
Allahım, bizi saadet, selâmet, Kur'ân ve imân ehlinden eyle.
Âmin.
Allahım, Efendimiz Muhammed'e, onun âl ve ashâbına, indiği günden itibâren tâ kıyâmete kadar, onu okuyan her okuyucunun her kelimesini okuması esnâsında Allah'ın izniyle hava dalgalarının aynasına yansıyan bütün Kur'ân kelimelerinin bütün harfleri adedince salât ve selâm eyle. Bize, anne ve babamıza, erkek ve kadın bütün müminlere bu salavâtlar adedince merhamet et. Bunu rahmetinle yap, ey merhametlilerin en merhametlisi! Duâmızı kabul buyur. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.
Âmin.

Sözler | Dokuzuncu Söz | 51Allahım,
Seni nasıl tanımaları, Sana nasıl kullukta bulunmaları gerektiğini öğretmek için kullarına muallim, isimlerinin hazînelerini tanıtıcı, kâinat kitâbının âyetlerinin tercümânı, kulluğuyla rubûbiyet güzelliğinin aynası olarak gönderdiğin zâta, onun bütün âl ve ashâbına salât ve selâm eyle. Bize ve erkek, kadın bütün mü'minlere merhamet eyle. Amin. Bunu rahmetinle yap ey, merhamet edenlerin en merhametlisi!

Sözler | Onuncu Söz | 72
Rahmân'ın dünya ve Cennetler dolusu salât ve selâmı onun üzerine olsun. Allahım! Kulun ve resûlün olan, iki cihanın efendisi, iki âlemin medâr-ı iftiharı, iki dünyanın hayat vesîlesi, dünya ve âhiret saadetinin sebebi, peygamberlik ve kulluk olmak üzere iki mânevî kanadın sahibi, ins ve cinnin peygamberi olan Habîbine, onun bütün âl ve ashâbına, kardeşleri olan diğer peygamber ve resûllere salât ve selâm eyle.
Âmin.
Sözler | Onuncu Söz | 96
Yâ Rab!
Bunların ders ve tâlimlerinin hakkı ve hürmeti için, bize ve Risâle-i Nur talebelerine imân-ı ekmel ve hüsn-ü hâtime ver. Ve bizleri onların şefaatlerine mazhar eyle. Âmin.

Sözler | On Birinci Söz | 116
ebedî ve sermedî olan bir cemâlin seyirci müştâkı ve âyinedar âşıkı, elbette bâkî kalıp, ebede gidecektir. İşte Kur'ân şâkirdlerinin âkıbetleri böyledir. Cenâb-ı Hak, bizleri onlardan eylesin, Âmin.

Sözler | On Birinci Söz | 119
Allahım,
Risâlet semâsının güneşi, nübüvvet burcunun ayı olan yüce Peygambere (a.s.m.), onun hidâyet yıldızları olan Al ve Ashâbına salât ve selâm eyle. Bize, erkek ve kadın mü'minlere merhamet et.
Amin, âmin, âmin.

Devamını aşağıdaki linkten bulabilirsiniz.

TIKLAYINIZ
 
Son düzenleyen: Moderatör:
#14
Bu yazıyı kaleme alan; Yaşar CELEP

Bediüzzaman'dan Kürtlere Çağrı


Güneydoğu Anadolu Bölgemiz’in tarihi süreci içinde İdris-i Bitlisi ve Bediüzzaman’ın Kürt vatandaşlarımıza yaptıkları öncülüğü belgelerle sunuyoruz Özellikle Bediüzzaman’ın Osmanlıca olup Latin harfleriye basılmayan Nutuk isimli eseri Güneydoğu’da yaşanan olaylara ışık tutmaktadır


Güneydoğu bölgemizde, Türkler’e geçmişten gelen hınçlarından dolayı düşman olan dış güçler tarafından desteklenen kukla örgüt tarafından tertiplenen üzücü olaylar milletçe hepimizi üzmektedir
Devletimizin bu bölgedeki problemleri çözmeye yönelik her türlü çalışması kasıtlı olarak yanlış aksettirilmektedir Çünkü hain emelleri olan güçler, olayların can damarını yakalayarak kanayan yarayı daha da kanatmaktadırlar
Hain örgüt 1300 senedir Müslüman toprağı ve 1000 yıldır da hem Müslüman ve hem de Türk yurdu olan bu toprakları işgal edilmiş gibi göstermektedir Bu bölgedeki vatandaşlarımız azınlık olarak takdim edilip, yeni hak ve özgürlükler talep etmektedirler Oysa ki, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkes eşit haklara sahiptir Üstelik bu devletin kurucularıdırlar
Bir çok bölge savaşla Osman Devleti’ne bağlandığı halde, 350 sene Osmanlı Devleti idaresi altında kalan bu bölge halkı gönüllü olarak Osmanlı Devleti’ne tabi olmuşlardır
Bu bölgenin tarihi gelişimine bir göz atalım ;
Osmanlı Devleti’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile ilgisi, 1514’de Şah İsmail’e karşı kazanılan Çaldıran Zaferi ile başlamaktadır
Şah İsmail’in bölgeye uyguladığı baskılar ve en sonunda Diyarbakır’ı muhasara altına alması, bardağı taşıran son damla oldu 25-30 Kürt beyi muhasara esnasında İdris-i Bitlisi aracılığı ile Yavuz Sultan Selim’e bir ariza gönderdiler Bu ariza özet olarak şöyledir:
“Can ü gönülden İslam Sultanı’na biat eyledik Şah İsmail’in mezhebinden uzaklaşarak ehl-i sünnet ve Şafii Mezhebi’ni icra eyledik İslam Sultanı’nın namı ile şeref bularak hutbelerde dört halifenin ismini zikretmeye başladık() İdris-i Bitlisi’yi makamınıza gönderdik Hepimizin arzusu şudur;
Bu ihlaslı ve size itaat eden kullara yardım edesiniz () sizin yardımınız olmazsa bizim Şah İsmail’e karşı koyacak gücümüz yoktur Zira Kürtler, ayrı ayrı kabile ve aşiret tarzında yaşamaktadır Sadece Allah’ı bir bilip Muhammed ümmeti olduğumuzda ittifak halindeyiz Diğer hususlarda birbirimize uymamız mümkün değildir Sünnetullah böyle uygulana gelmiştir ()
Baki ferman yüce dergahındır” 1
Bu mektup üzerine Hüsrev Paşa Kumandası’nda ve İdris-i Bitlisi’nin yardımlarıyla toplanan gönüllü ordu Şah İsmail’in ordusunu mağlup etti
İslami kesim ve Kürtler arasında bir çok seveni olan Bediüzzaman, 19 yüzyılın ilk çeyreğinde Devlet’e isyana kalkışan Kürtlerin Devlet’e bağlı kalmalarını önermiştir Bu hususla ilgili Osmanlıca Nutuk isimli risalesinde Kürtlere’e şöyle hitap etmektedir:
“Altıyüz seneden beri birlik bayrağını umum âleme karşı yücelten ve millî âdetlerini terk ederek seçkinleşen bizim şanlı Türk pederlerimize, kuvvet ve cesaretimizi hediye edelim Ona bedel, onların akıl ve marifetinden istifade edeceğiz ve asaletimizi de göstereceğiz Elhâsıl, Türkler bizim aklımız, biz onların kuvveti; hep beraber iyi bir insan oluruz Dik başlılık ve kendi başına hareket yapmayacağız Bu azmimizle başka milletlere ibret dersi vereceğiz İyi evlat böyle olur () İttifakta kuvvet var, birlikte hayat var, kardeşlikte saadet var, hükümete itaatte selamet var Birliğin sağlam ipine ve muhabbet şeridine sarılmak zaruridir” 2
16 yüzyılda Kürtlere rehberlik yapan İdris-i Bitlisi’nin yaptığı görevi 20 yüzyılda Bediüzzaman yapmıştır Bilgi çağı olan 21 yüzyılda illa yeni bir bilgeye ihtiyaç mı var?
Tarih tekerrürden ibarettir başka söze ne gerek

