İngilizce Konu Anlatımı (Tüm Konular)

#21
Sponsorlu Bağlantılar
27. Ders - Ettirgenler : Causatives


Causative kelimesinin kök hali cause kelimesidir. Cause sözcüğünün isim (noun) olarak anlamları:


a) Temel, baz, zemin, faktör, belirleyici, neden ve sonuç, niçin, mazeret, orijin, primitive, motif,

b) Prensip, hareket, ilgi, mesele, kampanya, aktivite şeklindedir.


Fiil (verb) olarak anlamları ise aşağıdaki gibidir:


Neden olmak, ortaya çıkarmak, meydana getirmek, hayata geçirmek, bir şeyin kökünde yatmaktır.


Gramer biliminde, bir iş, sahibi tarafından başka bir kişi veya şeye yaptırılırsa, bu durumu açıklamak için ettirgen cümle gerektirir. Türkçede yaptırmak, ettirmek, çalıştırmak, koşturmak, götürtmek, getirtmek vs. şeklinde geçer. İngilizcede yaygın bir yapıdır. Her türlü geçişli veya geçişsiz fiilde ettirgen yapı olanaklıdır.


Ettirgen cümlelerde, bir işi başkasına yaptırtmak için bazı fiiller kullanırız. Bu amaçla kullanılan fiiller genellikle aşağıdakilerdir.

have, get, let, make, allow, permit require, motivate, convince, hire, assist, encourage, employ, force,

Bu fiiller, işi kendisinei yaptırttığımız kişiyi veya nesneyi ve mastar fiil (infinitive) kullanımını gerektirir.

Ancak, ettirgenlerin esas olarak üç fiili vardır. Bunlar “Have, Get, Make” fiillerdir. Ettirgen olarak kullanıldığı zaman bu fiillerin anlamları birbirine yakındır ama aynı değildir. Buna dördüncü olarak, let fiili de genellikle eklenir.

Ettirgenler farklı derecelerde de olsa, neden-sonuç ilişkisi anlatır.


1- Have:


Kullanımı çeşitlidir.


1.

Bir şeyi yaptırmak. Bu tür ettirgen cümlelerde işi yapan kişi önemli değildir. Dolayısıyla, işi yapan belli değildir. Sadece yapılan iş anlatılır.


Formul = subject =özne + have(had) + something(=bir iş, hareket) + done (fiilin üçüncü hali)


Örnekler:


I had my hair cut = Saçımı kestirdim. (Kimin kestiği beli değil)

She will have her blood pressure examined. = O kan basıncını **çtürecek. (Kimin **çeceği belli değil).

** had our cow slaughtered. = İneğimizi kestirdik. (Kimin kestiği belli değil)

I had all the knives in the kitchen sharpened. = Mutfaktaki tüm bıçakları bileylettim.


She got her piano tuned. = Piyanosunu ayaralattı.


** should have this text translated into English. = Bu metni İngilizce’ye tercüme ettirmeliyiz.

They had the ceiling whitewashed. = Tavanı badanalattılar.


Let us have this wood chopped up. = Bu tomruğu kestirelim.

The subscription should be rene**d periodically. = Abonelik devrevi olarak yenilenmelidir.


2.

Birisine doğal görevi olan bir şeyi, zorlamaksızın yaptırdığımızda veya birisine herhangi bir konuda iş yapma sorumluluğunu yüklediğimizde kullanılır.

Yani,bir işin başkası vasıtasıyla yapıldığını, başarıldığını anlatır.


Formül : subject = özne + have(had) + somebody (birisi, bir kimse) + do + (fiilin mastar hali) + something


Örnekler:


I will have the mechanic fix the car. = Tamirciye (özne = subject) arabamı (something = konu = theme)) tamir ettireceğim.

He had everybody in the room keep quiet. = Odadaki herkesi susturdu.

The manager had all the staff work properly. = Yönetici herkesi düzgün çalıştırdı.


Please, have your secretary e-mail me the report. = Lütfen sekreterine raporu bana e-postalat.

3.

Baskısız Önerileri anlatır.


Why don’t you have this room painted yellow. = Bu odayı niye sarıya boyatmıyorsun.


Have your company audited. = Şirketini denetimden geçirt.


You should have your money invested in treasury bonds. Paranı hazine bonosuna yatırmalısın(yatırmış olmalısın).


4.

Kaza ve doğal afetlerde have kullanılır.


He had his son drown away by the flood. = Oğlunu sele kaptırdı.


I had my car crashed into the wall. = Arabamı duvara toslattım.

You had your nose broken in a fight. = Burnunu bİr dövüşte kırdırdın.


5.

İnsanlarla ilgili sorumluluk ifade eder.


He had his best friend hit by strangers.= En iyi arkadaşını yabancılara dövdürdü.

I’m having her educated in best schools. = Onu en iyi okullarda okuttuyorum.

I wil have all my assets insured. = Bütün varlığımı sigorta ettireceğim.


6.

Başarı ifadelerinde, öğretme, ikna etme veya cesaretlendirmede


He had me driving in a **ek. = Bana sürücülüğü bir haftada öğretti.

They had the people in the party dancing. = Partideki herkedsi dans ettirdiler.

She had all the family talking to one another. = Ailede herkesi birbiriyle barıştırdı.

The doctor had the patient walking in only a **ek. = Doctor sadece bir hafta içinde hastayı yürüttü.

The English teacher can have all his students talking English in three months. = İngilizce hocası bütün talebelerini üç ayda İngilizce konuşturabilir.


7.

Kararlılık gösterirken


I won’t have this class used as a meeting-place. Bu sınıfı toplantı yeri olarak kullandırmayacağım.


You won’t have me do the same mistake again. = Beni bir daha ayni hatayı yaparken görmeyeceksin.

From now on, I won’t have anybody talk to me this way.= Kimseyi kendime böyle konuşturmam(konuşturmayacağım) .


8.

Bir olayı yaşamak, deneyim geçirmek anlamında kullanılır.Genellikle olay tatsız bir olaydır.

I had my wallet stolen = Cüzdanımı çaldırdım.

** had our luggages examined in customs. = Bavullarımız gümrükte incelendi.

They had their lives saved by the government. = Hayatlarını devlete kurtartılar.

9.

Soru cümleleri


When do they have their shoes polished? = Ayakkabılarını ne zaman cilalatırlar?


Did you have your shirt ironed? = Gömleğinmi ütülettinmi?


Where shall I have my suit dry-cleaned? Elbisemi nerede kuru temizleteceğim?


2- Make: Birisine bir işi zorlayarak yaptırmak. Bunda neden-sonuç ilişkisi çok barizdir.

Eş anlamlı fiiller = force = compell = oblige = zorlamak, mecbur etmek

Formül : subject = özne + make(made) + somebody + do + something.


Örnekler:


I made my students come to class in time. = Öğrencilerimi sınıfa zamanında getirttim. ( Onları zamanında gelmeye zorladım)


He made me go home. = Beni eve göndertti.

She always makes me cry. = O beni hep ağlatır.

The colonell made his army marsh in the rain. = Albay ordusunu yağmurda yürüttü.

** make our children speak gently. = Çocuklarımızı güzel konuştururuz.

If you don’t do your job, l’ll make you do it. = İşini yapmazsan, ben sana yaptıracağım.

Noone can make me work if I don’t want to. = Ben istemediğim takdirde kimse beni çalıştıramaz.

He made her apologise for her mistake. = Hatasından dolayı ona özür dilettiler

He made them lose their temper. = Onlara kontrollerini kaybettirdi.

The police inspector made the killer confess the crime. = Polis müfettişi caniye suçunu itiraf ettirdi.


The lieutenant made the soldiers destroy the enemy. = Teğmen askerlerine düşmanını imha ettirdi.

He can’t make his wife make tea. = Karısına çay yaptıramıyor.


3- Get :


Have ile make arasında bir yerdedir. Uygulamada çok kez have ile ayni anlamda kullanılır. Ama “get” daha sınırlayıcı ve güçlüdür. Get daha çağdaş İngilizcedir.

Bir işi başkasına onu ikna yaptırdığımızda kullanırız. Bazen başarı halini de ima eder.


Formül =

Subject=Özne + get +somebody + to do something + V1 = fiilin birinci hali


Örnekler



I got her to tell me he truth. Bana gerçeği anlattırdım. = bana gerçeği anlatmaya onu ikna ettim.


They got everybody to **** the poor. = Herkesi fakirlere yardım ettirdiler.

He always gets his daughter to clean the mess. = Pisliği daima kızına temizletir.

I got my friend to write an essay for me. = Arkadaşıma bir makale yazdırdım.

She got her husband to buy precious je**llery. = Kocasına pahali mücevherler aldırttı.

Get this work done. = Bu işi yaptırt.= Zorlamaya yakın bir ikna

2.

İşi yapanın önemsiz olduğu durumlarda “get” kullanılabilir.

Bu tür kullanımda, have ile bir farkı yoktur. İkisi de birbiri yerine geçebilir. Konuşma dilinde “get something done” daha yaygındır.

Formül : Subject = özne + get + something + done = V3

Örnekler:

I wll get all the machinary oiled = Bütün makineları yağlatacağım.

Big companies get market surveys done for their products. = Büyük şirketler ürünleri için pazar araştırması yaptırırlar.

c) Birisini, aldatarak bir iş yaptırdığımızda.

Örnekler:

Somehow I got my son to take the bitter mediicne. =Bir şekilde oğluma acı ilacı içirdim.

He is trying to get me to believe his lias. = Beni yalanlarına inandırmaya çalışıyor.

The boss got the staff to agree to a low increase in salaries. = Patron alışanlara düşük bir maaş zammını kabul ettirdi.


4- Let : İzin vermek, müsaade etrmek, salmak anl***** gelir. Birisine bir şey yapması için izin vermeyi anlatır.


Let + somebody + do + something


The guard let noone enter the area = Muhafız kimseyi alana sokmadı.


I won’t let anybody drive my brand-new car. = Yepyeni arabamı kimseye kullandırtmam.

Her father didn’t let her go to the party. = Babası partiye gitmesine izin vermedi. John let me drive his new car.

My boss let me take a day off. = Patronum bir gün izinli olmama müsaade etti.



5- Ettirgenlerin Aktif - Pasif Yapı İçinde Kullanımı

Ettirgenlerin aktif ve pasif cümlelerin Türkçe tercümeleri farksızdır. Sadece aktif cümlelerde özne önemliyken, pasif cümlelerde yapılan iş ön plana çıkar. Yani, tabir caizse Ayvaz Kasap = Kasap Ayvaz denklemi geçerlidir.

Present Tense:

Aktif : I have the barber cut my hair every month. = Berbere saçımı her ay kestiririm.

Pasif : I have my hair cut by the barber every month. = Saçımı berbere her ay kestiririm.

Aktif : I get my staff to prepare yearly plans = Elemanlarıma yıllık planlar hazırlatırım.

Pasif : I get yearly plans prepared by my staff. = Yıllık planları elemanlarıma hazırlatırım.

