Tarihe Yön Verenler

#21
Sponsorlu Bağlantılar
ÖLÜM

Kâinatın Efendisi Aleyhissalâtü ve’s-selâm’ın lâl-ü güher beyanları içinde, lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikretmek gerekir. Bundan maâda, yine Efendimiz bizzat kabirleri ziyaret etmiş ve ziyaret tavsiyesinde bulunmuşlardır. İnsan, ölümün haki-katına inandığı gibi, onu his, duygu ve aklına nakşederek, hayâl ve düşünce dünyasına da hakim kılar ve kıyamete kadar sürecek olan kabir haya-tına da kendini ikna ederse, bu takdirde dünyaya ve ukbaya bakışı ve davranışları farklılaşır ve değişik olur. Onun içindir ki, söz Sultanı, “Benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” bu-yurmuşlardır.

Ölüm düşüncesi, insanın mânevî damar-larında meydana gelebilecek ülfet ve vesveseyle birlikte, şeytanın süslü gösterdiği günah virüsünün ve benzeri mikropların en azından tesirlerini ve zararlarını giderecek bir antikor gibidir. “Madem öleceğim ve öldükten sonra da hesaba çekileceğim; öyleyse, şu fani dünyânın elemli lezzetlerine kapı-lıp, günah işlemenin ne ma’nâsı var!” düşüncesi içinde ölüm, bir yönüyle güçlü bir vazgeçirici, bir yönüyle de coşturucu bir tesire sahiptir. Fakat, eğer mânevî damarlarımız, antikorların hiç fayda temin etmeyeceği ölçüde günahlarla, dünyânın haram lezzetleri olan mikroplarla dolmuş ve artık vücudun her yanında bir hücre anarşisi meydana gelmiş ve ölüm antikorlarının bile te’sir edeme-yeceği bir duvar teşekkül etmişse, o zaman ne ölüm, ne de ölüp gidenler ruhta hiç bir şey uyan-dırmayacak ve yakınlarımızın birer birer göçüp gidişi, bizde sadece bir kaç günlük geçici bir elem hasıl edecektir. Sonra da, “Canım, ölenle ölü-nülmez ki! Hepimizin yeri de orası; ALLAH iman, Kur’ân nasip etsin!” şeklindeki klişeleşmiş teselli ve temennilerle bütün göz ve gönüller yeniden gaflete gömülüp gidecektir.

Niçin hatırlanmaz ölüm? Nefsin hoşuna giden pek çok haram lezzetleri acılaştırarak ağzın tadını kaçırdığı, keyfi bozduğu, insanı nefsanî isteklerden vazgeçmeye, bir kısım bedenî haz ve alışkanlık-lardan kopmaya zorladığı, peşin lezzetlere rağmen ruha öteler hesabına zâhidlik aşıladığı, dünyaya bakan yönüyle kalbi daralttığı ve düşünceyi buğu-landırarak süslü, tozpembe dünyâları kararttığı içindir ki, ölüm hatırlanmak istenmez.
 
#22
GIYBET VE TENKİD

Kendini tenkit eden başkasını tenkit etmez. Ben hiçbir kimseyi tenkit etmeyelim diyorum. Falanı yıkmakla, filanı tıkmakla bir yere varılmaz.

Başkalarını tenkit etme içimize girebilir, tenkide açık olduğu halde tenkit etmeme fazilet odur işte.

Herkesi tenkit ediyor, herkeste kusur arıyorsa bir gün dalalete yuvarlanacağı endişesi taşıyorum ve bu endişeyi yenebileceğim herhangi ciddi bir sebep göremedim. Kanaatim devam ediyor. Kendini tenkide vermiş tenkide kilitlenmiş insanların sû-i akıbetinden endişe ediyorum. Hafizanallah bu, küfre ve dalalete düşeceğinden endişe ediyorum demektir. Bu açıdan arkadaşları-mız ağızlarını kirletmemelidirler. Ağzın kirlenmesi, kalbin kirlenmemesinden olur. Fesadı kalp olmazsa fesadı lisan olmaz. İçi bozuk olanlar vardır ki dilleri sürekli tenkittedir.

Yapıcı, alternatif, olumlu düşünce üretelim, adabına uygun istişareye getirelim, fakat tenkit etmeyelim, gıybet etmeyelim.

