Edirne Hakkında Bilgi

#1
Sponsorlu Bağlantılar
Edirne
Marmara Bölgesi’nin Trakya kesiminde il olan Edirne’nin doğusunda Kırklareli ve Tekirdağ, güneydoğusunda Çanakkale, kuzey ve kuzeybatısında Bulgaristan, batısında Yunanistan güneyinde de Ege Denizi bulunmaktadır. Edirne’nin bir bölümü Bulgaristan ve Yunanistan toprakları içerisinde kalan Meriç Havzasının doğu kesiminde yer almaktadır. Genellikle geniş ve alçak tepelerden oluşan arazisinin kuzey, kuzeydoğu, güney ve güneydoğu kesimleri alçak tepeler ve platolarla kaplıdır. Bu iki engebeli bölge arasında akarsular yer almaktadır. Istranca Dağlarının bulunduğu kuzey ve kuzeydoğu kesiminde dağlar, batıya ve güneye doğru alçalır, tamamen plato görünümünü alır. Edirne’nin güney ve güneydoğu kesimlerinde çok yüksek olmayan Koru Dağları bulunmaktadır. Bunlar kıyıya paralel biçimde uzanır, Saroz Körfezi’ne doğru da yamaçları dikleşir. İpsala-Enez arasındaki Çandır Dağları ise ilin Uzunköprü yönünde güney kesimini kaplar.

Edirne akarsu yönünden de oldukça zengindir. Bulgaristan’ın Rodop Dağlarından çıkan ve Bulgaristan-Yunanistan-Türkiye sınırlarından Edirne’ye Meriç Nehri girmektedir. Türkiye’nin Yunanistan’la olan doğal batı sınırını, 187 km. boyunca güneye doğru akan Meriç Nehri oluşturur. Bulgaristan’ın Rodop Dağlarından çıkan Arda Nehri ise, Yunanistan’ı geçtikten sonra Edirne sınırları içerisine girer ve Meriç ile birleşir. Bu nehrin Türkiye sınırları içindeki uzunluğu da 1 km.dir. Ayrıca Meriç’in kollarından Tunca Irmağı yine Bulgaristan’daki Balkan Dağlarından çıkar, Edirne il merkezini geçtikten sonra da Meriç’e katılır. Tunca’nın Edirne içerisindeki uzunluğu da 32 km.dir.

Edirne yöresindeki bir başka akarsu da Ergene Nehri’dir. İlin en büyük akarsularından olan Ergene, Istranca Dağlarındaki Karatepe’den çıkar, güneybatı yönünde akarak Edirne’nin önemli bir bölümünü sular. Ergene, aynı zamanda Meriç’i besleyen önemli bir akarsu koludur. Bu büyük nehirlerin dışında il toprakları içerisinde irili ufaklı çay ve dereler vardır. Keşan’ın kuzeydoğusundaki Keşan Deresi, Demircili yöresinden doğar ve Kavak Deresi ile birleşerek, Büyükdoğanca Deresine katılır. Süleoğlu Deresi de il topraklarındaki bir başka akarsudur. Edirne sınırları içerisinde özellikle Enez yöresinde küçük ölçüde göller de bulunmaktadır. Dalyan, Taşaltı, Tuzla, Bücürmene, Sığırcık ve Pamuklu bunların başında gelir.Bu göllerden en önemlisi Enez’in kuzeydoğusundaki Meriç Nehri ile bağlantılı Gala Gölü’dür. Yaz aylarında suları azalan ilkbahar ve kış aylarında bütün Edirne vadisini kaplayan bu akarsular üzerinde su taşkınlarını önlemek ve arazi sulamak amacıyla Altınyazı, Kadıköy gibi barajlar da yapılmıştır.

Edirne’nin büyük bölümü ovalarla kaplanmıştır. Kapıkule ile Edirne arasındaki Kazanova ve Eneze kadar uzanan İpsala Ovası bunların başında gelmektedir. Ayrıca Tunca Vadisi’ndeki Tunca Ovası, Ergene Ovası da onları tamamlamaktadır. Bu ovaların alüvyonlu toprakları, tarıma elverişli alanlar oluşturmuştur. Yüzölçümü 6.276 km2 olan Edirne’nin toplam nüfusu 401.606’dır.

İlin ekonomisi, tarım, hayvancılık, sanayi ve turizme dayalıdır. İl topraklarının büyük bir bölümünde buğday ve ayçiçeği yetiştirilir. Ayrıca susam, şeker pancarı, fasulye, kavun, karpuz üretimi de önemlidir.Ayçiçeğinin önemli derecede ekilmesinden ötürü, bunların işlenmesi de burada yapılmaktadır. Trakya Yağlı Tohumlar ve Tarım Satış Kooperatifleri Birliği’nin merkezi Edirne’dedir. İlin kuzeyindeki engebeli alanlarda koyun, kıl keçisi ve sığır besiciliği yapılır. Hayvansal ürünlerden süt, beyaz peynir ve kaşar peyniri burada üretilir.

Edirne’de sanayii 1960’lı yıllardan sonra gelişmeye başlamış ve 1969’da kalkınmada öncelikli yöreler kapsamına alınmıştır. 1970’lerin ikinci yarısından sonra yoğun bir sanayileşmeye sahne olmuştur. Gıda ve dokuma dallarında ağırlık kazanan sanayiinin büyük bir bölümü Uzunköprü, Havsa, Meriç ve Keşan gibi ilçe merkezlerinde kurulmuştur. Merkez ilçeye bağlı Demirhanlı Köyü’nde rezervli linyit yatakları bulunmaktadır. Edirne’de bacalı sanayii kurulmasına izin verilmemiştir. Osmanlı eserleri bakımından önemli olan Edirne’de, turizmin de ekonomisinde etkili olduğu görülmektedir. Ayrıca Osmanlı eserlerinin yanı sıra başta Enez olmak üzere yörede höyüklerin de bulunuşu tarih öncesi çağlara ait kalıntılar da turizm ve kültür yönünden önem taşımaktadır. Edirne Sarayiçi'nde her yıl düzenlenen Kırkpınar Güreşleri ve Kakava Şenlikleri de ilin turizmine ve ekonomisine katkıda bulunmaktadır.

Edirne’nin tarih öncesine ait geçmişi, oldukça eski yıllara inmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Ord Prof.Dr.Arif Müfit Mansel’in başlattığı arkeolojik kazılar, daha sonraki yıllarda Pr.Dr.Afif Erzen, Prof. Dr.Mehmet Özdoğan, Doç.Dr.Sait Başaran tarafından yürütülmüştür. Bu kazılar sonunda, yöredeki yerleşimin Kalkolitik Çağda (MÖ.5500-3500) başladığı anlaşılmıştır. Ayrıca Bulgaristan’daki Karanova kültürlerinin uzantısının Edirne yöresinde de devam ettiği görülmüştür. Yörede MÖ.1200’lerde Balkanlar’dan gelen Trak kabileleri, ardından Odrysler burya yerleşmişlerdir. MÖ.513’te I.Dareios Trakya’yı Pers topraklarına katmış, pers egemenliğinin yıkılmasından sonra da Odrysler MÖ.V.yüzyılın ortalarında güçlü bir devlet kurmuşlardır. MÖ.IV.yüzyılda bu devletlerin yıkılmasıyla birlikte II.Phlippos yöreyi Makedonya Krallığı’na bağlamış ve bu durum MÖ.III.yüzyılın sonlarında Kelt akınlarına kadar sürmüştür. MÖ.168’de Edirne yöresi Roma egemenliğine girmiştir. İmparator Cladius döneminde MS.44-46’da burası Roma’nın Trakya eyaleti konumuna getirilmiştir. İmparator Hadrianus buradaki Orestia kasabasını (Bugünkü Edirne), stratejik yönden önemli olduğundan imar etmiş ve Hadrianapolis ismini buraya vermiştir. Hadrianus’un kente kazandırdığı en önemli yapı kale olup, tümüyle bir Roma Castrum’u planına sahiptir. Bu kalenin dört köşesinde dört yuvarlak burç ve bu burçların arasında dört köşeli on ikişer küçük kule ve dokuz kapı dizilmiş, surların önüne de bir hendek yapılmıştır. Roma İmparatorluğu döneminde, en parlak devrini yaşamış, askeri, ticaret ve ziraat konularında sürekli olarak gelişme göstermiştir. Bununla beraber Roma döneminde Got ve Hun akınlarından kent zarar görmüştür.

Bizans dönemi boyunca Hun, Avar, Peçenek ve Bulgarların hücumları ile de birkaç kez kent yıkılmış, ardından yeniden yapılmıştır. Edirne yöresi Haçlı seferleri sırasında bir süre Latinlerin egemenliğine girmişse de yeniden Bizanslılar egemen olmuşlardır. Osmanlılar 1361’de burayı ele geçirmiş, Sultan I.Murat Osmanlı başkentini 1365’te Bursa’dan Edirne’ye getirmiştir. Bundan sonra Yıldırım Beyazıt ve diğer Osmanlı Padişahları Balkanlara ve Avrupa’ya yaptıkları seferlerde Edirne’yi üs olarak kullanmışlardır. Yıldırım Beyazıt’ın Ankara Savaşı’nda (1402) yenilmesinden sonra, oğullarından Süleyman Çelebi Edirne’de tahta çıkarılmış, bunun sonucu olarak da bir süre Edirne kardeşler arasındaki taht kavgalarına sahne olmuştur. Edirne 1410’da Musa Çelebi’nin, 1413’te Osmanlı Birliği’ni yeniden kuran Çelebi Mehmet tarafından ele geçirilmiş ve İstanbul’un fethine (1453) kadar geçen süre içerisinde başkentlik yapmıştır. İstanbul’un fethinden sonra Edirne’nin önemi uzun süre devam etmiştir.

XVI. yüzyılda Edirne hızlı bir gelişme kaydetmiş ve görkemli Osmanlı anıtları yapılmıştır. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında şehir yeniden büyük önem kazanmıştır. Bunda Osmanlı padişahlarının burada oturmalarının büyük payı olmuştur. Edirne ikinci bir başkent olma özelliğini hiçbir zaman kaybetmemiştir. I. Ahmet, II. Osman ve IV. Murat’ın av eğlenceleri düzenleyerek Edirne’de kalmaları da şehre duyulan ilgiyi arttırmıştır. IV. Mehmet ise, Edirne’yi ikinci bir devlet ve yönetim merkezi haline getirmiştir. Saray-ı Cedid (Yeni Saray ) ve bazı köşkler bu dönemde yapılmıştır.

XVIII. yüzyılın sonlarına doğru başlayan Avusturya seferleri ve bunun sonucunda uğranılan bozgunlar, Edirne’yi olumsuz etkilemiştir. XVIII. yüzyıl Edirne’nin gerileme devridir. 1745 yılında meydana gelen büyük yangında 60 kadar mahalle harabeye dönmüş, 1751 depreminde de pek çok bina yıkılmıştır. 1766-1768 seferlerinde Edirne yine hareket üssü olmuş, fakat savaşlar yenilgi ile sonuçlanmıştır.

Edirne, tarihte bir çok olaya da sahne olmuştur. Sultan II.Mustafa’nın tahttan indirilmesiyle sonuçlanan askeri-sivil ayaklanması (1703), tarihe Edirne Olayı olarak geçmiştir. Bu ayaklanma sırasında Edirne’de bulunan padişahın, bir an önce İstanbul’a dönmesi ve uzlaşma sağlanması istenmiştir. Padişahın tahttan çekilmesi üzerine isyancılar Edirne’ye yürümüşler ve Sultan III.Ahmet bu isyanı bastırmıştır.

Osmanlı-Macar Barış Antlaşması (1444), Edirne ve Segedin’de imzalanmıştır. Bu yüzden de bu antlaşmaya Edirne Antlaşması ismi verilmiştir.

Edirne, 1828-1829 Rus Savaşı sonunda çok zor günler geçirmiş ve Rus işgaline uğramıştır. Bundan sonra Cumhuriyetin kuruluşuna kadar çeşitli saldırı ve karışıklıklarla karşılaşmıştır. 1912’de Bulgarların işgaline uğramış, Londra Antlaşması (1913) ile Bulgaristan’a bırakılmış, birkaç ay sonra da tekrar Osmanlılara verilmiştir. Yunanlılar 25 Temmuz 1920’de Edirne’yi işgal etmiş, Mudanya Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra 24 Kasım 1922’de bu işgal sona erdirilmiştir. Edirne Lozan Antlaşması (1923) ile bugünkü sınırlarına kavuşmuştur. Bu antlaşmayı simgeleyen Lozan Anıtı, Trakya Üniversitesi’nce Karaağaç’ta 2000 yılında yaptırılmıştır. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra savaş tazminatı olarak Karaağaç Türkiye’ye geri verilmiştir.

Edirne’den günümüze gelebilen eserleri arasında; Enez (Ainos) antik kentinde kale ve kilisesi, lalapaşa ilçesinde MÖ.2000-1000 arasına tarihlenen Dolmenler ve Menhirler bulunmaktadır. Bunlardan bazıları Edirne Müzesindedir. Roma dönemine tarihlendirilen kalenin burçlarından bir tanesi Saat kulesine dönüştürülmüştür. Kaleye ait kalıntılardan bir duvar bugün, Sultan Oteli’nin bahçesindedir. Ayrıca Edirne yöresinde Edirne Müzesi’nin, Trakya Üniversitesi’nin ve İstanbul Üniversitesi’nin yapmış olduğu kazılarda da tarih öncesi dönemlere ait kalıntı ve buluntular ortaya çıkarılmıştır. Osmanlı döneminden, Selimiye Camisi, Eski Cami, Yıldırım Cami, Fatih Cami (Enez Ayasofyası), Sokullu Külliyesi (Kasım Paşa Külliyesi), Üç Şerefeli Cami, Muradiye Cami, II. Bayezid Cami Ve Külliyesi, Gazi Mihal Camisi, Kadı Bedrettin Camisi, Lari Camisi, Saruca Paşa Camisi, Sitti Sultan Camisi, Süleymaniye Camisi, Ayşe Kadın Camisi, Beylerbeyi Camisi,
Defterdar Camisi, Şahmelek Paşa Camisi; Rüstem Paşa Kervansarayı, Ekmekçi Ahmet Paşa Kervansarayı, I.Mehmet’in yaptırdığı Bedesten, II.Murat’ın Darülhadisi günümüze gelebilen eserler arasındadır. Bunların yanı sıra Gazi Mihal Köprüsü, Saraçhane Köprüsü, Tunca ve Meriç Köprüleri, Yalnızgöz ve Beyazıt Köprüleri, Ekmekçizade Ahmet Paşa Köprüsü, Ali Paşa Çarşısı ve Sarayiçi’ndeki yapılar bulunmaktadır. Burada Cihannüma Kasrı, Kum Kasrı Hamamı, Babussaade Kapısı, Matbahi Amire ve Adalet Kasrının kalıntıları vardır. Trakya Üniversitesi’nin Sultan II.Beyazıt Külliyesi’nde açmış olduğu Sağlık Müzesi, Genel Kurmay Başkanlığı’nın Buçuktepe’de yaptırdığı Şükrü Paşa Anıtı ve tabyaları, Sarayiçi’ndeki Balkan Şehitliği Edirne’nin tarihini yansıtan eserler arasındadır.

Edirne'de Türk Sivil mimarisi örneklerinden olan ahşap konutlar il merkezinde ve Karaağaç'ta bulunmaktadır.
 
#2
Selimiye Cami (Merkez)

Edirne’nin ve Osmanlı İmparatorluğu’nun simgesi olan Cami, kentin merkezinde, eskiden Sarıbayır ve Kavak Meydanı denilen yerdedir. Burada daha önce Yıldırım Beyazıt’ın bir saray yaptırdığı bilinmektedir.

Mimar Sinan’ın 80 yaşında yarattığı ve "Ustalık eserim" dediği anıtsal yapı Osmanlı Türk sanatının ve Dünya Mimarlık Tarihinin baş eserlerindendir.

II.Selim’in (1564-1575) emriyle yaptırılan, çok uzaklardan dört minaresi ile dikkat çeken cami, kurulduğu yerin seçimi ile de Mimar Sinan’ın aynı zamanda usta şehircilik uzmanı olduğunu göstermektedir. Mimar Sinan’ın ağzı ile yazıldığı söylenen “Tezkiret ül Bünyan” da, Selimiye Cami şöyle anlatılmaktadır:

“Cennet mekân Sultan Selim Han-ı sanî Şehr-i Edirne’ye kemal-i mertebe nazar-ı şefkatleri olmağın bir cami binasına emr-i hümayûnları olduki rüzgârda misali olmiya. Bu hakir dahi bir resm-i âli eyledim ki Edirne içinde menzur-i halk ola, dört minaresi kubbenin dört canibinde vaki olmuştur. Hep üç şerefelidir. Üçer yollu ve ikisinin yolları başka başka vaki olmuştur. Ol mukaddema bina olunan Üç Şerefeli, bir kule gibidir, gayet kalındır. Emma bunun minareleri hem nazik, hem üçer yollu olmak gayet müşkil olduğu ukalaya malûmdur. Halk, cihan, dairesi imkândan hariç dediklerinin bir sebebi, Ayasofya kubbesi gibi kubbe Devlet-i İslamiye’de bina olunmamıştır deyu taifei nasarının mimar geçinenleri Müslümanlar’a galebemiz vardır derlermiş. Ol kadar kubbe durdurmak gayet müşküldür dedikleri bu hakirin kalbinde bir azim ukde olup kalmış idi: Mezbur cami binasında himmet edip biavnillah savei Sultan Selim Han’da izharı kudret edip bu kubbenin Ayasofya kubbesinden altı zira kaddim ve dört zira derinliğin ziyade eyledim”.

Kesme taştan yapılan cami iç bölümüyle 1.575 m2’lik, tümüyle 2.475 m2’lik bir alanı kaplar. Mimarlık tarihinde en geniş mekâna kurulmuş yapı olarak nitelenen Selimiye Camisi, yerden yüksekliği 43,28 m. Olan, 31,28 m. Çapındaki kubbesiyle ilgi çekmektedir. Ayasofya’nınkinden daha büyük olan kubbe, 6 m. Genişliğindeki kemerlerle birbirine bağlanan 8 büyük payeye oturtulmuştur. Köşelerde dört, mihrap yönünde bir yarım kubbe merkezi kubbeyi destekler. Yapıyı, kubbe kasnağında 32 küçük pencereyle, yüzlerdeki üst üste 6 dizide çok sayıdaki pencere aydınlatmaktadır. Mimar Sinan’ın yarattığı 8 dayanaklı cami planının en başarılı örneğidir. Önünde 18 kubbe ve 16 sütunla çevrili revak bulunmaktadır. Ortada mermerden bir şadırvanı vardır. Son cemaat yeri, kalın yuvarlak 6 sütun üzerine 5 kubbelidir. Mermer işlemeli giriş kapısı üzerindeki kubbe yivli, diğerleri düzdür. Caminin 3,80 m. Çapında, 70,89 m. Yüksekliğindeki üçer şerefeli dört minaresi bulunmaktadır. Giriş yönündeki minarelerde şerefelere tek yolla, diğer ikisin de ise üç şerefeye ayrı ayrı yollardan çıkılmaktadır.

Cami, mimari özelliğinin yanında, taş, mermer, çini, ahşap, sedef gibi süsleme özellikleri ile de çok önemlidir. Mihrap ve minberi mermer işçiliğinin baş eserlerindendir. Ortasında 12 mermer sütuna oturan müezzin mahfili yer almaktadır. Sağda kitaplık bulunmaktadır. Mihrabın solunda hünkâr mahfili vardır. Bunun alt bölümü tavanındaki kalem işleri ise dönemin özgün özelliklerini yansıtmaktadır. Kubbe ve kemerleri süsleyen özgün kalem işleri, son onarımlarla temizlenmiştir.

Yapının çini süslemelerinin de Osmanlı ve dünya çini sanatında ayrı bir yeri vardır. XVI.Yüzyıl çiniciliğinin en güzel örnekleri olan bu çiniler, sır altı tekniğinde olup, İznik’te yapılmıştır. Mihrap duvarı, minber köşk duvarı, hünkâr mahfili duvarları, kadınlar mahfili, kemer köşelikleri, kıble yönündeki pencere alınlıkları çinilerle bezenmiştir. Mihrap duvarındaki büyük çini panolarda da al, mavi çiçek ve yaprak süslemeler, pencere üstlerinde lacivert üzerine ak, sülüs Elham suresi yazılı kartuşlar, en üstte de geniş bir ayet bırdürü yer almaktadır. Minber köşkündeki çini pano, lacivert üzerine ortada kırmızı, ak bahar çiçekli ağaç altında yaprak, sümbül ve lalelerle bezenmiştir.

Hünkâr mahfili çinileri zenginliği ve çeşitliliği ile ilgi çekmektedir. Mermer mihrabın sivri kemerli alınlığında lacivert üzerine ak sülüsle, ayet yazısı vardır. Bu bölümdeki kırmızı, mavi, yeşil renkli şakayıklar, bahar ağaçları, beyaz üzerine iri mavi rozetli ve çevresi çiçekli panolar, baklava biçimi yapraklar arasında karanfiller ve bahar dalları XVI.Yüzyıl çinilerinin en güzel örnekleridir. Hünkâr mahfili çinileri arasında, bir saraydan getirilerek buraya sonradan konmuş olabileceği düşünülen iki elma ağacının oluşturduğu “Elmalı Pano”nun Osmanlı çinilerinde özgün süsleme olarak ayrı bir yeri vardır. Bu bölümde sivri kemerli pencere alınlıklarında, lacivert üzerine ak sülüsle ayetler ve iki pencere arasında tepeye yine lacivert üzerine ak kûfi yazılı kare pano da ilgi çekicidir. Hünkâr mahfili duvarlarının yarısını kaplayan bu çiniler, mihrap çinilerinden daha niteliklidir.Ancak düzenleme ve anıtsallık yönünden daha sadedir.

Selimiye Camisi’nin taş duvarlarla çevrili geniş avlusunda, Darül-Sübyan, Darül-Kurr’a ve Darül-Hadis yapıları bulunmaktadır. Bu yapıların bir bölümü ve medrese, Edirne Müzesi’nin çeşitli bölümlerini oluşturmaktadır.

Cami terasının altında yer alan Arasta (çarşı) III.Murad zamanında Selimiye’ye vakıf olarak yaptırılmıştır. Mimarı Davut Ağa’dır.

Eski Cami (Merkez)

Edirne il merkezinde, Babunî Mahallesinde Selimiye Camisi ile Bedesten arasında kalan dört yol kavşağında bulunmaktadır.

Osmanlıların Edirne’de yaptırdığı ilk cami oluşundan dolayı hutbeye çıkan hatipler ellerine kılıç alırlardı. Hacı Bayram Veli’nin burada kürsüsünün oluşu ve mihrabın sağındaki pencerede Kâbe’den kopmuş bir parçanın bulunuşu halk arasında bu caminin önem kazanmasına neden olmuştur.

Caminin yapımını Yıldırım Beyazıt’ın oğullarından Emir Süleyman (h.805/1403) başlatmış, çalışmalar Musa Çelebi döneminde sürmüştür. Çelebi Sultan Mehmet’in kardeşlerini yenerek tahta çıkışından sonra da (h.816/1414) cami tamamlanmıştır. Kuyumcular çarşısı yönündeki batı kapısı üzerindeki üç satırlı sülüs kitabeden mimarının Konyalı Hacı Alaeddin, yapının da Ömer bin İbrahim olduğu öğrenilmiştir. Badi Efendi, çelebi Sultan Mehmed zamanında ibadete açılan camide bazı eksiklikler olduğunu, bunların Sultan II.Murad tarafından tamamlandığını kaydetmiştir. Büyük bir olasılıkla, iki şerefeli minare de Onun zamanında yapılmış, daha sonra da Mimar Sinan, duvarlarda yeni bazı pencereler açarak caminin aydınlatılmasını sağlamıştır.Evliya Çelebi’nin Ulu Cami olarak tanımladığı caminin mihrap duvarı arkasında kuşların bulunduğu bir çiçek bahçesinden söz etmektedir. Sultan II.Murad’ın vakıf listelerinde de cami bahçesinde yetişen çiçeklerden sağlanan gelire değinilmiştir.

Eski Cami yeterince araştırılmamış, C.Gurlit ilk defa planını çizmişse de bunun yetersiz olduğu iddia edilmiştir. Y.Mimar A.Saim Ülgen’in çizimleri ise bugün Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivindedir.

Eski Cami (h.1158)1748’ de yangınla, (h.1165) 1752’de depremden zarar görmüş ve Sultan I.Mahmud tarafından tamir ettirilmiştir. Bunu Cumhuriyet dönemindeki 1924-1934 arasında yapılan onarımlar izlemiştir. Ancak 1953 depremi yapıya bir kez daha zarar vermiş, 1965’te Vakıflar Genel Müdürlüğü minareyi kurşun saçağa kadar yıkarak yenilemiştir. Bu arada şerefe altındaki bezemeler de aslına uygun olarak yapılmıştır.

Erken Osmanlı dönemi Ulu Cami plan tipinde olan bu yapının benzerleri Bursa, Manisa ve İstanbul’da görülmektedir. Burada kemerlerle birbirlerine bağlanmış paye ve duvarlar arasındaki bölümlerin üzerini örten eşit ölçüdeki kubbelerin oluşturduğu plan düzeni vardır. Böylece 2.80 m. Ölçüsünde dört ağır paye ve dört duvarın taşıdığı 13.50 m. çapında dokuz kubbe ana mekânın üzerini örtmektedir. Bursa Ulu Camisinden daha ileri düzeyde bir plana sahip olan yapıda yan neflerdeki yuvarlak kasnaklı kubbelerde pandantifler, orta nefteki sekizgen kasnaklı kubbede ise mukarnaslarla geçişler sağlanmıştır.Mihrap önünde prizmatik üçgenlerle kubbeye geçilmiştir. Ayrıca girişteki ilk kubbe de değişik bir görünümde olup, sekiz dilimli kasnak üzerine aydınlık feneri yerleştirilmiştir. Orta kubbelerin yan kubbelerden daha yüksek olmalarına rağmen kalın payeler ve alçak kubbelerle oldukça karanlık bir mekân etkisi dikkati çekmektedir. Bu ağırlığın etkisi dışarıdaki boş kubbeli, son cemaat yeri ile minarelerde de kendini göstermektedir. Asıl yapının kalın kesme taştan olmasına karşılık son cemaat yerinin tuğla hatıllı kesme taş ve anılmız derzli bir işçilikle yapılmış oluşu bu bölümün XV.yüzyıldan daha sonra yapılmış olabileceğini düşündürmektedir. XVIII.Yüzyılda yapılmış, stalaktitli mermer giriş kapısı kitabesiyle görkemli bir görünüşü vardır.

Eski Caminin kuzeybatı ve kuzeydoğuda iki minaresi vardır. Bunlardan kuzeydoğudaki tek şerefeli minare caminin iki duvarının birleştiği köşede olup Çömlekçiler kapısı denilen kapı aralığından, duvar içerisinden girilmektedir. Minarenin duvar köşelerine oturtulması XV.yüzyılda Bursa ve İznik eserlerinde sık sık karşılaşılan bir özelliktir. Camiye bitişik olmayan batıdaki iki şerefeli minarenin her şerefesine ayrı merdivenlerden çıkılmaktadır.

Evliya Çelebi’nin “musanna” diye sözünü ettiği mihrap özelliğini yitirmiş, geç devirlerde yapılan bezemelerle boyanmıştır. Minber beyaz mermerden olup yan yüzleri rumi ve geometrik örgülerin karışımı bir bezemeyle süslenmiştir. Bunun da benzerleri XIV.-XV. Yüzyıl Bursa Yeşil Camide görülmektedir. Ayrıca burada Sultan II.Murad’ın davetiyle Edirne’ye gelen Hacı bayram Veli’nin kürsüsü de bulunmaktadır. Kadınlar mahfilini de (h.1020) 1612’de Filibeli Ramazan Ağa yaptırmıştır. Caminin beyaza boyanmış duvarları ve payeleri üzerinde XVIII.-XX.Yüzyıllarda yazılmış çeşitli yazılar vardır. Bunların bazıları Sultan I.Mahmud zamanında, bazısı da 1863 yılındaki onarımda ilave edilmiştir. Sonraki dönemlerde de zamanın ünlü hattatları yazılarını buraya vermiş veya yerine yazmışlardır. Mihrap yönündeki payeler üzerindeki hadisleri Cezayirli Hasan Oca, Hünkâr mahfilindekileri de Mustafa Tevfik Efendi’nin eseridir. Minberin sağındaki altın yaldızlı besmele de Sultan II.Abdülhamid’in imzası görülmektedir. Bu yazıların dışında kalan yüzeyler ise 1863’de yapı ile bağdaşmayacak kötü bir barok süsleme ile doldurulmuştur.

Çelebi Sultan Mehmed, 108 dükkân ile 35 odalı bedesteni camiye vakfetmiştir. Böylece Eski Cami ve çevresi Edirne’nin dini ve ticari bir merkezi olmuştur.


Üç Şerefeli Cami (Merkez)

1443-1447 yılları arasında, II. Murat tarafından yaptırılmıştır. Cami Osmanlı sanatında, erken ve klasik dönemler üslubu arasında yer almaktadır. Burada ilk kez uygulanan bir planla karşılaşılmaktadır. 24 m çapındaki büyük merkezi kubbe, ikisi paye, dördü duvar payesi olmak üzere altı dayanağa oturur. Yanlarda daha küçük ikişer kubbe ile örtülü kare bölümler vardır. Yapı, bir yenilik olarak enine dikdörtgen planlıdır. Bu planı Mimar Sinan, İstanbul camilerinde daha gelişmiş biçimi ile uygulamıştır. Ayrıca, Osmanlı mimarisinde revaklı avlu ilk kez bu camide kullanılmıştır. Avlunun dört köşesine minareler yerleştirilmiştir. Üç şerefeli cami, bu özellikleriyle sonraki camilere öncü olan anıtsal bir yapıdır. Basamaklı üç kapıdan girilen avlunun sütunları, serpantinli breş, granit ve mermerdendir. Avlu pencerelerinden ikisinin alınlıkları çini süslemelidir. Lacivert ve ak renkli çiniler, bitkisel kıvrak dal bordürü ile çevrilidir. Revak kubbelerindeki özgün kalem işleri, Osmanlı camilerindeki en eski örneklerdendir.

Camiye adını veren üç şerefeli anıtsal minare, 67,62 m yüksekliğindedir. Her şerefeye ayrı yollardan çıkılmaktadır. Minare gövdesi kırmızı taştan zikzaklar ve beyaz karelerle hareketlendirilmiştir. Kaidesinde Bursa kemerli sağır nişler bulunmaktadır.

Üç Şerefeli Cami’nin, süslemeleri de ilginç özelliklere sahiptir. Taçkapı, yan kapılar, minareler, sütun başlıkları ve pencerelerde mermer, ak ve kiremit rengi taş kullanılmıştır. Taçkapı’da mukarnaslar ve yan nişlerin üst bölümlerindeki yazıların arasında kıvrık dal ve rumiler göze çarpmaktadır. Büyük kubbede, yan ve avlu revaklarındaki kubbelerde lacivert, al, ak ve sarı renkte kalem işleri vardır. Süslemelerde, yazı kuşakları, rumi, palmet, lotüs motifleri vardır. Kubbe eteği ve pandantiflerde de Rokoko süslemeler bulunmaktadır. Ayrıca ceviz ağacından, kündekâri tekniği ile yapılmış ahşap pencere ve kapı kanatları da dikkat çekici ve bir o kadar da önemlidir.

Muradiye Cami (Merkez)

Muradiye mahallesinde, Sarayiçi’ne hakim bir tepeye II. Murat tarafından yaptırılmıştır. Yazıtında tarih bulunmamaktadır. Vakfiyesine ve kaynaklara dayanılarak 1436’da yapıldığı sanılmaktadır. Mimarı konusunda da herhangi bir bilgi yoktur. Yan mekanlı (zaviyeli) camilerin en güzel örneğidir. Ana mekân, arka arkaya iki kubbeli mekân ve son cemaat yeri, avlusunda da şadırvan bulunmaktadır. Cami, dış görünüşünün sadeliğine karşılık, iç süslemesi bakımından XV.Yüzyıl Osmanlı sanatının en önemli yapıtlarından biridir. Mihrap ve duvarlarını kaplayan çiniler, Türk çini sanatının en güzel örnekleridir. Mihrap önü kubbeli mekânın duvarları doğadan çiçek motifleri ile işlenmiş altıgen mavi, ak çini levhalarla, bunların arası da firuze renkli düz üçgen levhalarla kaplıdır. Hatayili, kıvrık dallarla çevrili çini panoların üstünde kabartma çinilerden bir palmet frizi vardır. Pencereler, rumili kıvrık dal motifleriyle süslenmiştir. Çini mihraptaki kabartma levhalar, geometrik yıldız, rumi, hatayi ve palmetlerden oluşan zengin motiflerle bezenmiştir. Burada renkli sır ve sıraltı tekniği uygulanmıştır.