Aktif : He always makes me yell at them. = Beni kendilerine bağırttı.

Pasif : I am always made to yell at them. = Onlara hep bağırtıldım.

Aktif Soru : Do you make your children obey you? = Çocuklarını sana itaat ettirir misin ?

Pasif Soru : Is she made to speak up? = Yüksek sesle konuşturuluyormu?



Present Perfect Tense:

Aktif : I’ve had the servant open all the windows. = Hizmetçiye bütün camları açtırdım.

Pasif : I’ve had all the windows opened by the servant. = Bütün camları hizmetçiye açtırdım.

Aktif : She has got me to adore her. = Beni kendine taptırdı.

Pasif : I’ve been got (gotten) to adore her. = Ben ona taptırıldım.

Aktif : You have made me to believe his lias. = Beni onun yalanlarına inandırdın.

Pasif : I’ve been made to believe his lias. = Ben onun yalanlarına inandırıldım.

Aktif Soru : Why have you made them to speak so bluntly? = Neden onları çok açık konuşturdun?

Pasif Soru : Where has she been made to sit? = Nereye oturtuldu? = Onu nereye oturttular?


Past Tense :

Aktif : I had the students read many books. = Öğrencilere birçok kitap okuttum.

Pasif : I had many books read by the students. = Birçok kitabı öğrencilere okuttum.

Aktif : I got my assistant to do the job. = Asistanıma işi yaptırdım.

Pasif : I got the job done (by my assistant) = İşi asistanıma yaptırdım. = İşin asistanım tarafımdan yapılmasını sağladım.

Aktif : He made me go crazy. = Beni çılgına çevirdi.

Pasif : I was made to go crazy. = Ben çılgına döndürüldüm

Aktif Soru : Who made you **ar that **ird hat? = Kim sana o tuhaf şapkayı giydirdi?

Aktif Soru : Did you get him to speak in front of the audience = Onu seyirciler önünde konuşturdunmu?

Pasif Soru : Was he made to read the whole text? = Ona tüm metin okutturuldu mu?



Future Tense :

Aktif : I’ll have the shoeman mend my shoes. = Ayakkabıcıya ayakkabılarımı tamir ettireceğim.

Pasif : I’ll have my shoes mended by the shoeman. = Ayakkabılarımı ayakkabıcıya tamir ettireceğim.

Aktif : He will get the tailor to make him a suıit. = Terziye elbise yapırtacak.

Pasif : He will get a suit made (by the tailor). = Bir elbise diktirecek.

Aktif : She will make me sing a song for her. = Beni kendisi için şarkı söyletecek.

Pasif : I will be made to sing a song for her. = Onun için şarkı söylettirileceğim.

Aktif : I am going to make you tremble = Seni titreteceğim.

Pasif : You are going to be made tremble. = Sen titretileceksin.

Aktif Soru : Will you make your children shout and cry in front of the guests. = Çocuklarını misafirlerin önünde bağırtıp çağırtacak mısın?

Pasif Soru : Will your children be made to shout and cry in front of the guests? = Çocukların misafirlerin önünde bağırtıp çağırtılacak mı?



Dikkat : Ettirgenlerde soru cümlesi; do, does, did gibi “do” yardımcı fiiliyle yapılır.



6- Let :



Present Tense :

Aktif : The lecturer lets the students ask him questions. = Konuşmacı, talebelerin kendisine soru sormasına izin veriyor.


Pasif : The students are let to ask questions. = Talebelerin soru sormasına izin veriliyor.

Aktif : You should let the boys talk to each other = Çocukların biribiriyle konuşmasına izin vermelisin.

Pasif : The boys should be let to talk to each other. = Çocukların birbiriyle konuşmasına izin verilmeli.

Soru : Would you please let me say what I’d like to say? = Söylemek istediğimi söylememe izin verirmisiniz?


Present Continous Tense :

Aktif : They are not letting me in. = Beni içeri sokmuyorlar.

Pasif : I’m not let in. = Ben içeri sokulmuyorum.

Aktif : The manager is not letting the staff read newspapers during work hours. = Müdür mesai saatleri dahilinde gazete okunmasına müsaade etmiyor.

Pasif : The staff are not being allo**d to read newspapers during work hours. = Elemanların mesai saatleri dahilinde gazete okumalarınaına izin verilmiyor.


Present Perfect Tense:

Aktif : ** haven’t let the youngsters to be disrespectfull to elderly. = Gençlerin büyüklere karşı saygızız davranmasına izin vermedik.

Pasif : The youngsters haven’t been allo**d to be disrespectfull to elderly. = Gençlerin büyüklere karşı saygısız davranmasına müsaade edilmedi.

Aktif Soru : Have they let you to borrow books from the library? = Kütüphaneden kitap ödünç almana müsaaade ettilermi?

Past Tense:

Aktif : The English teacher didn’t let the children misprounce English words. = İngilizce hocası çocukların İngilizce kelimeleri yanlış telaffuz etmesine izin vermedi.

Pasif : The children **re not allo**d to misprounce English words. = Çocukların İngilizce kelimeleri yanlış telaffuz etmesine izin verilmedi.

Aktif : The doctor let the patients eat nothing but vegetables. = Doktor hastaların sadece sebze yemelerine izin verdi.

Pasif: The patients **re let to eat nothing but vegetables. = Hastaların (doktor taraafından) sadece sebze yemelerine izin verildi.

Aktif Soru : Did she let her neighbores make a party yesterday? = Dün komşuların parti yapmasına izin verdi mi?

Futıre Tense :

Aktif :They won’t let you do whatever you like. = Her istediğini yapmana izin vermeyecekler.

Pasif : You won’t be allo**d to do whatever you like. = Her istediğini yapmana izin verilmeyecek.

Soru : Will they be let (allo**d) to work on their own way. = Kendi tarzlarında çalışmalarına izin verilecekmi?

Dikkat : Örneklerde görüldüğü üzere, çok kez pasif yapıda let yerine allow = izin vermek, müsaade etmek kullanılır.

7- Çift Ettirgenler = Double causatives

I made Semra make Orhan cry. = Ben Semra’ya Orhan’ı ağlattırdım. = Ben Semra vasıtasıyla (by means of Semra) Orhan’ı ağlattım.

The coach made his players make the fans go crazy. = Koç oyuncularına taraftarları çıldırttı. = Koç oyuncuları vasıtasıyla (by means of his players) taraftarları çıldırttı.

The leader made his follo**rs make the society uneasy. = Lider takipçilerine toplumu rahatsız ettirdi. = Lider taraftarları vasıtasıyla toplumu rahatsız etti.

I had my student make his friend apologize. = Talebeme arkadaşından özür dilettim. = Talebem vasıtasıyla arkadaşına özür dilettirdim.

The host had his guests let their spouses dance with others. = Ev sahibi, misafirlerini eşlerinin başkalarıyla dansetmesine izin verdirdi.



8- Üçlü Ettirgenler:

Emre made Arda make Elif have the doctor come. = Emre, Arda vasıtasıyla Elif’e doktoru getirti.

The ambitious woman made his lover make all his friends have their new positions checked. = İhtiraslı kadın aşığına tüm arkadaşlarının yeni durumlarını gözden geçirtti.

The shepherd made the watchdogs make the cattle make the wolves stay far away. = Çoban, çoban köpekleri vasıtasıyla, sürüye kurtları uzakta durdurttu
 
#22
28. Ders - Direkt Anlatım ve Dolaylı Anlatım

Ders 28 : Direkt Anlatım (Direct Speech) ve Dolaylı Anlatım = (Indirect Speech veya Reported Speech)

1-Giriş

Direkt anlatım = Direct Speech, konuşan veya yazanın meramını dolaysız olarak kendi ağzından anlattığı anlatım şeklidir.
Dolaylı anlatımda ise, (Indirect Speech = Reported Speech) konuşan veya yazanın bir olayı, oluşumu vs. başkasının ağzıyla anlatmasıdır. Aslında olay veya hareket yaşayanın veya yapanın dışında olan birisi tarafından söylenir, rapor edilir.
Reported Speech ifadesinin nedeni budur.Daha kestirmeden söyleyelim; birisinin söylediği cümleyi aktarmaya reported speech denir. Konuşma dilinde daha çok kullanılır.

Gerçekten, söylenen veya yazılan bir söz iki türlü iletilebilir. Birincisi direkt, dolaysız ifadedir. Mesela,

Direkt Anlatım = Direct Speech: I want to see my aunt.= Teyzemi görmek istiyorum.

Dolaylı Anlatım = Indirect Speech = Reported Speech

He said (that) he wanted to see his aunt. = Teyzesini görmek istediğini söyledi.

Birinci cümlede bir kimse, kendisiyle ilgili bir isteği bizzat kendisi söylüyor. Teyzesini görmek isteyen ve bunu söyleyen aynı kişidir. Yani, cümle dolaysız bir anlatımı gösteriyor. Gördüğünüz gibi, cümlede iki taraf vardır.

a) Eylemi yapan ve ayni zamanda onu anlatan veya yazan.
b) Eylemi dinleyen veya okuyan ve başkalarına anlatan

İkinci cümlede ise, fiilin sahibi başka, olayı anlatan veya yazan başkadır. Yani, teyzesini görmek isteyen başka, (mesela Ahmet) bunu dinleyenlere veya okuyanlara anlatan başkasıdır (mesela, Leyla).

Bu nedenle, bu tür cümlelere indirect speech = dolaylı anlatım veya bence daha da yerinde olarak reported speech = rapor edilen anlatım denir. Gerçekten olay veya hal üçüncü bir kişi tarafından muhataplara sözlü veya yazılı olarak iletilir. Bu nedenle, dolaylı anlatımda üç taraf vardır.

a) Eylemi yapan, hali yaşayan,
b) Bunu görerek muhataplara anlatan veya yazan üçüncü kişi,
c) Olayı üçüncü kişiden dinleyen veya okuyan muhatap(muhatap = hitap edilen).

Eğer aktarılan eylem geçmişte yapılmış ise, cümle geçmiş zaman olur.

2- Genel Kurala Dikkat : Dolaylı anlatımdan bahsederken, genellikle geçmişten bahsederiz. Çünkü, konuşma genellikle artık geçmişte kalmıştır. Bu nedenle dolaylı anlatımdaki fiiller de geçmiş zamanlara aittir. Bu durum sağduyuya çok uygundur.

Dolaylı anlatımın en yaygın zaman kipi basit geçmiş zamandır = Simple Past Tense


Örneğin :

I am going to school. = Ben okula gidiyorum. = Direct Speech = Direkt anlatım = Orijinal cümle

He said he was going to school. = O okula gittiğini söyledi. = İndirect (Reported) Speech = Dolaylı anlatım

Başkasının sözlerini dolaylı anlatımla(reported speecch) aktarırken orijinal cümle aynen kullanılmaz., onda bazı değişiklikler yapmak zaruri olur. Şöyle ki ;

a) Zamir genellikle değişir. Mesela, ben (I) yerine, o, biz, onlar, (he,she, **, they) geçer.

