Sponsorlu Bağlantılar
A- RABBANÎ SİSTEMDE ÇOCUK EĞİTİMİ
Çocuk eğitimi deyince akla Peygamberlerin gelmemesi ne kadar esef sebebidir. Modern eğitim sisteminde bir Peygamberi eğitim konusunda örnek vermek, akıl sağlığını yitirmiş olmakla eş değer bir teşebbüs olabilir. Kur'an'ın, imansız insanların ahiretteki tutukluluk hallerini tasvir ederken yaptığı, boyunlarına geçirilen halkalardan dolayı kafalarının yukarı kalkık olması (36/Yasin, 8) teşbihindeki gibi, modern eğitim felsefesinin, kibrinden yanına yaklaşılmamaktadır. Boynundaki ideolojik prangalar nedeniyle, kendi dışında daha sağaltıcı bir eğitim felsefesinin olup olmadığını bilmek bile istememektedir. Kısacası modern eğitim sisteminin 'vaaz' dinleyecek vakti yoktur..
I-İBRAHİM PEYGAMBER VE OĞLU İSMAİL
Eğitimde İbrahim Peygamberin hiç hatırlanmaması bir tarafa, geleneksel tarih ilmi de İbrahim'in hayatını esâtîrle, İsrailiyyatla örülmüş bir masala dönüştürmüştür. İbrahim'in hayatında, suya dönüşen ateşten, balıklara dönüşen odun parçalarına; gökten inen koçun derisinden, küçücük çocuğu ile ıp ıssız çölün ortasına terk ettiği gencecik hanımına kadar bir yığın 'hikâye' malzemesi vardır. İsmail'i kesmeyip de taşı ikiye bölen bıçak öyle ne yaman bir trajedi sahnesidir! Lakin İbrahim'in, bir insanı 'halîlurrahmân' yapan sırrını bir türlü bu 'kıssa' içinde bulamamaktayız. İbrahim'in nasıl öyle bir İsmail yetiştirdiği, geleneksel din anlayışında da çok fazla 'dert' değildir.
İbrahim'in Çocuk Talebi: İbrahim'in çocuk eğitimi anlayışını kavramak için, henüz daha çocukları yokken ve bir çocuğunun olması arzusunu açığa vurduğu o ilk başlangıç dönemine dikkat etmeliyiz. İbrahim ne yapacak da bir çocuğu olacak?:
"Rabbim, bana sâlihlerden (bir çocuk) bağışla!" (37/Saffat, 100).
Rabbi de onu "uslu bir oğul" ile müjdelemiştir. (37/Saffât, 101).
Bir Peygamber böyle çocuk ister. Daha doğrusu, çocuğu olması için aklına gelen ilk girişim, Rabbine dua etmektir. Hani İbrahim, sadece O'na ibadet eder ve sadece O'ndan yardım isterdi ya, işte şimdi, Rabbinden kendisine bir çocuk lütfetmesini istemekte, ALLAH'ı imdadına çağırmaktadır. İbrahim'in dili, çok ilahlı toplumlara yabancı gelecektir. Daha doğrusu, İbrahim'in dili 'yerli'dir de, çağın dili yabancıdır. Çağın dili, hasta (marazlı) bir gönlün dilidir.
İbrahim'in söyleminde çömlek yapar gibi 'çocuk yapmak' deyimi yoktur. Çünkü çocuğu ALLAH yaratır; dahası, ihsan eder. Dilerse de etmez. İbrahim, Rabbinin lütfedeceği çocuğun evsafını da, dilekçesinin ucuna iliştirivermektedir: çocuğum sâlih olsun! İşte İbrahimî geleneğin çocuk eğitimi bu noktadan başlamaktadır. Anahtar kelime 'sâlih'dir. İbrahim, salâhın peşindedir. Çoluk-çocuk sahibi olmanın, anne-baba olmanın, ev-bark kurmanın omurgasını 'salâh' kavramı oluşturmaktadır.
İbrahim'in Çocuklarının Geleceği ile İlgili Endişesi: İbrahim Peygamber de her baba gibi, çocuklarının geleceği ili ilgili kaygı duymaktaydı; İbrahim'in kaygısı şuydu: Mekke güvenli bir belde olmalı; kendisi ve oğulları putlara tapmak gibi bir dalâlete düşmemeliydiler! (14/İbrahim, 35). Putlar uzak olsun bizden diyordu. İbrahim'in kaygısı buydu. Kendisi ve çocukları için tasarladığı 'iyi bir gelecek' tasavvuru da bu. Fakat onun 'iyi bir gelecek' tasavvuru bununla bitmiyor. Devam ediyor:
"Rabbimiz! Namazı kılmaları için çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Hareminin yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Şimdi sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve onları meyvelerden rızıklandır ki belki böylece şükrederler." (14/İbrahim, 37).