Aynalıktaki pano, rumili kıvrık dallar arasında iki dize kûfi ve biri aynalı iki dize nesih yazı ile süslüdür. Çinilerde sarı renk egemendir; rumi motif çokça kullanılmıştır. Ayrıca rozet, şakayık ve karanfil de görülmektedir.

Camide çiniden başka, orta kubbeleri birbirine bağlayan kemerde, duvarların üst bölümlerinde ve örtü düzeninde zengin kalem işi süsleme olduğu da izlerden anlaşılmaktadır. Sonradan sıva ile kaplanmış bu süslemelerde al üstüne ak, sarı, lacivert renkte doğa bitkileri, rumiler ve hatayiler işlenmiştir. Minberi ise ahşaptır.

II.Murat’ın, caminin solunda yaptırdığı büyük imaret, Mevlevi tekkesi ve Semahane günümüze ulaşamamıştır.


Sultan II. Bayezid Külliyesi (Merkez)

Edirne, Sultan II.Bayezid Külliyesi’ni Tunca Nehri kıyısında Sultan II. Bayezid 1484-1488 yıllarında Cami, Tabhane,Tıp Medresesi, İmaret, Köprü, Hamam, Değirmen ve Su Deposu, olarak yaptırmıştır. Sıbyan mektebi, mehterhane ve muvakkitane daha sonraki devirlerde yapı topluluğuna eklenmiştir. Sıbyan mektebi, hamam, değirmen ve su deposu yıkılmıştır.Yapı topluluğunun mimarı Mimar Hayrettin’dir.

Caminin planı, İstanbul’da Kanuni Sultan Süleyman tarafından yapımı tamamlanan Yavuz Sultan Selim Camisi’nden 34 yıl sonra tekrarlanmıştır. Sultan Bayezid Camisi Klasik Osmanlı Cami tipinin erken bir örneğidir ve masif bir mimariye sahiptir.

Caminin giriş kapısı üzerinde kitabesi bulunmaktadır:

Nâşir-ül hayrat Sultan Bayezıd
Ammâr-elhak hâzel el-mescidi
Hatifün kad kâl amel-ihtimam
Azze nasruh dâm-ı bil kadril celil
Lâ ceremi hakka lehül-ecrül-cezil
Camii tarihu hayr-cemil
893 (1488)

Beyazıt Camisi, kare planlı bir avlu, kare planlı bir ibadet mekanı ile iki yanındaki tabhaneden meydana gelmiştir. Şadırvanlı avlu girişin iki yanında üçerden altı, yan kenarlarda da dörderden sekiz bölümlüdür. Bunlar birbirlerine yuvarlak kemerli sütunlarla bağlanmış, üzerleri de kubbelerle örtülmüştür. Bu avluya biri merkezden diğer ikisi de yandan üç kapı ile girilmektedir.

İbadet mekanının üzeri yirmi köşeli bir kasnak üzerine oturtulmuş 20.25 m. çapında bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe aşağılara kadar uzanan pandantiflerin yardımıyla taş duvarların köşelerine oturtulmuştur. Ana duvarlarda dört sıra halinde avlu cephesine sekiz, arka cepheye on dört, yan cephelerde de on birer pencere ile ibadet mekanı aydınlatılmıştır. Ayrıca kubbe kasnağında da yirmi pencere bulunmaktadır. Yanlarda üçerden altı adet pencere yan kanatlardakiler de tabhaneye açılmıştır.

İç mekan son dönemlerde yapılmış barok süslemeler ile orijinal bezemesinden uzaklaştırılmıştır. İbadet mekanı ile iki yandaki taphanelerin hiç bir bağlantısı bulunmamaktadır. Tabhaneler dış hatları ile kare planlıdır. İçerisi dokuzar kubbe ile dokuz eşit bölüme ayrılmıştır. İbadet mekanından tabhanelere geçiş bulunmamaktadır. Buraya şadırvan avlusundan veya dış avludan girilmektedir. Avlunun köşelerine tek şerefeli taştan iki minare yerleştirilmiştir.


Yıldırım Camisi (Merkez)

Edirne’nin batısında, Edirne-Kapıkule yolu üzerinde bulunan Yıldırım Camisi, Yıldırım Beyazıt’ın ismini taşımasına rağmen kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber bir çok kaynakta Yıldırım Beyazıt tarafından 1400’de yaptırıldığı yazılıdır. Bazı kaynaklarda da camiden Küpeli Cami olarak söz edilmiştir. Bunun nedeni de mihraba yakın olan kubbesinde birbirine geçmeli iki mermer halkanın oluşu ve bunların da küpeye benzetilmesidir. Evliya Çelebi’ye göre, Yıldırım Beyazıt bu camiyi kızı Küpheli Hatun adına yaptırmıştır.

Yıldırım Camisi’ne ait bir kitabe Edirne Müzesi’ndedir. Ancak bu kitabe kırık olduğundan tam olarak okunamamıştır:

Emri Sultan el-muazzam fi zıll-ullah
Bayezid, Murad bin Orhan…………. Lâ-zâlet mâmur………
Ve ol ulema…….sene isneyn ve semanemie el Hilaliye.

Edirne’nin en eski camilerinden biri olan cami haç planlı bir kilisenin temelleri üzerine yaptırılmıştır. Bu yüzden de mihrap alışılagelen cami planlarından farklı olup yana dönüktür.
Caminin yakınında imareti ve hamamı bulunmaktadır. Ayrıca buradaki Şehzadeler Türbesi Edirne’nin Rus işgali sırasında yıktırılmıştır. Bu türbede de Fatih Sultan Mehmet’in boğdurulan oğlu Şehzade Ahmet’in gömülü olduğu söylenmektedir.

Yıldırım Camisi, Osmanlı mimarisinin başarısız örnekleri arasında olduğundan söz eden sanat tarihçiler bulunmaktadır.

Yıldırım Camisi taş ve tuğladan yapılmıştır. Son cemaat yeri caminin beden duvarlarının uzantıları ve bunların arasındaki yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanmış dört sütundan meydana gelmiştir. Bu bölümün üzeri çatı ile örtülüdür. İbadet mekanı kare planlı olup üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. İbadet mekanı giriş ekseni üzerinde olmadığından mihrap da eğri yerleştirilmiştir. Cami içerisindeki çiniler l878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında tahrip edilmiştir.

Günümüzde iç mekan bezemesizidir. Caminin iki yanında 7 m. genişliğinde beşik tonoz örtülü bir dehliz ve iki yanda da kubbeli birer oda bulunmaktadır. Bu odalar ana girişten sonraki dehlize açılmaktadır. Bunların içlerinde yaşmaklı ocaklar bulunmaktadır. Bu bakımdan cami yan kanatlı, tabhaneli veya ters T planlı camiler gurubu içerisinde düşünülmektedir. Son cemaat yerinin sol tarafında minaresi bulunmaktadır.


Beylerbeyi Camisi (Merkez)

Edirne Hükümet Meydanı’ndan Sarayiçi’ne giden yolun solundaki bir yamaçta bulunan Beylerbeyi Camisi’ni kitabesi olmamakla beraber, vakıf kayıtlarından öğrenildiğine göre Sultan II.Murat dönem ümerasından, önce Tırhala Beyi sonra da Rumeli Beylerbeyi olan Sinaneddin Yusuf Paşa 1429’da yaptırmıştır.

Beylerbeyi Camisi plan bakımından yan mekanlı, tabhaneli veya ters T planlı zaviyeli camiler gurubu içerisinde düşünülmelidir. Osmanlı mimarisindeki cami tipleri arasında bu caminin farklı bir konumu bulunmaktadır.Taş ve tuğladan karma bir teknikle yapılmıştır. Mermer söveli sivri kemerli giriş kapısı oldukça gösterişlidir. İç kapının alt kısımları rûmi ve hatayî motiflerinden oluşan kalem işleriyle süslenmiştir. Girişin üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülüdür. Bunun iki yanında kare planlı üzeri kubbe ile örtülü iki yan mekan bulunmaktadır. Bu mekanlar dışarıya üç kenardan ikişer pencere ile açılmışlardır. Ayrıca giriş holüne birer pencere ile açılmışlardır. Mekanların içerisinde yaşmaklı birer ocak nişleri bulunmaktadır.

Caminin ibadet mekanı da kare planlı iki bölümden meydana gelmiştir. Bunlardan ilk bölüm yüksek sekiz dilimli bir kubbe ile örtülmüştür. Erken Osmanlı Devri mimarisinde görülen kapalı avlulu cami tipinin burada uygulandığı üzerindeki aydınlık fenerinden anlaşılmaktadır. Mihrabın yer aldığı ikinci bölüm üç cepheli olarak yapılmış, üzeri istiridye kabuğu şeklinde dilimli bir tonozla örtülmüştür. Prof. Dr.Semavi Eyice’ye göre bu bölüm Tire’deki l441 tarihli Hacı Yahşi Bey’in yaptırmış olduğu Yeşil İmaret Camisi’ni hatırlatmaktadır. Mihrabın yer aldığı bölüm bir bakıma kilise mimarisindeki apsidleri anımsatmaktadır. Minare soldaki tabhane hücresinin köşesindedir.

Beylerbeyi Camisi Balkan Savaşı sırasında harap olmuş, l950’li yılların başında mihrap yönü başta olmak üzere caminin büyük bir bölümü çökmüştür. Son cemaat yeri de tamamen ortadan kalkmıştır. Minarenin şerefeden sonra gelen kısımları yıkılmış, Beylerbeyi Sinaneddin Yusuf Paşa’nın Türbesinin kubbesi çökmüş, medresesi ise çok daha önceki yıllarda ortadan kalkmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Beylerbeyi Camisi’ni l960’lı yıllardan sonra yeniden yapılırcasına onarmıştır. Son cemaat yeri de bu arada yenilenmiştir.


Gazi Mihal Camisi (Merkez)

Edirne Tunca Nehri’nin yanında, Gazi Mihal Köprüsü’nün sağında bulunmaktadır. Giriş kapısı üzerindeki mermer kitabeden Gazi Mihal Bey tarafından 1421’de yaptırıldığı öğrenilmiştir.

Kitabe:

Enşee hazel-mekânel-mubareke el-emirül-kebir
Mihal ibn-i aziz tekemmelet fi eyyamis sultan
Murad ibn-i Muhammed ibn-i Bayezid han
Fi seneti hamse ve ışrıne ve semanemieti.
825 (1421)

Edirneli Badi Efendi bu yapının zaviye olarak yapıldığını ve daha sonra da camiye dönüştürüldüğünü yazmaktadır. Cami ile birlikte köprü, hamam ve imaret de yapılmıştır.

Bu cami yan mekanlı, tabhaneli veya zaviyesi, ters T tipi camiler gurubundandır. Kesme taştan yapılmış caminin önünde payeli beş bölümlü bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Bu bölümler dört kalın paye ve duvarlara bitişik iki yarım payeden oluşmaktadır. Bu bölümlerin üzeri tekne tonozlarla örtülüdür. Girişten sonra üzerleri kubbeli iki mekan birbirini peş peşe izlemektedir. Bunlardan birincisini iki yanına kare planlı iki yan mekan eklenmiştir.Yan mekanların üzeri çapraz tonozlarla örtülüdür. İbadet mekanı kare planlıdır ve üzerini merkezi bir kubbe örtmüştür. İbadet mekanı mihrap yanında ve iki kenardaki altlı üstlü ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Alçı mihrabı orijinaldir. Buradaki yıldızlar ve geometrik geçmeler farklı bir teknikte yapılmış olup, benzerlerine Edirne camilerinde rastlanmamaktadır. Mihrabın alt kısmı su basması yüzünden harap olmuştur. Mihrap önündeki hazirede 1435’de ölen Gazi Mihal Bey ile ailesinin mezarları bulunmaktadır.

Caminin tek şerefeli minaresi l752 depreminden sonra yapılmıştır.


Şah Melek Camisi (Şah Melek Paşa Camisi) (Merkez)

Edirne Gazi Mihal Köprüsü’nün yanında, Kapıkule yolu üzerinde bulunan Şah Melek Camisi’ni, Sultan II.Murat döneminde, Rumeli Beylerbeyi Şah Melek Paşa 1429 yılında yaptırmıştır. Ayrıca Şah Melek Paşa bu cami ile ilgili birde vakfiye düzenlemiştir.

Bugün cami, çevresinde yapılan yol nedeniyle çukurda kalmıştır. Caminin son cemaat yeri bulunmamaktadır. Bununla beraber caminin yapıldığı ilk dönemde son cemaat yerinin olduğu ve sonraki yıllarda yıkıldığı sanılmaktadır. Caminin iki taraftan kapıları vardır. Bu kapılardan birisinin üzerinde 1429 tarihli kitabesi bulunmaktadır.

Kitabe:

Yu’meru hazel-mescidi fi eyyam-ı devleti Sultan
Murad han İbni Muhammed hullide mülkühü ve minnetûhû
Ve amera Şah Melek bin Şadi tekabbel-Allah lahül-kerim
Minhü amin. Tariha Şehri Ramazan seneti isneteyni
Ve selasine ve semanemie.
832 (1429)

Kesme ve moloz taştan olan caminin kitabeli kapısının çok güzel bir görünümü vardır. Taş işçiliği yönünden son derece görkemli olan bu kapı silmeler ve geometrik şekillerle bezenmiştir

Caminin girişinde iki payeli bir bölüm vardır. Bu bölümün üzeri tekne tonozlarla örtülüdür. Onun arkasındaki ana mekan ve mihrap önü merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Bu yönden Şah Melek Camisi İznik Yeşil Camisi ile plan bakımından benzerlik göstermektedir.

Şah Melek Paşa Camisi iç bezemesi yönünden son derce ilginç bir yapıdır. Duvarların l.50 m. yüksekliğe kadar çinilerle kaplıdır. Bunlar firuze sırlı altıgen ve sekizgen çinilerdir. Burada lacivert zemin üzerine beyaz, sarı renklerde çiçek motifleri içeren çinilerdir. Ayrıca bunlar firuze renkte rûmili bordürlerle çevrilmişidir.

Caminin alçı kabartma mihrabı da çinilerle bezelidir. Mihrabın çevresinde geometrik örgüler ve rûmi motifleri de dikkati çekmektedir. Caminin orijinal konumunda kalem işleri ile bezeli olduğu kalan izlerden anlaşılmaktadır. Bu kalem işlerini Ord.Prof.Dr. A.Süheyl Ünver ile Y.mimar Ali Saim Ülgen tespit etmiş ve Vakıflar Dergisinde (I) yayınlanmıştır.

Caminin tek şerefeli minaresi vardır. Şah Melek Paşa’nın bir de imareti bulunmakta olup, bu imaret yakın tarihlerde onarılmıştır. Caminin arkasındaki avluda da Şah melek Paşa’nın 1441 tarihli mezarı bulunmaktadır.


Mezit Bey Camisi (Merkez)

Edirne Mezit Bey Camisi’ni Sancakbeyi Mezit Bey 1440-1441 yılında yaptırmıştır. Mezit Bey Eflak seferi sırasında bir baskında şehit olmuştur.

Osmanlı Mimarisinde yan mekanlı, zaviyeli veya ters T denilen plan tipinde yapılmıştır. Kesme taş ve tuğladan yapılan caminin ibadet mekanı merkezi kubbeli olup girişin iki yanında yan mekanları bulunmaktadır. İlk yapılışında zaviye olarak yapılmış, sonradan camiye dönüştürülmüştür.

Yapı 1752 depreminden zarar görmüştür. Caminin yanındaki imaret ve tabhaneler bu depremde tamamen yıkılmıştır. Cami l889’da yeniden onarılmış, bu arada bir de mihrap eklenmiştir. İbadet mekanı yeşil rengin ağır bastığı çinilerle kaplıdır. Bu nedenle de halk arasında Yeşilce Cami ismi ile tanımıştır. Ayrıca mihrabın üst kısmına da kabartma bir bordür eklemiştir. Onarım öncesine ait kalem işlerinin örnekleri yer yer görülmektedir. Tek şerefeli minaresi de çinilerle kaplıdır.


Şeyh Şuca Camisi (Merkez)

Edirne Dilaver Bey Mahallesi’nde bulunan Şeyh Şuca Camisi’ni Sultan II.Murad döneminde padişahı bir tehlikeden koruyan Şeyh Şucaaddin Karamani kendisine Kaleiçi’nde verilen arazide yaptırmıştır.

Cami XV.yüzyıla tarihlendirilmektedir. Günümüze harap bir durumda gelebilen caminin kitabesi bulunmamaktadır. Ancak ayakta olan minaresinden kesme taş ve tuğladan yapıldığı anlaşılmaktadır. İlk yapımında zaviye olan bu yapı 1535’te camiye dönüştürülmüş, 1751 depreminde de yıkılmıştır. Büyük olasılıkla dikdörtgen planlı ve üzerinin de çatı ile örtülü olduğu sanılmaktadır.



Dar’ül Hadis Cami (Merkez)

Edirne’de Kaleiçi’nde Dar’ül Hadis Caddesi ile Doğan Sokağı’nın kesiştiği yerde bulunan Dar’ül Hadis Camisi’ni Sultan II.Murad 1435’te yaptırmıştır. Hıbrî’nin Enis-ül-müsamirin’den öğrenildiğine göre, padişahın rüyasına giren Hz.Muhammed ondan bir cami yaptırmasını istemiş, Sultan II.Murad’da bu camiyi yaptırmıştır.

Dar’ül Hadis Edirne’nin kültürel yaşamında önemli yer tutan hadis öğrenimi veren bir medrese olarak yapılmıştır. Sonraki dönemlerde camiye çevrilmiştir. Ayrıca Sultan II.Murad bununla ilgili geniş bir vakfiye düzenlemiştir.

Caminin üç kitabesi bulunmaktadır. Ancak bu kitabelerden hiç birisi ilk yapımına ait değildir. Bu da gösteriyor ki bu yapı önce Dar’ül hadis olarak yapılmış, sonradan camiye çevrilmiştir. Bu kitabelerden birinin de XVI.yüzyılın sonlarında buraya konmuş olması de buna açıklık getirmektedir. Büyük olasılıkla bu kitabeler yapının onarımı sırasında yazılmış ve aslına uygun olarak da düzenlenmiştir.

Kitabe:

Hazel cami-üşşerif-lissultan-il a’zam
Eşşahin şah-ı muazzam el-müeyyidü mines sema
El-muzaffer ve kahr-ül a’da nasirül adlı vel hasan
Basitül-ecnihatil emân alâ ehl-il iman
Essultan ibn-i sultan ebü-l-feth Murad Han
İbn-i Muhammed han ibn-i Bayezid han
Lâ-zâlet râyâtü saltanatihi ve hullide mülkühü
Tahriren fil-yevmis-salisi ve ışrîn
Min şehr-i şaban-ül muazzami fi seneti semane ve
Selasenie ve semanemiete-hicriyetin-nebevîyeti
838 (1434)

Geniş bir avlu ortasında bulunan, kareye yakın dikdörtgen planlı olan yapı kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. İbadet mekanı iki bölümden meydana gelmiştir. Bunlardan ilk bölüm yanlarda duvarlara, ortada da iki sütuna dayanan kemerlerle diğerinden ayrılmıştır. Diğer bölümün orta mekanı pandantifli merkezi bir kubbe ile örtülmüş, kenardaki açıklıklara da tonozlar yerleştirilmiştir. Caminin girişindeki, iki sütunun taşıdığı son cemaat yeri XIX.yüzyılda yapıldığını belirtecek şekilde kırık yuvarlak kemerli ve barok üsluptadır. İbadet mekanı alt sırada dikdörtgen, üst sırada da yuvarlak kemerli alçı pencerelerle aydınlatılmıştır. İç mekanda mihrap ve duvarların bir bölümü ile pandantifler kalem işleri ile bezenmiştir. Caminin avlusunda barok üslupta geniş saçaklıklı bir şadırvan bulunmaktadır. Yapının iki kenarındaki tabhanesinden günümüze hiçbir iz gelememiştir.

Caminin minaresi Balkan Savaşı sırasında top mermisi ile yıkılmış ve sonradan yenilenmiştir.

Caminin avlusu Osmanlı şehzadeleri için mezarlık olarak kullanılmıştır. Burada Sultan II.Murad’ın oğlu Şehzade Orhan ve Şehzade Hüseyin; Sultan II.Mustafa’nın çocuklarından Şehzade Ahmet, Hatice, Ümmügülsüm sultanlar; Sultan III.Ahmet’in çocuklarından şehzade Mehmet, Şehzade Selim ve Rukiye ile Zeynep sultanlar gömülüdür. Ayrıca devrin ulemâsından Fahreddin-i Acemi ile Çirmen Sancak Beyi Karamanoğlu Mehmet Bey de burada gömülü bulunmaktadır.

Saruca Paşa Cami (Merkez)

Edirne’de Kaleiçi’nde Devlet Hastanesi yanında bulunan Saruca Paşa Camisi, Sultan II.Murad ve Fatih Sultan Mehmet devri komutanlarından Saruca Paşa tarafından 1453 yılında yaptırılmıştır.

Caminin giriş kapısı üzerindeki 93x57 cm. ölçüsündeki mermer sülüs yazılı kırık kitabesi Edirne Müzesi’nde bulunmaktadır.

Kitabe:

Bismillahirrahmanirrahim
Rusisa Bünyan hazel makâmül kerim fi ahdi
Devlet-üs sultan-il azim dürreti sübhanehü a’zam-ül
Selâtin-ül muhtass bi-fethi kal’a Kontantiniyye
Essultan ebül feth Mehmet han min lâ atal kevep
Vücude me’mûr-ül deveran ekall halâkâl kebir
Mahmudül el fakir
Fi ihtişame kûl ihvan-üs-safâ tarihen hayrün bina
863 (1458)

Saruca Paşa Camisi kesme taş ve kaba yontma taştan kare planlı bir yapı olup, üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülüdür. Duvarlar kirpi saçakla sona ermektedir. Giriş kapısı mermer söveli ve oldukça gösterişlidir. İbadet mekanı her duvarda birer tane olmak üzere yuvarlak kemerli pencere ile aydınlatılmıştır. Mihrap beş köşeli olup, yarım kubbe ile sona ermektedir.

Caminin minaresi taş kaide üzerinde yuvarlak gövdeli, kesme taştan ve tek şerefelidir.Günümüzde kullanılmakta olan caminin haziresinde Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ile Budin Valisi Melek İbrahim Paşa’nın kesik başları gömülüdür.


Atik Ali Paşa Camisi (Merkez)

Edirne Kaleiçi’nde bulunan Atik Ali Paşa Camisi ile ilgili kaynaklarda yeterli bir bilgi bulunmamaktadır. Ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Halk arasında Atik Ali Paşa Camisi olarak tanınmaktadır. Ancak 1897 yılında onarılmıştır.

Cami tuğla hatıllı, kaba yontma taştan yapılmıştır. Duvarlar kirpi saçakla sona ermektedir. Üzeri kubbe ile örtülüdür. Cephe duvarlarının her kenarında, altta yuvarlak kemer alınlıklı ikişer dikdörtgen, üstte de sivri kemerli üçer penceresi bulunmaktadır. Mihrabın bir özelliği yoktur. Camiye bitişik olan minare taş kaide üzerinde tuğladan ve silindirik gövdelidir.

Cami günümüzde harap durumdadır.


Selçuk Hatun Camisi (Merkez)

Edirne Fakih Mahallesi Kadirhane Sokağı’nda bulunan Selçuk Hatun Camisi’nin kitabesinden öğrenildiğine göre Çelebi Sultan Mehmet’in kızı Selçuk Hatun tarafından 1455 yılında yaptırılmıştır. İbrahim Halife de kendi parasından buraya bir minber eklemiştir.

Kitabe:

Men benî-lillâhi Mescide benî-lillâhî lehü beyte filcenneti
Hasbet-en-lillahi hazel mescidi Selçuk hatun bint-i müresel
Errahmet-ullahi……….fi tarihi sene ve sittin ve semanemie
860 (1455).

Cami kare planlı, kesme taştan yapılmıştır. Üzeri tromplar üzerine oturan merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Giriş kapısının yanında bir mihrap ve bir pencere; mihrap cephesinde yanlarda ikişer; diğer duvarlarda da altta alınlıklı dikdörtgen, üstte de yuvarlak kemerli ikişer penceresi bulunmaktadır. Uzun süre harap durumda olan bu caminin onarımına Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce 2004 yılında başlanmıştır. Ancak önündeki izlerden üç bölümlü bir son cemaat yerinin olduğu anlaşılmaktadır.

Mihrap beş köşeli olup, üzerindeki izlerden kalem işleri ile bezeli olduğu anlaşılmaktadır. Caminin batı köşesindeki minare taş kaide üzerinde tuğla gövdeli olduğu sanılmaktadır. Orijinal minare günümüze gelememiştir.


Kirazlı Cami (Şehabettin Paşa Camisi) (Merkez)

Edirne’de Şehabettin Paşa Mahallesi’nde, Kirazlı Cami Sokağı’nda Saraçhane Köprüsü’nü yaptırmış olan Şehabettin Paşa tarafından tek kubbeli olarak 1436 yılında yaptırılmıştır. Cami halk arasında Kirazlı Cami olarak anılmaktadır.

Şehabettin Paşa II.Murad ve Fatih Sultan Mehmet döneminde vezirlik ve 1437’de de Rumeli Beylerbeyliği yapmıştır. Şehabettin Paşa’nın Edirne’de yaptırmış olduğu iki mescidi ve hamamı ve köprüsü, Filibe’de de camisi, kervansarayı ve imareti bulunmaktadır.

Caminin kapısı üzerinde iki satırlı Arapça sülüs yazılı mermer bir kitabesi bulunmaktadır.
Kitabe:

Esas hazel mescidil fi eyyam-üs Sultan Murad han
Hacı Şahabeddin bin Abdullah. Tarihi sene erbain ve semanemie.

Cami tuğla hatıllı, kaba taştan, kare planlı olarak yapılmış üzeri yüksek sekizgen bir kasnak üzerine oturan merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Caminin iki duvarında altta dikdörtgen, üstte de sivri kemerli ikişer alçı penceresi bulunmaktadır. Alt pencereler tuğla hatıllarla üstten kemer şekline sokulmuştur. Kuzey duvarındaki sekiz köşeli mihrap dışarıya doğru taşkındır. Ayrıca giriş kapısının yanında 5 m. yüksekliğinde bir mihrap bulunmaktadır. Osmanlı mimarisinde son cemaat yerine yerleştirilen mihraplar küçük boyutlu olmasına rağmen buradaki böylesine yüksek ve gösterişli, istiridye motifi ile sona eren mihrabın bulunması ilgi çekicidir.

Cami duvarına bitişik olan yüksek kürsü üzerindeki yuvarlak gövdeli taş minaresinin yüksekliği kubbeyi aşmamaktadır.


Şeyhi Çelebi Cami (Merkez)

Edirne Ayşe Kadın semtinde, Şeyh Çelebi Cami Sokağı’ndaki bu caminin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Yapı üslubundan XVI.yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı anlaşılmaktadır.

Cami kare planlı olup, üzeri merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Duvarları kesme taştan yapılmış olup, bir sıra taş dizisini iki sıra arasına şerit halinde tuğla hatıllar izlemektedir. Böylece bütün duvar bu teknikte örülmüştür. Caminin mihrap duvarı dışında kalan duvarlarında alt sırada dikdörtgen söveli ikişer pencere bulunmaktadır. Üst sırada da ikişer tane sivri kemerli alçı pencereleri vardır. Caminin önüne son yıllarda eklenen ahşap son cemaat yeri caminin bütünü ile uyum sağlamamaktadır. Yan tarafındaki minaresi kesme taş kaide üzerine kesme taştan köşeli ve tek şerefelidir. Şerefe altında kabartma yuvarlak firizler bulunmaktadır.

Cami avlusunda şadırvanı vardır.


Kadı Bedrettin Camisi (Merkez)

Edirne Ayşe Kadın Semtinde, Talat paşa Caddesi üzerinde bulunan Kadı Bedrettin Camisi’ni Edirne Kadısı, Kadı Bedrettin ismi ile tanınan Mevtana Bedrettin Mahmud Bin Abdullah 1530 yılında yaptırmıştır. Bunu belirten sülüs yazılı Arapça kitabesi giriş kapısı üzerindedir.

Kitabe:

Elmerhum el magfurus-said
Bedreddinül kadı. Tarih sene 936 (1530)

Cami geniş bir avlu ortasında olup, kare planlı, sekiz köşeli kasnak üzerine oturmuş, pandantifli merkezi bir kubbe ile üzeri örtülüdür. Kesme taş ve tuğla hatıllı duvarları bulunmaktadır. Burada bir sıra kesme taş dizisini bir sıra tuğla hatıllar izlemektedir. Caminin iki yan kenarında alt ve üstte olmak üzere yuvarlak kemerli ikişer penceresi bulunmaktadır. Ayrıca bunların üstünde iki pencerenin ortasına da yine yuvarlak kemerli bir pencere yerleştirilmiştir. Mihrap duvarının iki yanında da altlı üstlü birer sivri kemerli penceresi vardır. Mihrap yedi köşeli olup, bezeme olarak orijinalliğinden oldukça uzaktır. Caminin önündeki son cemaat yeri mermer sütunlu olup, camekanla kapatılmıştır. Son cemaat yerinin orijinal şeklinden uzaklaştığı açıkça görülmektedir. Son cemaat yeri iki bölüm halinde pandantifli kubbe ile örtülüdür.

Son cemaat yerine bitişik olan minare oldukça yüksek, taş kaide üzerinde yuvarlak gövdeli olarak oturtulmuştur. Tek şerefeli olan minarenin şerefe altında kabartma taş firizler bulunmaktadır.


Kuşçu Doğan Cami (Merkez)

Edirne Karanfiloğlu Mahallesi, Kuşçu Doğan Cami Sokağı’nda bulunan bu camiyi Kuşçu Doğan yaptırmıştır. Kitabesi bulunmamakla beraber yapı üslubundan XV.yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır.

Kuşçu Doğan, Kurt Doğan, Kurtçu Doğan, Korucu Doğan isimleri ile de tanınan Kuşçu Doğan bir Yeniçeri Ağası’dır. Aynı zamanda bu isim bir Yeniçeri Ortasını da simgelemektedir.

Cami kesme taştan, kare planlı olarak yapılmıştır. Üst örtüsünü dört köşedeki oldukça büyük trompların taşıdığı merkezi bir kubbe örtmektedir. Caminin doğu, batı ve güney cephelerinde ikişer dikdörtgen söveli penceresi bulunmaktadır. Bunlar içten sivri kemerlidir. Caminin batı yönünden girilen giriş kapısının yanında bir mihrap nişi bulunmaktadır. Mihrap sekiz köşelidir.

Minaresi caminin batısında olup, kesme taş kaide üzerinde, kesme taştan köşeli gövdeye sahiptir. Tek şerefelidir. Caminin avlusunda XVII.-XIX.yüzyıllara ait taş işçiliği yönünden önemli ve tarihi belge niteliğinde olan mezar taşları bulunmaktadır.

Lari Camisi (Merkez)

Edirne Eski İstanbul Caddesi ile Saraçlar Caddesi’nin birleştiği noktada, Bat Pazarı denilen yerde bulunan Lari Camisi’ni Fatih Sultan Mehmet’in Hâkim Lari-i Acemi isimli hekimi 1514 yılında yaptırmıştır. Tıp kaynaklarında Abdülhamid Lari olarak tanınan bu hekim ile ilgili bir takım iddialar ortaya atılmıştır. Bunlara göre Fatih Sultan Mehmet’i yavaş yavaş zehirlemiş, Karamanlı Mehmet Paşa’ya uyarak padişahı yanlış tedavi etmiştir. Ancak Sultan II.Beyazıt zamanında da padişahın yanında hekimliğini sürdürmesi bu iddiaların yersiz olduğunu göstermektedir.

Halk arasında Laleli Cami olarak da bilinen Lari Camisi 1752 depreminde kubbesi yıkılmış, revaklarının büyük bir bölümü hasar görmüştür. Bunun ardından İplikçi Ahmet Ağa camiye ahşap bir kubbe yaptırmış, sonraki dönemlerde de yenilenmiştir. Caminin giriş kapısı dışarıya doğru taşkın taş silmelidir. Bunun üzerinde Arapça 1514 tarihli sülüs yazılı kitabesi bulunmaktadır.

Kitabe:

Kemmil-ül ma’rûf birrûn mâcid
Talib-ül gufrân min rabb-ül gâfur
El-müsemmâ bi-hâmid-ül din-i kadd
Kasîdel-ihlas-lillahi eşşekûr
Lem yuhib mes’ahü iz tarihi
Teme ihsan-ül Hamidûn len yebur
920 (1514)

Cami revaklı ve iki kubbelidir. Kareye yakın 11.65x11.70 m. ölçüsündeki cami kesme taştan yapılmış, üzeri de pandantifli, yüksek kasnaklı merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Caminin önünde beş bölümlü üzerleri kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Burası duvar uzantıları ve birbirlerine yuvarlak kemerli dört sütundan oluşmuştur. Günümüzde bu son cemaat yerinin önü camekanla kapatılmıştır. Caminin doğu ve batı duvarlarında üçü alt sırada, üçü de üst sırada, bunların da arasında birer yuvarlak pencere ile aydınlatılmıştır. Giriş kapısının iki yanında birer ve üstünde de bir olmak üzere üç penceresi daha bulunmaktadır. Bu pencereler dikdörtgen sövelidir.