Kaynakça:
1-Koca Müverrih, Bedayi, cII, vrk 452/a-b Ayrıca geniş bilgi için bakınız: Doç Dr Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, İstanbul 1991, c III, s199-215
2-Bediuzzaman, Nutuk, Dersaadet 1326, s20
 
#15


Kalbimizi iman ve Kur'ân nuruyla nurlandır, Allah'ım. Allah'ım, Sana karşı fakrımızla bizi zengin kıl; Senden istiğnâ ile bizi fakir düşürme. Biz kendi havl ve kuvvetimizden teberrî edip Senin havl ve kuvvetine iltica ettik. Sen de bizi, Sana tevekkül edenlerden eyle. Bizi nefsimize terk etme. Bizi hıfzınla koru. Bize ve erkek, kadın bütün mü'minlere rahmet et. Kulun, nebîn, safiyyin, halilin, mülkünün cemâli, masnuatının melîki ve sultanı, inâyetinin gözbebeği, hidayetinin güneşi, hüccetinin lisanı, rahmetinin misali, mahlûkatının nuru, mevcudatının şerefi, mahlûkatının kesreti içinde vahdetinin sirâcı, kâinatının tılsımının kâşifi, saltanat-ı rububiyetinin dellâlı, marziyyâtının mübelliği, Esmâ-i Hüsnânın hazinelerinin tarif edicisi, kullarının muallimi, âyetlerinin tercümanı, cemâl-i rububiyetinin aynası, Senin görülüp gösterilmene vesile olan, habîbin ve âlemlere rahmet olarak gönderdiğin resulün olan Efendimiz Muhammed'e, bütün âl ve ashâbına, kardeşleri olan nebî ve resullere, melâike-i mukarrebîne ve sâlih kullarına salât ve selâm et. amin
8 söz

"Ey bu yerlerin hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehalet ediyorum ve Sana hizmetkârım ve Senin rızanı istiyorum ve Seni arıyorum."
8.Söz
Allah'ım, bizi saadet, selâmet, Kur'ân ve iman ehlinden eyle Âmin. Allah'ım, Efendimiz Muhammed'e ve âline ve ashâbına, Kur'ân'ın bidâyet-i nüzulünden zamanın nihayetine kadar onu okuyan her bir okuyucunun okuduğu her bir kelimenin temevvücât-ı havâiye aynalarında Rahmân'ın izniyle temessül eden bütün kelimelerinin bütün harfleri adedince salât ve selâm et. Ve bunlar adedince, bize, anne ve babamıza, erkek ve kadın bütün mü'minlere rahmetinle merhamet et, ey Erhamürrâhimîn. Âmin. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.


8.söz


Allah'ım, kullarına Seni nasıl tanıyacaklarını ve Sana nasıl kulluk edeceklerini öğretmek ve isimlerinin hazinelerini tarif etmek üzere, kitab-ı kâinatının âyetlerinin tercümanı ve ubudiyetiyle Senin cemâl-i rububiyetine bir ayna olarak gönderdiğin zâta, onun bütün âl ve ashâbına salât ve selâm et. Bize ve erkek, kadın bütün mü'minlere merhamet et. Âmin, rahmetinle ey Erhamürrâhimîn.


9.Söz
Dünya ve Cennetler dolusu Rahmân'ın rahmeti onun üzerine olsun. Allah'ım! Kulun ve resulün olan, iki cihanın efendisi ve iki âlemin medar-ı iftiharı ve iki dünyanın hayatı ve iki cihan saadetinin vesilesi ve zülcenâheyn ve cin ve insin peygamberi olan şu Habîbine, bütün âl ve ashabına ve nebî ve resul kardeşlerine salât ve selâm et. Âmin.


10.Söz
Allah'ım! Tûbâ-i rahmetinin en lâtif, en şerif, en mükemmel ve en güzel meyvesi olan, âlemlere rahmet olarak ve Cennet demek olan dâr-ı âhireti gösteren şu tûbâ ağacının en süslü, en güzel, en parlak ve en âli semerelerine vesile-i vusulümüz olarak gönderdiğin Zâta salât ve selâm et. Allah'ım, bizi ve anne ve babamızı ateşten koru. Bizi ve anne ve babamızı, ebrâr ile beraber, seçkin Peygamberinin hürmetine Cennete dahil et. Âmin.