İbrahim (a.s) oğullarını Beyt-i Haram'ın yanına, "ekinsiz bir vadiye" yerleştirmiştir. Varsın oğulları Beyt-i Haram'a yakın, 'ekin'e ise uzak olsundular. Göz göre göre ekinsiz bir vadiyi seçiyor İbrahim. Eğer torunu Yusuf zindanı 'ekin'e tercih etmişse, bunda, İbrahim'in bu seçiminin bir payı olsa gerektir. Buradaki 'ekin' geçim derdi, zenginlik ve refahın, yığıp biriktirmeye elverişli dünyalıkların simgesidir.
İbrahim'in tercihinin, onun akîdesinden doğduğunu kabul etmeyecek kimse var mıdır?
Bu ayetler bize, geleneksel rivayetlerin hikâye ettiği gibi İbrahim'in, oğlu İsmail'le hanımı Hacer'i götürüp çöl ortasına tek başlarına bırakmasının(1) söz konusu ve de mümkün olmadığını da göstermektedir.
İnsanlara ulaşma, cemaatleşme ve giderek kitleleşme gibi idealleri olan Müslümanların İbrahim'in güzel örnekliğine (üsvetün hasene) hassaten dikkat etmeleri gerekmektedir. İbrahim ilk başta biricik oğullarıyla bir cemaat olmuştur. Onun örnekliği, Müslüman babaların, oğullarına/kızlarına yönelmelerini, onlara ilgi duymalarını, mescid merkezli bir cemaat olmalarını öğretmektedir. İbrahim'in, İsmail'in ve İshak'ın tebliğlerini kabul edenler ancak böyle bir cemaat oluşturabilirler.
Umarım hiç kimse bu yorumumuzdan, "ne yani, çocuklarımızın geçim derdini düşünmeyecek miyiz?" gibi bir itiraz sesi yükseltmez. Çünkü İbrahim, rızık kazanmanın 'önemini' idrak etmekten aciz biri değildi. Ekmek parası kazanmayanların, dostlarının yüz karası, düşmanlarının maskarası olacağını Akif bilir de, İbrahim (a.s) bilmez miydi? Ekinsiz Mekke çölünde, meyvelerden oğullarını rızıklandırması için Rabbine yalvarması, onun bu bilgisini doğrulamaktadır. Şu halde İbrahim'in, 'iyi bir gelecek' olarak çocuklarını ekinsiz de olsa Mescid-i Haram'a yakın bir yere yerleştirip, şirkten uzak ve namaz kılan mü'minler olmalarını istemesindeki hikmeti iyi analiz etmek gerekir. İbrahim, 'zahid' değildi, bir lokma ile bir hırkanın yeteceğini söylemiyordu. Onun, her şeyin önüne geçirdiği değer, muvahhid ve musallî bir hayat idi. Üç kuruşluk dünya metaı onun mihrabı olamazdı. Çocuk eğitimini 'ciddi bir mesele' olarak gören ailelerin, buradan alacakları çok 'ağır' bir ders yok mudur?
Oğlunu Kurban Eden Bir Baba: ALLAH'ın, İbrahim'e bağışladığı 'halîm çocuk'(2) büyüyüp babasının yanında koşup oynayacak çağa gelince babası tarafından şu müthiş sürprizle bilgilendiriliyor:
"Yavrucuğum! Rüyamda seni boğazlıyor olarak görüyorum! Bir düşün, ne dersin?" (37/Saffât, 102). Çocuk sanki yıllardır bu haberi bekliyormuş gibi bir cevap veriyor: "Dedi ki: Babacığım, sana emredilen şeyi yap. İnşaALLAH beni sabredenlerden bulacaksın!" (37/Saffât, 102).
Çocuğun, babasından aldığı haber sanki bir düğün davetiyesi idi. Ya da babası onu luna-parka götürecekti… Bu teslimiyet başka nasıl izah edilebilir…
Olayın devamına kulak verelim: Baba ve oğul tam bir teslimiyet içindedirler. İbrahim, bir baba için dünyanın en değerli varlığı olan oğlunu ALLAH için kurban etmeye hazırdır. Oğul ise, "ALLAH'ın emri karşısında boynum kıldan ince" demektedir. Baba oğlunu alnı üzere yatırır fakat tam o anda vahiyle müdahale edilir: "Ey İbrahim, rüyanı doğruladın, biz muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız…" (37/Saffât, 105).
