Kuşlarla İlgili Makaleler - Kuşlarla İlgili Yazı Kompozisyon

SeLeN

Yönetici
Editör
#1
Sponsorlu Bağlantılar
Kuşlarla ilgili Makalele örnekleri - Kuşlarla ilgili kısa Makalele örnekleri



Corvidae ailesine bağlı olan kargaların tüm kuşların en akıllıları olduklarına inanılır ve yüzyıllar boyunca neden bu kadar saygı gördükleri şaşılacak şeydir.

Bir karganın dişi mi erkek mi olduğunu sadece dış görünüşüne bakarak söyleyemeyiz. Dna kan testi cinsiyeti belirler. Kargaların günlük yaşamlarıyla ilgili çalışmalar, özellikle yuvalama dönemi boyunca, cinsiyete dair bir ipucu verebilir ancak bu çoğu kişinin gözlemleyebileceği bir şey değildir. Kargaların siyah olmasının bir sebebi vardır. Bu onların türünün tanınması içindir. Bir karga diğer bir kargayı,gün içinde, uzaktan rahatlıkla tanır çünkü siyah gün içerisinde oldukça rahat görünür. Doğada kargalar 10 yıl yaşarlar bu +/- 2 hatta 3 de olabilir (Dilling, 1988, Ontario Bird Banding Association Newsletter 22:2-3). Bilinen ikinci en yaşlı olan ise 14 yaşında ve 7 aylıktır (Clapp et. al., 1983, Journal of Field Ornithology, 54(2): 123-137). Kargalar neredeyse herşeyi yer. Kargaları bir fast food restoranının, park yerindeki çöplerden kendisine bir ziyafet çekerken bulabilirsiniz. Onlar böcek, kurt, fare, yumuşak meyve, mısır ve diğer lezzetli şeyleri yerler. Yetişkin bir karga her gün 11 ons gıdaya ihtiyaç duyar.Bir çok insan kargaların tarla mahsüllerine zarar verdiğine inanır. Bu her zaman doğru değildir. Kargalar sık sık zararlı böcekleri yer ve bu da çiftçilere fayda sağlar.
Kargalar doğada oldukça sosyallerdir. Kendi türleriyle etkileşim içinde olmak (ya da birbirlerini etkilemek) onlar için çok önemlidir. Erkek kargalar arzu ettikleri dişiye kur yaparlar. Erkek dişiyi elde etmek için tüylerini kabartır, kasıla kasıla yürür, dişinin yakınında uçar. Bir kez çiftleşti mi, bu ömür boyu devam eder. Kargalar yalnızca kendi ailelerini savunmak ve korumakla kalmaz, ayrıca diğer kargaların da yardıma ihtiyaç duymaları ya da tehlike içinde olmaları durumunda yardıma gelirler. Kargalar işbirlikçi hayvanlardır. Her iki ebeveyn karga da yumurtaların üzerine oturur. Ailenin her üyesi yavruların bakımında yardım eder. Yuvalama dönemi gelince genç kuşlar anne babalarına, yuvalama materyalleri bulmaya yardım ederler. Anne karga yuvalama materyallerini rahat ve yumuşak bir yuvaya dönüştürür. Kuluçkadaki yumurtaların sayısı genellikle 4 ile 6,dır.
Baykuş ve şahinler kargaların iki düşmanıdır. Kargalar bir puhu ya da şahinin saldırması durumunda biraraya gelir ve hayvanın etrafına üşüşerek rahatsız ederler.
Kargalar Yeni Zelanda, Antartika ve Güney Amerika haricinde tüm dünyada bulunurlar. Kargaların var oluşu insan gelişimi ile alışıla gelmiştir. Kargalar şu an insan atıklarının kümelendiği alanlarda bulunmakta ve gelişimleri sürdürmektedirler. Çoğunlukla sabahları çöp atıklarını boşaltmaya gelen konteynerların yanında gezerler. Kargalar dünyanın her ülkesinde ve şehirinde bulunmaktadır. Kargaların neden hızlı bir şekilde ürediğini biri soracak ve suçlayacak olsa, bu alt akademedeki insanların suçudur diyebiliriz. Öte yandan, Kuzgunlar bunun sonucu olarak hızla artan insan populasyonundan ayrı yerlere çekilmişlerdir.
Kargalar, özellikle Kuzgunlar ölümün yanında hastalık ve günahın da sembolü olmuşlarıdır. 'Tanrının planının bir kusuru varsa, o kusur bu kuşlar olmalıdır' denir. Shakespeare Macbeth'de der ki; 'Kuzgun sesiyle kötülüğün kapılarını açar' ve Othello'da 'Kuzgun hastalık dolu evin üzerinde dolanır', ikisinde de kuzgun kötülüğün imzasını bağırır.. Heinrich, 'kuzgun günahkarla eş anlamlıdır' der. İncildeki iddialara rağmen Heinrich'e göre 'kuraklık ve kargaşa zamanları boyunca kutsal keşişleri beslemişlerdir'. Kral 17:6 da, Tanrının mesajı: 'Buradan ayrılın ve doğuya dönün. Cherit nehri boyunca saklanın. Orası Ürdün'ün doğusudur. Dereden su içebilirsiniz. Kuzgunlara sizi orada beslemeleri için emir verdim'.
Bununla birlikte eski dünyanın karanlık egemen düşüncelerine karşın Amerika kıtası yerlileri Kuzguna en azından saygıyla yaklaştılar. Karga ve Kuzgunlara dair birçok hikayeleri vardır. Özellikle Alaska'da bir kuzgunu öldürmek en büyük tabudur ki o saldırgana 'hiçbirşey' ama zarar getirir..
Kur'an-ı Kerîm'de, Allah kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini ona göstermek üzere, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Çünkü ilk defa bir ölüm oluyor ve Kâbil gömmeyi düşünemiyordu. Yapacağı işi bir kargadan öğrenince) "Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek konusunda, bu karga kadar olamadım' dedi de ettiğine yananlardan oldu" (el-Mâide 5/27-31).
Hz. Peygamber karga eti yiyenin fâsık olduğunu (İbn Mâce, Sayd. 19), Fâsıkların cehennem ehli olduklarını (Ahmed b. Hanbel, III, 428, 444) bildirmiştir.
St.Lawrence Adası'nda arkeolojik kazıları sırasında 45 değişik kuşun kemikleri bulunmuştur. Ama özellikle Kuzgun kemikleri yoktur. Bu 1100 yıllık Eskimo uygarlığının Kuzgunlara gösterdiği saygıyı akla getirir. Kuzgun herzaman yumuşak huylu olmamasına rağmen bazı bölgelerde kuzgunlar evcil bile sayılırlar.
Kuzgunun, Dünyanın orjinal yaratılışında insan için daha az rahat yaşanır bir yere çevirdiğine inanılır. Böylelikle hayat o kadar da 'kolay' olmayacaktır..
İnsanların karmaşa ile kavgasını seyretmek kuzgunlar için bir eğlence kaynağı olmuştur.. Bununla beraber kargaların ve kuzgunların bu oyunbazlık ünü onların espri anlayışları ve oyuncu olmalarından kaynaklanıyor olabilir. Hikayeler onların çalı çırpı yakalamaca oynayarak, buzlu kayalardan sırtüstü kayarak, kendilerinden daha büyük hayvanların kuyruklarını çekerek ve dalma yaparak kışkırtmak gibi maskaralıklar yaptıklarının sayısız örnekleriyle doludur. Ben birkaç kez bir çift karganın, insanların üzerine dalarak oyun taktiği yaptıklarını ve bizlerin bu çeşitli provakasyonlara olan tepkimizi ölçtüklerine şahit oldum.
Fakat benim oyunbazlık üzerine 2 favori hikayem var :
İlkinde, bir adam kuzgunlar üzerinde araştırma yapıyordu ve incelemeler için gerekli olan bir kuzgunun vurulması için üstleri tarafından görevlendirilmişti. Adam bir hayvanı vurmaya yönelik şüpheleri olmasına rağmen emirleri uygulamak zorunda kaldı. Kuzgunu farketti, görüş alanında sabitledi ve ateş etti. Sadece kanadını sıyırabildi ancak kuzguna ciddi bir yara açamadı ve kuzgun tereddüt etmeden çevrede daireler çizmeye devam etti ve adamın üzerinde derin etki bırakacak hediyesini vermek için ilerledi. O yemeği düşünmediği sürece hiçbir zaman başka bir hayvanı öldürmedi.
İkincisi, neden tavşanlara tuzak kuramadığını düşünen fakat gerçekte bunu kargalar üzerinde deneyen bir adamla ilgili. Adam ve arkadaşları sık sık kargalara ateş ederler fakat çok az başarı elde ederlerdi ( Kargaların itinayla hazırlanmış takım koruma sistemleri vardır). Böylece, günün birinde adam onları korkutacak bir planla çıkageldi. Yere çok büyük aynalar yerleştirecekler ve böylece kargalar kendi yansımalarını aynada görecekler ve kendi görüntülerinden korkacaklardı. Aslında kargalar aynalar için oldukça meraklandılar. Fakat daha sonra alışılmadık bir biçimde ,teker teker, aynaların tüm yüzeyini kaplayacak şekilde dışkılarını bırakarak bir geçiş yaptılar. Tüneklerinin yanına doğru ilerlediler ve maskaralık yaparak deli gibi bağırdılar. Doğal olarak neden birisinin kargayı ya da kuzgunu kendine arkadaş olarak seçmekten kaçındığını anlayabiliyorum. Bu kadar zeki, marifetli, koruyucu, maceracı ve bir sürü ilgi çekici oyun özelliklerine rağmen, güven/korku meselesi ilişkiyi alt üst edebiliyor. Fakat ben kuşları aile ve arkadaş ile uyumlu görmeyi tercih ediyorum. Ben onları esnek, uyumlu ve zekayı teşvik eden kuşlar olarak görüyorum. Ben onların susuzluğu her zaman bir içgüdü olarak algılamalarını ve her zaman çıkarlarına ve verimliliklerine uyan yeni şeyleri test etmelerini beğeniyorum. Ve ben kuzgunu, Alaskalıların düşündükleri gibi, ihtiyaç duyulduğunda ve dilendiğinde iyi şans getiren sevecen bir kuş olarak görmeyi tercih ediyorum.
Michio Hoshinonun kitabından : Bazen insanlar yardım dilemek için kuzgunu çağırır. Avlanırken kuzguna söylediğimiz şeylerden biri de şudur Tseek'aal, sits'a nohaaltee'ogh, bunun anlamı Büyükbaba bana bir bohça bıraktır. Yine kitaptan bir kadının iddiası : insanlar ormanın derinliklerinde özellikle yalnız olduklarında kuzgunu gördükleri zaman onunla konuşuyorlar. Aynı bizim tanrıya dua ettiğimiz gibi onunla konuşuyorlar.
Kargaların ve Kuzgunların gizemli kuşlar oldukları şüphe götürmezken, günümüzde onlar üzerindeki ilginin sürmesine rağmen bu yaratıklar üzerindeki bilimsel araştırmalar süpriz şekilde az.
Kuzgunların zor bir araştırma konusu olması anlaşılabilir. Onlar zeki, ketum, çok çeşitli ve tırmanmanın zor olduğu dağlık alanlardalar.
Fakat Onlar heryerdeler...
Ancak bariz önyargılara dayanarak çoğu insan onları karizmatik bir araştırma konusu olarak görmüyor. Fakat, bilimadamları kargaların deneysel potansiyelleri kadar gizemlerinide kabullenmeye başlıyorlar. Bu bilimsel topluluktan kargalar ve kuzgunlar ile ilgili daha birçok araştırmalar ve yazılar çıkıyor. Fakat, bu tür çalışmalar bu hayvanların özelliklerine yönelik bilgiler versede sık sık cevaplardan daha çok yeni sorular ortaya çıkıyor.
Henry Millerın sözlerini düşünün : Neyi bilmek istediğinizin ya da neye dokunduğunuzun hiç önemi yok, gizem denizinde kaybolacaksınız. Görüyorsunuz, burada başlangıç ve bitiş yok istediğiniz kadar geri ya da istediğiniz kadar ileri gidebilirsiniz. Fakat hiçbirşey elde edemeyeceksiniz

Güvercinler



Güvercinler (Columba livia, güvercinler ve kumruları içeren ailede 300�den fazla tür bulunur) az bir eforla yetiştirilebilen dayanıklı hayvanlardır. Yetiştirildikleri bölgelerin dışındaki farklı iklimlerde yaşamlarını sürdürebilirler ve genellikle kilometre karelerce bir uçuş alanına gereksinimi olan yemleri bulabilmek için uçarlar. Güvercinler küçük bir baş, iyi gelişmiş bir göğüs, yumuşak ve yoğun tüy örtüsüne sahiptir. Canlı ağırlıkları 0.5-1 kg arasında değişir. Bazı iri ırklar 1.4 kg ağırlıkları ile küçük bir piliç kadar olabilmektedir. Bazı ırklar et üretimi için geliştirilmişlerdir. Bu ırklar hızlı gelişim gösterir ve geniş göğüs yapıları nedeniyle daha fazla göğüs etine sahiptir. Evcil güvercinin vahşi atası Avrupa ve Asya kaya güvercini veya kaya kumrusudur. Tüm dünyada yaygın olarak bulunur. Bunun yanı sıra, diğer kanatlılarda olduğu gibi bazı güvercin ırkları da insanoğlu tarafından yok edilmiştir. Güvercin demekleri ve organizasyonlar yok olma tehlikesi altındaki bazı güvercin ırklarını korumaktadır. Bir çok lokal ırk bulundukları bölgenin şartlarına uymuştur. Vahşi güvercin türleri insan korkusunu hızla kaybeder ve hızla yağlanarak uçamayacak bir hale gelebilirler. Vahşi güvercinler halen tropik bölgelerle Yeni Gine ve diğer bölgelerde bulunur ve eti için avlanır. Evcil güvercin mutedil iklimlerde ve tropik kuşakta benzer başarıyla yetiştirilebilir. Adaptasyon kabiliyeti yüksek olan bu tür kurak ve nemli bölgeler de dahil olmak üzere dünyanın her bölgesinde yetiştirilebilir. Bunun yanı sıra, soğuk bölgeler etlik güvercin üretimi için uygun değildir. Sıcak iklimler ise zararlıların ve hastalıkların artmasına neden olur. Güvercinin doğal yemlerinin büyük bölümünü tahıllar oluşturmakla birlikte meyve, yeşil otlar 'f' böcekleri de tüketir. Yaşamının ilk 4-5 gününde güvercin yavruları ''güvercin sütü'' ile beslenirler. Güvercin sütü; hayvanın kursağındaki hücreler tarafından yapılan bir salgı olup, yüksek bir yağ ve dolayısıyla enerji içeriğine sahiptir. Güvercin ve kumrudan başka kuşlar arasında yalnızca flamingolar bu tür bir salgı yaparlar.Genç güvercinlerin olağan üstü büyüme hızı ilk 8-1 0 gün içinde güvercin sütü tarafından daha sonra ise ebeveynin kursaklarından kusulan yarı sindirilmiş yemle sağlanır. Genç kuşlar ebeveynlerince yaklaşık dört hafta kadar beslenir ve daha sonra yeni bir kuluçka dönemi için yuvadan kovalanırlar. Evcil güvercinde cinsel olgunluk yaşı (ilk yumurta ile saptanan yaş) 120-150 gündür. Güvercinlerde gelişim ve yumurta verimi üç yaşından sonra azalmasına rağmen, yaşam süreleri 15 yıl kadardır. Vahşi güvercinler yuvalarını genellikle kaya kenarlarına yaparlar. Evcil güvercin ise yuvasını binaların çıkıntılarına, kuytu yerlere, dam saçaklarına yapar. Evcil türlerde genellikle çiftler yaşamları boyunca birlikte olurlar. Ancak bazen güçlü bir erkek, güvercinlikte bulunan dişilerin birçoğu ile çiftleşip yuva yapabilir. Her iki cins de yuva yapımı, inkübasyon ve yavrulara bakım konusunda eşit sorumluluk yüklenir. Dişi güvercin iki adet yumurta yapar. Damızlık bir çift bir yılda 8 kez yavru çıkartır. Kuluçka süresi 17-19 gündür. Güvercinler geleneksel olarak ''güvercinlik'' olarak tabir edilen ve onları avcı hayvanların saldırısından koruyan barınaklarda yetiştirilir. Bu sistem hayvanların serbestçe uçmasına izin verdiği gibi hemen hemen insan müdahalesine hiç gerek kalmaz. Güvercinlikler aynı zamanda en pahalı çiftlik gübresi olan güvercin gübresi elde etmek için de iyi bir kaynaktır. Diğer yandan güvercinle tamamen kapalı kümeslerde entansif olarak da yetiştirilebilirler. Modem yetiştiricilik sistemleri entansif yetiştiriciliğe dayanmaktadır. Örneğin, ABD'de güvercin çiftliklerinde 35.000 çiftin üzerinde damızlık kuş bulunduğu bildirilmektedir. Güvercin üretimi asla tavuk üretiminin yerini alamaz fakat anlamlı bir yan gelir sağlayabilir. Güvercinler başlıca yarış (sportif) ve hobi amacıyla yetiştirilirler. Bunun yanı sıra, birçok ülkede lezzetli ve pahalı bir gıda olarak tüketilmektedir. Güvercinler en erken 0.5 kg karkas ağırlığında olmak üzere yumurtadan çıkışı takiben 28 günlük olduklarında pazarlanabilir. Bu yaşta deri altı yağ dokusu nedeniyle etleri gevrek ve lezzetlidir. Başta Kuzey Afrika ve Orta Doğu olmak üzere yüz yıllardır yetiştirilmektedir. Kuzey Amerika'nın bazı bölgelerinde ve Avrupa'nın çeşni (gourme) marketlerinde pahalı bir çeşni olarak satılır.



