Öğretmenlik Mesleği İle İlgili Skeç Örnekleri

#1
Sponsorlu Bağlantılar
Ögretmenlik Mesleği İle İlgili Skeç Örnekleri

SINIFTA BİR DERS



OYNAYANLAR: Öğretmen, Giray, Cemre, İlknur, Cem, İlkay


DEKOR: Derslik
. Atatürk Köşesi. Öğretmen masası.. Sıralar. Duvarda harita. Yazı tahtası.. Silgi. Ödev kağıtları.
Üzerinde dünya küre Tebeşir



BİRİNCİ BÖLÜM




( Derslik
... Öğrenciler sıralarında otururlar.)

ÖĞRETMEN (İçeri girer
.) – Günaydın çocuklar!

ÖĞRENCİLER ( Ayağa kalkar
.) – Günaydın öğretmenim!

ÖĞRETMEN – Oturun çocuklar
.

( Öğrenciler otururlar
.)

ÖĞRETMEN – Çocuklar! Ödevleriniz hazır mı?


ÖĞRENCİLER – Hazıır!


GİRAY ( Parmak kaldırır
.) – Öğretmenim, size bir şey sorabilir miyim?

ÖĞRETMEN ( Ödev kağıtlarını toplarken) – Sor bakalım, Giray
.

GİRAY ( Kurnaz kurnaz) – Öğretmenim, insan yapmadığı şeyden ötürü ceza görür mü?


ÖĞRETMEN – Görmez, oğlum
.

GİRAY ( Sevinçle el çırparak havalara zıplar
.) – Yaşasın! Ben ödevimi yapmadan okula gelmiştim.

( Öğrenciler güler
.)

ÖĞRETMEN ( Gülümseyerek Giray’ın kulağına yapışır
.) – Seni gidi, şeytan çekici seniii! Bu kurnazlığını ödevlerini yaparak göstersene...

ÖĞRETMEN ( Masa başına gider, oturur
. Ödevleri inceler.. Fakat çoğunuz Dünya’nın uydusunun adını yazmamış. Neden? Bilmeniz gerekirdi?
Masa üzerinde duran küreyi döndürerek) – Çocuklar! Karma ödev kağıdında, her birinizin birçok eksiğini gördüm

( Bu sırada Cemre ayağa fırlar.)

CEMRE – Ayy!


ÖĞRETMEN – Aferin Cemre! Bildin, otur
.

( Öğrenciler gülüşür
.)

ÖĞRETMEN – Çocuklar, neden gülüyorsunuz?


CEM ( Ayağa kalkarak) – Öğretmenim! Bildiğinden söylemedi
. İlknur, Cemre’ye çimdik attı. O da acıdan “Ay!”diye bağırdı.

(Öğretmen de, öğrenciler de gülerler
.)

ÖĞRETMEN – Çocuklar! Çimdik şakası, Dünya’mızın uydusunun Ay olduğunu Cemre’ye söyletti
. Artık kimse unutmaz. Öyle değil mi?

ÖĞRENCİLER – Eveet! ( Gülerler)


ÖĞRETMEN (Ödev kağıtlarından birini göstererek) – İlkay “gelmek fiilini” şimdiki zamana göre çekim yapmasını unutmuşsun
. Kalk, çekimini yap.

İLKAY ( Ayağa kalkar
.) – Celeyrum, celeysun, celey...

( Öğrenciler güler
.)

GİRAY – ( Ayağa fırlar
.) – Öyle mi söylenir babo?

ÖĞRETMEN ( Gülümseyerek ) – Öyleyse, sen söyle
.

GİRAY - Gelirem, gelirsen, geliir
..

( Öğrenciler güler
.)

İLKNUR – Öğretmenim, ben söyleyeyim mi?


ÖĞRETMEN – Söyle kızım
.

İLKNUR – Geliyorum, geliyorsun, geliyor
. Geliyoruz, geliyorsunuz, geliyorlar.

(sınıf alkışlar
.)

ÖĞRETMEN – Aferin, İlknur! Çocuklar, iki arkadaşınız kendi yörelerinin şiveleri ile çekim yapmaya kalkınca komik oldular
. Onlar da zamanla dillerini düzeltecek, güzel Türkçe’mizi düzgün söyleyeceklerdir. Öyle değil mi?

ÖĞRENCİLER – Eveet!


ÖĞRETMEN – Giray, ödevini yapmadan geldin
. Şimdi tahta başına geç. Sözlü sınav olacaksın.

GİRAY (Tahta başına geçer
.) – Öğretmenim, bir daha ödevimi yapmadan okula gelmeyeceğim.