3- Kullanılan zaman kipi kural olarak bir zaman kipi geriye gider.

Reported Speeech’te zaman kipi ayarı yapılırken aktarılan cümle bir tense geri atılarak ifade edilir.

Direct speech Reported speech
Simple present tense Past simple tense
Present continuous tense Past continuous tense
Past simle tense Past perfect tense
Past continuous tense Past perfect continuous tense
Present perfect tense Past perfect tense

Örnek :

Orijinal Cümle = Direct Speech = I’m going to come. = Ben geleceğim.

Reported Speech = He said (that) he was going to come. = O geleceğini söyledi.

Direct Speech : I have ben to London several times. = Londra bir kaç kez bulundum.

Reported Speech = She said (that) she had been to London several times.

Direct Speech : I made too many mistakes. = Çok fazla hata yaptım

Reported Speech : He said (that) he had made too many mistakes.

Direct Speech : You will be sorry for what you did. = Yaptığından dolayı pişman olacaksın.

Reported Speech : He said (that) I would be sorry for what I had done.


Direct Speech : ** can communicate smoothly = Sorunsuz iletişim yapabiliriz.


Reported Speech : They said (that) they could communicate smothly. = Sorunsuz iletişim kurabildiklerini söylediler.

4-Aşağıdaki zaman kiplerinde raporlanan olayın kipi değişmez.

Present simple

Present continous

Present perfect veya

Future simple

Zaman kiplerinde, kip değişikliği yapılmayabilir.

Örnek:

Direct Speech : “I am very sick.”

Indirect Speech: She says / is saying / has said / will say (that) she is very sick.

Direct Speech: The concert is a fun = Konser eğlenceli

Indirect Speech: He says the concert is a fun = O, konserin eğlenceli olduğunu söylüyor.

Direct Speech: I play basketball everyday. = Hergün basketbol oynarım.

Indirect Speech: She has said that she plays basketball every day. = O, hergün basketbol oynadığını söylemişti.

Direct Speech: I often enjoy myself. = Sık sık keyfime bakarım (eğlenirim).

Indirect Speech: Emre will say that that he often enjoys himself = Emre, sık sık keyfine baktığını söylüyor.

Direct Speech: I will ans**r the phone

Indirect Speech: She is saying that she will ans**r the phone.

Direct Speech: They don’t know you

Indirect Speech: She says that they don’t know me

5- Zaman Değişikliğinin Yapılmadığı Durumlar:

a)Talimatlar = Instructions

Direct: Read the manuals carefully = Talimatnameleri dikkatlice okuyun

Indirect Speech: The manager told the staff to read the the manuals carefully. = Müdür elemanlara talimatnameleri dikkatle okumalarını söyledi.

b) Süren bir konuşmada = Ongoing speech

Direct Speech: I am so tired.= Çok yorgunum.

Indirect Speech: You are telling me that you are so tired. = Bana çok yorgun olduğunu söylüyorsun.

Direct Speech: I am going home now = Şimdi eve gidiyorum.

Indirect Speech: You are telling me that you are going home = Bana, eve gideceğini söylüyorsun.

c) Mektubun içeriğini belirtirken = Stating the contend of a letter

Direct : Everything is going fine (Mektup) = Herşey yolunda gidiyor.

Indirect Speech: The letter says that everything is going fine = Mektupta, herşeyin yolunda gittiği yazıyor.


d) Genel gerçekler, tarihi olaylar ve atasözleri = General facts, historical events and proverbs

Direct Speech : Ataturk was born in 1881. = Atatürk 1881 yılında doğdu.

Indirect Speech: Rhe teacher told us (that) Ataturk was born in 1881. = O, Atatürk’ün 1881 yılında doğduğunu söyledi.

Direct Speech: What is the boiling point of water ? = Suyun kaynama noktası nedir?

Indirect Speech: The teacher asked the students what the boiling point of water is. = Öğretmen öğrencilerine suyun kaynama noktasının ne olduğunu sordu.

Direct Speech: Actions prove the word = Hareketler sözü kanıtlar

Indirect Speech: She said that actions prove the word.

e) Sık yapılan eylemler = Frequent actions

Direct Speech: I go to theatre frequently. = Çok sık tiyatroya giderim.

Indirect Speech = He told me that he goes to theatre frequently.

f)Alışkanlık haline gelmiş eylemler = Habitual actions

Direct Speech: I smoke a pack of cigarettes daily. = Günde 1 paket sihara içerim.

Indirect Speech: He said that he smokes a pack of cigarettes daily. = O, günde bir paket sigara içtiğini söyledi.

6-Past simple ve past perfect kipinde veya should/would formunda ise, rapor edilen sözler artık farklı bir açıdan görülür. Konuşma artık uzaktadır ve geçmişte bir dizi halinde meydana gelen olaylar olarak algılanır. Zaman kipleri otomatik olarak değişir.

Örnek:

Direct Speech: I am a worker, and I have worked for ten years. = Ben bir işçiyim ve 10 yıl çalıştım.

Indirect Speech: He said (that) he was a worker and had worked for ten years. = İşçi olduğunu ve 10 yıl süreyle çalşmış olduğunu söyledi.

7- Zaman ve yer zarfları değişikliğe uğrayabilir.

Here = there
There = there
Now = then, at that moment,
Yesterday = the day before, the previous day
Today = that day
Tomorrow = the following day, the next day,the day after
This = the That = that
These = those
Those = those
Ago = before
Next (**ek, month, year...)= the following (**ek, month, year)
Next year = the year after.
This = that
Tonight = that night
Last (year, month, **ek...) = The (year, month , **ek...) before.

Örneğin:

Last night = the night before veya
The previous (year, month, **ek...)

Ago = previously, before


Dikkat!!! Bazen, zaman zarfı için eş değer bir kelime koymak gerekmez.

Örnek:

Direct Speech: I am coming to see you now = Seni şimdi görmeye geliyorum.

Reported Speech: He said that he was coming to see me = Beni görmeye geldiğini söyledi.

Burada “now” yerine “then” kullanmaya gerek yok.

Dikkat!!! : Direct Speech cümlesinde yer alan “this” kelimesi yerine “the” gelir. Ancak, “this” üzerine vurgu konursa “that” olabilir.

Direct Speech: This car is not safe = Bu araba güvenli değil


Reported Speech: He said that the car was not safe

8- Geçmiş zamanları (past tenses) rapor eden fiillerden (reporting verbs) sonra aşağıdaki kip değişiklikler otomatikman yapılır.


Direkt Speech - Direkt Anlatım Reported Speech – Rapor Edilen

make (makes) made
is(am) making was making
are **re
will would
have/has made had made
shall/will make should/would make
should/would make should/would have made
should/would (kibar anlatım veya istek) değişmez
must had to
mustn’t wasn’t/**ren’t/ had to
can could
could could
may might

9) Zaman Kipine Göre Dolaylı Anlatım

Direct speech Reported speech

present simple past simple

I am happy He said (that) he was happy

I work He said (that) he worked

present continuos past continuos

I am feeling sad He said(that) he was feeling sad

I am running He said (that) he was running

past simple past perfect

I was broke He said(that) he had been broke

I sat down He said(that) he had sat down

present perfect past perfect

I have been upset He said(thaT) he had been upset


I have smiled He said(that) he had smiled

present perfect continuos past perfect continuos

I have been feeling blue He said(that)he had been feeling blue

I have been learning He said(that)he had been learning

Future simple conditional

I will be pleased He said(that) he would be pleased

I will leave He said(that) he would leave

Future perfect simple conditional perfect I will have been dead He said(that) he would have been I will have gone He said(that) he would have gone

10) Alıntı Sözlerin Dolaylı Anlatıma Çevrilmesi – Quoted Speech

Quoted Speech kişinin sözlerini aynen aktarmada kullanılır. Reported Speech’in tersidir. Quoted Speech’te kişinin söyledikleri iki tırnak arasında (“..”) gösterilir. İngilizce’de bu işaretlere “Quotation Marks” denir. Aynen alıntı sözlerde kip ve kişi değişimi olmaz. Cümle orijinal haliyle kalır ama iki tırnak (quotation marks) arasında gösterilir. Alıntı sözlere hikayelerde, haberlerde ve akademik çalışmalarda da sıkça rastlarız.


Örnek:

“You must work harder” = “Daha sıkı çalışmalısın”

The teacher warned me (that) I had to work harder.

“Watch the enemy” = “Düşmanı izle”

The commander ordered the soldiers to watch the enemy = Komutan askerlerine düşmanı izlemelerini emretti.

“Close the window, please” = “Camı kapatır mısın lütfen” .

My wife asked me to close the window. = Eşim camı kapatmamı istedi.

“ I go to the bank every Monday.” = Her Pazartesi bankaya giderim.

The businessman said (that) he **nt to the bank every Monday. = İşadamı her Pazartesi bankaya gittiğini söyledi.

“ I am going to the circus ” = Sirke gidiyorum.

My girlfriend said (that) she was going to the circus. = Kız arkadaşım sirke gittiğini söyledi.

“** have been to a supermarket.” = Süpermarkete gittik

They said (that) they had been to a supermarket. = Süpermarkete gittiklerini söylediler.

“ I **nt to my home town.” = Memleketime gittim.

The solder said (that) he had gone to his home town. = Asker memleketine gittiğini söyledi.

“ I will visit my sick uncle. ” = Dayımı ziyaret edeceğim.


The nephew said (that) he would visit his sick uncle. = Yeğen amcasını ziyaret edeceğini söyledi.


“ I can swim in deep water. ” = Derin sularda yüzebilirim.


The swimmer said (that) he could swim in deep water. = Yüzücü derin sularda yüzebileceğini söyledi.


“ You may go into the patient’s room. ” = Hastanın odasına girebilirsin.


The doctor said (that) I might go into the patient’s froom. = Doktor, hastanın odasına girebileceğimi söyledi. Ya da The doctor allo**d me to enter the patient’s room = Doktor, hastanın odasına girmeme izin verdi.

“ I might meet her somewhere” = Ona bir yerde tesadüf edebilirim.

He said (that) she might meet her somewhere. = O, ona bir yerde tesadüf edebileceğini söyledi.

“ I must see the director. ” = Müdürü görmem gerekir.

She said (that) she had to see the director. = O, müdürü görmesi gerektiğini söyledi.

“ I have to check everything” = Herşeyi kontrol etmem lazım.

The Auditor stated (that) he had to check everything. = Denetici herşeyi kontrol etmesi gerektiğini belirtti.

” I ought to be more carefull.” = Daha dikkatli olmam lazım.

She said (that) she ought to be more carefull. = O, daha dikkatli olması gerektiğini söyledi.

“Go to your own room.” = Kendi odana git.


My father told me (that) to go to my own room. = Babam kendi odama gitmem gerektiğini söyledi.


“ Do you like oranges?” = Portakal sever misin?


I asked him if (whether) he liked oranges = Ona portakal sevip sevmediğini sordum.