Minare kaidesi üzerinde yükselen sekizgen gövdeli ve mukarnaslı, tek şerefelidir. Caminin medresesi ve şadırvanı günümüze gelememiştir.


Kasım Paşa Camisi (Merkez)

Edirne Kirişhane semtinde, Tunca Nehri’nin yanında bulunan bu camiyi Fatih Sultan Mehmet ve II.Beyazıt zamanında Vezirlik ve bir süre de Sadrazamlık yapmış olan Kasım Paşa 1479’da yaptırmıştır. Kasım Paşa, Halk arasında Evliya Kasım Paşa olarak tanınmış, Rumeli Valisi iken ölmüş ve caminin haziresine gömülmüştür.

Kasım Paşa Camisi Tunca Nehri’nin zaman zaman taşmasından ötürü sürekli sular altında kalmış ve bu yüzden de harap olmuştur.

Cami kare planlı, kesme taştan yapılmıştır. Üzerini dışarıya doğru çıkıntı yapan trompların taşıdığı bir kubbe ile örtülüdür. Caminin kuzey cephesindeki duvarlarda görülen izlerden önünde sütunlu ve kemerli bir son cemaat yerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Sonraki yıllarda buraya ahşap bir son cemaat yeri eklenmiştir. Giriş kapısı anıtsal bir görünümde olup, giriş kemeri kırmızı ve beyaz taşlardan oluşan yuvarlak bir form ortaya koymuştur. Kapının iki yanında birer pencere bulunmaktadır. Giriş kapısının üzerinde sülüs yazılı kitabesi bulunmaktadır.

Kitabe:

Mimmen yuğmeru mesacid-allahi ve minha yepna
Binaen münifen camian lâtifen ve mecmaan şerifen
Kasımpaşa veffika-hullahü limaye-şâe fi seneti
Selâse semânine ve semânemieti min hicretin
Nebeviye aleyhi salât-ı behiyyetün.
883 (1479).

Caminin duvarlarında dikdörtgen söveli ikişer pencere ilk sırada, bunun üzerinde de yuvarlak kemerli ikişer pencere bulunmaktadır. Ayrıca trompların dışarıya yansıttığı yüksek alınlıklarda da birer yuvarlak kemerli penceresi vardır. Mihrap harap durumdadır. Caminin yanındaki minaresi kesme taştan yüksek bir kaide üzerine yuvarlak gövdelidir. Minarenin şerefeden yukarısı yıkıktır.

Kasım Paşa Camisi günümüzde harap durumdadır.


Sitti Şah Sultan Camisi (Merkez)

Edirne Karacabevvap Mahallesi, Mahkeme Bayırı’nda bulunan Sitti Şah Sultan Camisi, Fatih Sultan Mehmet’in eşi Dulkadiroğlu Süleyman Bey’in kızı Sitti Hatun tarafından 1484 yılında yaptırılmıştır. Sitti Sultan bu cami ile ilgili 1520, 1530 ve 1574 tarihli üç ayrı vakfiye düzenlemiştir.

Cami kare planlı, kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Üzeri tromplu ve yüksek kasnaklı merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Caminin önünde son cemaat yerinin olduğunu gösteren izler duvarda bulunmaktadır. Giriş kapısı kesme taştan ve silmeli olup üzerinde sülüs yazılı Arapça kitabesi bulunmaktadır.

Kitabe:

Rusisât Bünyan hazel mâkâmel-kerim fi devletis-sultânil-azim
Essultan ibn-i sultânil-gazi ebü-l-feth Bayezıd han edâm-Allahü
Bil-hayr ve d^rret-ül hasenati tihân havâtinız-zeman Sitt şah
Bint-i Süleyman ibn-i Zülkadir tarih fi senete tis’a ve semanine ve semanemie.
889 (1484).

Caminin içerisi doğu ve batı cephelerinde dikdörtgen söveli üçgen alınlıklı beşer pencere ile aydınlatılmıştır. Ayrıca mihrap yönünde altlı üstlü ikişer, giriş kapısı yanlarında da birer penceresi bulunmaktadır. Batı cephesinde bulunan minare kesme taş kaide üzerine köşeli olarak oturtulmuş tek şerefelidir.

Caminin kuzeyinde şadırvanı bulunmaktadır.


Defterdar Camisi (Merkez)

Edirne Talat paşa Caddesi üzerinde bulunan Defterdar Camisi’ni Kanuni Sultan Süleyman ve Sultan II.Selim dönemi defterdarlarından Mustafa Paşa yaptırmıştır. Caminin kitabesi bulunmadığından yapım tarihi bilinmemektedir. XVI.yüzyılda Mimar Sinan tarafından yapılmıştır.

Geniş bir avlu ortasındaki cami kare planlı, kesme taştan yapılmış olup, üzeri pandantiflerin ve trompların taşıdığı merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Caminin önünde hafif sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmış dört sütunun taşıdığı, dört bölümlü, üzeri kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Caminin giriş kapısı köfeki taştan olup, silmelerle çerçeve içerisine alınmıştır. Girişin iki yanında dikdörtgen söveli ikişer penceresi vardır. Caminin kesme taşlar arasında tuğla derzli silmeleri bulunmakta olup, giriş dışındaki duvarlara her birinde üç sıra halinde dokuzar pencere açılmıştır.

Mihrap yedi köşeli olup stalaktitlerle sona ermektedir. Ayrıca çevresinde birer sütunçe bulunmaktadır. Minberi ve kadınlar mahfili geç devirlerde yapılmış ve herhangi bir özellik taşımamaktadır.

Minare kesme taştan köşeli ve tek şerefelidir. Şerefe altı mukarnaslıdır.


Arif Ağa Cami (Merkez)

Edirne Baba Demirtaş Mahallesi, Salı Tekke Sokağı’nda bulunan Arif Ağa Camisi’nin yapım kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Halk tarafından Künbet Camisi ismi ile de anılmaktadır. 1446 yılı Vakıf tabu kayıtlarında Arif Ağa Mahallesi’nin ismi geçmektedir. Buna dayanılarak bu caminin XV.yüzyılın ortasında Arif Ağa isimli biri tarafından yaptırılmış olması ihtimal dahilindedir.

Cami kesme köfeki taşından kare planlı olup, üzerini trompların yardımı ile merkezi bir kubbe örtmektedir. Tromplar dışa doğru taşkın olup, içeride pandantiflidir. Caminin kuzey ve doğu duvarlarında alt sırada üç, üst sırada iki, kasnakta da bir penceresi bulunmaktadır. Alt pencereler dikdörtgen söveli, üst pencereler de sivri kemerli ve alçı şebekelidir. Caminin kuzey köşesinde giriş kapısı bulunmaktadır. İbadet mekanındaki mihrap stalaktitli olarak sona ermektedir. Ayrıca mihrapta çarkıfelek ve gülbezek motifleri vardır.

Kuzey cephesinin batı köşesinde yer alan minare kesme taştan kaide üzerinde yükselmekte olup, tek şerefelidir. Dikey yivlerle hareketlendirilmiştir. Şerefesi oldukça sadedir.

Cami Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1993 yılında onarılmıştır.


Yahya Bey Camisi (Merkez)

Edirne, Saruca Bey Mahallesi, Yahya Bey Sokağı’nda bulunan camiyi Sultan II.Selim’in nedimlerinden 1577’de Yahya Bey yaptırmıştır. Yahya Bey Bursa’daki Sultan Orhan ve Yıldırım Beyazıt’ın yaptırdığı eserlerin vakıf mütevellisidir.

Cami tuğla hatıllı kesme taştan, kare planlı olup, üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Duvarlarında bir sıra kesme taş, bir sıra da tuğla hatıl kullanılmış ve böylece yapıya daha hareketli bir görünüm kazandırılmıştır. Caminin önünde ahşap direkli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Camiye giriş kuzey duvarının doğu ucunda olup silmelerle kapı nişi çevrelenmiştir. Giriş kapısının üzerinde 1577 tarihli kitabesi bulunmaktadır.

Kitabe:

Sahibül hayr yani Yahya bey
Kıldı bu Mescidi şerifi bina
Yaptı anınla dâr-ı ahiretin
Kıldı cenette kendüye me’va
Dedi tarihini anın Mecdi
Mescid-i hûb ve mecma’i âli
985 (1577).

İbadet mekânı doğu ve batı cephelerinde iki sıra halinde üçer pencere, güney cephesinde iki sıra halinde ikişer pencere ile aydınlatılmıştır. Mihrap yedi köşeli olup, mukarnaslı olarak sona ermektedir. Alçı bezemelidir.

Caminin doğusunun kuzey ucunda minaresi bulunmaktadır. Kesme taş kaide üzerinde minare yuvarlak gövdelidir. Caminin yüksekliğine göre minarenin hem kısa hem de kalın oluşu sonradan yapılmış olabileceği izlenimini vermektedir.


Hıdır Ağa Camisi (Merkez)

Edirne Selimiye Camisi’nin güneyinde, Kilerci Yakup Mahallesi’ndeki Hıdır Ağa Camisi’nin kitabesi bulunmamaktadır. Vakıf kayıtlarında Hıdır Ağa’nın buradaki hamamı bu camiye vakfettiği yazılıdır. Mimari üslubundan ve vakıf kayıtlarından caminin XVI.yüzyılın ortalarında yapıldığı anlaşılmaktadır.

Cami 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda zarar görmüş, daha sonra çeşitli dönemlerde onarılmıştır. Son olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1993 yılında onarılmıştır.

Cami kare planlı, kesme taştan yapılmış olup, üzerini tromplu bir kubbe örtmektedir. Son cemaat yeri iki köşedeki paye ve ortadaki bir sütunun yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanması sonucunda üç bölümlü olup üzeri kubbelidir. Caminin yan duvarları iki sıra halinde ikişer pencere ve trompların arasında da birer pencere ile aydınlatılmıştır. Caminin mihrabı yedi köşelidir. İç mekanda orijinal süsleme elemanı bulunmamaktadır.

Caminin doğu ucunda bulunan minare kesme taştan olup, taş bir kaide üzerinde yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir.


Gazi Hoca Cami (Merkez)

Edirne, Gazi Hoca Mahallesi, Gazi Hoca Sokağı’nda bulunan bu camiyi Sultan II.beyazıt döneminde Gazi Hoca yaptırmıştır. XV.yüzyıla ait olduğu sanılan caminin kitabesi bulunmamaktadır.

Kare planlı olan cami kesme taş ve tuğla hatılla yapılmıştır. Caminin girişi doğu ucunda yer almaktadır. İbadet mekanı iki yan kenarda altta dikdörtgen söveli, üstede yuvarlak alçı pencereler ile aydınlatılmıştır. Girişin yanında birer ve mihrap duvarında da altlı üstlü ikişer pencere bulunmaktadır. Ayrıca trompların arasındaki kasnakta da birer penceresi vardır.

Doğu duvarının kuzey ucunda bulunan minare, kesme taş kaide üzerinde yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir.
 
#3
Edirne Türbeleri


Has Yunus Kaptan Türbesi (Enez)

Edirne, Enez ilçe merkezi dışında, Bizans ve Osmanlı dönemlerine tarihlenen mezarlığın ortasında Has Yunus Kaptan’ın türbesi bulunmaktadır. Has Yunus Kaptan ilk Türk deniz kumandanlarından olup, Fatih Sultan Mehmet tarafından idam edilmiştir. Has Yunus Kaptan hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Yunus Kaptan’ın İspanyol ve Katalonyalı olduğuna dair iddialar ortaya atılmışsa da bunların hiçbiri kesinlik kazanamamıştır.

Yunus kaptan’ın türbesi Bizans döneminde yapılmış küçük bir şapeldir. Kapalı Yunan haçı planındaki bu şapelin naosunu 1.65 m. yüksekliğinde dört pencereli kasnağı olan pandantifli bir kubbe örtmektedir. Haçın kollarının üzeri beşik tonozlarla örtülmüştür. Doğusunda yarım yuvarlak, dışarıya taşkın ve yarım kubbeli bir apsidi bulunmaktadır. Prof.Dr.Semavi Eyice bu yapının İtalya’daki Ravenna’da Gala Placidia (450-452) ve Karadağ’da Doclea ile benzerlikleri olduğunu, aynı tip şapellere Orta Anadolu’da Karaman bölgesi’ndeki örneklerle de karşılaşıldığını belirtmiştir.

Şapel türbeye dönüştürüldükten sonra giriş kapısı örülmüş, yan duvarlarda yeni bir kapı açılmıştır.

Sinaneddin Yusuf Paşa (Sinan Bey) Türbesi ( Merkez)

Edirne merkezden Sarayiçi’ne giden yolun sağında bulunan Beylerbeyi Camisi’ni yaptırmış olan Tırhala Beyi, Rumeli Beylerbeyi olan Mirimiran Sinan Bey’in (Sinaneddin Yusuf Paşa) türbesi caminin haziresinde bulunmaktadır.

XV.yüzyıl eseri olan türbe sekizgen planlı olup, kesme taştan yapılmıştır. Günümüze harap ve yıkık bir durumda gelen bu türbenin üzerinin kubbeli olduğu sanılmaktadır. Zengin silmeli çerçeveler içerisine alınmış giriş kapısı bulunmaktadır. Bu kapı çift bademler ve bitkisel motiflerle bezelidir. Türbenin içerisinde mihrabı bulunmaktadır. Ayrıca türbe içerisindeki sırlı tuğla kalıntılarından da iç kısmının bezeli olduğu anlaşılmaktadır.
 
#4
Edirne Medreseleri

Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde Edirne’de on iki medresenin bulunduğunu belirtmiştir. Bu medreselerden Muradiye Medresesi, Yıldırım Medresesi’nin önde geldiğini belirtmiştir. Ahmed Badi Efendi’de “Rıyaz-ı Belde-i Edirne” isimli eserinde, Edirne’de 46 medresenin olduğundan söz etmiştir.


Darül Hadis Medresesi (Merkez)

Edirne’de Tunca Nehri kıyısında, demiryolu köprüsünün yanında bulunan Darül Hadis Medresesini Sultan III.Murat 1435’de yaptırmıştır. Sonraki yıllarda bu medreseye bir minare eklenerek camiye dönüştürülmüştür. Bu minare Balkan Savaşı sırasında, l913’de medresenin üç kubbesi ile birlikte yıkılmıştır.

Medrese kesme taştan yapılmış, avlusunun ortasına da sonraki dönemlerde bir şadırvan eklenmiştir.


Selimiye Medresesi Darülkurra (Merkez)

Mimar Sinan, Selimiye Camisi’nin etrafına iki medrese ile altına da bir çarşı yapmıştı.
Selimiye yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan bu medrese kıble duvarının solunda bulunmaktadır.

Mimar Sinan yapı topluluğunun avlusundaki bu yapıları camiyi gölgelememesi için gözden uzak tutmuştur. Bununla beraber son derece güzel bir işçiliği olan medrese kesme köfeki taşından kare planlı olarak yapılmıştır. Avludan dikdörtgen söveli bir kapıdan içerisine girilen medrese avlusunu çepeçevre bir revak çevirmektedir.Yuvarlak kemerlerin birbirine bağladığı sütunların iki yönünde medrese hücreleri sıralanmıştır. Girişin solunda ise kare planlı, üzeri kubbeli bir darülkurra yerleştirilmiştir. Burada üzeri kubbeli on iki hücre bulunmaktadır. Hücrelerin her birinin içerisinde ocaklar ve nişler bulunmaktadır.


Darül Tedris Medresesi (Merkez)

Edirne Selimiye Camisi’nin bir bölümünü oluşturan Darül Tedris Medresesi caminin arka avlusundadır. Sultan II.Selim tarafından cami ile birlikte Mimar Sinan’a yaptırılmıştır.

Avludan gösterişli dikdörtgen söveli bir kapıdan medrese avlusuna girilmektedir.
Kare planlı avlunun çevresinde yuvarlak sütunların birbirine bağlandığı revaklar ve bunların arkasında da avlunun iki yönüne on üç küçük medrese odası sıralanmıştır. Kare planlı bu hücrelerin üzerleri kubbelerle örtülüdür. Odaların içerisinde niş ve ocaklar bulunmaktadır.
Edirne Müzesi kurulduğu sırada bu medreseden yararlanılmıştır. Günümüzde Türk İslam Eserleri Müzesi işlevini sürdürmektedir.


Saatli Medrese (Merkez)

Edirne, Üç Şerefeli Cami’nin ve Peykler Medresesinin yanında bulunan Saatli Medrese Sultan II.Murat zamanında 1437-1447 yıllarında yapılmıştır.

Avlulu medreseler gurubundan olan medresenin çevresinde medrese hücreleri sıralanmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmaktadır.





Peykler Medresesi (Merkez)

Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış olan Peykler Medresesinin kitabesi günümüze gelmemiştir. XV.yüzyıla tarihlenen medresenin görkemli bir giriş kapısı bulunuluyordu.

Kare planlı bir avlunun etrafında kubbeli bir revakın arkasında 18 medrese hücresi sıralanmıştı. Medresenin biri giriş kapısı yanında diğeri de eyvan görünümünde, girişin karşısına gelen dershanesi bulunmaktadır.

Medrese Sultan II.Beyazıt yapı topluluğunun bir bölümü olup yakın tarihlerde restore edilmiştir.


Yıldırım Medresesi (Merkez)

Yıldırım Beyazıt’ın cami ile birlikte yaptırmış olduğu medrese XV.yüzyılın başlarına tarihlendirilmektedir. Medresenin plan düzeni daha geliştirilerek Bursa Yeşil Medresede uygulanmıştır.

Giriş kapısından dikdörtgen planlı bir avluya girilmektedir. Bu avlunun çevresini üç yönlü kubbeli revaklar çevirmiştir. Yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanan bu revakların arkasında tonozlu odalar yer almıştır. Girişin karşında kare planlı kubbeli dershane bir kemerle avluya açılmaktadır. Bu medrese de Selçuklu ve Beylikler Devri medreselerinin bir bakıma Osmanlı medrese mimarisine uyarlanışı olarak düşünülmektedir.


Sultan II.Beyazıt Medresesi (Merkez)

Sultan II.Beyazıt’ın (1447-1512) 1484-1488 yıllarında Akkirman Savaşı’nın ganimetleri ile yaptırdığı Beyazıt Külliyesinin bir bölümü olan Sultan II.Beyazıt Tıp Medresesi Edirne Tunca Nehri yanındadır.

Dikdörtgen planlı medresenin revaklı avlusunun çevresinde 18 oda, girişin karşısına gelen yerde de büyük kubbeli, dışarı taşkın bir dershanesi bulunmaktadır. Kesme taş yapılan medresenin duvarlarında tuğla frizler bulunmaktadır. İki uzun kenarda kubbe ile örtülü yedişer hücre bulunmaktadır. Medrese duvarları iki sıra halinde pencerelerle aydınlatılmıştır. Bunlardan alt sıradakiler dikdörtgen, üst sıradakiler de yuvarlak alçı şebekelidir.


Sokollu Medresesi (Havsa)

Sokollu Mehmet Paşa’nın oğlu Kasım Paşa’nın 1576-1577 yılında yaptırdığı Sokollu Külliyesi cami, kervansaray, medrese, imaret, hamam, tekke, köprü ve arastadan meydana gelmiştir. Mimar Sinan yapısı olan bu yapı topluluğunun medresesi günümüze gelememiştir.
 
#5
Edirne İmaretleri


Yıldırım Beyazıt İmareti (Merkez)

Edirne’de yapılan ilk imaret şehrin fethinden 37-38 yıl sonra Yıldırım Beyazıt tarafından 1399’da yapılmıştır. Yıldırım Beyazıt’ın burada yaptırdığı camisinin yanında bulunan imaret 1877 Osmanlı-Rus Savaşına kadar hizmet vermiş, Rusların Edirne’yi istilası sırasında yanmış, günümüze yalnızca mutfak bacası, temel kalıntıları ile duvarlarından bazı izler gelebilmiştir. Kuruluşundan sonra 478 yıl hizmet veren imaretin ortada kare planlı bir avlusu ve bunun çevresinde de mutfak, yemek yenilen yerlerin bulunduğu kalıntılarından anlaşılmaktadır. Büyük olasılıkla bu bölümlerin üzeri kubbe ile örtülü idi.


Gazi Mihal İmareti (Orta İmaret) (Merkez)

Osmanlı akıncılarından Gazi Mihal Edirne’de camisi ve köprünsün yanı sıra 1421’de bir de imaret yaptırmıştır. Bu imarete gelir kaynağı olarak Edirne’nin Çavaroş Köyü’nü vakfetmiştir. Kaynaklardan öğrenildiğine göre bu imaretin 1519 yılında geliri 4.603 akçe, XVI.yüzyılın sonlarına doğru da 7.047 akçeye ulaşmıştır. Abdurrahman Hıbri günümüze gelemeyen bu imaretten söz etmiş: “Orta imaret demekle meşhur. Halen mamurdur”.

Gazi Mihal İmareti 1900’lü yılların başına kadar çalışır durumda iken, Balkan Savaşı sırasında ortadan kalkmıştır.


Muradiye İmareti (Merkez)

Edirne, Muradiye semtindeki tepenin üzerinde yapılan Sultan II.Murad yapı topluluğunun bir bölümünü imaret oluşturmuştur. Sultan II.Murad bu imareti için oldukça geniş vakıflar kurdurmuştur. Bunların başında Edirne’ye bağlı Daya Hatun, Halil Hayat, Bıyıklı (Aksakal), Köşan, Nasırlu, Çingene, Kabrine (Uyruklu), Üyüklü, Tatar, İskender ve Çömlekçi köyleri bunların başında gelmektedir. Ayrıca Sultan II.Murad bu imaretine Edirne dışında da zengin vakıflar vakfetmiştir. Vakfiyesinde imarette çalışanları ayrı ayrı belirlemiş ve bunların alacakları ücretleri de göstermiştir.

Ahmet Badi Efendi Muradiye Camisi’nin imaretinden şöyle söz etmektedir:
“Muradiye Mahallesi’nde, Muradiye Cami avlusunda Muradiye İmareti demekle meşhur ve halen mamurdur. Yapılışı h.839”

Muradiye İmareti 1435 yılında yapılmış, 1900’lü yılların başına kadar faal olarak işlevini sürdürmüştür. Muradiye İmareti Edirne’nin dokuz imareti içerisinde varlığını en uzun süre sürdürenlerden birisidir. Balkan ve I.Dünya Savaşlarında varlığını koruyabilmiş, 1935 yılında ortadan kalkmıştır.

İmaret kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. İmaret Muradiye Camisi’nin diğer bölümleri ile birlikte geniş bir avlunun etrafında bulunuyordu. Bu avlunun çevresinde de imareti oluşturan bölümler vardı. Muradiye İmareti ile ilgili belge olarak bugün 1920 yılında Dr.Rıfat Osman Bey tarafından çekilmiş bir fotoğraf bulunmaktadır. Muradiye Külliyesinden günümüze yalnızca cami ve haziresi gelebilmiştir.


Mezit Bey (Yeşilce) İmareti (Merkez)

Sultan II.Murat döneminde, Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşa 1430 yılında Alacahisar’ı (Semendire) ele geçirmiş ve bu yeni vilayetin başına da Mezit Bey’i getirmiştir. Daha sonra II.Murad tarafından Eflâk bölgesine akınlar düzenlemiştir.

Mezit Bey Edirne, Ayşekadın semtinde, nehir kenarında 1440 yılında yaptırmış olduğu camisinin yanına bir de imaret eklemiştir.

Abdurrahman Hıbri XVII.yüzyılın ilk yarısında bu imaretten söz etmiş; Ahmet Badi Efendi de 1441 yılında bu imaretin yapıldığını yazmıştır.

Mezit Bey İmareti cami ile birlikte 1752, 1889-1890 yıllarında onarılmış, bunu belirten bir kitabe de yapıya eklenmiştir. Mezit Bey bu imaretine gelir sağlamak için Edirne’de han ve hamam yaptırmıştır. Ayrıca Edirne’de Helvacı Köyü ile Burnu Pamukçu köylerini de bu imarete vakfetmiştir.

Mezit Bey İmareti kesme taştan, dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. İmaret bölümlerini ve mutfağın üzerini sekizgen kasnaklı kubbeler örtmüştür. Kesme köfeki taşlarının üzerine bir sıra tuğla şeritler yerleştirilmiş ve böylece alternatifli bir duvar örtüsü ortaya konulmuştur. İmaret uzun süre harap durumda kalmış ve XX.yüzyılın başlarında yıkılmıştır. Arsası üzerinde Kadri Paşa İlkokulu yapılmıştır.


Balaban Paşa İmareti (Merkez)

Sultan II.Murat döneminde Menteşe Eyaletinin yönetiminde bulunan Balaban Paşa 1446 yılında ölmüş, Edirne’de kendi adı ile tanınan bir cami ve bir de imaret yaptırmıştır. Bu imaret camisi ile birlikte Edirne’den Karaağaç yolu üzerinde 25 Kasım Stadyumu ile Tunca Köprüsü arasında kalan yerde bulunuyordu.

Balaban Paşa bu imareti için Edirne’nin Akpınar Köyü’nü gelir olarak vakfetmiştir. Bu imaretin 1412 yılında yapıldığı vakfiyesinden anlaşılmaktadır. Edirne araştırmaları yapan Osman Peremeci bu imaret için şunları söylemektedir:
“Tunca Köprüsü civarında mescidi olan ve kendi de orada gömülü bulunan II.Murad devri beylerinden balaban Paşa’nın Edirne’de bir imareti varmış ki bu imaret çok eskiden kapanmış, yeri yurt olmuştur.”


İbrahim Paşa İmareti (Merkez)

İbrahim Paşa, Edirne Kadısı, Kazasker, Rumeli Beylerbeyi, Vezir ve II.Beyazıt döneminde de Sadrazam olmuştur.

Edirne’nin Kıyık semtinde Cami-i İbrahim Paşa Mahallesi’nde kendi ismini taşıyan imaretini yaptırmıştır. Bunun yanı sıra aynı mahallede medrese, cami, okul ve zaviye gibi yapılar da yaptırmıştır. Bu yapıları ile ilgili düzenlediği vakıfları Nusretli, Yenice Sarı Danışment köylerini buraya vakfetmiştir.

Günümüzde bu yapılardan herhangi bir iz gelememiştir.


Evliya Kasım Paşa İmareti (Merkez)

Fatih dönemi vezirlerinden Kasım Paşa Edirne’de Kirişhane semtinde, Tunca Nehri kıyısında cami ve imaret yaptırmıştır. XV.yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen bu imaret 1829 Rus işgaline kadar faaliyet göstermiş, bu dönemde de yıkılarak yok olmuştur.


Fazlullah Paşa (Darüssiyade-Seyitler) İmareti (Merkez)

Sultan II.Murat dönemi Gebze Kadısı ve Veziri olan Fazlullah Paşa’nın Ayşekadın semtinde kendi ismini taşıyan bir mahallesi vardır. Tarihi kaynaklardan bu mahallede mescidi, tabhanesi ve bir de imareti olduğu öğrenilmektedir. Vakıf kayıtlarına göre Fazlullah Paşa Tatarcık’taki üç köyü buraya vakfetmiştir.

Abdullah Badi Efendi 1900’lü yılların başında bu imaretin varlığından söz etmektedir. İmaret Balkan Savaşları ve Edirne’nin işgali sırasında yakılmıştır.


Sultan II.Beyazıt İmareti (Yeni İmaret) (Merkez)

Sultan II.Beyazıt’ın 14841488 yıllarında yaptırmış olduğu külliyesinin bir bölümünü imareti oluşturmaktadır. Yapı topluluğunu Mimar Hayrettin yaptırmıştır. II.Beyazıt’ın yapı topluluğu 1488 yılında büyük bir törenle açılmıştır. Bu töreni Hoca Sadettin Efendi şöyle anlatmaktadır:

“Bu uğurlu yıl içinde h.894 (1488), padişahın Edirne2de kurdurduğu cami, medrese, darüşşifanın yapım işleri tamamlandığından bu görkemli cami’in ve ferah alanlı mescidin rahmet yolu olan kapısının açıldığı parlak günde fakirlere, yoksullara dağıtılan sadakanın sayılmasına zaman yetmez, belde ileri gelenlerine, bilgelere kurulan sofralar ve sunulan yemeklerse anlatılmaz bir ölçüde idi.

Yemek sofraları şöyle döşendi ki, muhallebi ve güllaç adını işitmemiş aç ve yoksullar tekrar tekrar yemekten bıktı.

Fakirler ve yoksullar için yaptırdıkları imaretin sahip olduğu nimetlerin bolluğu anlatılmaya kalkılsa konunun abartıldığı sanılır. O şölene özgü anılması gereken özelliklerden biri de şekerle yapılmış reçelleriydi. O türlü nefis ve kıvamında reçel, hatırı sayılan yolcular için imarette her an hazır bulunmakta idi.

Bal helvaları orta halli yolculara sunulurdu. Şanlı medresesi ise ücret bakımından (Hocalara ödenen ücret) bu güzel kentte bulunan medreselerin en yükseği ve en değerlisi oldu. Hocaya verilen ücret günde 60 Osmanlı akçesidir. Bütün bu yapılar bereket yapısı ve mutluluk kapısıdır.

Bunun için de yapılarına Hurrem-bina (Gönül açıcı bina) tamlaması tarih olmuştur”.

Sultan II.Beyazıt imareti ile ilgili olarak biri Arapça olmak üzere üç vakfiye düzenlemiştir. Bunlar 1487, 1489-1490 ve 1493 tarihlidir. Günümüzde bu vakfiyelerin kopyaları Edirne İl Halk Kütüphanesi Selimiye bölümünde bulunmaktadır. Bu vakfiyelerde imaret birimlerine hizmet verme koşulları, buralarda çalışacak personel ile gelir ve giderler hakkında ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. Sultan II.Beyazıt imareti bugün ayakta kalabilmiş, İstanbul’daki Süleymaniye İmaretinden sonra ikinci imarettir. Bu imaretin içerisinde değirmen, su dolabı, helvahane, fodlahane, mumhane, yemekhane, kiler, depo ve ahır bölümleri vardır.

Kesme taştan yapılmış olan imaretin planı birbiri içerisine geçmiş bölümlerden ibarettir. Bunlardan iki tanesi birbirinden bir yol ile ayrılmakta olup, her ikisinin de bu yola kapısı bulunmaktadır. Her bölümün üzeri dördü fenerli olmak üzere 23 kubbe ile örtülmüştür.

Sokollu Mehmet Paşa İmareti (Havsa)

Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi ile birlikte 1576-1577 yıllarında yapılan imaretten herhangi bir kalıntı günümüze ulaşamamıştır. Ayrıca imaretin külliyenin neresinde yer aldığı da kesin olarak bilinmemektedir. Sokollu Camisi’nin yanındaki bazı duvar kalıntılarının buna ait olduğu düşünülmekle beraber bu da kesin değildir. Buradaki İlköğretim okulunun temellerinde bulunan kalıntıların da imaretle bağlantılı olması muhtemeldir.
 
#6
Edirne Bedesteni



Edirne Eski Cami yanında, Rüstem Paşa Kervansarayının da karşısında olan bedesteni Osmanlı Padişahı Çelebi Sultan Mehmet 1418’de yaptırmıştır. Bedesten Eski Cami’ye vakıf olarak yapılmıştır. Kitabesi bulunmamaktadır. Mimarı Konyalı Hacı Alaaddin’dir. Bedesten XVIII.yüzyıla kadar önemli bir alış veriş merkezi olma özelliğini korumuştur. Bedesten 1965 yılında restore edilmiş, günümüzde de kapalı çarşı olarak kullanılmaktadır.

Evliya Çelebi bedestendeki elmas ve takıların Mısır hazinelerinden daha fazla değerde olduğunu ve bunları 60 gece bekçisinin koruduğunu yazmaktadır.

Bedestenin duvarları, kırmızı ve beyaz iki renkli kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Bedestenin her köşesinde birer kapısı bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı olup, 40.54x74.94 m. ölçüsünde olan bedestenin içerisinde dört köşeli altı sütun bulunmaktadır. Bedestenin uzun kenarlarında tonoz örtülü on dörder, kısa kenarlarında da dörder hücre bulunmaktadır. Üzeri 14 kubbe ile örtülmüştür. Kubbeler bedestenin orta mekanının üzerinde bulunmakta, bunun dışında kalan alanlar da eğimli kurşun çatı ile örtülmüştür. Bu kubbelerin altında sivri kemerli pencereler sıralanmıştır. Bedestenin dış cephelerine dükkanlar yapılmıştır.
 