10.Söz
Rahmânü'r-Rahîm'den, Arş-ı Âzam'dan gelen Furkan-ı Hakîm'in kendisine indiği Efendimiz Muhammed'e, ümmetinin hasenatı adedince milyonlar salât ve milyonlar selâm olsun.
Risaleti Tevrat, İncil ve Zebur'da müjdelenen; nübüvveti irhâsâtla, cinlerin hâtifleriyle, insanlık âleminin evliyalarıyla, beşerin kâhinleriyle müjdelenen; bir işaretiyle ay parçalanan Efendimiz Muhammed'e, ümmetinin hasenâtı adedince milyonlar salât ve selâm olsun.
Davetine ağaçların koşup geldiği, duâsıyla yağmurun hemen iniverdiği, sıcaktan korumak için bulutların ona gölge yaptığı, bir ölçek taamıyla yüzlerce insanın doyduğu, parmaklarının arasından üç defa kevser gibi suların çağladığı, onun hürmetine Allah'ın, kertenkeleyi, ceylânı, ağaç kütüğünü, zehirli keçinin kolunu, deveyi, dağı, taşı ve toprağı konuşturduğu, Miracın sahibi ve gözünün asla şaşmadığı o mucize-i kübrâda ruyetullaha mazhar olan Efendimiz ve Şefîimiz Muhammed'e, Kur'ân'ın bidâyet-i nüzulünden zamanın nihayetine kadar onu okuyan her bir okuyucunun okuduğu her bir kelimenin temevvücât-ı havâiye aynalarında Rahmân'ın izniyle temessül eden bütün kelimelerinin bütün harfleri adedince, milyonlar salât ve selâm olsun.
Bütün bu salâvatlardan her biri hürmetine bizi mağfiret et, ey İlâhımız, bize merhamet et. Âmin.


19.Söz
Allah'ım! Kur'ân'ı bize, bu risalenin kâtibine ve onun emsali olan zatlara her türlü dert için şifa kıl. Bize ve onlara, hayatımızda ve ölümümüzden sonra Kur'ân ile ünsiyet ettir. Kur'ân'ı bu dünyada bir dost, kabirde bir mûnis, kıyamette bir şefaatçi, sırat üzerinde bir nur, ateşe karşı bir siper ve hicap, Cennette bir refik ve bütün hayırlar için bir yol gösterici ve imam kıl. Bütün bunları bize fazlınla, cûdunla, kereminle ve rahmetinle ihsan et, ey kerem sahiplerinin en kerîmi ve merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz. Âmin.
Allah'ım! Furkan-ı Hakîmin kendisine indirildiği Zâta ve bütün âl ve ashâbına salât ve selâm et. Âmin, âmin.


19.Söz
Allah'ım! Kur'ân'ın esrarını, sevdiğin ve râzı olduğun şekilde bize tefhim et ve onun hizmetine bizi muvaffak et. Âmin, rahmetinle ey Erhamürrâhimîn.
Allah'ım! Kur'ân-ı Hakîmin kendisine indirildiği Zâta ve bütün âl ve ashâbına salât ve selâm et.


20.Söz
  • Allah'ım! Vücub-u vücuduna ve vahdâniyetine delâlet ve celâline ve cemâline ve kemâline şehadet eden o zâta rahmet et ki, o,
  • bütün kâinatın ve bütün enbiya ve evliyanın tasdikiyle musaddak şahid-i sadık ve bütün ehl-i tahkikin tahkikatıyla müeyyed burhan-ı nâtık,
  • bütün enbiya ve mürselînin icmâ ve tasdik ve mucizelerinin sırrına mazhar olan efendisi, bütün evliya ve sıddıkînin ittifak ve tahkikat ve kerametlerini hâvi olan imamı,
  • hakkaniyeti hadsiz tahkikatla teyid ve tasdik edilen mucizât-ı bâhire ve havârık-ı zâhire ve delâil-i kàtıa sahibi,
  • zâtında güzel hasletlerin en nihayet merâtibini, vazifesinde ahlâk-ı ulviyeyi, hilâftan münezzeh olan şeriat-i mükemmelesinde en yüksek seciyeleri câmi,
  • Kur'ân'ı indirenin, indirilen Kur'ân'ın ve kendisine Kur'ân indirilen zâtın ittifakıyla vahy-i Rabbânînin mazharı,
  • âlem-i gayb ve âlem-i melekûtu seyr ü seyahat ve temâşâ eden,
  • ervâhı müşahede ve melâikeye refakat eden,
  • şahsen ve nev'en ve cinsen kâinatın bütün kemâlâtının fihristesi,
  • şecere-i hilkatin en münevver meyvesi,
  • hakkın sirâcı, hakikatin burhanı, rahmetin timsali, muhabbetin misali, kâinat tılsımının keşşâfı, saltanat-ı Rububiyetin dellâlı,
  • şahsiyet-i mâneviyesinin remz-i ulviyetiyle, Fâtır-ı Âlemin bu kâinatı onu nazara alarak halk ettiği anlaşılan,
  • düsturlarının vüs'ati ve kuvvetinin işaretiyle Kâinat Nâzımının nizâmı olduğu ve Hâlık-ı Kâinat tarafından vaz edildiği zahir olan şeriatin sahibidir-evet, bu nizâm-ı ahsen ve ecmeli câmi olan bu dinin nâzımı, ancak bu nizâm-ı etem ve ekmel olan bu kâinatın Nâzımı olabilir.
Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü'minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed'in üzerine olsun.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
#16
22Söz

Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek, bizi onunla hesaba çekme Ey Rabbimiz! Bizden evvelkilere yüklediğin gibi bize de ağır vazifeler ve musibetler verme Ey Rabbimiz! Bize güç yetiremeyeceğimiz şeyi de yükleme Günahlarımızı affet Bizi bağışla Bize merhamet et Bizim dostumuz ve yardımcımız Sensin Kâfirler güruhuna karşı Sen bize yardım et (Bakara Sûresi, 2:286)


22Söz
"Ey Rabbim, gönlüme genişlik ver İşimi kolaylaştır Dilimdeki tutukluğu çöz-tâ ki sözümü iyice anlasınlar" (Tâhâ Sûresi, 20:25-28)


23Söz
Allah'ım! Onun, Senin katındaki sırrı ve Sana olan seyri hürmetine, beni korkularımdan emin kıl, hatalarımı gider, hüznümü ve hırsımı benden gider Varlığın ve huzurunla beni müşerref kıl Beni benden kurtarıp kendine al Kendi varlığımı Sana feda etmekle beni rızıklandır Beni nefsime meftun ve hissimle kör eyleme Herbir gizli sırrı bana aç Yâ Hayyu yâ Kayyûm, yâ Hayyu yâ Kayyûm, yâ Hayyu yâ Kayyûm! Bana, arkadaşlarıma ve ehl-i iman ve Kur'ân'a merhamet et Âmin, ey merhametlilerin en merhametlisi ve kerem sahiplerinin en kerîmi olan Allah'ım!