ÖĞRETMEN – Peki, Giray, aferin! Söyle bakalım
. Fırından beş tane ekmek aldın. Fırıncıya bir buçuk milyon lira verdin. Geri kaç lira alacaksın?

GİRAY ( Düşünür gibi yapar
.) – Hiiç!

ÖĞRETMEN – Nasıl hiç?


GİRAY – Öğretmenim, benim babam fırıncıdır
. Biz ekmeğe para vermeyiz.

( Öğrenciler güler
.)

ÖĞRETMEN ( Gülümseyerek ) – Öyle olsun
... Peki, şu soruyu yanıtla. Beş tane iki kaç eder.

GİRAY ( Düşünür
.)

ÖĞRETMEN – Oğlum, siz her hafta çarşıya yumurta götürüp satmıyor musunuz?


GİRAY – Satıyoruz, öğretmenim
.

ÖĞRETMEN – İyi düşün! Yumurtaları ikişer ikişer sepete beş sıra dizdiniz
.

GİRAY – Öğretmenim, biz yumurtaları sepete ikişer dizmiyoruz ki
...

ÖĞRETMEN – Ya, kaçar diziyorsunuz?


GİRAY – Üçer üçer diziyoruz
.

ÖĞRETMEN – Öyle olsun!
... Yumurtaları sepete üçer üçer, beş sıra dizdiniz. Hepsi kaç yumurta eder? Çarp bakalım.

GİRAY ( Kurnaz kurnaz) – Çarpamam öğretmenim
.

ÖĞRETMEN – Neden çarpamazmışsın?


GİRAY – Çarparsam, yumurtalar kırılır da ondan
...

(Öğrenciler güler
.)

ÖĞRETMEN (Gülerek ) – Peki
... Sekizin yarısı kaç eder.

GİRAY - ( Kurnaz kurnaz) – Enine mi, boyuna mı öğretmenim? ( Tahtaya büyükçe sekiz çizer!) Sekizi enine bölersek
... (Çizgiyle böler.) Üst üste iki sıfır eder.... ( Sekizi çizgiyle boydan boya ayırır.) Yarısı üç olur.
Boyuna bölersek

( Öğretmen de, sınıfta kahkahayla güler.)

ÖĞRETMEN – Bir soru daha! Bakalım, bunu nasıl yanıt vereceksin? On parmaktan on çıktı, kaç kalır?


GİRAY – On parmaktan on çıktı, yine on kalır, öğretmenim!


ÖĞRETMEN ( Şaşarak) – Nasıl, yani?


GİRAY ( Koşarak oturduğu sıraya gider
. Çantasından bir çift eldiven çıkarır. Parmaklarına geçirir. Sonra eldivenleri parmaklarından çıkararak.) – İşte böyle öğretmenim... On parmaktan on çıktı, yine on kalır...

( Öğrenciler güler
.)

ÖĞRETMEN ( Gülerek Giray’a yaklaşır
. Tombul yanaklarından okşayarak) – Çocuklar, Arkadaşınız ne güzel buluşlar yaptı, değil mi?

ÇOCUKLAR – Eveet, öğretmenim!


ÖĞRETMEN – Giray, ilerde iyi bir mizah yazarı olur
. Bu söyleyişimizi Okul Gazetesi’ne yazın. Öteki sınıflarda okuyup gülsünler.

( Öğrenciler, Giray’ı alkışlarlar
.)

ÖĞRETMEN – Çocuklar! Sosyal Bilgiler’den sözlü sınav yapacağım
. Sınava gönüllü kim kalkacak?

( Hiçbir öğrenciden parmak kalkmaz
.)

ÖĞRETMEN – Öyleyse ben de not defterini açar, oradan kaldırırım
. ( Sayfaları rast gele çevirir. Cem’in adını okur..)
Cem iki büklüm tahta başına geçer

ÖĞRETMEN – Cem! Duvarda asılı duran haritanın yanına git. Mısır’ı soracağım. Dünyada Mısır’ın nesi meşhurdur?

CEM ( Bir haritaya, bir sınıfa bakar
.) – Şey... Öğretmenim! Mısır’ın nesi mi meşhurdur?

ÖĞRETMEN – Evet, çocuğum! Mısır’ın nesi meşhurdur?


CEM – Şey
... Patlamışı öğretmenim!

ÖĞRETMEN ( Şaşkın) – Patlamışı mı? Sen neler söylüyorsun?


CEM ( Kurnaz kurnaz) - Evet, öğretmenim
. Mısırın patlamışı meşhurdur. Dedem kış geceleri ocakbaşında mısır patlatır.