Yetiştirilmeleri için fazla bir alan gerekmediği için şehirlerde de yetiştirilir. Güvercinler genellikle pahalı etleri için yetiştirilirler. Genç güvercinler tüy gelişimi henüz daha yeni tamamlanıp uçmaya başlamadan önce genellikle 21-30 günlükken kesilirler. Bu dönemde yenebilen et oranı en yüksek seviyede olup, uçmaya başladıktan sonra et sertleşmeye başlar. Ağırlık, ırka, beslemeye ve diğer faktörlere bağlı olarak 340-680 gr asında değişir. Güvercinler başta fizyoloji ve psikoloji olmak üzere bilimsel çalışmalarda yoğun olarak kullanılırlar. Ayrıca dekoratif yapıları ve uçuş yetenekleri nedeniyle pet hayvanı olarak da beslenir. Güvercinlerin eşsiz eve dönüş yetenekleri Roma döneminden beri bilinmektedir. Bu kuşlar 700 km uzaklıktan kendi güvercinliklerine dönebilmektedir. Bu gün bile güvercinler mesaj taşımak için posta amacıyla kullanılmaktadır. Güvercinlerin bu özellikleri onların uyuşturucu kuryeliği gibi kanun dışı kullanımlarına da neden olmuştur. Genç güvercinler hızlı bir gelişim oranına sahiptir. Etleri oldukça lezzetli olup sıklıkla av kuşu yerine satılırlar. Gevrek ve kolay sindirilen etleri nedeniyle yüksek fiyatlara alıcı bulurlar. Et üretimi amacıyla güvercin üretimi özellikle Avrupa ve ABD'de yaygındır. Et için yetiştirilen genç güvercinler uçma fırsatı bulamadan kesilir ve genellikle inkübasyon periyodu sırasında dişi ve erkek güvercinin (her iki ebeveynin) kursağında üretilen güvercin sütünden başka bir şey tüketmezler. Genç güvercinler 26-30 günlük yaşta uçmaya ve yuvalarını terk etmeye hazırken bu sırada yaklaşık 500 g ağırlıkta olup, kesime hazırdırlar.
Irklar
Güvercinlerin birçok ırk ve varyetesi mevcuttur. Et üretimine en uygun olanları, White King ve Red Cameau'dur. White King, King ailesinin bir üyesi olup, bundan başka Red King, Yellow King, Blue King ve Dun King gibi varyeteleri de vardır. Bunların renkleri farklı olmasına rağmen, büyüklükleri White King ile benzerdir. ABD orijinli olan White King kısa bacaklar ve geniş bir vücut ile etçi ırkların genel görünüş özelliklerini taşır. Kafa oldukça büyüktür, deri pembemsi beyaz renktedir ve sık tüylüdür. Yetişkin kuşlar 750-850 g ağırlıktadır. Cameau ailesinin bir varyetesi olan Red Cameau, White King kadar üretken bir varyete olmayıp 650-740 g ağırlıktadır ve daha küçüktür. Red Cameau'da tercih edilen renk koyu kestane rengidir. Dik bir omurga, kompakt vücut ve orta büyüklükte bir kafa yapısına sahiptir. Kanatlar ve kuyruk White King'den daha geniştir ve kuyruk yere sünür. Haberci güvercinler de etlik güvercin üretiminde kullanılabilmelerine rağmen, oldukça küçük ve uzun bacaklı yavru verirler ve üreme güçleri yüksek değildir .
Barınak
Maksimum verim ve minimum hastalık riski için güvercinler kuru bir ortamda barındırılmalı barınaklar tercihen kuzeydoğu yönüne bakmalıdır. İyi bir havalandırma ve bol güneş ışığı barınakların kuru olmasını sağlar. Tel örgü ile çevrili bir uçuş alanı kullanılıyorsa damızlık bir çift 0.4 m2 alana gereksinir. Barınaklarda entansif olarak yetiştirilen güvercinler gezinme amacıyla %50 daha fazla taban alanına gereksinirler .Her bir barınağa 25-30 çift damızlık konmalıdır. Akıllıca düzenlenmiş bir baraka en ekonomik yapı şeklidir. Uygun bir barakanın yüksekliği arkada 2 m ön kısımda 2.5 m olacak şekilde yapılmalıdır. Barınak tabanına 7 cm kalınlıkta döşenecek olan talaş barınağın kuru kalmasına yardım eder. Drenajı kötü olan yerlerde barakanın tabanı beton veya tahta olmalıdır. Barınakta ve uçuş alanında tünekler bulunmalıdır.
Yuva
Çift yuva esansiyeldir. Dişi güvercin genellikle yavrular yuvayı terk edebilecek hale geldiklerinde yumurtlamaya başlar. Bu sırada erkek güvercin ise, yavruları pazarlama (kesim) büyüklüğüne ulaşıncaya kadar beslemeye devam eder. Bir güvercin çifti için hazırlanacak olan yuva kutusu 40 cm yükseklikte 60 cm genişlikte olmalı ve her yuva kutusu tam ortadan ikiye bölünerek 30 cm' lik genişlik sağlayacak şekilde ikiye bölünerek bir çifte güvercine tahsis edilmelidir. Yuvalar 40 cm derinlikte olmalı ve yuvaların önüne 20 cm'lik bir platform konarak kuşların yuvalarına kolaylıkla konmaları sağlanmalıdır. Yuvalık tasları temizlenme kolaylığı bakımından yuva kutusu içine konmalıdır. Çam yaprakları(iğneleri), saman ve talaş gibi kaba materyal iyi bir yuva materyalidir. Yuva materyalinin barınağın ya da kümesin bir köşesine konması israf olmasına engel olur böylece güvercinler üreme dönemleri boyunca gerektiği kadar materyali buradan alabilirler.
Üretim
Damızlıklar temel genetik bilgilerin ışığında seçilmelidir. Kayıtların dikkatli tutulması (progeny test) seleksiyona büyük ölçüde yardımcı olur. Bir çift damızlık güvercin yılda ortalama ağırlığı 450-700 g kadar olan 12 adet etlik güvercin yetiştirmelidir. Reforme damızlıklar bu standardın dışındadır. Güvercinler altı aylık yaştan itibaren çiftleştirilebilirler. Bazı dişiler 10 yaşından sonra dahi üretkenliklerini devam ettirirken, bazı erkeklerin de beş yaşından sonra bile başarıyla kullanıldıkları bildirilmiştir. Güvercinin yaşını ve cinsiyetini söyleyebilmek zor olduğundan sertifikasyonlu satış yapan ciddi firmalardan satın alınmalıdır. Dişiler genellikle erkeklerden küçüktür ve daha narin bir kafa yapısına sahiptir. Dişiler badi badi bir yürüyüş stiline sahiptir ve kuyruklarını erkekten daha dik tutarlar. Pelvik kemikler arası dişide daha geniştir. Erkek daha iri ve agresif olup, gürültülü bir ötüşe sahiptir. Üreme mevsimi sırasında erkek sürekli kur yapmak için dişinin çevresinde döner.
Damızlık Çiftler

Damızlık çiftlerin kendi eşlerini kendilerinin seçmesine izin verilir veya zorla eşleştirilir. Eşler doğal çift kurma sırasında erkeğin dişinin çevresinde kur yaparak dolaşması ile ayırt edilebilir. Eşler numaralanmış veya renkli bacak halkaları kullanılarak aile içi (inbreed) çiftleştirmelerden korunur .Zorlamalı çift oluşturulması isteniyorsa damızlık dişi ve erkek güvercin birlikte kapalı bir yuva kutusu içinde veya içinde suyu ve yemi olan uygun bir kümeste iki hafta süre ile bir arada tutulması yeterlidir. Çift kurmuş damızlıklarda çiftin mümkün olduğunca bozulmamasına çalışılmalıdır ve yaşamları boyunca bir arada olabilirler. İsteksiz kuşlar birbirinden ayrılmalıdır. Yüksek verimli dişilerin genç ve istekli erkeklerle çift kurmaları esansiyeldir. Sürekli bir .üretimi sağlayabilmek için çiftleştirme de sürekli olmalıdır. Her bir çift yılda 14 palaz yetiştirmelidir. Ana üretim sezonu boyunca (ilkbahar ve yaz) bir çift güvercinden her 4 haftada bir pazarlamaya hazır palazlar elde edilmelidir. Palaz üretiminin, %60ı bu sezon sırasında gerçekleştirilir. Yumurtacı tavuklarda olduğu gibi suni ışıklandırma ilkbahardan sonbahara kadar pik Yumurta verime ulaşabilmek için kullanılabilir. Suni ışıklandırmanın palazlarda canlı ağırlık artışı üzerine etkisi yoktur.
Kuluçkadan çıkış ve büyütme
Güvercin yumurtasının inkübasyon süresi 17 gündür. İlk ve ikinci yumurta arasında kuluçkadan çıkış süresi bakımından 1-2 günlük fark olur. Her iki ebeveyn birlikte yuvayı hazırlar ve sırayla kuluçkaya yatarlar. Dişi kuş genellikle palazlar iki haftalık olduğunda tekrar yumurtlamaya başlar. Her iki ebeveyn de yavruları beslemesine rağmen dişi kuş ikinci kez yumurtlamaya başladığında palazların beslenmesi ile daha çok erkek kuş ilgilenir. Palazlar yuvayı terk etmeden önce dişi kuş yumurtlamaya başladığından palazların rahatsız olmaması ve kuluçkaya ara verilmemesi için yukarda açıklandığı gibi ikinci yuva temin edilmiş olmalıdır. Ebeveyn palazları beslediği için kuşları rahatsız etmeye gerek yoktur (gerçekte kuşlar beslenmeleri sırasında rahatsız edilmemelidir) İlk haftalarda palazlardan biri ölürse onun yerine aynı yaş ve büyüklükte başka bir palaz konarak ebeveynin bunu da beslemesi sağlanabilir. Bu durum palazsız kalmış olan çiftin daha erken yumurtlamaya başlamasını sağlar. Bu durumda örneğin yavrularından birisi ölmüş olan çiftin diğer yavrusu tek veya kendileri gibi yavrularından birisi ölmüş olan diğer bir çifte verilerek bu çiftin tekrar yumurtlamaya daha erken başlaması sağlanarak çifte verilerek ekonomik kayıp azaltılmaya çalışılır. Ebeveynler hasta veya ölmüşse palazlar en az bir haftalık olmaları şartı ile zorla beslemede olduğu gibi elle beslenebilirler. Alternatif bir yol olarak dane yemlere su emdirilerek palazlar küçük dane yemlerle de beslenebilir. Damızlık amaçla elde tutulacak olan palazlar belirlenmeli ve daha sonra yeme ve içme faaliyetlerini öğrenmeleri için ebeveynleri ile birlikte yaklaşık 6 hafta süreyle bir arada kalmalarına izin verilmelidir. Damızlık bir sürü oluşturmak için palaz seçerken her bir yuvadan yalnızca en iri palaz seçilmez, aksi taktirde sadece erkekler seçilmiş olabilir. Daha iri kuşlar yönünde sürekli bir seleksiyon sürüde erkek oranının dişilerden daha çok olmasına neden olabilir.
Beslenme



Güvercinler yaşamının ilk 20 gününde diğer kanatlılara oranla çok daha hızlı büyürler. İlk gıdaları ebeveynlerinin kursaklarında sentezlenen ve ''güvercin sütü'' adı verilen bir sıvı olup, yavruların ağızlarına kusularak verilir. Güvercin sütü protein ve yağ miktarı yüksek koyu krem rengi ve kıvamında yarı sindirilmiş bir materyal olup, karbonhidrat miktarı düşüktür. Yumurtadan Çıktıktan 20-40 gün sonra yavrular yem tüketebilirler. Diğer kanatlı türlerin aksine güvercinler toz formdaki yemi tüketemediklerinden verilecek olan dane yem, bütün halde, kaba kırılmış veya ezilmiş olarak verilir veya ticari olarak hazırlanmış pelet yemler kullanılır. Birçok yetiştirici tarafından güvercinler;
1) komple pelet rasyon veya
2) pelet rasyon ile birlikte verilen dane yem ile beslenir.
En çok kullanılan dane yemler arasında mısır, buğday, darı ve bezelye gibi baklagiller bulunur. Daneler yemlikte karışık bir şekilde ya da kafeterya tipi bir yemlikte (her dane çeşidi için ayrı bir bölümün bulunduğu) verilirler. Karışık yemleme yapıldığında güvercinlerin günde iki kez yemlenmesi önerilir. Her periyotta, 1 saat içinde bitirilecek kadar yem verilir. Güvercinler yem konusunda titiz olmamalarına rağmen, tamamen dane yemden oluşmuş diyetleri tercih ederler. Mısır gibi iri daneler kırılarak verilebilir. Tablo-110'da güvercinlerin besin maddeleri gereksinimleri verilmiştir.

Güvercinlerin besin maddeleri gereksinmeleri
Güvercin rasyonlarını yem maddelerinin fiyatı ve piyasadaki mevcudiyetleri büyük ölçüde etkiler. Bunun yanı sıra sarı mısır ve bezelye gibi yem maddelerinin her zaman rasyonda bulunması arzu edilir. Güvercin rasyonlarında yaygın olarak kullanılan yem maddeleri ve kompozisyonları % olarak aşağıda verilmiştir.
Güvercinler normal olarak tüy dökerler, yaz ve kışın çiftleşmediklerinden bu dönemde çiftleşme dönemindekinden daha düşük bir protein seviyesi yeterlidir. Sonbahar ve kış aylarında rasyonlarında daha yüksek protein seviyesi kullanılmasının bir dezavantajı olmamasına rağmen ekonomik değildir. Buğday, mısır, sorgum, kolza, fiğ ve darı gibi yem maddeleri birbirleri yerine ikame edilebilmesine rağmen ikame miktarları rasyon protein seviyesini bozmamalıdır. Tablo-112de sonbahar/kış ve ilkbahar/yaz dönemleri için rasyon önerileri yer almıştır. Güvercinler ya yemlikle beslenirler ki o taktirde beslenmeleri sınırlandırılamaz, ya da günlük olarak elden beslenirler. Yemlik kullanılıyorsa her kuş için 5 cmlik bir yemlik kenarı sağlanmalıdır. Yemlik kullanımı işçilik giderlerini azaltırken, güvercinlerin de önlerinde sürekli olarak yem bulunmuş olur. Fakat yem israfı ve fare sorunu ortaya çıkar.

Elle beslemede kuşlar günde iki kez beslenir ve verilen yem miktarı yarım saat içinde bitecek kadar olmalıdır. Güvercinlerin daha soğuk havalarda ve palazlarını büyütürken yem tüketimlerinin artacağına dikkat edilmelidir. Tohum rasyonlarına ilaveten güvercinler mineral, vitamin ve grite gereksinir. önünde kolaylıkla alabilecekleri mineral karışımları mevcut olmalıdır. A vitamini ve riboflavın katkıları fertilite ve kuluçka randımanını artırır. Yeminlerin taşlıkta ezilebilmesi için grit gereklidir. Farklı yem ham madde1erinin ayrı ayrı yemliklere konarak yapılan kafeterya tipi beslemede kuşların kendi istedikleri yemleri seçmelerine izin verilir. Bunun yanı sıra, bu sistemde oldukça fazla yem israfı vardır. Güvercinler pelet yemlerle beslenebilir fakat peletle besleme bazı kuşlarda kursak problemlerine yol açabilmektedir. Güvercinlerin yem tüketimi özetlenecek olursa;
- Damızlık 25 çift güvercin günlük olarak yaklaşık üç kg yem tüketir,
- Bir çift damızlık güvercin yıllık olarak yaklaşık 45 kg yem ve dört kg grit tüketir ,
- Bir çift güvercin üreme çağına kadar 22 kg yem tüketir ,
- 500 gramlık bir güvercin palazı üç kglık bir yem tüketimi ile bu ağırlığa ulaşır ve FCR 6:1 şeklindedir.
Piyasada ticari güvercin yemleri mevcuttur. Tablo-114de dane yemlerden oluşan bir karışım ile birlikte ayrı bir yemlikte serbest şekilde alabilecekleri bir mineral karışımı örnek olarak verilmiştir.

