Seyahat, gezi yazısı örnekleri

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#1
Sponsorlu Bağlantılar
Seyahat, gezi yazısı örnek yazılar, makaleler, Seyahat yazısı örnekleri

YAPRAKLAR VE ÇİÇEKLER İÇİNDE BİR ŞEHİR

İlk durağımız Napoli şehri oldu. İklim bölümlerini insanlar yapmıştır. Tabiatın bu itibariliklere fazla kulak astığı şüphelidir, İtalya bir Avrupa memleketidir; malûm! Fakat İtalya’nın güneyi, hava, ışık, nebatlarının cinsi, insan tipi İtibariyle, muhakkak Kuzey Afrika’dan sayılmak gerekir. Arada deniz olmasa, hiç şüphe yok ki Yunanistan’ın, İtalya’nın, Fransa’nın ve İspanya’nın bütün güney kısımları Avrupa’nın iklim hududu dışında kalırdı. Coğrafya kitaplarının söylemediği bu hususiyeti anlamak için Napoli’de dört beş saatlik bir gezinti kâfi gelir.

Bu beyaz İtalyan şehrine bir sonbahar sabahı girdik. Dağları, ovaları saran sayısız bahçelerin yeşilliği içinde yatan Napoli ile, eylül meyvelerinin baygın ‘kokuları içinde tanıştık. Burada hurma ağaçları kendi vatanlarındadır. Destelenmiş yeşil başları bahçelerin diğer bütün ağaçlarını geçiyor. Yakan bir güneşin tahrikiyle, portakal ve limon ağaçlarının henüz yemyeşil meyvelerinden dağılan sert ve tatlı bir koku, Afrika sonbaharının diğer yabancı kokularına karışarak, neş’eli ve şehvetli şehre sinirleri gıcıklayan emsalsiz bir hava yapıyor.

Gittiğimiz gün, sanki Napoli’de sonbaharın bereketi kutlanıyordu. Bütün evlerin pencereleri ve balkonları, liften bağlarla tutturulan yüzlerce kavunla donatılmış, manavların tezgâhları üzerine iri kızılcık biçiminde kıpkırmızı domatesler, görülmemiş irilikte sapsarı biberler, siyah incirler, pembe şeftaliler ve kehribar renginde üzümler yığılmıştı. Üç beygirli yük arabaları, kırların binbir mahsulüyle yüklü, ağır ağır şehrin yollarından geçiyor… Siyah saçlı,, siyah gözlü, -beyaz dişli, esmer tenli yakıcı kızlar yabancı olduğumuzu anlayarak otomobilimizi durdurttular ve bize bahçelerinden nar ve incir attılar.

Beş saatlik bir durmadan sonra Napoli’den ayrılırken, insan adetâ vatan hasretine benzer bir acı duyuyor.

Ahmet Haşim - Bize Göre

ANTALYA

«Bir akşam üstü, Erenkuş’a doğru yürüyünüz ve elektrik santralının taraçasına inerek, iki yanınızda gür çağlayanlar, körfezi ve Akdağ’ı seyrediniz. Fransız seyyahı diyor ki: «Bu dağların arkasına inen güneşi Antalya yakasından görmek kadar haşmetli “bir şey akla gelemez.» Kumsaldan en yükseği 3450 metreye çıkan bu dağ, tepe, sırt ve geçit yığınlarının ılık bir Ekim ikindisinde aydın ve koyu; sönüp yanan renklerine bakıyorum. Toroslar, Antalya körfezinden, bu dalgalarla Akdeniz’e kavuşuyor. Sıfırdan üçbin metre, şehir ve liman üstünde, ezici; boğucu ve bunaltıcı bir ufuksuzluk hatıra getirebilir. Yatık kıyılı, dar limanlı ve yakın yüksek dağlı İskenderun’da da hal böyledir. Antalya’nın arkası ve bir yanı alabildiğine açıktır. Körfezi çeviren dağlar ise hem millerce uzaktadır. Hem de alçaklı yüksekli tepeler yaylalar, girinti ve çıkıntılarla, yüceliğini kaybetmeyen, fakat ağırlığı da duyulmayan, eşsiz bir değişkenlik gösterir. Günün hemen hiç bir saatinde ışın-kara resim oyunlarının eksildiği görülmez. Oralardan pınarlar gibi saf Türk isimleri akıyor: Akdağ, Beydağ, Çanakyaran, Deliktaş, Yanartaş; Kızılcadağ… Türklerin bu yalçın kayalar üstüne ne zaman konduğu pek bilinmez.

Çağlayan sesleri ile gönül oyalanıp, renklerine resimlerine doyamadığımız bu şeyin adına tabiat diyoruz. Burada tabiatın her türlüsü var: Lübnan çamları yetişen yaylaları ile dağ ve orman tabiatı, denize yukarıdan bakan ve çağlayan döken, sonra uzaklarda alçala alçala geniş ve derin bir kumsalda eriyen, yalısı ile eşsiz bir kıyılar tabiatı, sağa döndüğünüzde gözlerinizi görünmez çizgileri ile dinlendiren, sola baktığınızda hayalinizi enginler rüyası içinde sallayan deniz tabiatı, iki taraça ile Toros eteklerine doğru geniş, düz; avlık ve seyranlık ova tabiatı, hepsi, her çeşidi var. İsviçre’deki dağ karşınızda, Riviyera’daki kıyılar önünüzde, Macaristan’daki ova arkanızdadır.

Kaleleri, sarayları ve mezarları ile oyma kayadan, kapılarında İskender’i durduran Termesus, işte şu tepenin üstündedir.

Atina’ya kadar gülyağı ve balsam yollayan Phaselis, karşı kumsalın biraz yukarısındadır. Eski Olbiya ağaçlarını gördüğünüz çiftliğin yanların idi. Siz kendiniz, şimdi Bergama Kralı II. Attalus’un kurduğu 2099 yıllık Attalia’nın içindesiniz. Yirmi, yirmi beş kilometrede bir jimnazları ile tiyatroları ve stadyumları ile surları ve sütunları ile, bir site yıkıntılarına rastlıyorsunuz. Bu tarihtir. Onun da devir devir, bin türlüsü, bin hatıralısı var.

Tabiat, tarih “ve sanat, iç içe; koyun koyuna; katran çamı bir saray sütununa gölge vererek, bir hisar Akdeniz parçalarının en tatlısı üstüne aksini sunarak, çağlayanların burçlarından sesi gelerek her şey bir aradadır. Birini bulan bahtiyardır. Fakat sizi Antalya’da nereye davet edeyim? Otel bulamayacaksınız. Katran çamlarının gölgesine kavuşabilmek için katır sırtı arayacaksınız. Aspendos tiyatrosuna gitmek için kuru hava bekleyeceksiniz ve orada küçük bir kulübe çatısı altına sığınamazsınız. insanların yapamayacağı, yaratamayacağı, erişemeyeceği herşey var. Sizi bunların hazzına doyurabilmek, bunların koynunda avutmak için, fakir zengin herkesin yapabileceği şey eksik.

Falih Rıfkı Atay - Bizim Akdeniz
 
Üst