Yusuf'un Birinci Gömleği

Dine

Özel Üye
#1
Sponsorlu Bağlantılar
Yusuf'un Birinci Gömleği

'Bizzat kıssayı anlatanının ifadesiyle “kıssaların en güzeli” Yûsuf Sûresi sükûneti içinde heyecan verici olayları vermesiyle pürüzsüz anlatımının ardında şaşırtıcı kırılmaları aktarmasıyla sayısız ibreti içinde saklayan bir kuyu gibi duruyor basiretimizin önünde.

Kuyu dibinde kıskançlık belasını kadın karşısında şehvet fırtınasını zindanda unutulmuşluk sınamasını kardeşleri karşısında intikam tuzağını atlattıktan sonra tam da dünyada rahata kavuştuğu demde dünya hayatının hepsi hepsi bir rüya olduğunu fark edip “ölüm”ü yani “ebedî uyanıklığı” isteyen Yûsuf gibi bize de Yusûf kıssasının derin akışından ebedî serinlikler sonsuz uyanışlar devşirmek düşüyor.

İşte yola çıkıyoruz. Kıssada geçtiği şekilde üzerimize üç ayrı Yûsuf gömleği giydirildiğini görelim ki içinde yaşadığımız “rüya”yı uyurken kendimizi uyanık sandığımız derin “rüya”yı yormak üzere uyanalım; gözlerimizi göz kapaklarımızı açmaktan öte bir uyanıklığa açalım.

“Yûsuf’un gömlekleri” kıssanın üç kırılma yerinde ortaya çıkar. İlk kırılma Yûsuf’un güyâ “iyiliğini isteyen kimseler”in onu kimsenin bulamayacağı bir kuyuya attıktan sonra babalarının karşısına ağlayarak çıkıp “Meğer Yûsuf’u kurt kapmış!” dediklerinde gerçekleşir. Yûsuf’un üzerinden çıkarıp sahte bir kanla lekeledikleri gömlek Yûsuf’un iyiliğini ister görünüp onu kötülüğe terk edenlerin sahte çaresizliklerinin yalancı iyilikseverliklerinin sembolü gibi durur.

Yûsuf’u kuyuya itenler Yû-suf’un dost bildikleri sevgi umduklarıdır. İşte biz de her vesileyle “dost” ellerin “sıcak dokunuşu”yla günahların kıyılarına itekleniyoruz bedenimiz günâhlara akan yokuşların başında tutuluyor sürekli. Kötülüklerle aramızdaki direnç noktalarını kırmaya çirkin olana karşı durmamızı sağlayan fıtrî yokuşları düzlemeye ayarlıdır çoğu çağdaşlık manevraları. Bizi bilen ve seven Rabbimizce “Sarhoşluktan uzak durun!” diye uyarıldığımız halde sarhoşluğa yakın sıcak yüzlü dost çehreli mekanlar “bir kereden bir şey olmaz ki!” etiketli fırsatlar “iyi niyetli” ve “dostane” tadımlıklar sunuluyor bize. Ayaklarımız sürekli kuyuya yakın tutuluyor uçurum kenarlarında kaygan zeminlere davet ediliyoruz. Rabbimiz tarafından “Zina yapmayın!”dan önce “Zinaya yaklaşmayın!” diye uyarılıyoruz; çünkü yaklaşılan şey zina ise yapılması hayli kolaylaşır.Bir diğer ifadeyle “yaklaşılmış zina” ile “yapılmış zina” arasındaki mesafe “uzak durulmuş zina” ile “yaklaşılmış zina” arasındaki mesafeden çok daha yakın olmalı ki çok daha dayanılmaz bir çekime tutuyor nefisleri. Buna göre zina yapmamanın en pratik yolu zinaya yaklaşmamaktır. Zinaya yaklaşanın zina yapmaya direnmesi zinadan uzak duranın zinaya yaklaşmaya direnmesinden çok daha zordur. Oysa çağ bizi zinaya hep “yakın” yerlerde dolaştırıyor; billboardlarda reklam sekanslarında “zinaya yakın duruşlar” estetize ediliyor magazin haberlerinde pazarlama tekniklerinde modernliğin çoğu sosyal tezahürlerinde “zinaya yakınlaşmalar” süsleniyor popülarize ediliyor normalleştiriliyor kanıksatılıyor kışkırtılıyor. İnsan “yakınlaşılmış zina” ile “yapılmış zina” arasındaki karşı konulmaz çekim alanına savruluyor.

