Sefiller (Victor Hugo) Özeti, Konusu, Karakterleri, Yorumları

Dine

Özel Üye
#1
Sponsorlu Bağlantılar
Yazarı : Victor HUGO
Yayınevi : Mavi Yelken Yayınları
Çevirmen : Mete AYDOĞAN
Basım Yeri / Tarihi : İstanbul / 2003 - Mayıs
Sayfa Sayısı : 463​


KİTAP HAKKINDA
Oldukça uzun olup, üç ciltten oluşan bu romanın genel konusu, işlemediği bir suçun cezasını çektikten sonra geriye dönen Jan Valjan adlı adam, uzun yıllar sonrasında, aslında hiçbir şeyin bıraktığı gibi olmadığını; her şeyin ona yabancılaştığını ve hemen her şeyin eskisinden farklı olarak değiştiğini fark eder.

Jan Valjan romanın baş kahramanıdır. Bu romanda genel olarak anlatılanlar, 19. Yüzyılın ilk yarısında bu kahramanın başından geçenlerdir. O zamanlar durumları çok kötü olduğundan, aç olan aile fertlerini doyurmak için ekmek çalar; ve yakalandıktan sonra ceza olarak bir kadırgada kürek çekmeye mahkum edilir. Fakat bu cezaya alışamadığından, daha doğrusu bunu hazmedemediğinden, birkaç kere kaçma eyleminde bulunur ve her seferinde yakalanır. Dahası, cezası arttırılarak on dokuz seneye çıkartılır. 1815 yılında serbest kalır ama yılların vermiş olduğu etkiyle, Valjan artık umutsuz bir insandır ve hayata hiçte iyimser bakmamaktadır.

Fransa’nın güneyinde yer alan “D” adlı kasabaya gelir ama eski bir mahkum ve sabıkalı olduğu için kimse onu yanına almak istemez. Tam ümidini yitirmişken, aynı kasabanın baş piskoposu olan Mösyö Miryel onu yanına alır ve ona karşı, sabıkalı olduğunu bilmesine rağmen, çok iyi davranır. Fakat Valjan bu iyiliği ve misafirperverliği pek umursamaz, üstelik, piskoposun yemek odasında yer alan gümüş yemek takımın çalar. Evden kaçtıktan bir süre sonra polis Valjan’ı yakalar ve onu çaldığı yemek takımı ile birlikte piskoposun evine getirir. Piskopos ona ve polise aslında yemek takımını Valjan’a kendisinin hediye ettiğini, hatta, gümüş şamdanları almayı unuttuğunu söyler. Bu hareket, kötülüğe karşı iyilikle cevap verilmesini gösteren bir ahlak dersidir aslında. Valjan’ın uzun yıllar sonrasında karşılaştığı bu iyilik, onun gözlerini açmasına, ve aynı zamanda hayata daha olumlu bakmasına sebep olur. Üstelik, bu sadece bir başlangıçtır. Bu olaydan sonra, böyle iyi bir adamın sevgisine ve güvenine layık olmaya ve bundan sonraki yaşamında her zaman dürüst, erdemli ve namuslu bir insan olmaya karar verir.

Yıllar sonra Valjan Fransa’nın kuzeyinde bir kasabada yaşamaktadır. Mösyö Madlen takma adını kullanmakta ve imitasyon takı ve mücevher işiyle uğraşmaktadır. İşinde bazı bilinmeyen püf noktalar ve ilginç tasarımlar ortaya koyduğundan, kısa sürede varlıklı bir insan olmuştur. Fakat bu varlık namuslu yoldan edilen bir zenginliktir. Belli bir süre sonra halkın sevgi ve güvenini kazanmış, bir keresinde belediye başkanı bile seçilmiştir. Fransa kanunlarına göre, mahkum olan bir insanın devlet nazarında görev yapması mümkün değildir; fakat Valjan öyle bir güven oluşturur ki, bu kanunlar bile onun belediye başkanlığı yapmasına engel olamaz. Ama her şeye rağmen, sorunlar Valjan’ın peşini bırakmamaktadır. Halk onun geçmişi hakkında bir şey bilmezken, kasabanın polis müfettişi Javer tecrübeli bir dedektiftir ve Valjan’ın kimliğinden şüphelenmeye başlar. Mösyö Madlen’in eski adının Valjan olduğunu öğrenir ve onu yakalattıracağı sırada aldığı bir ihbara göre adı Valjan olan başka bir insanın başka bir suçtan yakalandığını ve yeninden kadırgaya gönderildiğini öğrenir. Bunun üzerine Madlen’den şüphelenmesinden dolayı büyük utanç duyar ve ondan özür diler; hatta, istifa etmek ister. Fakat Mösyö Madlen, yani Valjan, bu istifayı kabul etmez. O sırada Valjan kendini güvende hissetse de, başka bir insanın kendi adını taşıyarak mahkum olması durumu onu rahatsız eder. Bu vicdan azabına daha fazla dayanamaz, mahkemeye gider, kendini tanıtır, her şeyi anlatır ve kendi isteğiyle suçunu kabul ederek tekrar bir kürek mahkumu olur; tıpkı yıllar önce olduğu gibi...