Ebeveyinler yavruları kursaklarından salgılanan güvercin sütü ile besler. Güvercin sütü koyu krema kıvamında yüksek proteinli bir salgıdır. Yavrulara 10. günlük yaştan itibaren uygulanacak bir zorlamalı beslemeyle ağırlıkları arttırılabilir. Güvercinlere verilen dane yem rasyonu dört saat süre ile su emdirildikten sonra günde üç kez yavrulara elden verilir. Elden yemleme vakit kaybına ve işçilik giderinin artmasına neden olduğundan popüler bir metot değildir.
Su
Güvercinler yalnızca içmek için değil eksternal parazitlerden kurtulmak için suya gereksinir. Bir tek su kabı her iki amaç için yeterli olup, her gün temizlenmelidir. Çimento veya galvanizli saçtan yapılmış 1 m uzunluk 60 cm genişlik ve 10 cm derinlikteki bir suluk bu amaca uygundur. Her damızlık çift için 2.5 cm suluk alanı sağlanmalı ve suluklar gölgelik altında olmalıdır. Bir çift damızlık güvercin yılda 180 it su tüketir. Bir çok kuşun aksine güvercinler suyu gagalarını daldırıp emerek içer.
Parazit ve Hastalık Kontrolü
Yeterince banyo yapma fırsatı varsa eksternal parazitler minimumda tutulabilir. Güvercinler tavuklardaki bit, pire ve kene gibi parazitlerin aynılarına sahiptir. Bir önlem olarak yuva kutuları ve yuva materyali sprey veya toz ilaçlarla ilaçlanmalıdır. Tahtalar yılda en az bir kez kreosol ile boyanmalıdır. Bütün çiftliklerde hastalıklar minimumda tutulabilmesi için sıkı bir hijyenik program uygulanmalıdır. Rutubet oluşumu önlenmeli, kümesler düzenli aralıklarla sık sık temizlenmeli ve zemine taze altlık veya kum serilmelidir. Bütün hasta kuşlar sürüden izole edilmelidir. İlaç ve pestisid seçiminde kullanım amacına dikkat edilmelidir. İç parazitlerden Ascaridia galli güvercinlerde en yaygın rastlanan barsak parazitidir. Piperazine türevi ilaçların kullanımı bu parazitin etkili bir şekilde kontrol altına alınmasını sağlar. Bu ilaç sürüye yem veya su ile verilebilir. İlaçlar içme suyu ile verilmelid1r. Böylelikle toplam gereksinilen doz yalnızca birkaç saat içinde verilebilir. Doz oranı kullanılan preparata göre değişiklik gösterir. Bitler en yaygın eksternal parazitler olup, yalnızca kuş üzerinde yaşayabilir. Konakçıdan ayrıldıklarında ölürler. Birçok farklı bit tipi mevcut olup, en yaygın olanı vücut bitidir. Bitler kuşlarda genel bir güçsüzlük hali yaratmalarının yanı sıra, canlı ağırlık artışı ile yumurta veriminin azalmasına da neden olurlar. Herhangi bir bit enfestasyonu toz veya sprey insektisidlerin kullanımıyla kolaylıkla kontrol altına alınabilir. Kırmızı pireler (yanlış bir biçimde pire olarak isimlendirilen maytlar, (Dermanysus gallinae) güvercinlerde en çok problem oluşturan parazitlerdir. Bunlar oldukça küçüktür ve çıplak gözle yapılan muayenede dikkatlice bakmayı gerektirirler. Kümesteki tahta çatlakları arasında yaşar ve geceleri kuşlara hücum ederler. Pireleri kontrol altına almak için tahtaları koruyucu bir boya ile boyamak ve kümesi amaca uygun bir pestisidle ilaçlamak gerekir. Güvercinlerin başlıca hastalıkları arasında; kronik solunum yolu hastalığı (chronic respiratory disease), ornitozis, kanser, çiçek, koksidiozis, tuberkülozis ve paratifo yer alır.
Kesim ve İşleme
Palazlar genellikle yaklaşık 28 günlük yaşta kesime hazır olurlar. Kanat altları tamamen tüylenmiş olmalı, en azından kanat altıdaki tüy dipleri yolma işleminde kolaylık sağlayabilecek büyükte olmalıdır. Palazların canlı ağırlıkları ırka ve yetiştirme sistemine göre değişiklik göstermesine rağmen, 450 ila 700 gram arasında olmalıdır. Kesimden bir gün önce akşam palazlar yuvalardan toplanarak kursaklarının ve sindirim sistemlerinin ertesi güne kadar boşalması sağlanmış olmalıdır. Aksi taktirde kursak su ile temizlenerek yemlerin boşaltılması gerekir. Palazlar önce kesim tüneline girer ardından jugular ven keskin bir bıçakla kesilir. Palazlar ıslak ya da kuru olarak yolunabilir. Islak yolum yapılacaksa 55 C, deki suda 60 saniye bekletilerek tüylerin su emmesi sağlanır. Yolma makinesinde 20-30 saniyede tüylerinden tamamen arındırılır. Suyu süzülen karkas daha sonra çelik veya metal masa üzerine konarak temizlenir. Tüketici talepleri doğrultusunda bu aşamadan sonra kuşun bağırsakları çıkartılır. Ticari işletmelerde kuşlar bağırsakları çıkartılmaksızın New York tipi kesim olarak da pazarlanabilir. Tamamen temizlenmiş kuşta %74 randıman elde edilir. (%26 kesim kaybı), yalnızca kan ve tüyler ayıklandığında ise, kesim randımanı %87 olur (kayıp %13). Palaz kesilip, yolunup ve iç organlar temizlendikten hemen sonra temiz su ile yıkanır ve daha sonra vücut ısısını kaybetmesi İçin en az 1 saat süreyle buzlu su içerisinde bekletilir. Ticari üretim büyüklük ve kaliteye göre sınıflandırılır. Daha sonra uygun bir materyal ile paketlenirler. Boyun alta ve göğüs yukarı gelecek şekilde dizilirler. Palazlar bireysel olarak parşomen kağıdı veya polietilen torbalara da sarılabilir. Kalın mukavva kutular içerisine 1 veya 2 düzine şeklinde dizilerek pazara sevk edilirler. Palaz tek olarak, tombul yetişkin güvercin ise iki adet şeklinde doldurulmuş olarak servis edilir. Güvercin eti lezzetli olup, lezzet kaybına uğrayacağı için yoğun ateşte pişirilmemelidir .Güvercin birçok farklı şekilde hazırlanıp servis edilebilir. Favori olan tavuk, ördek veya bıldırcın yemek tariflerini güvercin için de kullanılabilir. Farklı şekillerde pişirmek monotonluğu önlemek bakımından gereklidir. Orta hararetteki ortalama pişirme süreleri aşağıdaki gibidir: Gril için: 20-35 dakika Güveç için: 1-1.5 saat Kızartma için: 25-35 dakika Genç kuşlar soluk pembe bir deriye sahiptir. Göğüs elastik, boyun kalın, eti; yumuşak, sulu ve lezzetlidir. En ideali kızartma ve gril yapımıdır. Daha yaşlı kuşların derileri daha koyu renktedir, boyun ince, ayaklar ince ve eti serttir. Lezzeti iyi olmasına karşın, güveç gibi sulu pişirme şekilleri daha uygundur. Güvercin eti, kesimi takiben lezzetini kaybetme eğilimindedir bu nedenle kesimden kısa bir süre sonra tüketilmelidir


İstanbulda Kuşçuluk bilgi



Kuşçuluk tabiri Türkiye'de çeşitli devirlerde farklı anlamlar taşımıştır. Osmanlı Devletinin klasik örgütlenmesinin yürürlükte olduğu daha eski devirlerde kuşçu adı daha çok doğan, atmaca gibi yırtıcı kuşları yakalayıp evcilleştirerek bunlarla av yapanlara verilirdi. Padişahın avlanması için av kuşları temin edip besleyen doğancılar önceleri yeniçeri ocağına bağlıyken daha sonra enderun halkına dahil edilmişler ve 17. yüzyılın sonuna kadar faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. 19. yüzyıl sonlarında ise İstanbul'da kuşçu tabiriyle saka, florya gibi çeşitli ötücükuşları kafeste besleyen meraklılar kast edilmekteydi.
Klasik devrin kuşçuları hakkında baznamelerden, fermanlardan, tahrir defterlerinden bilgi edinmek mümkündür, fakat yakın geçmişin kuşçuları hakkında bazı edebiyat eserlerindeki kısa değinmeler dışında hemen hiçbir yazılı kaynak yoktur. Halbuki kafeste kuş beslemek cumbalı ahşap evli, Arnavut kaldırımı döşeli dar sokaklı eski İstanbul mahallesinin ayrılmaz bir parçasıydı. Evlerin çoğunda küçük bir tahta kafes içinde bir sakakuşu beslenir, güzel havalarda kafesleri cumba önlerine asılan sakaların birbirlerine seslenmeleri sokağı şenlendirirdi. Güzün bostanlarda, mezarlıklarda kuş tutmak eski İstanbul'da çocuk olmanın icaplarındandı. Bu çocukların çoğu büyüyünce bu hevesi terk eder, pek pek evinde bir sakakuşu bulundururdu. Ancak bir bölümü bir avuç yem karşılığında tatlı ötüşleriyle sahibini engin kırlara, ormanlara götüren bu küçük yaratıklara bir ömür boyu sürecek bir tutkuyla bağlanırdı. İşte kuşçular bunlardı.
Günümüzde hızla yok olan bu geleneğin incelemeye değer olması yalnızca eski hayatımızda yer almış olmasından kaynaklanmıyor. Kuşçular yüzyıllar içinde, ilgilendikleri kuşlar hakkında kısmen öznel olan, kısmen hurafe niteliği taşıyan, fakat çoğunlukla da günümüzün bilimi tarafından doğrulanan bir bilgi dağarcığı oluşturmuşlardı. Dolayısıyla kuşçuluk yalnızca eski hayatımızın bir parçasını oluşturduğu için değil, bu bilgi dağarcığı ve etrafında oluşan renkli kültür sebebiyle de incelenmeye değer.
Bugün İstanbul'da kuşçuluk can çekişmektedir. Şehrin ortasındaki ve çevresindeki yeşil alanların ortadan kalkması, eski mahalle dokusunun kaybolması ve geleneksel kültürden uzaklaşılması ile kuşçuluk da İstanbul hayatındaki yerini hızla kaybetmiştir. Bununla beraber, özellikle eski toplumsal ilişkilerin kısmen de olsa korunabildiği semtlerde olmak üzere, kuşçuluk kültürünün son nesli hâlâ ayaktadır.
Kuşçuluk belirli yabanî kuşların yakalanması, kafeste beslenmesi ve ötüm zamanı genellikle kuşçu kahvelerinde toplanılarak kuşların karşılıklı öttürülmesi faaliyetlerini içerir. Kuşçuların en çok beslediği kuşlar sakakuşu (Carduelis carduelis} ve floryadır (Carduelis chloris). İspinoz (Fringilla coelebs) ve iskete (Carduelis spinus) daha az beslenen kuşlardır. Bu dört tür de ötücükuşlar (Passeriformes) takımının Fringillidae familyasından, tohum yiyerek beslenen kuşlardır.
Sakakuşu 12 cm uzunluğundadır. Sırtı ve yanları kestane, karnı beyazdır. Yüzünde parlak kırmızı bir maske vardır. Maskeyi krem rengi bir şerit çevreler. Bu şerit de siyah bir hilâlle sırttan ayrılır. Kanatları ve kuyruğu siyahtır. Kanatlarının ortasında parlak sarı, enli bir şerit yer alır. Dişi erkeğe benzer, fakat daha ufak ve donuk renklidir. Avrupa, Orta Asya'nın batı kesimi, İran, Anadolu, Kafkasya ve Doğu ve Güney Akdeniz kıyı şeridinde ürer. Üreme mevsiminde ağaçlık çayırlarda, özellikle bahçelerde bulunur. Sık ormanlarda ve yükseklerde bulunmaz. Bir ağaca kurduğu yuvası yerden 4 ilâ 10 m yüksektedir. Dişi 4-6 yumurta yumurtlar ve bir üreme mevsiminde 2-3, ender olarak 4 kere kuluçkaya yatar. Sakakuşunun adının kökeni ilginçtir. Parlak renkleri, güzel ötüşü ve kafeste kolay beslenebilmesi sebebiyle sakakuşunun çok eski dönemlerden beri kafeste beslendiği bilinmektedir. Doğada sakakuşunun yuva yapmak ya da besin elde etmek için küçük dalları iki ayağı ile tünediği zemine kıstırıp kendine doğru çekebildiği gözlenmektedir. Ortaçağda sakakuşunun bu özelliğinin keşfedildiği ve bunun bir seyir haline getirildiği bilinmektedir. Kafeste beslenen sakanın içme suyu küçük bir kap içine konarak kap tüneğe bağlandıktan sonra kafesin dışına sarkıtılmaktadır. Sakakuşu susayınca doğal yeteneğini kullanarak su kabinin ipini ayaklarıyla çekip kabı tünek hizasına getirmekte ve suyu içmektedir. Bu özelliği sakakuşunun sakalık, yani su satıcılığı mesleğinin adıyla anılmasına yol açmıştır.
Florya 15 cm uzunluğunda olup sakaya göre dahi iri yapılıdır. Rengi genel olarak kirli yeşildir. Erkeğinin göğsü sarımtırak , kuyruk ve kanat kenarları limon sarısıdır. Dişi belirgin biçimde ufak ve kahverengi-yeşildir. Floryanın üreme bölgesi de hemen hemen sakanınkiyle aynıdır. Florya da sakakuşu gibi ağaçlık çayırlarda, bahçelerde bulunduğu gibi sakanın pek tercih etmediği orman kenarlarında da görülür. Florya yuvasını genellikle saka gibi yükseğe yapmaz, fakat sık çalıların arasına yaptığı yuvasını iyi gizler. Dişi 4-6 yumurta yapar ve bir mevsimde 2-3, ender olarak 4 kere kuluçkaya yatar. Florya adı Rumca yeşil anlamına gelen floros kelimesinden gelir Eski kuşçuların çoğu florya yerine flürye de derler. Saka ve floryalar üreme mevsiminde genellikle bir bölgede birbirine yakın olarak yuva yapan topluluklar halinde bulunurlar. Fakat bu dönemde çiftler arasında fazla bir etkileşim olmaz. Güz başında üreme mevsiminin sona ermesiyle kuşlar sürüler oluşturarak üreme bölgelerini terk etmeye başlarlar ve gelecek bahara kadar sürü halinde yaşarlar. Saka ve florya tam anlamıyla göçmen kuş değildir. Yani leylekler ya da kırlangıçlar gibi hayat şartları nasıl olursa olsun, her yıl belli bir dönemde ılıman kuşaktaki üreme bölgelerini terk ederek tropikal ya da yarı-tropikal bölgelere göç etmezler. Göç hareketleri çok daha kısa mesafelidir ve hava şartları tarafından belirlenir. Meselâ İstanbul civarında yakalanan kuşların çoğu Balkanlar, daha az olarak Orta Avrupa'nın güneydoğusu ve Ukrayna'dan gelmektedir.
Kuşçuluk faaliyetleri kuşların biyolojisine göre bir yıllık bir çevrim izler. Çevrim Ekimin ortasıyla Kasım sonu arasında kuşların yakalanmasıyla başlar. 1950'lere kadar en çok ökseyle kuş tutulurdu. Ökseotu {Viscum album) ağaçların dal ve gövdelerinde biten ve üzerinde bulunduğu ağacın özsuyunu emerek beslenen, çalı biçiminde asalak bir bitkidir. Ökseotunun tohumlarının kaynatılmasıyla elde edilen son derece yapışkan maddeye de ökse denir. İstanbul kuşçularına göre ökse kahverengi ökse ve yeşil ökse olarak ikiye ayrılır. Türkiye'de bulunanı kahverengi ökse olup kalitesizdir. Yeşil ökse ise geleneksel olarak Yunanistan'dan gelmektedir. Limon ağacının Türkiye'de yaygınlaşmasına kadar Türkiye'ye Yunanistan'ın Ege adalarından, özellikle de Sakız Adasından limon gelirdi. Gemilerle gelen limon Haliç'te Yemiş İskelesine indirilirdi. İstanbul kuşçularına yeşil ökseyi de Sakızlı Rumlar limon gemilerinde getirirmiş Beyrut'ta da yeşil ökse olduğu söyleniyor.
Ökseyle kuş tutmak için önce ökse kuru kızılcık çubuklarına sürülür. Çubuklar yaş olursa ökse kesilir, yani yapışkanlığı ortadan kalkar. Ökse sürülen çubuklar "dikse" denen yapraklı bir dala ya da çalıya raptedilir. Dikse yapraksız olursa ökseli çubuklar güneşte parladığı için dikseye konan kuşlar ürküp kaçabilir. Dikse kuşların geçit yapmasına uygun, daha iyisi kuşların geçit yaptığı bilinen bir açık araziye, tercihan bir tümseğin ya da tepeciğin üzerine dikilir. Diksenin etrafına kafesler içinde yakalanmak istenen türden 3-4 kuş yerleştirilir. Güz ve kış aylarında sürüler halinde yaşayan sakakuşu ve benzerleri sürünün toplu halde hareket etmesi sırasında dağılmamasını sağlamak için sürekli olarak kısa bir ötüşle birbirleriyle haberleşirler. Diksenin etrafına yerleştirilen ve "çığırtkan" denen bu kuşlar uzaktan yaklaşan sürüyü işitince öterek hemcinslerine cevap vermeye başlarlar. Bunu duyan sürü de güvenli bir yer olduğunu zannederek dikseye iner. Yalnız çığırtkanların insana alışmış "eski" kuşlar olmaları gerekir; eğer henüz insana alışmamış kuşlar kullanılırsa bunlar uyarı ötüşü vererek sürüyü kaçırırlar. Kuşlar dikseye kondukdan sonra bir bölümü ökseli çubuklara yakalanır. Ökseye tutulan kuş başaşağı döner. Kuşçular da ökseyi tükürükle veya suyla çözerek kuşları birer birer toplarlar. Ökseli kızılcık çubukları 7-8 yıl kullanılabilir. Fazla nemde bozulur. Ökse kurursa şekerli su veya rakıyla ıslatılır.
1950'lerde Yunanistan'dan ökse getirmenin artık mümkün olmaması üzerine (muhtemelen Yunanistan'dan limon ithaline gerek kalmamasından dolayı) ağla kuş tutmak yaygınlaştı. Bu yöntemde yine diğer usuldeki gibi yer seçimi yapılır. Ortaya saka tutulacaksa sakadikeni, florya tutulacaksa sap ayçiçeği konur. Bu bitkinin tohumları bu kuşların doğada en severek yedikleri besinlerdir. Yanına ''patalya (veya petelye) değneği" denen, çatal uçlu bir değnek dikilir. Her çatala "patalya" denen bir kuş, kanatlarının altından ve sırtından geçen ve "gömlek" adı verilen bir bez kuşaktan bağlanır. Gergi ipleriyle gerili olan ağ ise çekilince bu bölgenin üzerine kapanacak biçimde yere kurulur. Ağın etrafına yine kafesler içinde çığırtkanlar yerleştirilir. Uzaktan sürü görününce patalya değneği ipinden çekilerek patalyaların çırpınması sağlanır. Amaç sürünün dikkatini çekmek ve onlarda içgüdüsel olarak mevcut bulunan hemcinslerinin yanma konma isteğini uyandırmaktır. Sürü dikenlere konduğu zaman çeki ipiyle ağ çekilerek kuşlar yakalanır.
Kuş tutmada en çok toprağa çakılan dokuz kazıkla raptedilip gerildiği için "dokuz kazık" denen dikdörtgen ağ kullanılır. Bu ağın kurulmasının mümkün olmadığı dar yerlerde ise dört veya beş kazıkla tutturulan, üçgen şeklindeki "muska ağ" kullanılır. Kuş ağları sardalya gözü balık ağından torlu olarak yapılır.
İstanbul'da eskiden kuş tutulan yerlerin başında Yenibahçe bölgesi geliyordu. Bugün adı bile unutulmak üzere olan Yenibahçe, Bayrampaşa (Likos) Deresinin Edirnekapı ile Topkapı arasında surlardan içeri girdiği kesimden dere yatağı boyunca Aksaray'a doğru uzanan ve büyük bölümü bahçe ve bostanlarla kaplı olan bir bölgeydi. Bu yeşil örtünün arsasına serpiştirilmiş, çoğu bostancı Arnavutlara ait evler de vardı. 1955'te Vatan Caddesi'nin açılması sırasında dere yatağı ve bostanlar büyük ölçüde tahrip edilerek Yenibahçe ortadan kaldırıldı. Bugün o bostanların yerleri Vatan Caddesi, Emlâk Bankası apartmanları, Karayolları Lojmanları, Emniyet Müdürlüğü vs. tarafından işgal ediliyor. 1930'lar-50'ler arasında Kuşçu Yakup'un Yenibahçe'deki bahçesinde baharda ve yazın kuş öttürülür, güzün kuş tutulurmuş. Yenibahçe dışında sur içinde Altımermer ve Sultanselim'deki çukurbostanlarda, yani eski Bizans sarnıçlarında, sur dışında Mevlânakapı ilerisinde Anastos'un bostanında, Edirnekapı'dan Yedikule'ye uzanan mezarlıklarda, Çırpıcı Çayırı yakınında Cevizlibağ'da kuş tutulurmuş. Üsküdar tarafında ise Seyidahmet Deresi, Çamlıca, Toygartepe, Karacaahmet başlıca kuş tutma yerleriydi.
 