Peki ya sarhoşluk ve zina örneklerinde görüldüğü gibi bizi hiç yaklaşmamamız gereken kuyuların başına itekleye itekleye getirenler o kuyuların içine düşecek olduğumuzda ardımız sıra geliyorlar mı? Bizim hayırhâhımız gözükenler bize iyilik ediyormuş gibi yapanlar bizi getirdikleri eğimli alanda yaşayabileceğimiz kaymaların sorumluluğunu da paylaşıyorlar mı? “Biz seni kuyunun başına kadar iteledik düşmene sebep olduk ver elini çıkaralım seni bu kuyudan!” diyorlar mı?

Hayır hayır! Sarhoş olmamız için çok sayıda kapıyı tebessümle ve kolaylaştırarak açanlar sarhoşluğumuzun sonucunu hiç görmezden geliyorlar. “Sarhoş olabilirsin/olmalısın ama sarhoş olup adam öldürürsen karışmayız!” diyorlar. “Zina yakınlığı içinde yaşaman için seni sonuna kadar destekliyoruz; ama zina edersen seni tanımayız!” diyorlar.

Sevgi beklediklerimiz dostluk umduklarımız Yûsuf gibi kuyuya itiyorlar bizi. Üstelik bunu sevgileri adına dostlukları gereği yaptıklarını ima ediyorlar. Ancak düştüğümüzde elimizden tutmalarını beklerken üzerimizdeki gömleği de çıkartıp sahte acımalarla ikiyüzlü şefkatlerle kanlayıp bizi gerçekten sevenlere “Ne yapabilirdim ki onu kurt kaptı!” diyebiliyorlar. Magazin haberleri kadar cinayet ve kaza haberleri de süslü ve çekici bir tüketim malzemesi oluyor. Modernliğin günaha doğru dönen tekerine sokulası çomak olmasını umduğumuz “kanlı” üçüncü sayfa haberleri bile “Onu kurt kaptı!” gerekçesinin süsü haline geliyor tekerin yağına dönüşüyor dönüşünü hızlandırıyor.

Şimdi Yûsuf’un birinci gömleğini henüz kuyuya itilmeden ve sahte kanlarla lekelenmemiş haliyle üzerimizde hissedebiliyor muyuz? Yoksa çoktan beri kör kuyular içine yuvarlanmış halde nefsine “köle” olarak satılmayı göze almış olarak hâris bir kervanın insafını mı bekliyoruz?

(*) Bu yazıda ve -inşALLAH(c.c.)- takip edecek yazılarda işlemeyi umduğum Yûsuf kıssasında geçen “üç gömlek”in şimdiki hallerimize göndermeler olarak yorumlanması gerektiği fikrini muhterem Abdullah Yıldız’ın Yûsuf’un Üç Gömleği (Pınar Yayınları 2006) adlı zarif ve çarpıcı çalışmasına borçluyum.
****


Yusuf a.s çocukluk döneminde bir gömlekle ; üzerine yalancı kan bulaştıran KANLI GÖMLEKLE simgelenir .
bu gömlek bir yandan Yusufun kıskançsevgisiz ve mağrur kardeşlerinin yalana hileyehudayaazgınlığa taşlınlığa ....dalmışlıklarını simgelerken öbür yandan da Yusuf un meleksi masumiyetini simgeler ..
masum günahsız Yusuf mağrur kardeşlerinin gadrine uğradığı için mağdur zulme uğradığı için mazlumdur .

Abdullah yıldız birinci gömlek için böyle başlar ... yusufun 3 gömleği adlı kitabından 1. gömlek masumiyet / mağduriyet ve mazlumiyet gömleği . ..

Alıntıdır
 
Üst