Sanlıurfa Hakkında Genel Bilgiler

#1
Sponsorlu Bağlantılar
Şanlıurfa ili topraklarının % 22’si dağlardan, % 62’si platolardan ve % 16’sı ovalardan ibârettir. Kuzeyden güneye doğru alçalan il toprakları genel olarak geniş düzlüklerden meydana gelir.

Dağları: Dağlar daha çok ilin kuzey kısmında bulunur. Dağların yükseklikleri azdır. Bu dağlar Güneydoğu Torosların orta kısmının güney eteklerini teşkil eder. İlin en yüksek dağı Şanlıurfa Diyarbakır sınırındaki Karacadağ’dır. Bu dağın Mirinmir Tepesi 1919 m’dir. Susuz Dağ (812 m), tektek Dağı (749 m), Germuş Dağları (800 m), Cudi Dağı (638 m) veArat Dağı (895 m) diğer dağlardır.

Platolar, yüksek ve yer yer akarsularla parçalanmış düzlüklerdir. Urfa Platosu Fırat ile Toros eteklerine kadar uzanır.

Ovaları: Ovalar ilin güneyinde yer alır. EskiMezopotamya bölgesinin kuzeyidir. Ovalar çok verimlidir. Viranşehir Ovası 1200 km2, Suruç Ovası 700 km2 ve Harran Ovası ortalama 750 metre yükseklikte ve yüzölçümü 2750 km2dir. Güney Anadolu Projesi bittiğinde sulu tarıma geçen Harran Ovası ile 12 Çukurova meydana gelecektir.

Akarsular: Şanlıurfa akarsuyu az olan bir ildir. Başlıcaları: Fırat Irmağı, Adıyaman ve Gaziantep ile olan 270 km’lik sınırı çizer. Boğaziçi köprüsünden sonra en uzun köprü olan Birecik Köprüsü (10 m genişlik 700 m uzunluk) bu ırmak üzerindedir. Habur Suyu: Karacadağ’ın eteklerinden iki kol olarak çıkar ve Fırat’ın önemli bir koludur. Ayrıca hepsi Fırat’a karışan Karakoyun Deresi, Belik Suyu, Zengeçur Çayı, Cavsak Suyu ve Culap Suyu yer alır.
Göller: Şanlıurfa ilinde büyük göller yoktur. 4 adet küçük göl vardır. Büyükgöl: Uzunluğu 400 m, genişliği 100 m, derinliği 3 m’dir. Bozova yakınındadır. Küçükgöl: Uzunluğu 250 m, genişliği 50 m, derinliği 1,5 m’dir. Bozova yakınındadır. Halilürrahman Gölü 150 m uzunluğunda 30 m genişliğindedir. Derinliği 2 m’dir. Merkez ilçededir. Gölde balık çok boldur, fakat kutsal sayıldığından yenmez. Aynızeliha Gölü: 50 m uzunluğunda 30 m genişliğindedir. Derinliği 3 m’dir. Gölde balık çoktur. Balıklar kutsal sayıldığından yenmez.


İklim ve Bitki Örtüsü

Şanlıurfa ilinde kara iklimi hüküm sürer. Yazlar uzun ve çok sıcak, kışlar çok soğuk geçer. Yaz ile kış, gece ile gündüz arasında ısı farkı fazladır. Nem oranı az olduğundan Türkiye’nin en sıcak ili olmasına rağmen, havalar boğucu değildir. Senelik yağış ortalaması 331 mm ile 473 mm arasında değişir. Senenin 25 günü sıcaklık 0°C’nin altındadır. En yüksek sıcaklık +46,5°C’dir. Senelik ısı farkı 40 derecedir. 2 Ağustos 1957’de Şanlıurfa’da sıcaklık +46,5°C’ye çıkarak, Türkiye’nin sıcaklık rekoru kırılmıştır.
Bitki örtüsü: Şanlıurfa topraklarının % 60’ı ekili ve dikili alanlardan ve % 38’i çayır ve mer’alardan ibârettir. Ormanlık ve fundalık sahası çok az olup, % 0,6’dır. İl toprakları bozkır görünümündedir. Fakat arâzi lâle, menekşe, papatya, kuzukulağı, semizotu, ebegümeci ve hardal gibi bitkilerle kaplıdır.
 
#2
ESKİ ÇAĞDAN KURTULUŞ SAVAŞINA (1920) KADAR URFA’NIN TARİHİ (1)


BİRİNCİ BÖLÜM

Urfa'nın Tarihi Coğrafyası





A) COĞRAFİ BAKIMDAN URFA'NIN ÖNEMİ






Urfa, 30-36 kuzey enlem ve 37-40 doğu boylamları arasında yer alır. Deniz seviyesinden 518 metre yüksekliktedir. Kuzey, batı ve güneyinde Fırat Nehri, doğusunda ise yine Fırat’ın kollarından olan Habur irmağı ile sınırlandırılmıştır. Doğusunda Mardin, batısında Gaziantep, kuzeybatısında Adıyaman ve kuzeyinde de Diyarbakır ile çevrilidir. Güneyinde ise 1921’deki Ankara Antlaşması ile çizilen 223 km’lik Suriye sınırı bulunur.

Urfa, eski çağlardan beri doğu ile batının buluşma noktalarının en hareketlisi ve en önemlisi olmuştur. Doğu ile batı dünyasını kültür ve ticaret bakımından birbirine bağlayan eski ve önemli yollar sisteminin bir düğüm noktası oluşu, bütün bu bölgede çok eskiden beri parlak bir medeniyet seviyesine ulaşmış kentlerin kurulmasını hazırlamıştır. Harran, Urfa, Suruç, Birecik, Samsat ve Rakka gibi, ne zaman kuruldukları bilinmeyen kentleriyle dünya medeniyetinin en eski ve büyük merkezlerden birini oluşturan bölgemizin eski çağlardaki ticari ve askeri ulaşımını sağlayan yollar: Güneydoğudan kuzeybatıya doğru, Zagros Dağları'nın eteklerini izleyerek, Dicle boyunca uzanan ve Yeni Assur döneminde Kral Yolu adını taşıyan ana yol; Güney Mezopotamya’dan Dicle’yi izleyerek gelip, Musul yoluyla Sincar’a, Nisibis’e (Nusaybin) ve Râ’s el-Ayn üzerinden Harran ovasına, buradan da Fırat’ı Karkamış’ta aşarak kuzeybatı ve güneybatıya ayrılmaktaydı.

içinde Kalhu, Ninova ve Dur şarrikun gibi ünlü başkentlerin bulunuşu nedeniyle Assur Üçgeni denen ve yöreden geçen bu birinci ana yolun dışında; Mezopotamya’nın diğer önemli yolu Fırat vadisini izleyerek Babil’e ulaşan yoldur. Güney Mezopotamya’ya gitmek için, ilkinden daha kısa olan bu yol; Babil, Hit, Ana ve Rakka’ya ulaştıktan sonra,Belih suyunu izleyerek Harran ovasına gelir. Burası çeşitli yönlere ayrılan yolların birleştiği bir yerdir. Bu yollardan biri de kuzeydoğuya gider. Diyarbakır-Bitlis hattını izleyen bu yol, Güneydoğu Toroslar’ı Bitlis Geçidi üzerinden atlayarak Van Gölü yöresine kadar uzanır. Kuzeye giden yol ise, muhtemelen Assur Koloni Çağı’nın geç döneminde de kullanılmış gibi görünen ve Ergani-Maden Geçidi aracılığıyla Elazığ ve Malatya bölgelerine ulaşan karayolu sistemidir.

Harran’dan kuzeybatıya giden yol, Yeni Assur kralları tarafından kullanılmış, Fırat’ı Zeugma (Birecik) ya da daha kuzeydeki Samosata’da (Samsat) aşarak Que (Kilikia), Tabal ve son olarak Orta Anadolu’ya uzanmaktaydı.

Harran’dan güneye giden bir diğer yol ise; Rakka üzerinden, bir taraftan Halep, diğer taraftan Palmira (Tedmur) yoluyla şam’a ve oradan da Tyr yanında Akdeniz’e ulaşıyordu.





B) BÖLGEDE İLK YER ADLARI


M.Ö. 2300 yıllarına ait Ebla tabletlerinde Harran'ın en eski ismine “Haranki“ olarak rastlıyoruz. Bu isim, Assurca “karayolu, yol, patika, yolculuk, iş seyahati, akın ve ordu“ anlamlarında kullanılmıştır.

Ebla tabletlerinden sonra, M.Ö. 1500 yıllarına ait Mari tabletlerinde Harran’ın ismi, “Haranimki“ ve "Kaskalnimki“, Eski Babil dönemi belgelerinde “Harranum“ ve “Kaskal“, Hitit Krallığı dönemine ait Boğazköy metinlerinde “Harrana“ ve “Kaskalni“, Yeni Assur belgelerinde ise, “Harrana“, “Harrânî“ ve “Harranu“ biçimlerinde geçmektedir.

Bölgemizin en eski adı, Hititçe çivi yazılı tabletlerde geçen ve M.Ö. 1500 yıllarına ait olan “Hur Ülkeleri“ adıdır. Bölgenin kuzeydoğusunda Alşe, kuzeyinde işşuva, güneybatısında ise Aştata ülkeleri bulunuyordu.

M.Ö. 1000 yılına ait Asur tabletlerinde bölgenin adı “Hanigalbat” olarak geçiyor, ancak bölgenin
 
#3
İKİNCİ BÖLÜM






Urfa'nın 20 km. doğusundaki Örencik Köyü yakınlarında bulunan Göbekli Tepe'de 1996 yılında başlayan ve önümüzdeki yıllarda da devam edecek olan arkeolojik kazılarda, dünyanın ilk tapınak tepesi tespit edilmiştir. Elde edilen bulguların Cilali Taş Devri'ne (M.Ö. 9000'lere) ait olduğu tarihlenmiştir. Buna göre Urfa, şu anda 11000 yıllık bir tarihe sahiptir. Adı geçen yerdeki kazıların sona ermesinden sonra belki bu tarih daha da eskilere gidecektir.

Bu yazımızda, M.Ö. XXV. yüzyıldan başlayarak, çivi yazılı kaynaklar göz önünde bulundurulmak suretiyle Urfa'nın yaklaşık 4500 yıllık yazılı bir tarihi özetlenmiştir. Göbekli Tepe hakkındaki geniş bilgi, kitabın Mimari bölümünde verilmiştir.





I) EBLA KRALLIĞI DÖNEMİ (M.Ö. XXV. yy.)






Ele geçen en eski belgelere göre; Urfa bölgesi kısmen M.Ö. XXV. yüzyılda Kuzey Suriye’de Halep yakınlarında kurulmuş Ebla Krallığı’nın hâkimiyetine girmiştir. Bizce bölgenin tarihini de şimdilik bu dönemden başlatmak gerekir.

M.Ö. 2500 yıllarına ait Ebla Krallığı’nın merkezi Ebla'da (Tell el-Mardikh) yapılan arkeolojik kazılarda bulunan çivi yazılı arşivlerde, adı geçen krallığa bağlı olarak, Harran’ın bu dönemde Zugalum adındaki bir kraliçe tarafından yönetildiğini görmekteyiz.

Bu dönemde Urfa’nın durumunu veya adını şimdilik bilemiyoruz. Bununla birlikte tabletlere göre, Kuzey Suriye’de geniş ve işlek bir ticaret ağı bulunuyordu. Ancak bölgenin en eski tarihi dönemine ait elimizdeki bilgiler şimdilik çok azdır.


II) AKKAD KRALLIĞI DÖNEMİ (M.Ö.XXIII. yy-XXI. yy.)






Mezopotamya tarihinde kurulmuş ilk devlet olan Akkad Krallığı (M.Ö. 2350-2150), gittikçe güçlenerek Kuzey Suriye, Güneydoğu Anadolu ve Kilikya bölgelerini bir dönem hâkimiyeti altında tutmuştur.

Akkad Kralı I.Sargon (saltanatı M.Ö. 2340-2284), Amanos ve Toroslar’a doğru bir sefer düzenlerken bölgemizin de içinde bulunduğu Kuzey Suriye’yi ele geçirerek, Akkad Krallığı’nın hâkimiyetine katmıştır.

I.Sargon’dan bir süre sonra, tahta geçen torunu Naram-Sin'in (saltanatı M.Ö. 2260-2220) Kuzey Mezopotamya’daki Subartu (Irmaklararası; Fırat ile Dicle arası olup daha çok Kuzey Suriye’yi ifade eder) ülkesini çeşitli düşman unsurlara karşı savunduğu görülür. Ona ait kitabeli bir bazalt zafer steli de Diyarbakır’ın Pir Hüseyin köyünde bulunmuştur. Urfa merkez Konuklu (Kazane) Köyü'nde yapılan kazılarda, ilk Tunç Çağı tabakasında bulunan üç çivi yazılı tabletten ikisi, Eski Babil dönemine ait mektup, diğeri ise Akkadça çivi yazılı olup, Akkad alfabesini öğretmektedir. Yukarıda bahsedilen stel ve çivi yazılı tablet, Akkad Krallığı'nın bölgemizi de hâkimiyet sınırlarına katmış olduğunu göstermektedir.

Akkad Krallığı, iran’ın batısındaki Zagros Dağları’nda devlet kuran Gutiler’in istilâsı ile başlayan savaşlar neticesinde yaklaşık M.Ö. 2150 yılında tarihe karışır.

III) III. SUMER-UR HANEDANİ VE ESKİ BABİL KRALLIĞI DÖNEMI (M.Ö.XXI-?)






Kaynaklara göre Akkad döneminden sonra,, bölgemizi de içine alan Anadolu'nun bir kısmı, III.Sumer-Ur Hanedanı (M.Ö. 2060-1960)'nın hâkimiyetine girmişti. Anadolu ve bölgemiz ahalisi bunların kültürlerinden oldukça etkilenmişler ve yazılarını bile kullanmışlardır.


Eski Babil Krallığı'nın ünlü Kralı Hammurabi'nin (saltanatı M.Ö. 1728-1686), Mari (Tell Hariri, Suriye’de Fırat üzerinde) bölgesiyle Assur ili de dahil olmak üzere, bütün Subartu’yu, Elam’ı ve civardaki bütün ülkeleri zaptettiği bu başarısının kendisine, “Sümer-Akkad Kralı, Dört iklim Hükümdârı ve Cihan imparatoru“ gibi ünvanları kazandırdığı bilinir. Maalesef bu döneme ait bilgilerimiz de çok azdır.

IV) HURRİ-MİTANNiLER VE HiTiT KRALLiKLARi DÖNEMi (M.Ö. 2000-1270)


Güneydoğu Anadolu’nın En Eski Ahalisi Hurriler


Hurriler, M.Ö. 2000 yıllarından itibaren, kuzeyde Kafkaslar’dan, güneyde Suriye ve Yukarı Mezopotamya’ya, batıda Toroslar’dan, doğuda iran’daki Zagros Dağları’nın ötesindeki Urmiye Gölü’ne kadar uzanan, oldukça geniş bir coğrafik alana yerleşmişlerdi. Ancak, bu tarihlerde henüz siyâsi bir teşekkül oluşturmamışlardı.

Hurri, Babilcede “Mağara” demektir. Urfa bölgesinde birçok mağaranın bulunduğu ve Hurri kentinin de bugünkü Urfa’nın yerinde bulunduğu tahmin edilir. Ancak bu bilgi henüz teyit edilememiştir.

Bölgemizde Hurriler'e ait herhangi bir tablet ya da sanat eseri bulunmamış olması dikkat çekicidir. Bunun sebebini de arkeolojik kazıların Urfa'nın güney veya güneydoğusunda değil de kuzeyinde yapılmasına bağlıyoruz.

M.Ö. 1800 yıllarında başkent Hattuşaş (Boğazköy) olmak üzere Anadolu’da bir devlet kuran Hititler, ekonomik güçlerini arttırmak ve daha geniş topraklara sahip olmak amacıyla Kuzey Suriye’ye seferler düzenlemişler. Ancak daha çok Hatay bölgesine yapılan bu seferlerde bölge ahalisi Hurriler’le karşılaşmamışlardır. Hitit Kralı i.Hattuşili (saltanatı M.Ö. 1660-1630) Kuzey Suriye’ye yönelik son askeri harekâtı esnasında Kargamış ve Halpa'yı (Halep) ele geçirmeye çalışırken, Hurriler’in adı geçen kentleri savunma yönünden desteklemesi sonucu başarısızlığa uğrayarak, geri çekilmek zorunda kalır. Bu başarısızlığın sebebi; Hurriler’in sahip olduğu atlı arabalardır. Henüz savaşlarda atlı araba kullanmayan civardaki topluluklar, Hurriler’in atlarla süratli bir şekilde hücumları karşısında oldukça şaşırırlar.

Hititler’in Kuzey Suriye’ye Yayılma Faaliyetleri


I.Hattuşili’nin yerine geçen oğlu i.Murşili (saltanatı M.Ö. 1630-1600) Kuzey Suriye’deki yayılma siyasetinin ilk hedefi olarak, önce Halep’i ele geçirir. Bu arada Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Hurri prensleri bu süper güce karşı koyamayıp geri çekilirler. Halep’ten sonra Suriye’deki Mari krallıklarını da ortadan kaldıran i. Murşili’ye artık Babil yolu görünür. M.Ö. 1605 yılında Fırat’ı izleyerek güneye iner ve Babil önlerine ulaşır. Bölgemizden oldukça uzakta cereyan eden ve Mezopotamya tarihinin seyrini değiştiren bu olay sonucunda, muhteşem kent zapt ve yağma edilerek alınan ganimetlerle Anadolu’ya dönülür.

I.Murşili’nin M.Ö. 1600 yılında öldürülmesi üzerine Hitit Krallığı'nın bocalama dönemine girdiği görülür. Tahta geçen i.Hantili (saltanatı M.Ö. 1600-1570) yeni askeri seferler düzenleyerek Kuzey Suriye’deki Hitit etki alanını elde tutmaya çalışırsa da bunda başarılı olamaz. Hurriler Anadolu’ya girerler ve kendi etkilerini arttırarak güçlenirler, Hitit sarayını basarak Kraliçe Harapşili ile birkaç prensi de öldürürler. Bu felâkete bağlı olarak, Hitit ülkesinde kavgalar ve kargaşalar uzun süre devam eder.





Hurriler’in ikiye Ayrılması


Bölgemiz ahalisi Hurriler’in gittikçe güçlenerek, ırkdaşları olan Subaru aşiretlerini de hâkimiyetleri altına alarak; batıda Akdeniz’e, doğuda Kerkük bölgesine, güneyde ise Ken’an iline kadar yayıldıkları görülür.

Yaklaşık M.Ö.1500-1450 yıllarında Hurriler, biri Hurri diğeri Mitanni adında iki konfederasyona ayrılırlar.

Bu dönemde Önasya’da büyük olaylar meydana gelir. Nereden geldikleri ve kimler oldukları henüz bilinmeyen Hiksoslar (Çoban Krallar) istilâsının bölgemizi ne derece etkilemiş olduğunu bilmiyoruz. Belki de Hiksoslar’ın müdâhalesi sonucu Hurriler ikiye ayrılmak zorunda kalmışlardı. Hiksoslar istilâsı; Hitit, Amurru, Assur ve Babil gibi devletlerin de sarsılmalarına sebep olur.

Mitanniler Kuzey Suriye’de


Mitanniler tarafından yazılmış bir tablete henüz rastlanmamıştır. Ancak komşu ülkelere ait arşivlerde XV. yüzyıldan itibaren bunların güç ve hırslarını anlatan belgeler bulunmuştur. Kerkük tabletlerinde kendileri tarafından “Maiteni“ şeklinde, Mısır belgelerinde ise “Mitan“ ve “Mitanni” adlarıyla bahsedilmektedir. Mitanni ülkesine Mısırlılar ve Suriyeliler “Naharina“ (iki nehirarası), Asurlular ise “Hanigalbat“ adını veriyorlardı.

“Bereketli Hilal“ bölgesinde kurulan Mitanni Krallığı, bugünkü Ceylanpınar civarında bulunduğu sanılan Vaşşuganni kentini başkent yapar. Mitanni Krallığı daha sonra Hurri Krallığı aleyhine güçlenerek gelişir ve M.Ö. XIV. yüzyıl sonlarında tamamiyle onun yerine geçer. Bu arada Kargamış, Harran, Urfa, Halep ve Antakya gibi kentler Mitanni hâkimiyetine girerler.

Mitanniler ülkesi, o dönemin dünya siyaseti bakımından çok önemli stratejik bir bölge idi. Mezopotamya’dan Karadeniz’e, Akdeniz’e, Mısır’a ve buralardan yine Mezopotamya’ya giden yollar Mitanniler ülkesinden geçiyordu. Bu coğrafik durum Önasya’da Mitanniler’e büyük bir üstünlük kazandırmıştır. Mitanniler, daha sonra bu avantajı kullanıp, Mısır ve Hitit krallıkları arasında üçüncü bir güç durumuna gelmiştir.

Kuzey Suriye’de Mitanni-Mısır Mücâdelesi


Mitanniler, Mısırlılar’a karşı koyabilmek ve Suriye-Filistin hâkimiyetini Firavunlara kaptırmamak için civardaki küçük prenslikleri idâreleri altına alarak büyük bir ordu ile Mısır Firavunu III.Tutmes'in (saltanatı M.Ö. 1490-1436) ordularını Megiddo’da durdurmayı başarırlar. Ancak Mitanniler’in bu başarılarının ömrü, Mısır’ın güçlü orduları karşısında pek de uzun sürmez.

III.Tutmes M.Ö. 1477’de ordularıyla Mitanniler üzerine yürüyerek uzun ve kanlı savaşlardan sonra Kadeş’i ele geçirir; sonra da Fırat boylarına kadar ilerleyerek M.Ö. 1473’de Kuzey Suriye’yi kısa bir süre denetimi altına alır. Mitanni büyükleri olan Mariannular, bu kanlı savaşlar esnasında mağaralara kaçarlar. işgal altındaki Mitanni kentlerinde, çıkan isyânlardan dolayı Firavun bunları birkaç kez bastırmak zorunda kalır.

Böylece Kuzey Suriye ve tabiatıyla bölgemiz, kısmen Mısır etkisinde kalır ve bu durum Mitanni Kralı Sauşşatar'ın (saltanatı M.Ö. 1440-1410) M.Ö. 1435’te Kuzey Suriye’yi ve bölgemizi tümüyle ele geçirmesine kadar devam eder.

M.Ö. 1453 yılında Firavun'un Fırat’ı geçerek, Mitanni başkenti Vaşşuganni’yi tehdit etmesi üzerine, Sauşşatar’ın onunla Suriye ve Filistin’de Firavun'un hâkimiyetini ve her sene belirli bir vergi vermeyi kabul etmek suretiyle bir anlaşma yapmış olduğu görülür. Bu olay Mitanniler’in düşmanı olan Hititler’i oldukça sevindirir ve II.Tuthaliya'nın (saltanatı M.Ö.1460-1440) Firavun'u tebrik edip, ona hediyeler ve elçiler göndermesine sebep olur.