SeLeN

Yönetici
Editör
#2
Kus Evleri



Bir vakitler İstanbulda ahşap yapılarda, saçaklar altında oyma kuş kafeslerini andıran kuş evleri bulunurdu. Bunlara türlü sanat biçimleri verilir, yapıların süsleri olurdu. Bu gün artık İstanbulun o korkunç yangınlarından sonra bu eserciklere veda etmiş bulunuyoruz. Yalnız yangınların erişemediği taş ve tuğla yapılarda pek azı sağlam kalmak üzere kuş evlerine rastlıyoruz. Bunlar hem yapının süsü hem de kuşlara yapılmış bir hayır eseridir.
Türk yapılarında heykel kabartmalarının yerini alan bu küçük süs evler, yapının en görünür bir yerine konur, bu oyuncak yapı oya ve dantel gibi işlenirdi. Eskiden duvarlarda görülen bu küçük kabartma yapılar büyük yapının küçük bir örneği, planı sanılırdı. Halbuki yapı ile ilişiği olmayan bu güzel motiflerin Türk Sanatına mahsus bir hayal mimarisi olduğu unutulmamalıdır.
Yer çekimi hesaba katılmadan üstü geniş altı dar köşkler, camiler, şadırvanlar, sebiller yahut bunların karışımı biçimler, resme kaçan özellikler de alırlar. Böylece mimarlıkla hayal ve fantazinin son basamaklarına ulaşılır, baş aşağı kubbeler (Kimyager Derviş Paşa sokağında Hasan Paşa Medresesinde olduğu gibi) daha nice alışılmış biçimler bunlarda görünürdü. Eski hayır sahipleri kuşlara mahsus taş, tuğla yuvalar yapmakla yetinmeyip bunların bir de zarif ve güzel olmasına önem verirlerdi.
Ahmet Haşim, Gurabahane-i Laklakan kitabında, Bursada Haffaflar Çarşısının (YN1) ortasında bir meydan var. Bu meydan malul hayvanların düşkünler yurdudur. Kanadı bacağı kırık leylekler, bunamış kargalar, halkın sadakası ile yaşarlar. Haffaf esnafının aylıkla tuttuğu belki yüz yaşında, baktığı leylekler kadar amelimanda bir ihtiyar toplanan sadaka parası ile her gün işkembeler alır, onları bu zavallı kuşlara dağıtırdı diyor.
Müslüman dini, kuşlara özel bir yer ve değer vermiş, hatta Kuranda Nur Suresinde kuşların Tanrıya dua ve tesbih eyledikleri zikr edilmiştir. Efsanelere karışmış Tekke-i Murganı Süleyman Peygamber yapmış, dünyanın her tarafından gelen kuşlar bir hafta burada yiyip içip bu peygambere dua ederler, diye bir inanç ta vardır. İstanbul halkı, cami avlularında kuşlara mısır ve buğday verirken bunların, hu ! hu ! diye ses çıkartmalarını Allah adını zikr etmeleri manasında aldıklarından güvercinlere dokunulmazdı. Kumru da böyledir.
Masallarımızda bir genç kız hayvan olma bahtsızlığına düştüğü zaman seçeceği bir yaratık kumrudur. Öyle ki, genç kız üvey anasına yağ götürürken şişesini kırıyor, korkusundan Tanrıya yalvarıyor, kumru olmasını diliyor. Duası kabul olunuyor, kumru oluyor. Nuh Tufanının sona ermesinin müjdecisi ağzında zeytin dalı tutan güvercindir. Şark edebiyatında geçen gül ile bülbül efsanesi, hayat ağacı ile can kuşu efsanesinin değişmiş bir şekli olabilir.
Türk Sanatının bir özelliği de dağ gibi büyük eserler yanında gözle görülemeyecek küçük eserlerin bulunuşudur. Bir pirinç tanesi üzerine Euzübesmele yazmak ne ise, dev eserlerin duvarları üzerine bir karış büyüklüğünde kapıları, pencereleri, kafesleri, şehnişleri ile birlikte kuş evleri, köşkleri yapmak ta böyledir. Kuşlar yer çekimine karşı geldikleri, yükseklerde dolaştıkları için Tanrıya yakın varlıklar olarak düşünülmüşler, kanat takmış güzel kızlar şeklinde göründükleri için de Cennet Kuşu veya Melek adını almışlardır.
Bir vakıtlar günahlarını affettirmek veya sevap kazanmak isteyenler esir azat ederlerdi. Böylece köleler efendilerinin azatlı köleleri olurlardı. Hatta bunlar içinde mevki ve makama geçenler de bulunurdu. (1) Esir azat edemeyenler ise kuş pazarlarından kuş satın alarak azat ederlerdi. Bunlara adak kuşları denirdi. Tuttuğu niyetin yerine geldiğini görenler adadığı sayıda kuş satın alıp, bunları elleri ile havaya salarak Azat mezat beni Cennet Kapısında gözet diye bir çeşit celcelutiyeler tekrarlarlardı ki, bunlar çocuk oyunlarına geçmiştir.
Kuşlara ait eserler düşünülecek olunursa, ilkin onların özgürlüğüne engel olan kafesleri hatırlamak gerekir. Bunların gümüşten cami, köşk, sebil, ev biçiminde olanları pek çoktur. Kafes denilince sadece kuşların değil, kadınların da kuşlar gibi kafesler arkasında oldukları unutulamaz. Bir devir kadınlar günahkar gibi saklanır, boyunu bosunu belli eder diye elbisesi bile bile ortaya konulmazdı. Bununla beraber her kuşun bulunduğu yerde kafes olmasa da, her kadının bulunduğu yerde kafes vardı. Kadınların gittiği tekkede, camide, muhallebicide, hatta ortaoyununda...
Asıl burada üzerinde durulması gereken Türk Mimarlığının bugün yüzüstü bırakılan bir yanı kuş evleri veya köşkleridir. Tarihi yapıtlarımızın ciniler ve yazıtlardan sonra akla gelen bir süsü de budur. Hatta tek kabartma süs kuşlara iyilik etmek, sevap kazanmak için yapılmıştır. Bu düşünce bu eserlerde açıkça belirdiği gibi, bu zarif, fakat o nispette dayanıksız bu minyatür köşkler, evcikler, bu yapılarda her şeyden önce yıpranmaktadır. Eski ahşap evlerin bütünü kuşlar için barınak halini aldığı kadar insanlar küçük, büyük yaratıklar, adeta akraba idiler. Evlerin üst kısımlarında hafif yaratıklar, alt kısımlarında ağır yaratıklar. Bu tıpkı Süleyman Peygamberin resimlerine bakıldığı zaman üstte ervah-ı latife nin, uçan meleklerin; altta ervah-ı sakilenin, dev ifrit ve zebanilerin göründüğü gibidir.
Evlerde sade görünenler değil görünmeyenler de bulunurdu. Bunlara iyi saatte olsunlar denirdi. Bunlar bazen izbe yerlerde kendi kılıklarını alırlar, bazen hayvan veya insan kılıklarına girerlerdi. Bu yüzden eskiler hayvanlara kötü davranmaktan sakınırlardı. Artık modern yapılarda ne görünen ne de görünmeyen yaratıklar yer almak istiyor. Sadece köşe minderde uyuşuk bir kedi, bir kafese hapsolmuş sıkıntıdan çırpınıp feryat eden bir kanarya, bir iskete, bir ispinoz veya flürya...(YN2) İnsanlar apartmanlarda yalnızlıklarıyla başbaşa kaldıklarından o eskiden adından korkup şeker şerbeti döktükleri cinlerin, perilerin dahi hasretini duyuyor. Eskiden cin çarpmış, peri tutmuş insanlara ne çok rastlanırdı. Bugün bunlar artık masalların konuları olmaktan pek ileri gidemiyorlar.
Modern yapılardan kuş evleri kaldırıldığı gibi modern şehirlerden de kuşlar uzaklaştı. Bir zamanlar halkın hayvanlara karşı sevgi ve merhameti bugünkünden daha doğrusu hayvanları koruma kurumlarının kurulmasından önce daha güçlü idi. Üsküdardaki kediler hastanesi belki de bu saha da dünyanın biricik hastanesiydi. Güzün halk güzel sesli kuşları dinlemek için kuşları bol, manzarası güzel yerlere giderdi. Aslında kuşlar o devrin insanları gibi bahçeli köşkleri, çağlayanları eğlence ve cıvıltı yeri olarak seçerlerdi.
Padişah Sultan Aziz dahi Hidiv Abbas Hilmi Paşanın Kanlıcadaki korusuna şafakta bülbül sesi dinlemek üzere giderdi. Böyle bülbülü meşhur yerler olduğu gibi, halk ağaçlar ve kaynak suları ile bezenmiş Flüryede, Fülürye kuşlarının sesini dinlerdi. O vakıtlar çınarlarla süslü mesire yerinin adı da çıplaklar diyarı olduktan sonra değişti. Florya oldu. Kuş deyince onu dünyamızın üstünde gösteren kanatlar akla gelir. Hatta melekler, kanatlı güzel kızlar şeklinde düşünülürler. Halk geleneklerine göre yemek sofrası açık kaldığı zaman, melekler üzerine kanat gererler, denilirdi. Bu sebepten melekler yorulmasınlar diye sofra yemek yenir yenmez toplanır. Böylece kuşlar ile meleklere arasında bağlantı kurulurdu.
Kuşlar müjdeleyici haber getiren varlıklardır. Hazreti Süleymanın Saba Melikesi Belkıs ile haberleşmesi Hut Hut Kuşu (YN3) sayesinde olmuştur. Bu yüzden bir çok yerde kuş resim ve işaretlerine suret gözüyle bakılmazdı. Eski kartpostallarda gagasında mektup ve üzerinde yürek işareti bulunan bir kuş resmi görülürdü. Kuşların her davranışlarına bir mana verildiğinden uçarken insanın üzerine pislemesi dahi uğura, talihe yorulurdu. Kısmete işaret sayılırdı. Hastalıktan kurtulanlar, hasretlisine kavuşanlar, kuşlara yem dağıtırlar, hatta çocuğunun yürümesi, abdestini söylemesi için adaklarda dahi bulunulurdu.
Yine bir vakıtlar Bayezıt Camii meşrutasında o derece kuşlar türemişti ki, İstanbulun en eski ahşap evine kuşlar evi denmişti. Yakın tarihimizde Ahmet Ziya Akbulut tarafından bu binanın ince ince resimleri yapılmamış olsaydı, bunun da diğer bir çok eski eser gibi unutulacağı muhakkaktı. Daha doğrusu güvercinler bu tarihi binayı köhne bir kuş kafesine çevirdikten, çökecek bir hale soktuktan sonra yıktırılmasına karar verilmiş... Kuş hücumuna uğrayan bu evden sonra kuşlar cami avlusuna taşınmışlardır. Sahaflar çarşısı yanınca kitapçılar kitaplarını Beyazıt Camii iç avlusuna yaymışlardır. Güvercin pislikleriyle lekelenmiş kitaplar işte bu vaktın eserleridir.
İnsanların zaman zaman kuşlara benzemek istemelerinin tarihi pek eskidir. Uçma özenci her milletin masallarında yer alır. Şehnameye göre kuşlar gibi insanların da uçtukları görülür. Keykavusun uçtuğunu ve sonra düşerek Rüstem tarafından kurtarıldığını yine Şehnamede buluruz. Hele Efrasyap ordusunda cadıların varlığı, yağmur yağdırdıkları ve havalandıkları esatiri olaylardır. Kuşlar masallarda daha doğrusu folklorda yer aldığı gibi tarihte ve sanatta da yer alır. Selçuklarda çifte kartal, Konya Kalesinin sembolü, ayrıca atmaca denen çakır cinsinden kuş ta böyledir.
Bugün Osmanlı mimarlığı içinde kuşlara mahsus ilk evcikler yahut kabartmalar Bursada görülmekle beraber, bunlar bazan maşallah, kane, ya hıfız, tebarekallah yazılarıyla birleşirler. Yine Bursada Beşikciler caddesinde tahtadan dilimli veya çadırımsı, üzerinde yüksek bir alem görülen kuş evi vardır. Bu evcik pencereler sevri kemeriyle Türk Uslubunu belirttiği gibi dilimli bir feneri de hatırlatır. Yine Bursanın doğusunda Umurbey mahallesinde Çıngıltı sokağında görülen eski bir konağın ön kısmında saçağa yakın bir yerde bulunan kuş evi, bu şehrin en güzel kuş evlerinden biridir. Bunu İstanbul Enstitüsü mecmuasının 5. sayısındaki yazımızda görmek mümkündür.
İstanbulun hemen her semtinde kuş evleri bulunmakla beraber bunların çoğunluğu bozulmuş harap olmuştur. Perşembe Pazarında bulunan hanlarda görünenlerin çoğu böyledir. Fermeneciler Yokuşunde hele Sandalyacılar sokağında, Büyük Yeni Valide Hanı çevresinde yine böyle harap pek çok yıkık dökük evcikler var. Laleli camii çevresi de büyük küçük harap kuşevleriyle doludur. Eski Balık Pazarı, Yemiş iskelesi ve tahmiste kuş evlerinin türlü biçimlerine rastlanır. Pek çok kuş evleri arasında eşine az rastlanan güzel eserlerden biri de Müftü Hoca Feyzullah Efendi Medresesinde görülen nispeten sağlam kalmış bir kuş evidir. Bu medrese kitabesinde 1112 de tamamlandığına dair bir kayıt var. Bu eser Millet kütüphanesi adıyla anılan Ali Emiri Kütüphanesidir. Duvar üzerinde iki karış büyüklüğünde bir hayal mimariye neler sığdırılmıştır. Türk mimarlığının yer çekimi zorunluluğu ortadan kalkınca, erişilemez özelliklere varmış olduğu kolaylıkla anlaşılıyor.
Kuş evleri içinde sülüs Maşallah yazısı, çiçek ve resimlerle bezenmiş harap bir kuş evi Yeni valide Hanındadır. Ne yazık ki burada görülenler bu eserin son kalıntılarıdır. Bu muhteşem eser kuş evi kendinden pek çok şeyler kaybetmiştir. Üzerinde 1177 tarihi okunan bu kuş evinde kuşlara, güvercinlere ayrı ayrı yerler, yuvalar yapılmıştır. Aynı medresenin diğer duvarlarında görünen kuş evleri yıpranmış, bunlardan bir şey kalmamıştır.
Bir de Darphani-i Amire binasında görünen ve yüksek bir şatoyu andıran zarif kuş evi de örnek eser olabilir. Bu kat kat iç içe ve olağanüstü bir mimari kompozisyonudur. Belki de bu çeşitlerin en kıymetli örneğidir. Bu eserde klasik mimarinin ötesinde romantizme vuran bir hayal, bir masal mimari buluruz. Basamak basamak yükselen bu yapıda başlangıç ve bitiş diğer kuş evlerinden ayrı bir özelliktedir. Bu eser kuşlar için düşünülen ve yapılan eserlerin onlara en yakını, en uygunu da denebilir. Bunları yapan sanatçılar bilinmiyor. Aslında halk eserlerinin hemen pek çoğunda imza yoktur. Bunlar da böyle. Adsız, fakat gerçek sanatçıların eserleri. Alçak gönüllülüğü sanattan üstün tutan kimselerin eserleri...
(1) Her ne kadar kölelikten yükselenler olmuşsa da latife yoluyla da olsa bunlara takılanlar bulunurdu. Nitekim; Kölelikten müezzin olmaz minareyi yıkar sesiyle, Halayıktan kadın olmaz kurnayı kırar tasıyla denilirdi.