Sizin Cebrail kadar aktivitemiz olsa, hayata mazhar olsanız, o kadar çalışsanız, o kadar ihlaslı olsanız, o kadar samimi olsanız, eğer birbirinizi tenkit ediyorsanız, VALLAHİ, BİLLAHİ, TALLAHİ, oradaki hizmetinizde katiyen bereket bulamazsınız. az gidersiniz, uz gidersiniz, dere tepe düz gidersiniz fakat bir çuvaldız boyu yol alamazsınız...

Şu anda, Türkiye‘de çok az yerde değişik birimlerde, kendi cemaatini tenkide kilitlenmiş !.. Bazı arkadaşlarımız yüzünden bereketin, selin önünde kütükler gibi sürüklenip gittiğini gördükçe yer yer “ALLAH ‘ım hidayet eyle“ diyorum. Yer yerde bu iki tane kalbi bozuk , dili bozuk insan, eğer bunları götürmenle bu afeti def edeceksen bunları al götür diyorum. Kim diyor bunu? Düşmanların ölümü karşısında bile ağlayan bir kalp söylüyor. Çünkü, bir yerde hizmet her şeyin önüne geçer.

Ben arkadaşlarımdan rica ve istirham ediyorum, Küfür saysınlar gıybet ve tenkidi. Ellerini ayaklarını öpeyim. Şu bembeyaz olmuş saçlarımla başımı kaldırım taşı gibi ayaklarının altına koyayım, ALLAH rızası için, Resulullah‘ın hatırı için, Hz. Üstadın hatırı için, bu uğurda hizmete giderken ölen şehitlerin hatırı için, ALLAH aşkına birbirlerini tenkit etmesinler. Biraz daha sabredeceğim. Biraz daha dişimi sıkıp dayana-cağım, ama bir gün ellerimi açıp hala tenkit etmeye devam edenlere “ ALLAH ‘ım şimdiye kadar sadece sana düşmanları havale ediyordum. Düşmanca duygularla bu hizmetin üzerine giden arkadaşlarımı da sana havale ediyorum. “ Diyeceğimden endişe ediyorum, derim diye korkuyorum. Yalvarıyorum size ALLAH aşkına hizmetin binine bereketine dokunmayalım, tenkit etmeyelim, gıybet etmeye-lim ve musibeti ikileştirmeyelim.

Falsoları, arkadaşların kusuru gibi başlarına indirmeyelim, yüzlerine çarpmayalım. Güzel şeyler söyleyelim ve onların hayatımızda ma’kes bulması-nı sağlayalım.

Başkalarının cürmüyle savcılar gibi meşgul olanlar, kendi cürümlerine boğulmuş bataklık içinde bahtsızlardır!..
 
#23
O’nun (sav) İkliminde Günah ve TEVBE​


Ø Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde siyah bir iz meydana gelir. Eğer kişi, o hatadan nefsini uzaklaştırır, af taleb eder ve tevbede bulunursa kalbi cilalanarak (leke silinir). Bilâkis, aynı günahı işlemeye devam ederse, kalpteki leke artırılır. Hatta bir zaman gelir, kalbî tamamen kaplar. İşte bu durum Cenab-ı Hakk'ın: "Bilakis, onların irtikab edegeldikleri, kalplerini paslandır-mıştır" (Mutaffifın 14) meâlindeki âyette zikret-tiği pasdır."



Ø Zirrü'bnü Hubeyş anlatıyor: "Saffân İbnu Assâl el-Murâdî (radıyallahu anh) bize, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğ'ini rivayet etti: "Mağrib cihetinde bir kapı vardır. Bu kapının genişliği -veya bunun genişliği bi-nekli bir kimsenin yürüyüşüyle- kırk veya yet-miş senedir. Allah o kapıyı arz ve semaları yarattığı gün yarattı. İşte bu kapı, güneş batı-dan doğuncaya kadar tevbe için açıktır. "





Ø İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Son nefesini vermedikçe Allah, kulun tevbe-sini kabul eder. "



Ø Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtü vesselam)'a bir grup esir getirilmişti. İçlerinde bir kadın vardı .Bu kadın (sağa sola) koşuyor, esirler arasında bir çocuk bulduğu zaman onu yakalayıp kucaklıyor, göğsüne bastırıyor ve emziriyordu. (Dikkatleri çeken bu manzara karşısında), aleyhissalâtu vesselâm: "Bu kadının, çocuğunu ateşe ataca-ğına kanaatiniz olur mu?" dedi. Bizler: "Hayır!" diye cevap verince: "(Bilin ki), ALLAH'ın kullarına olan rahmeti, bu kadının çocuğuna olan şefkatinden fazladır" buyurdu."