11- Say ve Tell

“Say” ve “tell” benzer anlamlara sahiptir. İkisi de kişilerle iletişimde bulunma anlamını vermektedir. Bu iki fiill, dolaylı ifadeleri başlatır. Ancak say ve tell farklı şekilde kullanılmalıdır.

Şöyle ki, “say” , dolaylı anlatımda hiçbir zaman infinitive (mastar) ile kullanılmaz. “tell” ise hiçbir zaman fiilen söylenen sözler ile kullanılmaz ve daima şahıs nesnesi ile birlikte kullanılır.

Dolaylı anlatımda emirler, mastar cümleleri olur ve tell, order, command, ask, wonder gibi fiillerden sonra kullanılır ve hitap edilen şahıs için bir zamir kullanılır.

Örnek:

Direct Speech : Bring me a pen = Bana bir kalem getir

Reported Speech: He asked me to bring him a pen. = Ona bir kalem getirmemi söyledi.


Direct Speech: Go away = Defol git!


Reported Speech : He told me to go away = Bana defolup gitmemi söyledi.

Direct Speech: Pay the bill at once! = Hesabı hemen öde.

Reported Speech : The waiter told us to pay the bill at once = Garson, bize hesabı hemen ödememizi söyledi.

Direct Speech: Pick up the flo**rs! = Çiçekleri topla !

Indirect Speech = He ordered her to pick up the flo**rs= Ona çiçekleri toplamasını söyledi.

Reported Speech ifadelerinde “tell” fiilinden sonra “me,him,her,it,us,you,the m” ifadeleri kullanılır. Aynı şey “say” fiili için geçerli değildir. Araya “to” girmesi şarttır.

Örnek:

He told me that he **nt to Ankara = Bana Ankara’ya gittiğini söyledi.

He said to me that he **nt to Ankara = O, Ankara’ya gittiğini söyledi.

Dikkat : “Say”" fiilinde object den önce “to ” kullanılır.

Örnek:

She said to me that she passed the exam = Bana sınavdan geçtiğini söyledi.

Halbuki,


She told me that she passed the exam. = Bana sınavdan geçtiğini söyledi.

Arda said to Emre that he had done his job very **ll. = Arda Emre’ye işini çok iyi yaptığını söyledi.


Say ve Tell Fiillerinin Direct speech’te Kullanımı

“Say” fiilini direct speech ile kullanabiliriz. Bir bilgi veya talimatı direct speech ile aktarmak istediğimizde “tell” fiilini kullanırız.
Say fiili direct speech sorularında kullanılır ancak tell kullanılmaz.

He said: "Do you play piano?" = O , “Piyano Çalıyor musun?” dedi.


Ama, he told “ do you play the piano” yanlıştır.

Aşağıdaki ifadelerde, sadece “tell” kullanılır, “say” kullanılamaz.

tell (someone) a story = birisine hikaye anlatmak

tell (someone) a lie = birisine yalan söylemek

tell (someone) the truth = birisine gerçeği söylemek

tell the future (= to know what the future will bring) = geleceği okumak

tell the time (= know how to read a clock) = birisine saati söylemek

12- Beyanatlar = Statements

Beyanat; yazılı veya sözlü açıklama, ileri sürülen mütalaa ve görüş, demeç, rapor gibi hepsi birbirine benzer anlamlara sahiptir. Devlet adamları ve politikacıların ülke ve dünya meseleleri hakkında sık sık beyanat verdikleri malumdur.
Beyanatların reported speech’ e aktarımında yaygın olarak “say” ve “tell” fiilleri kullanılır.

Bunun dışında;


Agree = kabul etmek
Accuse (of) = suçlanmak
Add = eklemek
Argue = tartışmak
Ans**r = cevaplamak
Announce = İlan etmek
Assure = Temin etmek, güvence vermek
Admit= Kabul etmek, teslim etmek
Advice = Tavsiyede bulunmak,bildirmek,
Ask = sormak,
Apologize (for) = Özür dilemek
Boast = Övünmek, böbürlenmek
Declare = deklare etmek, ilan etmek
Grumble = Şikayet etmek, söylenmek
Murmur = Söylenmek
Claim = iddia etmek,
Deny = İnkar etmek
Insist on = Israr etmek
wonder = merak etmek, öğrenmek istemek ,
want to know = bilmek istemek ,
enquire = soruşturmak,
exclaim = haykırmak
offer = teklif etmek, önermek,
suggest = işaret etmek-, klif etmek, eri sürmek,
stress = vurgulamak,
underline = altını çizmek, önemle belirtmek,
suppose = varsaymak, farzetmek,
observe = gözlemlemek
guess = tahmin etmek,
complain = şikayet etmek,
confess = itiraf etmek,
conclude = karara varmak,sonucuna varmak,
predict = tahmin etmek,
point out = işaret etmek
Refuse = reddetmek
Remind = hatırlatmak
Reply = yanıt vermek
Promise = söz vermek
Threaten = tehdit etmek
İndicate : belirtmek, göstermek, işaret etmek

fiileri de kullanılır. Beyanatlarda zamir ve aidiyet sıfatları dolaylı anlatıma aktarılırken nasıl değiştiğine dikkat ediniz. Beyanatlar olumlu veya olumsuz olumsuz olabilir.

Örnek:

D.S. (direct speech) : I am going to town with my sister = Kızkardeşimle şehire gidiyorum.

R.S. (reported speech) : he said that he was going to town with his sister = O, kızkardeşiyle şehire gittiğini söyledi.

D.S. : You have bought yourself a new dress = Kendine yeni bir elbise almışsın.

R.S. : He said that I had bought myself a new dress = O, kendime yeni bir elbise aldığımı söyledi.

D.S. : ** are very late = Çok geç kaldık

R.S. : They confessed that they **re very late = Onlar, çok geç kalmış olduklarını itiraf ettiler.

D.S. : The **ather is too hot today= Hava bugün çok sıcak

R.S. : He complained that the **ather was too hot that day = O, havanın o gün çok sıcak olduğundan şikayet etti.

D.S. : The year 2006 was a successful one for the company = 2006 yılı şirket için başarılı bir yıldı.

R.S. = The chairman concluded that the year 2006 had been a successful one for the company = Yönetim Kurulu Başkan, 2006 yılının şirket için başarılı bir yıl olduğu sonucuna vardı.

D.S. : The world climate will change in the next decade = Dünya iklimi önümüzdeki 10 sene içinde değişiklik gösterecek .

R.S. : He predicted that the world climate would change in the following decade. = Dünya ikliminin önümüzdeki on yılda değişeceğini önmgördü.

D.S. : You may see the photographs if you want. = Eğer istersen fotoğrafları görebilirsin

R.S. : He said that I might see the photographs, if I wanted. = İstersem fotoğrafları görebileceğim söyledi.

D.S. : You play the piano very **ll = Çok iyi piyano çalıyorsun

R.S. : She said that I played the piano very **ll = Çok iyi piyano çaldığımı söyledi.

D.S: : She has given me a present = O, bana bir hediye verdi.

R.S. : He said that she had given him a present. = Ona bir hediye verdiğini söyledi.

D.S. : ** always try to please you = Seni hep memnun etmeye çalışıyoruz

R.S. : They said that they always tried to please me.= Onlar, beni hep memnun etmeye çalıştıklarını söylediler.

D.S.: My neighbor stole my purse = Komşum, cüzdanımı çaldı.

R.S. : She claimed that her neighbor had stolen her purse = O, komşusunun onun cüzdanını çaldığını iddia etti.

D.S.: Globalization is transforming all the markets. = Küreselleşme tüm piyasaları dönüştürüyor.

R.S.: The lecturer said that globalization was transforming all the markets. = Konuşmacı küreselleşmenin tüm piyasaları dönüştürdüğünü söyledi.

D.S.: The exam will be too difficult for us = Sınav bizim için çok zor olacak

R.S. : She predicted that the exam would be too difficult for them. = Sınavın onlar için çok zor olacağını tahmin etti.

D.S.: The recent polls haven’t brought about good results for our party = Son seçimler partimiz için iyi sonuçlar getirmedi

R.S. : The party leader told the press that the recent polls hadn’t brought about good results for their party. = Parti lideri, basına seçimlerin partileri için iyi sonuçlar getirmediğini söyledi.

D.S.: His promotion to a more senior level didn’t please him = Daha üst bir seviyeye terfi etmesi onu memnun etmedi.

R.S.: The manager’s wife said (that) his husband’s promotion to a more senior level hadn’t pleased him = Müdürün eşi, müdürün daha üst bir seviyeye yükselmesinin onu memnun etmemiş olduğunu söyledi.

D.S.: You don’t quit your bad habits = Kötü huylarını bırakmıyorsun.

R.S. The mother said to his son (that) he didn’t quit his bad habits. = Anne oğluna kötü huylarını bırakmadığını söyledi.
D S: My cousin has a huge house. = Kuzenimin çok büyük bir evi var.
R S: She told me that her cousin had a huge house = O, bana kuzeninin çok büyük bir evi olduğunu anlattı.



 
#23
13- Introducing verbs = Takdim fiilleri :

Say ve tell haricinde: Agree = kabul etmek
Accuse (of) = suçlanmak
Add = eklemek
Argue = tartışmak
Ans**r = cevaplamak
Announce = İlan etmek
Assure = Temin etmek, güvence vermek
Admit= Kabul etmek, teslim etmek
Advice = Tavsiyede bulunmak,bildirmek,
Ask = sormak,
Apologize (for) = Özür dilemek
Boast = Övünmek, böbürlenmek
Declare = deklare etmek, ilan etmek
Grumble = Şikayet etmek, söylenmek
Murmur = Söylenmek, mırıldanmak
Claim = iddia etmek,
Deny = İnkar etmek
Insist on = Israr etmek
wonder = merak etmek, öğrenmek istemek ,
want to know = bilmek istemek ,
enquire = soruşturmak,
exclaim = haykırmak
offer = teklif etmek, önermek,
suggest = işaret etmek-, klif etmek, eri sürmek,
stress = vurgulamak,
underline = altını çizmek, önemle belirtmek,
suppose = varsaymak, farzetmek,
observe = gözlemlemek
guess = tahmin etmek,
complain = şikayet etmek,
confess = itiraf etmek,
conclude = karara varmak,sonucuna varmak,
predict = tahmin etmek,
point out = işaret etmek
Refuse = reddetmek
Remind = hatırlatmak
Reply = yanıt vermek
Promise = söz vermek
Threaten = tehdit etmek
İndicate : belirtmek, göstermek, işaret etmek

gibi fiiller de reported speech cümlesi yapmakta kullanılır.İlave örnekler

Direct Speech (Orijinal Cümle) : What is your name? = İsminiz nedir?

Reported Speech = Dolaylı Anlatım : He asked me what my name was. = O bana ismimin ne olduğunu sordu?

Direct Speech : Where did you go for the **ekend? = Hafta sonunda nereye gittin?

Reported Speech : He wanted to know where I had gone for the **ekend = Hafta sonunda nereye gittiğimi öğrenmek istedi.