Güvercin yemi cesitleri



Güvercin yetiştirmeye ilk kez 12 yaşımda başlamıştım. O dönemde kuşlarıma yem olarak sadece buğday veriyordum. Başlangıç yıllarımda zavallı kuşlarım buğdaydan başka bir yem tanımadan ömürlerini geçirdiler. Bu olay bir insanın ömür boyu sadece ekmek yemesi gibi bir şeydir. Buğday diğer yemlere göre kısmen daha ucuz olduğu için yetiştiriciler tarafından çok tercih edilen yemlerin başında gelmektedir. Ancak sağlıklı bir yemleme de buğdayın yanı sıra bir çok yem çeşidine de ihtiyaç duyulmaktadır. Şimdi anlıyorum ki, profesyonel anlamda yetiştiricilik çok bilinçli ve eğitimli olmayı gerektiriyor. Ülkemizde özellikle son yıllarda profesyonel yetiştiriciliğin hızla geliştiğini görmek gerçekten çok sevindirici. İster form güvercini ister performans güvercini yetiştirelim sağlıklı güvercinler elde edebilmenin yolu beslenmeden geçmektedir. Kuşlarımızdan beklediğimiz verimi alabilmek için onların beslenmesine gereken önemi göstermek durumundayız. Güvercinlerimizin de bir çok canlı gibi protein, karbonhidrat ve yağ olmak üzere bazı temel besin maddelerine gereksinimleri vardır. Bunun yanı sıra gerekli vitamin ve mineralleri almaları gerekir. Güvercinlerimiz yaşam döngülerinde belli dönemlerden geçerler. Yavru dönemi, tüy değişim dönemi, kış dönemi şeklinde adlandırabileceğimiz bu dönemlerde kuşlarımızın besin ihtiyaçları farklılık gösterir. Bilinçli yetiştiriciler bu dönemlerde farklı karışımlar (rasyonlar) hazırlayarak ihtiyaca yönelik bir beslenme düzeni uygularlar. Bir güvercin günde ortalama olarak canlı ağırlığının %10u kadar yem tüketir. Güvercinlerin ağırlıkları ırklara göre değişir. Ortalama olarak bir güvercinin 400 gr. geldiğini varsayarsak bu güvercin günde 40 gr. yem tüketir. 25 güvercini olan bir yetiştiricinin günlük yem gereksinimi 1 kg. kadardır. Yemleme genel olarak günde bir kez ve akşamüzeri yapılır. Bazen özellikle de yavru büyütme dönemlerinde günde iki defa yemleme yapılabilir. Bu durumda toplam verilen yem miktarı günde bir kez verilen yem miktarına eşit olmalıdır. Bu durumda toplam yemin 1/3 kadarı sabah, 2/3 kadarı akşam verilmelidir. Güvercinler yemlenirken kural olarak özel yemlikler kullanılır. Yerde yemleme yapılmaz. Ancak çok fazla sayıda güvercinin bulunduğu ortamlarda örneğin 100-150 kuşluk kümeslerde yerde yemleme yapmak gerekiyorsa yemleme yapılacak yerin temiz olmasına dikkat edilmelidir. Temiz değilse temizlendikten sonra yemlemeye geçilmelidir. Hiçbir surette yem ile dışkının birbirine temas etmesine izin verilmemelidir. Yemeğinizi tuvalette ve yerde yemek durumunda olsaydınız sanırım bu hiç hoşunuza gitmezdi. Güvercinlerimiz için de durum çok farklı değildir. Onları tuvalette yem yemek durumunda bırakmaya hakkımız yoktur. Eğer farklı güvercin ırkları aynı anda yemleniyorlarsa, her ırkın yem tüketme hızı farklıdır. Bu farklılıkların göz önüne alınması ve mümkünse her ırkın farklı zamanlarda yemlenmesine çalışılmalıdır. Böylece yemleme sırasında kuşlarımızın yemden adil bir şekilde yararlanmasını sağlamış oluruz. Yemlerin kapalı ortamlarda özenle saklanması ve küflenmesinin önüne geçilmelidir. Ülkemizde yetiştirilen evcil güvercinlerin tamamı tane ve tohum ile beslenme alışkanlığı olan kuşlardır. Güvercinlerde yem olarak kullanılan tane ve tohumların başlıca çeşitleri, buğday, arpa, yulaf, mısır, sorgum (akdarı), pirinç, mercimek fiğ, burçak, çılban, bakla, bezelye, fasulye, soya fasulyesi, kolza (kanola, rapiska), kenevir tohumu (çedene), keten tohumu, ay çekirdeği ve aspir (kardi) olarak sıralanabilir. Güvercinlerimize hangi yem karışımlarını uygularsak uygulayalım dikkat etmemiz gereken önemli bir nokta yemlerin taze olması gerektiğidir. Bir yemin tazeliği bu yemin çimlenme yeteneğini kaybetmemiş olması ile ölçülür. Çimlenme yeteneğini yitirmiş yemler tercih edilmemelidir. Özet olarak kısır tohum yem için uygun değildir. Bu bakımdan yemlerinizi bildiğiniz ve güvendiğiniz bir yemciden almanız yerinde olur. Güvercin yemi satan dükkanlarda genellikle güvercinler için hazırlanmış yem karışımları bulunmaktadır. Bu yem karışımlarını tercih etmemeniz yararınızadır. En doğrusu kendi yem karışımınızı kendinizin ayarlamasıdır.
Güvercin yemi olarak kullanılan bütün bu yem çeşitlerinin protein, karbonhidrat, yağ, vitamin, mineral ve selüloz (kaba lif) oranları birbirinden farklıdır. Ayrıca bazı yem çeşitlerinin güvercinlerimizde farklı etkileri bulunmaktadır. Bu yem çeşitlerinin tamamına yem satan dükkanlarda rastlayabilmek pek mümkün olmaz. Ayrıca hepsini bulmaya gerek de yoktur. Çoğu benzer içeriklere sahiptir. Bu bakımdan bütün yem çeşitlerinin özelliklerini bilmek, hangisinin hangisi yerine kullanılabileceğine karar vermek önemlidir. Dönemine göre uygun yem karışımları hazırlayabilmek açısından yem çeşitlerini özelliklerine göre gruplara ayırarak tanıtmak istiyorum.
KARBONHİDRAT AĞIRLIKLI GÜVERCİN YEMLERİ
1) Buğday: Buğdaygiller ailesinden Triticum cinsinden bir tahıl bitkisi olan buğday, çok eski devirlerden beri kullanılmaktadır. Anadoluda günümüzden yaklaşık 6000 yıl önce buğday tarımı yapıldığı bilinmektedir. Binlerce çeşidi geliştirilmiş bir bitkidir. Ülkemizde üretilen buğdayın çok büyük bir bölümü insanlar için besin gereksinimi amacı ile kullanılır. Öğütme artıkları ise hayvan yemi olarak kullanılmaktadır. Her buğday çeşidinin besin içeriği değişiktir. Genel olarak bir buğday tanesinin içinde, %70i karbonhidrat, %13 protein, %2 yağ, %2 kaba lifler (selüloz), % 2 mineral vardır. Ayrıca bazı B vitamini çeşitleri ile az miktarda da A vitamini de bulunur. 50 gr. buğday yaklaşık 165 kalori verir. Bu ortalama olarak güvercinlerimizin günlük tüketimine eşittir.
2) Arpa: Buğdaygiller ailesinden Hordeum cinsinden bir tahıldır. Güç iklim koşullarına uyumludur. Türkiyede buğdaydan sonra en çok yetiştirilen tahıl çeşididir. Dünyada arpa üretiminin yarısı hayvan yemi amacı ile yapılmaktadır. Bir arpa tanesinin içinde yaklaşık % 67 karbonhidrat, %10 protein, %2 yağ, %5 kaba lifler (selüloz) ve kalsiyum, fosfor ile az miktarda da B vitamini bulunur. Başaksız arpa kuşlarda hastalığa neden olabilmektedir. Kış aylarında güvercinlerin yağlanmasını engellemek amacı ile yem karışımlarındaki arpa oranı artırılır.
3) Yulaf: Buğdaygiller ailesinden Averna cinsinden bir tahıldır. Buğday ve arpaya göre çok daha yeni bulunmuş bir tahıldır. İlk kez MS. 1. Yüz yılda yetiştirilmeye başlanmıştır. Dünyada daha çok hayvan yemi olarak üretilmektedir. Bir yulaf tanesinin içinde yaklaşık % 64 karbonhidrat, %12 protein, %6 yağ, % 10 kaba lifler (selüloz) ve kalsiyum, demir ile az miktarda da B vitamini bulunur.
4) Mısır: Buğdaygiller ailesinden Zea mays cinsinden bir tahıldır. Dünya tahıl üretiminde buğdaydan sonra önemli bir yer tutar. Üretilen mısırın büyük bir bölümü besin ve hayvan yemi olarak kullanılmaktadır. Mısır bitkisi sahip olduğu tanelerin şekline göre bir çok çeşide ayrılır. Bir mısır tanesinin içinde yaklaşık % 70 karbonhidrat, %9 protein, %4 yağ, %2 kaba lifler (selüloz) ve az miktarda mineral bulunur. Büyük taneli olanlarının güvercinlerin kolay tüketimi için kırılması gerekir.
5) Sorgum (Akdarı): Buğdaygiller ailesinden ot ve tane verimi yüksek bir tahıl türüdür. Sorghum biocolor, L. Moench bilimsel adı ile bilinir. Daha çok ikinci ürün olarak ülkemizde geliştirilmeye çalışılmaktadır. Sıcak iklim bitkisi olan sorgum, ülkemizde hayvancılık sektöründe yem bitkisi olarak kullanılmaktadır. Ak darı adı ile bilinmektedir. Sudan otu ile melezlenerek çeşitli tipleri geliştirilmiştir. Daha küçük taneli olan ve kum darı ya da muhabbet darısı olarak da bilinen Panicum miliaceum tipleri daha çok kafes kuşlarında yemlik olarak kullanılır. Bir sorgum tanesinin içinde ortalama olarak % 70 karbonhidrat, %10 protein, %2.5 yağ, % 2.5 kaba lifler (selüloz) ve demir bulunur.
6) Pirinç : Buğdaygiller ailesinden Oryza cinsinden bir tahıldır. 25 kadar türü ve yüzlerce çeşidi geliştirilmiştir. Dünya tahıl üretiminde buğday ve mısırdan sonra üçüncü sırayı alır. Pirinç su içinde yetiştirilen tek tahıl bitkisidir. Türkiyeye 500 kadar önce güneyden girmiştir. Hasat sonrası yapılan parlatılma işlemi sırasında besin değerinin çoğunu yitirir. Besin olarak pilavlık pirinç ağırlıklı olarak karbonhidrat içerir. Bir pirinç tanesinin içersinde ortalama olarak % 72 karbonhidrat, %9 protein, %3 yağ, % 2 kaba lifler (selüloz) ve demir bulunur. Pirinç güvercinlerde su tutucu olarak bilinir. Bu nedenle bir hastalıktan kaynaklanmayan sulu dışkı durumlarında yem olarak pirinç verildiğinde olumlu etki yapar. Daha ucuza gelmesi açısından kırık pirinç alınabilir.
PROTEİN AĞIRLIKLI GÜVERCİN YEMLERİ
1) Mercimek: Baklagiller ailesinden Lens esculenta bilimsel adı ile tanılan bir bitkinin tohumlarıdır. Bu tohumlar besin amacı ile kullanılmaktadır. Farklı bir çok çeşidi bulunmaktadır. Bu çeşitlerde tohum renkleri sarı, kahverengi, turuncu, gri ve yeşil olmak üzere değişiklik gösterir. Bazı çeşitleri ise alacalı ve benekli olabilmektedir. Şanlıurfa ilimiz başta olmak üzere güneydoğu bölgemizde yoğun olarak üretilmektedir. Türkiye, dünya mercimek üretiminde önemli bir yere sahiptir. Bir mercimek tanesinin içinde ortalama olarak % 51 karbonhidrat, % 22 protein, % 1.5 yağ, % 4 kaba lifler (selüloz) bulunur. Ayrıca demir, fosfor ve B vitamini açısından zengin bir tohumdur. Güvercinler tarafından sevilerek tüketilen bir yem çeşididir.
2) Fiğ: Baklagiller ailesinden Vicia bilimsel adı ile tanılan bir bitkinin tohumlarıdır. Vicia ailesine ait 150 kadar değişik otsu bitki bulunmaktadır. Bu bitkinin meyveleri içinde 2 10 arasında tohum bulunur. Bu tohumlar yem olarak kullanılmaktadır. Vicia sativa (adi fiğ), Vicia villosa (tüylü fiğ), Vicia narbonensis (koca fiğ) ve Vicia pannonica (Macar fiği) gibi çeşitleri ülkemizde de yetiştirilmektedir. Bir fiğ tanesinin içinde ortalama olarak % 54 karbonhidrat, % 27 protein, % 1.5 yağ, % 4 kaba lifler (selüloz) bulunur. Güvercinler tarafından sevilerek tüketilen bir yem çeşididir.
3) Burçak: Baklagiller ailesinden Vicia bilimsel adı ile tanılan bir bitkinin tohumlarıdır. Fiğ ile yakın akrabadır. Vicia ailesine ait 150 kadar değişik otsu bitki bulunmaktadır. Vicia ervillia bilimsel adı ile tanılan Burçak, ülkemizde oldukça yaygındır. Boğumlu meyvelerinin içinde 2 4 tohum bulunur. Bu tohumlar yem olarak kullanılmaktadır. Sindirimi kolay proteinler içermektedir. Bir burçak tanesinin içinde ortalama olarak % 55 karbonhidrat, % 22 protein, % 1.5 yağ, % 4 kaba lifler (selüloz) bulunur. Güvercinler tarafından sevilerek tüketilen bir yem çeşididir.
4) Çılban (Cılban): Baklagiller ailesinden Vicia bilimsel adı ile tanılan bir bitkinin tohumlarıdır. Vicia ailesine ait 150 kadar değişik otsu bitki bulunmaktadır. Çılban bir tür yabani fiğ çeşidi (vicia spp) olarak bilinir. Boğumlu meyvelerinin içinde bulunan tohumlar yem olarak kullanılır. Besin içeriği fiğ ve burçak gibidir. Özellikle yavruların çabuk gelişimini sağladığı için tercih edilen bir yem çeşididir.
5) Bakla: Baklagiller ailesinden Vicia bilimsel adı ile tanılan bir bitkinin tohumlarıdır. Vicia ailesine ait 150 kadar değişik otsu bitki bulunmaktadır. Vicia faba bilimsel adı ile tanılan Bakla, ülkemizde oldukça yaygındır. Fiğ ve burçak ile yakın akrabadır. Meyveleri (yeşil bakla) ve kurutulmuş tohumları (kuru bakla) yemeklik olarak kullanılmaktadır. Kuru bakla olarak bilinen bakla tohumları aynı zamanda yem olarak da kullanılırlar. Tohumları uzun ve yassıdır. Yeşil (taze) bakla üretimi, Antalya, Mersin, Aydın gibi illerimizde yaygındır. Kuru bakla üretimi ise daha çok, Çanakkale ve Balıkesir illerimizde yapılmaktadır. Bir bakla tanesinin içinde ortalama olarak % 50 karbonhidrat, % 25 protein, % 2 yağ, % 7 kaba lifler (selüloz) bulunur. Güvercinlere verilecek baklanın kolay yiyebilmeleri için kırık bakla olması gerekmektedir. Güvercinler tarafından isteksiz olarak tüketilen bir yem çeşididir.
6) Bezelye: Baklagiller ailesinden Pisum sativum bilimsel adı ile tanılan bir bitkinin genellikle yuvarlak biçimli tohumlarıdır. Tohumlar 10 cm. kadar uzunluğu bulunan yeşil meyve kısmının içinde yer alır. Bir meyve içinde yeşil, sarı, alacalı, beyaz gibi renk çeşitleri olabilen 5-10 kadar tohum bulunmaktadır. Genel olarak yemeklik amacı ile üretilir. Ancak bu tohumlar yem olarak kullanılmaktadır. Ülkemizde bezelye üretimi, Mersin, Adana, Antalya, Bursa ve Aydın gibi illerimizde yaygındır. Bir bezelye tanesinin içinde ortalama olarak % 57 karbonhidrat, % 23 protein, % 1.5 yağ, % 6 kaba lifler (selüloz) bulunur.
7) Fasulye: Baklagiller ailesinden Phaseolus vulgaris bilimsel adı ile tanılan bir bitkidir. Tohumları 5-25 cm. kadar uzunluğu bulunan genellikle yeşil renk olan meyve kısmının içinde yer alır. Meyve kısımları yassı, yuvarlak, düz ya da kıvrık olabilmektedir. Meyve kısımları yeşil fasulye olarak bilinir ve yemeklik amacı ile kullanılır. Meyve kısmının içinde bulunan genellikle böbrek biçiminde, yassı, yuvarlak olabilen tohumları ise hem yemeklik hem de yemlik olarak kullanılabilmektedir. Ülkemizde fasulye üretimi, başta Bursa olmak üzere bir çok ilimizde yaygındır. Bir fasulye tanesinin içinde ortalama olarak % 58 karbonhidrat, % 20 protein, % 2 yağ, % 6 kaba lifler (selüloz) bulunur. Ayrıca demir ve B vitamini açısından zengin bir bitkidir. Güvercinlere verilecek fasulyenin kolay yiyebilmeleri için kırık olması gerekmektedir.
PROTEİN VE YAĞ AĞIRLIKLI GÜVERCİN YEMLERİ
1) Soya fasulyesi: Baklagiller ailesinden Glycine max ya da Glycine soja bilimsel adı ile tanılan bir bitkidir. Fasulyeye benzer ancak daha küçük yapılı ve yuvarlak biçimlidirler. Tohumlar meyve kısmının içinde yer alır. Tohumları besin olarak kullanılmaktadır. Ayrıca tohumların çimlendirilmesi ile elde edilen soya filizleri salata olarak tüketilmektedir. Buğdayla birlikte mayalandırılarak hazırlanan soya sosları ise çeşitli yemeklerde sos olarak kullanılır. Soya fasulyesinin tohumları sarı, yeşil, kahverengi, siyah ya da iki renkli alacalı olabilmektedir. Tüm baklagiller içersinde besin değeri en yüksek ürünlerden biridir. Ülkemizde soya fasulyesi üretimi, başta Adana olmak üzere Orta Karadeniz bölgemizde yaygındır. Bir soya fasulyesi tanesinin içinde ortalama olarak % 37 karbonhidrat, % 38 protein, % 17 yağ, % 5 kaba lifler (selüloz) bulunur. Güvercinlere verilecek soya fasulyesinin kolay yiyebilmeleri için kırık olması uygundur.
2) Kolza (Kanola, Rapiska): Bilimsel olarak Brassicaceae adı verilen turpgiller ailesinin bir üyesidir. Brassica napusun oleifera alt türü olarak bilinir. Ülkemizde çok yaygın değildir. Almanyadan ithal edilen Quinta çeşidinin daha çok Adana ilimizde sınırlı bir üretim alanı bulunmaktadır. Uzun meyvelerinin içinde çok sayıda kahverengi tohum bulunur. Tohumlarında yağ oranı yüksektir. Yemeklik yağ yapımında ve çeşitli sanayilerde kullanılmaktadır. Bir kolza tanesinin içinde, % 22 Karbonhidrat, % 18 protein, % 44 yağ, % 6 selüloz bulunmaktadır. Gelişme evresindeki yavrularda tüy renklerinin derinliğini artırır.
3) Kenevir Tohumu (Çedene): Kendirgiller ailesinin bir üyesidir. Bilimsel olarak Cannabis sativa adı ile bilinir. Lifleri sicim ve halat yapımında kullanılır. Tohumları ise kuş yemi olarak değerlendirilir. Kenevir bitkisinin farklı bir tipinin çiçeklerinden esrar elde edilir. Kenevir ülkemizde en çok Karadeniz bölgemizde üretilmektedir. Tohumlarında yağ oranı yüksektir. Bir kenevir tanesinin içinde, % 18 Karbonhidrat, % 20 protein, % 33 yağ, % 16 selüloz bulunmaktadır. Yavru güvercinlerde cinsiyet gelişimini hızlandırdığı bilinmektedir. Ayrıca güvercinlerde tüylerin renginin parlak olmasını sağlar. Gelişme evresindeki yavrularda tüy renklerinin derinliğini artırır. Özellikle sarı ve kırmızı renk güvercinlerde bu durum daha belirgindir. Güvercinler tarafından sevilerek tüketilen bir yem çeşididir. Fazla verilmesi durumunda sulu dışkıya neden olabilir.
4) Keten Tohumu: Ketengiller ailesinin bir üyesidir. Bilimsel olarak Linum usitatissimum adı ile bilinir. Lifleri kumaş dokumacılığında kullanılır. Keten kumaş nem çekiciliği sağlam ve dayanıklılığı ile bilinir. Tohumları ise kuş yemi olarak değerlendirilir. Keten ülkemizde en çok Marmara bölgemizde üretilmektedir. Tohumlarında yağ oranı yüksektir. Bir keten tanesinin içinde, % 22 Karbonhidrat, % 24 protein, % 31 yağ, % 10 selüloz bulunmaktadır. Güvercinlerin yuvaya alıştırılma döneminde keten tohumu verilmesi kuşun yuvaya kolay bağlanmasını sağlar. Ancak keten tohumu fazla verilmemelidir. Fazla verilmesi durumunda ishal yapar.
5) Ay çekirdeği: Bilimsel olarak Asteraceae adı verilen bileşikgiller ailesinin bir üyesidir. Helianthus annuus adı ile bilinen ay çekirdeği, bu bitkinin tohumlarıdır. Tohumlarında yağ oranı oldukça yüksektir. Ekonomik değeri oldukça yüksek bir bitkidir. Diğer ekonomik kullanımlarının yanı sıra, tohumları kurutulup kavrulduktan sonra çerez olarak da tüketilmektedir. Bir ay çekirdeği tanesinin içinde ortalama olarak % 20 karbonhidrat, %19 protein, %40 yağ, % 10 kaba lifler (selüloz) bulunur. Ay çekirdeği, A, B, D, E vitaminlerinin yanı sıra demir, fosfor, potasyum ve mineraller açısından da zengindir. Ülkemizde Marmara ve Trakya bölgeleri başta olmak üzere Ege bölgesi ve Orta Karadeniz bölgemizdeki illerde üretilmektedir. Güvercinler için yem olarak kullanılanlarının tohumları küçüktür. Güvercinler bunları kabukları ile birlikte tüketirler. Güvercinlere yem olarak kullanılanlarının kavrulmamış olması gerekir. Güvercinler tarafından sevilerek tüketilen bir yem çeşididir.
6) Aspir (Kardi): Bilimsel olarak Asteraceae adı verilen bileşikgiller ailesinin bir üyesidir. Carthamus tinctorius adı ile bilinen aspir çiçekli bir bitkidir. Ülkemizde dönüşümlü ekip bitkisi olarak geliştirilmeye çalışılmakla birlikte çok yaygın değildir. Balıkesir ve Isparta ilimizde ağırlıklı olarak yetiştirilmektedir. Özellikle tohumlarından yağ elde etmek amacı ile üretilmektedir. Doymamış yağ oranının fazla olması nedeni ile perhiz yemeklerinde kullanımı yaygındır. Tohumları bazı yörelerde müshil olarak kullanılmaktadır. Bir aspir tanesinin içinde ortalama olarak %30 karbonhidrat, %18 protein, %33 yağ, % 7 kaba lifler (selüloz) bulunmaktadır.
DENGELİ BESLENME
Tüm canlılarda olduğu gibi güvercinlerde de dengeli beslenme çok önemlidir. Kuşlarımızın dengeli beslenebilmeleri için gereken yem karışımlarını hazırlarken, onların ihtiyaç duydukları temel besin maddelerine olan gereksinimlerini göz önüne almamız gerekir. Güvercinlerin temel besin maddelerine olan gereksinimleri içinde bulundukları döneme göre değişmekle birlikte ortalama bazı değerler vermek yararlı olacaktır. Hazırlanacak yem karışımları çok değişik varyasyonlardan oluşabilir. Bu varyasyonlar ne olursa olsun aşağıdaki oranların genel olarak korunmasına dikkat etmek gerekir.
 