23Söz
"Mahlûkatının sayısınca, Zâtına lâyık şekilde, Arşının ağırlığınca ve kelimelerinin mürekkebi miktarınca hamdinle Seni her türlü noksandan tenzih ederiz Bütün peygamberlerinin, evliyalarının ve meleklerinin tesbihatlarıyla Seni kusurdan tenzih ederiz " (Müslim, Zikir: 79; Ebû Dâvud, Vitir: 24; Tirmizi, Daavât: 103; Nesâî, Sehv: 94; Müsned, 1:258, 353, 6:325, 430)


24Söz
Allah'ım! Mahlûkatının en hayırlısı, parlayan nur-u bâhir, kat'î burhan-ı zâhir, bahr-i zâhır, nur-u gàmir, cemâl-i zâhir, celâl-i kàhir, kemâl-i fâhir olan, kulun ve habibin ve resulün Muhammed'e, zeval bulmayan ezeliyetine lâyık bir ezeliyetle, tahavvül etmekten münezzeh ebediyetine lâyık bir ebediyetle, Senin cûd ve kereminin mevhibelerinin bulutlarının yağmurlarınca bol ve geniş şekilde, Senin cûd ve ihsânâtının lâtifelerinin şerifelerinin mergubiyetince bol ve bereketli şekilde, salâvâtının en efdali ve en ecmeli ve en şereflisiyle, en zâhiri ve en tâhiriyle, en ahseni ve en faziletlisiyle, en ekremi ve en aziziyle, en âzamı ve en eşrefiyle, en yüce ve en pâkiyle, en mübârek ve en lâtifiyle selâmının en etemm ve en ekser ve en ziyadesiyle, en yüksek ve en yüce ve en daimîsiyle salât ve selâm et, rahmetine ve rızâna ve af ve gufrânına mazhar kıl Ona ve aynen onun âline ve ashâbına da, azamet-i Zâtına yaraşır şekilde rahmet ettiğin gibi bir rahmetle, öyle bir salât et ki, o salât hürmetine günahlarımızı bağışla, gönlümüzü ferahlandır, kalblerimizi tathir ve ruhlarımızı tervih ve sırrımızı takdis et, hâtırat ve efkârımızı tenzih et, içimizdeki kederleri gider, hastalıklarımıza şifâ ver, kalblerimizin kilitlerini aç Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalblerimizi sapıklığa meylettirme Yüce katından bize bir rahmet bağışla Muhakkak ki Vehhâb olan, istediklerimizi bize veren ancak Sensin" Âl-i İmrân Sûresi, 3:8


25Söz
Allah'ım!
Esmâ-i Hüsnânın tecelliyâtına câmi bir ayna oluşu sırrıyla, esmâ ve sıfâtının güzelliğine olan kudsî muhabbetinin envârı onda temessül eden,
masnuâtının en ekmeli ve en bedîi, kemâlât-ı san'atının enmuzeci ve mehâsin-i nukuşunun fihristesi olması hasebiyle, masnuâtındaki san'atına olan kudsî muhabbetinin şuaları onda temerküz eden,
mehâsin-i san'atının en âli dellâlı, nukuşunun güzelliklerini ilân edenler arasında sesçe en yüksek oluşu ve kemâlât-ı san'atının en güzel medîhelerini dile getirişi sebebiyle, san'atının istihsânına muhabbet ve rağbetinin en lâtif cilveleri onda tezahür eden,
Senin ihsânın olan mehâsin-i ahlâkın kâffesini ve eser-i fazlın olan letâif-i evsâfın hepsini câmi olması sırrıyla, mahlûkatının güzel ahlâkına ve masnuâtının lâtif evsafına olan muhabbet ve istihsânının aksâmı onda tecemmu eden,
Furkan'ında muhsinlerden, sâbirlerden, mü'minlerden, müttakîlerden, tevvâbînden, evvâbînden ve Kendini onlara sevdirdiğin ve muhabbetinle onları şereflendirdiğin bilcümle esnâf-ı ibâdın için doğru bir mihenk ve fâik bir mikyas teşkil eden, ve öyle bir mihenk ve mikyas ki, Senin habiplerinin imamı ve Senin mahbuplarının seyyidi ve Senin dostlarının reisi olan zâta, bütün ashâbına ve ihvânına, salât ve selâm et Âmin, rahmetinle ey Erhamürrâhimîn

27Söz
Allahı'm! Habibiyeti ve salâtıyla Cennetin kapılarını açan ve ona getirdikleri salâvatlarla ümmeti için de o kapının açılışını teyid buyurduğun Habibin Aleyhissalâtü Vesselâma rahmet et
Allah'ım! Bizi, ebrâr ile beraber, seçkin Habibinin şefaatiyle Cennete idhal et Âmin


28Söz
"Onların Cennetteki duaları şöyledir: 'Allah'ım, Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz' Aralarındaki dilekleri de hep selâmdır, iyiliktir Duaları ise şu sözlerle sona erer: 'Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur" (Yûnus Sûresi, 10:10)
"Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalblerimizi sapıklığa meylettirme Yüce Katından bize bir rahmet bağışla Muhakkak ki veren Sensin, dua edip istediklerimizi bize bağışlayan Sensin" (Âl-i İmrân Sûresi, 3:8)


Allah'ım! Efendimiz Muhammed'e, âline, ashabına ve ihvânına, Senin razı olacağın şekilde ve onun hakkını eda edecek bir surette salât ve selâm et, bize ve dinimize selâmet ver Âmin, ey Rabbü'l-Âlemîn


30Söz
Allah'ım! Onun işaretiyle ay parçalanan, parmaklarından kevser gibi sular akan, gözün asla şaşmadığı Mirac mucizesinin sahibi, Efendimiz Muhammed'e ve bütün âl ve ashabına, dünyanın iptidâsından mahşerin âhirine kadar salât et