Ateşte çıtır pıtır patlayan mısır mis gibi kokar
. Pamuk gibi açar. Yemesi ne hoştur.

( Öğrenciler kahkahayla güler
.)

ÖĞRETMEN (Gülerek) – Bugün bizim sınıf, Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı’na döndü
. Sen de mi komiklik yapacaksın?

( Cem utanır, başını öne eğer
.)

ÖĞRETMEN – Mısır denilince, Nil nehri ile piramitler akla gelir
. Biri Mısır’a hayat verir. Öbürü turist çeker.

ÖĞRETNCİLER – Eveet!


ÖĞRETMEN – Türkiye’nin böyle meşhur yerleri vardır
..
Örneğin Pamukkale, Bodrum

ÖĞRETNCİLER – Eveet!

ÖĞRETMEN – Cem, Bodrum nerededir? Yararları nelerdir?


CEM – Şey
..: ( Yine kafadan atar.) Bodrum evlerimizin alt katındadır. Odun, kömür koymaya yarar.

( Öğrenciler güler
.)

CEMRE – Öğretmenim! Bodrum
. Ege Denizi’nde yat limanıdır. Bol bol turist çeker.

ÖĞRETMEN (Ciddileşir
.) – Cem, Giray’a özenmeyi bırak..
Alırsın zayıfı, ha! İyi düşün, doğru cevap ver

CEM – Peki, öğretmenim!

ÖĞRETMEN – 1514 yılında yapılan savaşın adı nedir?


CEM ( Sınıfta imdât ister gibi bakar
. İlkay “ Çaldıran!” diye fısıldar. Fakat Cem heyecandan pek iyi anlayamaz.) – Çıldıran, öğretmenim!

( Öğrenciler kikir kikir gülüşür
.)

ÖĞRETMEN ( Kaşlarını çatar
.) – Ne, çıldıran mı?

CEM (Yaptığı yanlışı anlar
. Fakat bozuntuya vermez.) – Evet, öğretmenim, çıldıran! Şah yenilince ordusunu kaybetti. Tahtını kaybetti. Hazinesini kaybetti. O nedenle üzüntüsünden çıldırmış olabilir. O savaşa çıldıran savaşı da denir...

( Öğretmen ve sınıf kahkahayla güler
.)

ÖĞRETMEN – Anlaşıldı, çocuklar! Bugün sınıfın neşesi yerinde
... Madem öyle, benim de size komik sorulu bilmecelerim var. bilin bakalım; borcu olmayan ilçemizin adı nedir?

ÖĞRENCİLER – Ödemiş! Ödemiş!


ÖĞRETMEN- En yumuşak yöremiz neresidir?


ÖĞRENCİLER – Pamukkale! Pamukkale!


ÖĞRETMEN – Denizin ortasında ne vardır?


ÖĞRENCİLER – Ada!


ÖĞRETMEN – Bilemediniz! Sorunun yanıtı böyle olmayacak
...

ÖĞRENCİLER – Vapur!


ÖĞRETMEN – Hayır! Hayır!


İLKAY – Öğretmenim, sen söyle!


ÖĞRETMEN – Olmaaz! Siz bulacaksınız
. Değişik düşünün... Aslında bilmeceyle birlikte yanıtı da içinde... Denizin ortasında NE vardır.

İLKAY – Öğretmenim, ben bildim! Deniz bir sözcük; ortasında “N” harfi vardır
.

ÖĞRETMEN – Aferin, İlkay!


(Sınıf İlkay’ı alkışlar
.)

CEMRE – Öğretmenim! Bir bilmece daha sor
.

ÖĞRETMEN – Soracağım
. Aklınızdan kolayca toplama, çıkarma, bölme yapabileceğiniz sayılar tutun. Ben de sayınızı bilip söyleyeceğim. Fakat nasıl bildiğimi kim bulacak?

ÖĞRENCİLER – Sor! Sor!


ÖĞRETMEN – Aklınızdan bir sayı tutun!


ÖĞRENCİLER – Tuttuk, öğretmenim!


ÖĞRETMEN – Tuttuğunuz sayı kadar arkadaşından alın!


ÖĞRENCİLER – Aldık, öğretmenim!


ÖĞRETMEN – Benden de 10 alınız!


ÖĞRENCİLER – Aldık, öğretmenim!


ÖĞRETMEN – Hepsini toplayın!


ÖĞRENCİLER – Topladık, öğretmenim!


ÖĞRETMEN – İkiye bölün!


ÖĞRENCİLER – Böldük, öğretmenim!


ÖĞRETMEN – Arkadaşınızdan aldığınız sayıyı geri verin!


