Mu'tezile Mezhebi Hakkında Bilgi

#1
Sponsorlu Bağlantılar
Mu'tezile Mezhebi - Mu'tezile Mezhebi Hakkında Genel Bilgi

Mu'tezile Mezhebi
İslam Ansiklopedisi
İslâm mezhepleri tarihinde adından en çok bahsedilen, görüşlerine en faz*la yer verilen mezheplerden biri de Mu'tezile'dir. Çok farklı görüşler öne sürmüş, belirli bir döneme özgü ol*mak üzere hatırı sayılır bir taraftar kalabalığı toplamıştır. Mu'tezile'nin kurucusu Vâsıl ibn-i Atâ (8. yy)dır. Hasan Basri'nin ta*lebesi olan Vâsıl ibn-i Atâ, hocasının bir soruya karşılık büyük günah işle*yenin dinden çıkmayacağı şeklindeki cevabına itiraz etmiş ve onun ders hal*kasından ayrılmıştır. Bunun üzerine Hasan Basri "Hezele annâ Vâsılun" (Vasıl bizden ayrıldı) demiş ve Vâsıl'ın kurduğu mezhebe "Mutezile" den*miştir. Mu'tezile itikat (inanç) konuları üzerindeki anlaşmazlıklarda pervasız düşünceler öne sürmüştür. Ehl-i Sün*netin, inanç konularına ihtiyatlı yak*laşımından, küfre düşme endişesinden bütünüyle uzak bir çizgi tutturmuş*tur. İnanç ihtilaflarına kaynak etmiş olan kader konusunda Mu'tezile, insanın yaptığı her şeyin yaratıcısı oldu*ğunu, kulların eylemlerinde Allah'ın iradesinin bir etkisi olmadığını öne sü*rerek kaderi inkâr etmişlerdir. Bun*lara göre kader yoktur, kul mutlak irâde sahibi olarak kendi kaderinin belirleyicisidir.

Mu'tezilenin beş esası
Mu'tezile mezhebi kendi arasında çeşitli kollara ayrılmıştır. Bu kolların her birinin kendisine has görüşleri ol*makla beraber bütün mu'tezilî fırka*ların umumiyetle ittifak ettiği bazı noktalar vardır. Beş esas (usûl-i ham*se) halinde toplanan bu prensiplerin tamamını benimseyenler Mu'tezileden kabul edilmektedir. Bu esaslar şun*lardır:

1) Tevhîd
Allah teâlâyı gerek zat ve gerek sı*fatları bakımından bir ve tek kabul et*mek manasına gelen "tevhîd" bütün islâmî fırkalar tarafından benimsenen bir esastır. Ancak Allah'ın sıfatları konusunda Mu'tezile kendine has bir anlayışa sahiptir. Onlara göre Allah'*ın sıfatları vardır. Ancak bu sıfatlar onun zâtı üzerine zâid manalar, yani zâtından ayrı düşünülebilen şeyler olmayıp zâtında mündemiçtir. Binaena*leyh Cenabı Hak için "alîm, semî', basîr'dir" denilebilir, fakat "onun ilim, sem', basar... sıfatı vardır" de*nilemez. Çünkü birinci anlayışta kul*lanılan kelimeler sıyga bakımından da sıfat olup zâtı ve sıfatı aynı anda ifa*de etmiş olur. İkinci anlayışta ise sı*fat masdar şeklinde zikredilen bir ma*na olup zâta ayrıca ilave edilmekte*dir. Allah'ın sıfatları da zâtı gibi ka*dîm olacağından ikinci anlayışa göre birden fazla kadîm kabul edilmiş olur (taaddüd-i kudemâ'), bu ise tehvid prensibine aykırı düşer.
Mu'tezile, tevhîd anlayışa bağlı olarak, kelâm ilminin en çok müna*kaşa edilen "kelâmullah" bahsinde de değişik bir görüş ortaya atmıştır. Onlar kelâm sıfatının -Tevrat, İncil, Kur'an gibi- insanlar arasında tecelli eden yönüne bakarak onun kadîm de*ğil mahlûk (hadis) olduğunu iddia et*mişler, bu sıfatın Allah ile kaim ol*madığını söylemişler ve bunun uğrun*da, yıkılışları için sebep teşkil edecek kadar aşırılıklar göstermişlerdir. Yine onlar, Hâlikîn hiçbir veçhi*le mahlûka benzemiyeceği prensibin*den hareket ederek Allah'ın ahirette görülmesini (ru'yetullahı) inkâr etmiş*lerdir.