"Seni her türlü noksandan tenzih ederiz Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin" Bakara Sûresi, 2:32
"Dualarımızı kabul et, ey Rabbimiz Herşeyi hakkıyla işiten de, herşeyi hakkıyla bilen de ancak Sensin" Bakara Sûresi, 2:127
"Ey Rabbimiz, unutur veya hataya düşersek bizi onunla hesaba çekme" Bakara Sûresi, 2:286
"Ey Rabbimiz, bizi hidayete eriştirdikten sonra kalblerimizi tekrar sapıklığa meylettirme" Âl-i İmrân Sûresi, 3:8


Allah'ım! Bir işaretiyle ay parçalanan zâtın hürmetine, benim kalbimi ve Risale-i Nur'un sadık talebelerinin kalblerini, Kur'ân güneşine mukabil bir ay hükmüne getir Âmin, âmin


31Söz
Allah'ım! Bizi, dünyada Senin muhabbetinle ve bizi Sana ve Senin emrettiğin şekilde istikamete yaklaştıracak şeylerin muhabbetiyle, âhirette de rahmetin ve rüyetinle rızıklandır
İlâhî! Sen benim Rabbimsin, ben Senin kulunum Sen Hâlıksın, ben mahlûkum Sen Rezzaksın, ben merzûkum Sen Mâliksin, ben memlûküm Sen Azizsin, ben zelîlim Sen Ganîsin, ben fakirim Sen Hayysın, ben meyyitim Sen Bâkîsin, ben fâniyim Sen Kerîmsin, ben leîmim Sen Muhsinsin, ben âsiyim Sen Gafûrsun, ben günahkârım Sen Azîmsin, ben hakîrim Sen Kavîsin, ben zayıfım Sen Mu'tîsin, ben dilenciyim Sen Emînsin, ben korkudayım Sen Cevâdsın, ben muhtacım Sen Mücîbsin, ben duacıyım Sen Şâfîsin, ben hastayım
Sen benim günahlarımı mağfiret et Beni cezalandırma Hastalıklarıma şifa ver, yâ Allah, yâ Kâfi, yâ Rabbi, yâ Vâfî, yâ Rahîm, yâ Şâfî, yâ Kerîm, ya Muâfî Benim bütün günahlarımı bağışla Benim bütün dertlerime âfiyet ver Beni ebediyen rızâna mazhar et Rahmetinle, ey Erhamürrâhimîn


32Söz
"Ey Rabbimiz! Duamızı kabul buyur Muhakkak ki Sen herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla bilensin" Bakara Sûresi, 2:127
"Tevbemizi de kabul et Şüphesiz ki Sen tevbeleri çokça kabul edersin ve rahmetin herşeyi kuşatmıştır" Bakara Sûresi, 2:128


33Söz
"Onların duaları ise şu sözlerle sona erer: 'Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur" Yûnus Sûresi, 10:10
 
#17


Bediüzzaman bir sözünde ihlası şu şekilde tarif etmektedir:
Ey ahiret kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur'aniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz: Bu dünyada, özellikle ahiret hizmetlerinde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir aracı, en önemli dayanak noktası, en kısa bir hakikat yolu, en makbul bir manevi dua, amaca ulaşmada en kerametli vasıta, en yüksek bir karakter, en safi bir kulluk: İhlastır.1

Bediüzzaman'ın da önemle vurguladığı gibi ihlas, insanın kulluk vazifesini eksiksiz bir şekilde yerine getirebilmesi için sahip olması gereken en önemli özelliklerden biridir. Çünkü "Şüphesiz, sana bu Kitabı hak ile indirdik; öyleyse sen de dini yalnızca O'na halis kılarak Allah'a ibadet et. Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır…" (Zümer Suresi, 2-3) ayetiyle de emredildiği gibi gerçek din ancak ihlasla, katıksızca Allah'a yönelmekle yaşanabilir. Bediüzzaman Said Nursi insanın yaptıklarıyla Allah katında değer kazanabilmesi için ihlası kesin olarak kazanması gerektiğine şu sözleriyle dikkat çekmiştir:
… Madem ihlasta sözü edilen özellikler gibi çok nurlar var ve çok kuvvetler var… Elbette herkesten ziyade bütün kuvvetimizle ihlası kazanmaya mecbur ve vazifeliyiz ve ihlasın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa hem şimdiye kadar kazandığımız hayırlı hizmetler kısmen ziyan olur, devam etmez; hem şiddetli sorumlu oluruz.2
Allah, Kuran ayetleriyle insanın katıksız bir iman ve ihlası nasıl kazanabileceğini bildirmiştir. Ayrıca her insan da ihlası ve samimiyeti tek başına kavrayabilecek ve yaşayabilecek şekilde yaratılmıştır. Dolayısıyla ihlası kazanmak ve artırmak son derece kolaydır. İnsan hiçbir bilgiye sahip olmasa dahi sırf vicdanına başvurarak ihlası kazanabilir.


Sırf samimi bir kalple Allah'a yönelmekle, ihlası zedeleyen tüm tavırlardan arınıp, hangi tavrın ihlaslı hangisinin ise ihlassız olduğunu anlayabilecek hale gelir. Bu nedenle de insan vicdanın nasıl Rahmani bir rehber olduğunu bilmeli, hiçbir zaman için "Hangi tavrın ihlaslı olacağını bilmiyordum", "Gösterdiğim davranışın ihlasımı zedeleyebileceğini tahmin edemedim", "Ben samimi ve ihlaslı olduğumu sanıyordum" gibi mantıklarla kendisini kandırmamalıdır. Tüm bunların insanın vicdanını rahatlatmak için öne sürdüğü samimiyetten uzak düşünceler olduğunu aklından çıkarmamalıdır. Çünkü vicdanına uyan bir kimse için ihlası kazanmak ve bunu ahirete kadar muhafaza etmek son derece kolaydır.

İhlaslı Olmak Mümine Güç Verir


İnsanın ihlası gerçek manasıyla yaşayabilmesi için öncelikle ihlasın neden bu kadar önemli olduğunu kavraması ve bu iman seviyesine ulaşabilmeyi içten arzu etmesi gerekmektedir. Çünkü ihlasın önemini kavramamış olan insanlar güç ve kudreti dünyevi değerlerde arayabilmekte, toplum içinde yer edinebilmek için bunların peşinde koşabilmektedirler. Şan şöhret, zenginlik, güzellik, akademik kariyer ya da itibar sahibi olmak bu düşünceye kapılan insanların ardı sıra sürüklendikleri özelliklerdir. Oysa bunların hiçbiri insana ne dünya hayatında ne de ahirette gerçek anlamda kalıcı bir güç ya da itibar kazandıramaz.