Mitanniler’in Yeniden Canlanışı ve Fetihleri


Mitanni Kralı Sauşşatar, Firavun'un bölgeden uzaklaşmasını fırsat bilerek, ülkesinin yaralarını sarmak ve ekonomik yönden ayakta durmasını sağlamak için bütün gücüyle çalışır. M.Ö. 1435’de Harran üzerinden geçerek, herhalde bu sıralarda Mitanniler ile Subarular’ın arası açılmış olmalı ki, Subarular ülkesine yürür ve burayı ele geçirir.

Subarular ülkesini ele geçiren Sauşşatar, zaman geçirmeden Assur üzerine yürür ve kenti ele geçirir. Assur prensliğinde i.Assurrabi ve II. Assurnirari’nin bulunduğu bu zamanda Assur, Kas krallarının etkisinden kurtulur, ancak bu kez de Mitanniler’e tabi olmak zorunda kalır. Sauşşatar, Assur kentinden birçok kıymetli eşyalarla birlikte bir altın kapıyı da ganimet olarak başkenti Vaşşuganni’ye götürür.

Sauşşatar’ın bu başarılı faaliyetinden sonra, Mitanniler’in doğu sınırları Zağros Dağları’na kadar genişler. Kuzey Suriye’deki eski denetim alanları olan Halep ve Kadeş bölgeleri de tekrar Mitanni hâkimiyetine girer.

Hitit Tehlikesi ve Mitanni-Mısır ittifakı


Biraz rahatlama dönemine girmiş olan Mitanni Krallığı'nın karşısına tehdit olarak, bu kez de Hitit Krallığı çıkar. Nitekim uzun zamanlar kendi hallerinde yaşayan Hititler tekrar güçlenmişler ve sınırlarından taşıp Önasya’ya hakim olma emellerini gerçekleştirmeye başlamışlardı. Bir ara Kral II.Tuthaliya Kuzey Suriye’ye yürümüş ve Halep’i zaptetmişti. Güneye doğru genişleyen Hitit akınları, Firavunların Suriye ve Filistin’deki sınırlarını yıkabilirdi. Sauşşatar da bu yeni ve tehlikeli durum karşısında Firavun'la birleşme gereğini duyuyordu. Ayrıca Mitanniler’in doğu ve güneydoğu sınırları da pek güvenilir görünmüyordu. Bu arada Assurlular intikam savaşlarına hazırlanıyorlardı. Bütün bu tehlike ve tehditler karşısında güçlü bir müttefike ihtiyaç duyan Mitanni kralı, Firavun II. Amenofis'e (saltanatı M.Ö. 1436-1412) bir heyet göndererek kesin bir antlaşma, birleşme ve işbirliği yapmak isteğini bildirir.

Mitanniler, M.Ö. 1411 yılında Hanigalbat’ın batısındaki Kizzuvatna (Adana ve kuzey civarı) bölgesini zaptedip, topraklarını genişletmek imkânına sahip olurlar.

Mısır ile Mitanniler arasında yapılan antlaşma, sonradan bu iki hânedan arasında meydana gelen evlenmeler ve yapılan ticaret anlaşmaları ile pekiştirilir. Sauşşatar’dan sonra Mitanni tahtına geçen i.Artatama (saltanatı M.Ö. 1410-1400) Firavun IV. Tutmes ile dostluk ve barış anlaşması imzalar ve kızını Firavuna eş olarak verir. Mitanni prensesi ile evlenen Firavun, ona kraliçe ünvanını verir. Mitanni prensesi, IV. Tutmes’in yerine geçecek olan III.Amenofis’i doğurmuştur. Firavun III. ve IV. Amenofis’ler de birer Mitanni prensesi ile evleneceklerdir.

Mitanni Krallığın ikiye Bölünmesi


Mitanni Krallığı, Önasya’nın güçlü devletlerinden biri olmaya çalışırken, i. Artatama’dan sonra tahta geçen oğlu II.şuttarna'nın (saltanatı M.Ö. 1400-1385) ölümünden sonra, taht varisleri arsında mücâdeleler başlar ve sonuçta, devletin arazisi varisler arasında paylaşılır. II.Artatama, ülkenin kuzeybatı kısmını alarak burada başkenti Urfa (?) olan bağımsız bir Hurri Krallığı kurar. Güneydoğu Anadolu bölgesinde de kardeşi Artaşumara (saltanatı M.Ö. 1385-1380) Mitanni tahtına oturur.

Beş yıl sonra M.Ö. 1380’de, Uthi adlı bir isyâncı, Artaşumara’yı öldürerek Mitanni tahtına henüz çocuk olan Tuşratta'yı (saltanatı M.Ö. 1380-1350) oturtarak ülkenin idâresini ele geçirir. Tuşratta büyüdükten sonra, Uthi'yi ortadan kaldırarak babasının tahtı üzerinde tek yetkili olarak hükmedecektir.

Hititler’in Mitanni Ülkesine Saldırıları

Hurri Kralı II. Artatama, düşmanları olan Hitit Kralı I.şuppiluliuma (saltanatı M.Ö. 1380-1345) ile birleşerek onun da yardımıyla, kardeşi Tuşratta’nın üzerine yürür.

Hitit kralının Mitanni kralına haber göndermesine karşılık, kral başkenti Vaşşuganni’den çıkmaz; Hitit ordusu oraya ilerleyince, Mitanni askerleri tarafından yakılan ekinler ve kapatılan kuyular yüzünden, aç ve susuz kalarak geri çekilmek zorunda kalır (M.Ö. 1380). Tuşratta, hezimete uğrattığı Hitit ordusundan eline geçen ganimetlerden bir kısmını ve iki Hitit esirini akrabası ve dostu olan Firavun III.Amenofis’e gönderir .

İlk saldırısı başarısızlıkla sonuçlanan i.şuppiluliuma, düşmanı olan bu ülkenin içişlerini her zaman dikkatle izlemiş ve patlak veren bazı iç kavgaları kendi lehine kullanmak istemişti. Aslında Mitanni sorunu şimdilik kolayca çözülebilecek bir sorun değildi.

Anadolu’daki güvenliği sağlamak ve siyasal alanlarda güçlenmek amacına yönelik olarak, Mitanni ile Hitit ülkeleri arasında bir tampon bölge oluşturan Kizzuvatna Kralı şanuşşara ile bir andlaşma yapıp, bu ülkeyi de yanına alan i.şuppiluliuma’nın, Mitanni ülkesine ikinci bir sefer düzenleyerek başkent Vaşşuganni’yi yağmaladığı görülür. Tuşratta, her nedense kesin bir savaştan kaçınır ve bu durum Hitit kralının Kuzey Suriye’yi yağmalamasına, Halep’i M.Ö. 1377 yılında tekrar Hitit hâkimiyetine sokmasına sebep olur. Büyük bir hezimete uğrayan Tuşratta, istemiyerek de olsa, Fırat’ın batı kısımlarını Hititler’e bırakmak zorunda kalır. Bu dönemde Tuşratta için Hititler’den sonra ikinci bir potansiyel tehlike ise, Assur kentinde filizlenmekteydi. Mitanni karşıtı olan gruplar güçlenmişler ve Assur prensliğine Eriba-Adad’ı getirmişlerdi. Bu prens, göreve gelir gelmez, Mitanni bağımlılığından kurtulmak için bütün gücüyle çalışmaya başlamıştı.

Bize göre, Tuşratta esasen Hitit kralı ile zamanında iyi ilişkiler içinde bulunmamıştır. Bu kötü ilişki, hiç beklemediği ve hazırlıksız olduğu zamanlarda karşısında Hititler’i görmesine sebep olmuştur. ihtimal ki Tuşratta, Hititler’in bu kadar güçleneceğini düşünmemişti.
 
#4
Firavun'un Mitanni’den Kız istemesi


Mitanniler’in felaketlerle uğraştığı bir dönemde Firavun III.Amenofis, M.Ö. 1370 yılında Vaşşuganni’ye bir heyet göndererek, Tuşratta’nın kızı Tadu-Hepa’yı evlenmek amacıyla ister. Tuşratta birçok mazeretler öne sürerek buna razı olmaz. Devam eden ısrarlar ve uzayan yazışmalar sonucunda, bunu kabul ederek kızı ile birlikte kıymetli eşyaları da Mısır’a gönderir.

Sonuçta; evlenme ve kız isteme ısrarlarına, Tuşratta’nın istemeyerek de olsa rıza gösterdiğini görüyoruz. Tuşratta, belki aradaki dostluğun bozulmaması ve mevcut ittifakın ortadan kalkmaması için, bunu kabul etmek zorunda kalmıştır. ileride görüleceği üzere Firavunlar, hiçbir zaman Mitanniler’e yardımda bulunmamışlar ve sonuçta bu ittifaktan, kız almak suretiyle Mısırlılar kazançlı çıkmışlardır.

Hititlerin Son Saldırısı ve Mitanniler’in Hezimeti


Hitit Kralı i.şuppiluliuma, Mitanniler’in bu durumdan faydalanarak, hem ülkelerini ve hem de Suriye’yi ele geçirme projesini uygulamaya koyar. Tuşratta, Mısır’dan yardım alamamasına rağmen, ülkesini kâhramanca savunmaya niyetlidir. Hitit kralı, bir taraftan Tuşratta’nın kardeşlerini, diğer taraftan da Lübnan bölgesindeki Sami-Amurru beylerini elde etmeye çalışır. Sonunda bu faaliyetlerinde başarılı olur. Mitanni prenslerinin ayaklandırılan menfaatleri, ülkedeki birliği ve gücü gevşetir. Amurrular’ın durumu da Mısır’ın Suriye üzerindeki etkisini oldukça sarsar.

Kendi projesinin gerçekleşmesine yarayan bu gelişmeler sonucunda, Mitanniler’e saldırıp son darbeyi vurma zamanının geldiğini gören Hitit kralı, ordusunu harekete geçirir. Mitanni Kralı Tuşratta, dostu olan Firavun IV.Amenofis’e ardı ardına gönderdiği mektuplarda ondan acilen yardım ister. Ancak Firavun, kurmuş olduğu yeni dinle meşgul olduğundan, kimse ile ilgilenecek bir durumda değildir. M.Ö. 1366’da başkent Vaşşuganni’ye saldıran büyük Hitit ordusu karşısında birşey yapmaya fırsat bulamayan Tuşratta, hezimete uğrar ve kaçmak zorunda kalır. Mitanni prenslerinden çoğu esir edilerek, Kapadokya’ya götürülür. Mitanniler arasında çıkan kargaşalıklar esnasında Tuşratta oğullarından biri tarafından öldürülür. Tuşratta’nın küçük oğlu Mattivaza da sadık ve fedakâr adamları tarafından Babil’e kaçırılarak ölümden kurtarılır.

Bu hezimet üzerine Kargamış hariç, bütün Kuzey Suriye ve bölgemiz Hitit Krallığı’nın hâkimiyetine girer.

Mattivaza’nın Hititler’e Bağlı Krallığı


Mattivaza’nın kendisine esir muamelesi yapılan Babil’den, yanındaki adamları tarafından kaçırıldığı ve nice zorluklarla Anadolu’ya ulaşarak, Hitit Kralı i.şuppiluliuma’ya sığındığı görülür.

Usta siyâsetçi Hitit kralı, o sıralarda büyümekte olan Assur Krallığı’nın, gelecekte ülkesi için bir tehlike oluşturabileceği ihtimalini göz önünde bulundurarak, Mattivaza’yı güzel bir şekilde karşılar ve ona kızını da vererek Mitanni Krallığı’nı kendine bağlı bir tampon devlet halinde yeniden kurar.

I.şuppiluliuma’nın işini sağlama bağlamak için, Mattivaza (saltanatı M.Ö. 1350-1320) ile M.Ö. 1350 yılında bir de antlaşma yaptığı görülür. Yemin Tanrıları arasında yer alan Harranlı Sin (Ay) ve şamaş (Güneş)’ın da şahit tutulduğu bu antlaşmada Hitit Kralı şöyle der:

“Kral Tuşratta’nın oğlu Mattivaza’yı elinden tuttum ve onu babasının tahtına oturtacağım. kızımın hatırı ve büyük bir ülke olan Mitanni mahvolmasın diye büyük Hitit Kralı, bu ülkeyi yeniden canlandırdı. Tuşratta’nın oğlu Mattivaza’yı elinden tuttum ve kızımı ona eş olarak verdim. Mattivaza kral olduğuna göre, Hitit ülkesi kralının kızı da Mitanni ülkesinde kraliçedir. Sen ey Mattivaza, kızımın üzerine başka kadın alma ! Ona, başka bir kadın eşdeğer duruma gelmesin; kızımı ikinci kadın derecesine indirme. Mattivaza, gelecekte benim oğullarımın gerçek kardeşi ve eşitidir. Mattivaza’nın çocukları da benim çocuk ve torunlarımın eşiti olacaktır. Hitit ve Mitanni ülkesinin halkı, gelecekte birbirlerine kötülük etmeyeceklerdir..... Hitit ülkesi kralı savaşa giderse, Mitanni kralı da onunla gidecektir. Mitanni’nin düşmanı olan Hitit’in de düşmanı olacaktır. Hitit’in dostu olan Mitanni’nin de dostu olacaktır."

Görüldüğü gibi, Hitit kralına adeta bağımlı bir durumuna gelen Mattivaza, Hattuşaş’tan gelen emre göre, hareket etmeye mecbur bırakılır. Bu durum karşısında Mitanni Krallığı da doğal olarak gerilemeye ve çökmeye başlar.

Kısa bir süre sonra Hitit kralı i.şuppiluliuma oğlu Piyassili’yi ve damadı olan Mattivaza’yı eski bir Mitanni kenti olan Kargamış üzerine gönderip, orayı ele geçirmelerini sağlar. Bunlar daha sonra Vaşşuganni üzerine giderken, bu arada Harran’ı da alarak kendilerine bağlarlar. Harran’ın bu sıralarda kimlerin elinde bulunduğu bilinmiyor.

I.şuppiluliuma’nın M.Ö. 1345 yılında bulaşıcı bir hastalık sonucu ölmesi üzerine; Arzava, Kizzuvatna ve Mitanni gibi Hattuşaş’ın egemenliğinde olan devletler, hâkimiyetlerini ilan ederek istiklâllerini tekrar kazanırlar.

Mitanni-Hanigalbat Ülkesinin Assur’a Tabi Oluşu


Assur Kralı i.Adad-Nirari (saltanatı M.Ö. 1307-1274), Hitit etkisinin gittikçe arttığı Mitanni-Hanigalbat bölgesini ele geçirmek amacıyla hazırlıklara başlar. Ancak Mitanni Kralı i.şattuara (saltanatı M.Ö. 1320-1300) daha önce davranıp Assurlular üzerine yürür. Ancak büyük Assur gücüne yenilerek esir düşer (M.Ö. yak. 1305) ve ancak yapılan görüşmeler sonucu her yıl vergi vermek suretiyle ülkesine dönebilir .

I.Adad-Nirari, Hanigalbat sorununu kesin bir şekilde çözmek için son kez ordusuyla oraya yürür. Mitanni Kralı Vasaşatta (M.Ö. 1300-1280), Hitit Kralı III.Hattuşili'den (saltanatı M.Ö. 1275-1250) acil yardım isterse de Hitit Kralı ona yüz vermez. Böylece Assur ordusu karşısında tek başına kalan Vasaşatta, bütün kuvvetlerini Kargamış ile Harran arasındaki irridu denilen yerde toplayarak hazırlığını tamamlar. M.Ö. 1275 yılında yapılan savaşta yenilen Vasaşatta, ailesinin bütün fertleriyle zincire vurularak Assur’a götürülür. Bu tarihten itibaren Mitanni Krallığı tarihe karışır. Kısmen Hanigalbat ülkesi ve bölgemiz Assur’un hâkimiyetine girer. Hanigalbat’ın tümünün ele geçirilmesi M.Ö. 1270 yılında Assur Kralı I.Salmanassar (saltanatı M.Ö. 1274-1245) tarafından sağlanır. Hurri-Mitanni aşiretleri ise, zamanla yurtlarına dolacak Samiler arasında eriyip gideceklerdir.

Harran’daki konik evlerin, Hurri mimari geleneğinin günümüze yansımış örnekleri olabileceğini tahmin etmekteyiz. Hurriler, atı besleme, terbiye etme, evcilleştirme ve arabada kullanma konusunda oldukça ileri bir tekniğe sahiptiler.

Anadolu’da, Hitit Krallığı’nın M.Ö. 1200 yıllarında beklenmeyen bir zamanda birden bire yıkılması üzerine, Assurlular yeniden batıya doğru ilerlemeğe başlamışlardı; ancak bu kez karşılarında Arâmiler kalmıştı.





V) ARÂMİLER ve ASSUR KRALLIĞI DÖNEMi (M.Ö. 1270-610)


Arâmi-Assur Çekişmesi


Güneydoğu Anadolu M.Ö. 1000 yıllarında büyük bir Arâmi göçüyle karşı karşıya kalır. Arâmiler güneyden kalkıp büyük kentlere akın etmeye başlarlar. Sami kavimlerinin üçüncü büyük göçünü oluşturan Arâmi göçleri uzun yıllar sürer; nihayetinde Göçebe Arâmiler (Ahlamu Aramaye) Yukarı Mezopotamya’da birçok Arâmi devleti kurmaya muvaffak olurlar. Bunlardan Bit-Adini, Urfa bölgesini içine alıyordu.

Assurlular, batıya doğru ilerlemelerine engel olan Arâmiler’in çoğalmalarını engellemek için birçok imha seferleri düzenlerler, ancak başarılı olamazlar. Assur Kralı II.Adad-Nirari'nin (saltanatı M.Ö. 911-891), Fırat ve Dicle vadilerine yaptığı M.Ö. 894 yılındaki seferinde Habur ırmağı yürüyüşü sırasında, Harran’ın önünden geçtiği, oradan vergi ve haraç aldığı görülür.

III.Salmanassar (saltanatı M.Ö. 858-824), M.Ö. 875-855 yıllarında düzenlemiş olduğu üç seferde; Bit-Adini Devleti’ni ortadan kaldırır ve civarıyle birlikte bölgemizi de bir Assur eyâleti durumuna getirir. III.Salmanassar’ın ihtiyarlık döneminde Assur Devleti’ne isyân eden kentlerin arasında Huzirina (Sultantepe) da bulunuyordu.

Urartu Krallığı'nın Bölgemizdeki Hezimeti


M.Ö. IX. yüzyılda Van Gölü civarında kurulmuş olan Urartu Krallığı, sınırlarını kuzeyde Kafkas ötesine, doğuda kuzeybatı iran içlerine, batıda Malatya çevresine, güneyde de Urfa-Halfeti yakınlarına kadar genişletmişti. Urartu Krallığı ömrü olan 300 yıl boyunca Assur Devleti’nin en büyük rakibi olmuştur. Urartu krallarından i.şarduri (saltanatı M.Ö. 840-830) ve işpuini (saltanatı M.Ö. 830-810) bir müddet Yukarı Mezopotamya’yı hâkimiyetleri altında tutmuşlardır. Kaynaklara göre III.Salmanassar, i.şarduri’ye karşı yedi kez sefer düzenlemiştir. Bu arada Assur Kralı V.Assur-Nirari'nin (saltanatı M.Ö. 753-746) Arâmi asıllı Arpad Kralı Matti‘el ile bir ittifak anlaşması imzaladığı ve bu anlaşmada Harran kentinin koruyucusu olan Ay Tanrısı Sin’in de şahit tutulduğu görülür.

Assur Kralı III.Tighlatpileser (saltanatı M.Ö. 745-727), M.Ö. 743 yılında Urartu meselesini halletmek için ordusuyla batıya doğru hareket ederek, dört Suriye ülkesi (Bit-Agusi, Melida [Malatya], Gurgum [K.Maraş] ve Kummuhu [Kommagene, Adıyaman]) ile birleşmiş olan Urartu ordusunu, Urfa’nın batısındaki Halfeti ilçesinin kuzeyinde yer alan ve Arpad (Tell Rıfad) denilen yerde yapılan bir savaşta perişan ederek birçok esir alır.

Assur Krallığı'nın Bölgemizdeki Hakimiyeti


Bu zaferin sonucunda; Kuzey Suriye ve bölgemiz tekrar Assur’un hâkimiyetine girer ve yöredeki tüm kent devletleri kralları; Assur’a vergi ve haraç vermek zorunda kalırlar.

Harran ve çevresinin, bu dönemde Bel-Pihati ünvanlı bir vali tarafından yönetildiği ve Till Barsip (Tell Ahmar) kentinde oturan Turtanu adlı büyük vezire bağlı olduğu görülür. Urfa’nın 21 km. doğusunda bulunan Duru kenti de ayrı bir idari bölge (Urasi’lik) olarak yönetilir.

Assur Kralı Asarhaddon (saltanatı M.Ö. 680-669), M.Ö. 671 yılında Mısır’ın ele geçirilmesi ile sonuçlanan sefere giderken, Harran kenti dışında bulunan ve sedirden yapılmış Ay Tanrısı Sin Tapınağı’a uğrar ve ondan yardım diler. Zaferden sonra da tanrıyı ödüllendirmek için küçük çapta restorasyonlar yapar.

Mezopotamya’nın en eski ve ünlü tanrısına ait tapınağın yeniden yapılması, Asarhaddon’un oğlu Assurbanipal'in (saltanatı M.Ö. 668-626) döneminde gerçekleşir.

Harran’daki Tanrı Sin Tapınağı’nı yeniden yaptıran Assurbanipal, bir yazıtında küçük kardeşi Assur-etil-şame-irsitim-ballitsu’yu, Sin rahibi yaptığını şöyle anlatır: “....... En küçük kardeşim Assur-etil-şame-irsitim-ballitsu’yu, Harran’da oturan Sin’in huzurunda, Urigallu rahipliği için takdis ettim.”





VI) KELDÂNİ (YENİ BABİL), MED-PERS, MAKEDONYA ve SELEUKOS KRALLIKLARI DÖNEMİ (M.Ö. 610-132)


Keldâni, Med ve Pers ittifakı


Assurlular’ın bu ezici güçleri, Assurbanipal’in M.Ö. 626 yılındaki ölümünden sonra pek uzun sürmez. Assur’un korkunç idaresi altında inleyen uluslar, intikam hırsıyla silaha sarılırlar. Bunların başında iskitler, Keldâniler, Med ve Persler bulunur.