2) Adl
Cenabı Hak Adl (âdil)dir, kulla*rına asla zulmetmez, binaenaleyh kul*lar, yaptıkları ihtiyarî fiilleri (iyilik ve kötülükleri), Allah taâlâ tarafından kendilerine verilen hür ve müstakil irade ile yaparlar, bu fiillerin meyda*na gelişinde ilâhî irade ile vuku bulsaydı kul o fi'li cebir altında yapmış olurdu. Bu takdirde o fiilden dolayı ceza görmesi zulüm olurdu.
Mu'tezile bu görüşüyle, kendile*rinden önce gelen Kaderiyyenin fik*rini benimsemiş, fiillerin meydana ge*lişindeki ilâhî iradeyi ve kaderi inkâr etmiş oluyor. Mu'tezile bu görüşüne bağlı olarak şunu da ileri sürer: Kul için hayırlı ve elverişli (aslah) olanı yaratmak Al*lah'a vâcibdir (vucûd ale'llah). Onun hikmeti, kulların iyiliğine riayet etme*yi gerektirir.

3) Va'd ve vaîd
Kişi mümin ve mutî olarak ahirete intikal ederse sevap ve mükâfata (va'd), buna mukabili imansız olarak veya büyük ganah (kebîre) işleyip tevbe etmeden ölürse azaba ve ebedî ola*rak cehennemde kalmaya (vaîd) lâyık olur. Cenabı Hak, büyük günahı, tev-be olmaksızın hiçbir şekilde (kendi lütfuyla veya şefaatle bile olsa) affet*mez. Bu günah ebedî olarak cehen*nemde kalmayı gerektirir. Büyük gü*nahlardan kaçınanların küçük günah*ları ise afolunur. Binaenaleh, mümin cehenneme -muvakkat bir zaman için de olsa- girmez. Cehenneme bir defa giren bir daha çıkamaz.
Mu'tezile, bu görüşüyle Mürci'eye karşı çıkmış, ameli imandan cüz' saymış, şefaati kısmen inkâr etmiş oluyor.

4) Menzile beyne'l-menzileteyn
Büyük günah (kebîre) işleyen mümin imandan çıkar, çünkü amel imandan bir cüz'dür. Fakat küfre gir*mez, zira kendisinden hâlâ mevcud olan kelime-i şehadet ve benzeri iyi*likler küfre münâfidir. O halde iman i!e küfür arasında biryerde, iki men*zile arasında bir menzilede bulunur. Böylesine ölünceye kadar Müıslüman muamelesi yapılır. Şartlarına uyarak tevbe ederse imâna döner. Tevbe et*meden ölürse öldüğü andan itibaren kâfir sayılır.

5) Emri bi'l-ma'rûf nehiy ani'l-münker İyiliği yaptırmaya ve kötülüğü ön*lemeye çalışmak bütün Müslümanla*ra farzdır. Bu, İslâm davetinin yayıl*ması, sapıkların doğru yolu bulması ve Müslümanların nazarında hakla bâtılı birbirine karıştıran din düşman*larının zararlarının bertaraf edilebil*mesi bakımından zaruridir. Mu'tezile, bu prensip'lerine bağlı olarak yabancıların İslama yaptıkla*rı fikrî taarruzlara karşı çıkmış ve Is-lâmı savunmuşlardır. Ancak kendi görüş ve düşüncelerini Müslüman zümrelere kabul ettirebilmek için ay*nı prensip uğrunda yürüttükleri mü*cadelelerde aşırı gitmiş, sert davran*mışlardır.

 
Üst