Bediüzzaman Said Nursi de "Bütün kuvvetinizi ihlasta ve hakta bilmelisiniz. Kuvvet haktadır ve ihlastadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlas ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar. Evet kuvvet hakta ve ihlasta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlas, bu davayı isbat eder ve kendi kendine delil olur."3 sözleriyle müminin hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında güç ve kuvveti ancak ihlasla kazanabileceğini hatırlatmaktadır. Bu düsturu unutup, yukarıda saydığımız maddi değerlerin peşine düşen bir insan ise katıksızca Allah'ın rızasına yönelmiyor demektir.

Örneğin Müslümanlara fayda getirecek bir konuda dört beş kişi arasında bir iş bölümü yapıldığını varsayalım. Bu kişilerden birine yapılacak işin perde arkasında kalan, pasif ve ses getirmeyecek, ama bir o kadar da zor bir bölümünün verildiğini düşünelim. Diğer kişilere de daha ön planda, insanların övgü ve beğenilerini doğrudan alabilecekleri, daha aktif birer görev verilmiş olsun. Eğer bu kişi kendisine düşen görevi sırf arka planda kalacağı ve takdir toplama imkanı olmayacağı için reddeder, bunun yerine insanların beğenisini kazanabileceği, kendisini ön plana çıkarıp övgü alabileceği diğer bir görev ile değiştirmek isterse bu noktada ihlasını zedelemiş olur.


Çünkü böyle bir durumda kişi 'Hem o kadar emek harcayacağım, hem de ortaya çıkan işte benim adım hiç geçmeyecek. Üstelik bir de diğerleri daha az çalışıp benden daha çok takdir toplamış olacaklar' gibi ihlastan uzak bir düşünceye kapılmış demektir. Makbul olan tavır ise takdiri ve övgüyü sadece Allah'tan beklemek, yapılan işte katıksızca Allah'ın rızasını hedeflemektir. Eğer yapılacak iş bir fayda getirecekse, bunu kimin yaptığı önemli değildir. Bir insan yaptığı iş kimse tarafından bilinmese ve insanlardan hiç takdir toplamasa da sadece Allah'ın rızasını kazanabilmek ve fayda getirecek bir işe vesile olabilmek için bu işi şevkle üstlenmelidir. Çünkü ihlaslı olan tavır budur.
Hayatının her anında ihlaslı davranan bir kimse, hem dünya hayatında başarılı ve huzurlu olurken, hem de ahirette güzel bir karşılığı umabilir. Çünkü bu kimse dünyevi imkanlarına, bulunduğu makama, sahip olduğu mal ya da mülküne, toplumdaki itibarına değil, önce Allah'a, sonra da imanına, aklına, vicdanına ve ihlasına güvenerek hareket eder. Allah da katıksızca Kendisine yönelene "… Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır." (Hac Suresi, 40) ayetiyle de bildirdiği gibi her zaman için yardım eder. Bu nedenle imanın ve ihlasın karşısında başka hiçbir gücün galip gelmesi mümkün değildir. Çünkü ihlas ile kişi Allah'ın yardımını, desteğini ve gücünü kazanmış olur.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
#18
Karşılığı sadece Allah'tan beklemek



İhlası kazanmak isteyen bir insan, şu gerçeğin kesin olarak bilincine varmalıdır; insan dünya hayatında yaptıklarının karşılığını ancak ve ancak Allah'tan beklemelidir Kişinin yaptığı işi Allah'ın rızası, rahmeti ve cenneti dışında herhangi bir karşılık umarak yapması ihlası kırıp, kişiyi samimiyetsizliğe sürükler Çünkü Allah'ın vereceğinin dışında, insanlardan maddi ve manevi menfaatler besleyerek yapılan bir iyilik insana kazançtan ziyade kayıp getirir İnsan bu düşünceyle yıllarca Allah yolunda hizmet etse bile, bu yaptıklarını sadece Allah'ı razı etmek için yapmadığı sürece, gerçek anlamda ihlası kazanmamış demektir Ancak niyetine Allah'ın rızası dışında birşey katmadan yaptığı ibadetler kişiye büyük bir ecir ve sevap kazandırabilir
Allah "Şüphesiz, bu Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü'minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir" (İsra Suresi, 9) ayetiyle salih amelin 'büyük bir ecirle' karşılık bulacağını bildirmiştir Bir başka ayette ise Allah "Ama sizden kim Allah'a ve Resûlü'ne gönülden -itaat eder ve salih bir amelde bulunursa, ona ecrini iki kat veririz Ve Biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır" (Ahzab Suresi, 31) sözleriyle salih amelin ecrinin 'iki kat fazla' olduğunu belirtmiştir
Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde insanın kurtuluşunun ancak ihlas ile mümkün olacağını söylemiş, insana ihlası kazandıracak olanın ise sadece Allah'ın rızasını gözetmek olduğunu şöyle belirtmiştir:
… Medar-ı necat (kurtuluş vesilesi) ve halas (kurtuluş), yalnız ihlastır İhlası kazanmak çok mühimdir Bir zerre ihlaslı amel, ağırlıklarla halis olmayana tercih edilir İhlası kazandıran hareketlerdeki sebebi, sırf Allah'ın bir emri ve neticesi Allah'ın rızası olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlahiyeye karışmamalı4

Bediüzzaman bir sözünde insanın bir kişiye karşı duyduğu muhabbetin de ihlaslı olabilmesi için karşılıksız ve sadece Allah rızası için olması gerektiğini vurgulamıştır:
Herşeyde bir ihlas var Hatta muhabbetin de ihlas ile bir zerresi, ağırlıklarla resmi ve ücretli muhabbete tercih edilir İşte bir zat bu ihlaslı muhabbeti şöyle tabir etmiş:
"Ben muhabbet üzerine bir rüşvet, bir ücret, bir mukabele, bir mükafat istemiyorum Çünki karşılığında bir mükafat, bir sevab istenilen muhabbet zaiftir, devamsızdır"5