M.Ö. 614 yılında Med Kralı Keyaxares (saltanatı M.Ö. 635-584), Babilli Nabupolassar ile birleşerek, imparatorluğun eski başkenti Kalhu’yu zapt ve tahrip eder. Bundan iki yıl sonra da, yine aynı iki kral bir kısım göçebe iskitli’nin de desteğiyle imparatorluğun başkenti Ninova’ya saldırırlar. Üç aylık bir kuşatmadan sonra, kenti ele geçirerek son kral Sin-şar-işkun'u (saltanatı M.Ö. 623-612) öldürürler. imparatorluk ülkesi Medler ve Keldâniler arasında paylaşılır. Bu büyük yıkım ve kuşatmadan kurtulan Assur ordularının bir bölümü, Harran’a gelip burayı Assur’un yeni başkenti yaparak son Assur prensi Assuruballit’i de kral ilan ederler. Ancak, bu yeni Assur Devleti iki yıl gibi kısa bir süre sonra, Medler’le ortaklaşa hareket eden Babil Kralı tarafından tarih sahnesinden silinir. Bu arada Harran’daki Tanrı Sin Tapınağı da Harran’ı ele geçiren istilacı Medler tarafından tamamen yakılıp yıkılır.

Nabukadnezzar tahta geçtiği zaman, Keldani etkisi Sinear ile Elam’ın Susa mıntıkasına ve Kuzey Suriye’ye ulaşmıştı. Assur kenti Medler’in, Harran da Medler’e tabi Umman-Mandalar’ın elinde bulunuyordu.

Medler'in Bölgedeki Kısa Hakimiyeti


Med Kralı Keyaksares’in, Batı Anadolu’daki Lidya Krallığı ile Anadolu’yu paylaşma pazarlığına oturacak kadar güç kazandığı görülür. Böylece batı sınırlarını güvence altına alan Medler, doğuya yönelerek zayıf bir durumda olan Urartu Krallığı’nı da kısa sürede çökertirler. Ancak sadece yağmacılık ekonomisine dayanan Med üstünlüğü maalesef uzun ömürlü olamaz. Bu arada Harran bölgesinin Keldani Krallığı’nın eline geçtiğini görüyoruz.

Harranlı bir rahibenin oğlu olduğu sanılan son Keldani Kralı Nabuna‘id (saltanatı M.Ö. 556-538), Pers Kralı Kyros (saltanatı M.Ö. 559-530) ile Medler’e karşı birleşir ve üç yıl sonra Medler’i yener.

Keldâniler 'in Bölgedeki Kısa Hakimiyeti


Nabuna‘id muhtemelen M.Ö.550 yılında bir fırsatını bulup 54 yıldan beridir harabe halinde bulunan Harran’daki Tanrı Sin Tapınağı’nı yeniden restore ettirir (Bu restorasyon büyük çaplı olup ancak beş yılda tamamlanabilmiştir) ve tapınak son şekliyle islâm dönemine kadar ulaşır.

M.Ö. 540 yılında başlayan Pers saldırıları, bir yıl sonra Kral Kyros’un Babil’e girmesiyle sonuçlanır ve Keldâniler (Yeni Babil) Krallığı da artık tarihe karışmış olur.

Persler'in Bölgedeki Hakimiyeti


Kaynaklara göre, Urfa ve Harran bu dönemde Babil ve Suriye Satraplığı’na bağlanmış ve Satrap Gobryas’ın idaresine verilmiştir.

Bu dönemde bölgemizin dili olan Arâmi dili ve yazısı, Yakın Doğu ve Anadolu’nun tümüne sahip olan Pers imparatorluğu’nun resmi dili ve yazısı olarak kabul edilmiştir.

Pers Kralı i.Darius (saltanatı M.Ö. 522-486) döneminde bölgemiz Babilonya Satraplığı içine alınmıştır.

Persler, Fırat ile Dicle nehirleri arasındaki geniş ve bereketli toprakları ekip biçerek bölgedeki ziraati canlandırırlar. işlenen bu arazileri de savaşlarda üstün başarı gösteren subaylara dağıtırlar. Bu asker-soylular aynı zamanda yörenin yeni yöneticileri olurlar. Persler din önderlerine de toprak bağışlayıp ayrıcalıklar tanıyarak, bunların kendilerinden yana tutum almalarını sağlarlar, ancak kıyılardaki eski koloni kentlerine söz geçiremeyen merkezi Pers yönetimi, bu kentlerde biriken ticaret gelirlerinden yoksun kalınca, imparatorluk ekonomik bunalım içine düşer. Bu fırsatı değerlendiren Makedonya Krallığı, iskender önderliğinde Anadolu’ya girer. Pers orduları önce M.Ö. 334’te, ardından da M.Ö. 332’de Hatay’ın issos (Dörtyol) yakınlarında yenilince Urfa'yı da içine alan Güneydoğu Anadolu bölgesi Makedonyalılar’ın eline geçer.

Makedonyalılar Urfa Bölgesinde


Bu dönemde Urfa bölgesinin Osrhoene adıyla çağrıldığını, bölgemiz ve Mezopotamya’nın Yunan kültürüyle tanıştığını görüyoruz. Birçok Makedonyalı ve Yunan asıllı ahali ve tüccar bölgeye yerleşir ve bu arada Harran “Mygdonia“ adını alarak buradaki tanrılara Yunanca isimler verilir. Böylece Doğu ve Yunan kültürleri arasında meydana gelen kaynaşma sonucu Hellenizm kültürü bölgeye hakim olur. Bu kültürde yine Arâmi dili ve kültürünün önemli bir etkisi görülür. ileride görüleceği gibi, Urfa zamanla Hıristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri haline gelirken, Harran putperest ve Hellenizm kültürünün en büyük merkezlerinden biri olmaya devam edecek ve bundan dolayı kilise babaları tarafından “Putperest Kenti“ anlamına gelen “Hellenopolis“ adını alacaktır.

Yunan kültürünü benimseyen bölgemiz ahalisi Arâmiler, bu kültürü daha sonra Araplar’a aktarma görevini de üstleneceklerdir.

İskender, Güneybatı Asya’ya doğru fetihlerini sürdürürken Güneydoğu Anadolu’yu generallerine bırakır. M.Ö. 13 Haziran 323 yılında beklenmedik bir zamanda, bilinmeyen bir sebepten dolayı, genç yaşta ölmesi üzerine, generaller arasında imparatorluğu paylaşma savaşları başlar. Savaşların bitiminde yapılan antlaşmada satraplıkların değil de, bölgelerin bölünmesine karar verilir. Yukarı Asya satraplıklarının bir bölümüyle Babylonya’ya sahip olan General Seleukos Nikator (Galip) M.Ö. 306 yılında krallığını ilan eder.

Seleukoslar'ın Bölgemizdeki Faaliyetleri


I.Seleukos Nikator, 5 yıl önce yapmış olduğu savaşlar neticesinde topraklarını biraz olsun genişletmiş ve bu esnada Harran’a da uğramıştı. Seleukos Nikator bu başarılı faaliyetleriyle Pers imparatorluğu’nun kalıntıları üzerine yükselecek olan yeni bir devletin temelini atmış oluyor ve. başkentini de Babilonya’dan Dicle kıyısında kurduğu Seleukeia kentine taşıyordu.

Urfa, bu dönemde Arâmiler tarafından Urhay olarak çağrılıyordu. M.Ö. 302 yılında I.Seleukos Nikator tarafından eski bir yerleşim alanının kalıntıları üzerine yeniden kurulan Urfa, “Suları bol” anlamına gelen “Edessa“ ismini alır. Edessa o dönemde Makedonya’nın başkentinin adı idi; ancak Urfa’nın o dönemde sulak oluşu ve yeşilliğinin bolluğundan dolayı Edessa’ya benzediği için bu isim verilir.

Bu tarihlerde Mezopotamya’da Edessa’dan başka birçok askeri koloniler ve kentler kurulur. Bunlardan birkaçı Osrhoene (civarıyla birlikte Urfa bölgesi) bölgesinde bulunuyordu. Kurulmuş olan bu kentlerden Karrai (Harran), Makedonopolis (Birecik), Nikephorion (Rakka) ve Anthemusia (Suruç) bölgemiz için oldukça önemli idiler.

Seleukos Kralı II.Antiokhos Teos, M.Ö. 261 yılında tahta geçtiğinde doğudaki eyâletler merkezden ayrılmış, buralarda Parth ve Baktriyan krallıkları kurulmuştu.

III.Suriye Savaşı olarak anılan savaşlar esnasında, Mısır Firavunu Ptolemaios Evergetes Seleukos ordusunu yenerek Fırat’ı aşar, Mezopotamya’ya girerek kuzeye doğru ilerler. M.Ö. 245 yılında Urfa bölgesini de ele geçirir. Seleukos Kralı Kallinikos, ancak kuzey komşusu Pontus Kralı ile anlaşarak Antakya ve Urfa yörelerini geri alabilir. Bu olaydan sonra Seleukoslar’ın Akdeniz kıyılarındaki üstünlükleri de sona erer.

M.Ö. 140 yılında Zagros Dağları civarında yapılan Parthlar ve Seleukoslar çarpışması sonucunda Seleukoslar iran ve Mezopotamya'yı kaybederler ve başkentlerini Antakya'ya taşırlar.

Bu dönemde Urfa'daki Balıklıgöl, Seluk Gölü ve daha sonra Seleukos Gölü olarak bilinir.
 
#5
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM


I) OSRHOENE (EDESSA) KRALLİĞİ DÖNEMi (M.Ö. 132-M.S. 244)


Seleukoslar’ın giderek zayıflaması sonucu, Urfa bölgesindeki etkilerinin azalmasını fırsat bilen, belki de bölgedeki otorite yetersizliğini değerlendiren Arâmi asıllı Süryâniler, aşiret reisi Aryu (Arslan) önderliğinde Osrhoene Krallığı’nı ilan ederler (M.Ö. 132). Böylece Urfa bölgesi tarihte ilk kez kendine özgü bir krallığa kavuşmuş olur. Başkent ise merkezi Urfa olan Edessa idi. Yunanlı tarihçiler bu krallara Phylark veya Topark yani “Kent Kralı” diyorlardı.

Roma Ordusunun Hezimeti


M.Ö. 53 yılında Romalı General Crassus, Parthlar’a karşı zafer kazanmak amacıyla Suriye’ye gelir. Civarda birkaç kenti zapteder ve bazı birlikleri yenmek suretiyle imparator ünvanını almak için acelece Fırat’ı geçer ve Rakka üzerinden Harran’a doğru giderken, Parth süvarileri tarafından Harran’da etrafı çevrilir. Tuzağa düşürülen Roma ordusu büyük kayıp verir ve General Crassus da esir düşer. 50.000 kişilik Roma ordusundan pek azı kaçarak Fırat boylarına ulaşır.

Hıristiyanlığın Kabul Edilmesi ve Abgar Efsânesi


M.Ö. 4 ile M.S. 7 tarihleri arasında ilk kez 10 yıl hüküm süren V. Abgar’ın 13-50 yılları arasındaki 37 yıllık ikinci saltanat devresinin Hıristiyanlık tarihi açısından çok önemli bir yeri vardır. Hıristiyanlık gelmeden önce, bütün Mezopotamya halkı ilâhi sistemi reddetmiş ve atalarının dini olan putperestliğe geri dönmüşlerdi. Ay, güneş, yıldız ve gezegenlere tapıyorlar; bundan başka kendilerinin çıkarmış oldukları birçok şeye tanrılık isnad ederek tapınıyorlardı. Bu inanç-Ay Tanrısı Sin inancı-Urfa bölgesinde de hakim idi. Bu döneme ait inanç motiflerini ve yazılarını Urfa’nın 65 km. güneydoğusundaki antik Soğmatar kentinde görebilmek mümkündür.

Efsaneye göre; V.Abgar ilk Hıristiyan kraldır ve Hz.isa’nın ölümünden hemen sonra, Hıristiyanlığı kabul etmiş ve kendi halkına da benimsetmiştir. Bu konu ile ilgili efsane şöyledir. Edessa Kralı V.Abgar Ukkama, o sıralar cüzzam hastalığına yakalanmış ve bundan dolayı oldukça ızdırap çekiyordu. Kral, Hz.isa’nın hastaları iyileştirdiğini duymuştu; ancak çok hasta olduğundan dolayı bizzat Kudüs’e gidemiyordu. Hannan adındaki bir kuryesini, ona inandığını ve yeni dinini öğrenmek istediğini belirten bir mektupla Hz.isa'ya gönderir ve onu Urfa'ya davet eder. Bu kurye aynı zamanda becerikli bir ressamdır. Hannan, Hz.isa’ya götürdüğü mektubu sunduktan sonra yüksek bir yere çıkarak onun portresini yapmayı dener, ancak bir türlü başarılı olamaz. Bunu sezen Hz. isa, yüzünü yıkar ve kendisine uzatılan bir mendille yüzünü silip Hannan’a verir. Hz. isa’nın yüzünün resmi, mendile çıkmıştır. Hannan bir mektupla birlikte bu mendili de alarak Edessa’ya döner.

Hz.isa, Edessa Kralı V.Abgar Ukkama’ya gönderdiği mektupta şöyle demiştir:

“Ne mutlu sana Abgar ve Edessa adındaki kentine ! Ne mutlu beni görmeden bana inanmış olan sana ! Çünkü sana devamlı sağlıklılık bahşedilecektir. Senin yanına gelmem hususunda bana yazdıklarına gelince; bilesin ki, görevlendirilmiş olduğum herşeyi burada tamamlamak ve bu işi bitirdikten sonra beni göndermiş olana, Baba’ya dönmem gereklidir. Sana ızdıraplarını (hastalıklarını) iyileştirmek; sana ve seninle beraber olanlara ebedi yaşam ve barış bahşetmek, ayrıca senin kentine dünyanın sonuna kadar düşmanlar tarafından boyun eğdirilmemeyi sağlamak üzere havarilerimden birisini, Thomas da denilen Adday’ı göndereceğim. Amin. Efendimiz Christo’nun mektubu.“


Bu mektubun Yunancası Urfa’da antik çağdan kalma bir mağaranın girişi üzerine kazınmıştır. Mağara ve mektuptan herhangi bir kalıntı maalesef günümüze ulaşmamıştır.

Edessa Kralı V.Abgar, Hz.isa’nın portresi gözüken kutsal mendil (Hagion Mandylion) sayesinde sağlığına kavuşmuş ve daha sonra bu mendili bir tahtaya gerdirerek kentin giriş kapısında bir niş içine koydurmuştur. Bu kutsal mendil, yüzyıllarca Hıristiyan sanatında, Ortaçağ’ın Bizans-islâm ilişkilerinde önemli ve büyük bir rol oynamıştır. Ayrıca bu mektubun nüshaları çoğaltılarak muska şeklinde buraya gelen ziyaretçilere verilmiştir.

Çeşitli Olaylar


M.S. 114 yılında Roma imparatoru Trajanus, kışlamak üzere Suriye’ye dönerken Urfa’ya uğrar. Kral VII.Abgar, (saltanatı 109-116) imparatoru kentin dışında hediyelerle karşılar.

Urfalılar, 116 yılında Mezopotamya’nın genelinde çıkan isyâna katılarak Roma garnizonlarını kılıçtan geçirirler ve kovarlar. Ancak Urfa halkı bu isyânın bedelini ağır bir şekilde öder; kent kuşatılarak zaptedilir, ceza olarak kan ve ateşe boğulur. VII.Abgar’ın da saltanatı son bularak Urfa, Roma himâyesine girer. Bu himâye imparator Trajanus’un 117 yılındaki ölümüne kadar devam eder.

163 Yılında iki büyük güç olan Roma ve Parth kuvvetleri arasında Ermenistan Krallığı yüzünden çıkan bir anlaşmazlık sonucu, Osrhoene ve Mezopotamya Romalılar tarafından zaptedilir. Birecik yakınında başlayıp Romalılar’ın galibiyetiyle sonuçlanan zor savaşlardan sonra Urfa kuşatılır. Urfalılar kentteki Parth garnizonundakilerini öldürerek kenti Romalılar’a teslim ederler. Bu esnada Urfa tahtında Kral Vail bar Sahru (saltanatı 163-165) bulunuyordu.

Bölgemizin Roma Himayesine Girişi


Urfa, 165 yılında Romalı General Avidius Cassius tarafından kuşatılır ve kentte katliam yapılır. Bunun devamında ise Urfa ve Harran birkez daha Roma himâyesine girer. Bu himaye ilerde görüleceği gibi krallığın 244 yılındaki yıkılışına kadar sürecektir.

166 Yılında bir barış antlaşmasıyla Urfa Kralı VIII.Ma‘nu, Roma’nın bir müvekkili olarak Philoromaios adıyla tahta iade edilir.

Roma, imparatorluğun her tarafında (Urfa bölgesi de dahil) topraklarını korumak için karakollar kurar. Özellikle bu karakollar, Doğu'da iranlılar ve bedevilerin akın ve baskınlarını kontrol altında tutuyordu. Bu amaçla imparator Septimius Severus, 197 yılında Parthlar'a karşı bir askeri sefer esnasında Halfeti ile Urfa arasında, Eski Hisar, Büyük Keşişlik ve Ank Köyü'nde birer kale, Uzunburç, Tatburcu, Sayburç, Beyburcu ve Kızılburç'da ise birer gözetleme kulesi yaptırır. Bu tür yapılar daha çok Halfeti-Suruç ve Urfa üçgenindeki alanda yapılmış olup, kalıntılarını görebilmek mümkündür.

Urfa Tarihindeki ilk Su Baskını


201 Kasım’ında Urfa tarihinin ilk büyük su baskını meydana gelir. Bu tufanda 2.000’den fazla insan boğularak veya enkaz altında kalarak can verir. Bundan başka kentteki Hıristiyanlar Kilisesi ve Kraliyet Sarayı da yıkılır. Bu olaydan sonra Kral VIII.Büyük Abgar (Ma‘nu oğlu), yazlık ve kışlık olmak üzere iki saray yaptırır. Kışlık saray kalede yapılmıştır.

Çeşitli Olaylar


Roma imparatoru Antoninus Caracalla 213 yılında Mezopotamya Seferi’nden dönerken Urfa Kralı X.Abgar Severus ve oğullarını zincire vurup Roma’ya götürür ve orada öldürtür. Başsız kalan Osrhoene Eyâleti 214 yılının Ocak ayında imparator tarafından bir kez daha, Roma kolonisi haline getirilir. Aynı imparator 8 Nisan 217 tarihinde Harran’daki Tanrı Sin Tapınağı’nı ziyaretten dönerken Urfa ile Harran arasında bir yerde askerleri tarafından öldürülür.

Nisan 214’den 240 yılına kadar IX.Ma`nu, Urfa Kralı ünvanına sahip olmuş, ancak onun bir Roma sömürgesi haline getirilen Urfa’da artık hiçbir hüküm ve etkisi olmamıştır.

Urfa kalesindeki kenger yapraklarıyla süslü korint başlıklı iki sütundan, doğudakinin kitabesinde geçen Ma‘nu'nun bu kral olduğu tahmin edilmektedir. Adı geçen inşa kitabesi şöyledir:

"Ben askeri ko[mutan] Barş[......]'ın oğlu Aftuha. Bu sütunu ve üzerindeki heykeli Veliaht Prens Ma'nu kızı, [...........]'nun eşi, hanımefendim ve [velinimetim] Kraliçe şalmet için yaptım."

Sâsâniler’den Erdeşir ve I.Şahpur, Romalılar ile Urfa’yı anlaşmazlık konusu yapınca, imparator III. Gordianus, hânedanın bir üyesini bir kez daha kral tayin eder. 242-244 yılları arasında Urfa’da XI.Abgar Ferhad kral idi. Roma imparatorunun öldürülmesi üzerine yerine geçen Philippus Arabs, Sâsâni Kralı I.Şahpur ile anlaşmayı tercih ederek Mezopotamya’yı Sâsâniler’e terketmek üzere bir anlaşma yapar. Ancak bu tatbik edilmez ve Mezopotamya’nın yine Romalılar’ın elinde kalmış olmasına rağmen Osrhoene Krallığı kesin bir şekilde tarihe karışır. Bu arada üç yıl önce Sâsâniler’in eline geçmiş olan Harran da tekrar Romalılar’ın hâkimiyetine geçer.

Son Urfa Kralı Xi.Abgar Ferhad, 244 yılında Roma’ya dönmüş ve orada ölmüştür. Kendisinin ve karısı Hodda’nın mezarları halen Roma’da olup tarihçiler tarafından ziyaret edilir.

376 yıl süren bu Urfa Süryâni Krallığı, çok zengîn bir inanç, geniş bir dil, sanat, edebiyat ve kültüre sahip idi. incil, Yunan dilinden Süryâni diline ilk defa Urfa’da çevrilmiştir.

Edessa kültürü, Yunan, iran ve Arâmi-Süryâni kültürlerinden oluşmuştur.

Kentte, Yunan-Roma üslubunda bezenmiş 30 civarında renkli taban mozaiğ, kent içinde ve civarında bulunmuş Estrangela (Doğu Süryânicesi) türü Süryânice kitabeler ve kaya mezarları hep bu döneme aittir. Bu mozaiklerin büyük bir kısmı yurt dışına kaçırılmış, bir kısmı da bazı müzelerde sergilenmektedir. Kent içinde ve civarında bu döneme ait 4-5 mezarlık bulunmaktadır.





II) ROMA İMPARATORLUĞU DÖNEMİ (244-395)


İlk Hıristiyan şehitleri


Roma hâkimiyetinde bulunan kentte, şehrin ileri gelen Hıristiyan büyüklerinden şarbil ve Barsimya, 250 yılında Hıristiyanlara yapılan takibatlardan dolayı Roma imparatorunun emriyle yakalanarak şehit edilirler. Bunlar bugün şehitlik Mahallesi denilen yere gömülürler ve bu civarda daha sonra küçük bir kilise de yapılır.

İmparator Valerianus'un Bölgemizdeki Esareti


Sâsâni Kralı i.şahpur, 253 yılında Ermenistan’ı işgal ettikten sonra Mezopotamya’ya girer; ancak müstahkem kentler, başta Urfa olmak üzere kendilerini iranlılar’a karşı savunurlar. Bu arada yeni imparator Valerianus, çok sıkışık bir durumda olan Urfa’ya yardım etmek üzere Fırat’ı geçmiştir. Valerianus, 260 yılı başında i.şahpur tarafından kuşatılmış olan Urfa’yı kurtarmaya çalışırken, tedbirsiz davranarak iranlılar’ın eline düşer ve esarette ölür. Buna rağmen Urfa, teslim olmayarak kendisini başarıyla savunur.

Çeşitli Olaylar


Mayıs 303 yılındaki bir su baskını ile kentin surları ikinci kez yıkılır.

310 Yılında yine Urfa’nın ileri gelen din büyüklerinden Habbib, şmona ve Gurya, imparator Konstantinus’un takibatları sonucu şehit edilirler.

359 Yılında Roma imparatoru Konstantinus, bir Osrhoene vilayeti oluşturarak, Edessa’yı buranın başkenti yapar. Aynı yıl içinde Sâsâni hükümdârı II.şahpur'un Roma hâkimiyetindeki Diyarbakır'ı kuşatması esnasında öldürülen 400 askerin anısına imparatorun emriyle Urfa'da heykelleri dikilir.

Eylül 373’de Roma imparatoru Valens (saltanatı 364-378) Urfa’ya gelerek, Süryâni Ortodoksları kentten sürer.

Roma imparatorluğu 395 yılında Doğu ve Batı olarak ikiye bölünür; Osrhoene vilayeti Doğu Roma'nın yani Bizans'ın hâkimiyetine girir.