Direct Speech : Why are you so busy? = Neden çok meşgulsun?

Reported Speech : He asked me why I was so busy = Bana neden çok meşgul olduğumu sordu?

Direct Speech: Where **re you at nine o’clock last night?= Dün gece saat dokuzda neredeydin?


Reported Speech: The inspector enquired where I had been at nine o’clock the previous night. = Müfettiş bir önceki gece saat dokuzda nerede olduğumu soruşturdu..

14- Whether veya if

Yes veya no ile yanıtlanacak sorularda whether veya if takdim fiiliyle, reported speech sorusu arasında bir link rolü oynar.

“Whether” , “If” ten farklı olarak seçenek ortaya koyar. Şayet soruda “if” varsa dolaylı anlatımlı yanıtta “whether” tercih edilir.

Direct Speech : Have you seen him anywhere? = Onu bir yerde gördünmü?

Reported Speech : He asked me if (whether) I had seen him anywhere. = Bana onu bir yerde görüp görmediğimi sordu.

Direct Speech: Will you be at office tomorrow? = Yarın ofiste olacak mısın?

Indirect Speech : He asked me if I would be at office the following day.= Bana yarın ofiste olup olmayacağımı sordu.

Direct Speech : Do you know the ans**r? = Cevabı biliyor musun?

Indirect Speech : She asked me if I knew the ans**r. = O bana cevabı bilip bilmediğimi sordu.

Direct Speech: Are you enjoying yourself? = Eğleniyor musun?

Reported Speech: He asked me if (whether) I was enjoying myself. = bana eğlenip eğlenmediğimi sordu.

Direct Speech: Did Hakkı give you that book back ? = Hakkı sana o kitabı geri verdi mi?

Reported Speech: He asked her if (whether) Hakkı had given her the book back = Hakkının kitabı geri verip vermediğinisordu.

Direct Speech: May I use your pen? = Kalemini kullanabilir miyim?

Reported Spech: He asked me whether (if) he might use my pen. = O, kalemini kullanabilir miyim diye sordu.

Direct Speech: Do you wake up in the afternoons ? = Öğleden sonraları mı uyanırsın?

Reported Speech: Ali asked Mehmet if (whether) he woke up in the afternoons = Ali Mehmet’e öğleden sonraları mı uyandığını sordu.

Direct Speech: Can you solve this puzzle or not? = Bu bulmacayı çözebilir misin yoksa çözemez misin?

Reported Speech: He asked me whether or not I could solve that puzzle. = Bu bulmacayı çözüp çözemeyeceğimi sordu.

Direct Speech: Will you take this rubbish out or not? = Bu çöpü dışarıya atacak mısın yoksa atmayacak mısın?

Reported Speech: My mother asked me whether or not I would take that rubbish out. = Annem bana o çöpü dışarıya alıp almayacağımı sordu.

Direct Speech: Did you do it on purpose or not ? = Bunu bilerek mi yoksa bilmeyerek mi yaptın?

Reported Spech: The teacher asked me whether or not I had done it on purpose = Öğretmen bana bunu bilerek mi yoksa bilmeyerek mi yaptığımı sordu.

15- Yardımcı Fiillerde Dolaylı Anlatım

Direct speech Reported speech

CAN COULD

I can walk He said(that) he could walk

MAY MIGHT

I may walk He said(that) he might walk

WILL WOULD

I will walk He said(that) he would walk

MUST HAD TO

I must walk He said (that)he had to walk

Örnekler:

Direct Speech: He can’t do all the work by himself = Bu işleri kendi başına yapamaz


Reported Speech: She said that he could not do all the work by himself. = Bütün işi tek başına yapamayacağını söyledi.

Direct Speech: She may know the truth = Gerçeği biliyor olabilir.

Reported Speech: They said that she might know the truth = Onlar, onun gerçeği biliyor olabileceğini söylediler.


Direct Speech: ** all must wake up early in the morning to catch the train = Hepimiz treni kaçırmamak için sabah erkenden kalkmak zorundayız.

Reported Spech: They said that they all had to wake up early in the morning to catch the train. = Onlar, treni kaçırmamak için sabah erkenden kalkmaları gerektiğini söylediler.


Direct Speech: I will **lcome the guests = Konukları ben ağırlayacağım.

Reported Speech: I told my boss that I would **lcome the guests. = Patronuma konukları ağırlıyacağımı söyledim.

Direct Speech: I am a doctor. = Ben bir doktorum.


Reported Speech: She said that she was a doctor = O, bir doktor olduğunu söyledi.

Direct Speech: Dogs are smart animals = Köpekler zeki hayvanlardır.

Reported Speech: The grandfather told her grandson that the dogs **re smart animals. = Büyükbaba, erkek torununa köpeklerin zeki hayvanlar olduklarını anlattı.

Direct Speech: The birthday of Arda was wonderful = Ömer’in doğumgünü şahaneydi.

Reported Speech: İlker told her mother that the birthday of Arda had been wonderful. = İlker annesine Arda’nın doğum gününün güzdel olduğunu anlattı.


Direct Speech: She shall type the document again = Belgeyi tekrar yazsın.

Reported Speech: The manager said that she should type the document again = Müdür onun dosyayı tekrar yazması gerektiğini söyledi.

Direct Speech: They mustn’t smoke cigarettes in the cafe = Onlar kafede sigara içmemeliler.

Reported Speech: She said that they **ren’t had to smoke cigarettes in the cafe = O, onların kafede sigara içmemeleri gerektiğini söyledi.

Direct Speech: I would like to see the upcoming movies = Yakında çıkacak olan filmleri görmek isterim.
Reported Speech: Ömer told Kerem that he would like to see the upcoming movies = Ömer Kerem’e yakında çıkacak filmleri görmek istediğini söyledi.

16- Gerçek üstü geçmiş zamanda Dolaylı Anlatım = Reported Speech in Unreal Past tense

Geçmiş zaman bazen gerçek olmayan “unreal” durumlar için de kullanılabilir. Burada kullanılan kip past tense olmasına rağmen şu anki durumdan (present tense) bahsederiz.

If , if only, what if, as if, It is about time, It is high time, I wish, I’d rather, unreal past tense ile kullanılan ifadelerdir. Dolaylı aktarımda bu saydığımız ifadelerden sonra kullanılan “unreal past tense” ifadeler değiştirilmez, aynen kalırlar.

Örnek:

Direct Speech: I wish I worked hard = Keşke sıkı çalışsam
Reported Speech: She said that she wished she worked hard = O, daha sıkı çalışmayı temenni ettiğini söyledi.
Direct Speech: I’d rather you stayed with us = Bizde kalmanı tercih ederim = Keşke bizimle kalsaydın
Reported Speech: He said he’d rather I stayed with them = O, onlarla birlikte kalmamı temenni ettiğini söyledi.
Direct Speech: What if that frog **re prince = Bu kurbağa bir prens olsa, ne olur?
Reported Speech: She asked what if that frog **re prince
Direct Speech: I wish you **re here = Keşke burada olsan
Reported Speech: She said that she wished he **re there. = O, onun orada olmasını temenni etti.
Direct Speech: She works hard as if she **re a boss = O, (sanki) patronmuş gibi çok sıkı çalışıyor
Indirect Speech: The colleagues said that she worked hard as if she **re a boss. = Meslektaşları onun bir işveren gibi çok çalıştığını söylediler.
Direct Speech: It is about time ** left this place = Burayı terketmenin tam sırasıydı ( ama terketmedik)
Reported Speech: They said that it was about time they left that place = Onlar, o yeri terketmenin tam sırası olduğunu (ama terketmediklerini) söylemişlerdi.
Direct Speech: If I had more money, I would donate it to foundations = Eğer daha çok param olsaydı, bu parayı vakıflara bağışlardım
Reported Speech: She said that if she had more money, she would donate it to foundations = O, bana eğer daha çok parası olsaydı bu parayı vakıflara bağışlayacağını söyledi.

17- Soru Cümleleri

Rapor edilmiş soruların kelime sırası beyanatlarınkiyle aynıdır. Burada “who,what, which, where, how,when” gibi soru kelimeleri, takdim fiilleriyle rapor edilmiş soru arasında bağlantı kurar. Soru cümleleri rapor edilirken“ask , enquire, wonder, want to know” gibi fiillerden yararlanılır.

a) Pozitif Sorular

D.S. : Where are you going? = Nereye gidiyorsun?
R.S.: He asked me where I was going = O bana nereye gittiğimi sordu

D.S. : How did you do that? = Bunu nasıl yaptın?
R.S. : They wanted to know how I had done it = Onlar bunu nasıl yaptığımı öğrenmek istediler.

D.S: : Who will come to the restaurant with me ? = Kim benimle restauranta gelecek?
R.S.: She wanted to know who would come to the restaurant with her = O, kimin onunla restauranta geleceğini öğrenmek istedi.

D.S.: When was the concert over? = Konser ne zaman bitti?
R.S.: He enquired when the concert was over. = O, konserin ne zaman bittiğini merak etti.

D.S.: Why are you so upset? = Neden bu kadar kızgınsın?
R.S.: My friend wondered why I was so upset. = Arkadaşım neden bu kadar kızgın olduğumu merak etti.

D.S.: How could you be so rude? = Nasıl bu kadar kaba olabilirsin?
R.S. : The woman asked me how I could be so rude = Kadın, adama nasıl bu kadar kaba olabildiğini sordu.

D.S.: What is the time? = Saat kaç?
R.S.: He asked what the time was. = O, saatin kaç olduğunu sordu.

D.S. : Where did you go after the meeting ? = Toplantıdan sonra nereye gittin?
R.S. : The policemen enquired where I had gone after meeting = Polis toplantıdan sonra nereye gittiğini soruşturdu.

D.S. : Which city do you want to work in? = Hangi şehirde çalışmak istersin?
R.S.: The boss asked me which city I wanted to work in. = Patronu çalışanına hangi şehirde çalışmak istediğini sordu.

D.S. : Who is it? = Kim o?
R.S. : She asked who it was = O, (kapıda) kimin olduğunu sordu.

D.S. : How did the burglar open the door? = Soyguncu kapıyı nasıl açtı?
R.S. : The judge wanted to know how the burglar opened the door. = Hakim, hırsıza kapıyı nasıl açtığını öğrenmek istedi.

D.S.: To what extent has she been successful? =Ne dereceye kadar başarılı oldu?
R.S.: He asked to what extent she had been successful = O, onun ne dereceye kadar başarılı olduğunu sordu.

D.S.: How many students have applied for a scholarship? = Kaç tane öğrenci burs için başvuruda bulundu?
R.S.: He asked how many students had applied for a scholarship = O, kaç tane öğrencinin burs için başvurduğunu sordu.

D.S.: How much does it cost? = Bu kaça mal olur?
R.S.: She asked how much it costed = O, bunun kaça mal olacağını sordu.