İşte ihlası kazanmak isteyen bir kimse bu gerçeği kesin olarak kavramalıdır Çünkü yaptığı ameller ancak bu şekilde salih amel olabilecek ve ancak bu yolla Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine ulaşabilecektir
Ancak şeytan her zaman için insanı farklı düşüncelere sürüklemek ve onu Allah'ın rızası dışında menfaatler aramaya yöneltmek ister "Zaten bu yaptıklarımı Allah'ın rızasını kazanabilmek için yapıyorum, bunun yanında bir parça da kişisel menfaatler ummanın bana ne zararı olabilir ki", "Hem Allah'ın rızasını kazanırım, hem de çevremde biraz itibar kazanmış olurum", "Ben iyilik yapacağım ama karşılığında onlar da bana iyilik borçlu olsunlar" ya da "Fedakarlıkta bulunurum, ama herşeyin bir karşılığı var" gibi mantıklar hep şeytanın katıp karıştırmasıyla ortaya çıkar Ancak bu düşüncelerin her biri de kişiyi Allah'ın rızası dışında karşılıklar aramaya ittiği için ihlası kazanmasını ve salih amellerde bulunmasını engeller
Said Nursi sözlerinde ihlasın, insanın sadece Allah'ın kendisine verdikleriyle sevinip bunlara kanaat göstermesiyle elde edilebileceğine dikkat çekmiştir Bediüzzaman'ın burada üzerinde durduğu nokta ise, kişinin diliyle kanaat ettiği gibi kalbinde de Allah'ın verdikleriyle yetinip sevinmenin teslimiyetini yaşaması gerektiğidir Çünkü insan Allah katında asıl olarak kalbindeki niyetinden sorumlu tutulacaktır:
… Sahabelerin Kuran'da övgüye mazhar olan cömertlik (kendisi muhtaç olduğu halde başkasına nimet vermek) hasletini kendine rehber etmek! Yani, hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve dine hizmetin karşılığında gelen maddi çıkarları istemeden ve kalben talep etmeden, sırf Allah'ın ihsanı bilerek, insanlardan minnet almayarak ve dine hizmetin karşılığında da almamaktır Çünkü, dine hizmetin karşılığında dünyada birşey istenilmemeli ki, ihlas kaçmasın Gerçi hakları var ki, ümmet onların maişetlerini (yaşamak için gereken ihtiyaçlarını) temin etsin Hem zekata da müstehaktırlar Fakat bu istenilmez, belki verilir Verildiği vakit de "hizmetimin ücretidir" denilmez Mümkün olduğu kadar kanaatkarane, başka ehil ve daha çok hak etmiş olanların nefislerini kendi nefsine tercih etmek (Haşr Suresi, 9) ayetinin sırrına mazhariyetle, bu müthiş tehlikeden kurtulup ihlası kazanabilir…6

Yine bir başka sözünde ise Bediüzzaman "Bu dünya hizmet yurdudur, ücret almak yeri değildir Salih amellerin ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, ahirettedir O baki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, ahireti dünyaya tabi' etmek demektir O salih amelin ihlası kırılır, nuru gider Evet o meyveler istenilmez, niyet edilmez Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder"7 diyerek insanın tüm karşılığı ahirete bırakmasının daha hayırlı olacağına dikkat çekmiştir
Gerçekten de insanın Allah'ın rızası dışında beklediği her karşılık dünyaya aittir ve bu da dünyayı ahirete tercih etmek anlamına gelir Bu kişi belki dünya nimetlerinden faydalanacak, ama ahiretteki sonsuz güzelliklerden mahrum kalacaktır Oysa insan sadece Allah'ın rızasını ve ahireti hedefleyerek niyetine hiçbir katık katmadan salih amelde bulunursa, Allah ona hem dünya hem ahiret nimetlerini verecektir Allah "Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz" (Nahl Suresi, 97) ayetiyle iman edenlere bu güzel müjdeyi vermiştir
Kuran'da Peygamberlerin bu konuda gösterdikleri üstün ahlaka dair pek çok örnek verilmiştir Ayetlerde tüm elçilerin gönderildikleri topluluklara 'yaptıkları hizmetlerin karşılığında Allah'ın rızası dışında hiçbir ücret beklemediklerini' bildirdiklerinden şöyle bahsedilmektedir:
(Hz Hud) Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir Akıl erdirmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 51)
(Hz Nuh) Ey Kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir Ben iman edenleri kovacak değilim Onlar gerçekten Rablerine kavuşacaklar Ancak ben sizi, cahillik etmekte olan bir kavim görüyorum (Hud Suresi, 29)

 
#20
İnsanların rızasından arınmak, sadece Allah'ın rızasına yönelmek



Bediüzzaman Said Nursi, ihlası kazanmanın şartlarını konu ettiği yazılarından birinde "Amelinizde Allah rızası olmalı Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti lazım gelirse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder Onun için, bu hizmette doğrudan doğruya yalnız Cenab-ı Hakk'ın rızasını esas maksad yapmak gerektir"9 sözleriyle insanların rızasından arınıp sadece Allah'ın rızasını kazanmaya yönelmenin önemine değinmiştir Onun bu sözünde vermiş olduğu örnek, ihlasın anlaşılması bakımından son derece önemlidir; gösterdiği bir tavırdan dolayı dünyadaki tüm insanlar bir kişiye karşı cephe alsa, hiçbiri ondan razı olmasa, Allah razı olduktan sonra hiçbir ehemmiyeti yoktur Çünkü tüm bu insanların kalbi zaten Allah'ın kontrolündedir; Allah dilerse onların hepsini razı eder
Bunun yanında gösterdiği bir tavırdan dolayı eğer Allah bu kişiden razı olmayacaksa, tüm dünya ondan razı olsa, ona minnet duysa bunun hiçbir önemi olmaz İnanan bir kimse bunun Allah katında hiçbir kıymeti olmadığını ve Allah razı olmadığı sürece insanların razı olmuş olmasının ahiretten yana kendisine birşey kazandırmayacağını bilir Rızasını kazanacağı güruh sayıca kalabalık, mal ya da makamca güçlü bir kitleden oluşuyor olabilir Ancak bunların her biri de Allah'ın izni ile hayat bulmuş ve birgün toprağın altında çürüyüp tüm güç ve kudretlerini kaybedecek olan aciz varlıklardır Bu nedenle ahirette ne kalabalığın, ne sağladıkları desteğin, ne de dile getirilen takdirlerin hiçbir faydası olmayacaktır Baki olan ve rızası kazanılmaya asıl layık olan sadece Allah'tır İnsana daimi bir ihlas anlayışını kazandıracak olan da işte bu gerçeği kavrayarak, 'insanların rızasından sıyrılıp, sadece Allah'ın rızasını kazanmaya yönelmek'tir Kuran'da bu anlayış şöyle bir örnekle açıklanmıştır:
"Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'ındır Hayır onların çoğu bilmiyorlar Gerçek şu ki, sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir" (Zümer Suresi, 29-30)