Romalılar zamanında Zeugma, stratejik konumu nedeniyle önemli bir kent idi. Bu sırada Roma'nın 4. Skitia Lejyonu burada bulunuyordu. Bugün Birecik Barajı suları altında kalan ve "Belkıs Harabeleri" adı ile bilinen Zeugma'da, geçtiğimiz yıllarda Gaziantep Müzesi başkanlığında Türk ve yabancı arkeologlar tarafından kurtarma kazıları yapılmış, başta mozaikler olmak üzere çıkarılan çok sayıdaki kıymetli eser, Gaziantep Müzesi'ne götürülmüştür. yapılan çok hızlı bir kurtarma çalışması halen devam etmektedir.

Sultantepe'de yapılan kazılarda IV. katta Roma dönemine ait kitabeli bir hamam kalıntısı bulunmuştur.





III) BiZANS iMPARATORLUĞU ve SÂSÂNİ KRALLIĞI DÖNEMİ (395-639)


Doğal Afetler


Urfa, Nisan 413 yılının Nisanında üçüncü kez su baskınına marûz kalır. Su baskını bu kez insan kaybına sebep olmaz, ancak büyük ölçüde maddi hasara yol açar.

Diyârbakırlı Süryâni Rahip Mar Yeşua’nın V. yüzyılın sonuna ait kroniğine göre; Bizans hâkimiyetinde bulunan Urfa’da halk, haftanın her günü akşamleyin erkenden belden aşağı bol elbiseler giyinip, üzerine de tülbentler sarınarak tiyatroya giderdi. Önlerinde kandiller ve buhurlar yanar ve bütün gece uyumadan dansöz Trimerius’u alkışlayarak şarkılar söylerdi. Bu eğlencelerin devam ettiği bir gün kentteki yazlık hamamın soğukluk dairesi ile iki direği çökmüş ve iki kişi ezilerek ölmüştür. Mar Yeşua, bu kazayı dini görevlerini yerine getirmeleri ve akıllarını başlarına almaları için Urfa halkına Allah tarafından verilmiş bir ihtar olarak değerlendirmektedir.

Mayıs 499’da kente büyük bir çekirge sürüsü gelir, ancak bunlar sadece yumurtalarını toprağa bırakarak kenti terkederler. Aynı yılın Eylül ayında ise oldukça şiddetli bir zelzele meydana gelir ve bu yer kaymasından dolayı kentin surlarında büyük bir yarık oluşur.

499'da toprağa bırakılan yumurtalardan çıkan çekirgeler, 500 yılının Mart ayında halkın üzerine saldırır ve Urfa’nın bütün mahsulünü yutarlar. Uçmaya başladıkları sırada geniş bir sahaya yayılırlar ve geçtikleri bölgeleri çöle çevirirler. Nisan ayında kentte pahalılık; Haziran ve Temmuz ayında ise mahsul yetişmediğinden dolayı açlık ve kıtlık başlar. Halkın bir kısmı başka bölgelere göç eder; köydeki fakir, hasta ve yaşlı insanlar da dilenmek üzere kente akın ederler. Kentte yapılan ekmekler de halka yetmez. Açlıktan dolayı ölümler başlar, sokaklarda ve kemer altlarında kıvranarak ölenler gittikçe çoğalır.

Vali Demosthenes imparatora gidip durumu arzeder. imparator da Urfa’nın haline acıyarak büyük miktarda para yardımı yapar. Kente gelen bu para ile büyük miktarda ekmek yapılır ve fakirlere dağıtılır. Ancak yoksulların bir kısmı, uzun süre açlık çektiklerinden dolayı ölüp giderler. Kıtlık Kasım ayında daha da şiddetlenir.

501 Yılı Ocak ayında yerlerin buz tutmasından dolayı kıtlık ve açlık artık dayanılmaz bir hal alır. Yoksul halk geceyi sokaklarda ve kemer altlarında geçirdikleri için ölüm onları uyurken yakalar. Kent halkı sokakları dolduran ölüleri gömmekle baş edemez; çünkü mezarlıktan gelenler yeni ölülerle karşılaşırlar. Beş aydan beri devam eden bu açlık ve kıtlıktan dolayı 2.000 civarında insan hayatını kaybeder. 501 yılının ortalarına doğru üzümün bolluğundan dolayı halk biraz rahatlar

İranlılar Urfa Bölgesinde


Sâsâni Kralı i.Kubâd (saltanatı 488-531), 502 yılında Diyârbakır’ı kuşatırken kendisine bağlı Arap Hire Kralı Nu`man ibn-ül Esved’i Harran üzerine gönderir. Bir kısım Sâsâni kuvvetleri de Viranşehir tarafına gönderilirler. Buraya gönderilenlerin çoğu öldürülür, geriye kalanları da esir edilir.

26 Kasım 502’de Harran’a ulaşan Nu`man, Harran ve Urfa civarında büyük yağmalar yapar, halkını da esir alır; ancak çok sağlam surlara sahip olan Urfa’ya giremez.

I.Kubâd, 17 ve 24 Eylül 503 tarihlerinde Urfa’yı iki kez kuşatır ancak başarı sağlayamaz.

Urfa'da Got Askerleri


506 Yılı Nisan ayında, Sâsâniler’le barış yapmak üzere Bizans ordusu ile birlikte Urfa’ya gelen çok sayıdaki Got askeri kentte yolsuzluk, ayyaşlık yapar, bununla da yetinmeyip, herşeyi tahrip ederek cinayet işlerler. Kentte büyük bir yönetim gevşekliği ve başıboşluk olduğundan bu yaptıkları yanlarına kalır. Bu tahribatı gören Bizans ordusu başkomutanı, askerlerini toplayarak hemen kenti terkeder.

Dördüncü Su Baskını ve Karakoyun Deresinin Yapılması


Nisan 525’de dördüncü bir su baskını daha korkunç bir şekilde Urfa'yı yakalar. Akşam vakti olduğundan halkın bir kısmı yemek başında, bir kısmı da hamamlarda bulunuyordu. Süryâni Mar Yeşua’ya göre, bu felâkette 30.000 insan ölür. Bu sayı kentin nüfusunun yarısı demekti. Bizans imparatoru Jüstinyen, kentin imarı ve kent içinden geçen Daysan (Skirtos, günümüzde Karakoyun) Nehri’nin mecrasını değiştirmek için birçok mühendis ve işçi gönderir. Nehrin akış istikameti değiştirilir; suyun dere yatağından geçişini kontrol altına alan ve risk ihtimalini ortadan kaldıran küçük bir baraj daha doğrusu taşkın önleme duvarı da yapılır. Bu duvarın kalıntıları günümüzde mevcuttur. Bu arada kentin surları da sağlamlaştırılır.

Sâsâniler Urfa Bölgesinde


Sâsâniler’le Bizanslılar arasında Eylül 532’de bir barış antlaşması yapılır, ancak bu anlaşma 8 yıl sürer. Sâsâni krallarından i.Hüsrev Anuşirvan (saltanatı 531-578), bu antlaşmayı bozarak Mayıs 540’da Halep, Antakya ve Humus’u yağmalayıp ülkesine dönerken Urfa’ya gelir; kenti kuşatır ancak alamaz. 544 yılında ikinci kez şansını deneyen Anuşirvan, surlara çıkarılan Hz. isa'nın mucizevi portresinin yer aldığı kutsal mendilden (Hagion Mandylion) dolayı kenti ele geçiremez. Kenti düşmanlardan korduğuna inanan Anuşirvan, başına bir felâket gelmesinden korkarak kuşatmayı bırakıp geri döner.

Bizanslı komutan Maurikios, 581 yılında Sâsâni ordusunu Viranşehir ve Rakka bölgesinde yenilgiye uğratır.

Urfa, 603 yılında Sâsâni Kralı II.Hüsrev-i Perviz (saltanatı 591-628) tarafından işgal edilir. 610 yılında ise kent tamamiyle Sâsâni hâkimiyetine geçer. Bölgede artık Bizans’ın hiçbir etkisi kalmaz. Urfa’daki iranlı yöneticilerin, halkın üzerindeki vergileri ağırlaştırdığı, kiliselerin altın, gümüş ve mermerlerini yağma ettikleri görülür.





Urfa Yeniden Bizanslılar'ın Elinde


Bizans imparatoru Herakleios, 628 yılında Sâsâniler’i yenince Urfa bölgesi ikinci kez Bizans hâkimiyetine geçer. imparator, Urfa’da Ortodoksluğu yeniden kurarak ileri gelen Yakubi ailelerini kentten sürer. Bu sırada kentin valisi Ioannes Kateas'tır.
 
#6
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM


I) DÖRT HALiFE DÖNEMi (639-661)


Urfa'nın Müslümanların Eline Geçmesi

Halife Hz.Ömer tarafından şam ordusu komutanlığına getirilen iyâd b. /anem, 639 yılı içinde Elcezire üzerine gönderilir. iyâd, Ağustos ayında yanındaki ordusuyla Rakka üzerine yürür. Rakka ahalisi vergi vermeyi kabul ederek kurtulur. şam ordusunun öncü kolu Harran önüne gelir. Harran halkı, şam ordusuna önce Urfa üzerine gitmelerini; Urfa halkı ne gibi şartlarla barış yapmayı kabul ederlerse kendileri de o şartları kabul edebileceklerini söylerler. Bunun üzerine iyâd, Urfa önüne gelerek kentin teslim edilmesini ister. Urfa halkından birkaç kişi müslümanlara saldırmayı denerler, ancak baş edemeyeceklerini anlayarak tekrar kente kaçarlar. Kısa bir süre sonra barış ve aman isteğinde bulunurlar. iyâd, onlara bir mektup yazarak vergi vermek şartıyle anlaşma yapar. İyâd, daha sonra Harran kenti ile de aynı şekilde bir anlaşma yapar. Bölgenin diğer kentleri de islâm ordusu tarafından ele geçirilir.

Araplar, Yukarı Mezopotamya’yı burada oturan kabilelere göre; Diyâr-ı Mudar, Diyâr-ı Rabia ve Diyâr-ı Bekr olmak üzere üç kısma ayırdılar. Bunlardan Elcezire de denilen Diyâr-ı Mudar’ın merkezi Harran, diğer kentleri ise Urfa, Rakka ve Suruç idi. Diyâr-ı Bekr’in merkezi Meyyafârikin (Silvan), diğer kentleri ise Amid (Diyârbakır), Mardin ve Erzen idi. Diyâr-ı Rabia’nın merkezi Nusaybin, diğer kentleri ise Sincar, Râ’s el-Ayn (Ceylanpınar), Beled, Dârâ, Habur, Cizre idi.

Halife Hz.Osman, Humus ve Kınnesrin’i de Elcezire ile birlikte Muaviye’nin idaresine vererek onu şam ve Elcezire valisi yapar. Dördüncü Halife Hz.Ali ‘nin 661 yılında bir Harici tarafından öldürülmesi üzerine, Muaviye’nin liderliğinde Emevi Devleti kurulur ve Elcezire de Emeviler'in hâkimiyetine geçer.





II) EMEVİLER DÖNEMi (661-750)


Çeşitli Olaylar


667 yılının Kasım ayında bir gece yarısı gece yarısı, kentte yine büyük bir su baskını meydana gelir. Urfa tarihinde beşinci kez görülen bu afette yine surlar yıkılır ve binlerce insan suda boğularak ölür.

3 Nisan 679’da bölgede büyük bir deprem olur. Urfa’da birçok insan ölürken, Suruç da bütünüyle temelinden yıkılır. Bu depremde kentteki Hıristiyanların Eski Kilisesi de tahrip olur.

718 yılında bir kez daha tekrarlanan depremde, Eski Kilise tamamen yıkılır ve birçok yüksek binada çatlaklar oluşur.

Emevi Halifesi II.Mervân, (saltanatı 744-750) hilâfet merkezini şam’dan alıp Harran’a getirir. Bu antik kentte 10 milyon dirhem altın sarfederek bir hükümet sarayı yaptırır. Bugün kalıntıları ayakta olan Ulu Camii (Cami`ül Firdevs) yeniletir.

II.Mervân, bundan başka bölgede kanallar açtırarak tarım ve ticareti geliştirir. Elcezire bölgesi onun devrinde altın çağını yaşar. Bu dönemde Urfa bölgesi ve özellikle Harran, devlete en çok vergi ödeyen yerler olur.

Doğuda meydana gelen Abbâsi ihtilali, devletin sarsılmasına sebep olur. Abbâsiler’in, iran ve Mezopotamya’nın büyük bir kısmını ele geçirmeleri üzerine harekete geçen II.Mervân, ordusuyla onları Büyük Zap irmağı kıyısında karşılar. 750 yılında yapılan bu büyük savaşta II.Mervân yenilir, Elcezire’nin tümü Abbâsiler’in eline geçer.





III) ABBÂSİLER DÖNEMİ (750- 990)


Çeşitli Olaylar


Harran’ı ele geçiren ordu komutanı Abdulah b. Ali, Elcezire bölgesine Musa b. Ka`b’ı vali tayin eder.

Abbâsiler, Emeviler’e büyük zulümler ve katliamlar yaparlar, hatta mezardaki ölüleri bile bu yapılanlardan nasiplerini alır. Sonunda, o zamana kadar olaylara seyirci kalmak suretiyle kendi devletlerinin yıkılmasına yardım etmiş olan Suriye ve Elcezire Arapları isyân ederler. Bunlara Kays ve Kelb aşiretleri de katılır. Bu isyân 751 Temmuz’unda Kınnesrin yakınında Abdullah b. Ali tarafından şiddetli bir şekilde bastırılır.

Bu sırada, Elcezire, Doğu Anadolu ve Azerbaycan valisi, Halife Ebu’l Abbas el-Seffah’ın kardeşi Ebu Cafer el-Mansur idi.

812 yılında, Amr ve Nasr b. şebes adlı kişiler tarafından başlatılan Elcezire isyânlarında Urfa, Harran ve Suruç yağma ve tahrib edilir. Bağdat’ta kritik bir durumda bulunan hilâfet, bunlarla uğraşamadığından, isyânlar 13 yıl sürer. Mart 825 yılında Abdullah adlı komutanın dört yıl süren faaliyeti sonucunda yakalanan Nasr b.şebes, Bağdat’a götürülerek idam edilir.

835 yılında Urfa’da yedinci büyük su baskını meydana gelir. Batıdaki suru zorlayarak kente giren sular, caddelere ve avlulara dolar, evlerinde oturan 3 bin kadar insan boğularak can verir. Daha sonra doğudaki surları parçalayan sular güneye doğru akar.

Kutsal Mendilin Bizanslıların Eline Geçmesi


Bizans’ın Doğu Orduları Komutanı General ioannes Kurkuas, 943 yılında Urfa önüne gelerek, o sırada kentte saklanan Hz.isa’nın portresi gözüken kutsal mendili ele geçirmek amacıyla kenti kuşatır. Kısa bir süre sonra 200 müslüman esirin serbest bırakılması ve gelecekte kente saldırılmaması karşılığında yapılan anlaşma ile mendil Bizanslılar’a teslim edilir ve bu kutsal emanet Bizans'a (İstanbul) götürülür. Ancak 949 yılında Hamdânîler’in Halep kolu lideri olan Seyfüddevle Ali’nin Urfa halkıyla birlikte Bizans topraklarına saldırması üzerine bu anlaşma çiğnenmiş olur. Bizanslılar, 959 yılında Leon komutasındaki bir orduyu, Elcezire ve Urfa üzerine gönderirler. Bu ordu Urfa’ya saldırarak pekçok insan öldürür ve Müslümanlardan bazılarını da esir alır.





IV) NÛMEYROĞULLARi VE MERVÂNÎLER DÖNEMi (991-1031)


Harran'da Nûmeyri Emirliği


937 yılından itibaren Musul Hamdânîleri’nin elinde bulunan Harran’da, hâkimiyet savaşları meydana gelmiş ve sonunda Harran’daki Hamdânî hâkimiyeti sona ermiş ve kent Halep sahibi Sa`düddevle’nin eline geçmişti. Diyâr-ı Mudar ve Halep sahibi Sa`düddevle’nin 991 yılında ölmesi üzerine Hamdânîler’e bağlı valiler istiklallerini ilan ederler. Bu sırada Harran valiliği yapan Vessab b. Sabık el-Nûmeyri de Harran hâkimi olarak istiklalini ilan eder.

Vessab b. Sabık, 1019 yılında ölünce yerine oğlu şebib geçer. Bu sırada Urfa, Nûmeyroğulları’na bağlı Utayr adlı birisinin hâkimiyetinde idi. Onun kentteki naibi ise Ahmed b. Muhammed idi. Utayr, Ahmed’i kıskanarak öldürür; bunun üzerine Urfalılar Diyarbakır Mervâni hükümdârı Nasrüddevle Ahmed’e mektup yazarak kenti teslim almak üzere gelmesini isterler. Nasrüddevle de, Zengî adındaki bir Türk komutanı, Urfa’yı teslim almak üzere gönderir. Utayr ise daha sonra Nasrüddevle’nin huzuruna çıkarak Urfa’nın yarısının idaresini ele geçirmeye muvaffak olur. Ancak Zengî, Ahmed b. Muhammed’in oğlunu teşvik edip Utayr’ı öldürtür. Bu olaydan sonra şubat 1027'de Nûmeyroğulları ile yapılan savaşta Zengî de öldürülür. Böylece Urfa tamamen Nasrüddevle Ahmed’in hâkimiyeti altına girer.

Urfa'da Mervâniler Hakimiyeti


Nasrüddevle, kısa bir süre sonra kenti ibn Utayr (Utayr'ın oğlu) ile Nûmeyroğulları’ndan şiblüddevle’nin oğlu arasında paylaştırır. Ancak kent yine de huzur bulamaz, ibn Utayr şiblüddevle’nin oğlunu öldürür. Daha sonra ibn Utayr'ın da öldürülmesi üzerine Nasrüddevle, Selman adında bir Türk’ü vali olarak atar. Selman, Utayr’ın dul eşi tarafından o kadar baskı altında tutulur ki, o bu sıkıntıdan kurtulmak için Samsat’ta oturan Bizanslı komutan Georgios Maniakes’e kenti teslim etmek için haber gönderr. Urfa’nın teslimi karşılığında uygun bir tazminat ve “Bizans imparatorundan bir ülke ve bir eyâlet“ isteyen Selman’ın isteklerinin kabul edilmesi üzerine Urfa, Bizanslı komutana teslim edilir (1031). Böylece Urfa, çok basit ve kansız bir şekilde Bizans’ın eline geçmiş olur.

V) BİZANS İMPARATORLUĞU’NUN III. HÂKİMİYET DÖNEMİ (1031-1087)


Urfa Bölgesinde Selçuklu Akınları


Bu dönemde göze çarpan olaylar arasında Büyük Selçuklu komutanlarının Urfa bölgesine yaptıkları akınlar sayılabilir. Nitekim 1065-1066 yılında askerleriyle Urfa bölgesine giren Sâlâr-ı Horasan, Siverek’e saldırarak Urfa civarını yağma eder. Aynı yıl içinde ikinci kez Urfa civarına saldırarak Kısas’ta karargâh kurar. Yapılan savaşta Bizans ordusu büyük kayıplarla geri çekilir. Selçuklu komutanı üçüncü kez bölgede görünerek yine yağma yapar, ganimet ve esirlerle geri döner.

Yine Selçuklu komutanlarından olan Hacib Gümüştekin, 1066-1067 yılında yanında askerlerle Urfa civarına gelerek Siverek’e yakın Nasibin kalesini kuşatır, ancak alamaz. Daha sonra ele geçirdiği Bizanslı komutan Aruandanos’u Urfa önüne getirerek 20.000 dinar karşılığında serbest bırakır.

Sultan Alp Arslan Urfa Önünde


Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan (saltanatı 1063-1072), Mısır’dan aldığı bir davet üzerine bu ülkeye sahip olmak amacıyla harekete geçer ve Urfa civarındaki bazı kaleleri ele geçirir.

Sultan 10 Mart 1071’de Urfa’yı kuşatır. 50 gün süren sonuçsuz kuşatmayı kaldırarak Birecik’e gider ve orada konaklar. Suriye’ye doğru giderken, Bizans ordusunun Anadolu’da ilerlediğini duyunca süratle geri dönerek Urfa’dan geçer ve 26 Ağustos 1071’de Malazgirt Savaşı’nı kazanarak imparatoru esir alır.

Sultan Alp Arslan’ın oğlu Melikşah, (saltanatı 1054-1092) 1087 yılında Halep’e giderken Harran’a uğrar. Emir Bozan adlı bir komutanını Urfa’ya gönderir. Bozan üç aylık sıkı bir kuşatmadan sonra kenti ele geçirir (Mart-Nisan 1087). 1093 yılında Harran da kendisine verilir.


VI) BÜYÜK SELÇUKLULAR VE SURİYE-FİLİSTİN SELÇUKLULARİ DÖNEMİ (1087-1095)


Çeşitli Olaylar


Urfa bölgesinin Türk hâkimiyetine geçmesi üzerine bütün civar asayiş ve huzura kavuşur. Emir Bozan, kentin yönetimini Sâlâr Hulukh adlı bir komutana verir.

Sultan Melikşah 19 Kasım 1092’de öldüğünde, Emir Bozan bu sırada iznik’i kuşatan orduda savaşıyordu. Sultanın ölümünü duyunca kuşatmayı bırakarak Urfa’ya çekilir.

Bundan sonra Büyük Selçuklu Devleti’nde taht mücâdelesi başlar. Bu mücâdele esnasında önce Melik Tutuş'u destekleyen Emir Bozan ve Halep Emiri Aksungur, daha sonra Melikşah’ın oğlu Berkyaruk tarafına geçer. Suriye-Filistin Selçuklu Sultanı olan Melik Tutuş bu ihâneti unutmaz, yapılan savaşta onları yener, önce Aksungur’u, sonra da Emir Bozan’ı ele geçirerek öldürttür (1094).

Suriye-Filistin Selçukluları Urfa Bölgesinde


Melik Tutuş daha sonra Bozan’ın esir aldığı iki askerini idaresindeki Harran ve Urfa’ya göndererek bu kentlerin teslimini ister. Emir Bozan’ın vekilleri ve kentteki askeri birlik, efendilerinin ölmüş olduğuna inanmayarak kenti teslim etmek istemezler. Ancak Melik Tutuş, bir mızrak ucuna taktırdığı Bozan’ın kesik başını kente gönderir. Bozan’ın kesik başını gören vekilleri Urfa ve Harran’ı Tutuş’a teslim ederler.

Melik Tutuş, idarede kolaylık sağlamak amacıyla Urfa’yı Ermeni asıllı Thoros adında birisine verir. Kalede sürekli olarak bir Türk garnizonu bulundurulur.

Thoros, 1095 yılında Melik Tutuş’un ölümünü fırsat bilerek kentin tümüne hakim olur.