D.S. How long have you been in Turkey? = Ne zamandır Türkiye’desin?
R.S. = She asked how long I had been in Turkey = O, benim ne zamandır Türkiye’de bulunduğumu sordu.


b) Negatif Sorular

D.S.: Didn’t you bring a book with you? = Yanında kitap getirmedin mi?
R.S.: My friend asked me if (whether) I hadn’t brought a book with me = Arkadaşım bana yanımda kitap getirip getirmediğimi sordu.

D.S.: Why didn’t you wait for me ? = Beni niye beklemedin ?
R.S.: The girl asked the boy why he hadn’t waited for her = Kız, oğlana onu niye beklemediğini sordu.

D.S.: Don’t you know who I am ? = Benim kim olduğumu bilmiyor musun?
R.S.: The bully asked the little boy if he didn’t know who he was = Kabadayı küçük çocuğa onu tanıyıp tanımadığını sordu.

D.S.: Haven’t you got what you wanted = İstediğini elde edemedin mi?
R.S.: The woman asked the man if he hadn’t got (gotten) what he had wanted = Kadın adama istediğini elde edip etmediğini sordu.

D.S.: Can’t you be more precise in your words? = Sözlerinde daha net olamaz mısın?
R.S.: She asked me if I couldn’t be more precise in my words = O, bana sözlerimde daha net olup olamayacağımı sordu.

18) Dolaylı Anlatımlı Bir Soruyu Rapor Etme - Reporting a Reported Question

Dolaylı bir soruyu rapor etmede dikkat edilecek nokta iki tarafta da kip değişikliğine gidilmesidir.

Örnek:

D.S.: Can you tell me why you are so sad? = Neden çok üzgün olduğunu bana anlatabilir misin?
R.S.: He asked me if I could tell him why I was so sad. = O, bana neden çok üzgün olduğumu ona anlatıp anlatamayacağımı sordu.

D.S.: Must you always ask me what I’m doing?
R.S.: My brother asked me if I always had to ask him what he was doing.

D.S.: Where **re you when the rain started? = Yağmur yağmaya başladığında neredeydin?
R.S.: Arda asked me where I had been when the rain had started = Arda bana yağmur yağmaya başladığında nerede olduğumu sordu.

D.S.: What do you think you are doing? = Ne yaptığını zannediyorsun?
R.S.: She asked him what he thought he was doing = O, ona ne yaptığını zannettiğini sordu.

D.S.: Is it true that they **re seen alone together? = Onların beraberce görüldükleri doğru mu?
R.S.: My friend asked me if if it was true that they had been seen alone together = Arkadaşım bana onların beraberce görüldüklerinin doğru olup olmadığını sordu.

D.S.: How can one tell if she is speaking the truth? = Onun doğru söyleyip söylemediği nasıl anlaşılır?
R.S. = They argued how one could tell if she was speaking the truth = Onlar, gerçeği söyleyip söylemediğinin nasıl anlaşılacağını tartıştılar.

19- Soru ve Beyanat Karışımı İfadelerde Dolaylı Anlatım

Ayni cümlede hem soru hem beyanat (statement) karışık olarak varsa, her b**üm için uygun fiil kullanılmalıdır. Örneğin beyanatlar için; tell, say, explain, remark, vs. fiili uygundur. Sorfular için ise, ask, want to know, enquire, wponder if(whether) vs. gibi fiiller kullanılır.
Bu arada, ayni cümledeki soru ve beyanatı en iyi şekilde bağlayan araç ...adding that... = ekleyerek, ilave ederek bağlacıdır.

Örnekler:

1- D.S. : It’s cold in here. Is the window open? = Burası soğuk. Pencere açık mı?
( Beyanat ) (Soru ) (Beyanat ) (Soru)

R.S. : He said that it was cold in there and asked if (whether) the window was open. = Orasının soğuk olduğunu söyledi ve pencere açık mı diye sordu.

2- D.S. : Do you think it will rain? It is very cloudy.
( Soru ) ( Beyanat )


= He wanted to know if I thought it would rain and said (that) it was very cloudy.

20- Yes ve no şeklindeki kısa yanıtların dolaylı anlatımı.

1- D.S. : Will you come out tonight? “No” = Bu gece dışarıya çıkacak mısın? Hayır.
R.S.: He asked if I would go out that night, but I said I wouldn’t. = Gece dışarıya çıkacakmısın diye sordu, ama ben çıkmayacağımı söyledim.

21- Geciken Yanıtlar = Late Response

Bu ilginç bir konudur. Şöyle ki, direkt anlatım ve dolaylı anlatımın ilkelerini birleştirir. Bazen bir fikir söylenir. Bazen öyle bir söz söylenir ki, bunun anlamı o an için anlaşılmaz. Sözün muhatabı, kısa bir süre sonra konuşmacının konusuna döner, müphem olan noktayı sorar ve genellikle direkt soruyu şekillendirir. Böylece, dolaylı anlatıma geçer ve bir takdim fiili kullanır.
Örneklerle konuyu aydınlatalım.

Örnek 1:

Kadir: I am supposed to leave on Monday. = Pazartesi günü ayrılmam sözkonusu. = Bu sözden sonra ya konuşmaya bir ara verilir ya da araya başka sözler girer.
Recep: When **re you supposed to leave? = Ne zaman gidecektin? YA DA
When did you say you **re supposed to leave? = Sahi ne zaman gideceğini söylemiştin?

Örnek 2:

Ali: Her name is Laila. = Onun adı Leyla.
Bu sözden sonra ya konuşmaya bir ara verilir ya da araya başka sözler girer.
Hasan: What was the girl’s name? = Kızın adı neydi? YA DA
What did you say her name was? = Kızın ismi ne demiştin?

Emirlerde Geciken Yanıtlar

Örnek:

Mehmet: Keep it in the second dra**r = Onu, ikinci çekmecede sakla
Unutmadan dolayı bir ara verilir.
Ahmet: Where was I to put it? = Nereye koyacaktım? YA DA
Where did you say I was to put it? = Onu nereye koyacağımı söylemiştin.
Geçmişteki Bir Olayda Geciken Yanıtlar

Örnek:

Arda: ** have made five copies of the original invoice and sent them to the importer = Orijinal faturanın beş kopyasını yaptık ve bunları ithalatçıya gönderdik.
Bu sözden sonra ya konuşmaya bir ara verilir ya da araya başka sözler girer.Bu yüzden dinleyenin aklı karışmıştır.
Elif (Dinleyen) : How many copies had ** made? = Kaç kopya yapmıştık?
YA DA How many copies did you say ** had made? = Kaç tane kopya yaptığımızı söylemiştin?


22- Shall Cümlelerinde Dolaylı Anlatım = Shall Questions

Shall cümlelerinin dolaylı anlatıma aktarılmasında, cümlenin anlamının bilinmesi büyük önem taşımaktadır. Çünkü “Shall I ...” ile başlayan cümlelerin iki anlamı vardır:

a)Saf Gelecek ( Pure Future )

“Shall I ever forget her ?” = Onu hiç unutacak mıyım?
He wondered if he would ever forget her. = O, onu hiç unutup unutamayacağını merak etti.
“Shall I like the concert?” = Konseri sevecek miyim?
She wondered if she would like the concert. = O, konseri sevip sevmeyeceğini merak etti.
“Shall ** know the ans**r tomorrow?” = Cevabı yarın öğrenecek miyiz?
She wondered if she would know the ans**r the next day = O, cevabı yarın öğrenip öğrenemeyeceğini merak etti.
Shall ** wait till the others come? = Diğerleri gelene kadar bekleyecek miyiz?
They wanted to know if they would wait till the others come = Onlar, diğerleri gelene kadar bekleyip beklemeyeceklerini öğrenmek istediler.
Shall I enjoy the party? = Partiden keyif alacak mıyım?
She wondered if she would enjoy the party = O, partiden keyif alıp almayacağını sordu.

Saf gelecek ifade eden bu cümlelerin dolaylı aktarımında “shall” yerine “would” gelmektedir.

b)İstek (Request)

“ Shall I open the window?” = Camı açayım mı?

He asked if he should open the window.

İstek veya talep eden cümlelerde ise “shall” yerine “should” gelir.

Örnek:

Shall I do it before tomorrow? = Bunu yarından önce yapabilir miyim?
She asked if she should do it before the next day. = O, bu işi bir sonraki günden önce yapıp yapamayacağını sordu.


Shall I leave it in the car? = Bunu arabada bırakabilir miyim?
He asked me if he should leave it in the car = O, bana bunu arabada bırakıp bırakamayacağımı sordu.


Shall I ever get married? = Ben hiç evlenecek miyim?
He wondered if he would get married = O, evlenip evlenmeyeciğini merak ediyor.


Shall I lay the table for you? = senin için masayı hazırlayayim mi?
She asked me if she should lay the table for me = O, benim için masayı hazırlayıp hazırlayamayacağını sordu.

Shall I **** you to pack? = Sana paketlemede yardımcı olabilir miyim?
He asked me if he should **** me pack = Bana paketlemede yardımcı olup olamayacağını sordu.

23- Emirler, Rica, talep ve tavsiyelerde dolaylı anlatım


Emir, rica, talep ve tavsiye cümlelerinin direct speech’ten reported speech’e aktarımında belli kurallara uyulması gerekir. Bu kurallar:

a) Cümlenin Anl***** Göre

Cümlenin anl***** göre reporting verbs seçilir. Örneğin, “advise, beg, encourage, entreat, forbid, implore, order, command, tell, ask, request, invite, recommend, remind , urge, warn..” gibi.

b) Emiri, tavsiyeyi, ricayı ve talebi alan şahsı temsil eden bir nesne seçilir.

c) Direct speech te emirler nasıl fiilin mastar haliyle veriliyorsa, reported speech’te de emirler “to + infinitive” hale dönüştürülmelidir.