ÖĞRENCİLER – Verdik, öğretmenim!


ÖĞRETMEN – Geriye 5 kalır
. Bildim mi?

ÖĞRENCİLER – A a a! Bildiniz, öğretmenim
.

ÖĞRETMEN – Peki, nasıl bildim?


ÖĞRENCİLER – Nasıl bildiniz, öğretmenim?


( Zil çalar
.)

ÖĞRETMEN- Zil çaldı
. Eve gidince anne ve babalarınızla birlikte düşünün
 
#2
ÖĞRETMEN - VELİ GÖRÜŞMESİ



ÖĞRETMEN : Sayın veliler okulumuzun 5A sınıfı veli toplantısına hoş geldiniz
. Şimdi sırayla gelip çocuklarınızın durumunu benden öğrenebilirsiniz . Evet siz buyrun önce.



ALİ BEY : Hocam ben Hatice'nin babasıyım




ÖĞRETMEN : Aa,demek siz Hatice'nin babasısınız ha ? Kızınız derslerde hep konuşuyor efenim
.



ALİ BEY : Ah, ah hocam, siz bir de annesini görseniz, evlendiğim günden beri daha hiç susmadı
.



VELİ BEY : Hocam ben Ziya'nın babasıyım




ÖĞRETMEN : Ha şu kopyacı Ziya
... Beyefendi çocuğunuz hep kopya çekiyor.



VELİ BEY : Ama hocam nerden biliyorsunuz? Belki arkadaşı bizimkinden kopya çekiyordur
.



ÖĞRETMEN : Mümkün değil
. Arkadaşı sorduğum bir sorunun cevap kısmına "Bilmiyorum" diye yazmış, ziya "Ben de bilmiyorum" diye yazmış .



VELİ BEY : Haaaaaaa!




AHMET BEY : Hocam bizim Gülsüm nasıl?




ÖĞRETMEN : Kızınız çok yalan söylüyor
.



AHMET BEY : Ama benim kızım yalan söylemez
.



ÖĞRETMEN : Bakm beyefendi, geçen gün bana telofon geldi
. Telofondaki ses "Hocam Gülsüm çok hasta, yarın okula gelmiyecek" dedi. Ben "Peki gelmesin ama siz kimsiniz ?" diye sorunca, telefondaki ses ne dese beğenirsiniz!... "Şey, ben babam öğretmenim!"



AHMET BEY : Hocam çocuklara çok ödev veriyorsunuz
.



ÖĞRETMEN : Bunu da nerden çıkarttınız?




AYDIN BEY : Nereden olacak, oğlum ödev yapmak için bir sekreter tuttu
.



AYŞE HANIM : Hocam biz Emine'nin anne ve babasıyız
.



ÖĞRETMEN : Ooo, Emine çok zeki bir öğrenci
...



AYŞE HANIM : Öyle mi ,bey görüyor musun, kızımız zekasını benden almış
.



TAHİR BEY : Ondan hiç şüphem yok! Çünkü benim zekam yerinde duruyor
.



ZEHRA HANIM: Hocam Kemal nasıl?




ÖĞRETMEN : Ödevlerini sürekli yanlış yapıyor
.



ZEHRA HANIM: Ah hocam, o kadar da söylüyorum babasına, "Bırak da çocuk ödevlerini kendisi yapsın" diye
...
Ama dinlemiyor ki



CEMİL BEY : Hocam bizim oğlan sizin çok tutarsız bir öğretmen olduğunuzu söylüyor
.



ÖĞRETMEN : Ne demek bu?




CEMİL BEY : Bir dediğininiz bir dediğinizi tutmuyormuş
.. Dün de üç ile yediyi toplarsak 10 eder demişsiniz. Çocuk bunun hangisine inanacak Allaşkına.
Bir gün, beş ile beşi toplarsak on eder, başka bir gün de, altı ile dördü toplarsak 10 eder, diyörmüşsünüz



METİN BEY : Hocam Kerim'in durumu nasıl?




ÖĞRETMEN : Çok kötü, siz bunu okutmayın boş yere
.



METİN BEY : Niye ?




ÖĞRETMEN : Niye olacak ,geçen gün Türkiye'nin başkenti nere, diye sordum, Türkiyenin başkenti Payas'tır dedi
.



METİN BEY : Vay eşek herif vay
.. Valla hocam, inanın o kadar da anlattım "Türkiye'nin başkenti Dörtyol'dur" diye.
 
#3
ÖĞRETMENİM İKİ ELİM YAKANDA



ÇIRAK: Abi be,




EŞKİYA: Yine ne var aslanım?