SeLeN

Yönetici
Editör
#3
Anadoluda Güvercinler



Güvercinler, kentlerin vazgeçilmez kuşları… Kaya Güvercini (Columba livia) gibi türlerin yaşamak için kentleri seçmelerinden dolayı en tanınan kuşlar arasında birinciliği onlara vermek doğru olacaktır. Güvercinlerin insanla bu denli içli dışlı olması onlara özel anlamlar yüklenmesine de neden olmuştur. Örneğin Eski Yunan mitolojisinde güzellik ve aşk tanrıçası Aphrodite’yi (Roma’da Venüs) güvercin simgeler. Eski Yunanca’da “peristera” güvercin anlamına gelir. (Farsça’da ise peristo’dur.) Eski Yunan mitolojisinde peristera, Aphrodite’nin yanında dolaşan perilerden biridir.

Bir gün Aphrodite ile Eros çiçek toplamak için yarışıyorlardı. Aphrodite Peristera’nın yardımı ile yarışı kazandı. Eros’un bu müdaheleye canı sıkıldığı için Peristera’yı güvercine dönüştürdü. Bu ve benzeri mitoslar Yunan ve Roma mitolojisinde oldukça sık görülür. Dinsel inanışta da güvercinin farklı bir yeri vardır. Üç büyük dinde de güvercin kendini gösterir. Güvercinle ilgili ilk dinsel bilgiler Tevrat’ta yer alır. Nuh Peygamber, tufanın dinip dinmediğini anlamak için bir güvercin uçurur. Güvercinin ağzında yaşamın sürdüğünü müjdeleyen bir zeytin dalıyla dönmesi onun evrensel barış simgesi olmasına yol açmıştır. Benzer biçimde güvercinin Hıristiyanlıkta da önemli bir yeri vardır. İncil’de Yahya tarafından vaftiz edilen Hz. İsa’nın başına “Kutsal Ruh”un beyaz bir güvercin olarak konduğu anlatılır. Bu nedenle güvercin Kutsal Ruh’un temsilcisidir. İslamiyet’te Hz. Muhammed’in Kureyşlilerden kaçarken Sevr Dağı’nda sığındığı mağaranın girişinin örümcekler tarafından ağla kapatıldığı, bir güvercinin de orda yuva yaparak onu kurtardığı aktarılır. İslamiyet’te aileye bağlılığın simgesi olan güvercin, insanlar arasında gönülden gönüle sevgi taşıyan bir hayvan olarak da bilinir.
Güvercinin bu denli önemle benimsenmesinden dolayı onlara bir çok binada kuş evleri yapılmıştır. Anadolu’daki ilk örnekleri 16. yüzyıldan başlayarak İstanbul, Edirne, Amasya, Konya, Kayseri ve Niğde’deki camilerde, köprülerde, kütüphanelerde ve sivil mimarlık yapılarında görülebilir. Genellikle kursaklarına doldurdukları tahıl tanelerini sindirebilmek için sık sık su içme gereksinimi duyduklarından “su pınarlarının koruyucu kuşu” olarak da anılan güvercinin Anadolu insanı için çok farklı bir yeri daha vardır. Bu önem güvercin gübresinin Anadolu insanı tarafından kullanılmasıdır. Özellikle Kapadokya Bölgesinde görülen binlerce güvercinlik işte bu amaca hizmet eder. Kapadokya Bölgesinde yer alan güvercinlikler genel olarak 19. ve 20.yy’a ait olmasına karşın ender olarak 18. yy’da yapılmış örneklere de rastlama olanağı vardır. Kapadokya’daki güvercinliklerin en küçükleri bile yüzden fazla kuşu barındırabilecek kapasitede ve yedi-sekiz katlı olabilmektedir. Bölgedeki bir başka tip güvercinlik de Bizans Döneminde kilise ve manastır olarak kullanılmış yapıların giriş ve pencere boşluklarının kapatılması ile luşturulanlardır. Bunlar sayesinde kiliselerin duvar resimleri sağlam kalabilmiştir. Çünkü güvercinliklere yılda sadece bir kez güvercin gübresi almak için girilmekte ve daha sonra tekrar bu boşluklar kapatılmaktadır. Güvercinliklerin dış yüzeyleri güvercinlerin yuvaları daha rahat fark edebilmeleri için beyaz renge boyanmıştır.
Bezemeler ise yöre halkının zevkidir. Genellikle geometrik bezekler görülmekle birlikte, hayat ağacı ya da çeşitli hayvanların betimlemeleri de yapılmıştır. Osmanlı döneminde evliliklerde çeyiz olarak verilebilen, halk arasında alınıp satılabilen güvercinler günümüzde de yaygın bir gelenek olan “güvercincilik” adıyla yapılmaktadır. Güvercincilik bir merakla başlar ama sonra aşırı tutkuya dönüşür, bir alışkanlık halini alır.
Güvercinler bir çok sanat dalında da sanatçılara esin kaynağı olmuşlar. Selçuklu ve Osmanlı döneminde yaygın olarak görülen çini sanatında bir çok güvercin tasviri görülmektedir. Aynı şekilde yine Osmanlı Döneminde cam biblo güvercinler dikkat çekici nitelikler taşırlar.
Kuşadası’nda düzenlenen “Altın Güvercin Müzik Yarışması” bazı kuruluşların güvercini amblem olarak seçmesi (Beyaz Güvercin) ve daha bu konuda verilebilecek pek çok örnek güvercinin günümüz Türkiye’sinde eskiden olduğu gibi önemsendiğinin bir göstergesidir. Sanırım kendi kültürümüzde bu kadar önemli yere sahip olan bu kuşlara artık farklı bir gözle bakabiliriz. Ne dersiniz?



Kuslardaki Sasirtici Denge



Herkesin mutlaka bir kez olsun dikkatini çekmiştir. Telefon telleri üzerinde dinlenen kuşlar hiç zorlanmadan dengede kalabilirler. Ne sürekli yön değiştiren rüzgar, ne de rüzgarın etkisiyle sallanan tel bu mükemmel dengeyi bozamaz.
Sirklerde çalışan cambazları düşündüğümüzde kuşların dengede kalma yeteneklerinin ne kadar üstün olduğu daha da iyi anlaşılır. Örneğin, gergin bir çelik halat üstünde yürümeye çalışan bir cambaz, dengesini sağlamak üzere, özel malzemeden yapılmış uzun bir sırık kullanmak zorundadır. Bu sırık cambaza bir tür terazi mekanizması kazandırır ve düşmeden tel üzerinde kalmasını sağlar.
Kuşlar ise dengelerini kurmakta herhangi bir alet kullanmazlar ama en iyi cambazdan çok daha yeteneklidirler: Bir telin üzerine havadan süzülerek iniş yapabilir ve 1 saniyeden daha az bir sürede dengelerini kurabilirler.
Alman bilim adamı Prof. Reinhold Necker, üstün birer akrobat olan kuşların nasıl olup da incecik bir tel üzerinde düşmeden kalabildiğini bulabilmek için tam dört yıl süren uzun bir araştırma yürüttü. Bochum Ruhr Üniversitesi'nde görev yapan araştırmacı, kuşların son derece özel bir denge mekanizmasıyla donatılmış olduğunu keşfetti. Bu araştırmaya göre, denge mekanizmasında iki farklı organ görev yapıyor.
Organlardan biri, diğer omurgalılarda da görülen iç kulak organı. Bu organ daha çok kuş havadayken faydalı oluyor ve kuş kanat çırptığı sırada ters yüz olmasını engelliyor.
Diğer organ ise kuşun leğen bölgesinde bulunuyor. Mükemmel işleyen bu organ omuriliğin sol ve sağ tarafındaki yarım daire kanallarından meydana geliyor. Omuriliğe bağlı simetrik kanalların içi özel bir sıvıyla dolu. Prof. Necker, bu sistemin işleyişini şöyle aktarıyor:
"Bu yarım daire kanalları bir terazi gibi işliyor. Kuşun vücudu nasıl hareket ederse bu sıvı ya o kanala ya da diğer kanala gidiyor".
Bu sistem elektronik bir bilgisayar sistemine benzer şekilde çalışan sinir hücrelerine dayanıyor. Mekanik uyarılmayla uyarılan loplardaki sinir hücreleri sinyali bacak ve beyinciğe gönderiyor. Necker, "Kaslar hareketi öyle düzenliyor ki kuşlar dengelerini mükemmel sağlıyor" diyor. Bu organın denge üzerinde oynadığı rolü test eden bilim adamı, leğen bölgesindeki organları kusurlu olan kuşların denge sağlayamadıklarını ve yere düştüklerini belirledi. Kuşlardaki bu harikulade denge organları olmasaydı, hafif bir rüzgar esmesiyle bulundukları tel üzerinden kolayca düşerlerdi. Bu organın en şaşırtıcı yönü ise otomatik çalışarak kuşu dengede tutuyor olması.
Organdaki tasarım incelendiğinde kanalların özel olarak varedildiği sonra akışkanlığı özel ayarlanmış bir sıvıyla doldurulduğu kolayca anlaşılmakta. Elbette böyle bir organ kuşun kendi iradesiyle oluşamaz. Ayrıca şuursuz atomlardan meydana gelen kas ve sinir hücreleri kuşu dengede tutmayı 'isteyemezler' ve gerekli ayarlamaları 'hesaplayamazlar'. Akıla sahip olmayan bir kuşun, uzun kimyasal tahlil ve incelemeler sonucu bunu keşfettiği elbette söylenemez. Bunu ona ancak her şeyi kusursuz olarak yaratan ve her şeyi bilen Allah öğretmiştir.


Konyada Güvercincilik



Güzelliği, rengi, yön bulma yeteneğine bağlı haber götürücülüğü, eti ve evcilleşme yeteneği dolayısıyla çok eski çağlardan beri insanoğlunun dikkatini çeken güvercin, birçok ulusta olduğu gibi, doğaya bağlı bir ulus olarak bizde de büyük bir ilgi görmüştür.