Örnek:

D.R. :I said, “Come down ”. = Aşağıya gel dedim.
R.S. : I told him to come down. = Ona, aşağıya gelmesini söyledim.
D.S. “Fold it in half” = İkiye katla
R.S. The customer asked her to fold it in half.
D.S. “Sit down” = Otur
R. S. The teacher asked them to sit down. = öğretmen onların oturmalarını istedi.
D.S.:“Do it again.” = Tekrar yap.
R.S. : The coach told the players to do it again = Koç, oyunculara tekrar yapmalarını söyledi.
D.S.“Open the door” = Kapıyı aç
R.S. : She asked me to open the door = Benden kapıyı açmamı istedi.
D:S.:“Come in” = İçeri girin
R.S : The manager asked the man to come in = Müdür, adama içeri girmesini söyledi.
D.S. : “Close the door after you. = Çıktıktan sonra kapıyı kapa.
R.S: The teacher oerdered the pupil to close the dor after him. = Öğretmen öğrenciye kapıyı çıktıktan sonra kapamasını emretti. D.S.: Please have a cup of tea = Lütfen bir çay için
R.S.: She offered me a cup of tea = Bana çay ikram etti.
D.S.: Always wash your face in the morning = Sabahları her zaman yükünü yıka
R.S.: The nurse told the patients to always wash their faces in the morning = Hemşire hastalara sabahları her zaman yüzlerini yıkamalarını söyledi.
D.S.: Be polite and gentle if you want to date with me = Benimle çıkmak istiyorsan, kibar ve nazik ol
R.S.: The young girl told the boy to be polite and gentle if he wanted to date with her = Genç kız çocuğa, onunla çıkmak istiyorsa kibar ve nazik olmasını söyledi.
D.S.: Wait under a shelter until the rain stops = Yağmur durana kadar bir sığınağın altında bekle
R.S.: The fireman advised the people to wait under a shelter until the rain stopped. = İtfaiyeci, insanlara yağmur durana kadar bir sığınağın altında beklemelerini önerdi.
D.S.: Hurry up, if you don’t want to miss the plane = Eğer uçağı kaçırmak istemiyorsan acele et
R.S.: She urged her husband to hurry up if he didn’t want to miss the plane = Kadın kocasını uçağı kaçırmak istemiyorsa acele etmesi konusunda sıkıştırdı (dürttü, zorladı).
D.S.: Treat other people the way you’d like them to treat you = İnsanların sana nasıl davranmasını istiyorsan sen de onlara öyle davran
R.S.: The philosopher advised his student to treat other people the way he’d like them to treat him. = Filozof öğrencisine insanların ona nasıl davranmasını istiyorsa onun da onlara öyle davranması gerektiğini öğütledi.

Olumsuz Emirler = Negative Imperatives

D.S. Don’t be so lazy. = Bu kadar tembel olma
R.S. : Father told his son not to be so lazy. = Baba oğluna çok tembel olmamasını söyledi.
D.S. : Never disobey your superiors. = Asla amirlerine itaatsizlik etme.
D.S. : Don’t be so skeptical. = Çok kötümser olma.
R.S. : He told his friend not to be so skeptical. = Arkadaşına çok kötümser olmamasını söyledi.
D.S. : Don’t put your elbow on the table. = Dirseklerini masaya dayama.
R.S. : The trainer told the trainee not to put his(her) elbow on the table. = Eğitimci eğitilene dirseğini masaya koymamasını söyledi.
D.S. : Don’t be sarcastic. = Alaycı olma.
R.S. : She told her husbanad not to be sarcastic. = Kocasına alaycı olmamasını söyledi.
D.S.: Don’t try to be funny. = Komik olmaya çalışma.
R.S. : She warned her room mate not to be funny. = Oda arkadaşını komik olmaması için uyardı.
D.S. : Don’t wipe your dirty fingers on my clean shirt.= Kirli ellerini gömleğimde silme. = The man ordered the kid not to wipe dirty fingers on his clean shirt. = Adam çocuğa kirli ellerini temiz gömleğine sürmemesi emrini verdi.
D.S.: Don’t waste your money and time on nonsense = Paranı ve zamanı saçmalıklara harcama
R.S.: The old man advised the youngsters not to waste their money and time on nonsense = Yaşlı adam gençlere, paralarını ve zamanlarını saçmalıklara harcamamalarını tavsiye etti.
D.S.: Don’t buy everything you see in the shops = Dükkanlarda her gördüğünü alma
R.S.: The husband warned his wife not to buy everything she saw in the shops = Kocası, eşine dükkanlarda her gördüğünü almaması konusunda uyardı.



24- Must fiilinin dolaylı aktarımı

Günlük konuşmada “must” fiilinin üç anlamı vardır ve “must” içeren cümleler rapor edilirken farklı şekiller alırlar. “Can” ve “needn’t” bazen benzer şekilde hareket ederler.

a) Konuşma anında gereklilik ve zorlama ifade eder. Hakiki şimdiki zamandır. ( A true Present). Present olduğu için rapor edilirken past tense’e dönüşür.

Örnek:

“I must go now.” – Artık gitmek zorundayım.
He said (that) he had to go then. = O gitmek zorunda olduğunu söyledi.
“I needn’t go.” – Gitmeye ihtiyacım yok.
She said (that) she didn’t have to go = O, gitmek zorunda olmadığını söyledi.
“I mustn’t go.” – Gitmemeliyim.
He said (that) he wasn’t to go. = O, gitmemesi gerektiğini söyledi.

b)Gelecekteki bir gereklilik veya zorlayıcı durum. “Shall” ve “have to” yerine geçebilir. “must” ve “needn’t” bu durumda gelecek zaman gibi hareket ettiği için rapor edildiği için should/would olarak değiştirilir.

Örnek:

“I must go next **ek” = Gelecek hafta gitmeliyim.
He said that he would have to go the following **ek.

25- Ünlemli İfadelerde (Exclamations) Dolaylı Anlatım

Ünlemli ifadelerin dolaylı anlatımı orijinal cümlenin ruhunu yansıtmalıdır. Ünlemler daha ziyade konuşma dilinde raporlanır.

Bazı ünlem şekilleri aslında sorudurlar veya emirdirler.

Örnekler:

D.S.: What a lovely land it is! = Bu ne kadar güzel bir tarla böyle!
R.S.: He remarked what a lovely land it was = O, bu tarlanın ne kadar güzel olduğuna işaret etti.
D.S.: Hi! Where are you guys going? = Selam! Arkadaşlar nereye gidiyorsunuz?
R.S.: He greeted the guys and asked them where they **re going = Arkadaşlarını selamladı ve nereye gittiklerini sordu.
D.S.: Oh dear! I have torn my trousers = Aman Tanrım! Pantolonumu yırtmışım.
R.S.: He exclaimed bitterly that he had torn his trousers. = Acı bir şekilde haykırarak pantolonunu yırttığını söyledi. YA DA
He sighed and said that he had thorn his trousers = Yeise düştü ve pantolonunu yırttığını söyledi.

26- Diğer Dolaylı Anlatımlar

“Meet me at Akcenter” = Akmerkez’de buluşalım.
He tells us (that) ** are to meet him at Akcenter. = O bize Akmerkez’de buluşacağımızı söyledi.
He said “If she leaves the house, follow her.”
He said (that) if she left the house, I was to follow her.


Gördüğünüz gibi, reported speech’in İngilizce’de çok geniş bir kullanım alanı var.
 
#24
29. Ders - Bağlaçlar = Conjunctions

1 - Genel Bilgiler

İngilizceyi iyi öğrenmek istiyorsak, bağlaç konusuna hakimi olmamız gerekir..

Bağlaç = Conjuction :Iki cümleciği birbirine bağlar.

Zaten, conjunction bağlantı anl***** gelen “junc” kökünden türemedir. Burada dikkat e****m.: Bağlaç iki kelimeyi değil, bir kelimeyle bir cümleyi de değil, iki cümleciği bağlar.

I worked hard and I got promoted = Sıkı çalıştım ve terfi ettim.

Bu kullanımda “and” bir bağlaç olarak kullanılmıştır. Bağlaçları türleri itibariyle inceleyeceğiz.


2) Coordinating Conjunction = Koordine Eden Bağlaçlar

a) Iki cümlecik arasındaki bağlantıyı sağlar.
And = ve: Paralellik arzeder. .
But = ama, ancak, fakat: zıtlık ifade eder.
Or = veya, yahut, ya da : alternatifteri gösterir.

Nor = ne de (or’un olumsuzu olup iki alternatiften hiç biri anlamındadır.)
So = bundan dolayı, böylece (sonuca götüren bağlaçtır.)
For = edat olarak,“için”; bağlaç olarak iki cümlecik arasında “zira” anlamındadır.
Yet = halbuki anlamındadır.
.

b) Bu bağlaçların uygulanmasında önemli iki temel özellik vardır. .

1 : Coordinating Conjunction bağlaçları mutlaka iki cümlecik arasında bulunurlar..

2 : Coordinating Conjunction bağlaçlarından önce mutlaka bir virgül (,) vardır

c) And, So, But Bağlaçları

Önemli Not: So = bundan dolayı, bu nedenle, böylece gibi anlamlarıyla sonuç bildirir. But = Fakat, ama,ancak demektir ve zıtlık bildirir.

It was snowing heavily so ** cancelled the match. = Çok kar yağıyordu, bu nedenle (bundan dolayı) maçı iptall ettik.

He ran as fast as he could but he couldn’t win the race. = Olabildiğince hızlı koştu ama yarışı kazanamadı

And = ve, dahi anlamındadır. İngilizce’de bu bağlaç, Türkçe’de olduğundan daha sık kullanılır. İlginçtir ki, “ve” bağlacı Arapça’dan alınmıştır, gerçek Türkçe’de bu bağlaç yoktur.

The trade union asked for a t**nty percent increase in wages and salaries and the company management accepted it. = Sendika, ücret ve maaşlarda yüzde yirmilik bir zam istedi ve şirket yönetimi bunu kabul etti.

Dikkat!! “and” “but ve “so” bağlaçlarında genellikle özne ortak olduğu için genelşlikle özne tekrar yazılmaz. İlaveten, bu kısaltmalarda virgul kullanılmaz.

Örnek:

The commander was tired but confident = Komutan yorgun ama kendinden emindi.

d) Yet, Or, Nor Bağlaçları

Yet = halbuki, oysa demektir ve “but” gibi zıtlık bildirir. Bu arada not e****m ki: günlük konuşmalarda daha pratik olduğundan “but” tercih edilir. “yet” daha ziyade yazılı İngilizce’ye aittir ve daha ileri bir İngilizce düzeyine işaret eder.

I was expecting him to be a great man, yet he amounted to nothing = Onun büyük bir adam olmasını bekliyordum halbuki o hiçbirşey olmadı.

Or = ya da, veyahut , yahut, veya anlamları taşımaktadır. Alternatif bildirir.


You must love family life or never get married = Aile hayatını sevmek zorundasın ya da hiç evlenmemelisin. .

I can go to a movie or stay at home = Sinemaya gidebilir veya evde kalabilirim.

Nor = Ne de anlamı taşımaktadır. Cümleye veya cümleciğe negatif bir anlam verir. “nor” bağlacının İngilizce’de istisnai sayılacak bir özelliği onu izleyen cümlenin devrik bir yapıda olmasıdır. Örnekler:

He didn’t contact his doctor nor did he call his family = Doktoruyla temasa geçmedi. Ne de ailesini aradı.

I don’t want to visit anybody nor do I want anybody to come to me = Kimseyi ziyaret etmek istemiyorum ne de kimsenin beni ziyaret etmesini isterim.

e) Independent Clauses = Bağımsız Cümlecikler

Önemli!!! Cordinating Conjunctions ile bağlanan cümleciklere İngilizce’de “independent clause” yani bağımsız cümlecik denir. Çok dikkat edilmesi gereken ve aslında şaşırtıcı bir yönleri vardır. O da, İngilizce’de çok önemli olan tense = zaman kipi uyumu bu cümleciklerde aranmaz. Her cümleciğin zaman kipi bir bağlaçla bağlandığı diğer cümleciğin kipinden farklı olabilir.