ÇIRAK: Abi kızmazsan bir şey daha soracağım sana
...



EŞKİYA: Sor yavrum sor
. Sen benim yerimi alacaksın gelecekte. Her usta, yerine bir adam
yetiştirip öyle ölür. Sor ki öğrenesin bu mesleğin tüm inceliklerini... Sevgili çırağım
benim.



ÇIRAK: Peki ustacım
. Sen bu mesleğe nasıl başladın bir ani atsana.



EŞKİYA: Hırsızlık mesleğine mi? Ohoo! Uzun hikaye
...



ÇIRAK: Kısaca anlat
.



EŞKİYA: Valla bu mesleğe başlamamın iki sebebi var
....
Birincisi annem



ÇIRAK: Anneniz mi? Yani sizin anneniz de mi bir hırsızdı?




EŞKİYA: Yok canım
. Annem aslında kimsenin bir şeyinde gözü olmayan bir kadındı.



ÇIRAK
Peki size bu mesleği nasıl öğretti öyleyse.



EŞKİYA: Kızmazdı tabi
.



ÇIRAK: Yani hiç kızmaz mıydı?




EŞKİYA: Ben küçükken okulda veya sokakta arkadaşlarımın küçük eşyalarını çalar eve

getirirdim. Annem bu eşyaları, oyuncakları elimde görmesine rağmen sesini
çıkarmazdı hiç.



ÇIRAK: Sonra ne oldu peki?




EŞKİYA: Ne olacak, profesyonel bir hırsız olup çıktım
..
İnek, koyun, at çalmaya başladım



ÇIRAK: Hiç at çaldın mı gerçekten
...



EŞKİYA: Ohoo o! Hemde bu ülkenin en hızlı atını bile çaldım
. Hatta diyebilirim ki bu konuda
üstüme yoktur. Hadi sen tezgaha bak da ben bi helaya gidip geleyim.



ÇIRAK :Ne tezgahı ab i
. Dağbaşındayız biz?



EŞKİYA: Oğlum anla işte, gelen geçen olursa soy soğana çevir demek istedim
.



ÇIRAK: Haa! Tamam ab i, s en merak etme
.



EŞKİYA: Aha biri daha geliyor
. Saklan oğlum. Hey dur bakalım.



öĞRETMEN: Ne var, ne oluyor?




EŞKİYA: Sökül bakalım cüzdanı!




öĞRETMEN: Niye?




EŞKİYA:Niye mi? Bu bir soygundur da ondan
....



öĞRETMEN:Ha pardon, bir an anlıyamamıştım da
.... Ne olur beni
öldürmeyin.
Buyrun, işte cüzdanım



EŞKİYA: Oo, amma da paran varmış ha! Ne iş yapıyorsun sen
..?



öĞRETMEN: Ben, ben öğretmenim
.



EŞKİYA: Nerde?




öĞRETMEN: Kasabadaki lisede
. Adım Hüseyin Erkılıç...



EŞKİYA: Vay hocam! Siz ha! Beni tanıdın mı, ben Sedat Yarma!




öĞRETMEN:343 Sedat, sen ha
.. Ne yapıyorsun burada?



EŞKİYA: Valla hocam gördüğünüz gibi mesleğimizi icra ediyoruz
.



öĞRETMEN :Ya
...., Demek mesleğini icra ediyorsun ha...... Yazık...
Üstelik öğretmenini soyarak



EŞKİYA: Kusura bakma hocam suç benim değil
. Gel buraya çırak!



ÇIRAK: Buyur usta!




EŞKİYA: Hani demiştim ya beni bu mesleğe iten iki sebep var diye
...



ÇIRAK: Evet, birisi annenizdi
.



EŞKİYA: Birisi annem demiştim
. İşte birisi de bu. Yani öğretmenim.



öĞRETMEN: Ne, ben mi seni hırsız yaptım?




EŞKİYA: Tabi ya
. Söyle bakalım Hoca, benim üzerime titredin mi hiç? Okulda başım önde
gezerken omuzuma elini atıp derdimi dinledin mi?Kaç kez evimi arayıp halimisordun?
Derslerimde başarısız olduğumda sebebini araştırmışmıydm? Halimi anlamış miydin?
Ben o halimle tehlike sinyali verirken tedbir almış mıydm? Yok hoca yok! Beni hırsız
eden sensin sen.... Şimdi ver şu cüzdanı da kaybol.... Ha bu arada, öğrencinle ne
kadar gurur duysan azdır... O ilgilenmediğin talebe şimdi bir numaralı eşkiya...
 