Birkaç sene sonra Valjan mahkumiyete daha fazla dayanamaz ve yine kaçar. Geçmişte iyi para kazandığı zamanlar elde etmiş olduğu küçük serveti, kuzeyde bir araziye gömmüştür. Bu para onu bundan sonraki yaşamında rahatlıkla geçindirebilecek ve diğer insanlara da yardım etmesine imkan kılacaktır. Bir zamanlar yanında çalışan Fantine’nin kızı olan Kozete’yi aramaya başlar. Fantine kızına bakmak için geçmişte hayat kadınlığı yapmış, onun ölümünden sonra kızı Kozete’yi yetiştiren üvey anne ve babası ona çok kötü davranmışlardır. Valjan Kozete’yi evlatlık alır ve onunla yakında ilgilenerek bakmaya başlar. Daha sonra Paris’e giderler. Valjan bir rahibe manastırında bahçıvan olarak çalışmaya başlar, diğer bir yandan, Kozete’de bu okula gider. Böyle bir düzen kurulunca, Valjan hala onu aramakta olan dedektif Javer’den kurtulur ve uzun bir süre huzur içinde yaşar.

Yıllar sonra Kozete büyür ve Paris’te öğrenci olarak yaşayan Maryüs Pontmersi adında bir gençle tanışır. Maryüs Pontmersi’yi eski burjuvalardan olan subay babası yetiştirmiştir. Bu genç fakir bir hayat sürmekte ve bir yandan da radikallerle arkadaşlık etmektedir. Kozete ve Maryüs arasında kısa sürede ilerleyen arkadaşlık neticesinde, bu iki genç Valjan’dan gizli olarak buluşmaya ve aynı zamanda mektuplaşmaya başlarlar. Bu olaylar, o zamanlar Fransa’da olan iç huzursuzluklar ile birlikte paralel olarak ilerlemektedir.

Sosyalistler, 1832’de Paris’te hanedanlığa karşı bir başkaldırma girişiminde bulunurlar fakat başarısız olurlar. Maryüs Pontmersi ile radikal arkadaşları da bu isyanlarda yer alırlar ve sosyal adalete bağlılığından dolayı gerçek kimliğinin ortaya çıkmasını bile umursamayan Valjan da bu isyanlara katılır. Sokak çatışmalarının ortasında, bir gün, eski düşmanı olan Javer ile karşılaşır ve onu tek bir kurşun ile öldürüp ortadan kaldırmak yerine, Valjan Javer’i serbest bırakır ve gitmesine izin verir. Valjan’ın bu davranışı Javer’in mutlak adalet ve hukuka olan sert bağlılığını bir anda mahveder. Hayatında ilk kez, eski bir mahkumun kanunlara saygı duyan bir insandan daha iyi birisi olabileceğini düşünür. Bir polis müfettişi olarak tüm hayatını bir çok sahte varsayımlarla yürütmüştür ve bu acıya daha fazla dayanamayarak, vicdan azabının ve yıllar boyu aldanmışlığın verdiği bunalımla, intihar eder.

Aynı zamanda, Paris’te barikatlar arkasına çekilen isyancılar ve radikal gruplar çevrilir. Karşı tarafın gücü daha fazladır. Çarpışmalar ve çatışmalar sırasında Maryüs Pontmersi ağır yaralanır. O sırada Pontmersi’nin ağır yaralandığını fark eden Valjan, onu sırtında taşıyarak yer altında yer alan lağım kanallarına götürür. Çatışmalar sırasında durulabilecek en güvenli yerler buralardır çünkü. Ölmek üzere olan Maryüs, daha sonra dedesinin evine getirilir ve kurtulur fakat hayatını kimin kurtardığını bilmemektedir. Daha sonra ikisi arasındaki yakınlığı anlayan Valjan, bu ilişkiye karışmamaya karar verir çünkü Kozete’nin Maryüs Pontmersi’yi sevdiğini ve onunla evlenmek istediğini fark eder. Kozete’ye yüklü bir miktarda para verir ve daha sonra, eski bir kürek mahkumu olarak anılmanın ve bu durumun Kozete’nin babası olarak namına leke süreceğini düşünerek inzivaya çekilir. Maryüs

Pontmersi ilk başlarda bu durumu kabul eder, daha sonra hayatını kurtaran adamın Valjan olduğunu öğrenince, Kozete’yle beraber yaşlı Valjan’ı yatak odasında ziyaret ederler. Bu görüşme çok hüzünlüdür zira Valjan artık ölmek üzere olan yaşlı ve yorgun bir adamdır; üçü birden ağlamaya başlar. Romanın sonunda, Valjan, ölüm döşeğinde iken, yıllar önce evliya gibi biri olan baş piskoposun inanılmaz bir iyilikle ona hediye ettiği ve böylece Valjan’ın ruhunu kazandığı gümüş şamdanları Kozete’ye hediye eder. Daha sonra, sessizce son nefesini verir ve roman Kozete ile Maryüs Pontmersi’nin onun ellerini öpmesiyle biter.

Bir alıntı:

“Dostlarım! Şunu aklınızdan çıkarmayın: Dünyada ne fena otlar ne de fena insanlar vardır! ..Yalnız, cehaletten gelen fena bir terbiye vardır...” (sayfa 71)

Gerçekçilik:

Okurken okuyucunun da açıkça farkına varabileceği gibi, 1861 de yazdığı 'Sefiller' romanında, Victor Hugo yüzlerce sayfayı Paris'in varoşlarının ürpertici yaşamına ayırmıştır. 'Burası korkunç bir yerdir. Burası karanlıkların kuyusudur. Körlerin çukurudur burası. Cehennemin ta kendisidir... Paris'in varoşları diyebileceğimiz bu kenar mahallelerin tenhalığını tanıyan herkes, en umulmadık kimsesiz bir yerde, bir çitin ardında veya bir duvar dibinde toplanmış çocuklar görmüştür. Bunlar yoksul ocaklarından kaçmış çocuklardır. Kenar sokaklar onların dünyasıdır; orada nefes alabilirler...Kötü alınyazıları buralardan doğar. Buna acı tabiriyle, Paris'in kaldırımlarına atılmak denir'.
 
Üst