Ramazan ayı ile ilgili hikayeler

#1
Sponsorlu Bağlantılar
ramazan ile ilgili hikayeler
ramazan ve oruç hikayeleri,
ramazanla ilgili hikayeler,
ramazan hikayeleri,
ramazan ayı ve oruç ile ilgili hikayeler


Cehennem Korkusu ve Sıcak Günde Oruç

Haccac ve adamları Mekke ile Medine arasında yolculuk yaparken bir suyun başında mola verdiler.

Sofra kurulunca; Haccac etrafa bakın fakir birisi varsa getirin beraber yiyelim dedi. Hizmetçiler yakınlarda üzerinde bir hırka olan birini gördüler. Onu uyandırıp; Seni Haccac çağırıyor, dediler ve adamı Haccac'ın yanına götürdüler.

Haccac:

-Gel beraber yemek yiyelim, dedi.

Adam yemem diyerek Haccac'ın teklifini reddetti cevaba şaşıran Haccac sebebini sorunca:

-Beni senin sofrandan daha iyi. bir yere çağırdılar.

-Nereye çağırdılar? Deyince adam:

-Allah'ın misafirliğine çağırdılar. Ben oruç tutuyorum deyince,

Haccac böyle sıcak günde oruç mu tutuyorsun? Deyince adam şöyle cevap verdi:

-Evet, bu sıcak günde oruç tutuyorum ki kıyamet gününün sıcaklığından kurtulayım, dedi.


Gıybet Dinledim Orucum Bozuldu

Allah dostlarının orucu akşama kadar sadece aç kalmak değildir. Onlar orucu kendini değil haram ve mekruhlara onlar kendini şüpheli olan şeylere karşı bile kendini kapatmaktır. Onların derdi sadece akşama kadar aç kalmak değil, tuttukları oruçla Rıza-i ilahiye kavuşmaktır. Onlar için yılın her ayı ramazan ayı gibi yaşıyorlardı. Sürekli oruç tutardı.


Bir gün oruçlu iken yanında Hindistan sultanı çekiştirilip, gıybeti yapılınca;

Dıhlevi hazretleri;

"Eyvah orucum bozuldu" dedi.

Yanındakiler; "ama efendim gıybet yapan siz değildiniz" deyince;

"Gıybeti yapan da dinleyende ortaktır." hadisi şerifi ile karşı*lık verdi.


Ramazan ayının ilk günlerindeydi. Bir gece oturduğu evden dışarıya çıkan Nasuhi Efendi, dergahın bahçesinde dolaşıyordu. Onun bahçede dolaştığını gören hanımı, bahçeye çıkarak yanına yaklaştı ve

"Muhterem Efendim! Bu gece vakti bu bahçede niçin gezinip durursunuz?" diye sordu.
O da;

"Allah Teala bilir ama bu bayramı burada geçireceğiz.
Şimdiden kendime yer hazırlıyorum." buyurdu.
Hanımı bunu işitince üzüldü;

"Niçin böyle söyleyip yüreğimizi yakıyorsunuz." dedi.

Nasuhi hazretleri;

"Takdir-i İlahi böyledir." cevabını verdi.

Aradan günler geçti. Ramazan-ı Şerif ayının ortasına geldiğinde, sevenlerini etrafına toplayıp, yerine oğlu Alaeddin Efendiyi halife tayin etti ve vasiyetini bildirdi.
Muhammed Nasuhi Hazretlerinin talebelerinden Şami Ahmed Efendi, vefat edeceği gün hocasını ziyaret etti. Muhammed Nasuhı Efendinin hastalığı iyice artmıştı.
Şami Ahmed Efendi ona;

"Efendim biraz az oruç tutup ilaç kullanırsanız rahatsızlığınız iyileşebilir." deyince,

Nasuhi Efendi;

"Oğlum! Cenab-ı Hakk'ın inayetiyle otuz senedir farzları değil nafileleri dahi noksan yapmadım. İnşallah bu gece dergah-ı iz*zete oruçlu giderim." buyurdu.

Muhammed Nasuhi hazretleri vefat ettikleri gün ikindi namazından sonra hizmetinde olan dervişlere;

"Bu gece Cüneyt-i Bağdadi, Abdülkadir-i Geylanı, Molla Hünkar Celaleddın, Maruf-i Kerhı, Seyyid Yahya Şirvan, Sultan Şaban-ı Veli ve Hocam Ali Atvel hazretleri teşrif buyuracaklardır. Onlara hizmette kusur etmeyin.

"İftar vaktinde Derviş İbrahim, Nasuhı hazretlerinin yanından odanın kapısına varıp iki lokma ekmek yedi. Üçüncü lokmayı yerken Nasuhi hazretleri bir defa;

"Hu" diye seslendi.

Derviş İbrahim ekmeği bırakıp içeri girerken tekrar; "Hu" diye Allah Teala'nın ismini zikredip ruhunu teslim etti.
 