#7
Edirne Kervansaray ve Hanları


Rüstem Paşa Kervansarayı (Merkez)

Edirne kervansaray ve hanlarının en büyük örneklerinden olan Rüstem Paşa Kervansarayını Rüstem Paşa (l500-1561) l753’de yaptırmıştır. Rüstem Paşa Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Hürrem Sultan ile evlenmiş, Mohaç seferine katılmış, Diyarbakır ve Anadolu beylerbeyliklerinden sonra l544’de sadrazam olmuştur.

Rüstem Paşa Kervansarayı, Eski Cami’nin yakınında, Bedestenin de karşısındadır. Bazı kaynaklarda bu kervansarayın ismi Rüstem Paşa Hanı olarak da geçmektedir. Mimar Sinan’ın eserlerinin listesini veren kaynaklarda ve Tuhfet-ül Mimarin’de Mimar Sinan’ın yaptırdığı eserler arasında ismi geçmektedir.

Bu yapı konaklama amaçlı olmasına rağmen sağlam ve korunaklı oluşundan ötürü Edirneli tüccarlar paralarını ve değerli mallarını burada koruyor, bunun için de kira ödüyorlardı.

Kervansarayın l00x85 cm.lik kırık kartuşlu iki satırlı kitabesi:

Açıldıkça kâpânsun Ayn-ı a’dâ
Bi-hakkın sure-i innâ fetehna
1167 (1753)

Kervansaray birbirlerine bitişik dikdörtgen iki ayrı bölümden meydana gelmiştir. Bunlardan küçük olanı hayvanlara ayrılmıştır. Arazi konumundan ötürü dış cephede bazı uyumsuzlukların olduğu dikkati çekmektedir. Kesme taş ve tuğladan yapılan kervansaray iki katlı olup, avlunun önünde yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanan sütunların oluşturduğu bir revak bulunmaktadır. Bu revağın uzun kenarlarında karşılık iki merdivenle ikinci kata çıkılmaktadır. Hanın l00 odası olup bu odaların ve üsk kat revaklarının üzerleri kubbelerle örtülüdür. Odaların içlerinde birer niş ve ocak bulunmaktadır. Avluya bakan pencereleri ise tuğla işçiliği ve bezeme yönünden diğerlerinden farklıdır.

Avlunun ortasında bulunan, altında bir de şadırvanı olan bir mescidi varsa da bu yapı günümüze gelememiştir. Mescit l877-l878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında yıkılmış, l968 yılında yapılan restorasyonda da yenilenmemiştir. Avlunun iki uzun kenarındaki karşılıklı merdivenlerle ikinci kata çıkılmaktadır. Üst katın avluya açılan pencereleri tuğla bezemelidir. Ayrıca sokağa bakan yüzünde de dikdörtgen söveli pencereler sıralanmışlardır.

Rüstem Paşa kervansarayı l968-l972 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmış ve otel konumuna getirilmiştir. Bugün burası Kervansaray Otelidir.


Ekmekçizade Ahmet Paşa Kervansarayı (Ayşe Kadın Kervansarayı) (Merkez)

Edirne Ayşe Kadın semtinde bulunan bu kervansaray bulunduğu semtten ötürü Ayşe Kadın Kervansarayı olarak da tanınmaktadır.

Kervansaray, Sultan I.Ahmet’in isteği ile Defterdar Ekmekçioğlu Ahmet Paşa l609 tarihinde yaptırmıştır. Mimari Sedefkar Mehmet Ağa ile Edirneli Hacı Şabandır.

Edirne’nin girişinde bir menzil hanı olarak yapılan kervansaray kesme ve yontma taştan yapılmıştır.Giriş kapısı, kervansarayın avlusuna develerin girebilmesi için oldukça yüksek tutulmuştur. Bu nedenle de bazı kaynaklar buradan Deve Hanı diye de söz etmişlerdir. Kapı oldukça görkemli olup dışarıya doğru da çıkıntılıdır.

Kervansaray dikdörtgen planlı ve tek katlıdır. Burada ayrı ayrı odalar yerine ortak mekanlar yapılmıştır. Uzun kenarlar dışa kapalıdır. İç mekanı kısa kenarlardaki üçgen alınlıkların içerisindeki üç sıra halinde düzensiz pencereler aydınlatmaktadır. Çatı bunların üzerine meyilli olarak oturtulmuştur. Bu kervansarayın benzeri Bilecik Vezir Han ile Enez’deki kervansaraylardır.


Enez Kervansarayı (Enez)

Enez Trakya’nın Eğeye, oradan da Batı Anadolu’ya yönelik bir ticaret yolu üzerinde bulunmasından ötürü önemli bir yerleşim yeri idi.

Burada bulunan bir kervansaraya halk arasında Deveci Hanı ismi verilmiştir. Bu yapının kitabesi olmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.Günümüze iyi bir durumda gelen bu kervansaray dikdörtgen planlıdır.Taş ve moloz taştan yapılmış yapının üzeri kırma bir çatı ile olduğunu gösteren kısa kenarlarda üçgen alınlıkları bulunmaktadır. Kervansarayın içerisinde bölümleri birbirinden ayıran duvarlar yeterli bir vermemekle beraber duvar kenarlarında yüksek sekiler de yolcuların oturdukları, ortadaki geniş alanda da hayvanların bulunduğu açıkça görülmektedir.

Taş Han (Merkez)

Edirne şehir merkezinde, Üç Şerefeli Cami’nin karşısında, Sokollu Hamamı’nın yanında bulunan Hanı Sokollu Mehmet Paşa yaptırmıştır. XVI.yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirilen han Mimar Sinan eseridir.

Taş Han L planlı olup, alt katta dükkanlar, üst katta da odalar bulunmaktadır. Alt kattaki dükkanların üzeri tuğla sağır kemerlidir. Kesme taştan yapılan hanın üst katı bir sıra kesme taş, iki sıra tuğladan örülmüş olup, derzlidir. Beden duvarları kirpi saçakla sonlandırılmıştır. Hanın pencereleri dikdörtgen sövelidir. Pencereler üç sıra tuğla dizisi ile birbirlerine bağlanmıştır.

Hanın girişi Horozlu Bayır Sokağı’ndadır. Buranın sağında üst kata çıkan merdiven bulunmaktadır. Odaların içerisinde birer ocak ve dışa açılan birer penceresi vardır.

Han uzun süre kendi haline bırakılmış, hanın büyük bir bölümü yıkılmış, 1967-1969 yıllarında Anıtlar Kurulu Kararı ile kalan kısımları da yıkılarak yeniden yapılmıştır.


Deveci Han (Merkez)

Edirne Üç Şerefeli Cami’nin karşısında, Edirne Valilik binasının ön kısmında yer almaktadır. Kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yapı üslubundan XV.yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır.

Deveci Hanı iki katlı olup, 31 odası vardır. Düzgün bir plan düzeni bulunmamaktadır. Duvarları kesme taştan örülmüş olup, aralarına tuğla derzler yapılmıştır. Uzun süre harap bir durumda kalan Deveci Hanı Vali Rüstem Paşa tarafından 1846 yılında onarılarak cezaevine dönüştürülmüştür. Sonraki yıllarda Vali Hacı İzzet Paşa tarafından 1891-1892’de bir kez daha onarılarak bir revir ile dört oda daha eklenmiştir. Hanın güney cephesinde bu onarımı belirten Mustafa Razi’nin yazdığı bir kitabe bulunmaktadır.

Deveci Hanı 1946 yılına kadar cezaevi olarak kullanılmıştır. Bundan sonra yapı Kültür Bakanlığı tarafından restore edilmiştir. Günümüzde Edirne İl Kültür Müdürlüğü burada bulunmakta olup, aynı zamanda da Kültür Merkezi konumundadır. Merkezin konferans salonunda çeşitli etkinlikler yapılmaktadır.

Sokollu Mehmet Paşa Kervansarayı (Havsa)

Sokollu Mehmet Paşa Kervansarayı, Sokollu Külliyesi ile birlikte 1576-1577 yıllarında yapılmıştır. Bu yapı günümüze gelememiştir. Sokollu Mehmet Paşa vakfiyesinden ve Evliya Çelebi ile Kâtip Çelebi’den öğrenildiğine göre külliyenin biri kervansaray olmak üzere iki hanı bulunuyordu. Ayrıca Mimar Sinan’ın yapmış olduğu eserleri belirten tezkirelerde de buradaki bir kervansaraydan söz edilmektedir.

Günümüzde bunlara ait hücrelerden bazı kalıntılar külliyenin batısında dikkati çekmektedir. Kervansaray Sokollu Mehmet Paşa Camisi ile Dua Kubbesi aracılığı ile birleştirilmişti.

Evliya Çelebi’nin Havsa Hatun Hanı diye sözünü ettiği hanın yeri de kesinlik kazanamamıştır.

Ergene Kervansarayı (Uzunköprü)

Ergene Kervansarayı Şehrliyan (Muradiye) Mahallesi’nde, Gazi Mahmut Saokağı ile Cumhuriyet Caddesi arasında bulunuyordu. 1443 yılında yapılan bu kervansaray 18x20 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı ve iki katlı idi. Kervansarayın altı hayvanlar, üstü de insanlar için düzenlenmişti.

Kervansaray 1914-1918 yılları arasında kaymakamlık olarak kullanılmış, daha sonra meyve haline dönüştürülmüştür. Hal olarak kullanılırken özel bir şahsa satılmış, yıkılmış ve üzerine yeni bir bina yapılmıştır.
 
#8
Edirne Hamamları


Edirne hamamları konusunda başta Evliya Çelebi olmak üzere Abdurrahman Hıbri Efendi, Osman Nuri Peremeci ve Rıfkı Melûl Meriç bilgi vermektedir. Evliya Çelebi Edirne’de 3150 hamamın bulunduğunu yazmışsa da, bu sayının biraz abartılı olduğu açıkça görülmektedir. O.Nuri Peremeci, şehirdeki on beş hamam ile ilgili bilgiler vermektedir. Ardından da bu hamamlardan Abdurrahman Hıbrı Efendi’nin zamanına gelememiş, bunlar dışında on beş hamamın daha oluğunu ileri sürmüştür. Rıfkı Melul Meriç de on sekiz hamamın daha olduğunu, ancak bunların on dokuzundan hiçbir iz kalmamış olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre Edirne’de otuz beş hamam yapılmıştı.
Günümüzde Edirne hamamlarının büyük bir kısmı yıkılmış, bazıları satılmış ve ortadan kalkmıştır. Bunlardan; Kasım Paşa Hamamı, Sultan Beyazıt Hamamı, Ağa Hamamı, Yıldırım Hamamı, Fil Hamamı, Yeni Hamam, Hıdır Ağa Hamamı, Mahmut Paşa Hamamı, Büyük Hamam, Çıngıllı Hamam, Saruca Paşa Hamamı, Ağaç Pazarı hamamı, Taşlık Hamamı, Kadı Asker Hamamı, Bizans döneminden kaldığı söylenen Çukur Hamam, Yerekan Hamamı, Delikli Kaya Hamamı, Dere Hamamı, Kilimli Hamam, Hundi Hatun Hamamı, Yahşi Fakih Hamamı, Rum Mehmet Paşa Hamamı, Zen-i İbrahim Hamamı, Ahi Çelebi Hamamı, Oğlanlı Hamam, Tahmis Hamamı, Hıdır Ağa Hamamı, Çuhacılar Hamamı günümüze gelememiştir.


Tahtakale Hamamı (Merkez)

Edirne, Tahtakale Mahallesi’nde, Saraçlar Caddesi’nde ve Ali Paşa Çarşısı’nın karşısında bulunan Tahtakale Hamamını Sultan II.Murat, Darülhadis Camisi’ne vakıf olarak 1434- 1435’de yaptırmıştır.

Günümüze oldukça iyi bir durumda gelen bu hamam aynı zamanda Edirne’nin en büyük hamamıdır. Camekanlı kâğir çifte hamam plan düzeninde yapılan hamamın erkekler bölümü kadınlar bölümüne göre daha büyüktür. Yapı tekniği olarak duvarları üç sıra tuğla ve bir sıra taş dizisinden yapılmıştır. Erkekler bölümünün soyunmalık kısmı üç bölümden meydana gelmiştir. Bu bölümün üzerinde aydınlılık pencereleri bulunan, köşelerinde içten mukarnasları olan merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Ayrıca soyunmalığın ikinci katı asma kat konumunda olup iki katlıdır. Bu bölümün ortasına da fıskiyeli bir havuz yerleştirilmiştir. Soğukluk ve halvet bölümleri dıştan kiremitli bir kubbe ile örtülmüştür. Bu bölümün duvarları moloz taştan yapılmıştır. Hamamın güneyinde bulunan halvet kısmı merkezi kubbeyi destekleyen dört yarım kubbe ile örtülmüştür. Aynı zamanda bu bölüm dört eyvan plan düzenindedir. Hamamın kadınlar ve erkeler bölümü arasına külhan, güneyine de su sarnıçları yerleştirilmiştir.

Kadınlar bölümüne göre soğukluğu biraz daha küçüktür. İki sıra tuğla bir sıra taştan yapılan bu bölüm kare planlı olup üzeri on iki kasnağa oturan bir kubbe ile örtülmüştür. Buradan geçilen soğukluğun üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür. Halvet ve orta mekan, doğu ve batıdaki iki yarım kubbeli eyvan ile daha da genişletilmiştir. Bu bölümün güneyindeki bir kapıdan da hamamın özel yıkanma bölümlerine geçilmektedir.

Tahtakale hamamı günümüzde özel bir mülkiyette olup kullanılmaktadır.


Mezit Bey Hamamı (Merkez)

Edirne, Eski Cami’nin batısında olan Mezit Bey Hamamını Eflak’da Macar Hunyadi Janos ile yapılan savaşta şehit düşen Mezit Bey yaptırmıştır. O.Nuri Peremeci bu hamamın yapılış tarihi olarak l441-1442 tarihini ileri sürmüştür. Ancak Mezit Bey’in l442’de şehit olduğunu göz önüne alırsak hamamın bundan biraz daha önce yapılığını düşünebiliriz.

Kesme taş ve tuğladan tek hamam olarak yapılan hamam soyunmalık, soğukluk ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiş olup üzeri kubbe ile örtülmüştür. Hamamın yamuk plan düzenindeki camekan bölümünün çevresine ahşap sütunlu bir sundurma eklenmiştir. Buradan geçilen soğukluk çapraz tonoz örtülü olup, sıcaklığın çevresine kurnalı bölümler sıralanmıştır. Sıcaklıkta kare planlı, üzeri kubbeli iki halvet kısmı bulunmaktadır. Hamamın dışına da külhan yerleştirilmiştir.

Hamam bir gün kadınlara bir gün de erkeklere hizmet vermiştir.


Sokullu Hamamı (Merkez)

Edirne’nin merkezinde, Üç Şerefeli Cami’nin karşısında bulunan Sokullu Hamamını, Sokullu Mehmet Paşa Mimar Sinan’a yaptırmıştır. XVI.yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirilen hamam, Osmanlı mimarisinin en güzel eserlerinden birisidir. Çifte hamam plan düzenindedir. Sonraki yıllarda bu hamamın yanına yapılan Taş Han ona bitiştirilmiştir.

Hamamın kadınlar ve erkeklere ait bölümlerinin girişleri ayrı ayrı yerlerdedir. Hamamın doğu yönündeki sivri kemerli sütunlu görkemli bir girişle erkekler bölümünden soğukluk bölümüne girilmektedir. Bu bölümün çift kanatlı giriş kapısının üzerindeki yay kemerin içerisinde biri ters diğeri düz olmak üzere renkli taşlardan palmet motifleri yerleştirilmiştir. Ancak daha önce burada var olan kitabe günümüze gelememiştir.

Soğukluk bölümünü tromplu merkezi bir kubbe örtmekte olup buradaki kubbe yanlardaki tonozlarla desteklenmiştir. Hamamın duvarları iki dizi tuğla ve bir dizi de kesme taş ile örülmüştür. Aynı zamanda dış duvarlar dar silmelerle sona erdirilmiştir. Kadınlar ve erkekler kısmının soyunmalıklarının üzerleri, sekizgen aydınlık fenerli, on iki kasnaklı birer kubbe ile örtülmüştür. Kadınlar bölümünün soyunmalığı diğerine göre daha küçük ve sadedir. Buradaki kare mekanın üzeri pandantifli kubbe ile örtülmüş, içten kubbe eteği palmet motifleri ve kalem işleri ile bezenmiştir. Hamamın her iki bölümünün halvet kısımları yüksek kasnaklı pandantifli kubbelerle örtülmüştür. Ayrıca halvette özel yıkanma hücreleri bulunmaktadır. Bunlardan kadınlar bölümünde olan kurnaların ilginç bir görünümü vardır. Bu kurnalar gelin ve kaynana kurnaları olarak isimlendirilmişlerdir. Kaynana kurnası daha büyük ve gösterişli, gelin kurnası ise daha küçük ve zarif görünümdedir.

Hamam özel kişi mülkiyetine geçmiş II.Dünya savaşı sırasında bir ara hamam işlevinden uzaklaşmış ve ot deposu olmuş, bu arada içerisindeki mermer taşları yok olmuştur. Savaş sonrası onarılmış ve Edirne’de günümüzde hamam işlevini sürdürmektedir.

1960’lı yıllarda Sarayiçi’ne giden yolu genişletmek ve burada bir meydan yapılmak amacıyla hanın yıkılmasına girişilmiş, ancak çalışmalar durdurulmuştur. Bununla beraber hanın ve hamamın cephe görünümleri kısmen yıkılmış ve bugün garip bir hamam görünümü ortaya çıkmıştır.


Saray Hamamı (Merkez)

Edirne’nin en eski hamamlarından Saray Hamamı, Selimiye Camisi’nin kuzey doğusunda bulunmaktadır. XV.yüzyıla tarihlendirilen bu hamamın Sultan I.Murat döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Bununla beraber hamamın tarihi tartışmalı olup bu konuda kesin bir yargıya varılamamıştır. Hamam Saray-ı Atik’in (Eski Saray) bir bölümünü oluşturmaktadır. Sonraki dönemlerde halka açılmış, Selimiye Camisi’nin yapılmasından sonra da hamamın geliri camiye vakfedilmiştir.

Çifte hamam plan düzeninde yapılan hamam kesme taş ve tuğladan son derece özenli bir işçilikle yapılmıştır. Kadınlar ve erkekler kısımlarının üzeri kubbelerle örtülmüştür. Duvar kalıntılarından ve kubbe eteklerindeki izlerden hamamın yapıldığı ilk devirlerde son derece güzel malakari süslü olduğu anlaşılmaktadır.

Balkan Savaşı sırasında yıkılmış ve günümüze harap bir durumda gelmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmektedir.


Beylerbeyi Hamamı (Merkez)

Edirne’de Saraçhane Köprüsü ile Beylerbeyi Camisi’nin karşısında olan Beylerbeyi Hamamını Sultan I.Murat Döneminde Beylerbeyi Yusuf Paşa yaptırmıştır. Yusuf Paşa burada cami, imaret, türbenin yanı sıra bu hamamı da yaptırmıştır. XV.yüzyılın ilk yarısına tarihlendirilen hamamın, caminin yapım tarihi olan 1429 ile eş zamanda yapıldığı sanılmaktadır.

Beylerbeyi hamamı kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Uzun süre yapı topluluğu harap bir durumda kalmış, sonradan cami restore edilmiştir. Bugün hamam yarı yıkık durumdadır.


Gazi Mihal Bey Hamamı (Merkez)

Edirne-Kapıkule yolu üzerinde Gazi Mihal Bey Camisi’nin yanındadır. Gazi Mihal Bey tarafından 1422’de çifte hamam olarak yaptırılmıştır.

Kesme taş ve tuğladan yapılmış olan hamamın içerisi malakari süslemeleri ile dikkati çekmektedir. Dikdörtgen planlı hamam ılıklık, sıcaklık, ve halvet bölümlerinden oluşmaktadır. Sıcaklığın iki tarafında birer eyvan bulunmaktadır. Halvet kemerlerle birbirinden dört ayrı bölüme ayrılmıştır. Hamamın arkasında boydan boya külhanı uzanmaktadır.


İbrahim Paşa Hamamı (Merkez)

Edirne Araplar Mahallesi’nde bir tepenin yamacında bulunan bu hamam İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. İbrahim Paşanın kişiliği ve ne zaman yaşadığı konusunda kaynaklarda bir bilgiye rastlanmamıştır.


Tahtalı Hamamı (Merkez)

Edirne Karanfiloğlu Mahallesi’nde bulunan bu hamam Fatih Sultan Mehmet ve Sultan II.Beyazıt’ın sadrazamlarından Koca İshak Paşa tarafından 1483'te yaptırılmıştır.

Hamam girişi ahşap camekanlıdır. Günümüze gelemeyen, dikdörtgen planlı bu hamamın yalnızca duvar kalıntıları bulunmaktadır. Bunlara dayanarak hamamın taş ve tuğladan yapıldığı anlaşılmaktadır. Sıcaklık hamamın ortasında olup diğer bölümler onun etrafında şekillenmiştir.


Alaca Hamam (Topkapı Hamamı) (Merkez)

Edirne, Üç Şerefeli Cami’nin batısında bulunan Alaca Hamamın kitabesinden Sultan II.Murat tarafından 1440- 1441’de yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Günümüzde harap bir halde olan bu hamamın Arapça kitabesi Edirne Müzesindedir.

Osmanlı mimarisinde çifte hamam plan düzeninde yapılmış olan hamamın soyunmalık bölümünün temelleri günümüze gelebilmiştir. Buna dayanılarak bu bölümün ahşap olduğu sanılmaktadır.
XIX.yüzyıla kadar faal olan hamam Balkan Harbi'nden sonra terkedilmiştir.


Yeniçeriler Hamamı (Merkez)

Edirne Muradiye semtinde bulunan Yeniçeriler Hamamının ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Hamamın yanındaki Yeniçeriler Kışlası ve Yeniçeriler Camisi’nden ötürü bu isimle anılmıştır.

Günümüze gelebilen izlerinden moloz taş ve tuğladan yapılmış olan hamamın güzel bir taş işçiliği olduğu sanılmaktadır.

Kum Kasrı Hamamı (Merkez)
Edirne Sarayiçi'nde, Saray-ı Cedid'in hamamlarından birisidir. Sultan II.Murad veya Fatih Sultan Mehmet döneminde yapıldığı sanılmaktadır.
Moloz taş ve tuğladan yapılmış, ılıklık, sıcaklık ve halvet bölümlerinden oluşmaktadır. Üst örtüsünde sıcaklık ve halveti ayrı ayrı kubbeler örtmektedir. Soğukluk kısmı üç küçük kubbe ile örtülüdür. Sıcaklık merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Bu kubbeler Türk üçgenleri vasıtası ile duvarlar üzerine oturtulmuştur. Giriş kısmı yuvarlak kemerli ve dışarı doğru çıkıntılıdır.
Günümüzde askeri bölge içerisinde kalan bu hamam harap bir durumdadır.


Sokullu Mehmet Paşa Hamamı (Havsa)

Sokollu Külliyesinin bir bölümünü oluşturan hamam cami ile birlikte 1576-1577 yıllarında yapılmıştır.

Osmanlı mimarisinde çifte hamam plan düzenindeki bu hamam, kadınlar ve erkekler bölümünden meydana gelmektedir. Hamamın erkekler bölümüne çarşı içerisindeki sokakta iki sütunlu bir revaktan girilmektedir. Hamamın giriş kapısı sokak seviyesinin biraz üstünde olduğundan buraya birkaç basamakla çıkılmaktadır.

Kare planlı, tromplu bir kubbe ile örtülü olan soğukluk kısmı harap durumdadır. Duvarlarında nişler bulunan soğukluktan hamamın diğer bölümlerine geçilmektedir. Günümüze gelen kalıntılardan halvet bölümünün mermer kaplı olduğu anlaşılmaktadır.

Kadınlar kısmı depo olarak kullanılmıştır. Bu bölüm erkekler kısmı ile aynı plan düzenindedir. Bu bölüme kuzey yönündeki sokaktan girilmektedir. Soğukluk kısmı iki yana küçük eyvanlarla açılmış ve üzeri basık bir kubbe ile örtülmüştür. Bu bölümden halvet hücrelerine iki ayrı kapıdan girilmektedir.

Hamamın arakasında küçük kubbeli ve tonoz örtülü su deposu ile külhana ait olması gereken bazı bölümlerin izleri görülmektedir.

Hamamda soğukluklarda kesme taş kullanılmıştır. Kadınlar kısmının soğukluk ve sıcaklık bölümleri moloz taştan yapılmıştır. Kemerlerde ve ara bölmelerin geçişlerinde de tuğlalara yer verilmiştir.

Çifte Hamam (Uzunköprü)

Uzunköprü’deki çifte hamamı Sultan II.Murad yaptırmıştır. Kadınlar ve erkekler için ayrı bölümlerden oluşan çifte hamam plan düzenindedir. Her iki bölümün ayrı ayrı soyunmalık, soğukluk ve külhan bölümleri bulunuyordu. Hamam bütünüyle 530 m2’lik bir alanı kapsıyordu. Hamam moloz taş ve tuğladan yapılmıştır.

Hamamın kadınlar bölümü yıkılmış, sadece bazı duvarları ayakta kalabilmiştir. Erkekler bölümü 1978 yılına kadar işlevini sürdürmüştür. Bundan sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün mülkiyetine geçmiştir.
 
#9
Edirne Arastaları


Selimiye Arastası (Merkez)

Edirne Selimiye Camisi yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan Arastayı Sultan III. Murat (1574-1595) camiye gelir getirmesi için Mimar Davut Ağa’ya yaptırmıştır. Yapı topluluğunun dış avlusunun batı kenarı boyunca uzanan arasta, arazinin batıya doğru eğimli olduğundan ötürü avlu zemininden 5 metre daha aşağıdadır.Avludan buraya iki merdivenle inilmektedir.

Evliya Çelebi arastadan Kavaflar Çarşısı olarak söz etmiştir. Halk ta buraya Meyve Kapanı ismini vermiştir. Osmanlı döneminde en sağlam ve en güzel pabuçların burada yapılıp satıldığı kaynaklara geçmiştir. Arasta içerisinde bulunan dua kubbesinde ise çarşı esnafı her sabah toplanır, işlerinin iyi gitmesi için topluca dua ederlermiş. Dua kubbesinin yakınında bulunan ve dışarıya doğru taşkın mekanı bazı sanat tarihçiler sıbyan mektebi bazıları da darülhadis olarak tanımlamıştır.

Selimiye Arastası 255 m. uzunluğunda bir orta yol ile bunların arkasındaki dükkanlardan meydana gelmiştir. Bu dükkanlar kemerlerle birbirine bağlanmış olup üzerleri 73 kemerden oluşan tonozlarla örtülmüştür. Arastanın orta yolunun üzeride beşik tonozla örtülüdür. Bu koridorunun çevresinde karşılıklı 124 dükkan bulunmaktadır. Kesme taş, moloz taş ve tuğladan yapılmış olan Arastanın Selimiye Camisi avlusundan inilen iki ayrı merdiveni dışında üç girişi daha bulunmaktadır.

XIX.yüzyılda yapılan onarım ile Arastanın kurşun örtüsünün üzeri kiremitle kaplanmıştır. Balkan Savaşı sırasında top mermilerinden ötürü yıkılmış ardından da onarılmıştır. Yakın tarihlerde Arasta Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yeniden onarılmıştır.


Ali Paşa Çarşısı (Merkez)

Edirne’nin merkezinde, saraçlar Caddesi ile Kapıkule’ye giden yolun köşesinde bulunan Ali paşa Çarşısını Hersekli Semiz Ali Paşa 1560 yılında yaptırmıştır. Bu çarşı Kanuni Sultan Süleyman’ın Babaeski’de yaptırdığı caminin vakfıdır. Mimar Sinan’ın eseridir.

İstanbul Kapalı Çarşısının küçük ölçüdeki bir benzeridir. Kesme taştan kalın duvarlı kütlevi bir yapı olup, etrafını çeviren sokaklardan altı kapı ile içerisine girilmektedir. Bu kapılardan üçü doğuya, biri batıya, biri kuzeye, biri de güneye açılmaktadır. Bunlara Ali Paşa Üst Kapısı, Ali Paşa Alt Kapısı, karşılıklı iki caddeye açılan Ali Paşa Orta Kapısı isimleri verilmiştir. Bunlardan Orta Kapı çarşıyı ikiye bölmektedir. 300 m. uzunluğunda olan çarşıda 130 dükkan bulunmaktadır. Bu dükkanlar uzun bir koridorun iki yanında sıralanmışlardır. Bu koridorun üzeri kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır. Çarşı duvarların üst noktasındaki pencerelerle aydınlatılmıştır.

Ali Paşa Çarşısının Edirne’de yaygın bir ünü vardır. Edirneliler bir esnafı kötülemek için; “O zaten Ali Paşa’lı değildir” derler. İyi bir esnafı överken de “O zaten Ali Paşa’lıdır” sözünü söylerler. Edirne’de Ali Paşa esnafının dededen babaya ve oğla geçmesi gelenekselleşmiştir. Bu çarşı iyi ve ünlü esnaf yetiştiren bir okul niteliğindedir. Edirne’de yaygın bir teamüle göre, burada bir dükkan kiralamak için zengin olmak yetmemekte, iyi ahlâklı olmak da gerekmektedir.

Ali Paşa Çarşısı 1948 yılında onarılmış, 1992 yılında bir yangın geçirmiş ve kullanılamaz hale gelmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1997 yılında onarımı tamamlanarak eski sahiplerine kiralanmıştır. Çarşının mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne aittir.
 
#10
Edirne Köprüleri


Gazi Mihal Köprüsü (Merkez)

Edirne’de Yıldırım Mahallesi’nde Tunca Nehri üzerinde bulunan bu köprüyü ilk defa Bizans döneminde Mikhael Paleologos yaptırmıştır. Bu köprünün ne şekilde olduğu konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Zamanla harap olan köprüyü Osmanlı devletinin akıncılarından Gazi Mihal Bey 1420’de yeniden yaptırmıştır. Mimarı belli olmayan bu köprüye Gazi Mihal Bey’in ismi verilmiştir.

Gazi Mihal Bey Köprüsü 184.18 m. uzunluğunda, 5.90 m. genişliğinde olup 16 kemerlidir. Köprüdeki kemer açıklıkları ortalama 8.50 m. olup, yuvarlak kemerlidirler. Orta ayaklar 2.20 m. ölçüsünde birbirlerine eşit olup, üzeri korkuluklarla tamamlanmıştır. Kemerin görünen cepheleri ile tampon duvarları aynı düzlem içerisinde yontma taş ile yapılmıştır. Köprünün korkuluk taşları tampon duvarlarından 10 cm. lik bir konsolla dışarıya taşırılmakta, 50 cm. lik bir yükseklikten sonra içe dönerek 90 cm. lik korkuluğun orta kısmında boydan boya devam etmektedir. Böylece köprü boyunca geniş bir çerçeve meydana getirilmiştir. Bu tür korkuluklara Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde rastlanmamaktadır.

Köprünün gövdesi içerisine sızan suların dışarıya atılabilmesi için de pek az örnekte görülen bir drenaj sistemi burada uygulanmıştır. Bunun için de kemerlerin iç kısmında üzengi taşı hizasında ikişer delik açılmış ve buralara madeni borular yerleştirilmiştir. Köprü döşemesinin asfaltla kaplanmasından sonra bu sistem önemini yitirmiştir.

Köprünün orta kısmında Kemankeş Kara Mustafa Paşa tarafından 1640 yılında yapılmış bir kitabe köşkü bulunmaktadır. Kitabe köşkü üzerine Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin söylediği bir tarih kitabesi yerleştirilmiştir. Bugün bu kitabe Edirne Müzesi’ndedir.

Kitabe:

Mustafa Paşa vezir-i âli nijad
Kim vücudun aleme Allah in’âm eyledi
Mülki Osmaniyi tamir etmeye sa'yeyleyüb
Her diyarın narmına Li-ilah ikdam eyledi
İşidüp cisr-i Mihale kesr-i noksan irdiğin
Kesrini cebreyleyüb noksanın itmâm eyledi
Oldu bu cisr-i sevab encâma tarihi tamam
Mustafa Paşa bu âlî-cisri ihkâm eyledi.
h.1050 (1640).

Köprü, yapımından 450 yıl sonra depremle harap olmuş ve Sultan II.Abdülhamid köprünün temelleri üzerinde İtalyan ustalarına yeniden bir köprü yaptırmıştır.


Yıldırım Köprüsü (Merkez)

Edirne Yıldırım Mahallesi’nde bulunan Yıldırım Köprüsünü Sultan III.Mehmed yaptırmıştır. Bu köprü bir bakıma Gazi Mihal Köprüsünün devamı niteliğindedir. Bu köprü Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1544 yılında onarılmış ve üzerine bugün Edirne Müzesi’nde bulunan Bursalı Suni’nin söylediği bir kitabe yerleştirilmiştir.