Ø Ebu Eyyub R.A anlatıyor: "Resûlullah (A.S) bu-yurdular ki: "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâla hazretleri sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı."



Ø Hz. Ebu Hüreyre R.A anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir hadis-i kudsi'de) Rabbinden naklen buyururlar ki: "Bir kul günah işledi ve: "Ya Rabbi günahımı affet!" dedi. Hak Teâla da: "Kulum bir günah işledi; arkadan bildi ki günahları affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır." Sonra kul dönüp tekrar günah işler ve: "Ey Rabbim günahımı affet!" der. Alllah Teâla Hazretleri de: "Kulum bir günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır." Sonra kul dönüp tekrar günah işler ve: "Ey Rabbim beni affeyle!" der. Allah Teâla da: "Kulum günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle muâhaze eden bir Rabbi olduğunu bildi. Dilediğini yap, ben seni affettim!" buyurdu."



Ø Hz. Ebu Hureyre R.A anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "ALLAH Teâla hazretleri diyor ki: "Ben, kulumun hak-kımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa ben de onu içimden anarım. O, beni bir cemaat içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir cemaat içinde anarım. O, şayet bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir zira yaklaşırım. Eğer o, bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim. Kim bana şirk koşmaksızın bir arz dolusu günahla gelse, ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım."



** İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor : "Bir adam bana: "(Kıyamet günü Allah'ın kişiye hususi) hitabı hakkında ne işittin?" diye sordu. Şu cevabı verdim: "Resûlullah aleyhissalâtu vesse-lâm'ın: "Mü'min Rabbine yaklaştırılır. Öyle ki, (Allah onun) üzerine himayesini indirir ve günahlarını itiraf ettirir. Ona sorar: "Şu şu günahlarını biliyor musun?" Mü'min kul, iki kere: “Evet ey Rabbim, biliyorum!" der. Rab Teâla da: "Dünyada iken bun-ları örterek seni teşhir etmemiştim. Bugün de onları senden affediyorum!" buyurur. Sonra ona hasenât defteri verilir. Amma, kâfirlere ve münâ-fıklara gelince, bunlarla ilgili olarak, bütün mahlu-katın huzurunda: "Bunlar ALLAH namına yalan söylemişler (böylece büyük bir zulümde bulunmuş-lardır). Haberiniz olsun! ALLAH 'ın lâneti zâlimle-redir" diye nida olunur."



**Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: "Günahlarınız semaya ulaşacak kadar çok bile olsa, arkadan tevbe etmişseniz, günahınız mutlaka affedilir."



Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor:"Resülullah (a.s) buyurdular ki: "Günah-tan tevbe eden, bir günah işlememiş gibidir."
 
#24
CEHENNEMİN VASFI , ŞİDDET VE ZORLUĞU



Hz. ALLAH (c.c) buyuruyor ki:



“Ey iman edenler! Kendinizi, aile fetrlerinizi cehennem ateşinden koruyunuz. Çünkü cehen-nemin yakıt maddesi insanlar ve onlerın tapın-dıkları taşlardır. Cehennemde bulunan melekler (zebaniler), ağır sözlü ve sert muamele edicidirler. ALLAH(c.c)’ın emir-lerine asla karşı gelmezler. Ne emredilirse onu (eksiksiz, olarak) yerine getirirler.

(tahrim/6)



Efendimiz (sav) buyuruyorlar ki:



“Hz. ALLAH (c.c) Cebrail’i meleklerinin başı olan Malik’e göndererek bir miktar ateş alıp yemeğini pişirmesi için, Âdem peygambere verme-sini emreder. Cebrail de yüce ALLAH’ın (c.c) emrini yerine getirmek üzere Malik’e başvurduğunda ara-larında şöyle bir konuşma geçer.