VII) ERMENi THOROS DÖNEMi (1095-1098)


Türklerin Urfa Kuşatması


Ermeni Thoros’un 1095 yılında kente hakim olması üzerine, bu arada içkalede bulunan Sipehsalar ünvanlı Türk komutanı civardaki Türk emirlerine mektuplar yazarak Thoros’un Urfa’ya tamamiyle hakim olduğunu bildirir. Türk komutanının çağrısı üzerine kısa sürede emirler harekete geçerler. Önce Artukoğlu Sökmen ve Samsat Emiri Balduk askerleriyle beraber Urfa’ya yürüyerek kenti kuşatırlar. Kuşatma 65 gün sürer, ancak bir sonuç elde edilemez.

Haçlılar Urfa'da


Avrupa’dan toplanan ve Haçlı reisleri komutasındaki birleşik Haçlı ordusu 1097 yılı Nisan sonunda Anadolu’ya girer. 17 Ekim 1097’de Antakya üzerine hareket ederken, ordu komutanlarından Godefroi de Bouillon’un küçük kardeşi olan Baudouin de Boulogne, Maraş’da 700 kişilik bir kuvvetle ordudan ayrılır ve Fırat bölgesine yönelir. Baudouin, Fırat’ın batısında birkaç kaleyi ele geçirir ve bunları Ermeni asıllı reislere verir. Haçlılar, Antakya ve Trablus’da birer kontluk kurarlar. Asıl ordu Kudüs’e ulaşır ve burada krallık kurularak, Baudouin’in ağabeyisi Godefroi de Bouillon kral ilan edilir.

Baudouin, ele geçirmiş olduğu Tell-Beşir’de bulunduğu bir sırada, Thoros tarafından gönderilen Urfa papazı ile kentin eşrafından 12 kişilik bir elçi heyeti Baudouin’e gelerek Türkler’e karşı yardım için kentlerine davet ederler (Ocak 1098). Baudouin 6 şubat 1098’de 200 kişilik bir kuvvetle Urfa’ya gelir ve halk tarafından büyük bir sevinçle karşılanır. Bu arada Baudouin’in Thoros ile anlaşarak Samsat üzerine başarısız bir sefer yaptığı görülür. Baudouin, bu savaşta 6 şövalyesini kaybeder.

Urfa Hakimi Thoros'un Öldürülmesi


Samsat hezimetinden sonra halktan bazı kimseler Thoros’u öldürmek üzere anlaşırlar. Bu adamlar daha sonra geceleyin Baudouin’in yanına giderek planlarını açıklarlar ve daha sonra kenti kendisine vermeyi vadederler.

İsyancılar, 8 Mart 1098 Pazartesi günü Tho-ros’un içinde bulunduğu kent surunu kuşatırlar. Kuşatmacılar Thoros’a birşey yapmayacaklarına dair büyük yeminler edince, Thoros kalenin kapısını açar, isyâncılar hemen kaleye girerler.

9 Mart Salı günü halk kılıç ve sopalarla Thoros’un üzerine saldırırlar ve onu surların üzerinden galeyana gelmiş olan halkın içine atarlar. Thoros bunlar tarafından parçalanarak can verir. Yeminlerine ihânet eden bu adamlar, Thoros’un ölüsünün ayaklarına bir ip bağlayarak onu kentin sokaklarında sürüklerler. Başını da bir mızrağın ucuna geçirip küfrederler ve daha sonra Halaskâr Kilisesi’nin önüne atarlar.

Bu olaylardan hemen sonra Urfa, Frank asıllı Baudouin’e verilir. O da 10 Mart 1098’de isyâncıların da desteğiyle Urfa’da kontluk kurar.
 
#7
HAÇLI KONTLUĞU DÖNEMİ (1098-1144)


Çeşitli Olaylar


4 Mayıs 1098’de Musul Valisi Kürboğa’nın üç haftalık Urfa kuşatması görülür. Bir sonuç elde edemeyen Kürboğa, Antakya üzerine yürür.

Kudüs’ten gelen bir heyet, Baudouin’e ağabeyisinin öldüğünü ve onun yerine geçmek üzere davet edildiğini bildirir. Baudouin, 2 Ekim 1100’da Kudüs’e gitmek üzere Urfa’dan ayrılır. Eski kont Urfa’dan ayrılırken halktan zorla büyük miktarda altın ve gümüş alır.

Eski kontun kuzeni olan Baudouin du Bourg, 1100 yılı Ekim sonlarında II.Urfa kontu olarak tahta geçer.

27 şubat 1103 Perşembe günü, tufanı andıran sekizinci su baskını meydana gelir. şiddetli yağmurlarla başlayan sel, surları parçalayarak kente girer. Birçok ev yıkılır ve hayvanlar telef olur, ancak insan kaybı olmaz.

Harran Savaşı


Artuklu Hükümdârı Sökmen (saltanatı 1091-1104), Samsat Emiri Balduk ve Musul Hakimi Çökürmüş’ten oluşan birleşik ordu, Mayıs 1104’de Harran’ı almaya teşebbüs eden Frank ordusuna karşı çıkar ve yapılan savaşta Franklar’ı perişan eder. Urfa kontu ve diğer kontlar Sökmen tarafından esir alınır. Daha sonra Urfa kontunu ele geçiren Çökürmüş, Harran’a giderek kenti hâkimiyeti altına alır ve vakit geçirmeden Urfa üzerine yürür; ancak 15 gün süren kuşatmasından bir sonuç alamayarak kontla birlikte Musul’a döner.

Kont Baudouin du Bourg’un Türkler’e esir düşmesi üzerine Urfa, Antakya kontu Bohemund’un eline geçer. Bohemund, kenti yeğeni Tankred’e teslim eder. Bu Antakya etkisi 18 Eylül 1108’e kadar devam eder.

Çeşitli Olaylar


Anadolu Selçuklu Sultanı i.Kılıç Arslan da (saltanatı 1092-1107) Eylül 1106’da Urfa önünde şansını dener; ancak amacına ulaşamayınca buradan çekilerek Harran’a gider ve orayı ele geçirir.

1104 yılındaki Harran Savaşı’nda Türkler’e esir düşen Boudouin ve teyzesi oğlu ünlü şövalye Joscelin de Courtenay, 20.000 dinarlık kurtuluş fidyesi ödeyerek serbest bırakılır. ikisi birlikte, 18 Eylül 1108’de Urfa’ya dönerler.

Musul Valisi Emir Mevdud, Mayıs 1110, 1111 ve 1112 yıllarında Urfa’yı üç kez kuşatır, ancak alamaz Urfa’nın II.kontu Baudouin du Bourg, Kudüs’e kral olmak için giderken, kenti teyzesi oğlu Birecik hâkimi Galeran du Puiset’eye bırakır.

Galeran, Mart 1119’da Mardin Artuklu Hükümdârı i. ilgazi'nin (saltanatı 1108-1122) bölgesine bir yağma akını yapar.

İlgazi, Haziran 1119’da büyük bir ordu ile Urfa önüne gelir. Artuklu ordusu Urfa önünde karargâh kurar; savaşmaktan korkan Galeran, aldığı esirleri vermek şartıyla onlarla barış yapar.

Joscelin de Courtenay, eski Urfa kontu, yeni Kudüs Kralı II.Baudouin tarafından Eylül 1119’da Urfa kontluğuna getirilir. III. Urfa kontu olan Joscelin, hem II.Baudouin’in ve hem de Galeran’ın teyzesi oğlu idi.

Mardin Artuklu hükümdârı i. ilgazi, Nisan 1120’de bir kez daha Urfa önüne gelir. ilgazi kent önünde tahribat yaptıktan sonra Suruç’a gider ve civarını yağmalar.

Joscelin de Courtenay, Kont i.Joscelin de Courtenay’ın 1131 yılında ölmesi üzerine, iV. Urfa kontu olarak tahta geçer. En uzun kontluk süresi bu konta aittir. Bütün Urfa kontları gibi bu da Urfa bölgesinde ve civarında birçok talan, yağma, vahşet, katliam ve zulümler yapar.

Kontluğun Sonu


İslâm dünyasının kalbine bir hançer gibi saplı duran bu sömürü, yağma ve talan kontluğunun nihayet sonu gelir. Musul Atabeyi imâdeddin Zengî, kesin bir darbe vurmak amacıyla 28 Kasım 1144’de Urfa önüne gelir ve teslim olmak istemeyen kenti kuşatır. 24 Aralık 1144 tarihinde Urfa son kez olarak Müslüman Türkler’in eline geçer. 48 yıllık sömürü, talan ve tahribat sona ermiş, halk rahat bir nefes almıştır.





II) MUSUL ATABEYLİĞİ (ZENGÎLER) DÖNEMİ (1144-1182)


Çeşitli Olaylar


İmâdeddin Zengî, Ocak 1145’de Suruç’u da savaşmadan ele geçirir.

Haziran 1145’de Urfa’yı ziyarete gelen Zengî, kentte kaldığı süre içinde Müslüman ve Hıristiyan din adamlarıyla dostluk kurarak tarihi ve kutsal mekânları gezer.

Zengî’nin 1146 yılında Caber Kalesi’nde öldürülmesi üzerine ülkesi, iki büyük oğlu Seyfeddin Gazi ve Nureddin Mahmud arasında eşit biçimde paylaşılır. Seyfeddin, Musul’u alır, Nureddin de Halep’e yerleşir.

Urfa’nın eski kontu II. Joscelin, Ermeniler’le anlaşarak Ekim 1146’da kenti tekrar ele geçirir. Hemen harekete geçen Nureddin Mahmud, Urfa önüne gelir; savaşamayacağını anlayan II.Joscelin ani bir çıkış hareketiyle kentten kaçmayı başarır ve arkasından gelen Hıristiyan ahali, Türkler tarafından imha edilmekten kurtulamaz. Yapılan çarpışmada onbinlerce kişi ölür ve 16.000 kişi de esir edilir. II.Joscelin ise zorlukla Samsat’a kaçabilir. Beş yıl sonra 1151’de yapılacak bir savaşta son şansını deneyecek olan eski kont, bu kez yakalanıp Halep’e götürülecek ve ölünceye kadar orada hapis kalacaktır.

Urfa’nın Türkler’in eline geçmesi, her tarafta korku yaratır ve Avrupa’da ikinci Haçlı Seferi’nin hazırlanmasına sebep olur.

Nureddin Mahmûd Zengî'nin 15 Mayıs 1174’de ölmesi üzerine; Musul hükümdârı olan yeğeni II.Seyfeddin Gazi, sırayla Harran, Urfa, Rakka ve Suruç’u ele geçirir.

Elcezire bölgesi ve Musul hükümdârı II.Seyfeddin Gazi’nin 29 Haziran 1180’de ölmesi üzerine, yerine kardeşi izzeddin Mes`ud geçer.

Bu arada Atabey Nureddin Mahmûd Zengî’nin komutanlarından biri olan Salâhaddin Eyyûbi’nin kademeli olarak Elcezire bölgesini ele geçirmeye çalıştığı görülür. Salâhaddin, 1174’de Nureddin’in ölmesi üzerine Mısır’da Eyyûbiler Devleti’ni kurar ve daha sonra 6 Mayıs 1175’de de bağımsızlığını ilan eder.

Salâhaddin Eyyûbi Urfa Bölgesinde


Zengîler’e bağlı Harran Valisi Muzaffereddin Gökbörü, Beyrut’u kuşatmakta olan Salâhaddin’e haber göndererek kendisiyle beraber olduğu ve eğer Fırat’ı geçerse kendisine yardım edeceğini bildirir. Salâhaddin de Beyrut’tan vazgeçerek Fırat’a doğru yönelir. Muzaffereddin, yolda ona katılarak birlikte Birecik kalesine yürürler. Kale hâkimi onlara itaatini sunar.

Salâhaddin daha sonra Urfa üzerine yürür. Eylül 1182’de kenti kuşatarak savaşa tutuşur.

Bu sırada kentin valisi Fahreddin Mes‘ud ez-Zaferâni, çarpışmaların şiddetini görünce teslim olmağa karar verir ve kenti teslim ederek Salâhaddin’in hizmetine girer. Salâhaddin burayı ele geçirince Harran ile birlikte Muzafferüddin’e teslim eder. Böylece Urfa bölgesi Eyyûbiler’in eline geçmiş olur.





III) MISIR VE SURİYE EYYÛBİLERİ DÖNEMİ (1182-1260)


Çeşitli Olaylar


Salâhaddin Eyyûbi’nin, Urfa bölgesini Melik el-Mansur’a verdiği görülür. Melik el-Adil 1218’de ölünce oğlu Melik el-Eşref şerefüddin Musa, Urfa, Harran ve Hilat hâkimi olur.

Bu sıralarda Anadolu Selçukluları ile Eyyûbiler arasında hâkimiyet savaşlarının başladığını görülür. 1232’de Mısır Eyyûbi Sultanı i. el-Kâmil Nasireddin (saltanatı 1218-1238), Urfa, Harran ve Siverek yörelerini ele geçirir ve buralara oğlu Melik Adil’i vali olarak atar. Anadolu Selçuklu Sultanı i.Alaeddin Keykubad ordusuyla Malatya’ya kadar gelir, kendisi burada kalarak Kemaleddin Kamyar’ı Urfa yöresine gönderir. Selçuklu ordusunun bir bölümü Urfa’yı kuşatırken diğer bölümü de Siverek, Harran ve Rakka’yı ele geçirir. Urfa halkı, Eyyûbiler’in önderliğinde büyük bir direniş göstermesine rağmen, kale düşer. Halkın bir bölümü öldürülür; kalanlar ise esir edilir (1235).

Bu olay üzerine harekete geçen i. el-Kâmil Nasireddin, 4 ay içinde Anadolu Selçukluları’nca alınan yerlerin tümünü yeniden ele geçirerek, Selçuklu beylerini işkencelerle öldürttür. Eyyûbiler bu arada Urfa kalesini de yıkarlar.

İki yıl sonra, Selçuklular’a bağlı Harezmliler’in, Selçuklular’dan ayrılarak Urfa yörelerine çekildikleri ve bütün bu bölgeleri yağma ettikleri görülür. Nihayet 1240 yılında Selçuklu birliklerinin Harran’da Harezmliler’i bozguna uğratmaları üzerine ele geçirilen Harran, Eyyûbiler’e bırakılır.

Moğollar, 1251’de Suruç, Harran ve Urfa civarını yağmalarlar.


Hülâgu, 1260 yılı başında Suriye Seferi’ne giderken Harran ve Urfa’yı ele geçirir; direnen Suruç halkını da kılıçtan geçirir. Birecik’i de işgal ettikten sonra Fırat’ı aşar.





IV) MEMLÛKLER, DÖGER AŞİRETİ, TİMUR DEVLETİ, AKKOYUNLU-KARAKOYUNLU, DULKADiR BEYLİĞİ ve SAFEVİ DEVLETİ DÖNEMİ (1260-1517)


Çeşitli Olaylar


Memlûkler'in elinde bulunan Birecik, 1265 yılında yeniden Moğollar tarafından işgal edilir.

1272 yılında Memlûk Sultanı i.Baybars tarafından Halep’e tayin edilen Alaeddin Taybars’ın kısa bir süre sonra Harran ve Urfa’yı Moğollar’ın elinden aldığı görülür. iki yıl sonra Birecik de Memlûkler’in eline geçer.

1273'de Moğollar yeniden Birecik'e saldırırlar, ancak bunda başarılı olamazlar.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin 1318’de tarihe karışmasından sonra Türkmen aşiretleri bağımsız hareket etmeye başlarlar. Oğuzlar’ın Döğer Aşiretinden olan Türkmenler’in Caber Kalesi çevresinde kurdukları Salim Bey ve oğulları aşireti, Urfa, Siverek, Suruç ve Harran’a doğru ilerler. Urfa bölgesi, 1404 yılına kadar aynı aşiretten Dimaşk Hoca’nın elinde kalır.

Timur Urfa Bölgesinde


Timur, 1394 yılı Ocak ayında Mardin’den geçerek Ceylanpınar’a iner. Burası askerleri tarafından yağmalanır. Daha sonra Urfa’ya gelen Timur, kentte 19 gün kalır. Bu sırada kent, Timur’un hâkimiyetine geçmiş ve ileri gelenler Timur’a bağlılıklarnı sunmuşlardır. Timur ordusuyla kentten ayrılırken Urfa kalesini tahrib ettirir. Timur, 1401 yılında Suriye’den dönerken, Birecik’e gelir ve burada Akkoyunlu hükümdârı Karayölük Osman Bey tarafından karşılanır.

Timur, Karayölük Osman Bey’e Diyârbakır yöresini vermiş, o da 1403’de Diyârbakır’da Akkoyunlu Devleti’ni kurmuştu. Akkoyunlular, kısa zamanda gelişerek sınırlarını genişletirler.





Çeşitli Olaylar

Urfa bölgesi hâkimi Dimaşk Hoca’nın 1404’de ölümü üzerine, Karayölük Osman Bey’in Urfa’yı ele geçirdiği ve buraya Yağmur Bey’i atadığı görülür. Daha sonra bu adamı değiştirerek yerine yeğeni Nur Ali Bey’i gönderir.

Urfa şehir merkezinin 3 km. güneybatısında Koçviran adlı bir köyde Döger Aşiretine ait bir mezarlık tarafımızdan tespit edilmiştir. Yaklaşık 50-60 civarında olan mezarların içinde kadın, erkek ve çocuklara ait mezarlar görülür. Motifli mezar şahideleri Arapça yazılıdır. Adı geçen köyde ikâmet eden köylüler de Döger aşiretine bağlıdır. Bu tarihi mezarlığa köylüler tarafından sadece ölen küçük çocuklar gömülmektedir. Kurtarma kazısı yapılması gereken bu mezarlık maalesef harap ve viran şekildedir.

Memlûkler, 1429 yılında Emir Tanrıvermiş komutasında Urfa’ya saldırarak kenti korkunç bir şekilde yağma ve tahrib ettikten sonra, valisi Karayölük Osman Bey’in oğlu Habil’i de esir edip Kahire’ye götürürler. Bu felâketten bir süre sonra Urfa Karakoyunlular'ın eline geçer.

1451 yılı başında Üveys Bey Urfa'ya girer ve Karakoyunluları Urfa'dan çıkarır. iki yıl sonra Uzun Hasan Bey (saltanatı 1453-1478) yanındaki askerlerle Urfa'ya gelir ve Karakoyunlular'ı bozguna uğratır.

Akkoyunlu hükümdârı Uzun Hasan Bey, 1465 yılında Urfa’da bulunan kardeşlerini yenerek kenti ele geçirir. Uzun Hasan’ın 1473 yılında bu kez Memlûkler’in elinde bulunan Birecik’e saldırdığı; ancak bunda başarılı olamayarak geri çekildiği görülür. Böylece Fırat, Akkoyunlular ile Memlûkler Devleti arasında bir sınır olarak kalır.

Urfa’nın 1504’de Dulkadir Beyliği’nin eline geçtiği görülür.

Akkoyunluların Hezimeti ve Safeviler


İran’da Safeviler’in güç kazanmaları üzerine Akkoyunlular gerileme ve çöküş dönemine girerler. Akkoyunlu hükümdârı Elvend’i mağlup eden şah ismail, Diyârbakır dışında bütün Doğu Anadolu’yu hâkimiyetine geçirmişti. Elvend’in ölümünden sonra Akkoyunlular’ın tek hükümdârı duruma gelen Sultan Murad, Safeviler karşısında tutunamayarak Osmanlılar’a sığınır. Sultan Murad, Yavuz Sultan Selim’den aldığı kuvvetle Diyârbakır’ı zapta teşebbüs eder, ancak 7.000 kişilik ordusu şah ismail’in daha sonra Urfa valisi olacak Emiri Ece Sultan Kaçar tarafından bozguna uğratılır ve kaçmaya muvaffak olamayan Sultan Murad, çarpışma esnasında öldürülerek başı şah ismail’e gönderilir (1514).

1514 yılında Urfa’yı ellerine geçirmiş olan Safeviler kentin yönetimini Kaçarlar’a bırakırlar.





















V) OSMANLI İMPARATORLUĞU DÖNEMİ (1517-1922)


Çeşitli Olaylar


Osmanlı kuvvetlerinin 1517 yılında Mardin kalesini ele geçirmesinden sonra, Urfa bölgesinin de Osmanlı hâkimiyetine geçtiği görülür. Urfa, bu sırada Diyârbakır Beylerbeyliği’ne bağlanır.

Urfa, XVI. yüzyılda nüfus yoğunluğu bakımından Güneydoğu Anadolu'nun 4. büyük kenti durumundadır ve 1518 yılında kentin nüfusu 5.500'ü aşmıştı. Bu sırada kentte mahalle sayısı 4'ü Müslüman, 1’i de Hıristiyan olmak üzere 5 idi. 1526 yılında ise kentin nüfusu 8.000 civarında idi.

Osmanlı Padişahı Kanûni Sultan Süleyman (saltanatı 1520-1566), irakêyn Seferi’nden dönerken ordusuyla 17-18 Kasım 1535 tarihinde iki gün Urfa’da ikâmet eder. Daha sonra Urfa ile Birecik arasında kışlayan padişah, Halep’e giderken Birecik’ten geçer.

1578 yılında Rakka ve Urfa bölgesinde, Abdurrahman adında eski bir sancak beyinin ayaklanması görülür. Kısa sürede genişleyen bu ayaklanmaya, Urfa’nın eski beyi Suhrap da katılmıştır. Bölgedeki Türkmen aşiretlerince de desteklenen bu ayaklanmayı devlet güçlükle bastırır.

1594’de kurulan Rakka Eyâleti’nin merkezi Urfa idi.

Karayazıcı Abdülhalim'in Urfa Ayaklanması


1599 yılında Bölükbaşı Karayazıcı Abdülhalim Bey, Osmanlı Devleti’ne karşı haksız yere ayaklanarak yanındaki isyâncı takımıyla gelerek Urfa‘yı ele geçirir ve beyliğini ilan ederek fermanlar bastırır. Devlet, bu isyânı basırmak için Sinan Paşazâde Mehmed Paşa’yı bir orduyla Urfa üzerine gönderir. Bu arada eski Beylerbeyi Budakoğlu Hüseyin Paşa da isyân etmiş ve adamlarıyla Karayazıcı’ya katılmıştır.

Osmanlı ordusu Urfa’ya yaklaşınca, Karayazıcı ve Hüseyin Paşa kaleye kapanır. Halep Beylerbeyi Hacı ibrahim Paşa, şam Beylerbeyi Hüsrev Paşa ile birlikte Urfa’yı kuşatan Mehmed Paşa, Karayazıcı’yı ele geçiremez.

1600 yılı baharında Mehmed Paşa’nın Urfa’yı ikinci kez kuşattığı görülür. Sonunda, Hüseyin Paşa’yı teslim etmek şartıyla Karayazıcı Antep Sancakbeyliği’ne atanır. Urfa bu ayaklanmadan büyük zarar görmüş; kargaşa ve güvensizlikten dolayı bir kısım halk kenti terketmiştir.