Bu, "açık bir imtihan" idi. (37/Saffât, 106). İşte bir baba ve oğul, büyük bir sınavdan büyük bir başarı ile çıkmışlardı. Bu öyle bir başarı idi ki, günümüz eğitim sisteminde bu başarıyı ölçecek bir puanlama sistemi bulunmamaktadır. İsmail'in ise belki ilkti ama İbrahim'in bu, en büyük derece ile bitirdiği kaçıncı mektebi idi...
Şimdi artık bu baba ile oğul bir büyük ödülü hak etmişlerdi. Ödülleri, İsmail'in yerine verilen "büyük bir kurban"dı. (37/Saffât, 107).
Doğrusu bizler de her kurban bayramında büyük kurbanlar kesiyoruz. Belki de kurbanlarımız İbrahim ve İsmail'e verilen 'büyük kurban'dan daha büyüktür. Ve övünüyoruz bu büyük kurbanlarımızla, İbrahim'i ve İsmail'i hiç düşünmeden, insafsızca… Sırât köprüsünden(!) bizi sırtında geçirip geçiremeyeceğini kaygı ediyoruz, 'büyük kurban'larımızın...
İbrahim'in ve İsmail'in teslimiyetlerini, sırf onların Peygamber olduğuyla açıklamak ne kadar ikna edici olur? Onların fedakârlıkları Peygamber oluşlarıyla alakalı ise, bizim için 'üsvetün hasene' olmalarının (60/Mümtehine, 4) izahı nasıl yapılabilir?
Burada yeri gelmişken değinmeden geçemeyeceğim. "Fenâ fillah" (ALLAH'da yok olma) adında bir felsefeyi dinlerinin temel direği edinmiş zümre, "ALLAH'da yok olma" yerine neden acaba İbrahim ve İsmail misali, "ALLAH uğrunda yok olma"yı düşünmezler? Üstelik de, "fenâ fillah"ın hiç örneği yokken, "fedâ fî sebîlillah"ın örnekleri o kadar çok ki.
Çocuk eğitimi deyince akla Peygamberlerin gelmemesi ne kadar esef sebebidir. Modern eğitim sisteminde bir Peygamberi eğitim konusunda örnek vermek, akıl sağlığını yitirmiş olmakla eş değer bir teşebbüs olabilir. Kur'an'ın, imansız insanların ahiretteki tutukluluk hallerini tasvir ederken yaptığı, boyunlarına geçirilen halkalardan dolayı kafalarının yukarı kalkık olması (36/Yasin, 8) teşbihindeki gibi, modern eğitim felsefesinin, kibrinden yanına yaklaşılmamaktadır. Boynundaki ideolojik prangalar nedeniyle, kendi dışında daha sağaltıcı bir eğitim felsefesinin olup olmadığını bilmek bile istememektedir. Kısacası modern eğitim sisteminin 'vaaz' dinleyecek vakti yoktur..
I-İBRAHİM PEYGAMBER VE OĞLU İSMAİL
Eğitimde İbrahim Peygamberin hiç hatırlanmaması bir tarafa, geleneksel tarih ilmi de İbrahim'in hayatını esâtîrle, İsrailiyyatla örülmüş bir masala dönüştürmüştür. İbrahim'in hayatında, suya dönüşen ateşten, balıklara dönüşen odun parçalarına; gökten inen koçun derisinden, küçücük çocuğu ile ıp ıssız çölün ortasına terk ettiği gencecik hanımına kadar bir yığın 'hikâye' malzemesi vardır. İsmail'i kesmeyip de taşı ikiye bölen bıçak öyle ne yaman bir trajedi sahnesidir! Lakin İbrahim'in, bir insanı 'halîlurrahmân' yapan sırrını bir türlü bu 'kıssa' içinde bulamamaktayız. İbrahim'in nasıl öyle bir İsmail yetiştirdiği, geleneksel din anlayışında da çok fazla 'dert' değildir.
İbrahim'in Çocuk Talebi: İbrahim'in çocuk eğitimi anlayışını kavramak için, henüz daha çocukları yokken ve bir çocuğunun olması arzusunu açığa vurduğu o ilk başlangıç dönemine dikkat etmeliyiz. İbrahim ne yapacak da bir çocuğu olacak?:
"Rabbim, bana sâlihlerden (bir çocuk) bağışla!" (37/Saffat, 100).