Malik:

- Ey Cebrail! Ne kadar ateş istiyorsun?

Cebrail:

- Bir hurma tanesi kadar.

Malik:

- Sana istediğin bu miktarı versem, kuşkusuz o ateş yerde ve gökte neye dokunsa derhal eritir.

Cebrail:

- Öyle ise yarısını verin. Malik:

- Ey Cebrail sana bu kadarını da versem yine onunla yeryüzündeki bitkilere dokunulduğunda hemen yanıp kül oluverirler.

Bunun üzerine Cebrail (a.s), ALLAH’a (c.c):

“Yâ Rabbi! Ne kadar ateş alayım?” diye sorar. Hz. ALLAH (c.c), Cebrail’e bir zerre kadar almasını emir buyurur. Cebrail de cehennem ateşinden bir zerre kadar alıp cennet ırmaklarından tam yetmiş tanesinde tam yetmiş kez yıkayarak onun hararetini hafifletir. Sonra da Âdem peygam-bere getirir.

Bu ateşi dağlardan birine koyan Âdem peygamber, bir de bakar ki, o bir zerrecik ateşin şiddeti karşında dağ eriyiverir, ateşde doğruca eski yerine gider. Geride sadece taşlar arasında duman-ları kalır. İşte bugün kullandığımız ateş, cehennem ateşinin sadece dumanlarından ibarettir.”

Ey akıl sahibi olan kişiler! Ocağınızın başında ısınırken üzerinize bir kıvılcım sıçradığında nasıl havaya sıçrıyoruz. Peki ya öbür dünyada alevlerinin yükseldiği cehennem ateşine düşersek halimiz ne olur?

****

Cehennemlik kişi ateşe atıldığında kendisine şöyle denir:”Tad (o azabı). Çünkü sen (iddianca çok şerefli çok yüce idin). “

( duhan/49)



Onlara:” etrafı dar, karanlık, tehlikeli ve ebe-di olarak kalacağınız, azab çekeceğiniz bu cehen-nemde yaşayın” denir. Atıldıkları yerde cehennem ateşi yanar: ve onlarda cehennem ateşinin birer yakacağı olurlar. İçecekleri hamim, durakları ce-hennemdir.”

Zebaniler onları cehenneme attıkları zaman, haviye cehennemi onları toplar. Artık onlar için bir ümit yoktur. Onlar içinm sadece helak üzerine helak vardır. Kurtuluşları imkansızdır. Ayakları bo-yunlarına bağlı oldukları halde günahtan yüzleri kararmış olarak feryat edip dururlar:

“ Ey Malik! Biz cezamızı bulduk. Bu ateşten demir bukağışar bize ağır geldi. Öyleki, her seferinde derilerimiz eriyip aklmakta. Ne olur bizi burdan çıkar. Bir daha isyan etmek mi? Asla...” diye bağışırlar.

Fakat zebaniler:

“Boşuna. Kurtuluş ümidi sizler için artık çok geç. Siz, buradan bir daha asla çıkamazsınız. Sesinizi kesin ve bir daha konuşmayın. Çünkü siz, buradan çıkarılsanız bile, yine eski halinize, küfür ve isyanınıza dönersiniz.” Dedikleri zaman, isyan-kârlar artık kendileri için bir kurtuluş ümidinin kal-madığını anlarlar.

Hayattaki fırsatlarını tamamen kaybeettik-lerinin üzüntüsü ile pişmanlık duyarlar. Ancak bu pişmanlıkları onlara bir fayda vermez.



Efendimiz (sav) buyuruyorlar ki:



“Hüzün kuyusundan (vadisinden) ALLAH’a (c.c) sığınınız. O, cehennemde bulunan, cehenne-min kendisinin bile günde yetmiş kez hararetinde ALLAH’a (c.c) sığındığı bir deredir. ALLAH-u Teâla (c.c), onu riyâkar kulları için hazırlamıştır.”



Efendimiz (sav) buyuruyorlar ki:



“Kıyamet günü, cehennemliklerin azab bakı-mından en hafif olanı, kendisine ateşten iki na’lin giydirilendir. O kimsenin beyni na’linlerin harare-tinden dolayı kaynar.”