Çeşitli Olaylar


Osmanlı Padişahı Sultan Dördüncü Murad, (saltanatı 1623-1640) 1638 yılında Bağdat Seferi’ne giderken, 21 Ağustos’da ordusuyla Fırat’ı geçerek Birecik üzerinden Urfa’ya gelmiş ve kentte kaldığı süre içinde tarihi ve kutsal yerleri gezmiştir.

Mısır valisi Kavalalı Mehmed PAŞA, 1839 yılında Mısır’da isyân ederek bağımsızlığını ilan eder. Sultan II.Mahmud, isyânın bastırılması için Hafız Mehmed Paşa’yı görevlendirir. 20 Haziran 1839’da Kavalalı’nın oğlu ibrahim PAŞA, Birecik’te yapılan savaşta Osmanlı ordusunu yener. Bu olay üzerine Urfa, Mısırlılar’ın istilasına uğrayarak oldukça zarar görür. Urfa bölgesi idari açıdan 4 yıl kadar Mısırlılar’ın elinde kalır.

Urfa, 1865 yılında bir sancak olarak Halep vilayetine bağlanır. 1912 yılında da bağımsız bir sancak haline getirilir.









1915 Ermeni isyanı


Urfa'da yüzyıllarca huzur ve barış içinde Türklerle beraber yaşayan Ermeniler; Türklere karşı yapılan Ermeni propagandaları, komitecilerin ve misyonerlerin faaliyetleri, Rusya, ingiltere, Fransa ve A.B.D.'nin etkisi, kilise ve papazların kışkırtmalarıyla sonunda isyanın eşiğine getirilir. isyan çıkarma ihtimalini göz önünde bulunduran ittihatçılar, Nisan 1915'de Ermeni öğretmenlerini tutuklatır ve 15 gün sonra da Ermeni eşrafından 18 aileyi Rakka'ya sürgün ederler.

Silah ve askeri yönden desteklenen Ermeniler, 6 Ağustos 1915'de Germüş Köyü'nde ve aynı günün akşamı da Urfa'da ilk kurşunları atarlar. isyanı bastırmak üzere köye 20-30 kişilik bir jandarma kuvveti gönderilir. Arama esnasında pusudaki Ermeniler, bir jandarmayı şehit ederler, bir jandarma da yaralanır. Ertesi gün köyün etrafındaki aramalarda isyancıların bırakıp kaçtığı mağarada 20 kadar tabanca, bomba ve yiyecek ele geçirilir. Aynı gün Urfa'da yapılan aramalarda 820 tüfek, 406 tabanca, 74 delici ve kesici alet ile 4922 fişek ele geçirilir. Bidik Meydanı'nda iki Ermeni kardeşin evindeki aramada ise büyük miktarda silah ve bombaya rastlanır. Bu evdeki arama esnasında polislerden Mustafa Nuri Efendi ve jandarmadan Bakır Çavuş (Yanmaz) şehit edilirler.

7 Ağustos 1915 günü Akçakale-Urfa-Siverek kısmında, hizmet taburunun Ermeni fertleri aldıkları karar gereği subay ve erlerine suikast düzenlemek isterler, ancak zamanında alınan önlemlerle bu faaliyet önlenir. Fakat kan dökmeye niyetlenmiş Ermeniler, ellerine geçirdikleri kazma, kürek ve tabancalarla Türk ve Süryâni arkadaşlarının üzerine saldırırlar. Saldırı sonunda ibrahim Hilmi şehit edilir, 4 jandarma ve köy muhtarı da yaralanır.

Misyoner kaynaklarına göre, 10 Ağustos 1915'de ittihad ve Terakki'nin iki yüksek rütbeli subayı Ahmet ve Halil Paşalar, Urfa'da yönetimin başına geçerler.

İsyanla ilgili bu olaylar 16 Eylül'e kadar, aralıklarla devam eder. 16 Eylül günü geceleyin Kilise Sokağı'nda Ermeni Bedros, Serkis Tarakçıoğlu ve Mığırdıç, evlerinde bir toplantı yaparlar ve isyanın devam ettirilmesine karar verdikten sonra 40-50 el silah atarak şehirdeki huzuru bozarlar. Ertesi sabah bunları yakalamak için polis ve jandarmalar tarafından evin etrafı sarılır ve teslim olmaları istenir. Ancak Ermeni isyancılar bu isteğe silahla cevap verirler. Açılan ateş sonucu 1 jandarma şehit olur, 2 jandarma da yaralanır. Bundan sonra Ermeni Mahallesinin her tarafından güvenlik kuvvetlerine ateş açılır. Bu arada sivil Müslüman halka da hücûm edilir ve bazı Urfalıların evleri ele geçirilir. Bu saldırıda büyük ve küçük 10 kişi şehit edilir.

Türklerin savunmada yetersiz kaldıklarını gören Ermeni isyancılar, Mığırdıç ve Papaz Sogomon emriyle önceden kararlaştırdıkları gibi kilise çanını çaldırarak isyanın daha da büyümesini sağlar. işareti alan Ermeniler, silah ve cephâneleriyle saldırıya geçerler. Kontrolü kaybeden güvenlik kuvvetleri IV. Kolordu'dan yardım istemek zorunda kalır. IV. Kolordu Komutanı Ahmet Cemal Paşa'nın Urfa'ya gelmesine rağmen, Ermeni isyancılar zaman zaman saldırıda bulunurlar ve bununla birlikte bu kuvvete karşı çeşitli yerlere mevzilenerek saldırılarını sürdürürler. Geceleri güvenlik kuvvetlerine baskınlar düzenleyip; gündüzleri de bahçede, kapı önünde kadın, erkek ve çocuklara ateş açarak pek çok masum insanı öldürürler. isyancılara hoşgörü ve iyilikle davranılarak teslim olmaları istemesine rağmen kimse yerinden çıkmaz ve saldırıya devam ederler. Sonunda şehirdeki askeri birlik isyan yuvalarına top atışı yapmak zorunda kalır. Bu karşılıklı hücumlar sırasında da birçok asker şehit olur ve yaralanır.

26 Eylül 1915'de bir kısım Ermeni komiteci, Amerikalı misyoner Leslie'nin yetimhânesine sığınarak ve içindekileri esir alır.

Bu isyanda askeri birliklerin çok zorlandığı, zaman zaman yardım istediği ve görevin çok zor bir şekilde yapıldığı görülür.

Askerlerin 28-29 Eylül 1915 günü isyan yerlerini ve Tılfutur Tepesi'ni işgali esnasında çok zorlandıkları görülür. Kiliselere ve diğer sağlam yerelere mevzilenen Ermeniler'in ateşe devam etmeleri üzerine bu civar da topçu ateşine tutulur. Sıkıştıklarını anlayan isyancılar barış görüşmelerine yanaşırlar ve kayıtsız şartsız teslim olacaklarını açıklarlar. Bu arada daha önceden esir aldıkları 600 kadar kadın ve çocuğu da teslim ederler. Fakat bundan sonra sözlerinde durmayıp ateş etmeleri üzerine çatışma tekrar başlar. Bu çatışma 2 Ekim 1915'e kadar devam eder.

Askerler, isyancıların yuvalandıkları kilise, yetimhâne ve diğer bazı gizli barınakları zapteder.

29 Eylül 1915'de Ermeni evlerini aramaya giden jandarmalardan 3'ü Ermeniler tarafından atılan kurşunlarla şehit edilir. Aynı günün gecesi Ermeniler aralıklarla 18-19 kere ateş açarlar. Elebaşlardan Seko, Gugo ve arkadaşlarının yakalanması için 1 subay, 17 er ve 3 polis görevlendirilir. Ancak bunlara ateş açılması sonucu 1 er şehit olur, 4 er de yaralanır.

5 Ekim 1915'de Kumandan Fahri PAŞA, Alman Subay Graf Wolfskehl von Reichenberg komutasındaki askerler ve toplarla birlikte Urfa'ya gelir.

16 Ekim 1915'de Ermeni isyancılarının siperleri tahrip ve imha edilerek isyan sona erdirilir.

Bu isyanda Urfalılardan 42 şehit ve yaralı, asker, polis ve jandarmadan ise 20 şehit ve 50 yaralı verilmiştir. Ermeni isyancıların ölü sayısı ise 349'dur.

Urfa Ermenilerinin bir kısmı bu olaydan sonra Musul'a gönderilir.

Amerikalı misyoner Leslie, bulunduğu konum nedeniyle, Amerikan binasını işgal eden isyancılar arasında bulunduğu veya buna zorlandığı için defalarca mahkeme karşısına çıkar ve ifade verir. Bayan Leslie, olayların etkisinden kurtulamayarak, çektiği vicdan azabından dolayı intihar eder.

1916 yılında Van, Muş ve Bitlis vilayetlerinden Rus işgali ve Ermeni zulmünden kaçan birçok insan Urfa’ya göç etmek zorunda kalır. Kalabalıktan dolayı yeteri kadar ziraat yapılamaz ve 1917 yılında kentte başlayan kıtlık, birçok salgın hastalık ve ölümlere sebep olur.
 
#8
KURTULUŞ SAVAŞINDA URFA


KURTULUŞ SAVAŞINDA URFA










Mondros Mütarekenâmesi'nin 7. maddesinde yer alan "Müttefikler, güvenlerini tehdit edecek bir durum ortaya çıktığında herhangi bir stratejik noktayı işgal hakkına haiz olacaklardır" hükmü, Urfa'yı işgale gerekçe yapılarak 24 Mart 1919 (bazı kaynaklara göre 7 Mart 1919) tarihinde Urfa, İngilizler tarafından işgal edildi.

Bir İngiliz yarbayı, iki subay ve bir zırhlı otomobille geldikleri Urfa'da İngiliz Kumandan, ziyaret ettiği Mutasarrıf Nusret Bey'e "Galip bir hükûmetin askeri neden karşılanmıyor?" diye sorduğunda ondan "Haksız yere memleketi işgal eden bir kuvveti karşılamaya çıkmak bir Türk mutasarrıfına yakışmaz. Bir misafir gibi gelseydiniz, sizi Birecik'de karşılardım" cevabını alıyordu.

200 kişilik bir piyade bölüğü, bir zırhlı, 6 yük ve 3 binek olmak üzere 10 otomobil ve 50 yük arabasıyla Urfa'yı işgal eden İngilizler, ertesi gün Urfa'da bulunan 1. Süvari Alay Komutanı Binbaşı Hüseyin Bey'den, Alay'ın Urfa'yı terketmesini istediler. Durum, üst makamlara bildirilerek ve Urfa'da bir subay komutasında bir süvari takımı bırakılarak Alay, Karaköprü'ye, daha sonra da Siverek'e çekildi.

İngilizler, yörede bulundukları süre içersinde özellikle aşiretlerle ilişiki kurmaya çalıştılar. Özel bir önem verdikleri Milli Aşireti reisi İbrahim Paşa'nın oğlu Mahmud Bey'e, Kürt Lawrence'ı olarak adlandırılan Binbaşı Noel ve Yüzbaşı Woolley'i gönderip Kafkasya ile Mezopotamya arasında kurulabilecek bir tampon bölge için yoklamalar yaptılar. Bununla da yetinmeyerek Halep'deki İngiliz Generali Barrow, Mahmud Bey'i 30 Haziran'da Urfa'ya davet etti. Mahmud Bey, nasıl davranması gerektiğini sorduğu 13. Kolordu'dan aldığı talimat çerçevesinde buluşmaya gitmedi. Suruç civarında aşiretle yapılan toplantıda ise Ketkanlı aşiret reisi Basravi, kendisiyle aşiretinin Osmanlı tebaası olmayacağını, eski dostu bulunan İngilizler kabul etmediği takdirde herhangi bir ecnebi devletin tebaası olacağını ve bunlar da kabul etmediği takdirde Arap hükumetlerine katılacağını söyledi.

İngilizlerin şehir merkezindeki Ermenilere duyduğu ilgi, onlara Ermeni mahallelerinde silah talimi yaptırmaya kadar gidiyordu. İngilizlerle birlikte Urfa'ya gelen Ermeni gönüllülerinin üstlendiği bu talimlerden başka Ermeniler ikide bir dükkânlarını kapatıp evlerine çekiliyor, çanlar çalıyorlar, asayişsizlik havası yaratmaya çalışıyorlar ve İngilizlere istihbarat çalışmalarında yardımcı oluyorlardı.


Mutasarrıf Nusret Bey'in davranışı, İngilizlerin hoşlarına gitmediği için tehcir bahânesiyle görevinden azledilerek istanbul'a gönderildi. Ancak Nusret Bey'in 6. Ordu Kumandanı Ali ihsan Paşa'nın tavsiyesiyle oluşturduğu milis kuvvetlerinin silahları henüz toplanmamıştı. Erzurum Kongresi için yapılan davete katılabileceğini mutasarrıfa tebliğ eden Müftü Hasan Efendi'ye hayranlık duyan Jandarma Kumandanı Binbaşı Ali Rıza Bey, Erzurum Kongresi'nin beyannamesini Milli aşiret reisi Mahmud Bey'den elde edince, dağılan milis kuvvetlerini bir cemiyet olarak örgütlemek düşüncesini, mutasarrıf olarak Nusret Bey'in yerine atanan Ali Rıza Bey'e açmış ve Meclis-i idare azasından Hacı Kâmilzâde Hacı Mustafa aracılığıyla kurulan temas sonucu 4-5 Eylül 1919 gecesi Güllüzâde Hacı Osman Efendi'nin evinde toplanan eşraf ve aydınlar, Müdafaa-i Hukuk cemiyeti'nin temellerini atmışlar ve bu toplantıda bulunanlar, halk arasında Onikiler olarak adlandırılmışlardır. Kurtuluşa kadar mücâdele edileceğine Kur'ân-ı Kerim üzerine and içen ve Jandarma Kumandanı Binbaşı Ali Rıza Bey başkanlığında toplanan 12 reis şunlardı:


1. Mecli-i idâre eski azalarından Belediye Reisi Hacı Kâmilzâde Hacı Mustafa Efendi.

2. Barutçuzâde Hacı İmam Efendi.

3. Eşraftan Tüccâr Hacı Kâmilzâde Hacı Mustafa Reşid Efendi.

4. Mollazâde Mahmûd Efendi.

5.Polis Komiserliğinden mustafi Arabikâtibizâde Şakir Efendi.

6. Güllüzâde Osman Efendi.

7. Esnaftan Şellizâde Ali Ağa.

8. Tüccârdan Nebozâde Hacı İmam Efendi.

9. EŞraftan Hacı Bedirağazâde Halil Ağa.

10. Jandarma Tabur mülhakı İzmirli Adil Hulusi Efendi.

11. Takım kumandanlarından Mülazım-ı Evvel Hüseyin Pertev Efendi.

12. Jandarma Çavuşu Sofi oğlu Hacı Mustafa Çavuş.





Cemiyetin kuruluşu Sivas'ta Heyet-i Temsiliye Başkanlığı'na bildirildi ve alınan cevapta örgütlenmenin genişletilmesi, 13. Kolordu Kumandanlığı Kurmay Başkanlığı ve Mardin'deki 5. Tümen Kumandanıyla temas kurulması istendi. Bunun üzerine Arabikatibizâde Şakir Efendi ve Mollazâde Mahmûd efendiler, 13. Kolordu Kurmay Başkanı Halit Bey ile muhabere etmek amacıyla Siverek'e gittiler.


Ekim ayı içersinde İngilizlerce işgal edilen yerlerin Fransızlara devredileceği söylentileri yaygınlaştı. 15 Eylül 1919 tarihinde Paris'te yapılan ve Suriye itilafnamesi olarak da bilinen Suriye ve Kilikya'da işgal Kuvvetlerinin Değiştirilmesine ilişkin İngiliz-Fransız Anlaşması’na göre Urfa ve çevresi Fransızlara verilecekti. Fransız Generali E. Brémond'un "Tarihimizde Fransa'nın başına konan talih kuşunu bir defa daha ürkütüp kaçırdığı elemli bir devre" dediği Kilikya olarak adlandırılan bölgenin işgali bu şekilde kararlaştırılırken, Mustafa Kemal Fransız işgalini "haksızlık üstüne haksızlık" olarak nitelendiriyor ve bu bölgelerin Fransızlara işgal ettirilmemesini istiyor ve 13. Kolordu Kumandanlığı'na çektiği bir telgrafla İngilizlerin Urfa'yı boşaltmasından sonra, Urfa'dan çekilen 1. Süvari Alayı ile Urfa'nın derhal işgaliyle Fransız işgalinin bu şekilde önlenmesi gerektiğini bildiriyor, ancak 13. Kolordu Kumandanı, bu hususta hükümetten onay alamıyordu. Bunun üzerine Mustafa Kemal, Urfa Müftüsü ve eşrafına çektiği telgrafta "Göç doğru değildir. Milli örgütlenişi genişletin. Her türlü haksızlığı protesto ve icabında fiilen reddedin " talimatını veriyordu.


Ancak fiili hiçbir hareket vuku bulmuyor ve İngilizler Ekim ayı sonunda Urfa'yı boşaltarak Fransızlara teslim ediyorlar, fakat Fransızlar gelmeden önce Urfalılara silah dağıtmayı da unutmuyorlardı. Nusret Bey'in İngilizlere karşı davranışıyla azlolunduğunu bilen Mutasarrıf Ali Rıza Bey, Fransız kumandanını ayakta karşılıyor ve daha önceki uysal ve durumu idare edici davranışlarıyla sinirlendirdiği Mustafa Kemal'den başka, 13. Kolordu Kumandanlığı'nın da tepkisine neden oluyordu.


Fransız kuvvetlerinin komutanı Binbaşı Hauger ve siyasi yönetici Yüzbaşı Sajous, hükümet dairesinde bütün memurları toplayarak her memurun nerede olduğunu, harpten önce hangi yerlerde bulunduklarını ve adlarını sordular. Bütün memurların görevlerini günü gününe yapmalarını isteyerek Osmanlı Hükûmeti ile Fransız Cumhuriyeti'nin pek eski dostlar olduklarını, iki milletin de harp etmek amacında değilken istemeyerek bir harp meydana geldiğini belirttiler ve jandarmaların iyi çalışmasını, Fransız subaylarıyla iyi geçinilmesini tavsiye ettiler.


Kasım ayı içersinde Binbaşı Ali Rıza Bey, aşiretleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ne katmaya çalıştı. Harran'daki İmam Bakır'da Arap aşiretlerini toplayarak hepsini İmam Bakır'ın kabri ve Kur'ân üzerine yemin ettirdi. Toplantıya Geysi aşiretinin bütün kabileleri katıldığı halde, Siyala reisi Salih el-Abdullah katılmadı. Ve istenmesine rağmen yağma ettiği Kısas Köyü'nün eşyalarını getirmedi ve toplantıyı Fransızlara ihbar etti. Yüzbaşı Sajous'un durumu Carablus'a bildirmesi üzerine de Yarbay Depoir Urfa'ya gelerek Binbaşı Ali Rıza Bey'i karargâha davet etti. Binbaşı Ali Rıza Bey'in cevaplarından tatmin olmayan Fransız kumandan, Ali Rıza Bey'e tutuklu olduğunu, Adana üzerinden İstanbul'a gönderileceğini söyledi ve azledildiğini mutasarrıflığa bildirdi. Ali Rıza Bey, taburun devri teslimi gerekçesiyle aldığı izinden yararlanarak Siverek'e doğru firar etti. Fransızlar, bölgeye Ali Rıza Bey'in girmesini yasakladılar. Bölgeye girmesine hoşgörülü davrananlara para ve hapis cezası verileceğini ve kendilerine teslim edene 500 lira ödül vereceklerini bir bildiriyle mutasarrıflığa tebliğ ettiler.


Ali Rıza Bey'in firarına büyük tepki duyan Fransızlar, Urfa halkına ve idareye karşı davranışlarını sertleştirdiler. İlk olarak Suruç Kaymakamı Mesut Bey ve Suruç Jandarma Kumandanlığı'na vekalet eden Onikiler'den Mülazım-ı Evvel Hüseyin Pertev Efendi'yi tutuklatarak, Adana yoluyla İstanbul'a gönderdiler. Ardından Kürt ve Arap reislerinin Fransızlarla görüşmelerini engellemeyi, "Fransızların savunduğu özgürlük ilkelerine aykırı olduğu" gerekçesiyle cezalandıracaklarını mutasarrıfa bildirdiler. Ertesi gün de Fransız işgalindeki bölgelere gidecek kişilere verilecek seyahat belgelerinin Fransızlarca vize edilmesi mecburiyetini getirdiler.


Milli Mücâdele yanlılarına göz açtırmamayı kafasına koyan Fransız işgal komutanlığı, Aralık ayında eşraftan dört kişinin ihbarı üzerine Binbaşı Ali Rıza Bey ile mektuplaştığı öne sürülen Siverekli Ali Efendi'yi tutuklayarak 200 Türk altını para cezasına çarptırdılar. Bucak aşireti mensubu Ali Efendi'nin tutuklanması, aşiretlerde rahatsızlık doğurduğundan Badıllı Aşireti reisi Sait Bey, Ali Efendi'nin tahliye edilmemesi halinde aşiretlerle Urfa'ya hücum edileceğini bir mektupla Fransızlara bildirdi. Sait Bey'in ikinci mektubu Ali Efendi'nin tahliyesini sağladı. Ancak Fransızlar, mülki idare üzerindeki baskılarını sürdürdüler. Memurların yaptıkları görevlere atanmalarından Urfa Belediyesi'nin bütçesine kadar her işe karışmaya devam ettiler.


Bu sıralarda Mardin'deki 5. Tümen Komutanı Yarbay Kenan Bey tarafından özel görevle Urfa'ya gönderilen Seyit Mehmed Efendi adındaki görevli, verdiği raporda, "Urfa'da iki cemiyet, iki fikrin bulunduğunu, Mutasarrıf, Şükrü Nasih Bey (Son Osmanlı Meclis-i Meb'usan üyesi) ve arkadaşlarının bir harekât-ı ihtilaliye yapılmayarak siyasi çatışmada bulunmak, diğerlerinin ise bir kıyım yapmak fikrinde bulunduklarını" belirtiyordu. Bu son görüştekiler Binbaşı Ali Rıza Bey’in görüşlerini paylaşanlardı. Mutasarrıf Ali Rıza Bey kendisinin, Fransızların tutuklamaları üzerine firar eden Binbaşı Ali Rıza Bey’in "memleketin başına bir felâket getirecek mahiyette işlere kalkıştığından, fikrini iştirak eylemediğini" Kenan Bey'e bildiriyor, şu sıra ayaklanmanın doğru olmayacağı görüşünü savunuyordu. Mutasarrıf Ali Rıza Bey’in bu yumuşak tavrı, milli mücâdele yanlılarını rahatsız ediyor, sözgelimi Milli aşireti reisi Mahmûd Bey’in "Mutasarrıf Ali Rıza Bey, â'mal ve maksad-ı milliyi tecviz etmiyor, â'mal-ı milliyeyi takip edenleri tenkid ediyor" biçiminde 13. Kolordu'ya yakınmasına neden oluyordu.