Güvercin sözcüğünün gerek en eski Türkçe metinlerde bulunması, gerekse birbirinden oldukça uzak değişik Türk lehçelerinde ortak bir sözcük olarak varlığı, bunun en büyük kanıtlarından birisidir, iş yalnızca eski metinlerde ve değişik Türk lehçelerinde güvercin sözcüğünün geçmesiyle kalmamaktadır. Bugün birçok bölgemizde köklü bir güvercincilik geleneği vardır ve bu gelenek en canlı biçimde yaşamaktadır. Yalnızca Konya il merkezinde yapmış olduğum araştırma, güvercinciliğin Konya'da da ne kadar köklü bir geçmişe dayandığını göstermiştir.
Sınırlı ve belli alanlardaki sözcükleri içine alan Gök Türk Yazıtlarında geçmeyen güvercin sözcüğü. Uygur metinlerinde kögürçgün, kögürçken, kögürçün biçimlerinde geçmektedir (A, Caferoğlu, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, s. 114, İstanbul, 1968), Divanü Lûgati't-Türk'te kökürçkün olarak geçmekte, kökürgkünleş- «güvercini öndül koyarak yarışa girmek», biçiminde bir de türevi bulunmaktadır (B. Atalay, Divanü Lûgati't-Türk Dizini, a. 358, Ankara 1943). Kökeni hakkında ise herhangi bir açıklama yoktur. Lehçelerde, Rad., Kkg.-kögürçkön; Rad., Kaz,-kügerçin; Rad., Tob.-kügelsin; Rad,, Kg,-kügörşük; Rad., Komd, Bar.-kögürçün olarak geçmektedir (B, Atalay, Divanü Lûgati't-Türk Dizini, s. 358, Ankara, 1943). Anadolu ağızlarında, goğercin, güvercin, göğercin, güvercin biçimleri var, Kögörçün (Bashöyük-Kadınhanı-Konya) biçiminin ise Kafkasya göçmenlerinden derlendiği anlaşılıyor (Derleme Sözlüğü, C, VII, VIII).
Güvercin sözcüğünün eski kaynaklarda karşılaştığımız biçimlerini, şu iki ana biçime indirmek mümkündür; kökürçkün, kögürçün.
Kögürçken biçiminin, son hecede ünlü düzleşmesiyle kökürçkün biçiminden geliştiği anlaşılıyor. Kökürçkün ile kögürçgün arasında ise yalnızca -k- (buraya w nin altındaki yatay işaret konacak) -g- değişmesi var. Kökürçkün ya da kögürçün biçimlerinden hangisi asıl biçim olursa olsun, güvercin sözcüğünün Türkçe gök sözcüğünün bir türevi olduğu biliniyor (Hasan Eren, Türkçe Gök Kelimesinin Türevleri, Jean Deny Armağanı, s. 85-89, Ankara, 1858). Kökürçkün, kögürçün biçimlerinin kök < gök sözcüğünün üzerine ek yığılması sonucu ortaya çıktığı anlaşılıyor. Nitekim, aynı yapı özelliğine, aynı eklerin yığılmasıyla Türkçe iki sözcüğünün türevi olan ikirçkün «tereddüt, ikircim; tereddütlü, ikircimli» sözcüğünde de rastlıyoruz (B. Atalay, Divanü Lûgati't-Türk Tercümesi. C. III. s. 419, Ankara, 1941). Bu örnekler, ikirçkün sözcüğünün iki, kökürçkün sözcüğünün de gök sözcüğünün türevi olduğunu gösteriyor. Bazı sözlük ve ansiklopedilerde (Meydan Larausse, C. 5, s. 463, İstanbul, P. Tuğlacı, Okyanus 20. Yüzyıl Ansiklopedik Türkçe Sözlük M, İstanbul, T971), güvercin sözcüğünün Moğ. kügercin sözcüğünden getirilmiş olması görüşüne ise katılmak mümkün olmasa gerek.
Bu kadar eski ve yaygın bir sözcüğün, sınırlı bir anlam çemberi içinde kalması düşünülemez. Nitekim güvercin sözcüğü kendi asıl anlamı yanında, gerek yalın durumuyla, gerekse türevleri ve katıldığı birleşik sözcüklerle çok değişik anlamları olan bir sözcük durumuna gelmiştir.
Bunu şu örneklerde görmek mümkündür:
güvercin: Güney yarımkürede, Büyükköpek yakınında yer alan küçük Takım yıldız.
güvercinboynu: Böcek kabuğu gibi yeşil, mavi vs pembe arasında dalgalanan renk.
güvercinbudu: Bir çeşit yumurtalı köfte,
güvercingöğsü: Bk. güvercinboynu. güvercingerdanı.
güvercingerdanı: Bk. güvercinboynu, güvercingöğsü.
güvercinkökü: bot. Menisperrnacea familyasından jatrorhhiza palmata adlı bitkinin kökü.
Güvercinlik 1. Güvercin yetiştirmek için özel olarak hazırlanmış yer. 2. Piyade kayığının kıçında küçük bir kamara veya ambar biçiminde olup, öteberi koymaya yarayan dolap. 3. Kule biçiminde yüksekçe istihkâm. 4. Kalelerde, güvercinliklere benzeyen saklı yer ve gözcü kulesi.
güvercintaklası: 1. Sırt sırta kollarını birbirine kenetleyen üç ya da dört kişinin oluşturduğu koni biçimindeki sırt boşluğunda omuzlara dayanılarak atılan takla 2. Arkaları birbirine dönük elleri dizlerinde olarak eğilen dört çocuk üzerinde perende- atarak geçilen bir çocuk oyunu, güvercinyuvası: 1. anat. Beyincik dilciğinin yan kanatları ile tarin kapaklarının meydana getirdiği çukurluk. İçinde beyincik bademciğinin üst ucu bulunur (kırlangıçyuvası da denir). 2. tiy. Eski İngiliz tiyatrolarında, ancak bir insan başı büyüklüğünde görüş deliği olan tiyatro locası.
Bu kadar eski ve yaygın bir sözcüğün yer adlarına yansımaması mümkün değil. Nitekim eski ve yeni birçok yer adında güvercin sözcüğünü görüyoruz. Güvercin (Arpaçay-Kars), Güvercin (Osmancık-Çorum, Ş.Karahisar-Giresun. Elbistan-Maraş, Nevşehir-Niğde, Fatsa-Ordu, Havza-Samsun), Güvercinlik (Gümüşhane) muhtarlıklarının; Güvercinlik (Bolaman-Fatsa-Ordu, Azdavay-Daday-Kastamonu), Göğercinlik (Akmeşe-İzmit-Kocaeli) mahallelerinin; Güvercinlik (Zıvarık-Cihanbeyli-Konya) yaylak ve Güvercinlik (Etimesgut-Ankara) çitliğinin adları (bk. Türkiye'de Meskûn Yerler Kılavuzu 1, Ankara, 1946). güvercin sözcüğüne dayalı yer adlarımızın çokluğunu gösterir. Bunların yanında. Güvercinlik Biga sancağında ve Biga yakınlarında bir küçük kasaba olup. H. 831 tarihinde II. Sultan Murat Han tarafından fetholunmuştur. (bk. Şemsettin Sami, Kâmusü'l-a'lâm, C. 5, s. 3924, İstanbul, 1314), Güvercinlik (Sırpça adı: Golubaç, Macarca adı: Galamboç) Yugoslavya'nın Sırbistan bölümünde, Tuna'nın sağ kıyısında bir kasaba, (Türk Ansiklopedisi, C. 18, s. 235-237, Ankara. 1970). Güvercinkaya (Deniz haritalarında Pigon 1. ek. Makro). Kuzey Suriye'de Akdeniz kıyısındaki- Basit (Podision) burnunun kıyısında ve Akra dağının güneybatı eteğinde bir adacık (bk. Meydan Larausse) güvercin sözcüğünün, eski devirlerden beri hem Türkiye'de hem de Türkiye dışında yer adı olarak kullanıldığını göstermektedir. 1/500000 ölçekli Yeni Türkiye Atlası'nda. Güvercin, Güvercinli, Güvercinevleri. Güvercinlik biçiminde sekiz köy adı verilmiştir (Yeni Türkiye Atlası, M.S.B. Harita Genel Müdürlüğü, Ankara, 1977). Yazılı kaynaklara geçmiş bu çiftlik, yaylak, köy, mahalle, kasaba, şehir adlarının yanın da yazılı kaynaklara geçmemiş daha birçok yer adının bulunabileceğini kabul etmek yanlış olmasa gerek.
Konya'da güvercinciliğin oldukça eski bir geçmişi var. Bu konuda elde kesin belgeler bulunmamakla birlikte, yerleşmiş kuşçuluk gelenekleri Konya'daki güvercinciliğin geçmişinin Selçuklulara kadar çıktığını gösteren güçlü belirtilerdir. Ayrıca sözlü anlatılar da bunu destekler nitelikledir. Konya'nın ünlü kuşçularından Av. Mehmet Ali Apalı, Konya'da kuşçuluğun Selçuklular zamanında başlamış olabileceği görüşünde. Ayrıca Konya'ya özgü bir güvercin türü olan Selçuklu güvercinlerini de Selçukluların Orta Asya'dan getirdikleri kanısında. Buna kanıt olarak da bu güvercin türünün Konya dışında hiçbir yerde bulunmayışını gösteriyor. (bk. Mahmut Sural, Konya'da Kuşçuluk ve Kuşçular I. Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, sayı: 352, s. 3483-848o, İstanbul, 1978). Yine Konya'nın tanınmış kuşçularından Av. Ahmet Onacak, Konya'ya kuşçuluğun. Selçuklularla geldiği «Malazgirt savaşından sonra Konya'da kurulan Selçuklu Devleti sultanlarına, vezirlerine hediye olarak pek çok güvercin gönderildiği» görüşünde (Bk. M. Sural. Konya'da Kuşçuluk ve Kuşçular III. T.F.A. Dergisi, sayı: 356, s. 8602-8604. İst, 1979). Konya'daki yaygın inanışa göre Mevlâna da güvercin beslemiştir. Bu nedenle çelebiler de kuş beslemiş ve çelebiler arasından ünlü kuşçular yetişmiştir (bk. a. g. röportaj II. T.F.A. Dergisi, sayı: 353, s. 8521-8523).
Bugün güvercincilik Konya'da oldukça yaygın durumda. Biri Mevlânâ Türbesi yanındaki Mevlâna Kuşçu Kahvesi, diğeri salmacıların kahvesi olarak bilinen. Amele Pazarı'nda. caddenin sağında ikinci katta olmak üzere iki de kahvehaneleri var. Bu kahvehanelerde güvercin üzerine söyleşiler ve güvercin alışverişleri yapılmakta. Konya'da güvercinlerin 50 T.L. ile 10.000 T.L. arasında alınıp satıldığı söyleniyor. Güvercinin değeri görünüş güzelliğinden, damarlı ve yiğit oluşundan, oyun yeteneğinden gelir. Selçuklu türünde görünüş güzelliği, Mardinli ve taklambaç türlerinde ise görünüş güzelliği yanında oyun yeteneği de aranır, iyi güvercinlerde Selçuklu ile Mardinlinin fiyatları aşağı yukarı aynı.
Güvercinler, özel kümeslerde besleniyor. Kümesler çoğunlukla toprak kerpiçten yapılmış, ortalama 2x2 ya da 1.5x2 m. genişliğinde, 1,5-1.80 m. yüksekliğindedir. Kümesler iki bölümdür. Tel örgülerle çevrilmiş yazlık bölüm ve kerpiçten örülmüş kışlık bölüm. Büyüklükleri aşağı yukarı aynı alan yazlık bölümle kışlık bölüm arasında, üzerinde güvercinlerin geçebilecekleri büyüklükte bir delik bulunan bir kapı vardır. Güvercinler iki bölüm arasında istedikleri gibi hareket edebilirler. Asıl barınma yeri kışlık bölümdür. Duvarlara yerleştirilmiş olan kutular veya küçük sandıklar içinde tünerler, orada yavrularlar. Her odada rahat etmelerini engellemeyecek sayıda güvercin vardır. Güvercinlerini dışarı bırakanlar yanında sürekli kümeste besleyenler de var.
Güvercinler, sert buğday, küçük mısır, burçak, fiğ ve arpa ile besleniyor. Kışın çoğunlukla burçak veriliyor. Kümesleri her gün temizlenen güvercinlere yine her gün taze su veriliyor. Mikroplardan arındırmak için sularına onbeş günde bir eriton katan veya sağlıklarını korumak için vitamin hapları veren kuşçular var. Konya'da güvercin gübresi, daha çok çiçeklere ve sebzelere, seyrek olarak da ağaçlara atılıyor.
Konya'nın asıl yerli güvercinleri halk arasında daha çok enseli olarak bilmen Selçuklu türü ile taklambaçlardır. Bunların yanında Konya'ya sonradan geldiği herkesçe bilinen Mardinli türü ile Çorumlu-Mardinli, gut. demkeş, Musullu ve ganrık türleri vardır. Çoğunlukta olup herkesçe beslenen güvercin türleri ise Selçuklu. Mardinli ve Taklambaç türleridir.
Selçuklu türü güvercinler, ense. kuyruk ve renklerine göre, Mardinli türü ile taklambaç türü güvercinler ise renk. tüy, ve oyun durumlarına göre çeşitlere ayrılırlar. Selçuklu türü güvercinlerde görünüş güzelliği, taklambaçlarla Mardinli türü güvercinlerde ise görünüş güzelliği ile uçuş ve oyun özelliği aranır. Bu yüzden Selçuklu türü güvercinler çoğunlukla Kümeslerde beslendiği halde, Mardinli ile taklambaçlar uçuş için bırakılırlar.
Selçuklu türü güvercinlerin renklerine göre bugün bilinen çeşitleri ak. kara, gök, çopur ve akkuyruk karadır. Avukat Mehmet Ali Apalı, Selçukluların Orta Asya'dan yalnız ak. kara ve gök türlerini getirdiklerini, ak ile karanın eşleştirilmesinden akkuyruk karayı, ak ile gök'ün eşleştirilmesinden de çopur'u, Selçukluların elde ettiğini tahmin ediyor (a. g. röportaj II. T.FA. Der., sayı: 353, s. 8521-8523). Aynı görüşü paylaşan başka kuşçular da var. Güvercin meraklılarından Muzaffer Öztermiyeci'ye göre gök ile ak'ın eşlemesinden enseli karakuyruk çopur, enseli gök, çopur; ak ile karanın eşleşmesinden enseli ala, enseli mavrullu kara, akkuyruk kara, yanı telli, böğrü telli, üstü telli kara; çopur ile çopurun eşleşmesinden %80 pal, %15 çopur. %5 enseli ak elde edilir.


Kuslarin gizemli yolculugu



Sonbahar gelince bazı kuşların ortadan kaybolup, ilkbaharda yeniden ortaya çıkmaları, onların başka bir yöreye mi gittiklerini, yoksa kış uykusuna mı yattıklarını bilemeyen ilk doğa bilimcilerin hep aklını karıştırmıştır. Her ne kadar çağdaş doğa bilimin temelini atan ünlü Aristo, turnaların Anadolu yaylalarından Nil deltası bataklıklarına uçtuklarının bilincinde olsa da kırlangıç, toygar, üveyik gibi küçük kuşların yerin altında kış uykusuna yattıklarını düşünüyordu.

Çok daha sonraları, 1600'lerde bile Avrupalılar kuzeye özgü Yosun Kazlarının her ilkbahar bir cins deniz kabuklusunun içinden çıktığını sanıyorlardı.
Bugün, her yıl milyarlarca kuşun ilkbahar ve sonbaharınbaşlarındabinlerce kilometrelik göçlerine başladıklarını biliyoruz. Hem Avrasya'dan, hem Kuzey Amerika'dan toplam 400 türe ait 10 milyar kuşun kışı Afrika'da veya Orta ve Güney Amerika'dageçirdikleri saptanmış bulunuyor. Göç sayesinde kuşlar, yıl boyu aktif kalarak dünyanın farklı yörelerindeki mevsimlik beslenme ve yuvalanma olanaklarından yararlanıyorlar. Bu açık avantaja karşın, göçün maliyeti ağır olduğu gibi bu kadar uzun soluklu bir yolculuğun üstesinden gelebilmek için kuşta köklü fizyolojik değişimler gerekiyor.
KUŞLAR NEDEN GÖÇ EDERLER?
Bu sorun, hala ornitolojide (kuş bilimi) en zorlu sorulardan birisi. Genellikle kuş göçleri üreme ve üreme dışı dönemlerin aynı bölgede geçirilmesinin avantajlı ya da mümkün olmadığı durumlarda görülür. Ancak, bazen daha yakındaelverişli kışlama alanları varken türün neden binlerce kilometre öteye göç ettiğini açıklamak her zaman kolay değil. Göç, olanca risklerine karşın hala vazgeçilemediğine göre kuşlara hatırı sayılır yararlar sağlıyor olmalı. Uzun göç yolculuğu, tamamlamak için harcanan enerjinin yanısıra yorgunluk, kaybolma, yırtıcılara yem olma gibi riskleri nedeniyle tehlikeli bir girişim. Kuzey Yarımküre'den güneye göçen küçük kuşların yarısından fazlası asla geri dönmüyor. Örneğin diğer akrabalarının aksine çok daha geç, Ağustos ayında yuva yapan Ada Doğanı bu gibi küçük göçmenlerle beslenerek yaşamak için evrilmiş bir yırtıcı. Buna, insanoğlunun ve olumsuz hava koşullarının etkilerini eklersek göç ve kışlama sırasında ölüm oranının yüksekliği bizi şaşırtmamalı.
Kuşların, kış aylarının olumsuz çevre koşullarından güneye kaçmaları kolay anlaşılsa da belki de daha ilginç bir soru neden uygun koşullar tropikal bölgelerde yıl boyu hüküm sürdüğü halde tekrar kuzeye döndükleri. Burada önemli nokta, her ne kadar kış boyunca düşmanca koşullar hüküm sürse de, kuzey enlemlerinde ilkbahar ve yaz ayları boyunca üremek için tropikal bölgelere göre daha uygun özelliklerin bulunması. Tropikal enlemlerde gece-gündüz uzunluğu neredeyse sabit olduğu halde, ilkbahar ve yaz boyunca kuzey enlemlerde gündüzler gecelerden belirgin derecede uzun. Diğer taraftan ılıman ve tropikal bölgelerde yerli kuş popülasyonlarının yoğunluğu özellikle üreme sırasında yüksek rekabet oluştururken, daha az türe sahip kuzey enlemlerinde bu rekabet daha düşük. Bu bakış açısına göre, kuzey enlemlerdeki çoğu göçmen kuş türleri kuzeydeki geçici yaz bolluğundan faydalanan tropikal kökenli kuşlardır.
Aynı türün farklı coğrafyalarda yaşayan toplulukları göç davranışını sonradan kazanabilir ya da kaybedebilirler. Örneğin Küçük İskete son yüzyıl içinde Akdeniz havzasından kuzeye, Avrupa'ya yayıldı. Atasal Akdeniz toplulukları yerliyken, yeni kuzey popülasyonları artık göçmen oldular. Tam tersine bir gelişme, Güney Afrika'da kışlayan Kara Leylek ve Arıkuşu gibi bazı göçmen türlerinin bir kısmının artık oarada üreyen yerli türlere dönüşmeleri.
Genel olarak, tropikal bölgeye göç eden kuşlar geride ılıman bölgede kalanlara göre kışı daha iyi atlatırken, geride kalan yerli türler üreme açısından göçmenlerden daha başarılı oldular. Tropikal bölgelerdeki yerli türler ise uzun yaşamayı düşük üremeye feda ederler. Kurdukları yuvaların pek azı başarılıdır, yavru sayıları düşüktür ve her çift yılda birçok kere üremeyi dener, ama erginler uzun ömürlüdürler.
Göç, yerel koşullar yakındaki yörelere fırsatçı hareketleri teşvik ettiği durumlarda evrilir. Popülasyonun sadece bir kısmında başlayan bu davranış eğer avantajlı ise, bir süre sonra göç etmeyen toplulukların yeryüzünden silinmesi sonucunda o türün tüm bireyleri için bir kural haline gelir.
FARKLI GÖÇ ŞEKİLLERİ
Farklı türlerin kışlama ve üreme alanları arasında izledikleri rota ya da kışlama alanlarında yerleşme şekilleri değişik göç şekilleri oluşturuyor. En belirgin farklılıklardan biri süzülen kuşlarla, kanat çırpan aktif uçucular arasında. Uçabilmek için termallere bağımlı süzülen kuşlar, geniş su kitlelerini aşamadıklarından kıyı kenarını izleyerek gündüzleri uçarlar ve denizleri karaların birbirlerine en çok yaklaştıkları bölgelerden geçerler. Diğer taraftan pek çok ötücü kuş, yağmurcun ve su kuşu yer şekillerine bağlı kalmaksızın geniş bir cephe şeklinde geceleri göç ederler.
SÜPER YAKIT: İÇYAĞI
Göç eden kuşların büyük çoğunluğu bir seferde uzun mesafeleri aşabilmek için deri altında yağ depolar. Yağ parçalandığında, aynı miktarda karbonhidrat veya proteinle karşılaştırılırsa onların iki katı enerji ve su üretir. Biriktirilen yağ, bazen vücut ağırlığının iki katına çıkmasına neden olabilir. Bu denli çok yağın kısa sürede biriktirilebilmesi için uygun metabolik ve davranışsal değişikliklerin oluşması gerekiyor. Bu değişiklikler arasında aşırı yeme (hiperfagi), metabolizmalarının nitelik değiştirmesi, iç organların bazılarının küçülmesi sayılabilir. Yağ, normal zamanlarda küçük kuşların vücutlarının % 3 ila %5'ine karşılık gelir. Oysa göç sırasında bu değer %25'e, bazı kuşlarında %45' ulaşabiliyor.
Yapılan araştırmalar, küçük kuşların bir saatlik bir uçuş sırasında vücut ağırlıklarının yaklaşık %1'ini kaybettiklerini göstermiş. Ünlü göç araştırmacısı Peter Berthold, ağırlının %40'ı yağ olan bir göçmen kuşun 100 saat boyunca durmadan uçabileceğini ve bu süre zarfında 2500 km. yol katedeceğini hesaplamış. Yakıtı tasarruflu kullanma açısından hiçbir insan yapısı motor kuşların metabolizmasıyla baş edemez!
GÖÇÜN ZAMANLAMASI
Ankara'da her yıl Mart'ın 15'i civarında leylekleri görmek o kadar doğaldır ki neredeyse takviminizi onların gelişine göre ayarlayabilirsiniz. Kuşların iç ritimleri, onlara yılın hangi döneminde olduklarını oldukça hassas biçimde anlatır. Yabani kuşları kafeslerde besleyen meraklıların en az 200 yıldan beri bildikleri 'yol huzursuzluğu' değişen gün uzunluğunun kuşun hormonları üzerinde yarattığı etkinin en belirgin sonuçlarından. Güneşin batımıyla birlikte kafesteki kuş, göç etmesi gereken yöne doğru durmaksızın hamle yaparak içgüdülerine karşı koyamaz.
Göçmen kuşlar aynı zamanda hava koşullarını da dikkate alırlar. Uygun hava basıncı ve rüzgar koşulları oluşmadıkça uzun süreli bir yolculuğa çıkmazlar. Bu bilgileri nasıl elde ettikleri tam olarak anlaşılamamıştır, ancak düşük frekanslı sesleri duyabilmeleri ve hava basıncını algılayabilmeleri gibi özelliklerini kullandıkları sanılmakta.
YÖN BULMA
Başta posta güvercinleri üzerinde yapılan araştırmalar sayesinde bugün kuşlarda yön bulmanın temelini biliyoruz. Örneğin. birçok kuş türünün tepeler, vadiler, hatta büyük kentlerdeki gökdelenler gibi görsel işaretleri hatırladıkları ve kullandıkları ortaya konulmuş. Ancak onlar için asıl yön gösterici, aynen bir zamanların deneyimli denizcileri için olduğu gibi güneş ve yıldızlar. Göç sırasında kuşlar kalıtsal olarak gidecekleri yönü gündüzleri güneşin durumuna bakarak saptayabilirler. 1950'lerden başlayarak yapılan deneylerde, kuşların içsel saatlerine göre güneşin hangi yönde olduğunu saptayabildikleri gösterilmiş. Bu deneylerde kullanılan bireyler, yapay bir ışıklandırma rejimi ile günün aydınlık ve karanlık dönemleri doğal güne göre birkaç saat kaydırılmış bir kafes ortamına yerleştirilmişler. Sonbaharda güneye uçmaları gereken bu kuşlar, kendi iç saatlerine göre günortası (saat 12), gerçekte ise akşamüstü saat 18 iken güneşi gördükleri zaman açıkça batıya - yani güneşin öğlen saatinde olduğunu sandıkları konuma - yönelmişler. Kuşlar aynı zamandadünyanın kendi etrafında dönmesinden kaynaklanan, güneşin konumunun her saat 15 derece kadar değişmesini de dikkate alabilirler.
Gece göç eden kuşlar ise, yıldızların konumuna bakarak yönlerini saptarlar. Planetaryumlarda (tavanına gece gökyüzü görüntüsü yansıtılabilen daire biçimli kapalı salon) yapılan deneylerde, yapay olarak kuzey-güney ekseni 180 derece döndürüldüğünde kuşların da yönlerini aynı şekilde çevirdikleri görülmüş. Kuşbilimci Stephen Emlen yavru kiraz kuşları üzerinde yaptığı ve sırayla belli takımyıldızların görünmelerini engellediği titiz deneylerle kuşların hangi yıldızları kullandıklarını araştırmış. Deneyler sonucu, yavruların Kutup Yıldızı yerineBüyük Ayı, Küçük Ayı, Draco, Cepheus ve Cassopeia takım yıldızlarının konumlarını daha henüz yuvadayken ezberledikleri anlaşılmış. Emlen bir başka deneyinde de güneşin süreleri üzerinde oynayarak kafesteki kuşların bir bölümüne sonbaharda, diğer bölümüne ilkbaharda oldukları izlenimini vermiş. Her iki grup, planateryumda aynı gece gökyüzünün altına konduklarında bir grup kuzeye, öteki grup güneye yönelmişler!
Havanın kapalı olduğu zamanlarda da başarıyla yön bulan kuşların varlığı, araştırmacılara kuşların yön tayininde bilmediğimiz başka bir duyuları olduğunu düşündürür. Nitekim, aralarında güvercinin de bulunduğu bazı türlerin yerkürenin manyetik alanını algılayabildikleri gösterilmiş. Karıkoca araştırmacılar Wiltschko ve Wiltschko'nun öncülük ettiği deneylerde, kafalarının yakınına ters manyetik alan oluşturulması güvercinlerin beklenenin tam tersi yöne gitmelerine neden olmuş.