Rabbi de onu "uslu bir oğul" ile müjdelemiştir. (37/Saffât, 101).
Bir Peygamber böyle çocuk ister. Daha doğrusu, çocuğu olması için aklına gelen ilk girişim, Rabbine dua etmektir. Hani İbrahim, sadece O'na ibadet eder ve sadece O'ndan yardım isterdi ya, işte şimdi, Rabbinden kendisine bir çocuk lütfetmesini istemekte, ALLAH'ı imdadına çağırmaktadır. İbrahim'in dili, çok ilahlı toplumlara yabancı gelecektir. Daha doğrusu, İbrahim'in dili 'yerli'dir de, çağın dili yabancıdır. Çağın dili, hasta (marazlı) bir gönlün dilidir.
İbrahim'in söyleminde çömlek yapar gibi 'çocuk yapmak' deyimi yoktur. Çünkü çocuğu ALLAH yaratır; dahası, ihsan eder. Dilerse de etmez. İbrahim, Rabbinin lütfedeceği çocuğun evsafını da, dilekçesinin ucuna iliştirivermektedir: çocuğum sâlih olsun! İşte İbrahimî geleneğin çocuk eğitimi bu noktadan başlamaktadır. Anahtar kelime 'sâlih'dir. İbrahim, salâhın peşindedir. Çoluk-çocuk sahibi olmanın, anne-baba olmanın, ev-bark kurmanın omurgasını 'salâh' kavramı oluşturmaktadır.
İbrahim'in Çocuklarının Geleceği ile İlgili Endişesi: İbrahim Peygamber de her baba gibi, çocuklarının geleceği ili ilgili kaygı duymaktaydı; İbrahim'in kaygısı şuydu: Mekke güvenli bir belde olmalı; kendisi ve oğulları putlara tapmak gibi bir dalâlete düşmemeliydiler! (14/İbrahim, 35). Putlar uzak olsun bizden diyordu. İbrahim'in kaygısı buydu. Kendisi ve çocukları için tasarladığı 'iyi bir gelecek' tasavvuru da bu. Fakat onun 'iyi bir gelecek' tasavvuru bununla bitmiyor. Devam ediyor:
"Rabbimiz! Namazı kılmaları için çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Hareminin yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Şimdi sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve onları meyvelerden rızıklandır ki belki böylece şükrederler." (14/İbrahim, 37).
İbrahim (a.s) oğullarını Beyt-i Haram'ın yanına, "ekinsiz bir vadiye" yerleştirmiştir. Varsın oğulları Beyt-i Haram'a yakın, 'ekin'e ise uzak olsundular. Göz göre göre ekinsiz bir vadiyi seçiyor İbrahim. Eğer torunu Yusuf zindanı 'ekin'e tercih etmişse, bunda, İbrahim'in bu seçiminin bir payı olsa gerektir. Buradaki 'ekin' geçim derdi, zenginlik ve refahın, yığıp biriktirmeye elverişli dünyalıkların simgesidir.
İbrahim'in tercihinin, onun akîdesinden doğduğunu kabul etmeyecek kimse var mıdır?
Bu ayetler bize, geleneksel rivayetlerin hikâye ettiği gibi İbrahim'in, oğlu İsmail'le hanımı Hacer'i götürüp çöl ortasına tek başlarına bırakmasının(1) söz konusu ve de mümkün olmadığını da göstermektedir.
İnsanlara ulaşma, cemaatleşme ve giderek kitleleşme gibi idealleri olan Müslümanların İbrahim'in güzel örnekliğine (üsvetün hasene) hassaten dikkat etmeleri gerekmektedir. İbrahim ilk başta biricik oğullarıyla bir cemaat olmuştur. Onun örnekliği, Müslüman babaların, oğullarına/kızlarına yönelmelerini, onlara ilgi duymalarını, mescid merkezli bir cemaat olmalarını öğretmektedir. İbrahim'in, İsmail'in ve İshak'ın tebliğlerini kabul edenler ancak böyle bir cemaat oluşturabilirler.