#4
ÖĞRETMENLİK KUTSALDIR



OYNAYANLAR: Öğretmen, Şair, Heykeltraş, Ressam, Müzisyen, Mimar




DEKOR : Şairin, heykeltraşın çalışma masaları
. Daktilo, büst. Ressam, mimar ve müzisyenin meyilli çalışma sehpaları. Tablo, fırça, nota kağıtları, cetvel, gönye..
Tabure, sandalye, saksı içinde çiçekler



( Perde açılır
. Ressam, elinde fırça ve paletle tablo üzerinde boyama yapar. Geriden, yandan inceler.



Heykeltraş, çekiç ve yontu aleti ile “tak tak” çalışır
..
Müzisyen aletini “tın”latır, notaya alır

Mimar, cetvel ve kalemle ölçer, çizer. Şair, sahne önünde, sağa sola volta atarak şiirler okur. Öğretmen, geriden gençleri izler.)

ŞAİR – Ey, güzellikler diyarının füsunkar perisi!


Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da
...

Seni aşkım canavarlar gibi yine takip edecek!


( Sahnedeki arkadaşları şaire bakarak gülerler
.)

ÖĞRETMEN – Evlat! Hangi diyarlardan gelip hangi iklimlere gidiyorsun?


ŞAİR – Kim o? Beni alaya alan kim?


ÖĞRETMEN – Hey gidi gençlik, hey!


ŞAİR ( Öğretmene bakarak) – İhtiyar
... Bir ihtiyar... İçeri gel ihtiyar!

( Öğretmen ağır adımlarla sahneye girer
.)

ŞAİR – Ne diyorsun ihtiyar?


ÖĞRETMEN – ( Yüzünde tatlı bir gülümseme vardır
.) – Hangi hayal ülkesinde uçuyorsun diyorum, böyle evlat?

ŞAİR – Uçmuyorum
. ( Heyecanlı) Güzellikler ikliminden, yaratıcılık dünyasına gidiyorum.

ÖĞRETMEN ( Şaşkın) – Gidiyor musunuz? Kiminle?


ŞAİR ( Sahnedekilere göstererek) – Arkadaşlarla
... Gel, seni sanatçı arkadaşlarımla tanıştırayım. (Neşeli) Hey, arkadaşlar! Bakın size kimi getirdim.

( Gençler, ihtiyar konuğa dönüp bakarlar
. İhtiyar da onları teker teker süzer.)

ŞAİR – İşte, geleceğin yaratıcıları!


ÖĞRETMEN – Geleceği yakalayabilseler bari
...

HEYKELTRAŞ ( Hırçın bir sesle) – Ne diyorsun ihtiyar? Gelecek her zaman bizimdir
. Bizler öldükten sonra, gene bizimdir.

ÖĞRETMEN – (Heykeltraş’a doğru yürür
.) – Çocuğum, sanatın nedir?

HEYKELTRAŞ – İşte, görüyorsun ya! Heykeltraşlık
.....
(Çalışmasını sürdürerek) Benim elimin altındaki taşlar, mermerler, Zalim Neron’un karşısında olduğu gibidir Titrer, şekil alır

Mermer buse olur, kadın olur, gözyaşı olur. Keder ve hüzün olur. İnsanların katı yüreklerine, zamanın bitmez, tükenmez tokatlarına göğüs gerer.

Müzelerin, tapınakların serin ve loş gölgeleri arasında kuş tüylerine gömülmüş hükümdar ve krallardan daha rahat, sonsuza dek yaşar
.

ÖĞRETMEN ( Ressama döner
. Çalışmalarını seyreder.) – Ya, sen evladım?

RESSAM ( Neşe dolu bir sesle) – Ben
... ( Tablo üzerinde fırça hareketi yaparak) Ben göklerdeki renklerle oynarım.. ( Havada resim yapar gibi) Gölgeleri olduğu gibi belirlerim. Bir parça bez ya da kağıt üzerine bir dünya kurarım.
Boyaların, şekillerin büyüsünden anlarım

En güzel dudaklardaki gülümsemeler gelip geçicidir. En güzel gözler, bir gün gelir, ölür. Toprak olur. En güzel yüzler buruşur, çöker.

Fakat benim fırçamın ucundan doğanlar, oldukları yerde büyük bir bağlılık ve içtenlikle kalırlar
. Solmaz, yıpranmaz ve ölmezler.

Ben içinde yaşadığım yüzyılı, öbür yüzyıllara, ruhunu da gelecek kuşaklara iletirim
. Bir tek bez parçasına dünyanın bağrındaki altınlar kadar değer veririm.