Binbaşı Ali Rıza Bey’in yerine Urfa Jandarma Komutanlığı'na atanan Yüzbaşı Ali Saip Bey, Aralık ayı sonunda Urfa'ya geldi. Emekli Binbaşı İhsan Bey, Harran Kaymakamı Şevket Bey, Baytar Müfettişi Adil Bey, Meclis-i Meb'u-san azası Ali Efendi, Belediye Reisi Hacı Mustafa Efendi, Barutçuzâde Hacı İmam Efendi ve Bedirağazâde Halil Ağa ile görüştü ve ayaklanma düşüncesini onlara açtı. Onlardan tasvip görünce, 15 Ocak'ta bir ayaklanma planı hazırladı. Buna göre, 15 Ocak günü saat 8'de aşiret reisleri Urfa, Telebyâd ve Arappınarı'ndaki Fransız işgal kuvveti kumandanlıklarına birer ültimatom verecekler ve Fransızlara Urfa'yı boşaltmaları için 24 saat mühlet tanıyacaklardı. Fransızlar ültimatomu reddettikleri takdirde Aneze aşireti reisi Haçım Bey, şimendifer hattının Siftek ile Fırat arasını tahrip ederek telgraf hatlarını kesecek, Suruç aşiretleri Suruç ve Arappınarı'ndaki Fransız kuvetlerini püskürtecek, Dögerli, Badıllı, merkez sancağına bağlı aşiretlerle Kuva-i Milliye ve jandarma kuvvetleri de Urfa'daki Fransız kuvvetlerini çıkaracak ve Urfa ile diğer yerler arasındaki telgraf hatlarını keseceklerdi. Aşiret reislerinin Fransızlara verecekleri ültimatom metni şu şekilde hazırlanmıştı:


"Gerek Wilson ilkelerine ve gerekse Mondros Mütarekenamesi hükümlerine aykırı olarak memleketi sebepsiz işgalinizi şiddetle red ve protesto eder ve kısa bir müddet içinde bulunduğunuz yeri boşaltmadığınız takdirde zorla savaşılarak çıkartılmanız yoluna gidileceğinden, bu suretle akacak kanların sorumluluğu tamamen size ait olacaktır."


Ocak ayının 14'ünde Fransız Albay Normand'ın Urfa'ya uğraması dolayısıyle Fransız Kumandanlığı'nda verilen çay ziyafetine çağrılan Ali Saip Bey, gizlice aşiretlere gönderdiği harekat planının Fransızlarca öğrenildiğini anladı ve aynı akşam bir grup arkadaşıyla Urfa'dan firar etti. Fransızlar Urfa'da kalan Mülâzım-ı Evvel Adil Hulusi Efendi'yi karargâha çağırıp sıkıştırıp sorguladılar ve Ali Saip Bey’in ne amaçla kaçtığını öğrenmeye çalıştılar. Bu arada da kaldıkları binalarda tahkimat yapmaya başladılar.


Ocak ayının 24'ünde iki Fransız askerinin kadınların bulunduğu Vezir Hamamı'na girmeleri şehirde büyük tepki yarattı. Ertesi gün Mutasarrıf Ali Rıza Bey olayı protesto etti:
 
#9
Fransız Hakimi Siyasisine;


Kanunusaninin 24 Ocak Cumartesi günü saat alaturka 9 kararlarında Sarayönü Çarşısı'nda kain Vezir Hamamı'nda çıplak olarak yıkanmakta bulunan kadınların bulundukları sırada Fransız Kıta-yı askeriyesinden iki neferin sarhoş olarak mezkur hamama duhul ettiği polis idaresinde tanzim edilen ve bir sureti leffen irsal olunan zabıtnameyle tezahur etmiştir.


Kadınlara mahsus olan bir hamama erkeklerin girebilmesi hiçbir din ve mezhebin kabul edemeyeceği ef'alden olmak cihetle kat'iyyen gayr-ı caiz olmakla beraber beyne'l-halal bir hadise-i müessifeyi mucip olabilmesi mütehammil olduğundan eşkal ve kıyafetleri mezkur zabıtnamede musarih olan mezur Fransız neferleri hakkında icap eden muamele-i enbitahiyenin tasrihi icrasiyle beraber adem tekerrürü esbabının istikmalini ehemmiyetle temenni olunur efendim."


Mutasarrıf Ali Rıza


25 Ocak'ta Mustafa Kemal'in kolordulara genelgesi yayınlandı. Buna göre Fransızlar aleyhine Kuvayı Milliye'nin harekete geçmesinin daha fazla ertelenmesinde mahzurlar vardı. Peyderpey başlatılacak ayaklanmanın birinci dönemi Urfa'dan başlayacaktı. Üstüste gelen olaylar halkın zaten sabrını taşırmıştı. Mutasarrıf Ali Rıza Bey, 13. Kolordu'ya çektiği telgrafta "Urfa'da kıyamın hissedilmekte olduğunu" bildiriyordu. Nitekim Ali Saip Bey’in beyannamesini alan aşiretler Suruç'da işe başlamışlardı bile. Aneze aşireti reisi Haçım Bey ile Berazi aşireti reisi Mustafa Bey, tren hattının bazı bölümlerini tahirip etmişler ve Fransızlara 24 saat içinde çekilmeleri için ültimatom vermişlerdi. Milli aşireti reisi Mahmûd Bey, kolordudan kendilerine sahip çıkılmasını istemiş, artık protestolarla reisleri yatıştıramadığını, Fransızların bölgedeki Ermenileri silahlandırarak ve onları kendi askerleri arasına sokarak katliam yaparcasına hareketler yapmaya devam ederlerse, kıyamın yalnız Urfa'da değil, her tarafta yapılacağını bildiriyor, Fransız kumandanı ise, Urfa Mutasarrıfına gönderdiği yazıda Ermenilere asker elbisesi giydirdikleri iddialarının doğru olmadığını bildiriyordu.


Siverek'te aşiretlerle görüşüp Siverek halkının ve Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti'nin tam desteğini alan Ali Saip Bey, 6 şubat'ta aşiret kuvvetleriyle beraber Urfa'ya doğru hareket etti. Ertesi gün Karaköprü'de diğer aşiretlerle buluşacak olan Ali Saip Bey, “Kuvayı Milliye Kumandanı Namık” imzasıyla Fransızların 24 saat içinde Urfa'yı boşaltmaları için bir ültimatom gönderdiyse de Fransız kumandanından gelen cevapta, Urfa'nın boşaltılmasına General Gouraud'un karar verebileceği belirtildi. Toplanan kuvvetlerle 9 şubat'ta Urfa'ya girildi. Bir tutanak yapılarak cephâne, ağalar arasında paylaşıldı. Hapishânenin boşaltılması sırasında tahliyeden habersiz nöbetçinin firar var zannıyla bir el uyarı ateşi atması, siperlerde bekleyen Fransızların şehre şiddetli bir ateş açması sonucunu doğurdu. Bundan sonraki günler, artık karşılıklı ateşle geçecekti. Artık Fransızlar, müstahkem binalarda kuşatma altındaydılar.


17 şubat tarihinde, şehirde teşkil edilen milis bölükleri komutanlarından Yedek Subay Akif (Sözeri) kumandanlığında bir kuvvet Fransızların işgalindeki Külaflı Tepesi'ni zaptederek Fransızların çekilmelerini sağladı. 20 şubat'ta Ermenilerle Fransızların haberleşme noktası olan Bediüzzaman Karakolu, izollu aşiret reisi Bozan Bey komutasına verilen kuvvetlerle zaptedildi.


Kış bütün gücüyle bastırmış, kar fırtınası başlamıştı. Ali Saip Bey, iki günde bir Fransız kumandanına şehri boşaltmaları için haber gönderiyor, ama Fransızlardan ilk günkü cevabı alıyordu. Fransızların müstahkem binalardan nasıl çıkarılacakları tartışılırken, binalara giden suyun yolu değiştiriliyor, Fransızların erzak sıkıntılarına bir de su sıkıntısı ekleniyordu. Ancak isviçreli Dr. Fischer, Fransızların bulundukları binalardaki gizli kuyuları göstererek Fransızları susuzluktan kurtarıyordu.


28 şubat tarihinde düşman karargâhına ikiyüz metredeki Karalök'ün Bağı'na bir hücum planlandı. Yedek Subay Ahmet Mestçi'nin de bulunduğu kuvvetler, bağa hücum ettiklerinde Fransızlar şiddetli hücuma dayanamayıp teslim olacaklarını bildirdiklerinde, muharebe dışı kalması kararlaştırılan Ermeni Yetimhânesi'nden açılan yan ateşi mücâhitleri avladı. Kemancızâde Fuat Efendi ve Ahmet Mestçi yaralandılar. Rastgeldizâde Hacı Ahmet Efendi, Teyfur, Mamiki ve Muhacir Arif şehid oldular. Ali Saip Bey, Ermeni Yetimhânesi Müdiresi Miss Holmes'e ve Dr. Fischer'e yazarak protesto ettiyse de Yetimhâne'den ateş açıldığı inkâr edildi.


Mart başlarında Mülazım Kemal kumandasında 2 top Siverek'ten Urfa'ya getirildi. Aşiret kuvvetleri ve çetelerle birlikte genel bir taarruz kararlaştırıldı. Buna göre, Fransızların işgali altındaki Kürkçüzâde Osman Efendi, Kürkçüzâde Mahmûd Nedim Efendi ve şişko'nun evine hücum edilecekti. 4 Mart günü gelen topların desteğinde mücâdelenin en etkili taarruzu başlatıldı. Birkaç kez Fransız mevzilerine girildiği halde, kuvvetlerimiz püskürtüldü. Çon kanlı ve şiddetli geçen taarruzda Urfalılar çok kayıp verdiler. Yalnız tanınanların sayısı 82 idi. Buna köylülerden ve sahibi tarafından götürülen şehidler dahil değildi. Hastane dolmuştu. Bir Fransız subayının "Türkler yarın da aynı şiddetle hücuma devam ederlerse dayanamayız. Geceyi dehşetli bir korku içersinde geçirdik" dediği saldırıda, topların irca yayı kırıldığı için müstahkem binalar yeterince dövülememiş, muharebe disiplinsizliği yüzünden büyük kayıplar verilmişti. Mustafa Kemal de, Urfa ve civarındaki aşiret ve Müdafaa-yı Hukuk cemiyetlerinin kendilerine top, cephâne vs. için müracaatlarına karşılık, 13. Kolordu Kumandanlığı'yla 5. Tümen Kumandanlıklarına çektiği telgrafta "Urfa'da yalnız birkaç binada düşman bulunmasına nazaran telaş etmeye mahal olmadığını" belirtiyor ve "Anlaşıldığına göre, Urfa'daki işler harpten ve askerlikten anlamayan adamlar tarafından idare olunuyor. Oradakilere baş olacak münasip bir zatın kolorduca gönderilmesinin münasib olduğu fikrindeyiz" diyordu.


Bu arada Ali Saip Bey'e, verilen büyük kayıplardan dolayı tepkiler başlamıştı. 13. Kolordu'ya bağlı 2.Tümen kumandanı Yarbay Akif Bey, Siverek'e gelip Kolordu'ya verdiği raporda "Aşayir ve ahaliyi kumanda, muhal denecek kadar güç birşey olduğu müsellem olduğundan Urfa Kuvayı Milliye Kumandanı'na bir hoşnutsuzluk vardır" diyordu.


Bir taraftan kayıplar, bir taraftan Fransızlara imdat geleceği haberleri halkın moralini bozuyordu. Urfa ahalisi, 19 Mart'ta Karaköprü'den Heyet-i Temsiliye Başkanlığı'na çektiği telgrafta, 13. Kolordu Komutanlığı'na muntazam kuvvetlerin gönderilmesi için yaptıkları başvuruya cevap alamadıklarını, 2 saat içinde muntazam gönderileceğine dair cevap alınamazsa, Urfa'ya dönüp Urfalılara başlarının çaresine bakmalarına mecbur olduklarını tebliğ edeceğiz; diyorlardı. Mustafa Kemal bunun üzerine, 13. Kolordu Kumandanlığı'na bir miktar muntazam kuvvetin milli kuvvetler görünümünde Urfa'ya gönderilmesini istiyor, 13. Kolordu Kumandanlığı muntazam kuvvetlerin işe karıştırılmasının Fransa'ya harp ilanı anlamına geleceği gerekçesiyle bundan kaçınıyordu.


Bu arada yakalanan bir Fransız casusunun üzerinde çıkan pusulada, Fransızların erzak bakımından son derece sıkıntılı oldukları öğreniliyordu. 30 Mart'a şişko'nun Bağındaki ağılda (bugünkü müzenin yeri) bulunan Fransız askerlerine baskın yapmayı plalayan ve Nino Hacı Bekir'in Hanı’ndan (bugünkü Topçu Hanı) hareket eden Yedeksubaylardan Murad'ın oğlu Hacı Osman (Keskinkılıç) kumandasındaki Badıllı aşiret kuvvetleri, Fransızların uyanık bulunmaları nedeniyle şiddetli ateşle karşılaştılar ve 7 şehit, 3 yaralı verdiler. Ertesi gün, erzak elde etmek için şehre karşı hücum düzenleyen Fransızlar, çetelerin ateşiyle karşılaştı ve geri çekildi.


Nisan ayı başlarında, bekledikleri yardımdan ümitlerini kesen Fransızların erzakları bitmiş, Urfa'yı boşaltmayı düşünür olmuşlardı. Ancak öyle bir formül bulunmalıydı ki, Urfa'yı "Fransa'nın şerefine uygun" bir şekilde boşaltmalıydılar. Bulunan formül de şuydu: Urfa'daki Ermeniler, Fransızlara açlığa düştükleri gerekçesiyle başvuracaklar, Fransızlar da onların hatırı için Urfa'yı boşaltacaklardı. Urfa'daki Ermeni cemaati, Fransızların bu formülüne itiraz ettiler. Eğer böyle birşey olursa Urfalılar, "Fransızlar Ermeniler için geldiler, yine onların hatırı için Urfa'yı terkediyorlar" diye düşüneceklerdi ve bu da Ermeniler için çok kötü olacaktı. Sajous, teklif yaptığı Ermeni cemaati liderlerinden Dr. Beşliyan'a "Doktor, bundan böyle bu Ermeni kalbidir" diyerek kalbini göstermesine rağmen, Ermenileri ikna edemedi. Dr. Beşliyan diyordu ki, "Velhasıl anladık ki, Fransızlar bizi kurbanlık koyun gibi Hacı Mustafa'ya bırakıp kendileri şerefle sıvışmak peşinde. Yani kasap yağ derdinde, keçi can derdinde."


Ermenilerin bu çözümü reddetmeleri üzerine isviçreli Dr. Fischer, bu görevi üstlenip Ermenilerin açlığını ileri sürerek Fransızların Urfa'yı tahliye için görüşebileceklerini şartlarla beraber mutasarrıflığa bildirdi. Sonradan Ali Saip Köprüsü adı verilen Millet Köprüsü üzerinde 9 Nisan günü Mutasarrıf Ali Rıza Bey, Ali Saip Bey, Belediye Reisi Hacı Mustafa, Fransız Kumandanı Hauger, Yüzbaşı Sajous ve Dr. Beşliyan buluştular. şartlar görüşüldü, anlaşmaya varıldı. Fransızların tahliye şartları şunlardı:


1. Ermenilerin hayatlarının korunması.


2. Amerikalıların hayatlarının ve mallarının korunması.


3. Urfa'da ölen Fransızların mezarına saygı gösterilmesi.


4. Carablus'a kadar ağırlıkların taşınması için 60 deve ve 25 yük arabasının verilmesi.


5. 17 şubat'ta esir edilen Fransız askerlerinin geri verilmesi.


6. Urfa eşrafından 10 kişinin Carablus'a kadar kendilerine eşlik etmesi.


7. Dr. Fischer hastanesinde bulunup taşınması mümkün olmayan yaralıların hayatlarının korunması.


8. Fransız kuvvetlerinin gidecekleri yere kadar güvenliklerinin korunması.


9. Savaşmaya derhal son verilmesi.


10. Düzenlenecek andlaşma hükümlerinin bir taraftan işgal kumandanı, diğer taraftan mutasarrıf, belediye reisi ve Kuvayı Milliye kumandanınca imza edilip onaylanması.


Diğer şartlar kabul edilmekle birlikte, 6. maddedeki "eşraftan 10 kişi" yerine Teğmen Ömer izzet Efendi (Durakbaşı) komutasında 10 jandarma eri refakatçi olarak verildi.


10 Nisan'ı 11 Nisan'a bağlayan yarı gece Fransız kuvvetleri, Hastane ve Hızmalı Köprü yolunu izleyerek iki koldan Suruç yönüne doğru yola çıktı. Sabah saatlerinde silah sesleri gelmeye başladığında Fransız kuvvetlerini arkadan izleyen Teğmen Halil Münir Efendi'den Ali Saip Bey'e şu rapor geldi:


"Düşman öncüsü, bilhassa öncüde bulunan Ermenilerin yolda rastladıkları aşiretlere ve bilhassa yol üzerindeki köylülere ateş etmeleri üzerine şebeke Boğazı'nda şiddetli bir çatışma başladı. Kumandan, Fransız kuvvetlerine savaş düzeni aldırdı. Bize karşı da ateş etmeye başladılar. Urfa yolunu koruma altında bulunduruyorum, durumumuz tehlikelidir, acele etmenizi bekliyorum." Bu sırada halk ve aşiretler akın akın olay yerine gidiyordu. Olay yerine hareket eden Ali Saip Bey, yarı yolda Ömer izzet Efendi ile karşılaştı. Ömer izzet Efendi'den durumu öğrenen Ali Saip, olay yerine vardığında Sajous ve subaylar öldürülmüş yerde yatıyorlardı. Muharebe sonucunda kalan 100 Fransız askeri de esir edilerek Urfa'ya getirilmişti.
 
#10
KURTULUŞ ŞEHİTLERİ ANITI


Urfa Kurtuluş Mücadelesinde şehit olanların anısına Kültür Bakanlığı tarafından1987 yılında yaptırılarak Şanlıurfaya armağan edilmiştir. Yeniden projelendirilen anıtın oturduğu kaide “Urfa Taşı”ndan yeniden düzenlenerek üzerine “Urfa Kurtuluş Savaşı şehitleri”nin isimleri yazılmıştır. Ayrıca anıtın etrafı Çevre Koruma Vakfı tarafından yeniden tanzim edilerek yeşillendirilmiştir.

11 Nisan 2001 tarihinde “Şanlıurfa’nın Düşman işgalinden Kurtuluşunun 81. Yıldönümü”nde açılışı yapılmıştır.
 
#11
TBMM TARAFINDAN URFA'YA "ŞANLI" ÜNVANININ VERİLMESİ


TBMM TARAFINDAN URFA'YA "ŞANLI" ÜNVANININ VERİLMESİ :Urfa milletvekili Osman Doğan ve 17 arkadaşının, Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlıktan dolayı Urfa ili adının "Şanlıurfa" olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi TBMM tarafından 12.6.1984 tarihinde kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Urfa ilinin adının Şanlıurfa olarak değiştirilmesi hakkındaki 3020 sayılı kanun 22 Haziran 1984 tarih 18439 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
 
#12
İsminin Kökeni


Kuvvetli rivâyetlere göre, şehir Semûd kavminin meşhur hükümdarı Ruhha tarafından kurulmuş ve şehre bunun adına izafeden Rehha denmiştir. Türkler bu bölgeyi fethedince şehre “Uruha” demişlerdir. Zamanla bu kelime Urfa şekline dönüşmüştür. Eski Târih ve dînî kitaplarda ve bu arada İncil’de geçen Ur şehrinin Urfa olduğu söylenir. Ur, eski Altay Türk dilinde etrafı hendekle çevrili şehir, demektir. 1649 Kasım'ında Urfa’ya gelen Evliya Çelebi Seyâhatname isimli eserinde “Urfa” hazret-i Nûh tufanından sonra yapılan şehirlerden biridir. Semud kavminden Ruhâ isimli bir hükümdarın eseridir.” demektedir.
12 Haziran 1984’te Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen bir kânunla Urfa ismi Şanlı Urfa olarak değiştirilmiştir



Şanlıurfa ekonomisi geniş ölçüde tarıma dayanır. Sanâyi yeterli ölçüde gelişmemiştir. Faal nüfusun % 70’i tarımla uğraşır. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) bittiğinde bu ilimiz Türkiye’nin tarım ambarı olacak ve tarıma dayalı sanâyiyle diğer sanâyi kolları gelişerek, sanâyi merkezi hâline gelecektir.

Tarım: Şanlıurfa ilinin hâlen ekonomisinin % 60’ı bitki üretimi ve % 40’ı hayvancılığa dayanır. Yağışı az ve sulama imkânı sınırlı olan ilde verim düşüktür. Fakat Güneydoğu Anadolu Projesi gerçekleştiğinde bu bölgenin çehresi değişecektir. Harran, Ceylânpınar ve Mardin ovalarında sulu tarıma geçilerek verim artacaktır. Ceylanpınar hâlen dünyânın sayılı çiftliklerindendir. GAP tamamlandığında da Harran Ovası bir çiftlik hâline gelecektir.

Başlıca tarım ürünleri mercimek, burçak, pamuk ve kenevirdir. Bu il Türkiye’nin mercimek ambarıdır.

Sebzecilik sulama imkânı az olduğu için gelişmemiştir. Meyvecilik önemlidir. Tektek Dağlarında yabânî fıstık ağaçları aşılanmaktadır. Antep fıstığı üretimi artmaktadır. 80 bin hektarlık bağlardan yaklaşık 100 bin ton üzüm elde edilir. Halfeti ve Birecik ilçelerinde zeytincilik yapılır. Gün geçtikçe zeytinin yerini daha kârlı olan fıstık ağaçları almaktadır.

Hayvancılık: Bitki tarımından sonra en önemli gelir kaynağı hayvancılıktır. 60 köyde hayvancılık birinci derecede gelir kaynağıdır. 375 köyde ise ikinci derecede gelir kaynağıdır. İlde sığır, koyun, kılkeçisi ve hindi beslenir. Arıcılık gelişmektedir. Urfa’nın tereyağı çok meşhurdur. Siverek’te yağcılık bir sanâyi koludur. Türkiye’nin en iyi yarış atları bu ilde yetiştirilir.

Ormancılık: İlde orman yok denecek kadar azdır. Tektek Dağlarında yabânî fıstık ormanları, Karacadağ’da yer yer meşe, iğde, palamut korulukları bulunur.

Mâdenleri: Şanlıurfa mâdencilik bakımından zengin sayılmaz. Başlıca mâdenler asfaltit, fosfor tuzu, kurşun ve mermerdir. Bu yataklar zengin sayılmaz.