İnsanın Allah'ın dışında herhangi bir başka varlığın rızasını düşünerek hareket etmesi Kuran'da 'şirk' ya da 'Allah'a ortak koşmak' olarak ifade edilmiştir Yukarıda yer alan ayette ise Allah, kişinin insanların rızasını arayıp Allah'a ortaklar koşmasını, pek çok sahibi olan bir köleye benzetmiştir Allah'a katıksız bir iman ile katıksızca kulluk etmesini ise yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir kimsenin durumuna benzetmiştir Allah, Kendisi dışında tüm varlıkların birgün mutlaka ölümle karşılaşacaklarını hatırlatarak insanları sadece Allah'ın rızasına yönelmeleri konusunda düşünmeye davet etmiştir
İnsanın bu konuda nefsinin telkinlerine karşı da son derece uyanık olması ve nefsini kendini kandırmadan dürüstçe değerlendirmesi gerekmektedir Çünkü nefsin en büyük arzularından biri de Kuran ahlakına zıt olarak, insanların hoşnutluğunu, beğenisini ve takdirini kazanabilmektir Nitekim çoğu insan yaptığı pek çok işi kendi istek ve tercihleri doğrultusunda değil de, sırf çevrelerinden takdir toplayabilmek ve bu takdir ile de toplumda bir yer edinebilmek için yapar Dolayısıyla da bu insanların hayatlarını yönlendiren ana mantık 'insanların rızasını kazanabilme arzuları' olur
Pek çoğunuz insanların kendi aralarında "Sonra etraftan ne derler?", "Bunu etrafa nasıl açıklarız ki", "Etrafa rezil olduk" ya da "İnsan içine çıkamayız ki" gibi sözler sarf ettiklerini sıkça duymuşsunuzdur Bu sözler genellikle insanların birbirleri için ne diyeceklerini, haklarında nasıl düşüneceklerini, olayları nasıl değerlendireceklerini son derece önemli görmelerinden kaynaklanır Öyle ki kimi zaman yanlış bir tavırda bulundukları için vicdani bir rahatsızlık duymaz, ama bunu insanların öğrenmesinden dolayı huzursuzluk duyarlar Oysa ortada yanlış bir davranış varsa asıl önemli olan bunu Allah'ın bilmesidir Ve insanın bu durumu telafi etmek için yönelmesi gereken makam da yine sadece Allah'ın makamıdır Eğer kişi hatasından dolayı Allah'a karşı bir sorumluluk hissetmiyor, ama insanlara karşı bir mahçubiyet ve utanç duyuyorsa bu, o kişinin insanların rızasını Allah'ın rızasından daha üstün gördüğünü gösterir Bu insanlar dinin pek çok hükmü hakkında evlerinde gösterdikleri hassasiyet ve kararlılığı sokakta iken göstermezler İnsanların nasıl yorumlayacağını düşünerek, onların rızalarını Allah'ın rızasına tercih edebilirler Yazlık ve deniz kenarında bulunan bir semte gittiklerinde farklı, muhafazakar kimselerin oturduğu bir yere gittiklerinde farklı tavırlar sergilerler Müslümanların yanında iken farklı, onlardan uzaklaşıp başka bir şehre ya da ülkeye gittiklerinde farklı bir ahlak gösterirler Kimi zaman bu mantıkları doğrultusunda ibadetlerini de göz ardı edebilirler Oysaki ihlaslı bir tavırda bunların hiçbiri olmaz İhlas sahibi bir insan her nereye ya da her kimin yanına giderse gitsin, Allah korkusunda, takvasında kararlı davranır Kuran'ın "(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar" (Nur


Suresi, 37) ayetinde hiçbir şart ve durumun gerçek Müslümanların tavırlarına etki edemediğine dikkat çekilmiştir
İşte ihlası kazanmak isteyen bir müminin, cahiliye toplumlarında yaşamın en temel dayanağı olan "insanlar ne der" mantığından tamamen kurtulması gerekir Çünkü insanların hoşnutluğuna dair endişeler yaşandığı sürece insanın katıksız bir ihlas anlayışından bahsedebilmesi mümkün değildir
İşte insanın ihlası kazanabilmek için her zaman için niyetini halis tutması ve katıksızca Allah'ın rızasına yönelmesi gerekmektedir Allah dilemediği sürece rızası kazanılmış olan insanların kişiye bir faydası olmaz, ama Allah'ın rızasını, desteğini, sevgisini ve hoşnutluğunu kazanan bir insan, tüm bu insanların kendisine sağlayacağı desteği zaten kazanmış demektir İhlasla hareket ettiği için Allah zaten ona dünyada da ahirette de en güzel hayatı yaşatacak, ona hiçbir insanın sağlayamayacağı desteği sağlayacak, hiçbir insanınkiyle kıyaslanamayacak bir dostluğu nasip edecektir Bir sözünde Bediüzzaman Said Nursi de bu önemli gerçeğe şöyle değinmiştir:
… Rıza-yı İlahi kafidir Eğer o yar ise, herşey yardır Eğer o yar değilse, bütün dünya alkışlasa beş para değmez İnsanların takdiri, istihsanı (beğenisi, hoş karşılaması), eğer böyle işde, böyle amel-i uhrevide illet ise, o ameli ibtal eder Eğer tercih ediliyorsa, o ameldeki ihlası kırar Eğer müşevvik (teşvik edici) ise saflığını izale eder Eğer sırf alamet-i makbuliyet olarak, istemeyerek Cenab-ı Hak ihsan etse, o amelin ve ilmin insanlarda hüsn-ü tesiri namına kabul etmek güzeldir ki buna işarettir10

 
Üst