ÖĞRETMEN ( Müzisyene yaklaşır
.) – Evlat, pek sevinçlisin..
Aradığını bulmuşa benziyorsun

MÜZİSYEN ( Bestesine ara vererek.) – Aradığını bulmak mı? Ben aramam, yakalarım. Ben bir avcıyım. ( Müzik aletini tınlatır.) Havalarda dolaşan sesleri kovalar, onları yakalarım. Gizli isyanların, gizli aşkların, acı ve sıkıntıların ezgilerini dinler, tutarım.

Gökler gelir, benimle görüşür
. Denizler yaklaşır, kubbemde inler. Sinirler kavgalarını benim ruhumda yatıştırır. Bakışlar benim önümde ses, gözyaşları nakarat, gülümsemeler beste ve ritim olur. ( Telleri tınlatarak.) Elimdeki alet, melodilerle geçmişi geleceğe, kalpleri kalplere bağlar.

Ben ölür, toprak olurum
. Fakat... (Nota sesleri) Bu melodiler hiçbir zaman ölmez, sonsuza dek yaşayıp giderler.

ÖĞRETMEN ( Duygulanır
. Mimara yaklaşır.) – Söyle bakalım, senin sanatın da onların ki gibi ölmez mi? Sonsuza dek yaşar mı?

MİMAR – Evet
... Benimki de onlarınki gibidir. Ben hayallere, düşlere can ve ruh veririm. Elimin altında duran toprak, taş, kireç, kum benim buluşumla, yaratıcılığımla insanlığın onuru, mutluluğu ya da duanın sembolü olur.

Saraylar kurarım
. Kaleler yaparım. Zaman onları yıksa bile, kalıntıları önünde insanlar her zaman hayran kalırlar.

İşte, Efes harabeleri! İşte Selçuk sarayları!


ÖĞRETMEN ( Şaire yaklaşır
.) – Ey, genç! Sen ne yaparsın?

ŞAİR ( Daktilo başında) – Ben şairim baba, şair
.... Sözcükler benim esir ve kölelerimdir. Ne zaman istesem, duygulansam karşıma gelir, yerlere kadar eğilirler. El, etek öperler. Sonra ben onları şekilden şekle sokarım.
Sözcüklerle uğraşırım

( Müzisyenden hafif nağmeler...)

Onlar bazen aşk, sevgi, bazen zafer ya da isyan olurlar
.. Onlardan oluşan taburların önünde krallar bile selam dururlar.
Bahardan kokular, melodiler getirirler

Halk, yediden yetmişe, onları ezberden bilir.

Benden söz etmeyen, beni anmayan hiçbir çağ yoktur
.

ÖĞRETMEN – Tüm bu uğraşlar niçin gençler?


MÜZİSYEN – Niçin olacak? Sanat için
... Zevk için...

ÖĞRETMEN – Bence tam değiller
.

( Gençler birbirine bakarlar
.)

MİMAR _ Yaa! Tam zevk nerede? Hangi meslekte?


ÖĞRETMEN ( Heyecanlı) – Ben de
... Tam zevk bende..
Benim mesleğimde

GENÇLER (Merakla) – Mesleğin nedir? Nedir mesleğin?

ÖĞRETMEN – Mesleğim öğretmenlik
...

“ Ben öğretmenim çocuklar!


Unuttuğunuz yüzleriniz bende
.

Gülüşleriniz, gözleriniz


Dolaştığınız bahçelerde kalan


İzleriniz bende
.



Ben öğretmenim çocuklar!


Unutmam hiçbirinizi,


Bininizi, on bininizi


Kendiniz bile unuturken


O günlerdeki kendinizi
.”

“ Düşerseniz düşerim, koşarsanız koşarım
.

İçimi bir tuhaf eder kan,


Sıyrılmış kollarınız,


Çizilmiş dizleriniz bende
.



Ben öğretmenim çocuklar!


Usul usul, ince ince


Bereketli yağmurlar gibi yağmak isterim üstünüze
.

Çalsın bütün ziller tepelerden, doruklardan


Yine bugün son dersiniz bende
...”



( Gençlerin yanlarına teker teker giderek)




Siz taşları yontarsınız, ben genç dimağları
...

Siz tuvalleri boyarsınız, ben ruhları
...

Siz melodiler icat eder
. Ben ilkeler, inançlar, ülküler...

Siz binalar kurarsanız, ben gezen saraylar
...

Siz kelimelerden taburlar dizersiniz, ben zekalardan
...



Ne yazık ki, benim üzerimde işlediğim kafalar gün gelir ölür
. Toprak olur. Boyalarımın üzerinde imzam yoktur.