Kitabe:

Yıllar ile olup bu cisc-i medid
Reh-igüzâr-ı fenada câ-yi ubûr
Emri-i şah-ı cihân-penâh ile
Yaptılar ana sarfedip makdûr
Ehli-i dilden birisi anı görüp
Dedi tarihini olup mesrûr
Genc-i vâfirr verip yine o şeh
Cisr-i virani eyledi mâmur.
h.951 (1544)
III.Sultan Mustafa tarafından onarılan Yıldırım Köprüsünün onarım kitabesini Şair Örfi yazmıştır:
Onarım Kitabesi:
Şehinşah-ı muazzam-ı câ zıll-i hazreti mevlâ
Mülûk içre bulunmaz şevket ve kudrette banisi
Harap iken bu cisri eyledi âbâd esasından
Ebü-l-hayrad şah-ı âlem vakit oldu bânisi
Bilâdın herbirine şahra berri ihsandır
Mürûra bir tarikin bulamazlardı ahalisi
Yolu ile lütfe mail Padişah din-perverdir
Ki mahfuz oldu dünya gördü bu lütfü ahalisi
Hemen bir bende geldi Örfi gibi dedi tarihin
Bu cisri yaptı Sultan Mustafanın emr-i âlisi
h.1171 (1757)

Yıldırım Köprüsü 9 sivri kemerden meydana gelmiştir. Yan kemerler ortadakilerine göre daha dardır. Korniş ve korkuluk taşları bu kemerlerin hemen üzerinde olup, arazi meyiline uyarak da köprünün cephe görünümünü tamamlamaktadır. Köprünün ortasındaki kemerler en yüksek düzeyde olup buradan yanlara doğru alçalarak yol seviyesine inmektedir. Köprünün kemer ve korkulukları yontma taştan, diğer kısımları da tuğla hatıllı moloz taşlardan yapılmıştır.


Saraçhane Köprüsü (Merkez)

Edirne, Sarayiçi’nde Meriç Nehri ile birleştikten sonra güneye doğru akan Tunca Nehri üzerindedir. Aynı zamanda bu köprü şehrin kuzeybatısını saraya bağlamaktadır. Köprü Sultan II.Murad dönemi Umeralarından Şehabettin Paşa tarafından 1451 yılında yaptırılmıştır. Sultan II.Mustafa tarafından da 1706 yılında onarılmıştır. Edirne Valisi Hacı Esved Paşa 1886 yılında taştan örme ayaklar üzerinde köprüyü 50-60 m. kadar uzatmıştır. Ancak eski köprü ile yeni yapılan köprü arasında bir uyum sağlanamamıştır.

Saraçhane Köprüsü 120 m. uzunluğunda, 5 m. genişliğinde 11 ayaklı ve 10 kemerli bir köprüdür. Bu köprü 12 ayaklı olarak yapılmışsa da bugün iki yandaki birer kemeri toprak altında kalmıştır. Sivri olan bu kemerler yanlara doğru küçülmekte ve yol seviyesi ile birleşmektedir. Köprü cephelerinde ayaklara üçgen çıkıntılı selyaranlar yerleştirilmiştir. Köprünün üzerinde bir dinlenme balkonu vardır. Köprünün mansap cephesinde kitabe köşkü taş bloklar üzerine oturtulmuştur. Buradaki köşkün cephesi kırık sivri kemerler halindedir. Bu kırık sivri kemerli cephenin üzerinde alınlık şeklinde bir bölüm ve çatı yer almaktadır. Bu görünüşü ile köşk adeta bir zafer takına benzemektedir. Bu köşkün üzerinde bulunan 1451 tarihli kitabe Edirne Müzesi’ndedir.

Kitabe:

Bena hazel kantaratil meymenetil mübareketi, sahibül hayrati ve-l hasenât
El vezirull-âzam ved düstûrul-muazzam el-müştehirull mudevvu bi-Şihabeddin
Paşa Edrakehul lahü mâyeşâ Min zemanis-sultanil-mücahid elgazi Murad Han
İbn-i Muhammed han min nesli Osman. Senete hamse ve hamsine
ve semanemietin hicriyetin hilaliyetin.
h.855 (1451)

Sultan III.Mustafa’nın yaptırmış olduğu onarımı belirten kitabesi bugün köşkün üzerinde bulunmaktadır:

Padişâh-ı heft-kişver şehriyâr-ı bahr-ü ber
Hazreti Han Mustafa Şahinşehi Nusret Liva
Edirne şehrine teşrif edicek emreyledi
Çün bu hayrı (cisri) yapmağa ol dâver-i ferman reva
Hamdi’llâh bir metanet üzre bünyad oldu kim
Çeşm-i dünya görmemiştir böyle muhkem bir bina
Şevketiyle gün be gün ömrünü efzûn eyleyip
Böyle çok hayra muvaffak eyleye bari Hüdâ
Faika tekmil olunca didiler tarihini
Eyledi ferman yaptı bu cisri yaptı Sultan Mustafa.
h.1113 (1702)

Köprünün baba taşları dikdörtgen görünümlü payeler halinde olup, köprünün her iki yönünde de yer almaktadırlar. Köprünün bütünü kesme taştan yapılmıştır.


Fatih Köprüsü (Merkez)

Edirne Sarayiçi’nde, Demir Kapı ile Adalet Kasrı arasında Tunca Nehri üzerindeki bu köprünün kitabesi bulunmadığından ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber, köprünün Fatih Sultan Mehmet döneminde XV.yüzyılda yapıldığı kabul edilmektedir. Mimarı hakkında da bir bilgi bulunmamaktadır. Sarayiçi’ndeki sarayın yanmasından sonra yapılan Süvari Kışlalarına yakınlığından ötürü de bu köprüye Süvari Köprüsü, saray kullanılırken de Has Bahçe Köprüsü isimleri de yakıştırılmıştır.

Köprü 4 ayak üzerine 3 kemerli olarak kesme köfeki taşından yapılmıştır. Köprü kemerleri hafif sivridir. Orta kemer diğerlerinden daha büyük ve daha geniştir. Kemer ayakları memba cephesinde üçgen bir çıkıntı oluşturur. Bunun karşı cephesinde ise sekizgenin yarısı olarak düşünülen kütlevi bir çıkıntı bulunmaktadır. Köprü üzerinde dışarıya taşkın bir korniş uzanmaktadır. Bu kornişler köprünün meyline uygundur. Baba taşları bulunmamaktadır.


Beyazıt Köprüsü (Merkez)

Edirne Beyazıt Camisi yakınında Tunca nehri üzerindedir. Aynı zamanda bu köprü Edirne Merkezini Yeni İmaret Mahallesi’ne bağlamaktadır. Köprü Sultan II.Beyazıt tarafından 1488’de yaptırılmıştır. Mimarı Hayreddin’dir.

Beyazıt Köprüsü, 78 m. uzunluğunda, 6 m. genişliğinde kesme taştan yapılmıştır. Köprü beş sivri kemerli olup, kemer açıklıkları ortada 7 m., yanlarda da 3’er m.dir. Köprünün Edirne yönündeki kemer ayakları bugün toprak altında kalmıştır. Orta ayakları oldukça kalın ve kütlevidir. Köprünün tampon duvarları üzerinde bir korniş boydan boya devam etmektedir. Baba taşı bulunmamaktadır.


Yalnız Göz Köprüsü (Merkez)

Edirne Sarayiçi’nde Beyazıt Köprüsü’nün devamıdır. Sultan II.Selim zamanında, 1570 yılında yapılmıştır. Mimar Sinan tarafından yapıldığı sanılmaktadır.

Köprü tek bir kemerden, 6.60 m. açıklığındadır. Kesme taştan yapılmıştır.


Kanuni Köprüsü (Saray Köprüsü) (Merkez)

Edirne Sarayiçi’nde Tunca Nehri üzerinde olan bu köprüyü Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 1560 yılında Mimar Sinan yaptırmıştır.

Sarayiçi Köprüsü ismi ile de anılan bu köprü 4 sivri kemer üzerine oturtulmuştur. Köprüde selyaranlar dışında başka bir mimari eleman görülmemektedir. Her iki yönündeki baba taşları da köprüyü tamamlamaktadır. Köprünün memba cephesinde sivri kemerli selyaranları bulunmaktadır. Köprü üzerinde bir korniş devam etmektedir. Bu korniş ile korkuluk arasında iki sıralı bir taş dizisi bulunmaktadır.


Uzunköprü (Uzunköprü)

Edirne Uzunköprü’de Ergene Nehri üzerinde Sultan II.Murad zamanında 1443-1444 yıllarında Mimar Hacı İvaz Paşa tarafından yaptırılmıştır.

Köprü 1392 m. uzunluğunda 5,5 m. genişliğinde olup, 174 gözden meydana gelmiştir. Köprünün kemerleri sivri ve yuvarlak olmak üzere iki ayrı şekildedir. Bunlardan Uzunköprü tarafındaki 1-33 kemerleri sivri, 34-80 kemerleri yuvarlak, 81-112 kemerleri yine sivri, 113-151 kemerleri yuvarlak, 152-160 kemerleri sivri, 161-174 kemerleri yuvarlak olarak yapılmıştır. Kemer açıklıklarının hepsi aynı genişlikte olmasına rağmen yalnızca 147 ile 148. kemerler diğerlerinden biraz daha geniş ve büyüktür. Tampon duvarları üzerindeki selyaranlar 55. kemerden başlamakta ve her kemerde orta ayak hizasında üçgen çıkıntılar meydana getirmektedir. Orta ayaklarda selyaranlar üzerinde yer
alan tahliye gözleri kemer halindedir. Ancak günümüzde bu gözler köprü cephesinde bulunmamaktadır. Köprünün yapımında kesme taş kullanılmıştır.

Uzunköprü’deki tarih köşkü veya tarih kitabesi bulunmamaktadır. Ancak Sultan II.Abdülhamid zamanında köprü onarılmış ve kitabesi Uzunköprü’deki Gazi Mihal Bey veya Belediye Parkı Çeşmesi denilen çeşmenin üzerine konulmuştur.

Köprü karayollarınca onarılmış ve bu onarım sırasında hiçbir anlamı olmayan bir fil kabartması buraya yerleştirilmiştir.


Meriç Köprüsü (Merkez)

Edirne Karaağaç yolu üzerinde Meriç ve Arda nehirlerinin birleştikleri yerde Meriç Nehri’nin üzerinde bulunmaktadır. Bu köprünün olduğu yerdeki selden yıkılan eski köprünün yerine Sultan II.Mahmut Edirne’ye geldiğinde yeni bir köprü yapılmasını istemiştir. Ancak maddi sıkıntıdan ötürü köprünün yapımına hemen başlanamaz ve bu köprü Abdülmecid döneminde yapılabilmiştir. Köprünün yapımına 1842 yılında başlanmış, 1847’de de tamamlanmıştır. Mimarının kim olduğu bilinmemektedir.

Köprü 263 m. uzunluğunda, 7 m. genişliğinde ve 13 ayak üzerine 12 kemerli olarak yapılmıştır. Köprünün kemerleri hafif sivri olup, kemer aralıkları 12 m.dir. Orta ayaklarda ise bu açıklık 6 m. civarındadır. Selyaranlar köprünün memba ve mansap cephelerinde orta ayaklar üzerindedir. Memba cephesindeki selyaranlar üçgen çıkıntılar halinde olup, bunların tepe uçları da üçgen biçimdedir. Mansap cephesindeki selyaranlar yedi köşeli çıkıntılar halindedir. Köprünün ortasında yer alan selyaranlar hem membada hem de mansapta çıkıntı meydana getirmektedirler. Köprünün orta kısmında memba cephesinde bir köşk balkonu, mansap cephesinde de bir kitabe köşkü bulunmaktadır. Kitabe köşkü barok üslupta, mermerden yapılmıştır. Burada birbirine bitişik ikişer paye üzerine bir tonoz yerleştirilerek köprünün kitabesi buraya konulmuştur. Bu bölüm dıştan kubbe şeklindedir. Aynı zamanda bu köşk bir dinlenme yeri olarak da düşünülmüştür. Köşk cephesinde görülen mermer kitabe Yunanlıların Trakya’yı işgali sırasında yok edilmiştir. Bundan sonra Necmettin Okyay’dan icazetli Uğur Derman tarafından talik yazı ile yeniden yazılmıştır (1966).

Kitabe:

Esas-endâz-ı dünyâni kerem Abdülmecid han’ın İmar-ı mülkünün üstad-ı adli oldu mimari
Olalıdan münhel cezb-ü mekârim ol şehin ahdi
Seza mânend derya dehre kılsa lütf-i câri
O Şahinşedir elhakk faiz-ül hayrât âlemde
Sezâdır kılsa âbâdân mülkü böyle âsârı
Edirne beldesi enhrı üzre hayr-i şâhne
Garîk-i cûy-i ihsan eyledi etraf ü aktarı
Gelib geçtikçe halk-ı memleket bu cisr-i sanîden
Duasaz dû-bâlâ kıldılar evrad-ü ezkârı
Meriç ü Arda nehri tâ-revan oldukça bu sûden
O şahin mülkünün feyz-i ilâhi ola enhârı
Bu tâk-ı cisri tersi’i etti Ziver işbu tarihin
Bu âli cisr oldu hayr-ı sanî-i cihandârî.
Sene:1258

Kesme taştan yapılmış olan köprünün korniş taşı ve korkuluk taşları köprü meyiline uygun olarak devam etmektedir.


Tunca Köprüsü (Merkez)

Edirne’de Tunca Nehri üzerindeki Edirne’nin Karaağaç ile bağlantısını sağlayan köprüyü Sultan II.Mehmet zamanında defterdarlık görevinde bulunmuş olan Ekmekçizade Ahmet Paşa 1608-1615 yıllarında yaptırmıştır. Köprünün mimarı İstanbul’da Sultanahmet Camisi’ni de yapmış olan Sedefkâr Mehmet Ağa’dır.

Tunca Köprüsü 11 ayaklı ve 10 kemerli olarak yapılmıştır. Köprünün mansap ve memba cephelerinde görülen selyaranlar üçgen çıkıntılar halindedir. Köprü üzerinde bir de kitabe köşkü bulunmaktadır. Yarısı yıkılmış olan köprü yeniden yapılmıştır. Köprünün hafifletme gözleri selyaranlarla bir bütün oluşturacak şekilde köprü cephesine yerleştirilmiştir. Bunların iki tanesi üç ve dördüncü kemerlerin oluşturduğu orta ayak üzerindeki üçgen selyaranın iki yanında yer almaktadır. Bu gözler sivri kemerlidir. Mansap cephesinde yer alan selyaranın iki yanında görülen hafifletme gözleri memba cephesindekilerin bir tekrarıdır. Köprünün ortasında kitabe köşkünün altında bulunan hafifletme gözü kitabe köşkü ile bütünleşmiştir. Bu kısım tampon cephesinden dışarıya doğru kare bir çıkıntı meydana getirmektedir.

Köprünün ortasında bulunan kitabe köşkü bir balkon görünümündedir. Bu kitabeyi Edirneli Şair Kamil mermer üzerine talik yazı ile yazmıştır.

Kitabe:

Ekmekçi Zade Ahmed Paşa-i kâmkârı
Hayratını görenler itmez mi hayrile yâd
Bu devlet içre defterdâr oldu on sekiz yıl
Bâ haşmet-i vezâret bâ devlet-i Hüdâdâd
Doldurdu Tunca nehrin bî şübhe sîm-ü-zerle
Bu cisr-î bî âdili illâh itti bünyâd
Maksudu bir du’adır ancak gelüb geçenden
Lâyık budur ki sen de ruhunu idesin şâd
Kâmî didi esas-ı mistahkemine tarih
Zibende rah-ı gülşen bu cisr-i Ahmed âbâd
Kad büniye fî seneti 1016 (1607).
 
#11
Edirne Çeşmeleri


İbrahim Paşa Çeşmesi (Merkez)

Edirne’de İbrahim Paşa Mahallesi’nde, İbrahim Paşa Sokağı’nda İbrahim Paşa tarafından 1495’te yaptırılmıştır. İbrahim Paşa Camisi’nin şadırvanı olarak da kullanılan bu çeşme sekiz cephelidir ve dört kenarında çeşme aynaları kemerler içerisine alınmış, etrafı yarım payelerle de sınırlandırılmıştır. Ayrıca her cephede kemerleri tutan payeler bulunmaktadır. Paye kaidelerinin altı vazo şeklinde, başlıkları da akantus yapraklıdır.

Kesme taştan yapılmış olan çeşme İbrahim Paşa Camisi’nin yıkılmasından sonra meydan çeşmesi konumuna gelmiştir.


Hacı Adil Bey Çeşmesi (Merkez)

Edirne Meriç Köprüsü’nün bitiminde, Karaağaç yolunun başında bulunan bu çeşmeyi Edirne Valisi Hacı Adil Bey 1904 yılında yaptırmıştır. Barok üsluptaki çeşmenin projesini Edirne Evkaf Müdürü Sadrettin Bey ile Dr.Rıfat Osman çizmiştir.

Çeşme üzerinde Üsküdarlı Şair Alaaddin’e ait bir beyit bulunuyordu. Ancak bu beyit Karaağaç’ın Yunan işgali sırasında yerinden sökülmüştür.

Çeşme üç kademe üzerinde kesme taş ve mermerden dört köşeli olarak yapılmıştır. Batı ve doğu yönündeki sivri kemerli cepheleri rumi ve palmetlerle süslenmiştir. Diğer cepheler sade bezemesiz mermerdir. Çeşmenin dört cephesinde de kitabeler vardır. Çeşmenin üzeri geniş ahşap bir saçakla örtülüdür. Edirne Belediyesi tarafından 2000 yılında onarılmıştır.


Köseç Balaban Çeşmesi (Merkez)

Edirne Medrese-i Ali Bey Mahallesi’ndedir. Köseç Balaban isimli bir kişi tarafından 1544’te yaptırılmıştır.


Nazır Çeşmesi (Merkez)

İstanbul yönünden Edirne’ye girişte bulunan Nazır Çeşmesi, Koca Nazır denilen Mehmet Bey tarafından 1574 yılında yaptırılmıştır. Edirne Kadısı Salih Efendi ölen kız kardeşi Zeliha Kâmile Hanım için 1862 yılında bu çeşmeyi yeniden yaptırmıştır.

Kesme taştan, tek cepheli bir çeşme olup haznesi piramidal taş çatı ile örtülüdür. Ayna taşı düz mermerden olup bezemesi bulunmamaktadır. Önünde bulunan üç yalak taşı yükseltilen yol nedeni ile toprak seviyesinin altında kalmıştır.


Sinan Ağa Çeşmesi (Merkez)
Edirne Sultan II.Beyazıt Camisi’nin yanında bulunan bu çeşmeyi Sinan Ağa 1669’da yaptırmıştır. Kesme köfeki taşından yapılmış olan çeşme sivri kemerli alınlık kısmı ve önünde de yalağı bulunmaktadır. Yekpare mermer üzerine çeşmenin sekiz satırlı bir kitabesi vardır:

Sahib-i himmet Sinan ağa ki odur
Mahzar-ı eltaf hayye lem’ yez’el
Eyledi bu Çeşme-i pâki bina
Fi-sebil-illah zi-hayr-i ecel
Bir mahallinde eserdi bir riyâ
Ola makbulü hüdavend-i ezel,
Nûş edip dedim o dem tarihini
Ab-ı safi, hayr-ı vâlâ, bî-bedel
1080 (1669)

Sinan Ağa Yeni İmaret karakolu önüne, Saraçhane Köprüsü başına ve Yeni İmaret’te terazili çeşmeyi kendisi, eşi, oğlu ve kızı adına yaptırmıştır.


Ayşe Kadın Çeşmesi (Merkez)

Edirne Ayşe Kadın Mahallesi’nde Ayşe Kadın camisi yanındaki çeşme 1647 yılında yaptırılmıştır. Çeşme kitabesi zamanla bozulmuş ve daha sonra bir hayırsever tarafından yenilenmeye çalışılmış, üzeri de badana edildiğinden okunamamıştır.

Kesme köfeki taşından sivri kemerli bir çeşmedir.


Yıldırım Çeşmesi (Merkez)

Edirne Yıldırım Mahallesi’nde İbrahim Bey isimli bir hayırsever tarafından 1669’da yaptırılmıştır. Yıldırım Camisi’ne yakınlığından ötürü bu isimle anılmıştır. Bir meydan ortasında bulunan Yıldırım Çeşmesi sarnıcı ile birlikte 3.00x3.00 m. ölçüsünde kare planlı olup, kesme köfeki taşından yapılmıştır. Çeşme üzeri küçük yuvarlak bir kubbe ile örtülüdür. Sivri kemerli ayna taşı ve önünde yalağı bulunmaktadır. Ayna taşının üzerinde mermer kitabesi vardır:

Lillâhi aynen yeştehi hâ el-vâridûn
Min hayr-i İbrahim iza ecr-i bihâ
Lem’a levc-i-lillah ecr-i mâ’i ha
Sevabiha car-ül-yevm yuıb-asun
Mâ-i muinen yestelezze-eşşaribûn
Errahmet aynen yeşrebu bihâ el mukarrebûn
1080 (1669)


Dertli Mustafa Ağa Çeşmesi (Merkez)

Saraçhane Köprüsü’nün güneyinde, Saraçhane Karakolunun yanında bulunan bu çeşme, karakolun buradan kaldırılması üzerine, Edirne Belediyesi tarafından 1971 yılında bugünkü İtfaiye Müdürlüğü’nün arkasına taşınmıştır.

Kesme taştan, 3.60 m. yüksekliğinde dikdörtgen olan çeşmenin cephesi 1.80 m. genişliğindedir. Yekpare mermerden ayna taşı ve üzerinde muslukları, önünde de yalakları vardır. İlk yapılışında çeşmenin üzeri kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Bugünkü durumda b u kubbe ortadan kaldırılmış ve kasnaklar farklı biçimde çeşme üzerine oturtulmuş ve böylece Osmanlı mimarisinde rastlanmayan değişik bir görünüm ortaya çıkmıştır.


Rıfat Osman Çeşmesi (Merkez)

Edirne Ticaret Lisesi önünde Dr.Rıfat Osman tarafından 1916 yılında yaptırılmıştır.
Neo-Klasik dönem mimarisini yansıtan çeşme, dört sütun üzerine kubbeli olarak yapılmıştır. Sütünlar birbirlerine Neo-Klasik dönem özelliği taşıyan sivri kemerlerle bağlanmıştır. Sütunların üzerindeki köşelerde sitilize palmeti andıran köşe çıkıntıları bulunmaktadır. Bu köşe çıkıntılarının arasına da üçgen alınlıklar yerleştirilmiştir. Sütunların arasında alçakta su haznesi ve muslukları bulunmaktadır.



Muradiye (Sultan Süleyman) Çeşmesi (Merkez)

Edirne Muradiye Camisi’nin girişinde bulunan bu çeşmenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Mimar Sinan’ın yaptırmış olduğu su yolu bu çeşmeye de bağlanmıştır.

Kesme köfeki taşından 3.70x3.25 m. ölçüsünde kareye yakın planlı, kütlevi bir yapısı olan çeşmenin her yüzünde sivri kemerli ayna taşları bulunmaktadır. Ayna taşları kabartma silmelerle çerçeve içerisine alınmıştır. Üzeri piramidal taş bir külahla örtülmüştür.



Askeri Hastane Yanındaki Çeşme (Merkez)

Edirne Eski Askeri Hastanesi’nin önünde bulunan bu çeşme 1915 yılında yapılmıştır. Eski Askeri Hastane Avarız Köyü’ne giden yolun doğusunda olup, günümüzde şehir çöplüğüdür. Edirne’nin Osmanlı-Rus ve Balkan savaşlarının anısını yansıtan çeşmenin kitabesinde 1911-1912 yıllarında koleradan 581, tifüsten 344 ve hummadan 72 kişinin; 3 hekimin de tifüsten şehit olduğu yazılıdır. Bu nedenle çeşme şehitlerin anısı için yapılmıştır.

Bu çeşme 1971 yılında Eski Cami yakınına ve Bedesten’in önüne nakledilmiştir. Hastanenin bahçesine meydan çeşmesi olarak yapılan bu çeşmenin cephesi 15.00 m., yüksekliği 5.00 m., derinliği de 1.00 m.dir. Kesme köfeki taşından yapılmış olan çeşmenin sivri kemerli nişleri ve Rûmili, palmetli kitabesi vardır.


Yelli Burgaz Çeşmesi (Merkez)

Edirne Çavuşbey Mahallesi Ağaçpazarı Sokağı’nda bulunan Yelli Burgaz Çeşmesi İsmail Ağa tarafından yaptırılmıştır. Yapım tarihi bilinmemektedir.

Çeşme köfeki taşından kare planlı, iki cepheli olup, üzeri taş piramidal örtülüdür. Çeşmenin cepheleri hafif sivri yuvarlak kemerli olup, içerisine ayna taşı ve altına da yalağı yerleştirilmiştir. Çeşmenin piramidal örtü ile birleştiği yerde bademli bir silmesi vardır.






Sinan Ağa Çeşmesi (Merkez)


Edirne Beylerbeyi Camisi’nin haziresi yanında bulunan bu çeşmeyi Sinan Ağa 1699 yılında yaptırmıştır. Kesme taştan, kare planlı çeşme üç cephelidir. Üzeri taştan piramidal bir külah ile örtülmüştür. Sivri kemerli cephelerinin içerisine ayna taşı ve yalak yerleştirilmiştir. Ön cephesindeki sivri kemerin üzerine mermer kitabesi yerleştirilmiştir. Bu kitabelerde Kuran’dan alınma ayetler yazılıdır.

Çeşmenin doğu yönü kaş kemerli olup, burada üçgenler içerisinde lale motifleri ve güçleler bulunmakta olup, çeşmenin iki kenarında da selvi motifleri vardır.





Yahya Bey Çeşmesi (Merkez)


Edirne Kıyık Caddesi üzerinde, eski Tophane yolu üzerindeki bu çeşmeyi Yahya Bey 1580 yılında yaptırmıştır. Yahya Bey, Sultan III.Murad döneminde divan sahibi şairlerdendir.
Mimar Sinan üslubunda yapılan bu çeşme, Mimar Sinan’ın Edirne’ye su yollarını getirmesinden sonra yaptırılmıştır.

Çeşme kesme taştan, piramidal taş örtülüdür.Tek cepheli olan çeşmenin üzerindeki iki silme arasına mermer sülüs yazılı 82x38 cm. ölçüsünde kitabesi yerleştirilmiştir.

Kitabe:

Çünkü bu mâ’i tâhuri kıldı seyyid-i Yahya Bey
Bi nihayet rahmet etsun ana hayy-i müsteaân
Vasfedip dedi bir eksikle anın tarihini
Çeşme-i ab-ı hayatı canfezayı cavidan
989 (1580)


Hatip Bey Çeşmesi (Merkez)

Edirne Meydan Mahallesi, Selimiye Camisi ile Atik Ali Paşa Camisi yakınında bulunmaktadır. Çeşmenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bezirgân Hacı Mehmet Efendi tarafından onarılmıştır. Bu onarımı belirten kitabesi günümüze gelememiştir. Ancak Oral Onur’dan öğrendiğimize göre kitabenin metni şöyledir:

Bezirgân el Hac Muhammed
Muvaffak idi bu hayratı tamir
Harabe müşerref olmuşken bu Çeşme
Edüp tamir anı eyledi abâd
Ola banisi hem tamir edenle
Duhûl eden eyler sa’d ab hemişe
Akıp bir sariye tarihin sakkdır
İçendir dil-teşne gelene afiyet yap.

Çeşme kesme taştan iki cepheli, kare planlıdır. Üzeri taştan piramidal külah ile örtülmüştür. Sivri kemerli cephesine ayna taşı ve yalağı yerleştirilmiştir.


İki Lüleli (Şair Hayali) Çeşmesi (Merkez)

Edirne Uzunkaldırım Caddesi’nde bulunan iki lüleli çeşmeyi Edirneli şairlerden hayali yaptırmıştır. Bu çeşmenin suyu iki lüleden aktığından ötürü de halk arasında İki Lüleli Çeşme olarak tanınmıştır. Çeşmenin orijinal kitabesi günümüze gelememiştir. Ancak 1906 yılında çeşmeyi onaran Mustafa Bey buraya bir onarım kitabesi koydurmuştur.

Kesme taştan, tek cepheli ve haznelidir. Cephesinde yuvarlak bir niş içerisine ayna taşı ve yalak yerleştirilmiştir. Çeşmenin cephesi kalın silmelerle çerçeve içerisine alınmıştır. Çeşmenin yanında ikinci bir ayna taşı daha bulunmaktadır. Yükselen yol nedeni ile çeşmenin bir bölümü toprak altında kalmış olup, bugün harap durumdadır.


Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Çeşmesi (Merkez)

Edirne’de Selimiye Camisi yakınında, Arasta’nın karşısında bulunan çeşmeyi Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 1666 yılında yaptırmıştır. Edirne çeşmeleri arasında en büyüklerinden biri olarak nitelenen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın bu çeşmesi zamanla harap olmuş, Cumhuriyet döneminde Trakya Genel Valisi Kâzım Dirik tarafından onarılmış ve suyu akıtılmıştır.

Çeşme meydan çeşmesi niteliğinde olup, kesme taştan üç cephelidir. Üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür. Cephelerinde sivri kemerler içerisine alınmış ayna taşları ve yalak kısımları bulunmaktadır. Sivri kemerin içerisine dikdörtgen mermer üzerine yazılmış kitabesi yerleştirilmiştir:

Cenab- Mustafa Pâşayı Ekrem
Odur Pirâye bend-i şahid-i mülk
Akıttı Edirne şehrinde bir su
Göründü feyz-i İsim Mustafadan
Atâllahü ömreh bis-sade ve ekbar
Vezir_i Padişah-ı mesnet âra
Odur kaim makam-ı adil pirâ
Kim etti cer’asın Kevser-i temennâ
Medine Edirne mâ’ayn-ı zerkâ’
Bi mâ’i feyzi min tarihi şânı
Cer’i-aynü tüsemma sel-sebila
1077 (1667)


Hacılar Ezanı Çeşmesi (Merkez)

İstanbul’dan Edirne’ye giriş yolu üzerinde bulunan bir namazgâh çeşmesidir. Edirne’den Hacca gidenlerin uğurlandığı ve karşılandığı yerde bulunan bu çeşmeyi 1798 yılında Ahmet Ağa yaptırmıştır.

Çeşme 1903 yılında Cezzar Mustafa Efendi tarafından onarılmıştır. Bunu belirten kitabede Hacı Cezzar Mustafa Efendi ile eşi Hacer Hanım’ın ruhları için yaptırıldığı belirtilmektedir.

Çeşme kesme taştan olup, üzeri konsollarla dışarıya doğru çıkıntı yapan düz bir kalıp şeklindedir. Bu tür çeşmelere Osmanlı mimarisinde rastlanmadığından kendisine özgü bir çeşmedir.

Amcazade Çeşmesi (Merkez)

Edirne Kıyık Caddesi üzerindeki çeşmeyi Beylerbeyi ve Kaptan-ı Deryalık yapmış olan Amcazade Hüseyin paşa 1704 tarihinde yaptırmıştır. Bu çeşmeyi Sultan III.Mustafa’nın sadrazamı iken yaptırmış, çeşmenin suyunu da Buçuktepe’de yaptırdığı Kasr-ı Dilara’dan getirmiştir.

Çeşmenin sülüs yazılı kitabesi bulunmaktadır. Aynı zamanda Edirne Valisi ve ordu kumandanı Arif paşa’da 1901 yılında bu çeşmeyi onarmış ve bununla ilgili talik yazılı bir kitabeyi de çeşme üzerine koydurmuştur.

Kitabe:

Etti icra bu çeşmenin abın
Hükmü şahinşe mübarek pey
Emredince Hüseyin paşaya
Etti lep teşne—gâni ableri
Nice paşa ki lütuf ve ihsanı
Gıpta-fermâi ruh hâtem Tayyi
Bağlardan geçirdi bu abı
Oldu atişâne neşve-bahş hâmi
Öyle bir eyn-ruh perver kim
Ab-ı hıvan yanında leys şebi
Oldu yekpare Faika tarihi
Bu iki mısra pey-ender-pey
İçene ruhtur bu ab-ı zülâl
Ve minel mâ’i külli şeyin hay
1116 (1704)

Onarım Kitabesi:

Binüçyüz yirmibir seneyi hicriyesinde
Yaver-i Ekrem hazret-i şehriyârı Edirne Vali
Vekili ve ikinci orduyu Hümâyün Müşiri
Devletlû Arif paşa hazretleri tarafından
Tamir ve suyu isale ettirilmiştir.
1321 (1903)

Kesme taştan ve tek cepheli olarak yapılan çeşmenin yüksekliği 4 m., cephe genişliği ise 2.80 m. olup, Sivri kemer içerisinde bulunan ayna taşı mermerdendir.