“Cehenmem ehlinin içeceği irinli su ve kaynar sular olacaktır. Susuzluktan ciğerleri yanıp-ta ”su! Su!:” diye bağıdıkları zaman içecek olarak kendilerine zorla irinli su verilir.



Efendimiz (sav) buyuruyorlar ki:



“Eğer cehennem irinlerinden bir kova dünya-ya dökülseydi, kokusundan bütün dünya pis kokar-dı.“

Ayeti celilede buyruyor ki:



“Ona orada irinli su içirilecektir. Öyleki, o bunu zoraki içmeye çalışacak bir türlü boğazından geçiremeyecek. Her yandan kendisine ölüm gele-cek. Oysaki, ölmeyecektir.”

(ibrahim/16-17)



Diğer bir ayeti celilede ise şöyle buyrulur:



“Çünkü bizim yanımızda ağır bukağılar, yakıcı ateş, boğazda tıkanıp kalan yiyecek ve elem verici azap vardır.”



Efendimiz (sav) buyuruyorlar ki:



“Zaman gelir cehennemlikler öyle bir acıkır ki bunun tesiri bütün o şiddetli cehennem azabına karşı eşit olur. Her yamek diye feryat ettiklerinde kendilerine açlığa faydası olmayacak ve onları bes-lemeyecek olan zehirli dikenlerden yemek verilir. Fakat bunları sindiremezler hemen akıllarına dün-yada yemekleri hazmetmede şarap kullandıkları gelir ve şarap isterler. Kendilerine şarap olarak di-kenli bardaklarda irin verilir. Onlar irini ağızlarına yaklaştırdıklarında dikenler yüzlerini yırtarlar. İçtik-leri midelerine indiği vakit midelerini parça parça eder. Cehennemin hazinelerini çağırıp: “ne olur, ALLAH’a (c.c) dua ette bir gün olsun azabımızı hafifletsin.” Diyerek yalvarırlar. Bunun üzerine cehennem zebanileri onlara: “size açık dedillerle peygamberler gelmedi mi?” diye sorarlar. Onlarda “Evet geldi. (ancak biz inanmadık.)” diye cevap verirler. Zebaniler: “öyle ise şimdi, yalvarın yalva-rabildiğiniz kadar. Kâfirlerin duası boşunadır.” Der-ler. Onlar: “Bize Malik’i çağırın” derler. Malik’i ça-ğırdıklarında, onlar Malik’e “Rabbimiz, hakkımızda iyi bir hüküm versin derler. Malik: “Siz burada ka-lacaksınız.” Der. (Bunların bu yalvarışlarıyla Malik’in olumsuz cevap vermesi arasında tam bin yıl geçer) Bu sefer kendi kendilerine: “Biz en iyisi ALLAH’a (c.c) yalvaralım. Çünkü bizim için ALLAH (c.c)’den daha hayırlısı yoktur.” Derler. ALLAH-u Teâla’ya: “Ey Rabbimiz! Şikayetimiz üstün geldi. Biz sapıklıkta kaldık. Bizi cehennemden çıkar.

Bir daha isyana dönersek, o zaman biz zalimlerden oluruz.” Derler. Ancak ALLAH-u Teâla onlara: “sesinizi kesin. Bir daha konuşmayın.” Diye buyurur. İşte o vakit onlar, gerçekten kendileri için hiçbir iyilikten ümit olmadığını anlarlar.hasret ve pişmanlık içinde kalırlar.”



“Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defada dirilttin, işte günahlarımızı itiraf ettik. Şu cehennemden çıkmak için bir yol var mı? “

(mü’min/11)



ALLAH-u Teâla, onlara cevap olarak şöyle buyurdular:

“Bunun nedeni şudur: Bir olarak ALLAH (c.c)’a dua edildiğinde siz küfrettiniz. Eğer ona ortak koşulursa bunu hemen tasdik ediyordunuz. Artık hüküm, o çok yüce, o çok büyük ALLAH (c.c)’ındır.”

(mü’min/12)

Muhammed bin Kâb diyor ki:

Cehennemliklerin beş duası vardır. Hz. ALLAH (c.c) onların dört duasına icabet eder. Beşincisinde ise, artık onlar konuşamazlar. Onların birinci duaları:

“Ey Rabbimiz gördük; işittik, şimdi bizi dünyaya geri döndürde güzel amelde bulunalım.”