Kuşlarla ilgili Makale derlemeler



Yazar olma hayalleriyle yaşlanmış biri olarak Manik’ in hayatını romanlaştırmayı beceremedim bir türlü. Oysa, müthiş romanlar yazmayı hayal ederdim ki, herkesin dudakları uçuklayacaktı okuyunca. Hayır, korku romanları değil, Stephan KİNG olmak istemedim hiçbir zaman. Yani herkes şaşıp kalacaktı demek istiyorum.

Ünlü olma hayalleriyle karalamalar yapmaya başladım. Remington marka daktilomu aldığım gün mutluluktan uçuyordum. Benimle yapılacak söyleşilerde neler diyeceğimi düşüne düşüne dönmüştüm eve. İmza günlerinde romanlarımı imzalarken neler yazacağımı, aklıma geldikçe bir kenara not ederdim. Yabancı dillere çevrilecek romanlarımın tanıtımı için yurtdışı gezileri hayal ederdim. Alacağım ödüllerde yapacağım konuşmaların metinlerini hazırlardım. Bütün bunlar zamanla sönüp gitti. Romanlarımı yazamadım. Kala kala elimde iki roman taslağı (özet desem daha doğru olur) kaldı. Manik’ in hayatını romanlaştıramayacağımı anlayınca unutulup gitmesini istemediğim maceralarımı öyküleştirmeye karar verdim. Hani, öyküden, romana geçilir, derler. Belki benim için de önce öykü yazmanın bir faydası olur, diye düşündüm.(Aslında ben bu düşünceyi saçma sapan bulurum ya da bulurdum, ama, n’aparsınız işte, bir umut.) Roman yazmak için aldığım, benimle birlikte yaşlanan Remington’ umu önüme çektim ve Manik’ in maceralarımdan birini içimden geldiği gibi öyküleştirdim.

GÜVERCİN MUKADDES BİR KUŞTUR

“ Peygamberimiz, efendimiz Mekke’den Medine’ ye hicret ederken kendisini öldürmek isteyen kafirlerden korunabilmek için bir mağaraya sığınır. Bir örümcek mağaranın önüne ağ örer. Bir güvercin de hemen yuva yapıp yumurtalarını bırakır. Mağaranın önüne gelen kafirler yuvasından havalanan gök güvercinini, yuvadaki yumurtaları ve örümcek ağını görünce mağaraya hiç kimsenin girmemiş olduğunu düşünüp uzaklaşırlar. Sizin anlayacağınız, çocuklar, güvercin mukaddes bir kuştur. Hatta, güvercinler peygamberimize saygıdan ötürü Kabe’ nin duvarlarına konmazlar. Güvercin beslemek sevaptır. Onlara taş atmak, öldürmek ise en büyük günah... “
Derdi Dayko. Rengarenk güllerle, hanımelileriyle, kasımpatılarıyla, menekşelerle kaplı koskocaman bahçesinde yeşil badanalı, büyük bir kulübe vardı. İçinde de sayısız güvercin. Kulübenin önündeki mermer kaplı geniş alanda dolaşırlar, uçuşurlardı. Arada havalanıp gezintiye çıkanlar çok geçmez dönerlerdi kulübelerine. Bazıları da mermer alandan sıkılıp bahçeye geçer, çiçeklerin arasında dolanırdı. Güvercinleri her şeyiydi Dayko’ nun. Buğday, mısır ve ekmek kırıntısından oluşan yemlerini mermer alana serptikten sonra taburesine kurulup nargilesine köz koyar, huzur içinde Güvercinlerin dem çekişlerini dinlerdi. Güvercinlerden biri ölmesin, yas tutardı Dayko. Dualar okurdu. Günlerce yanına yaklaşılmazdı. Kedilerden nefret ederdi, kaç Güvercinini kaptırmıştı o lanet olasıcılara. Güvercin toplayıcılara karşı her zaman hazırlıklıydı. Kaç Güvercinin havalandığını bilir, en yüksektekini bile gözlerini kısıp baktı mı tanırdı. Biz sadece bayramlarda gidebilirdik Dayko’ nun bahçesine. Güvercinlere zarar verirler diye çocukları, başlarında büyükler yokken kulübenin çevresine yanaştırmazdı. Bir kere babamla gitmiştim. Babam bir şeyler anlatıyor, Dayko sorular soruyordu. Arada bir rakamlar duyuyordum ama gözüm güvercinlerdeydi. Kulübenin yanına gidip yem atmak istiyordum. Bir ara, suyunu içtikten sonra temizliğe girişen kırçıllı taklacıyı fark ettim. Yörenin en çok takla atan güvercini, şampiyon taklacı. Dayko’ ya döndüm, babamla sıkı sıkı tokalaşıyorlardı. Tokalaşma bitince yanağımı okşadı.
“ Şu kırçıllı “, dedim, “ Şampiyon taklacı o, değil mi ? “
“ Aferin ufaklık “ dedi. Elimden tutup kulübenin yanına götürdü. Avucuma yem koydu, güvercinlere doğru savurdum. Bir sürü güvercin yem kapmak için uçuştu, ayaklarımın ucuna kadar geldiler.

MANİK AMCAMDIR BENİM

İki katlı, bahçeli evlerin yıkılıp yerine apartmanlar, katlı otoparklar, kocaman alış veriş merkezleri yapılmadığı, peynirimizi mahalle bakkalından aldığımız yıllardı Manik' in serserilik yaptığı yıllar. Kabadayılığı ile ün salan Manik benim amcamdı. Belalı adamdı. Yasak, günah yoktu Manik' de. Kafasına koyduğunu yapar, almak istediğini alırdı. Kimsenin gözünün yaşına bakmazdı. İşlerini gördüğü çok önemli dostları vardı. Kim olduklarını bilmiyorduk. Bazen günlerce ortadan kaybolur, sonra bir gece geç saatte yorgun argın eve dönerdi. Silah taşımazdı, ismi yetiyordu istediğini yaptırmaya. Ama onca yapıp ettiklerine rağmen polisle falan başı derde girmemişti. Kimsenin söylediğine kulak asmaz, burnunun dikine giderdi. Bir tek babam söz geçirebilirdi Manik' e, bu yüzden başı çok ağrımıştı babamın. Bostanlar mahallesindeki iki katlı, küçük bahçeli evde hepbirlikteydik. Alt katta biz oturuyorduk, üst katta büyükannemle Manik. Evlenmemişti Manik bir çok kadınla dost hayatı yaşadığını daha sonraları babamdan öğrenmiştim. Kadınlardan biri eve kadar gelip hır çıkartmıştı. Manik gözümüzün önünde kadını dövmeye başlamıştı. Babam zor almıştı kadını Manik' in elinden. O zamanlar neler olduğunu anlayamamıştım. Beni çok severdi Manik. Günlerce ortalardan kaybolduktan sonra döndüğünde bana hediyeler getirirdi. İlk meşin futbol topumu, ilk bisikletimi Manik almıştır bana. Beni hep yanında gezdirirdi. Durmadan birilerine para gönderirdi benimle, birilerinden çantalar aldırırdı.
“ Dikkat et “, derdi, “ içlerinde kırılacak eşyalar var elinden düşürme sakın. Sağda solda oyalanma, bozuşuruz yoksa. “

DAYKO’ YA SORAN MI VAR !

“ Paranın lafı mı olur, Manik, kayık senin “ , dedi, Manik' in para uzatan elini saygıyla geri iten balıkçı. Gerçekten saygı mı duyuyordu Manik' e yoksa korktuğu için mi almamıştı parayı. Kim bilir, yarın, öbürgün, işi düşerse Manik de onu kollar diye mi düşünmüştü.? Kayığa atladık. Balıkçı kayığı suya iter itmez Manik küreklere asıldı. Keyifli keyifli ıslık çalıyordu. Körfezin ortalarına geldiğimizde kürekleri bıraktı. Torbadan çaparileri çıkardı. Hazırladı. Bir iki kez nasıl fırlatacağımı gösterdi. Neler yapmam gerektiğini anlattı. Fırlatabildiğim kadar uzağa fırlattım. Ardından Manik' in benimkinden çok daha uzakta suya daldı. Hafif bilek hareketleriyle misinayı oynatıyordu. Aynısını beceremiyordum. Arada bir misinayı yukarı doğru kaldırıp indiriyordu.
“ Biliyor musun ,seninle çok güzel bir iş yapacağız becerirsek ne istersen alırım “, dedi. Heyecanlandım birden.
“ Ne yapacağız ? “
“ Dayko’ nun şampiyonunu biliyorsun değil mi ? “
“ Biliyorum, harika bir güvercin. “
“ Kaç para eder sence o güvercin ? “
“ Satın mı alacağız ? “
“ Yok be yeğen , biz değil, başkası satın alacak. “
“ Dayko satmaz ki. “
“ Dayko’ ya soran mı var ! .”
Ne demek istediğini tam anlayamadan oltam gerginleşip gevşedi. Hızla çekmeye başladım. İstavritti çaparidekiler.
“Yarın gece hazır ol. Kimseye bir şey söyleme “, dedi çaparideki istavritleri çıkarıp kovaya atarken.

GÜVERCİN DOLU ÇUVAL

Gecenin ıssızlığında Dayko’ nun bahçesinin duvarına yanaştık. Omuzuna astığı küçük merdiveni çıkarıp duvara yasladı Manik. Merdivenden çıkıp kendini yukarı çekti. Ayağını duvarın üstüne attı. Ata biner gibi oturdu duvara. Eğildi, elini bana uzattı. “Hadi bakalım, yeğen “ dedi. Merdivenden çıkıp elini tuttum. Beni duvarın üstüne çekti. Ata biner gibi oturdum karşısına. Dayko’ nun bahçesine, kasımpatıların üstüne atladı. Elimdeki kalın demir parçasını ve çuvalı eğilip ona uzattım. Güvercinlerin olduğu kulübeye doğru yürüdü. Öyle korka korka, sinerek falan değil, her zamanki gibi dimdik, kendinden emin. Kulübenin kapısındaki zinciri çuvalla sardı. Kalın demiri zincirle kapının arasına geçirdi. Kendine doğru çekti. Bir iki zorladı, kilidi kıramadı. Ceketinin cebinden demir testeresini çıkarttı. Bir sigara yakıp zinciri kesmeye başladı. Sigarasını yere atıp söndürdüğünde zincirin de işi bitmişti. Sessizce zinciri kapıdan çıkardı. Kapıyı hafifçe aralayıp çuvalla birlikte kulübeye daldı. Bir süre güvercin gurultuları, kanat çırpışları yayıldı gecenin ıssızlığına. Elinde güvercin dolu çuvalla kapıyı aralayıp dışarı çıktı. Zinciri doladı tekrar kapıya. Sakin, keyifli adımlarla geri döndü. Eğildim, zar zor yetişip merdiveni yukarı çektim. Bahçe tarafına indirdim. Merdivenden çıktı. “Tut bakalım,” deyip, çuvalı bana uzattı. Çuvalın ağzını kınnapla bağlamıştı. Oldukça ağırdı, Manik çabucak duvarın üstüne tırmanmasa çuval elimden kayıverecekti. Eğilip elimden aldı çuvalı. Duvarın öbür yanına geçirdi. Ben de merdiveni duvarın öbür yanına indirdim. “Tut bakalım “, dedi. Bir kez daha tuttum çuvalı. Merdivene indi. Uzanıp çuvalı elimden aldı. Dayko’ nun evinde ışık yandı. “ Işık “, dedim. Eliyle atlamamı işaret etti. Atladım. “ Bu iş bu kadar, yeğen “, dedi. Merdiveni omuzuna astı, duvarın kenarından sakin sakin yürüyüp uzaklaştık. Manik' in elinde güvercin dolu çuval.

ŞAMPİYON TAKLACI

Eve vardığımızda ezanı okunuyordu. Büyükannem penceredeydi. Güvercin dolu çuvalı evin yan tarafındaki kömürlüğe götürdük. Kömürlüğün ışığını yaktı Manik. İki kütük bulup oturduk. Bana boş bir çuval uzattı. Tuttum. Güvercin dolu çuvalın ağzını çözdü. Tam açmadan elini içine daldırdı. Güvercinlerden birini çıkarttı. Gök güvercini. “Bu mu ?” dedi. “Değil “, dedim. Benim tuttuğum çuvalın içine attı. Mavili beyazlı paçalı güvercin. “ Bu mu ?” ,dedi. “Değil “, dedim. Benim çuvala attı. Beyaz yeleli. “ Bu mu ?” “ Değil “. Grili mısırı. “ Bu mu ?” “ I - ıh “. Benim çuval yavaş yavaş dolmaya başladı. Tekrar elini daldırdı Manik. “ Ulan, o karanlıkta bir de alamadıysak “, dedi. Elini çıkardığında Şampiyon Taklacı avucunun içindeydi. “ Bu işte “, dedim. Can derdinde başını oynatıyordu Şampiyon. “ Tut, bakalım “, dedi. Tuttum. Şampiyon Taklacı avucumda. Kırçıllı tüyleri yumuşacık, yavaşça öptüm ensesinden. Korkmuştu, başını sağa sola oynatıyor, gurulduyordu. Manik çuvalların ağzını bağladı. Önceden hazırladığı mukavva kutuyu getirdi. Üç beş yerine delik açtı. Şampiyonu kutunun içine koydum. Hemen kapattı kutuyu Manik kınnapla bağladı. Kenara çekti. Çuvallardan birinin ağzını çözüp hafifçe araladı. Elini daldırdı. Beyaz paçalı çıktı çuvaldan. Çuvalı ağzını ayağının altına aldı. Yan taraftaki kovayı önüne çekti. Paçalının kafasını tuttuğu gibi kıvırıp koparttı. Bembeyaz tüyleri koyu kırmızıya boyandı paçalının. Kovanın içine attı. Gözlerime inanamamıştım. İkincisini çıkarttı çuvaldan. Aynı şekilde koparttı kafasını. Midem bulandı. Bağırmak istedim, onu engellemek , güvercinleri kurtarmak istedim, ama yerimden kıpırdayamadım. Şaşkınlıktan gözlerim büyümüştü. Üçüncüsüne dayanamadım, kendimi yere atıp kustum. “ Onları yok etmemiz gerek yeğen, yoksa bizi ele verirler.”, dedi. Ağlaya ağlaya kaçtım kömürlükten. Büyükannem merdivendeydi sarıldım. Eve girdik. Hem ağlıyordum, hem kusuyordum. Büyükannem yüzümü yıkadı. Yatırdı. Manik' i öldürmek istiyordum. Nefret ediyordum ondan, nefret ediyordum. Büyükannem süt ısıtmış. İçtim. Üstümü örttü. Güvercin ölüleriyle uyudum.

KIRNAP DOLAŞIYOR VÜCUDUMA

Günlerce ortadan kayboldu Manik. Onu görmek istemiyordum. Defolsun gitsindi. Nefret ediyordum Manik' ten. Bir caniydi o. Kömürlüğe gittim kaç kez. Ortalıkta güvercinlerden hiç bir iz yoktu. Bir kan damlasına bile rastlayamamıştım. Dem çekişleri, kanat sesleri dolduruyordu kömürlüğü. Kulaklarım uğulduyordu. Kanatlar çarpıyordu her yanıma. Bir kınnap dolanıyordu vücuduma. Boğazımda bir güvercin kafası. Kusuyordum, kusuyordum, çıkmıyordu. Kimseye bir şey söyleyemiyordum. Büyükanneme koşuyordum. Sarılıyordu bana, okuyup üflüyordu. Akşam yemeğinde babam söylemişti Dayko’ nun kalp krizi geçirdiğini. Güvercinleri çalınınca dayanamamış. Hastaneye kaldırmışlar. Büyükannemle göz göze geliyoruz. Büyükannem beni sofradan kaldırıyor. Dudaklarımı ısırmışım.
“ Güvercinler ... “, diyor, yüzüne bakıp susuyorum.

GÜVERCİN KÜMESİ

Başımın okşanması ile uyanıyorum. Manik yatağımın kenarına oturmuş gülüyor. “Git“, deyip tekmelemeye başladı. “ Git buradan “. Ayaklarımı tuttu.
“ Giyin de bahçeye gel “, dedi.
“ Gelmeyeceğim işte, nefret ediyorum senden. “
Kolumdan tuttuğu gibi kaldırdı beni yataktan. Pencerenin önüne götürdü. Bahçeye baktım. Tahtadan yapılmış, yeşil boyalı, küçük bir güvercin kümesi. Büyükannem kümesin önünde güvercinlere yem veriyor. Manik' e bakıyorum. Gülüyor. Yatağımın yanında, yerde duran kutuyu gösteriyor. Şampiyonu koyduğumuz kutu.
“ Şampiyon Taklacı mı ? “ diyorum.
“ Almakta vazgeçti, herif. Çok para istiyormuşum. Kızdım, satmadım. “, diyor.
 
S

Sidar1097

#4
Ne demiş şair İSTANBUL'da açık ve çimenlik bir alana git.Gözlerini kapat,derin nefes al ve gözlerini aç.Birde bakarsın ki cüzdanın yok... HA,HA,HA,HA,HA...
 
Üst