Yeniçeriler Çeşmesi (Acı Çeşme) (Merkez)

Edirne Muradiye Camisi’nden Küçükpazara inen yol üzerindeki meydanda Yeniçeriler Hamamı bitişiğindedir. Kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Sultan I.Murad döneminde Yeniçeriler Ocağı burada bulunduğundan bu çeşmenin de o dönemden kaldığı sanılmaktadır. Suyunun acı oluşundan ötürü de halk arasında Acı Çeşme ismi ile de anılmaktadır.

Kesme taştan yapılan çeşmenin yuvarlak kemeri içerisinde ayna taşı ve yalak taşı bulunmaktadır. Çeşmenin üzeri piramide yakın bir taş üst örtü ile kapatılmıştır.



Muhammet İbn-i Ahmet çeşmesi (Merkez)

Edirne Saraçhane Mahallesi’ne giden yol üzerinde beylerbeyi Camisi’nin de karşısındadır. Muhammed İbn-i Ahmet çelebi tarafından 1591’de yapılmıştır. Bunu belirten sülüs yazılı bir kitabe çeşme üzerine yerleştirilmiştir.

Kitabe:

Merhum Muhammet İbn-i Ahmet çelebi
Tarihi fî sene elf. 1000 (1591).

Kesme taştan, tek cepheli bir köşe çeşmedir. Çeşme 1943 yılında Bektaş Şeker Pancarı tarafından onarılmış ve bunu belirten Türkçe bir kitabe de çeşmenin üzerine konulmuştur.


Afife Hatun Çeşmesi (Merkez)

Edirne Şeyhi Çelebi Mahallesi’ndedir. Afife hatun tarafından 1774 yılında yaptırılmıştır. Afife Hatun hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. çeşme kitabesini XVIII.yüzyıl Mevlevi dervişlerinden Hattatzâde hacı Mehmet Efendi yazmıştır.

Afife namı hatun kıldı ihya Fi-sebil-illâh
Feramuş etmesin nuş eyleyenin aştân rahmetden
Mücevher harf ile Tâib dedi bir hoş edaya tarih
Revan oldu bu ab-ı Kevser elhak ayn-ı izzetden.
1187 (1774).

Çeşme kare planlı olup, kesme taştan yapılmıştır. Tek cepheli çeşmenin sivri kemeri içerisinde ayna taşı bulunmaktadır. Üst örtüsü çatı ile kaplıdır. Ancak bu çatı günümüze gelememiştir.


Hacı Mehmet Ağa Çeşmesi (Merkez)

Edirne Mithat Paşa Mahallesi’nde, Tabakhane Caddesi girişinde, Şah Melek Camisi’nin güneyinde yer alan bu çeşmeyi Hacı Mehmet Ağa 1651 yılında yaptırmıştır.

Kesme taştan tek cepheli bir çeşmedir. Sivri kemerin içerisinde ayna taşı ve yalağı bulunmaktadır. Boyu 3 m., cephe genişliği ise 2.68 m. dir.Yan cephesinde dikdörtgen bir niş ve onun da üzerinde hazne kapağı bulunmaktadır.





Hacı Hüseyin Çeşmesi (Merkez)


Edirne 25 Kasım Stadyumu’nun yanında Balaban Paşa Mahallesi’ndeki bu çeşmeyi Hacı Hüseyin 1686 yılında yaptırmıştır. Çeşmenin önündeki havuz 1808’de yaptırılmıştır. Bu çeşme ve havuz Edirne Belediyesi tarafından kaldırılmış, sülüs yazılı kitabesi stadyumun duvarında bulunmaktadır. Kitabeyi Şair Razî yazmıştır.

Kitabe:

Edüp ruh-ı resul-illah çün bu Çeşmeyi bünyâd
Zî âli eser hacı Hüseyinin nâmı yâd olsun
Eder dil merde nice teşneyi her demde ol ihya
Ana Kevser nasib oluptur cennet küşâd olsun
Yerinde vaz edüp muhtaç idi hakka bu rah üzre
Güzel hayr eyledi makbûl hallâk ve ibâd olsun
Dedi itmamının tarihini seyr eyleyüp Razî
Bu mâ’dan iç Hüseyin hem Hasan ervah şâd olsun.
1098 (1686).


Abdülaziz Çeşmesi (Merkez)

Edirne’ye 4 km. uzaklıkta olan çeşmenin kitabesinde 1870-1871 yıllarında Edirne’de Valilik yapan Mehmet Asım Paşa’nın ismi geçmektedir. Buna dayanılarak çeşmenin Sultan Abdülaziz döneminde Edirne Valisi Mehmet Asım Paşa tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir.

Kitabe:Hazreti Abdülaziz hanın hümayi şevketi
Sayesinde hane-i sever oldu her beytül hüzn
Sû-be-sû mülkünde açtı rah-ı mâ’muriyeti
Sakinan memleket gördü nice hayr-ı hasen
Emredüp işte Edirne vali-i alîsine
Yani Asım paşa kim ol veziri mü’temen
Su gibi bezleydedi gencine sayi ve himem
Hep ahali hizmet ettiler bu yolda bilbeden
Yazdı defterdarı Sadullah tarih tamam
Yaptı bir yol bir de çeşme çaluşup ehli vatan
1288 (1870)

Çeşme kesme taştan, tel cepheli ve konaklama yeri çeşmelerinden olup kemerlidir. Ayna taşı bulunmamaktadır.


Namazgâh Çeşmesi (Merkez)

Edirne Saray-ı Cedid-i Amire’nin Tunca Nehri kenarındaki meydanda yer alan Namazgâhın çeşmesidir. Sultan I.Ahmet döneminde 1768’de yapılmıştır. Bazı iddialara göre de Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılmıştır.

Çeşme kesme taştan üç cephelidir. Kuzey cephesinde, namazgâh taşı bulunmaktadır. 3x5 m. ölçüsündeki çeşme iki renkli taştan yapılmıştır. Sivri kemerli çeşmenin ayna taşı ve yalağı, ayrıca üzerinde de bir gülçe bulunmaktadır. Çeşmenin konturları kabartma bir silme içerisine alınmıştır. Ayna taşı istiridye motifi ile sonuçlanmakta olup, burada palmet, lale ve karanfil motifleri ayrı ayrı cephelerde yer almıştır.


Sokollu Mehmet Paşa Çeşmesi (Havsa)

Edirne Havsa ilçesinde Sokollu Mehmet paşa 1576-1577 yıllarında cami, hamam, dergâhtan oluşan bir külliye yaptırmıştır. Külliyenin çeşmesi hamamın kuzeydoğu köşesinde olup kitabesinden Sultan I.Abdülhamid tarafından 1778’de bu külliyeye eklendiği anlaşılmaktadır.

Kesme taştan olan çeşmenin üzeri geniş bir saçakla örtülmüştür. Barok üsluptaki çeşmenin sivri kemeri içerisinde ayna taşı ve üzerinde çeşitli bitkisel motifler bulunmaktadır.


Samanyemez Çeşmesi (Uzunköprü)

Edirne Uzunköprü Şehrliyan (Muradiye) Mahallesi, Hayrabolu Caddesi’ndeki Samanyemez Çeşmesi Sultan II.Murad’ın Malkoç yöresinden şehre getirdiği su şebekesi ile bağlantılı idi. Çeşme 1443 yılında yapılmış, zamanla harap olmuş, yıkılmış ve 1805 yılında da Seyit Hasan Ağa tarafından da onarılmıştır.

Bu çeşmenin 1805 tarihli kitabesi günümüze gelememiştir. Ancak Latif Bağman’ın Uzunköprü ile ilgili kitabında bu kitabenin metni yazıldır.

Kitabe:

Şehâ Seyyid Hasan ağa serefraz-ı cihân olsun
Silahşoör şehinşah-ı aziz kârmân olsun
Mütevelli iken oldu muvaffak böyle hayrata
Yapup bir çeşme nil-i âsâ hemen ab-ı revân olsun
Buhayratı kılıp ihya Kâmil Said dedi tarihin
Bu ab-ı her kim içer ise ber murâd olsun
1805.


Kervansaray Çeşmesi (Uzunköprü)

Uzunköprü Kervansarayının köşesinde Kurtuluş Caddesinin başında bulunan bu çeşmeyi Sultan II.Murad yaptırmıştır. Ne yazık ki 1443 tarihli bu çeşme satılmış ve yerine bir banka binası yapılmıştır.

İsmail Hakkı Balkaz bu çeşmenin 1958 yılındaki durumunu şöyle anlatmıştır: “Dış görünüşü ile adeta Selçuki kümbetlerini hatırlatan bu çeşme Uzunköprü kervansarayının sağ köşesinde inşa edilmiş en eski bir eserdir. Hiçbir süsü olmayan bu sade çeşmenin haznesi bir kenarı 3,5 m. uzunluğunda muazzam bir küp şeklinde olup, üstü taştan kare piramidal bir kubbe ile örtülüdür. 500 küsür seneden beri şehrin en önemli bir kısmının suyunu tek bu su olmasına rağmen bol bol temin etmektedir. Yalnız bu musluğun bulunduğu cephenin kenarları taş oluk ve çubuklarla, ortası da tezyin edilmiş olup kemerin altındaki dört köşe küçük bir taş üzerinde şu yazıt vardır:

Sahib-ül hayrat ve hâsenat Dergâh-ı ali kapıcıbaşılarından ve Edirne eşraf hanedanından Esbak Filibe Nazırı merhum Hüseyin Naili ağa ruhu için
El Fatihâ 1262.”

Bu kitabeden de anlaşılacağı gibi Hüseyin Naili ağa bu çeşmeyi 1846 yılında onarmıştır.


Mahmut Baba Çeşmesi (Uzunköprü)

Uzunköprü’de Gazi Mahmut ve Park Çeşmesi ile de anılan bu çeşme Uzunköprü’nün yakınında idi. Sultan II.Murad tarafından 1443 yılında yaptırılmıştır. Çeşmenin suyu Malkoç su kaynaklarından toprak künklerle getirilmiştir. Bu çeşmenin özelliği aynı zamanda Uzunköprü’nün tarih köşkü işlevini üstlenmiş oluşudur. Çeşme üzerinde Sultan II.Murad tarafından 1443’te yapıldığı, sağ köşesinde ise köprünün 174 kemeri olduğunu belirten mermer bir kitabesi vardır.

Mahmut Baba Çeşmesi 1965 yılında caddenin genişletilmesi sırasında bulunduğu yerden 5 m. doğuya taşınması için yerinden sökülmüş ve yalnızca ön cephesi eski haline uygun olarak yapılmıştır. Günümüzde çeşmenin suyu şehir şebekesinden sağlanmaktadır.


Hasodalı Mehmet Ağa Çeşmesi (Uzunköprü)

Şehsuvar Bey Çeşmesi de denilen Hasodalı Mehmet Ağa Çeşmesi, Şehsuvar Bey Camisi’nin doğusundaki avlu duvarına bitişiktir. Hasodalı Mehmet Ağa 1680 yılında Albaba yöresindeki bir su kaynağından su getirerek bu çeşmeyi yaptırmıştır. Ancak bu çeşme de yıkılmış ve yerine orijinalinden uzak bir yenisi yapılmıştır.


Halise Hatun Çeşmesi (Uzunköprü)

Halise Hatun Camisi haziresinin karşısında bulunan bu çeşmeyi Eyne (İnece) Kethüdalığını yapmış olan Uzunköprülü Hacı İbrahim Ağa eşi Halise Hatun adına 1705 yılında yaptırmıştır.

Kesme taştan olan bu çeşmenin suyu Yaymeşe Bağlarından getirilmiştir. Sivri kemerli, dikdörtgen görünümlü çeşmenin sivri kemeri üzerinde talik yazı ile kitabesi yazılıdır.

Kitabe:

Kethüdâ mir-i Mükerrem Hacı İbrahim ağa
Ruhu pâki Mustafa verdi su içsun içen
Has-ü âm içti iş bu pâk ab çeşmeden
Şâd ola subh-ü mesa ruhu Hüseyin ile Hasan
Gel bu pâk-i Şenli dedi tarihin
Geçmiş canân iç o Kevser âbı dünyada sen
1117 (1705).


Habip Hoca Meydan Çeşmesi (Uzunköprü)

Uzunköprü Habip Hoca Mahallesi Meydanı’nda bulunan bu çeşmeyi 1709 yılında Hacı İbrahim Ağa yaptırmıştır. Mimari yönden bir özelliği olmayan bu çeşmenin suyu Yaymeşe Bağlarından getirilmiştir. Çeşme üzerinde mermer üzerine yazılmış kitabesi bulunmaktadır.

Kitabe:

Sahib ül-Hayrat Hacı İbrahim ağa
Eyne begi teberrükât varur
Dest-gir ola dünyada hüdâ
Vire cenette mansıb vecâ
Çünkü bu çeşme ecri etti
Ecrini eyle kevserden ilâh
Dedi tamamına tarih-i dil
Oldu bu çeşme hub Allâh
1121 (1709).


Telli Çeşme (Uzunköprü)

Uzunköprü Çarşısı’nın ortasında Telli Çeşme meydanı’nda bulunan bu çeşme 1800 yılında yaptırılmıştır. Çeşmenin üzerindeki bezeme XVIII.yüzyıl özellikleri taşımaktadır. Burada kıvrık dallar, Rumiler, servi motifleri taş üzerine işlenmiştir.

Uzunköprü’nün 1920-1922 yıllarındaki Yunan işgali sırasında çeşmenin üzerindeki kitabe ve bezemeler kazınmıştır. Bugün ancak izleri görülebilmektedir. Bu çeşme 1960 yılında bugünkü yerine taşınmıştır.


Özgürlük Çeşmesi (Uzunköprü)

Uzunköprü’nün anıt çeşmesi olarak nitelenen bu çeşmeye Hürriyet Çeşmesi (Özgürlük Çeşmesi) ismi de verilmiştir. Çeşme Uzunköprü Meşrutiyet Anayasası’nın 1908’de yürürlüğe girmesi nedeniyle yapılmıştır.
Anıtın yapılmasında Kaymakam Mahzar Müfit (Kansu) ve Belediye Başkanı Hafız İsmail (Yayalar)’in büyük payı olmuştur.

Bu çeşme Uzunköprü’nün yolunun genişletilmesi sırasında yerinden sökülmüş ve bugünkü yerine taşınmıştır. Bu arada çeşmenin orijinal kitabeleri yok olmuştur. Bugünkü hali ile çeşme, mermer dörtköşe bir kaide üzerinde yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanmış dört sütunun taşıdığı küp şeklinde bir bölümden meydana gelmiştir.
Kaidesi üzerine yeni bir kitabe konulmuştur. Çeşme ve anıt mimari yönden bir özellik taşımamakla beraber kentin simgesi konumundadır.


Oniki Çeşme (Uzunköprü)

Uzunköprü Kaymakamı Süleyman Bey ile belediye Başkanı Hafız İsmail Efendi’nin girişimleri ile Habip Hoca Camisi avlusunda 1917 yılında yapılmış ve Kirazlıdere’sinden de suyu getirilmiştir.

Çeşme Klasik Türk mimarisi üslubunda, kesme taştan yapılmıştır. Yuvarlak kemeri içerisinde ayna taşı ve altında da yalağı bulunmaktadır.


Rıza Efendi Cami Çeşmesi (Uzunköprü)

Uzunköprü Rıza Efendi Mahallesinde eski Rıza Rıza Camisinin giriş kapısı yanında bulunan bu çeşmeyi Hacı İbrahim Ağa 1722 yılında yaptırmıştır. Çeşmenin suyu Sultan II.Murat’ın şehre getirdiği su şebekesinden sağlanmıştır.

Çeşme üzerinde küçük bir kitabe bulunuyordu:

“Sahib ül-Hayrat Hacı İbrahim Ağa,
sene 1137 (1734)”.

Rıza Efendi Çeşmesi cami ile beraber yıktırılmıştır. Bugün yerinde yeni Rıza Camisi bulunmaktadır.
 
#12
Edirne Saray ve Kasırları


Saray-ı Atik (Eski Saray) (Merkez)

Edirne’de ilk sarayı Edirne’nin fethinden dört yıl sonra Sultan I.Murat bugün Kaleiçi’nde Sarıbayır veya Muradiye Bayırı denilen yerde veya onun hemen yakınında 1362’de yapımına başlanmış 1365’te de tamamlanmıştır. Bununla beraber sarayın yeri kesinlik kazanamamıştır. Fatih Sultan Mehmet bu sarayda doğmuştur. Saray-ı Atik Yıldırım Beyazıt, Sultan II. Murat ve Çelebi Sultan Mehmet zamanında da kullanılmıştır.

Evliya Çelebi bu sarayı görmüş ve Musa Çelebi tarafından da etrafının duvarla çevrildiğini belirtmiştir:

“Evvelâ Selim Han Camii yakınında Kavak meydanı denilen yerde (Eski Saray) Edirne fatihi Gazi Murad Hüdavendigârın fetheder etmez bina eylediği saraydır. Eski Edirne kralları Manyas kapısı yakınında otururlarmış… Sonra bu Eski Sarayı Mûsa Çelebi genişletip kale gibi burç ve barusunu bir büyük duvar gibi bina ettirdi. Etrafı beşbin adım kaplar. Dört köşeden uzunca bir mihmansaray-ı sultanıdır. Duvarlarının yüksekliği iyrmi zira’ olup kuzeye açılır bir adet demir kapısı vardır. Sonra Süleyman Han Engerus (Macar) seferlerine rağbet etmekle bu sarayı ve yeniçeri odalarını imâr edip kırkbin yeniçeriyi hazır bulundurarak altı bin gılmanı hassayı bu sarayda oturtmak üzere eski sarayı divanhane-i âliler ve has oda, büyük, küçük hazine, kiler, doğancılar, seferiler, odalarıyla mâmur etti. Ama bağ ve bahçesi yoktur. Lakin suyu ve havası yeri yüksek olmakla lâtif ve mutedildir. Yapıldığı tarih 767 senesidir. Eski bina olmakla yetişen gılmanı hassa ve diğer Enderun ve Birun hademeleri elbette berhudar ve mâmur olup, iki cihan saadetine nâil olurlar. Süleyman han kanunu üzere bu eski sarayda üç bin has gulam ibâdetle meşgul olup, okuyup bilgileri tamamlayarak üç senede İstanbul2a gelip derecelerine göre yeni saraya girip padişah hizmetinde olurlar. İşte Edirne eski sarayı böyle bir nazargâhı sâlâtindir”.

Kanuni Sultan Süleyman sarayı onarmış, genişletmiş ve acemi oğlanlara tahsis etmiştir. İlk saraydan günümüze hiçbir kalıntı gelememiştir. Ancak Selimiye Camisi’nin üst tarafında bulunan ve saray hamamı denilen çifte hamamın bu saraya ait olduğu sanılmaktadır.


Saray-ı Cedid-i Amire (Yeni Saray) (Merkez)

Edirne Sarayiçi’nde bulunan Edirne Sarayını Sultan II.Murat 1450 yılında yaptırmaya başlamış, Sultan Murad’ın ölümünden sonra çalışmalar bir süre durmuş, Fatih Sultan Mehmet döneminde Mimar Şehabeddin tarafından sarayın yapımına devam edilmiştir. Saray-ı Cedid-i Amire; Tunca Sarayı, Hünkâr Bahçesi Sarayı veya Edirne Sarayı Hümayunu gibi isimlerle de tanınmıştır.

Başlangıçta yalnızca bir kasır niteliğinde olan bu saray Fatih Sultan Mehmet zamanında genişletilmiş ve Saray-ı Cedid-i Amire ismini almıştır. Osmanlı sarayları arasında Topkapı Sarayı’ndan sonra yapılan en büyük saray olan bu saraya Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdıkları ile beraber Bab-ı Hümayun, Alay Meydanı, Babussaade, Arz Odası, Cihannüma Kasrı, Kum Kasrı, Harem ve Enderun gibi bölümler eklenmiştir.

Edirne Sarayı beş büyük meydandan oluşmuştur. Bunlar Alay Meydanı, Kum Meydanı, Divan Meydanı, Enderun Meydanı ve Valide Taşlığı Meydanı’dır. Bunlardan Alay Meydanı sarayın en büyük meydanıdır. Bu meydanda sarayda çalışanların aylıkları dağıtılmış ve merasimler yapılmıştır. Bu yüzden de buraya Kese Meydanı ismi verilmiştir. Meydanın batısında Bab-ı Hümayun yer almakta idi. Bab-ı Hümayun’un her iki tarafında bulunan kapılardan sol taraftaki devlet büyüklerine, sağ taraftaki de halktan kişilere ait birer hapishaneye geçiliyordu. Burada Zülüflü Baltacılar Dairesi ile sarayın mescit ve hamamları bulunuyordu. Alay Meydanı’nın etrafı direkler üzerine oturtulmuş saçaklarla çevriliydi. Bunun güneyinde günümüze kalıntıları gelebilmiş olan Matbah-ı Amire vardı. Ayrıca buradaki mutfakların batısında büyük bir şadırvan, mescit, kiler, kiler yazıcıları dairesi ile ahçılar hamamı da bulunuyordu. Alay Meydanı’ndan Akağalar Kapısı ile çıkılmakta, buradan da Arz Odasına geçiliyordu.

Sarayın Kum Meydanı’nda bulunan Arz Odasının duvarları Sultan IV.Mehmed zamanında çinilerle kaplanmıştır. Buraya Fatih Sultan Mehmet zamanında Cihannüma Kasrı ile Kum Kasrı yaptırılmıştır. Sarayın Divan Meydanı, Alay meydanı’nın kuzeyinde bulunuyordu. Divan kapısı’ndan veya dışarıdan, Baltacılar Kapısı’ndan girilen bu meydanda Darüssaadet Ağası, Başkapı Gulâmı ve Harem ağalarının daireleri yer alıyordu. Enderun Meydanı veya Çeşme Meydanı denilen meydanda Kuşhane Matbahı ile Hünkâr Camisi bulunuyordu. Ancak, kaynaklardan bu caminin minaresi olmadığını öğrenmekteyiz. Valide Sultan Taşlığı olarak anılan meydanın çevresi bir veya iki katlı yapılarla çevrilmişti. Bunlar birbirlerine merdivenli dehlizler, küçük kapılar ve dar yollarla bağlanmıştı. Buradaki her daire kendi başına ayrı bir plan düzeni içerisinde idi. Ayrıca burada Kadın Efendiler, Şehzadeler, Sultan IV.Mehmet, Sultan II.Ahmet, Hasekiler daireleri, Sultan Süleyman Sofası, yatak hamamı, Valide Sultan Dairesi, Hastalar Koğuşu gibi yapılar da yer alıyordu. Kanuni Sultan Süleyman buradaki taşlığın ortasına büyük bir havuz yaptırmışsa da bu havuz daha sonra Sultan IV.Mehmet döneminde ortadan kaldırılmıştır.

Edirne Sarayı İstanbul’da daha sonra yapılmış olan sarayların plan ve düzen bakımından bir benzeridir. Ancak bu saray İstanbul’dakilere göre daha geniş bir alana yayılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Hadika-ı Hassa denilen saray bahçesi arazisini Tunca Nehri’nde yaptırılan bir köprü ile bağlamıştır. Aynı dönemde Terazi kasrı ile Adalet Kasrı da burada yapılmıştır. Sarayın 119 odası, 21 divanhanesi, 22 hamamı, 13 mescidi, 16 büyük kapısı, 13 koğuşu, 4 kileri, 5 matbahı ve 14 kasrı bulunuyordu. Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman 1538-1539’da buraya son derece görkemli bir divanhane eklemiştir. Sultan II.Selim de Hasbahçe’nin kuzeyine Mamuk (Mumuk) ismi verilen bir de kasır eklemiştir. Buradaki Alay Köşkünde de bayram törenlerinin yapılması gelenekselleşmiştir.

Sultan III.Ahmet bu sarayın harem dairesine 5 oda ve bir de hazineden ibaret yeni bir bölüm eklemiştir. Sultan II.Mustafa daha önce babası IV.Mehmet’in yaptırdığı özel bölümü onarmış, genişletmiş, bir de havuzlu divanhane eklemiştir.

Saray-ı Cedid-i Amire’nin bu bölümlerinden ayrı olarak Edirne'de saraya ait çeşitli kasırlar bulunuyordu. Bunların başında Şikâr Kasrı, Aynalı Kasır, Bostancıbaşı Kasrı, Terazi Kasrı, Adalet kasrı, İftar Köşkü, Bülbül Kasrı, Değirmen Kasrı, Bayırbahçe Kasrı, İmadiye Kasrı, Köşkkapı Kasrı, İğdiye Kasrı, Demirtaş Kasrı, Akpınar Kasrı, Üsküdar Kasrı ve Mehterhane-i Amire bulunuyordu. Bu kasırlardan Adalet Kasrı Fatih Köprüsü’nün yanında kule biçimli üç katlı bir kasır iken, günümüze yalnızca alt kısmı gelebilmiştir. Kasrın üst katı padişah ve saray ileri gelenlerine mahsus olup, son derece güzel bezenmiştir. Üzeri yüksek bir kubbe ile örtülü idi. Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a 1561’de yaptırdığı bu kasırda Padişaha halk isteklerini dilekçe ile sunuyordu. Bunun dışında kalan kasırlardan günümüze herhangi bir iz gelememiştir.

Terazi Kasrı Kanuni Sultan Süleyman tarafından Edirne’ye getirilen suların Saray içerisine dağıtıldığı bir bölüm idi. Duvarları yontma taştan olan iki büyük kule şeklinde idi. Bu kulelerden biri Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü’nün Sarayiçi’ne girişinde, diğeri de Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün Sarayiçi’ne girilen kısmında idi. Kasrın 2,5 m. yüksekliğindeki tuğla ve horasanlı duvarları içerisinden mermer merdivenlerle kulenin üzerinde sultanlara mahsus son derece güzel bezemeli bölüme çıkılıyordu. Buradaki odanın etrafı sedirlerle çevrili olup, ortasında da bir havuz vardı. Adalet kasrının 15 m. doğusunda Tunca sahiline bakan yerde İftar Köşkü bulunuyordu. Bu köşk geniş pencereleri ile Sarayiçi’ne bakıyordu.

Edirne Sarayı’nın en önemli bölümlerinden birisi de Cihannüma Kasrı’dır. Bu kasrın pek az bir bölümü günümüze gelebilmiştir. Çeşitli dönemlere ait gravür ve fotoğraflardan bu kasır hakkında bilgi edinilmektedir. Kasrın divanhanesi sedef, bağ ve fil dişi ile süslü ceviz bir padişah tahtı bulunuyordu. Sekiz köşeli bir planı olan Cihannüma Kasrı, kesme taştan yapılmıştır. Tavanı altın yaldızlı çıtalarla bölünmüş ve araları da kalem işleri ile süslenmiştir. Cihannüma’nın etrafında yaklaşık 3 m. genişliğinde, 6 köşeli üstü örtülü bir de galerisi bulunuyordu. Kasrın altında da Müseddes Oda denilen sekiz köşeli bir yer bulunuyordu. Bu odanın da üzeri, tavanı ve kapıları bezeli olup, içerisinde gömme dolaplar bulunuyordu. Edirne Sarayı’ndaki cephaneliğin patlaması ile birlikte büyük bir kısmı tahrip olmuş, ayakta kalan bölümleri de zamanla yağmalanmıştır. Cihannüma Kasrı’nın yalnızca zemin katı ve kule kalıntıları günümüze gelebilmiştir.

Sultan III.Ahmet zamanında (1703-1730) saray ihmal edilmiş, 1752 ve 1753 depremlerinde büyük ölçüde tahrip olmuştur.

Rıfat Osman Bey’den öğrenildiğine göre; 1787, 1802-1803, 1807, 1811, 1827-1828 yıllarında sarayın onarılması için bazı keşifler yapılmış ancak, sarayda önemli bir onarım yapılmamış, daha önce harap olmuş bölümler ile daireler yıktırılmıştır. Sarayın 1805-1806 yıllarından itibaren bazı bölümlerine askeri malzemeler yerleştirilmiş ve burası bir cephaneliğe dönüşmüştür. Edirne’yi 1829’da işgal eden Ruslar ordugâhlarını bu sarayın bahçesinde kurmuşlar bu arada sarayın harap olmuş bölümlerini, etrafındaki ağaçları keserek yakmışlardır. Ruslar Edirne’yi terk ederken de saray eşyaları ile duvarlarındaki çinileri söküp Rusya’ya götürmüşlerdir.

Sultan Abdülaziz’in Avrupa seyahati dönüşünde Edirne’den geçeceğini öğrenen Vali Hurşit Paşa 1867’de sarayın ayakta kalmış bazı bölümlerini onarmaya başlamış ancak padişahın buradan geçmeyeceği öğrenilince de çalışmalar ağırlaştırılmıştır. Vali İzzet Paşa’nın zamanına kadar (1873) ufak çapta tamirler yapılmışsa da sarayın bütününe dokunulmamıştır.

Osmanlı-Rus 1878 Savaşında burası Osmanlı ordusunun cephaneliğine dönüştürülmüş, Rusların Edirne’ye gireceği kesinleşince de Edirne Valisi Namık Paşazade Cemil Paşa veya Müşir Ahmet Eyüp Paşa’nın verdiği emirle, cephaneliğin Rusların eline geçmemesi için 18 Ocak 1878 günü saray ateşe verilmiştir. Sarayın yangını üç gün sürmüş, Edirne Rus işgalinden kurtarıldıktan sonra sarayın yanmayan bölümlerindeki değerli parçalar, arta kalan çiniler Vali Rauf Paşa tarafından bazı yabancı devletlerin temsilcilerine bağışlanmıştır. Bu konuda saraydan 27 sandık eşyanın götürüldüğü söylenmektedir. Hacı İzzet Paşa 1894’te yeniden Edirne Valisi olduktan sonra sarayı ihya etmek istemişse de bunu gerçekleştirememiştir. Ardından gelen valiler Edirne’nin yeniden yapılanmasında, özellikle kışla ve kamu binalarının inşası için gerekli malzemeleri sarayın kalıntılarından sağlamışlardır. Bu nedenle de saray kısa sürede ortadan kalkmıştır.
Edirne Sarayı’nın yeniden ortaya çıkarılması için Trakya Üniversitesi 1995 yılında çalışmalara başlamış, bunun için de öncelikle bir Edirne Sarayı Sempozyumu düzenlenmiştir. Bundan sonra Mimar Sinan Üniversitesi Türk İslâm Sanatları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr.Gönül Çantay burada kazı çalışmalarına başlamış ve sarayın temelleri, ayakta kalabilmiş duvarları ortaya çıkarılmıştır. Günümüzde Trakya Üniversitesi ve Edirne Müzesi kazılarını sürdürmektedir. Kazılar sırasında saray mutfağının çinileri, keramik kap kacakları bulunmuştur. Prof.Dr.Gönül Cantay’a göre saray mutfağı on bini aşan kişiye hizmet vermekteydi.
 
#13
Edirne Kilise ve Sinagogları


Büyük Sinagog (Merkez)

Sultan I.Murad Edirne’yi fethettikten sonra Yahudilerden Romaniot Cemaati’ni Edirne’ye yerleşmeleri için davet eder. Bu dönemde Edirne Hahambaşılığı tarafından kurulan Yeşiva Doğu Avrupa Yahudileri için dinsel bir ilim merkezi haline gelmiştir. Bundan sonra İspanya başta olmak üzere 1492’de Orta Çağ Hıristiyan bağnazlığından kaçarak Osmanlı’ya sığınan Seferad Yahudileri ve diğer Yahudi cemaatleri Edirne’ye gelerek kendi mahallelerini kurmuşlardır. Her cemaat kendi sinagoglarını kurmuş ve XX.yüzyılın başlarında Edirne’deki sinagog sayısı 13’e ulaşmıştır. Ancak, Edirne’de Harik-i Kebir (Büyük Yangın) diye isimlendirilen yangın şehirde 1514 evi yakarken, sinagogları da tahrip etmiştir. Bu yangınla birlikte 20.000’e yakın Yahudi sinagogsuz kalmış, bunun için de yeni bir sinagogun yapılması kaçınılmaz olmuştur. Yeni bir sinagog yapılması için Rusya, Almanya, Macaristan başta olmak üzere Avrupa’nın çeşitli yerlerinden toplanan paralarla 6 Ocak 1906’da Osmanlı Hükümetinin izni ile Kaleiçi’nde Dilaver Bey Mahallesi’nde yeni sinagogun yapımına başlanmıştır. Bu sinagog Viyana sinagogu örnek alınarak Fransız mimarı France Depre tarafından yapılmış, 1907 yılında da ibadete açılmıştır.

Sinagog üç ana binadan meydana gelmiştir. Bunlar Büyük Sinagog, Küçük İbadethane ve Okul binasıdır. Ancak Hahambaşılık olarak düşünülen yapı maddi olanaksızlıktan ötürü tamamlanamamıştır. Büyük Sinagog dikdörtgen planlı olup, tuğladan yığma olarak inşa edilmiştir. Üzeri büyük bir kubbe ile örtülmüş, iki yanına da iki kule eklenmiştir. Ana giriş üç kapılı olup ayrıca iki yandaki kulelere de çıkış merdivenleri bulunmaktadır.