En kötüsü, yarattığım inanç ve ülküler bir gün bana karşı durabilirler
. Gezen saraylar çürür, beni tanımazlar olur.. Ama tüm bunlara karşın savaşımdan vazgeçmem. En isyankâr insan bile benim avuçlarımın içinde kalır.
Taburlar dağılır, görünmez olur

HEYKELTRAŞ – Yazık! Zevk bunun neresinde?

ÖĞRETMEN – Nankörlük karşısında direnme ve yılgınlık göstermeden kararlılık
... Çıkar ve karşılık beklemeden savaşabilmekte...

( Öğretmen çıkar
. Gençler işlerine dönerler. Şair duygulanmıştır. Öğretmenin sözleri onu etkilemiştir..)
Ayakta, öğretmeni yaşar

ÖĞRETMEN – Siz taşları yontarsınız, ben genç dimağları.. Siz melodiler icat eder, ben ilkeler, inançlar, ülküler...
Siz tuvalleri boyarsınız, ben ruhları

( Gençler, şairi izler. Onu anlamaya çalışırlar.)

ŞAİR – Ne yazık ki, benim üzerinde işlediğim kafalar ölür, toprak olur
. Yarattığım inanç ve ülküler bir gün bana karşı durabilirler. Ama ben bütün bunlara karşın savaşımdan vazgeçmem. ( Arkadaşlarına döner.)

Arkadaşlar! Bizim sanatımız, bizim uğraşımız öğretmenlik mesleğinin yanında bir hiçtir
. Kadınların zarif boyunlarında takılı ziynet eşyası gibi süsten, gösterişten öte geçemez.

Öğretmenlik öyle mi ya?
.. O, beyaz gerdanı, zarif boyunları değil; beyinleri süsler, değerlendirir. Ülkülerle, inançlarla işler. O, yeryüzünde dolaşan Tanrı’nın sihirli değneğidir.

( Teker teker arkadaşlarına)


Sen mimar, sen müzisyen, sen ressam, sen taşlara ruh veren adam! Becerilerimize kimlere borçluyuz?


Okul yıllarımıza hatırlıyorum da
... Şu kadarcıktık. ( Mimara) Boynun ip gibi, karnın küp gibiydi. Oyuncakların kibrit çöpü ve çakıl taşlarıydı. ( Ressama) İşin gücün duvarları, sıraları karalamaktı. Garip çizgilerle sınıfı kirleten yaramaz bir çocuktun. ( Müzisyene) Sen, yarının bestecisi! Cırlak sesinle kulaklarımızı tırmalardın.. ( Ressama) Bayramlarda sınıf süsleme işlerini sana verirdi. ( Mimara) Derslerde konuların şekillerini sana çizdirirdi. ( Müzisyene) Müzik korosunu sana yönettirirdi. ( Heykeltraşa) Çamurdan, kardan yaptığın heykellerle öğretmenimizin sevgisini kazanırdın.
Düşünün! Yeteneklerimizi keşfeden öğretmenlerimizi düşünün

Dünyaya bizi annemiz getirdi. Sanat dünyasına da öğretmenlerimiz.

MÜZİSYEN – Büyük insan biraz önce aramızda idi
.

MİMAR – Tek tek bizimle ilgilendi
. Bizi dinledi.

HEYKELTRAŞ – Onu anlayamadık
.

RESSAM – Nasıl da heyecanlı idi, mesleğim öğretmenlik derken
...

ŞAİR – Biz onu umursamadık bile
.

MÜZİSYEN – Ey, ne duruyoruz öyleyse? Koşalım ardından
. Özür dileyelim. Kulübümüze üye edelim.

HEPSİ – Elini öpelim
. Gönlünü alalım.

Öğretmenim! Öğretmenim!


( Koşarlar
. Sahneden çıkarlar. Az sonra öğretmenle birlikte sahneye dönerler.)

ÖĞREETMEN – Teşekkür ederim çocuklar!


“Mesut olmuş görmek isterim hepinizi


Dertliyi, erkeği, yaşlıyı, genci
...

Bayram sevinciyle, kol kola sokaklarda


Su başlarında, ağaç altlarında, parklarda


Sevgililer, baş başa, muratlarına ermiş
...

Çocuklar, el ele, bir halka oluvermiş


Ne yoksul ahı, ne dul hıçkırığı, ne hasta iniltisi


Mesut olmuş görmek isterim hepinizi
...”

GENÇLER ( Alkış tutar
.) – Yaşa öğretmenim, çok yaşa! Artık aramızdasın. Hep birlikte mesut olacağız. ( Elini öperler.)
 
Üst