#2
RAMAZAN KIRKBEŞ

Hoca merhum, köyün imamı iken Ramazan ayı geldiğinde günleri şaşırmamak için her gün çömleğe bir taş atarmış. Hocanın bir de küçük kızı varmış. Bu çocuk babasının her gün çömleğe taş attığını görünce, kendisi de tutmuş bir avuç taşı çömleğe doldurmuş.
Ramazanın sonuna doğru gelmişler (yirmi - yirmibeşi olduğu sıralarda) cemaat hocaya:
� Ramazanın kaçı? diye sormuşlar.
� Eve kadar gidip - geleyim, size Ramazanın kaçı olduğunu söylerim, demiş ve eve gidip taşı saydığında, çömlekten tam 115 taş çıkmış. Hoca düşünmüş-taşınmış... «Ramazanın 115'i dese hepten ayıp olacak kırkbeşi» demeye karar vermiş
Cemaatın yanına gelince:
� Kaçı olmuş hocam? diye sormuşlar. Hoca:
� Kırkbeşi, diye cevap verince. Oradakiler:
� İnsaf be hoca. Ramazan kırkbeş olur mu? demişler. Hoca:
� Siz bana dua edin, yoksa iş çömlekten çıkan taşa kalsaydı, Ramazanın 115'i olacaktı, demiş.


MEMNUN OLMASA ON GÜN ÖNCE GELİR Mİ ?


Bir çok Ramazan ayını idrak etmiş bir hanımla beyi konuşuyorlarmış.Bey hanımına:
-Hanım acaba bunca senedir Ramazan-ı Şerifi hiç memnun edebildik mi ? diye sormuş.Hanımı :
-Ah bey düşündüğün şeye bak , mübarek hiç memnun olmasaydı her sene on gün önceden gelir miydi ? demiş.


ÇOBAN VE AĞAÇ

Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak: "Hadi bakalım evladım, derdi. Bu ihtiyarın elmasını ver artık". Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan. Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra, babasından kalan Kur'an'ını okumaya koyulurdu.
Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı. Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı. Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı şıp diye koparırdı. Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti. Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken:
"Ver yavrum, derdi, gönder bakalım bu günkü kısmetimi." Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan.
Köylüler, uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın veli bir zât olduğunu söylerlerdi.
Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine elmasını istedi. Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense bir şey düşmemişti. Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyordu. Gözyaşları, yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini.
Yavrusu, meyve verdiği günden bu yana ilk defa reddediyordu onu. İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu. Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinden daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden. Yeniden doğmuştu sanki çoban. Bir şey hatırlamıştı.
Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken :
"Canım" dedi, hıçkırıp ağlayarak.
"Benim güzel evladım, mis kokulum. Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bu günün Ramazan'ın ilk günü olduğunu ?"
 
#3
Beşikte Oruç

Abdulkadir Geylani Hazretleri, henüz iki-üç aylıkken görülen kerametlerini annesi söyle anlatır:

"Oğlum henüz birkaç aylıktı. Mübarek Ramazan ayı geldi. Birinci gün şafak söktükten güneş batıncaya kadar bütün gün hiç süt emmedi. İkinci gün de ayni durum tekrar edince anladım ki Abdulkadir oruç tutuyor.

İkinci sene Şaban ayının sonuna doğru hava fazla bulutlu olduğu için halk Ay'ı göremedi. Ramazanın başlama tarihini tespit edemediler. Abdulkadir'in bu meziyetini bilenler hemen annesinin yanına gidip onun süt emip emmediğini sordular. Gerçekten o gün Abdulkadir şafaktan beri süt emmemişti. Daha sonra o günün ramazanın birinci günü olduğu anlaşıldı.

Beşikteyken oruç tuttuğunu şu beyit ile dile getirir.

"Başlangıcım şöyleydi, dillerde söylenirdi.
Beşikteyken oruçtum, bunu herkes bilirdi.

Allah ona ayağını veli kullarımın omuzlarına koy derken sebebi bu olsa gerek ...

RAMAZANA HÜRMET EDEN MECÛSÎ

Bir Ramazan günü idi. Müslüman mahallesinde oturmakta olan bir mecûsî, (Ateşe tapan) nin çocuğu daha müslümanların ne yaptığını idrak edecek çağa gelmediği için, oruçlu müslümanların arasında ekmek yiyordu. Hemen babası, çocuğun bu halini farketti: «Oğlum Müslümanların arasında yemek yenir mi? Onlar bu günlerde oruç tutarlar, onlarca bu günler muhterem günlerdir.» diyerek azarladı ve çocuğu eve gönderdi.
Her fâninin başına gelen ölüm, bir gün onu da alıp götürdü. Ölümünden sonra o şehrin dinde ileri gelen zevatından birçoğu, mecûsîyi rüyalarında Cennet-i âlâda gördüler. Halbuki, hayatında ateşe Allah diye ibadet eden bir kimsenin, Cennete girmesi adl-i ilâhîye mugayirdi.
Mecûsîye: «Nasıl oldu da bu nimete eriştin! Biz seni imansız bilirdik. Hatta öldüğün zaman, cenaze namazını bile kılmadık.» dediklerinde O, şu cevabı verdi:
� Evet! Doğru söylüyorsunuz. Ben bir mecûsî îdim. Fakat bir gün küçük oğlum, müslüman mahallesinde, onlar oruçlu olduğu halde yemek yiyordu. Ben çocuğun onların gözleri önünde ekmek yemesine müsaade etmedim. Müslümanların hürmet ettiği bir şeye, ben de hürmet ettiğim için;
Cenab-ı Allah, benim ruhumu müslüman olarak aldı. Ölüm anında Azrail (a.s.) geldiği zaman, Allah (c.c.) ona emretti. Evvelâ bana: «Eşhedü enlâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resulühü» dedirtti, ondan sonra canımı aldı. O sebepten ben, işte bu gördüğünüz nimete kavuştum, dedi.
 
Üst