İç mekanda mihrabın bulunduğu duvarın uç kısmına Ehal (el yazması Tevrat kopyalarının saklandığı dolap) yerleştirilmiştir. Bunun önünde, sağ ve sol yanlarda da cemaatin saygın iki kişisinin oturacağı koltuklar, bunların önünde de Teva (sinagoglarda duaların okunduğu platform) bulunmaktadır. Ayrıca salonda dua edenlerin ve âyine katılacakların oturacakları koltuklar yerleştirilmiştir.

Bu sinagogun en büyük özelliği de mükemmel akustiğidir. Tavan bezemelerinde, balkonda çiçek motifleri, gökyüzünü betimleyen yıldız figürleri, On Emir’den yola çıkarak yerleştirilen figürlere yer verilmiştir.

Yahudi cemaati 1925 yılında Lozan Antlaşması’nın tanıdığı hak ve imtiyazlardan vazgeçtiklerini beyan etmişlerdir. Ardından da Yahudiler kendilerine yönelik baskılar olduğunu ileri sürmüş ve İstanbul’a göç etmişlerdir. Edirne’de 1940’lı yıllara kadar görevde olan son Hahambaşı Moşe Behmuaras’ın ölümünden sonra ve İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra şehirdeki Yahudi cemaati azalmıştır. Bundan sonra Edirne’de kalan 100-150 kişilik Yahudi cemaati 1983 yılına kadar sinagogu kullanmıştır. Edirne’deki Yahudi cemaatinin İstanbul ve İsrail’e göç etmesi ile cemaatsiz kalan sinagog 1995 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmiştir.

1997’de yoğun kar yağışı nedeni ile sinagogun çatısında biriken kar, üst örtünün çökmesine neden olmuştur. Bundan sonra Trakya Üniversitesi sinagogun onarımını üstlenerek kültürel amaçlı kullanacağını Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bildirmiştir. Trakya Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.Osman İnci kendilerine tahsis edilen bu yapıyı korumaya yönelik çalışmalarda bulunmuştur. Ayrıca Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyeleri restorasyon planlarını hazırlamıştır. Onarım için yapılan keşif bedeli 10.000.000.000 TL. bulmuş, Trakya Üniversitesi Türkiye’deki Musevi cemaati ile görüşmüş ve bu konuda katkılarını istemiştir. Bu konuda İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılan Seferadi Müzik Topluluğu’nun verdiği konser bu parayı karşılayamamış ve Yahudi cemaatinden de gerekli katkı sağlanamamıştır. Bunun üzerine Trakya Üniversitesi binayı tekrar Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bırakmak zorunda kalmıştır.

Günümüzde Edirne’deki Yahudi kültürünü yansıtan Büyük Sinagog kendi haline terk edilmiş konumdadır.


Ayasofya Kilisesi (Merkez)

Edirne’de Ayasofya Kilisesinin olduğu tartışmalıdır. Ancak Edirne’nin Kaleiçi semtinde Ayasofya olarak tanınan ve Osmanlılar tarafından şehrin fethedildiği yıllarda cami olarak kullanılan Ayasofya simli bir kilisenin olduğu bilinmektedir. Bu yapı Sultan I.Murad zamanında camiye çevrilmiş ve ilk Cuma namazı da fetihten sonra burada kılınmıştır. Sultan II. Murada zamanında (1421-1451) bu kilisenin yanına bir medrese eklenmiş, Sıraceddin Mehmed bin Ömeri Halebi buraya müderris yapılmıştır. Bundan sonra da Ayasofya Kilisesi Halebi Camisi olarak tanınmıştır. Badi Efendi’den öğrenildiğine göre kilisenin dört kemerin taşıdığı merkezi bir kubbesi varmış. Minaresi ise ahşaptanmış.

Ayasofya, 1752 yılında depremden harap olmuştur. XIX. yüzyılın sonlarında harap durumda
olan bu yapının malzemesinden yararlanılmak için kalan taşları sökülmüştür. Edirne Tarihi yazarı Osman Nuri Peremeci bu yapının yeri olarak Semerciler Caddesinde, 25 Kasım Stadyumuna giden yolun solundaki geniş alanı göstermektedir. Günümüze bu yapıdan yalnızca bir fotoğraf gelebilmiştir. Bu fotoğraf Bulgar Arkeoloji Enstitüsü’ndedir. Fotoğrafa dayanılarak yapının serbest Yunan haçı plan düzeninde olduğu, ortadaki dörtgen bölümün üzerini de14 m. çapında merkezi bir kubbe örttüğü sanılmaktadır. Bu kubbenin Geç Bizans Devri özelliklerini yansıttığı konusunda Bizans Sanatı uzmanları aynı görüşte birleşmişlerdir. Haçın kollarının da fotoğrafa dayanılarak 8.50x15.20 m ölçüsünde olduğu sanılmaktadır.


Tiris iya Hares Kilisesi (Merkez)

Edirne Yıldırım Bayezıd Camisi’nin bulunduğu yerde, Tiris iya Hares Kilisesinin bulunduğunu bazı kaynaklar belirtmiştir. Ancak bu iddia kesinlik kazanamamıştır. Rıfat Osman da Edirne Rehnüması isimli eserinde Yıldırım Camisi’nin bulunduğu yerde bir kilise olduğunu ileri sürmüştür. Cornelius Gurlitt’de İtalya Ravenna’daki Galia Placidia ile benzerlik kurmuş, 440 yıllarında yapılmış olabileceğini sözlerine eklemiştir.
Yıldırım Beyazıt Camisi yapılırken bu kiliseden hiçbir kalıntı ve iz kalmamıştır.


Sinaitikon Kilisesi (Merkez)

Edirne’deki bu kilise konusundaki bilgiler oldukça yetersizdir. Prof. Dr. Semavi Eyice yakın zamanlara kadar Edirne’de küçük bir kilise olduğunu söylerse de yeri konusunda tam bir bilgi verememektedir.

Sina Manastırı ile ilgili olduğu sanılan kilisenin 7.70 m. uzunluğunda, 3 m. çapında bir kubbe ile örtülü olduğu C.Gurlitt’in çizdiği bir krokiden anlaşılmaktadır.


İtalyan Kilisesi (Merkez)

Edirne, Kaleiçi semtinde XIX. yüzyılın ortalarından kalmıştır. Edirne’de, özellikle Karaağaç’ta diğer yabancı devletler gibi İtalyan kolonisi de yaşıyor, diğerleri gibi İtalyanların da konsolosluğu bulunuyordu.

Bu kilise dikdörtgen planlı olup moloz taş ve tuğladan bazilika planlı olarak yapılmıştır. Üç nefli olan bazilikanın üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür.
İki katlı, bahçe içerisindeki kilisenin müştemilat binasının dört cephesinde de dikdörtgen söveli pencereleri bulunmaktadır. Bu bina Edirne Valiliği tarafından onarılmıştır.
Giriş kapısı mermerden yuvarlak kemerli olup üzerinde Latince yazılı bir kitabesi bulunmaktadır. Kilise bugün harap bir durumdadır.


Ayasofya (Enez)

Enez Ayasofyası’nın yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber mimari üslubu Orta Bizans Döneminde, XII.yüzyılda yapıldığını göstermektedir.Günümüze oldukça harap bir durumda gelen bu yapı ile sanat tarihçiler ilgilenmiş ve bir çok yayında, bilimsel araştırmada yer almıştır.

Orta Bizans Dönemi, yapı üslubunu gösteren Ayasofya kapalı Yunan haçı planında yapılmıştır. Zengin taş ve tuğla işçiliği ve freskleri ile de Bizans’ın önemli eserleri arasında yer almaktadır. Palaiologoslar Döneminde (1261-1453) batı yönü paye ve sütunlarla bölünmüş, ayrıca buraya kemerli bir de dış narteks eklenmiştir. Osmanlı döneminde bu narteks de bazı değişiklikler yapılmış ve sol tarafındaki bir bölüm odaya dönüştürülmüştür. Ayrıca bu dönemde yapının kuzeyine bir kapı açılmış, güneyine de mihrap ile minber yerleştirilmiştir.

Kilisenin ibadet mekanı olan naos, yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbe belirlenemeyen bir tarihte yıkılmış, cami olarak kullanıldığı dönemde de üzeri kiremitli ahşap bir çatı ile kapatılmıştır.Yunan haçının kollarının ortasındaki kubbe dışında kalan bölümlerin üzerinin tonozla örtülü olduğu sanılmaktadır. Yapının dış cephesindeki tuğla bezemeler Palaiologoslar Dönemi (Son Bizans Dönemi) Bizans mimarisinin tüm özelliklerini yansıtmaktadır.

Bizans döneminde freskler, mermer frizler ve mozaik döşemelerle kaplı olduğu sanılan kilise Osmanlılar zamanında kalem işleri ve kubbe eteğini çepeçevre kuşatan bir ayet ile bezenmiştir.

XX. yüzyılın başında burada yapılan araştırmalarda ele geçen bir yazıttan Bizans döneminde ayrıca Khrysospege (Altın Kaynak) ismiyle de tanındığı öğrenilmiştir. l971-1972 yıllarında burada yapılan kazı ve araştırmalar da büyük bir bölümü toprak dolgusunun altında kalan yapının üzeri temizlenmiştir. Döşemesinin kalker ve taş levhalarla kaplı olduğu, ayakta kalabilen kuzey-doğu duvarlarında yer yer freskler olduğu izlerden anlaşılmıştır. Ayrıca tuğlaların aralarına çeşitli desenler oluşturacak biçimde yerleştirilmiş örgü tekniğinde ilginç bir duvar örgüsü de dikkati çekmiştir.

Fatih Sultan Mehmet döneminde Enez, Has Yunus Bey tarafından 1456’da fethedilmiştir. Bu nedenle Enez Kilisesi camiye çevrilmiş ve Fatih Camisi olarak da tanınmıştır. Osmanlılar tarafından camiye çevrilen yapı l962 yılına kadar cami olarak kullanılmıştır. l980’li yıllarda yapı bakımsızlıktan çökmüştür. Ancak Başbakanlık Arşivindeki bir belgeden l710’da tamir edildiği öğrenilmektedir. XVIII. Yüzyılın başlarında harap olduğu bir arşiv belgesinden öğrenilmiş ve o tarihten sonra yeterince ilgilenilmemiştir. Caminin minaresi Balkan Savaşı sırasında yıkılmıştır.


Enez Kiliseleri (Enez)

Enez’de bir tarla içerisinde üç duvarı yıkılmış olmasına rağmen doğu duvarı oldukça iyi durumda bir kilise kalıntısına rastlanmıştır. Kaba bir taş işçiliği göstermekte olan bu kilisenin da kapalı yunan haçı planında olduğu kalıntılardan anlaşılmaktadır.

Enez Kalesi’nin kuzey kısmındaki bir başka kilisenin kalıntıları define arayıcıları tarafından yok edilmiştir.Ayasofya’nın giriş kapısı önünde tek nefli kaba işçilikle yapılmış bir kilise kalıntısına daha rastlanmıştır.


Sweti George Bulgar Kilisesi (Merkez)

Edirne'nin Kıyık semtinde bulunan Sweti George Bulgar Kilisesi 1880 yılında yapılmış, iç dekorasyonu da 1889’da tamamlanmıştır. Bu kilisenin bulunduğu yerde daha eski tarihlere ait bir kilisenin bulunduğu, eski kiliseden kalma tablolardan anlaşılmaktadır.

Kesme taş ve tuğladan yapılan kilisenin zemini mermerle kaplıdır. İç bezemesi oldukça zengin olup, ikonaları ile tanınmıştır.




Yahudi Havrası (Merkez)


Edirne'nin Kaleiçi mevkiinde bulunan Havra 1902-1903 yıllarında taş ve tuğladan inşa edilmiştir. Günümüzde harap durumdadır.
 
#14
Edirne Kale ve Surları


Edirne Kalesi ve Surları (Merkez)

Edirne Kaleiçi’nde bulunan Edirne Kalesi’ni Roma İmparatoru Hadrianus (117-138) yaptırmıştır. Bizans İmparatoru I.Iustinianus (527-565) döneminde onarılmış ve bir çok kısmı yeniden yapılmıştır.

XIX.yüzyıla kadar çeşitli onarımlar geçiren bu kale 360.000 m2.lik geniş bir alanı kaplıyordu. Kale blok taşlardan oluşmuş dikdörtgen planlı idi. Kalenin her köşesine silindirik, kesme taştan birer kule eklenmiştir. Bugün bu kulelerden bir tanesi ayakta olup, yakın tarihlere kadar saat kulesi olarak kullanılmıştır. Kulelerden diğerleri Osmanlı döneminde hapishane olarak kullanılmıştır. Bu kuleler Kafes Kapı, Germe Kapı Kulesi ve Zindan Altı Kulesi isimleri ile tanınıyordu. Evliya Çelebi saat kulesi olarak kullanılan kuleden Makedon Kulesi olarak söz etmektedir. Ayrıca bu kulelerin arasında on ikişer burcun bulunduğu bilinmektedir. Kalenin 9 giriş kapısı olup, çevresi hendeklerle çevrili idi. Bu kapılara Kule Kapısı, Topkapısı, Yerli Kapı, Kapı Kapısı, Uğrun Kapı, Manyes Kapı, tavuk Kapı, İstanbul Kapısı, Orta Kapısı isimleri verilmişti. Bu plan tipi Roma ordugâhlarının (Castrum) plan düzenine uygun olduğu görülmektedir.

Anadolu’ya 1553 yılında gelen Hans Dernschwam, buradaki burçların birisinde tuğladan oldukça iri harflerle yazılmış Grekçe bir yazıt olduğundan söz etmektedir. Aynı hususu Ahmet Badi Efendi de belirtmiş ve tercümesini de ismini taşıyan tarihinde yazmıştır:

“Ya Rab! Nusret eyle, hâmi-i din muhibbi İsa olan imparator İoannis” bu kitabede ismi geçen imparatorun Paleologoslar döneminde Bizans imparatorlarından İoannes Paleiologos (1341-1391) veya İoannes VI. Kantakuzenos’a (1347-1354) ait olduğu sanılmaktadır. Bu kitabe 1886’da burcun üzerine önce ahşap, 1894’te de kâgir olarak yapılan saat kulesinin yapımı sırasında ortadan kaybolmuştur. Ahmet Badi Efendi’ye göre; kuzey kenardaki küçük burçlardan dördüncüsünün üzerinde de mermere yazılmış yine Grekçe bir kitabe daha bulunuyordu. Bu kitabe XIX.yüzyılın başlarında yerinden sökülerek Edirne’deki kilisede saklanmış, kilise yıkıldıktan sonra da Edirne Müzesi’ne götürülmüştür. Bu kitabede adı geçen imparator Mikhael Palaiologos’tur (1261-1282). Kitabe:

“Romalılara gerçekten şan veren hükümdar Mikhael ki onun sayesinde Konstantinios şehri kurtarıldı. Barbarlara karşı onların hücumları karşısında hiç sarsılmayan kuleli suru yaptırdı”.

Burçları birleştiren surlar üzerinde Biyennios ismi yazılı bir de monogram bulunuyordu. Bütün bu kitabeler Bizans döneminde Edirne Kalesi’nin ve surlarının onarıldığını ve önemsendiğini göstermektedir. Evliya Çelebi de bu surlar hakkında bilgi vermektedir:

“Beş arşak genişliğindeki büyük şehrin tam ortasında Edrona adlı kral tarafından yaptırılmıştır. Şekli batıya doğru dört köşeden biraz daha uzunca, şeddadi kayadan, sanki Ferhat işidir. Kapı ve duvarı öyle sanatlıdır ki bir sıra tuğla bir sıra traşlanmış taşla yapılmış bir sağlam kaledir. Duvarın temeli 29 zirâdır. Etrafında küçük ve büyük 160 kaf dağına benzer sağlam burçları vardır. Bu kale dört köşe inşa ettirildiğinden her köşesinde birer sağlam ve yüksek kuleleri vardır”.

Edirne Kalesi Osmanlı döneminde önemini yitirmiş ve 1866-1870 yıllarından itibaren Vali Hurşit Mehmet Paşa tarafından şehir içerisinde hastane, hükümet binası, kışla ve okul yapılması için taşlarından yararlanılmıştır. Bu nedenle de kale yıkılmıştır.

Edirne Belediyesi 2005 yılında ayakta kalan burcun çevresindeki ahşap dükkanları yol açmak nedeni ile yıktırmış, bu yıkım çalışmaları sırasında kalenin blok taşlardan olan temelleri ortaya çıkarılmıştır. Edirne Müzesi’nin burada yaptığı kazı çalışmalarında oldukça büyük ölçüde birbiri üzerine oturtulmuş bloklardan oluşan kalenin 3-3,5 m. yüksekliğe kadar ulaşan burçlar arasındaki sur duvarları ile burç kaideleri ortaya çıkarılmıştır. Bu konudaki çalışmalar sürmektedir. Ayrıca Edirne Sultan Oteli’nin bahçesinde de bu kalenin surlarına ait kesme köfeki taşından bir sur duvarı 5-6 m. yüksekliğe kadar ayakta durmaktadır.


Enez Kalesi (Enez)

Antik Çağda Akropol denilen yüksek bir tepe üzerindeki kalenin tarihçi Prokopios, Balkanlardan gelen barbar akınlarını önlemek amacıyla yapıldığını yazmıştır. Kalenin yapım tarihi kesin olmamakla birlikte, duvarlarındaki devşirme yapı malzemeleri Bizans öncesi yapıldığına işaret etmektedir. MS.VI.yüzyılda Iustinianus’un kaleyi onardığı kaynaklarda geçmektedir.

Ana girişi kuzeyde olan kale, doğu-batı doğrultusunda uzanmakta, güneyinde sur duvarı ile birleşmektedir. Denize bakan tarafta iki tane çok köşeli kulesi vardır. Bunlardan sağdaki yıkıldığından günümüze ulaşamamıştır. Batıdan uzanan sur duvarı ise içeriye doğru bir eğim yaparak güneyden gelen duvarla birleşmektedir. Böylece kalenin bu bölümü yarım kubbe biçiminde olup, Meriç Nehri’nden gelecek tehlikelere karşı savunmayı güçlendirmektedir. Kuzey-doğu köşesindeki köşeli kule batı yönünde yine köşeli bir yarım kubbe ile çıkıntı yapmaktadır.

XII.yüzyılda onarılan kalenin yapı malzemesini kesme taş, tuğla ve antik mimari parçalar meydana getirmiştir. Kaledeki antik mimari parçalar bugün Enez’in ev ve bahçelerinde görülmektedir.

Kalenin içerisinde Enez’in simgesi özelliğini taşıyan Enez Ayasofyası, mozaik döşemeli küçük bir kilise ve bir de şapel olarak kullanılmış bir mağara vardır. Burada bulunan Pan ve dans eden su perilerini tasvir eden bir kabartma Edirne Müzesi’ne götürülmüştür. Kalenin anıtsal giriş kapısı yanındaki duvarda da beyaz mermerden bir Trak süvarisinin tasviri vardır. Ayrıca kale içerisindeki sivri Osmanlı kemeri de yapının Türkler tarafından kullanıldığına işaret etmektedir.
Enez Kalesi'nin bulunduğu tepe, yerleşim alanının bir bakıma akropolüdür. Bu bölüm surlarla çevrilmiştir. Giriş kapısı şehre yönelik olup, yuvarlak kemerli oldukça görkemlidir. Kesme taş ve tuğladan yapılan sur duvarlarında yer yer moloz taşlar da kullanılmıştır. Surların giriş kapısının kenarında mermer üzerine Trak süvarilerini gösteren bir kabartma yerleştirilmiştir. Enez'de yapılmakta olan kazılarda şehrin dış noktalarında da sur duvarlarına ait izler ortaya çıkarılmıştır. Bu da gösteriyor ki Enez'in çevresi Bizans döneminde yapılmış surlarla kuşatılmıştır. Kalenin bulunduğu tepe iç kale özelliğini taşımaktadır.
 
#15
Edirne Saat Kulesi



Edirne’nin merkezinde Roma imparatoru Hadrianus’un (117-138) yaptırdığı kalenin burcu üzerinde Vali Hacı İzzet Paşa 1886 yılında belediye gelirlerinden 400 Liraya burç üzerine ahşap bir saat kulesi yaptırmıştır. Burç üzerine de 1886 tarihli bir kitabe yerleştirmiştir:
Muhyi-i Mülk-ü milel hazreti Sultan hamid
Kim Huda kılmada zâtın nice hayre alet
İşte bu hayrı da vali Hacı İzzet paşa verdi
Tesise delaletle bu şehre ziyned yazdı
İhmamına Hafız Güherî
Bir tarih verdi bu şehre şeref Kulede elhâk saat
1330 (1886)

İlk yapılışında ahşap olan bu kule 1894 yılında yıktırılmış, yerine taş ve tuğladan yeni bir kule yapılmıştır. Kule yukarıdan aşağıya doğru genişleyen bir yapı idi. 48 m. yüksekliğinde olan bu kule yangın kulesi olarak da kullanılmıştır. Kulenin ikinci ve üçüncü katlarında bir sofa ile oturulacak yerler bulunuyordu. Ancak bu kule de 1953 yılında depremden hasar görmüş, duvarları çatlamış ve yıktırılmıştır. Bu saat kulesi yuvarlak olup, üzeri küçük bir kubbe ile örtülü idi. Dört cephesinde de yuvarlak nişler içerisine saatler yerleştirilmiştir. Kulenin saati Fransa'dan getirilmiştir.

Edirne Müzesi 2004 yılında Belediyenin saat kulesi çevresindeki ahşap dükkanları yıktırmasından sonra burada bir kazı çalışması yapmıştır. Roma burcunun altında ve etrafında bulunan Roma dönemine ait kalenin temelleri ile 3-4 m. yüksekliğe kadar olan kesme taştan blok halinde sur duvarları ortaya çıkarılmıştır.
 
#16
Edirne Sivil Mimari Örnekleri


Edirne’de ilk yerleşim ve Edirne Evleri

Edirne’deki antik evler, Yunan ve Roma mimarisinden belirgin biçimde ayrılmıştır. Yörede uzun süre egemenliklerini sürdüren Trakların göçebe bir toplum oluşlarının bunda büyük payı olmuştur. Trakya’nın büyük bir bölümüne yayılmış olan Traklar, korumalı kalelerinde ve açık arazilerde yaşamışlardır. Savaşçı bir topluluk olan Traklar dışarıdan gelecek saldırılardan pek etkilenmemişler, konutlarında yöredeki ormanlardan yararlanmışlar, ahşabın yanı sıra saz ve samanı kullanarak balçıkla da onları pekiştirmişlerdir.

MÖ.VIII.yüzyılda Grek kolonizasyonu Ainos (Enez), Perinthos (Marmara Ereğlisi) gibi kendi kültürlerini yansıtan doğa koşullarını göz önünde bulunduran yerleşimlerinden Traklar etkilenmemişlerdir. Trakya ve Edirne’de Roma döneminde yerleşimler daha çok kale görünümündedir. Bunların içerisinde kendilerine özgü evlerden oluşan mahalleler kurmuşlarsa da onlar daha çok taşra evleri niteliğini taşımaktadırlar.

Edirne’de, başlangıçta 360.000 m2’lik bir alana yayılan ilk yerleşim yerine Roma İmparatoru hadrianus (117-138) savunma amaçlı bir kale yaptırmıştır. Günümüzde bu kalenin doğusunda Saraçlar Caddesi, kuzeyinde Mumcular Sokak, batısında Darülhadis Caddesi, güneyinde de Tunca nehri bulunmaktadır. Edirne’nin fethinden sonra yerleşim kalenin dışına taşmaya başlamış ve ilk Türk mahallesi olarak Karanfiloğlu semti ortaya çıkmıştır. Sultan I.Murad Edirne’ye Ermenileri, Sultan II.Beyazıt da Yahudileri yerleştirmiştir. Özellikle Yahudiler burada dinsel ağırlıklı bir yerleşim kurmuş, sinagogları Osmanlı yapıları arasında yer almıştır. XVI.yüzyılda Kaleiçi’nde on Müslüman mahallesi olduğu halde Evliya Çelebi 1660’da kentteki 16 mahalleden ikisinin Müslümanlara ait olduğunu yazmışsa da bunun doğruluğu tartışmaya açıktır. Bununla birlikte 1878-1912 yıllarında ticari boşluğun Gayrimüslimler tarafından doldurulduğu da bilinmektedir.

Kaynaklardan öğrenildiğine göre 1609’da 147 mahallesi olan Edirne’nin 1703 sayımında bu sayı 65’e düşmüştür. Kent doğal afetlerden, savaşlardan büyük ölçüde etkilenmiştir.

Tunca Nehri’nin 1808’de taşması kenti sular altında bırakmış, 1844’te bir başka su baskını 1200’den fazla evi yıkmıştır. Aynı yıl Menzilhane’de başlayan yangın Eski Cami Caddesi ile Bedesten çevresindeki 400 dükkanı yakmıştır. Üç Şerefeli cami’nin yakınındaki doğramacılarda çıkan yangın cami ile çevresini, Tophane semtindeki yaklaşık 400 ev ile dükkanı yakmıştır. Bunları 1855 Eski Cami Caddesi, Gümrük Hanı, Unkapanı, Kıyık, Murat Paşa Mahalleleri yangınları izlemiştir. Bu felaketlerde 300 dükkan, hanlar ve birçok ev ortadan kalkmıştır. Yüzyılımızın başında, 1903’te Topkapı hamamından çıkan yangın 1514 evi ortadan kaldırdığı gibi, 1914 yangını da Ayasofya Kilisesi ile Kaleiçi Mahallesi’ni yakmıştır.

Siyasi olaylar, iç çekişmeler ve savaşlar da Edirne’yi büyü ölçüde etkilemiştir. Sultan III.Selim’in yenilik hareketlerine karşı ayaklanmada, Edirne Vakası denilen olay, 1828-1829 ve 93 Harbi denilen Osmanlı-Rus Savaşları kentin doğal afetlerden arta kalan mahallelerinin de yıkılmasına neden olmuştur. Bundan etkilenen Edirnelilerin çoğu kentten göç etmiştir. Göç eden Müslümanlardan boşalan yerlere de azınlıklar yerleşmiştir. İstatistik bilgilere bakıldığında 1830-1835’te kentin 8.000-10.000 nüfusu; 1870’li yıllarda 144 mahallesi, 25.451 evi bulunuyordu. XX.yüzyılın başlarında ise nüfus 8.700’e inmiş, I.Dünya Savaşı’nda daha da azalmıştır.

Bulgar işgali (1913) sırasında bazı yapılar ortadan kalkmış, aynı dönemdeki yangın 1514 evin yanmasına neden olmuştur. Bu olayların ardından Edirne Askeri Rüştiyesi resim öğretmeni Mehmet Selami Bey Edirne’nin yangından kurtulan bölümlerin planlarını çizmiştir. Bugün bu planlar incelendiğinde Edirne Kaleiçi sokaklarının düzgün bir planda olmadıkları görülmektedir. O günlerin Belediye Başkanı Dilaver Bey Edirne’nin imarıyla ilgili çalışmaları başlatmış, Fransız mimarlarının hazırladıkları plan uyarınca sokak ve caddeler birbirlerini dik olarak kesecek biçimde düzenlenmiştir.

Kaleiçi’ndeki yeni yapılanmalarda yükseklik oldukça küçük tutulmuş. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün sattığı arsalar üzerinde evler birbirini izlemiştir.

Cumhuriyet döneminde Edirne’nin ilk imar planını 1940’ta Prof.Dr.Ernest Eğli çizmiştir. Onun bu çalışmasını 1963’te İller Bankası’nın çalışmaları ile 1947’de kentin ilave imar planı izlemiştir. Bu arada Kaleiçi’ndeki eski evlerin büyük bir bölümünün tescili yapılmış ve korunulmasına çalışılmıştır. Kaleiçi’nin sit alanı olarak ilân edilmesinden sonra çalışmalar yoğunlaşmış, alınan kararlar Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca 1985’te yeniden gözden geçirilmiştir. Bu arada özelliğini yitirenler, onarılmayacak durumda olanlar tescil dışı bırakılmıştır. Bütün bu çalışmalar yapıldıktan sonra 24 10 1991 gün ve 986 sayılı Koruma Kurulu Kararı uyarınca “Edirne Kentsel Sit Alanı Koruma İmar Planı” yürürlüğe girmiştir.

Edirne’de bugün ahşap konut sayısı çok azdır. Yine de günümüz Edirne’sinde eski konutları bir araya toplayan ve korunmaya çalışılan 360.000 m2’lik alanı kapsayan Kaleiçi’nin özel bir konumu vardır. Bu yerleşim alanı sonraki yıllarda güneyde Tunca kıyısındaki Darülhadis Medresesine doğru genişlemiştir. Öte yanda siyasi ve ekonomik nedenlerle Kaleiçi’ni terk eden gayrimüslimlerin evleri de ilginç mimarileri ile korunması gereken örneklerdendir.

Edirne evlerinin Türk konut mimarisinde kendisine özgü bir yeri vardır. Ancak, bunların mimari tiplerini tam anlamı ile saptayabilmek de çok güçtür. Türk evlerinin çoğunda karşılaşılan genel özellikler Edirne evlerinde de vardır. Avlular, taşlıklar, niyazlıklar, merdivenler, odalar, raflar, hücreler, tandırlar, ocaklar, pencereler, kapılar, tavanlar, sedirlikler, hayatlar, yazlık ve kışlık divanhaneler, hamamlar, helalar, mutfaklar, kilerle, çamaşırlıklar, çeşmeler, havuzlar, selsebiller Edirne evlerinde de bulunmaktadır.

Tarih boyunca Edirne’de Müslümanların yaşadıkları evlerin cepheleri bağdadi sıvalı veya ahşap kaplamaydı. Genellikle iki katlı olan evler, çıkmalarla, cumbalarla, cihannümalarla, balkon korkuluklarıyla, ahşap oymalı saçaklıklarla zengin bir görünümde idiler. Çoğunlukla girişler içeriye niş şeklinde çekilmiştir. Ayrıca bu girişler yanlarda ve üstlerde aynı zamanda aydınlatmayı sağlayan pencerelerle kontrol altına almışlardı. Odalar oldukça büyük tutulmuş, yüksek tavanları, geniş pencereleri ile ferah görünüm sergilemektedirler. Ayrıca barok ve rokoko üslubundaki görkemli tavanları da onları tamamlamaktadır.

Harem ve Selamlık olarak yapılan konakların sayısı ise günümüzde hemen hemen yok gibidir. Bunlardan selamlık yola daha yakın, Harem ise dışarıdan görünmeyecek konumda arka bahçede yer almıştır. Buradaki odaların kapıları açıldığında karşılaşılan uzunca sofalarda aile bireyleri topluca zaman geçirdikleri gibi aynı yeri geçit olarak da kullanılmışlardır. Bu evlerde üzeri örtülü hayat denilen sofaların yanları açıktır, böylece önlerindeki bahçeyle yakınlaşmışlardır. Ancak son yıllarda sofaların önleri camlarla kapatılarak bu bağlantı ortadan kısmen de olsa kaldırılmıştır.

Edirne evleri, sokak üzerinde veya bahçe içerisinde olanlar diye iki ayrı grupta incelenebilir. Bunlardan sokak üzerindekilerin alt katlarında pencere dizilerine pek rastlanmamakla birlikte, üst katlar son derece mükemmel aydınlatılmıştır. Tek katlı evlerde dışarıya kesinlikle pencere açılmamakta, aydınlanma yalnızca bahçeden sağlanmaktadır. Komşu evlere yönelik duvarlarda ise pencere bulunmamakta, pencereler kendi bahçelerine açılmaktadır.

Prof.Dr.Metin Sözen, Edirne evlerinin odalarını belli başlı işlevlere göre şöyle sıralamıştır:
“Oturma Odası: Günlük oda olarak bilinir. Yatak Odası: Eski dönemlerde musandralık denirdi. Misafir Odası: Konuklara ayrılan odaya aynı zamanda hoşametlik denirdi.

Bazı evlerde namaz odaları adı verilen, namaz kılmaya ayrılmış bir mekân daha vardı. Oturma odaları aile fertlerinin bir arada oturdukları odalardır. Harem ve Selamlık bölümleri olan evlerde oturma odası yalnız Harem bölümünde bulunurdu. Bu odalarda genellikle evin bahçesine bakacak şekilde pencereler açılırdı. Sonraki dönemlerde sokak tarafına da oturma odalarının açıldığı görülmüştür. Pencereleri sokağa bakan odalar daha çok erkeklere aitti.

Eski yatak odalarında yerden 1-1,5 m. yükseltilmiş ayaklar üzerindeki yataklarda yatılırdı. Bunlara portatif merdivenlerle çıkılır ve merdiven yukarıdan çekilirdi. Döşekler Musandıra denilen etrafı siperlenmiş olan bu yükseltilmiş döşemeye serilirdi. Musandıralar zamanla evlerde terk edilmiş, bunun yerine yerden en çok 30-40 cm. yükseltilmiş sedirler tercih edilmiştir.”