(secde/12)



ALLAH-u Teâla onlara cevap olarak şöyle buyurur:

“Oysa siz daha önce (dünyada),bizim için dünya mal ve servetlerinden ayrılış yoktur.” Diye yemin etmemişmiydiniz?”

(ibrahim/14)



Onlar, üçüncü defasında şöyle duada bulu-nurlar:

“Ey Rabbimiz!. Bizi çıkar. Yaptığımızdan bambaşka bir amel yapacağız.”

(fâtır/37)



ALLAH-u Teâla onlara cevap olarak şöyle buyrur:

“Size iyice düşünecek olan bir kimsenin düşünebileceği, öğüt kabul edebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size (azap ile) korkutanda gelmişti. Şimdi tadın (o azabı). Artık zalimler için hiç bir yardımcı yoktur.

(fâtır/37)







Onlar, dördüncü defasında şöyle dua eder-ler:

“Ey Rabbimiz! Bedbahtlığımız bize galebe etmişti, ey Rabbimiz, bizi buradan çıkar, eğer yine (küfre dönersek) artık hiç kuşkusuz, biz zalim-lerdeniz.”

(mü’minun/106-107)





Hz. ALLAH (c.c) onlara:

“Yıkılıp gidin içerisine, bana birşey söylemeyin!” diyerek cevap buyurur. Bundan sonra cehennemlikler artık bir daha konuşamayacaklardır ki, bu, onlar için en büyük azaptır.”

(mü’minun/108)



Efendimiz (sav) buyuruyorlar ki:



“Kıyamet günü, ölüm besili bir koç suretinde olduğu halde ortaya getirilir. Ve herkesin gözü önünde cennet ile cehennem arasında boğazlanır. Sonrada şöyle denir:

“Ey cennet halkı! İşte sizin için bir daha ölüm yoktur. Ebedi olarak buradasınız. Ey cehen-nem halkı! Sizin içinde bir daha ölüm yoktur. Ancak sizde ebedei olarak oradasınız.” Denilir.”



Efendimiz (sav) buyuruyorlar ki:



“Kıyamet günü, cehennemden bazı, kimseler cennete götürülürler, cennete yaklaşıp da : onun saray ve köşklerini görüp güzel kokularını duymaya başladıkları ve mü’minler için hazırlanan nimetleri gördükleri zaman:

“Onları geri çevirin. Çünkü onların bu zevk-lerden nasipleri yoktur,” denir. Onlarda benzerine rastlanmayan büyük bir hasret içerisinde geri dönerlerken: “ Ey Rabbimiz, hiç olmazsa dostların için hazırladığın ve bize göstermiş olduğun şu mükafatları gösretmeden, bunlardan haberimiz olmadan bizi cehenneme bıraksaydın. O vakit ce-hennem azabı bizim için daha kolay olurdu “ derler.

Bunun üzerine ALLAH-u Teâla onlara:

“İşte bende size bu ızdırapları çektirmek istedim. Çünkü siz dünyada iken yalnız kaldığınız zaman benimle mübareze eder her türlü kötülükleri işlerdiniz. İnsanlar arasına girdiğiniz vakit ise onlara karşı riyakarlık eder adeta derin bir saygı içinde görünürdünüz. İnsanlardan korkar utanır-ken, benden korkmaz utanmazdınız. Onlara saygı beslerken, bana karşı saygısız davrandınız. Sırf gösteriş olarakatan bazı şeyleri terk ederdiniz, fakat bana karşı terk etmezdiniz. İşte bütün bu sebeplerden ötürü bende sizi mahrum ettiğim (ve size göstermiş olduğum) bu nimetler karşısında sizi en acı bir şekilde azablandırırım.”



Kuran-ı kerimde buyrulurki:



“İyiler hiç şüphesiz niymet cennetinde, kötü-ler ise muhakkak alevli ateştedir.”

(infitar/13-14)



işte kendini bu iki ayet-i celileye göre hazırla. Bu suretle varacağın yeri kolaylıkla tayin edersin. En doğrusunu ALLAH(c.c) bilir.


 
Üst