Sanâyi: Şanlıurfa’da sanâyi az gelişmiştir. Fakat GAP ile kurulacak hidroelektrik santralının devreye girmesiyle sanâyinin hızla gelişerek bu ilin bir sanâyi merkezi hâline geleceği tahmin edilmektedir. Başlıca sanâyi kuruluşları: Un fabrikaları, tuğla-kiremit fabrikaları, Urfa Pamuk İpliği Sanyii A.Ş., Çimento Fabrikası, Hilvan Yem Fabrikası, Siverek Tereyağ Fabrikası, Tarım Âletleri ve Makinası Fabrikası, Et ve Balık Kurumu Et Kombinası ve Yapağı Yıkama ve Yün İpliği Fabrikası.

Ulaşım: Şanlıurfa, karayolu ağının önemli kavşaklarından biridir. Gaziantep-Şanlıurfa-Nusaybin-Cizre-Habur yoluyla ülkenin güneydoğu ve güneybatısına bağlandığı gibi Gaziantep’ten ayrılan kollarla Batı ve İç Anadolu’ya da bağlanır. Adıyaman ve Diyarbakır yönlerinden gelerek Hilvan’ın kuzeydoğusunda birleşen yol Urfa’dan geçer ve güneye, sınır kapısına inerek Suriye’ye ulaşır. Bu yol transit taşımacılık açısından çok önemlidir.
İl dâhilinde devlet yolları 510 km ve il yolları 400 km’dir. Demiryolu hattıSuriye sınırına paralel geçer. Şanlıurfa’da demiryolu ilin güneyindedir. İl dâhilinde 11 istasyon vardır.


1990 sayımına göre toplam nüfus 1.001.455 olup, bunun 551.124’ü ilçe merkezlerinde, 450.331’i köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 18.584 km2dir.

Örf ve âdetleri: Şanlıurfa çok eski bir yerleşim merkezidir. Târih boyunca pekçok millet ve medeniyetler bu bölgeye hâkim olmuşlarsa da; 11. asırdan bu yana bu ilde Türk-İslâm kültürü hâkimdir.

Mahallî kıyâfet: Kadınlarda başlara yaşmak ve peçe giyilir. Genç kızlar al fes üzerine poşu sararlar. “Köfü” denilen gelin başlıkları altınla süslenir. Uzun etekli entâri giyilir. Kadifeden ceket dize kadar uzanır ve sırmayla işlenir. Entârilere zıbın veya fistan denir. Ceket ve yeleğin üzerine üç etek geçirilir. Bunun üstüne peştemal (önlük) bağlanır. Fistan altına şalvar; ayağa da “kaliç” denilen ayakkabı giyilir.

Erkekler, önü kapalı göğsü açık entariyle üste ceket giyerler. Kışın keçe abalar, pamukludan yapılan şalvar, tercih edilir. Yerli deriden yapılan postal giyilir. Şehirlerde mest lastikle potin ve kundura kullanılır.

Mahallî halk oyunları: Şanlıurfa efsâneler, türküler, mâniler, halk oyunları bakımından çok zengindir. Halk musikisi Güneydoğu Anadolu bölgesinin özelliğini taşır. Başlıca halk oyunları: İki ayak, üç ayak, beş ayak, Urfalı, tekir ve derik halayları, dörtlük, kılıçkalkan, isfahan, ağır hava, lorke, keriboz, kol oyunu, mimiteşi, şeyhanlı ve velyişhâne’dir.

Mahallî yemekler: Çiğ köfte, bayram köftesi, peynirli helva ve Urfa baklavası. Bunlardan en meşhuru ise çiğ köftedir.

Çiğ köfteler ne acı

Ayran bunun ilâcı

Tez yoğur gelin bacı

İster canım çiğ köfte

Çiğ köfteyi yoğuran

Bulgurunu savuran

Bol ayran, tâze soğan

İlle canım çiğ köfte

Şanlıurfa’nın yağı, bakır tepsileri, gümüş işleri, halı ve kilim işleri meşhurdur.
Eğitim: Şanlıurfa ilinde okur-yazar oranı düşük olup, % 60 civârındadır. İl dâhilinde 50 ana sınıfı (okul öncesi eğitim), 1292 ilkokul, 13 ilköğretim okulu, 7 yatılı ilköğretim bölge okulu, 20 bağımsız ortaokul, 17 genel lise, 4 Anadolu Lisesi, 6 endüstri meslek lisesi, 1 teknik lise, 4 ticâret lisesi, 5 kız meslek lisesi, 4 imam-hatip lisesi, 2 çıraklık eğitim merkezi vardır. Ayrıca yeni kurulan Harran Üniversitesine bağlı Ziraat Fakültesi, Mîmarlık ve Mühendislik Fakültesi vardır


Urfa tarihi

Peygamberler şehri diye anılan Urfa’nın 8000 yıl öncesine kadar uzanan zengin bir târihi vardır. Hatta hazret-i Âdem ile Havva’nın bir müddet Urfa’da kaldığı rivâyet edilir. Arap târihçilerine göre “Tufan”dan sonra hazret-i Nûh tarafından kurulan 18 şehirden biri de Urfa’dır. Böylece Urfa ilk yerleşim merkezlerinden biridir. Kuruluşundan bu yanaUrfa, yüzlerce efsâne ve hikâyeye konu olmuştur.

Urfa bağrında kurulan dünyânın ilk üniversitesi olarak bilinen Harran Üniversitesi ile ilk çağların kültür merkezi olmuştur. Urfa her köşesinde ve her taşın altında (târihi eser) efsâne yatan Efsâneler şehridir. Urfa Sümerler ve eski Babillilerin nüfûzu altında kalmıştır. Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hitit İmparatorluğu bu bölgeyi sınırları içine almıştır. Hititlerden sonra Âsurlular, onlardan sonra da Babilliler tekrar Urfa bölgesini ele geçirdiler. Medler Babilleri yenice bu bölge ve Bâbil topraklarını Medler ele geçirdiler. Medlerin yerine geçen Persler bu bölgedeki hâkimiyetlerini devam ettirdiler. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, İran Pers Devletini yenerek ortadan kaldırınca bu bölgeyi Makedonya İmparatorluğu topraklarına katmıştır. Makedonya Kralı İskender ölünce, imparatorluk komutanları arasında paylaşıldı. Bölge, Asya İmparatorluğu Salevkosların payına düştü.

Hurrilerin yaşadıkları Murri-Mitanni Devleti bu bölgede kuruldu. Krallığın başşehri “Vaşşugar” bugün Suriye sınırı üzerinde Habur Nehri doğusunda Resûleyn kasabasıdır. M.S. 1. asırda Romalılar bölgeye erişmişlerse de Urfa şehri Roma ile Patlar ve bunların yerine geçen Sasaniler arasında mücâdele konusu oldu. Pat ve Sasaniler bölgeyi daha çok ellerinde tuttular. M.S. 395’teRoma İmparatorluğu bölününce, Fırat ve Torosların ötesi olan Doğu Anadolu bölümü bütün Anadolu gibi Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü ve bu bölge Bizans ile İran arasında jeopolitik mücâdele konusu oldu. Bizans devrinde Urfa’ya Edessa dendi ve bu şehirde Arâmi kültürü ve Sâmiler hâkim oldu. Arâmi kralları Bizans ve İran’a harac vermek sûretiyle varlığını devam ettirdiler.

Asr-ı Saadette, hazret-i Ömer’in halifeliği zamânında Urfa, Müslümanlar tarafından fethedilerek İslâm devletine katıldı. Abbâsîler devrindeyse Urfa ve Harran, iki mühim yerleşim ve kültür merkeziydi.

1086’da Selçuklu Türkleri bölgeyi Emir Bozan Bey emrindeki Türk ordusuyla Bizans’tan alarak fethetti. Birinci Haçlı Seferinde Urfa, Lâtinlerin eline geçti. Burada bir Haçlı Devleti kuruldu. 1098-1146 arasında 48 sene içinde Fransız asıllı 4 kont, Haçlı Devletini idâre etti. Zengilerin başkumandanlığındaki Türk orduları bu kontları yenerek esir aldılar ve nihâyet Nûreddîn Zengi Urfa’yı geri alarak kontluğa (Haçlı Devletine) son verdi. Urfa topraklarında Beyteginler isimli bir Türk hanedanı 1144’ten 1233’e kadar 89 yıl beylik kurdu ve bu devlet Zengilere, Artukoğullarına, Eyyûbilere ve Anadolu Selçuklu Devletine tâbi olarak varlığını devam ettirdi.

On üçüncü asır ikinci çeyreğinden sonra İlhanlılar, Türkleşmiş İran Moğolları ve Mısır-Suriye Türk Memlûk İmparatorluğu bölgeye hâkim oldular. Akkoyunlular ve Karakoyunlular Mısır-Suriye Türk Memlûk Devletine tâbi olarak bu bölgeyi ele geçirdiler.

Yavuz Sultan Selim Han 1516’da Urfa ve civârını Osmanlı Devleti sınırları içine kattı. Urfa, Osmanlı Devrinde 8 sancaklı “Rakka” beylerbeyliğinin (eyâletinin) çok defâ merkezi oldu. Osmanlı Devrinde “Ruhâ” veya “Urfa” ismiyle anıldı. Kânûnî Sultan Süleymân Han Irakeyn Seferine giderken iki gün Urfa’da kaldı. Osmanlılar zamânında Urfa önemli bir şehir olmak sıfatını muhâfaza etti ve mühim şahsiyetler yetiştirdi. Urfalı meşhurların sonuna Ruhâvî, Rehâvî veya Urfalı lakabı eklenmiştir. Şâir Nâbi Urfalıdır.

Tanzimattan sonra Urfa, Halep vilâyetinin (eyâletinin) 5 sancağından (vilâyetinden) birine merkez oldu. Sancağın 5 kazâsı bulunuyordu. Bilâhare Halep’ten ayrılarak müstakil sancak oldu.

Birinci Dünyâ Harbinden sonra 7 Mart 1919’da İngilizler tarafından işgal edildi ve 1 Kasım 1919’da Urfa’yı Fransız işgal kuvvetlerine devrettiler. Fransızlar Urfa’da bulunan Ermeni azınlığını silahlandırarak, Ermenilere aşırı imtiyazlar tanıdılar. Türklere âit malları Ermenilere devretmeye başladılar. 29 Aralık 1919’da Urfa’ya tâyin olan hemşehrileri Jandarma Komutanı Yüzbaşı Ali Saip (Ursavaş) Beyin liderliği altında Fransızları kovmak için teşkilât kurdular. Siverek’ten Said Bey idâresinde Badıllı Aşiretiyle güneyde Aneze Aşireti Reisleri düşmanı kovmak için gönüllülerini bu teşkilâta verdiler. 15 Ocak 1920’de başlaması düşünülen savaş ikmal zorlukları ile 8/9 Şubat 1920’ye tehir edildi. Millî Kuvvetler Fransız işgal birlik komutanına ültimatom vererek yirmi dört saat içinde Urfa’yı terk etmesini istediler. Fransızlar reddedince 9 Şubatta Millî Kuvvetler Urfa’nın yarısını ele geçirdiler. Urfa köylüleriyse Suruç ve Birecik’teki Fransız birliklerini kuşattılar. 12 Şubat’ta şiddetli çarpışmalar oldu. Urfa Müdâfaası 60 gün sürdü. Fransız askerleri atlarını kesip yemeye başladılar ve cephaneleri tükendi. Paris Gazetelerinde asker âilelerinin yazdığı:

“Haçlı Seferlerinde yüzbinlerce Hıristiyana mezar olan Türk Yurdu Anadolu’ya, evlatlarımızı bile bile ölüme göndermeye râzı değiliz. Hükümet istifâ etsin!” şeklinde mektuplar çıktı. Bir Fransız teğmenin:

“Marsilya’dan ayrılıyoruz. Bile bile Türkiye’ye kendi mezbahamıza sürükleniyoruz.” şeklinde başlayan hâtıra defteri Fransız kamuoyunda tesirler meydana getirdi.
Nihâyet Fransız işgal birlikleri müzakereyi kabul etiler. Urfalıların verdiği 60 deve, 20 katır ve Türk askerinin himâyesinde gece karanlığında Urfa’yı terk ederek, Suruç’a gittiler. 11 Nisan 1920 günü duâ, tekbir, gözyaşlarıyla Urfa Kalesine Türk Bayrağı kıyâmete kadar burada kalsın duâlarıyla çekildi. Urfalılar Fransız askerleriyle kahramanca savaşarak Urfayı düşman istilâsından kurtardılar. Cumhûriyet Devrinde bütün sancaklar gibi Urfa da kendi ismini taşıyan ilin merkezi oldu

Peygamberler diyarı olarak adlandırılan Şanlıurfa târih hazinesiyle dolu bir ilimizdir. Târihî eserler bakımından zengin olan Şanlıurfa’da hazret-i İbrâhim, hazret-i Eyyûb ve hazret-i Şuayb’a (aleyhimüsselâm) âit izler vardır. Hazret-i Âdem ile hazret-i Havva’nın bir müddet bu şehirde yaşadığı rivâyet edilir.

Halilürrahman Câmii: (Mevlid-i Halil): Selahaddîn Eyyûbî’nin yeğeni, Melik Eşref tarafından 1211’de yaptırılmıştır. Câminin yanında medrese odaları, hazire ve türbeler vardır. Bu câmi, Şanlıurfa ve Güneydoğunun en büyük câmisidir. 500 m2 üzerinde 2 minâreli, bir büyük ve 35 küçük kubbe üzerine kurulmuştur. Selçuklu mîmârî tarzında yapılmıştır. Câminin yanında 17. asırda yapılmış bir havuz vardır. Bu havuz bir kanalla Ayn-i Zelihâ (Zelihâ Kaynağı) adı verilen 1500 m2 lik göle bağlanır. Nemrut isimli zâlim bir kral, İbrâhim aleyhisselâmı bir tepe üzerinde kurdurduğu mancınıkla muazzam bir odun yığını hazırlatıp ateşe attırır. Fakat Allahü teâlâ bu ateşi ânında berrak bir göl hâline getirir. Hazret-i İbrâhim ateşe atıldığı ve ateşin onu yakmadığı Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerle sâbittir. Bu göl ve havuzda bulunan balıklar kutsal sayılır ve halk tarafından yenmez.

Ulu Câmi: Câmii Kebir Mahallesindedir. Yapım târihi kesin belli değildir. Urfa’nın en eski câmisidir. Sekiz köşeli mîmârisi ayrı bir özellik taşır. Avludaki kuyunun suyuna Îsâ aleyhisselâmın mendili batırılarak hastalara su getirildiği rivâyet edilir. Eski aslî ismi “Kızıl Kilise” olan bu yerde daha önceleri ay ve güneş tapınakları vardı. Nemrut Sarayı diye eskiden anılırdı. Taşları kızıl renktedir. Câmi avlusunun doğu köşesinde Selâhaddîn Medresesi yer alır. Câmi avlusunun batısındaki mezarlıkta Haçlılara karşı şehit düşen yedi kumandanın kabirleriyle Mevlânâ Halîd-iBağdâdî hazretlerinin mübârek oğullarına âit tek kubbeli türbe bulunmaktadır. Minârenin genişliğiyle uzunluğu eşittir. Hâlen saat kulesidir. Câminin içinde, 48, dışında 15 sütun vardır.

Rizvâniye Câmii: Balıklı Gölün yanındadır. Rakka Vâlisi, Hamârizâde Ahmed Rizvare Paşa 1736’da yaptırmıştır. 30 hücreli ve 2 dershâneli medresesi vardır. Bağdat’tan kütüphânesine iki katır yükü yazma kitap getirilmiş olduğu söylenir.

Hasan Paşa Câmii (Tokdemir Câmii): Gölbaşı MahallesiyleAharbaşı Çarşısı arasındadır. Tek kubleli kısmını Tokdemir adlı bir Türk beyi, yanındaki ana kısmı ise 1499’da Uzun Hasan adına Şeyh Yâkup yaptırmıştır. Bu câmiye sonradan üç kubbeli Hasan Paşa Câmii eklenmiştir. Dikdörtgen avlunun doğusunda bulunduğu tahmin edilen medrese günümüze ulaşmamıştır. Yavuz Sultan Selim Han devrinde tâmir ettirilmiştir. Daha sonraki tâmirlerle de orijinalliğini kaybetmiştir.

Ak Câmi (Nîmetullah Câmii): Nîmetullah Mahallesinde olup, yapım târihi kesin olarak belli değildir. Plânı Edirne’de bulunan üç şerefeli câmiye benzemektedir. Minâresi Urfa’daki minârelerin en uzunudur. Avluda mesire odaları ve türbeler vardır.

Hazret-i Eyyûb Mağarası: Eyyûb aleyhisselâmın çile çektiği mağaradır. İl merkezinin 2 km güneyinde yer alır. Dar ve karanlık bir mağara olup, 4 basamakla inilir.

Dergah (Nakşın) Mağarası: Urfa Kalesinin eteklerindedir. İbrâhim aleyhisselâmın doğduğu mağara olarak bilinir. En çok ziyâret edilen yerlerdendir. Mağaranın yanındaki kuyudan çıkan suya zemzem denilir. Suyun tadı zemzeme benzemektedir. Bu bölgede yedi mağara vardır. Bir mağarada da İbrâhim aleyhisselâmın annesinin yattığı söylenir.

Hazret-i Şuayb Mağarası: Târihî Şuayb şehrindedir. Bu şehir kalıntısı Şanlıurfa’ya 120 km uzaklıktadır. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesinde “Devr-i Mesih” denilen yere (kiliseye) seyâhatı esnâsında hazret-i Îsâ’nın geldiğini ifâde eder. Havariler burada İncil’i hazin sesle okudukları için buraya “ruhâvî” denir.

Hayat bin Kays Harrâni Türbesi: Harran ilçesindedir. Büyük veli, âlim Hayat bin Kays el-Harrânî hazretleri medfundur. Ziyâret mahallidir.

Urfa Kalesi: Şehir yakınında Dambak Tepesindedir. M.Ö. 2000 yılında yapıltığı tahmin edilmektedir. Haçlı Seferleri sırasında önemli rol oynamıştır. Osmanlılar zamânında tâmir ettirilen kale, iç ve dış olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir. Dış kale dört kapılıdır. İç kale 25 burçlu ve tek kapılıdır. Kale üstünde bulunan iki taş sütunun İbrâhim aleyhisselâmın ateşe atılmasında Mancınık olarak kullanıldığı söylenir. Kalenin arkasındaki mahalleye Kırk Mağara ismi verilir. Her evin bir mağarası vardır. Şehrin etrâfını çevreleyen surların Harran Kapısı, Bey Kapısına âit Mahmudoğlu Kulesiyle bâzı duvar ve burç kalıntıları günümüze kadar gelebilmiştir.

Birecik Kalesi: Birecik ilçesindedir. Kale 1900’de Haçlı ordusu tarafından işgal edildiyse de, şehir merkezi Türklerin elinde kaldı. Kale 56 m yüksekliğindedir.

Harran Şehir Harâbeleri: Şanlıurfa’nın 44 km güneyindedir. Mezopotamya’daki çeşitli medeniyetlerin izlerini taşır. Hitit, Roma ve Türk devirlerine âit çok değerli târihi eserler ve belgeler bulunmaktadır. Dünyânın ilk üniversitesi kabul edilen Harran İslâm Üniversitesinin kalıntıları buradadır. 75 m yükseklikte olduğu sanılan “Rasat Kulesi”nin hâlâ ayakta kalan 40 m’lik bölümü ilgi çekmektedir. Harran İslâm Üniversitesi Urfa ile Akçakale arasındadır. Harran Ovası milletlerarası ölçülere göre dünyânın üçüncü ve Türkiye’nin birinci ve en verimli arâzisidir. Güney Anadolu Projesiyle bu ova sulu tarıma geçerek Türkiye’de tarım üretiminde büyük bir patlama olacaktır.

Târihçi Batlemyus’a göre, Harran’ı Sümerler M.Ö. 6000 senesinde kurmuşlardır. Harran yol mânâsına gelir. 1185’te Endülüslü Muhammed el Cübeyr Harran’ı gezdiğinde 2 üniversite, 2 hastâne, düzgün, geniş caddeler, güzel evlerden bahseder. Sâbit bin Kurra ile El Battânî Harran Üniversitesinden yetişmiştir. M.Ö. 3000 senesinden M.S. 1260’ta Moğolların şehri yıkmasına kadar medeniyetlerin beşiği olan Harran’ın sırları hâlâ çözülememiştir. İncelemeler devam etmektedir.

Târihte ilk astronomi çalışmalarının başladığı yer olduğu sanılan Harran’da, kazı çalışmalarını 1952’de İngiliz Arkeolog S.Rice başlatmıştır. Bu kazılarda Bâbil Kralı Nabonid’in mezartaşı bulunmuş olup, Şanlıurfa Müzesindedir. Külâh (arı kovanı) biçimli kerpiç yapı dünyâda sâdece bu bölgede bulunmaktadır. Harran elips biçiminde 5 m yükseklikte ve 4 km uzunluğunda bir duvarla çevrilidir. Kale duvarlarının Anadolu, Aslanlı, Bağdat, Musul, Rakka ve Halep kapıları vardır.

Selçukluların kurduğu, Moğolların yıktığı üniversiteyi Yavuz Sultan Selim Han yeniden inşâ ettirmiştir.

Sumatar: Şuayip şehrine giden yol üzerinde bulunan bu eski şehir harâbeleri Asurlulardan kalmadır. Hazret-i Şuayb’in mağarası da buradadır. Fırfırlı Kilisesi; çok eski bir kilisedir. Simetrik bir yapıdır.

Nemrud Tahtı: Urfa’nın güneybatısındaki dağ silsilesi içinde sarp ve yüksek bir tepenin zirvesindeki düz kayalığa bu ad verilmiştir. Düzlüğün gerisinde kayalara oyulmuş odunluklar bulunur.

Mesire Yerleri: Urfa’da tabiî bitki örtüsü zayıf olduğundan fazla mesire yeri yoktur. Başlıca mesire yerleri şunlardır:

Aynızeliha Gölü: İl merkezinde olup, gölün etrafı kavak, söğüt, dut, nar ve incir ağaçlarıyla kaplıdır. Gölde yaşayan balıklar kutsal sayıldığından yenmez. Burası Urfa’nın önemli mesire yerlerindendir.

Halilürrahman Gölü: İl merkezinde olup, gölün etrafı söğüt ve çınar ağaçlarıyla kaplıdır. Göldeki balıklar kutsal sayıldığından yenmez. Turizm açısından önemli olduğundan çevresinde çeşitli tesisler yapılmıştır.

Karaköprü: İl merkezine 5 km mesâfede, Karaköprü Köyünün yamaçlarında güzel bir mesire yeridir. Çevresi söğüt, kavak, nar ve dut ağaçlarıyla kaplıdır. Çok güzel soğuk su kaynağı da vardır.
Direkli: İl merkezinin kuzeybatısındaki Direkli Deresi çevresi ağaçlarla kaplı bir dinlenme yeridir. Bu bölgede ayrıca büyük bir yeraltı suyu vardır. Su çok tatlı olup, şifâlı olduğu söylenir.
 
K

Kayıtsız Üye

#14
bu ne biçim site demiycem ama çok ayrıntılı genel bilgiler daha iyi olurdu ama yınede hank you anlamı teşekkür ederim
 
Üst