Edirne evlerinin en tanınmışlardan birisi Kaleiçi’nde Maarif Caddesi üzerindeki heykeltıraş İlhan Koman’ın doğduğu evdir. Neo-klasik üslupta, bodrum üzerinde iki katlı bu konağı Rum mimarı ile ressamları 1908’de yapmışlardır. Dr.Dimsa’nın muayenehanesi olarak yapılan konağı, sonraki yıllarda Dr.Fuat Koman satın almıştır. Mermer taklidi, bağdadi sıvalı girişteki holün çevresindeki odalardan biri muayenehane, diğeri de kütüphaneye ayrılmıştır. Üst kattaki büyük salon çeşitli aile kutlamalarına, törenlerine ayrılmıştır. Özel olarak Romanya’dan fırınlanmış kerestesi getirtilen konağın içerisi ve dışı oldukça güzel bezenmiştir. Ahşap bezemeli kaplamaların yanı sıra tavanları bağdadi sıva üzerine “fresco-secco” (kuru fresk) tekniğindeki resimlerle bezenmiştir. Burada zengin Türk barok motifleri arasında İstanbul, Boğaziçi, Rumelihisarı, Arnavutköy’den görünümlere, aile fotoğraflarına, Yunan filozof portrelerine, dor üslubunda bir mabede, Erektein’a yer verilmiştir. Erkek ve kadın portreleri, Aphrodite resimleri de onları tamamlamıştır.

Edirne günümüzde yeni yapılanmaya ayrılan semtleri ile birlikte kimlik değişimiyle karşı karşıyadır. Bu arada yeni yapılanma ile birlikte eski yerleşimin ilişkileri sağlıklı biçimde birleştirilemeyince kentteki sivil yapılanmada yozlaşma hız kazanmıştır.

Edirne Tren istasyonu (Gar Binası) (Merkez)

XIX. yüzyılda başlayan ve XX.yüzyılın ilk çeyreğine kadar süregelen yeni bir mimari akım Edirne’ye de yansımıştır. Bu yeni üslupta eski çağların yapı elemanlarından yararlanılmış, daha sonra da Klasik Türk mimarisi ile bağdaştırılmıştır. Ancak Ziya Gök Alp’in başlattığı milliyetçi düşünce kısa sürede mimariye de yansımış, Batının Barok, Rokoko, Ampir, Eglektik ve Art-Nouveau üsluplarından sıyrılarak tamamen Klasik Türk mimarisine yönelinmiştir. Ali Talat Bey, Kemalettin Bey ve Vedat Bey’in başlattığı bu yeni mimari de Klasik Türk mimarisinden esinlenen yapılar birbirini izlemeye başlamıştır. Bunlardan Mimar Kemalettin bey tarafından Neo-Klasik üslupta yapılan, İstanbul’u Avrupa’ya bağlayan demiryolunun en önemli istasyonlarından birisi de Karaağaç tren istasyonu’dur. Bu istasyonun yapımına 1914 yılında başlanmış ancak, I.Dünya Savaşı’ndan ötürü yapımı yarıda kalmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra da işletmeye açılmıştır.

Karaağaç Tren İstasyonu Mimar Kemalettin Bey’in “Şark Demiryolları Şirketi” adına tasarladığı dört tren istasyonundan birisidir. Mimar Kemalettin Bey’in tasarımını yaptığı diğer istasyon yapıları arasında Filibe Garı, Selanik Garı ve Sofya Garı bulunmaktadır. Bunlardan Selanik Garı’nın yalnızca temelleri atılabilmiş, Sofya Garı II.Meşrutiyetten önce tamamlanmıştır.

Kurtuluş Savaşı’ndan sonra demiryolunun 337 km.lik bir bölümü Türk toprakları içerisinde kalmıştır. Bunun için de karaağaç Tren istasyonuna İstanbul’dan ulaşabilmek için Yunan sınırından geçme zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları Türk sınırı içerisinden geçen yeni bir demiryolu yaptırınca da Karaağaç tren İstasyonu önemini yitirmiş ve terk edilmiştir. 1974 Kıbrıs harekâtı sırasında istasyon bir süre ileri karakol görevini üstlenmiş ve daha sonra da Trakya Üniversitesi’ne verilmiştir. Bu istasyon binası bugün Trakya Üniversitesi rektörlük binası olarak kullanılmaktadır. Edirne için son derece önemli olan Lozan Antlaşmasını simgeleyen bir anıt ve bir de müze üniversite tarafından tren istasyon binasının yanına yapılmıştır.

Neo-Klasik Türk mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan Karaağaç Tren İstasyonu üç katlı, dikdörtgen planlı ve 80 m. uzunluğunda bir yapıdır. Yığma duvar sistemine göre tuğladan yapılan istasyonun ortasında büyük bir hol bulunmaktadır. Bu bölümün dış duvarlarında, pencerelerinde, kapı kemerlerinde ve girişin iki yanındaki kulelerde kesme taşlar kullanılmıştır. Binayı çevreleyen sivri kemerli pencereler tamamen bu üslubu yansıtmaktadır. Bu arada döşemelerin yapılmasında da çelik kirişlerden yararlanılmıştır. İstasyon binasının üzeri asbest plaka kaplı çelik makaslı, kırma bir çatı ile örtülmüştür. Yapının iki ucunda yer alan yuvarlak gövdeli kuleler kesme taştandır. Bunların üzerinde dolaşan silmeler, kuşaklar, stalaktitli yarım başlıklar, güçleler, kum saati motifleri, saçaklar ve Türk üçgenleri Neo-Klasik Türk mimarisini Edirne’de yaşatan bir örneği ortaya koymuştur.
 
#17
Edirne Müzeleri


Edirne Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi (Merkez)

Atatürk’ün isteği doğrultusunda Edirne Müzesi l925 yılında müze deposu olarak, Edirne Selimiye Camisi’nin Darül Tedris Medresesi’nde oluşturulmuştur. Müzenin kuruluşunda Trakya Umumi Müfettişi olan Kazım Dirik’in büyük payı olmuştur. Bu nedenle Edirne’de dağınık bulunan eserlerin toplanması ve bir araya getirilmesi için “Edirne ve Yöresi Eski Eserleri Sevenler Kurumu”nu l935 yılında kurmuştur. Bundan sonra Edirne Selimiye Külliyesi’nin Darüs Sıbyan (Dar ül Kurra) masrafları bu kurum tarafından karşılanmak üzere onarılmış ve daha önce depo halındaki eserler buraya taşınmıştır. Etnoğrafik ağırlıklı bu müze Edirne’nin işgalden kurtarılışının 13.yılında, 25 kasım l936’da ziyarete açılmıştır. Bunun ardından Topkapı Sarayı ve Ankara Etnografya Müzesi’nden getirilen eserler ile takviye edilmiştir. Bundan sonra l954 yılında müdürlük konumuna getirilen müzeye Muzaffer Batur atanmıştır.

Edirne’nin yeni bir müze müdürlüğü binasına ihtiyaç duyması üzerine Selimiye Camisi’nin arkasındaki alanda Y.Mimar İhsan Kıyğı’nın hazırladığı plan doğrultusunda yeni bir müze binası yapılmıştır. Bu müze planı standart olup Anadolu’nun bir çok illerinde uygulanmıştır.

Müzenin arkeoloji bölümünde Paleontolojik dönem fosillerinden başlayarak Edirne ve yakın çevresinde bulunan 3.zamanın sonlarına ait fil, gergedan, ve at türü hayvanların çene, omur gibi parçaları bulunmaktadır. Ayrıca 30.000.000 yıl öncesine ait Miyosen dönemin balık fosilleri, deniz hayvanları, bitkilerin fosilleri de onları tamamlamaktadır. Kalkolitik döneme tarihlenen ve Enez Hocaçeşme Höyüğünde bulunan Orta Neolitik, Erken Kalkolitik pişmiş toprak eserler müzede yer almaktadır. Ayrıca Edirne yöresinde çok bol olan Lalapaşa, Araplık dolmeni, Taşlicabayır Tümülüsü eserleri, M.Ö 1400-800 yıllarına tarihlenen Tunç ve Demir Çağ eserleri de arkeoloji bölümünün önemli eserleridir.

Edirne Müzesinde l071-2005 yıllarına ait Enez kazısından çıkan buluntular, Klasik, Helenistik, Roma ve Bizans dönemine tarihlenen keramik, cam, madeni, sikke gibi küçük buluntular, heykeller, torsolar, steller de müzenin başlıca eserleri arasındadır. Steller arasında Trakya bölgesinin yerli halkı olan Traklara ait mezar stelleri da bulunmaktadır.
Bizans ve Osmanlı dönemine tarihlendirilen altın ve gümüş sikkelerden oluşan koleksiyonlar da müzede yer almaktadır.

Müze bahçesinde Roma dönemine tarihlenen lahitler, dolmenler, menhirler ve çitten yapılmış iki Trak evi, Eroslu sunak, Bizans ve Roma dönemi sütunları, sütun başlıkları XV-XVIII yüzyıllara tarihlenen Osmanlı mezar taşları da ayrı bir bölüm halinde sergilenmektedir.
Müzenin Etnografya bölümünde Selimiye Camisi’nin ziyarete açılışında mihraba konulan halı, Edirnekari ağaç işleri, Edirne Sünnet yatağı, Edirne gelin odası, Edirne evleri oturma odası ayrı bir bölüm halindedir. Ayrıca erkek ve kadın giysileri, oyalar, üç etekler, bohçalar, ve Edirne’ye özgü sabunlar burada sergilenmektedir. Edirne köy evlerinin mutfağı, ve çeşitli sanatlara ait tezgahlar da yine Etnografya bölümündedir.

Atatürk’ün Edirne’yi ziyaretinde kullandığı eşyalar, haritası da burada bulunmaktadır.

Selimiye Camisi yanı
Tel: (0284) 225 11 20
Faks(0284) 225 57 48


Türk-İslam Eserleri Müzesi (Merkez)

Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nin yönetiminde olan Türk-İslam Eserleri Müzesi Selimiye Camisi’nin Dar-ül Tedris (Dar-ül Kurr’a) Medresesinde bulunmaktadır. Medresenin 14 odası ile avlusunda Türk ve İslam dönemine ait eserler sergilenmektedir.

Müzenin Pehlivanlar odasında Kırkpınar güreşlerinin ünlü baş pehlivanlarının fotoğrafları ile Kırkpınar ağası giysili, kısbetli mankenler bulunmaktadır. Tekke Eşyaları odasında dergahlardan toplanmış çeşitli eşyalar, Sultan II.Beyazıt külliyesinin kapıları, büyük ölçüde mumlar, el yazmaları, levhalar, alemler, zikir tespihleri, son şeyhülislamın giysisi, fildişi ve sedef kakmalı Kur’an mahfazaları ve Mevlevihane’ye ait eşyalar bulunmaktadır. Ayrıca işlemeler de onları tamamlamaktadır. Balkan Savaşı ile ilgili fotoğraflar, sancaklar, çeşitli çiniler, Çanakkale seramikleri, porselenler, Edirne Sarayında l973 yılında yapılan kazıda çıkarılan duvar çinileri, cam eşyalar, yemek kazanlar, çeşitli ölçü aletleri, fenerler, mangallar, zemzemlikler, sedef kakmalı koltuk takımları, çeşitli ağaç işi örnekleri müzedeki başlıca eselerdir.

Selimiye Camisi Dar ül tedris (Dar-ül Kurr’a) Medresesi
Tel: (0284) 225 11 20


Lozan Anıtı ve Müzesi (Merkez)

Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.Osman İnci başkanlığındaki senatonun almış olduğu kararla yapılan Lozan Anıtı Karaağaç’ta eski Edirne tren istasyonu, bugünkü Rektörlük birasının bahçesinde bulunmaktadır.

19 Temmuz l998’de ziyarete açılan anıt Lozan’ın Edirne için önemini simgelemektedir.
Anıt üç beton sütun ve ortasındaki bir genç kız figüründen oluşmaktadır. Sütunlardan uzun olana Anadolu’yu, kısa olanı Trakya’yı, en küçüğü de Karaağaç’ı simgelemektedir. Bunların arasındaki figür ise estetiği, zarafeti ve hukukun sembolüdür. Bir elinde tutmuş olduğu güvercin barış ve demokrasiyi, diğer elindeki belge de Lozan Antlaşmasını anlatmaktadır. Ayrıca bu sütunlar bir çemberle birleştirilerek birlik ve beraberlik sembolize edilmiştir.

Lozan Anıtının yanındaki tek katlı yapı Lozan Müzesidir. Anıt ile beraber l998’de açılan Müzede Lozan Antlaşması ile ilgili belgelerin örnekleri, Atatürk ve İsmet İnönü ile ilgili fotoğraflar, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, diğer çeşitli tarih dergileri ve günün gazetelerinden alınmış konuyla ilgili yazıları içeren örnekler bulunmaktadır.

Karaağaç
Tel: (0284) 214 4210/l87



Sağlık Müzesi (Merkez)

Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman İnci Başkanlığında, Üniversite Senatosunun almış olduğu kararla Sultan II.Bayezid’ın 1484-1488 yıllarında yaptırmış olduğu Sultan II.Bayezıd Külliyesinin Darüşşifası’nda 23 Nisan l997 yılında Sağlık Müzesi ziyarete açılmıştır. Trakya Üniversitesi ve Ruh Hastalarını Reaptasyon Derneği’nin katkıları ile Darüşşifa restore edilmiştir.
Edirne'yi i ziyaret eden Evliya Çelebi buradan “Orada bir Darüşşifa vardır ki dil ile tarif ve kalemler ile yazılmaz” diye söz ederek şöyle devam etmiştir:

”Adı geçen bağın ortasında, göğe baş uzatmış bir kağir yüksek kubbedir ki güya aydınlık hamam camekanı gibi tepesi açıktır. Bu açık yerde altı adet ince mermer sütunlar üzerinde Kiyanıyan tacı gibi bir kubbecik vardır. San'atkar iş üstadı, bu küçük kubbenin ta tepesine halis altın ile yaldızlanmış bir çeşit demir mil üzerine bir bayrak yapmış, ne taraftan rüzgar eserse, o bayrak o tarafa döner. Garip görünüşlüdür. Ama aşağı büyük kubbe sekiz köşelidir. Bu kemerli kubbe içinde dahi sekiz kemer vardır. Her kemerin altında bir kış odası vardır. Bu odaların her birinde ikişer pencere vardır. Bir penceresi odanın dışında olan gülistanlı ağaçlığa bakar, diğeri de bu büyük kubbenin ortasındaki büyük havuz ve şadırvana bakar. Bu sekiz adet kış odalarının önünde , yine büyük kubbe içinde sekiz adet yazlık odalar vardır.

Üç tarafları kafesli mermerler ile yapılmış bu büyük kubbe altındaki büyük havuzun çevresindeki sel sebillerden berrak su çağlayıp havuza girince , fıskiyelerden berrak su, kemerli kubbenin göbeğinde nihayet bulur.
Böyle dikkat ve özenle yapılmış şifa yurdunun anlatılan odalarında çeşitli hastalıklara tutulmuş zengin ve fakir, ihtiyar ve genç doludur.

Bazı odalarda ilkbaharda delilik mevsiminde Edirne'nin aşk denizi derinliğine düşmüş sevdalı aşıklar çoğalıp, hekimin emriyle bu tımarhaneye getirilerek altun ve gümüş yaldızlı zincirlerle kerevetlerine takılıp, her biri aslan yatağında yatar gibi kükreyip yatarlar... Kimisi havuz ve şadırvanlara bakıp kalender hülyası kabilinden sözler eder, nicesi dahi o kemerli kubbenin etrafında olan gülistan ve bağ ve bostan içindeki binlerce kuşların cıvıltılarını dinleyip, delilerin perdesiz ve ölçüsüz sesleriyle feryada başlarlar”.

Evliya Çelebi, hastanenin musiki ile tedavi konusunu da şu şekilde anlatmıştır:

“Merhum ve Mağfur Bayezid Veli Hazretleri Vakfiyesinde, hastalara deva, dertlere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve defi seva olmak üzere 10 adet hanende ve sazende gulan (genç erkek) tayin etmiş ki, üçü hanende, biri neyzen, biri kemancı, biri musikarcı, biri santurcu, biri çengi, biri çeng santurcu, biri udçu olup, haftada 3 kez gelerek hastalara ve delilere musiki faslı ederler. Allah'ın emriyle , nicesi saz sesinden hoşlanır ve rahat ederler.
Doğrusu musiki ilminde neva, rast, dügah, segah, çargah,suzinak makamları onlara mahsustur. Ama zengule makamı ile buselik makamında rast karar kılsa insana hayat verir. Bütün saz ve makamlarda ruha gıda vardır”.

Edirne Sultan II.Beyazıd Külliyesinin Darüşşifası, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün l984’de yaptığı bir protokol ile Trakya Üniversitesine eğitim amaçlı olarak tahsis edilmiştir.

Edirne Darüşşifası’nda musiki ile hasta tedavisi, hastanenin başta gelen özellikleri arasındaydı. Bu konuda inceleme yapan müzisyen hekimler Türk musikisindeki bazı makamların bazı hastalıkların tedavisinde özel bir iyileştirici etkisi olduğunu saptamışlardır. Tedavide musikinin yanı sıra su sesi ve güzel kokudan da yararlanılmıştır. Buradaki şadırvandan dökülen suların çıkardığı sesler hastayı huzura kavuşturmaktaydı.

l876-l877 Osmanlı-Rus savaşında Edirne’nin işgali ile buradaki tıp eğitimi işlevini yitirmiş ve Darüşşifa içerisindeki hastalar İstanbul’a gönderilmiştir.

Trakya Üniversitesi Sağlık Müzesi Avrupa Parlamentosunun 2004 yılı Avrupa Müzesi ödülünü kazanmıştır. 2004 yılında bu ödülü alabilmek için 48 ülkeden 60 müze değerlendirmeye katılmış, birincilik ödülü Trakya Üniversitesi Sağlık Müzesi’ne verilmiştir.

Müzede Osmanlı İmparatorluğu’nun başlangıcından sonuna kadar sürdürdüğü sağlık hizmetleri en küçük ayrıntısına kadar çağına uygun dekorlarla, mankenler eşliğinde canlandırılmıştır.

Müze üç bölümden oluşmaktadır. Müzenin birinci bölümünde poliklinik, özel diyet mutfağı, ve personel odaları bulunmaktadır. İkinci bölümde ilaç deposu ve hekimlere ait bölümlere yer verilmiştir. Üçüncü bölümde hasta odaları aslına uygun biçimde canlandırılmıştır. Bu bölümde altı ve dört kişilik yatak odaları ve musiki bölümleri görülmektedir.

Müzede Tıp tarihi ve Ontoloji ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır. Şifalı Bitkiler, Eczacılık, XV.yüzyılda Osmanlılarda Cerrahi, Osmanlı’da Darüşşifalar, Bulaşıcı Hastalıklar, Hekimliğin Gelişim Tarihi, Mimar Sinan ve Eserleri, Türk Psikiyatri Tarihi Ord.Prof. Dr.A.Süheyl Ünver ile Tosyavizade Dr. Rıfat Osman’ın odaları müzenin başlıca bölümlerini oluşturmaktadır.

Türkiye’de başka bir örneği olmayan müzede Osmanlı döneminin dekor ve kostümleri kullanılarak hekimbaşı, çömezleri (asistan), Osmanlıların ruh ve akıl hastaların musiki ile tedavi etmelerini, terapiyi gösteren hanendeleri, sazendelerinin ruh hastalarını tedavi edişleri mankenlerin eşliğinde sergilenmiştir. Müzenin sahne düzenlemeleri de İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları tarafından yapılmıştır.
 
#18
Edirne Tabyaları



Edirne tabyaları Osmanlı-Rus ve Balkan Savaşları sırasında Edirne’nin savunulması amacıyla yapılmıştır. Edirne’nin 4-5 km. uzağında bulunan ve bugün büyük çoğunluğu tarlalar içerisinde kalmış olan bu tabyaların büyük çoğunluğu moloz ve kaba taştan, top mermilerine dayanacak şekilde yaklaşık bir metre kalınlığında yapılmıştır.
Sultan II.Mahmud zamanında 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Edirne'nin savunması için alınan önlemlerin başında tabyaların yapılması gelmiştir. Bunun için de şehrin çevresindeki tepelerde tabyalar yapılmıştır. Edirne savunmasında göreve getirilen Halil Paşa, Vecihi Paşa ve İbrahim Paşa, Rus ordusunu durdurmak üzere bu tabyaların yapımını başlatmışlardır. Genelde bazıları topraktan, bazıları kâgir ve üzerleri dal veya kalaslarla örtülü bu tabyalar tamamlanamadan savaş başlamıştı. Savaşın sona ermesinden sonra tabyaların yapımına hız verilmiştir.

İlk kez 1828’de yapılan bu tabyalar daha sonra Tahir Paşa yönetimindeki bir komisyon yeniden yaptırmış ve bazılarını da onarmıştır. 1903 yılında 30’dan fazla tabya bulunuyordu ve bunların Balkan Savaşı’nda büyük yararı olmuş, şehir 155 gün boyunca bu tabyalar yardımı ile korunmuştur. Bu tabyalardan Hıdırlık tabyasını Şükrü Paşa karargâh olarak kullanmış, Kıyık Tabyasını da Edirne kale komutanı İsmail Paşa karargâh olarak kullanmıştır. Bu tabyalar içerisinde en görkemlisi Hıdırlık Tabyasıdır.
Kıyık Tabyası üzerine ordu kumandanı Muhtar Paşa bir de kitabe yerleştirmiştir:
Bârek-Allah işbu istihkâm nev tarz-ı rasîn
Kahr ve tedmîr adüvvü dânedir hassa hasîn
Bâni-i fidyesidir sarh-ı muhkemin
Mazhar-ı teyyid hak Abdülhamid Hân güzin
İşbu şehrin sû-be-sû tahkimini azmeyledi
Azm-i pâk cümlesinden de bu tesis metin
Cilve-gâh olsun bu bir yâ-rabb şuâi nusrete
Düşman kalsın top altında siyah rûz mühîn
Lâ-cerem eyler bu istihkâma düşman serfürû
Söyledi Muhtar tarihini zafergâh-ı mübin
1304 (1886).

Bu tabyaların belli başlıları; Ayvazbaba, Kestanelik, Cevizlik, Yıldız Tabya, Muhitintepe Tabyası, Aynalı Tabya, Karagöz Tabya, Kartaltepe, Maraş, Karaağaç, Kazanova, Ayvazoğlu, Arnavutköy, Büyük Taş Tabya, Küçük Taş Tabya, Kemer, Aynalı, Toprak, Başhöyük, Doğancı, Eski, Topyolu, Kavkas, Yassı Tepe, Bağlarbaşı, Abdurrahman Ağa, Arda, Kıyık, Bosnaköy Tabyalarıdır.

Şükrü Paşa’nın Balkan Savaşı sırasında beş ay açlık ve yoksulluk içerisinde savunduğu Hıdırlık Tabyası günümüzde Genel Kurmay Başkanlığı tarafından Balkan Savaşı Müzesi’ne dönüştürülmüştür. Burada bütün tabyalar onarılmış, Balkan Savaşı konu mankenleri, fotoğraflar, tabelalar, ses ve ışık düzeni ile ziyarete açılmıştır. Müzede savaş canlı şekilde ziyaretçilere yaşatılmaktadır.
 
#19
Edirne'de Kırkpınar


Edirne’de Kırkpınar Güreşlerinin yapıldığı yer hakkında çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Edirne Vilayeti Salnamesine göre (1901) Kırkpınar’ın asıl yeri olarak Simavna ile Sarıhızır bölgeleri arasında çayırlık alan gösterilmektedir. Bir başka görüşe göre de Kırkpınar Edirne il merkezine 16 km. uzaklıktaki Görmutlu ile Seymenli köyleri arasındadır. Kırkpınar’ın Ahırköy yakınında olduğu da iddia edilmektedir. Bütün bunlar gösteriyor ki tarihi Kırkpınar Çayırı Balkan Savaşı’ndan sonra Türkiye sınırları dışında kalmıştır.

Sultan I.Murad Edirne’yi aldığı zaman güreş sporuna önem vermiş ve bir pehlivanlar tekkesi kurdurmuştur. Bu tekkeden de güçlü Türk pehlivanları yetişmiştir. Kırkpınar ile ilgili olarak bir de efsane vardır. Buna göre; iki pehlivan güreşirler ve yenişemezler. Gece de güreşlerini sürdürürler ve her ikisi de yorgunluktan orada ölürler. Güreştikleri yere bu pehlivanlar gömülür. Daha sonra bu yerden kırk tane pınar fışkırır ve bu yere de bundan ötürü Kırkpınar ismi verilmiştir. Bir başka söylentiye göre de, Türklerin Anadolu’dan Rumeli’ye geçişleri sırasında kırk Türk akıncısı Balkanlar’da bir mola sırasında aralarında güreş tutmuşlar ve aralarından ikisi güreşirken yorgunluktan ölmüştür. Arkadaşları tarafından buradaki ağaçlık bir yere gömülmüşlerdir. Akıncılar geriye döndüklerinde, aynı yerden geçerlerken arkadaşlarını gömdükleri ağaçların altından buz gibi bir pınarın kaynadığını görmüşlerdir. Halk arasında Kırkların Pınarı diye isimlendirilen bu pınarlı çayır daha sonra Kırkpınar’a dönüşmüştür.

Edirne Çocuk esirgeme Kurumu’ndan Rasim, Kavaf Recep, Terzi Şevket, Bedestenli Mehmet, Çubukçu Rasim, Kıyıkçı Rıza Efendiler Kırkpınar’ı Sarayiçi’nde canlandırmış ve bugünlere ulaşmasını sağlamışlardır. Cumhuriyetin ilanından sonra da Kırkpınar Güreşleri Edirne’nin Sarayiçi bölgesinde her yıl yapılmaya başlanmıştır.

Edirne’nin en önemli iç turizmi olan Kırkpınar’ı Edirne Belediyesi yönetmektedir. Her yıl Edirne’de bir Kırkpınar Komitesi kurulur, komite önce Kırkpınar Güreşlerinin başlayacağı günü çeşitli yayın organlarında ilan eder ve katılacakları davet eder. Kırkpınar Güreşlerinde deste, küçük orta, büyük orta, baş altı ve baş pehlivanlara verilecek ödüller belirlenir ve bunlar ilan edilir.

Kırkpınar’ın kendine göre bir takım gelenekleri vardır. Öncelikle güreşlerin başlayacağı Cuma günü sabahı Atatürk heykeline çelenk konur, saygı duruşunda bulunulur. Pehlivanlar mezarlığı ziyaret edilir oraya da çelenk konularak dua edilir. Cuma namazından sonra Selimiye Camisi’nde Mevlüt okunur ve öğleden sonra güreşler başlar. Güreşler Cuma-Cumartesi_Pazar günleri devam eder. Güreşlerin son günü bir kuzu açık arttırmaya çıkarılır ve en çok arttıran da Kırkpınar’ın Ağası olur. Güreşlerde hakem heyetine itiraz olmaz.

Kırkpınar’da ünlü Türk pehlivanları yetişmiştir. Bunların başında; 26 yıl aralıksız baş pehlivanlığı kazanan Kel Aliço, 16 yıl baş pehlivanlığını sürdüren Adalı Halil ile Koca Yusuf, Kurtdereli Mehmet, Hergeleci İbrahim, Çolak Molla Mümin, Kara Ahmet, Filiz Nurullah, Katrancı Mehmet, Kara İbo, Makarnacı Halil, Mardalı Ahmet, Küçük Yusuf, Edirneli Kara Emin, Manisalı Rıfat, Bandırmalı Kara Ali, Gostivarlı Mülayim, Tekirdağlı Hüseyin, Tekirdağlı Hüseyin Aklaya, Babaeskili İbrahim, Hayrabolulu Süleyman, Sındırgılı Şerif, İrfan Atan, İbrahim Karabacak, Adil Atan, Mehmet Ali Yağcı gelmektedir.
 
#20
Edirne Mezarlıkları


Edirne’nin eski mezarlıkları XX.yüzyılın başlarında bir çok şehirde olduğu gibi parsellenerek satılmış ve yerlerinde yeni yapılar yükselmiştir. Bu nedenle de Edirne’deki tarihi bir çok mezar taşı da yok olmuştur. Edirne’de mezarlar Türk sanat ve tarihini en güzel biçimi ile anlatan örneklerdendir.

Edirne mezarlıklarının belli başlıları; İstanbul Yolu Mezarlığı, Uzun Kaldırım Mezarlığı, Tatarlar Mezarlığı (Zindan Mezarlığı), Buçuktepe Mezarlığı, Bademlik Mezarlığı, Tepe Mezarlığı, Seyit Celali Mezarlığı, Acıçeşme Mezarlığı’dır. Bunların dışında cami ve derg3ahların avlularında da önemli her biri ayrı birer tarihi belge niteliğinde olan mezar taşları bulunmaktadır. Bu tür mezarlıkların başında Sezai Dergâhı Mezarlığı, Saruca Paşa Camisi Haziresi, Gazi Mihal Camisi Mezarlığı, Kasımpaşa Camisi Haziresindeki Mezarlık gelmektedir.

Bu mezarlıkların en önemlileri de İstanbul Yolu Mezarlığı, Uzun Kaldırım Mezarlığı, Saruca Paşa Mezarlığı, Gazi Mihal Mezarlığı, Sezai Dergâhı Mezarlığı ve Kasımpaşa Mezarlığı’dır. Çeşitli nedenlerle büyük bir kısmı ortadan kalkan Edirne mezarlıklarına ait tarihi değerdeki mezar taşlarından bazıları Edirne Müzesi’nin avlusunda bulunmaktadır. Bunların başında da Yeniçeri mezar taşları gelmektedir.

Bu mezarlıklardaki mezar taşları tarihi şahsiyetler yönünden ve mezar taşlarının sanat tarihi yönünden iki ayrı gurupta toplanmaktadır.

İstanbul Yolu Mezarlığı Edirne’nin en büyük mezarlığı idi. Edirne’yi İstanbul’a bağlayan yolun her iki yanında geniş bir alanı kaplıyordu. Ne yazık ki bugün bu mezarlığın büyük bir kısmı yapılanma nedeni ile yok olmuştur. Buradaki mezarlar XVI.-XIX.yüzyıl arasındaki tarihi kişilerine aitti. Bunların başında Ispartalı Kınalızâde Ali Efendi’nin mezarı (1572), Pertev Paşa’nın mezarı (1837), İbrail Muhafızı Yeğen Mahmut Paşa’nın mezarı (1796), Selanik Valisi Selim paşa’nın mezarı (1790), Muhzirzâde Muhammed Zihni Efendi’nin mezarıdır. İstanbul Yolu Mezarlığında bulunan ve bugün Edirne Müzesi’nde bulunan Yeniçeri mezar taşlarının benzerlerine İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndeki birkaç örnekten başka yerde rastlanmamaktadır. Yeniçeri 18.bölüğün çorbacısı Süleyman Ağa’nın mezarı (1755), Gazi Mihal Bey’in oğlu Hızır Bey’in mezarı, Mahmut Bey’in oğlu Mehmet Bey’in mezarı (1608), Edirne Kadısı Kalyonizâde Mehmet Emin Efendi’nin oğlu Seyit Ahmet Dai Efendi’nin mezarı bunların başında gelmektedir.

Edirne Kaleiçi’nde Saruca Paşa Mezarlığında Ahmet Zihni Efendi’nin, Budin Valisi İsmail Paşa’nın mezarı; Sezai Dergâhı Mezarlığında Kadri Paşa’nın mezarı bulunmaktadır. Edirne Uzun Kaldırım Mezarlığında da eski ve tarihi mezarlar bulunmaktadır. Viyana bozgunundan sonra Belgrat’ta idam edilen Merzifonlu Kara Mustafa paşa’nın kesik başı Saruca Paşa Camisi haziresinde gömülüdür. Budin kalesini savunan ancak bazı kişilerin hışmına uğrayan Melek İbrahim Paşa da 1685-1686 yılında idam edilmiş ve kesik başı Kara Mustafa Paşa’nın yanına gömülmüştür. Sadrazam Sürmeli Ali Paşa’nın 1694-1695 yılları arasında idam edilmesinden sonra Kasımpaşa Camisi haziresine gömülmüştür. Daha sonra bu mezar taşı Edirne Müzesi’ne götürülmüştür. Üç Şerefeli Cami’nin haziresinde de pek çok tarihi kişinin mezarı bulunmaktadır. Bunların başında Cizyedar Abdullah Paşa (1693-1694), Osman Paşa (1698-1699), Bozoklu Mustafa Paşa (1783-1784) ve Atıf Paşa’nın (1783-1784) mezarları bulunmaktadır.

Enez’de Has Yunus Paşa’nın türbesinin çevresinde de Osmanlı dönemine ait mezar taşlarının bulunduğu bir mezarlık vardır. Enez çalışmaları sırasında İstanbul Üniversitesi bu mezarlığı düzenlemiştir.
 
Üst