Umarım hiç kimse bu yorumumuzdan, "ne yani, çocuklarımızın geçim derdini düşünmeyecek miyiz?" gibi bir itiraz sesi yükseltmez. Çünkü İbrahim, rızık kazanmanın 'önemini' idrak etmekten aciz biri değildi. Ekmek parası kazanmayanların, dostlarının yüz karası, düşmanlarının maskarası olacağını Akif bilir de, İbrahim (a.s) bilmez miydi? Ekinsiz Mekke çölünde, meyvelerden oğullarını rızıklandırması için Rabbine yalvarması, onun bu bilgisini doğrulamaktadır. Şu halde İbrahim'in, 'iyi bir gelecek' olarak çocuklarını ekinsiz de olsa Mescid-i Haram'a yakın bir yere yerleştirip, şirkten uzak ve namaz kılan mü'minler olmalarını istemesindeki hikmeti iyi analiz etmek gerekir. İbrahim, 'zahid' değildi, bir lokma ile bir hırkanın yeteceğini söylemiyordu. Onun, her şeyin önüne geçirdiği değer, muvahhid ve musallî bir hayat idi. Üç kuruşluk dünya metaı onun mihrabı olamazdı. Çocuk eğitimini 'ciddi bir mesele' olarak gören ailelerin, buradan alacakları çok 'ağır' bir ders yok mudur?
Oğlunu Kurban Eden Bir Baba: ALLAH'ın, İbrahim'e bağışladığı 'halîm çocuk'(2) büyüyüp babasının yanında koşup oynayacak çağa gelince babası tarafından şu müthiş sürprizle bilgilendiriliyor:
"Yavrucuğum! Rüyamda seni boğazlıyor olarak görüyorum! Bir düşün, ne dersin?" (37/Saffât, 102). Çocuk sanki yıllardır bu haberi bekliyormuş gibi bir cevap veriyor: "Dedi ki: Babacığım, sana emredilen şeyi yap. İnşaALLAH beni sabredenlerden bulacaksın!" (37/Saffât, 102).
Çocuğun, babasından aldığı haber sanki bir düğün davetiyesi idi. Ya da babası onu luna-parka götürecekti… Bu teslimiyet başka nasıl izah edilebilir…
Olayın devamına kulak verelim: Baba ve oğul tam bir teslimiyet içindedirler. İbrahim, bir baba için dünyanın en değerli varlığı olan oğlunu ALLAH için kurban etmeye hazırdır. Oğul ise, "ALLAH'ın emri karşısında boynum kıldan ince" demektedir. Baba oğlunu alnı üzere yatırır fakat tam o anda vahiyle müdahale edilir: "Ey İbrahim, rüyanı doğruladın, biz muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız…" (37/Saffât, 105).
Bu, "açık bir imtihan" idi. (37/Saffât, 106). İşte bir baba ve oğul, büyük bir sınavdan büyük bir başarı ile çıkmışlardı. Bu öyle bir başarı idi ki, günümüz eğitim sisteminde bu başarıyı ölçecek bir puanlama sistemi bulunmamaktadır. İsmail'in ise belki ilkti ama İbrahim'in bu, en büyük derece ile bitirdiği kaçıncı mektebi idi...
Şimdi artık bu baba ile oğul bir büyük ödülü hak etmişlerdi. Ödülleri, İsmail'in yerine verilen "büyük bir kurban"dı. (37/Saffât, 107).
Doğrusu bizler de her kurban bayramında büyük kurbanlar kesiyoruz. Belki de kurbanlarımız İbrahim ve İsmail'e verilen 'büyük kurban'dan daha büyüktür. Ve övünüyoruz bu büyük kurbanlarımızla, İbrahim'i ve İsmail'i hiç düşünmeden, insafsızca… Sırât köprüsünden(!) bizi sırtında geçirip geçiremeyeceğini kaygı ediyoruz, 'büyük kurban'larımızın...
İbrahim'in ve İsmail'in teslimiyetlerini, sırf onların Peygamber olduğuyla açıklamak ne kadar ikna edici olur? Onların fedakârlıkları Peygamber oluşlarıyla alakalı ise, bizim için 'üsvetün hasene' olmalarının (60/Mümtehine, 4) izahı nasıl yapılabilir?
Burada yeri gelmişken değinmeden geçemeyeceğim. "Fenâ fillah" (ALLAH'da yok olma) adında bir felsefeyi dinlerinin temel direği edinmiş zümre, "ALLAH'da yok olma" yerine neden acaba İbrahim ve İsmail misali, "ALLAH uğrunda yok olma"yı düşünmezler? Üstelik de, "fenâ fillah"ın hiç örneği yokken, "fedâ fî sebîlillah"ın örnekleri o kadar çok ki.