Örnek:

I have seen her several times, but I can’t recognize him now = Onu bir kaç kez gördüydüm ama şimdi kendisini tanıyamam.

I did my best and I am tired = Elimden geleni yaptım ve yorgunum.

f) Sentence Connector = Cümle Birleştiricileri

Bu gruptakler cümlecik değil de cümleler arasında bağlantı kurarlar. Bu özelliklerinden dolayı bağlaç tanımına uymazlar. Bu yüzden bunlara bağlaç değil de “cümle birleştiricileri” denir.

Bu yapılarda iki cümle vardır. Birinci cümle bitmiş, noktalanmıştır. Ama ikinci cümle birinci cümleyle ilişkilidir. İşte bu cümle bağlayıcıları ikinci cümlenin başında, ortasında veya sonunda olabilirler.

Çeşitli türleri vardır:

- Iki cümle arasında paralellik sağlayanlar:


Furthermore = Moreover = What’s More = In addition = Also = Bununla beraber, ilaveten, ek olarak, ayrıca, bir de, bununla birlikte, üstelik

Örnek:

** have **lcomed our guests. Furthermore, ** sent them back their home at our expense= Misafirlerimizi ağırladık. Ayrıca, masrafı üstlenerek onları evlerine geri gönderdik.

He is praised by his friends for the good results he got from the finals. Also, he is expecting to be rewarded by the school administration = Finallerdeki iyi sonuçlar nedeniyle arkadaşlarından övgü aldı. Ayrıca, okul yönetiminden ödül bekliyor.

*

Iki müstakil cümle arasında bir zıtlık ilişkisi kuranlar

Ho**ver = Nevertheless = Nonetheless = On the contrary = Still = Buna karşılık, mamafih, tersine, aksine, ancak

Örnek:

Last Sunday, ** **re ready to receive company. Ho**ver, noone sho**d up = Geçen Pazar misafir ağırlamaya hazırdık (istekliydik). Ancak, kimse gözükmedi.

*

Sonuç bildiren birleştiriciler

Therefore = Thus = Hence = As a result = Consequently = Bu nedenle, bu yüzden, bundan dolayı, sonuç olarak, neticede

Örnek:

There is a hospital in our neighbourhood. Therefore, ** refrain from making noise = Semtimizde bir hastane var. Bu nedenle, gürültü yapmaktan kaçınıyoruz.

Yararlı Ayrıntı: “Therefore”, ikinci cümlede çeşitli yerlerde bulunabilir. Her üçünde de anlam aynıdır.

Örnek:

Cümle başında

The players **re very tired after the match. Therefore, they needed some rest. = Oyuncular maçtan sonar çok yorgunlardı. Bu nedenle, dinlenmeye ihtiyaçları vardı.

Cümle ortasında (Daha iyi bir İngilizce’yi ifade eder)

The professor tried to be fair to his students. He, therefore, made an oral exam in addition to the three written exams. = Profesör, öğrencilerine adil davranmak istiyordu. Bu nedenle, üç yazılı sınava ek olarak sözlü bir sınav da yaptı.

Cümle sonunda (seyrek olarak kullanılır)

He was mistreated by his manager. He submitted his resignation, therefore. = Müdüründen kötü muamele gördü. Bu yüzden, istifa etti.

- Alternatif belirten birleştiriciler

Or else = Otherwise = Aksi takdirde, yoksa, olmazsa,

Örnek:

You have to attend the class. Or else, you will fail in the exam. = Derslere katılmak zorundasın. Yoksa, sınavlardan kalacaksın.

Watch your mouth. Otherwise, you will suffer. = Konuşmana dikkat et. Yoksa, zarar göreceksin.



3) Correlative Conjunction = Korelatif Bağlaçlar = İlişki Sağlayan Bağlaçlar

Korelatif bağlaçlar, ikili sözcüklerden oluşurlar ve her iki cümlecikte de bulunurlar.

Not only ..........but also = sadece değil ..........aynı zamanda

Örnek:

He is not only a successful manager but also a good father. = O sadece başarılı bir yönetici değil, aynı zamanda iyi bir babadır.


Both ..........and = hem..........hem de

Örnek:

She has both the courage and the will to get rid of difficulties she encounters = O, karşılaştığı zorlukla baş etmek için hem cesarete hem de iradeye sahiptir.


Either ..........or = ya ..........ya da (alternatif,tercih bildirir)

Örnek:

While shopping, you either need cash or a credit card = Alışveriş yaparken ya nakit ya da kredi kartına ihtiyacınız olur.


Neither ..........nor = ne ..........ne de..

Örnek:

I love neither flo**rs nor trees. = Ne çiçekleri ne de ağaçları severim.


Whether ..........or = gerek ..........gerekse (olsun ..........olsun)

Örnek:

I love my family whether they love me or not = Ailemi, onlar beni sevse de sevmese de severim.

I don’t care whether you go or stay. = Gitsen de kalsan da aldırmam.

* “also” de, da, ayrıca anl***** gelir. “as **ll” sözcüğü de aynı anlamdadır fakat daima cümle sonuna konulur.

* Not only ..........but also bağlacının kullanımında “not only” kısmı cümlenin başına alınarak da yazılabilir. Bunun nedeni, cümleciğe vurgu yapılmak istenmesidir.

I not only want to make money (=not only do I want to make money), but also earn respect = Ben sadece para kazanmak değil, aynı zamanda saygınlık kazanmak istiyorum.

4.) Adverbial (Subordinating) Conjunction = Zarf Bağlaçları

Bir zarf sözcüğünün yaptığı işi bir cümlecik de yapabilir. Bu durumda iki cümlecik olur ve birbirine bağlamak için de bir bağlaca ihtiyacımız vardır. Bu bağlaç “adverbial conjunction” olur.


Örnek:

I saw him last year. = Onu geçen sene gördüm.

Burada “last year” zarfının yaptığı işi bir cümlecik de yapabilir.

I saw him when I was at university. = Üniversitedeyken, onu gördüm.

a) Time Conjunction = Zaman bağlaçları.

Eylemin ne zaman yapıldığını belirlerler.

As soon as: ..........ir, ..........imez
As long as: ..........dığı sürece
Hardly / Scarcely ..........when: tam ............mıştı ki ...........oldu

When: ..........dığı zaman
After: ..........den sonra
Befor: ..........den önce
As: ..........iken
While: ..........iken
Just as: ..........tam iken
Until / Till: ..........ceye kadar
By the time: ..........ceye kadar
Once: ...........ce / ca
No sooner ..........than: .....mesi ile .....mesi bir oldu
Since: ..........dığından beri


Zaman edatları, sekizinci dersimizde ayrıntılı olarak incelenmiştir.



b) As ve While

Her iki bağlaç da “.........iken” anlamındadır.

As I was walking alone in the street, the policeman stopped me. = Caddede yalnız başına yürürken, polis beni durdurdu.

I witnessed a traffic accident while I was looking out of the window. = Pencereden bakarken, bir trtafik kazasına şahit oldum.

c) Just as



Tam …… iken

Genellikle past continuous zaman kipinde kullanılır. Bir hareketin olmak üzere bulunduğunu gösterir.

Örnek:

Just as I was entering the house, the baby started to cry = Tam ben eve girerken, bebek ağlamaya başladı.

d) By the time = until = till = …..’e kadar

“By the time” past tense ve future perfect tense ile kullanılır. “till”, “Until” bağlacının kısaltılmış halidir yani ikisi aynı anlama gelir.

Örnek:

By the time I got home, the visitors had left = Ben eve gelene kadar misafirler gitmişti.


By the time you learn how to behave, I will have left the country = sen terbiyeli olmayı öğrenene kadar ben memleketi terketmiş olacağım.

e) no sooner …… then

Örnek:

No sooner had I started to swim then it began to rain = Tam yüzmeye başlamıştım ki yağmur yağmaya başladı.

Bu bağlaçla kurulan cümleler “hardly…..when” ile de aynı anlama gelecek şekilde kurulabilir.

Örnek:

** had hardly seen each other when ** separated = Tam birbirimizi görmüştük ki ayrıldık.

Not: “no sooner..........than” ve “hardly............when” bağlaçları vurgu için cümle başına alınabilir. Bu durumda, cümle devrik yapıda olur.


5) Cause Conjunction = Neden Bildiren Bağlaçlar



1.

Because = As = Since = Seeing that = Now that = Given that = çünkü,…den dolayı, … olduğu için

Örnek:

I have failed the exam because I didn’t study enough = Sınavdan kaldım çünkü yeterince çalışmadım.

As it was a fine day, everybody **nt out = Güzel bir gün olduğu için, herkes dışarı çıktı.

Since you are a rich man, you can spend much money = Zengin bir insan olduğun için çok para harcayabilirsin.

Given that the circumstances are convenient, ** have to start implementing the project = Koşullar uygun olduğundan dolayı, projeyi uygulamaya başlayabiliriz.

b) Due to the fact that =Owing to the fact that= Because of the fact that = On account of the fact that = In view of the fact that = ..........den dolayı

Örnek:

Due to the fact that the economy was in recession, the company cut down its production = Ekonominin durgun olması gerçeği karşısında, şirket üretimini azalttı.

Bu cümlede “due to the fact that” ile aynı anlama gelmek üzere “owing to the fact that” kullanılabilir.


6) Zıtlık bildiren Bağlaçlar = Concession Conjunctions

Though = Even though = Although= Despite the fact that = In spite of the fact that = ……’e rağmen

Örnek:

Despite the fact that (=In spite of the fact that) his company was going bankrupt, he continued his extravagant life. = Şirketinin iflasa gidiyor olmasına rağmen, pahalı yaş***** devam etti.

Whereas = While = Halbuki , Oysa

Örnek:

Nobody gave him a hand when he was in difficulty, whereas (=while) he had been ****ful to everybody in past. = Zor zamanında ona kimse yardımcı olmadı, halbuki o geçmişte herkese yardımcı olmuştu.

Ho**ver = Ne kadar…..olsa da …

Örnek:

Ho**ver hard he tries, he can’t get anything from his work = Ne kadar gayret ederse etsin, çalışmalarından bir sonuç alamıyor.

Whatever

Örnek:

Whatever he does, he can’t please his wife = Ne yaparsa yapsın karısını memnun edemiyor.

Whatever your ideas are, you have to explain them = Fikirlerin her neyse, onları açıklaman gerekir.

Whatever your problem is, you have to tackle it = problemin ne olursa olsun, onunla halletmelisin..

No Matter

Örnek:

No matter what happens, I will stand by you = Ne olursa olsun seni destekleyeceğim.

7) Sonuç Bildiren Bağlaçlar = Result Conjunction

So that

Örnek:

I was so embarrassed that I wanted to die = O kadar utandım ki **mek istedim.

She is so beautiful that everyman in the town fell in love with her = O kadar güzel ki, şehirdeki her erkek ona aşık oldu.


Such that


Örnek:

He is such an idiot that he may make every foolishness = O öyle bir ***** ki, her türlü *****lığı yapabilir.


Amaç Bildiren Bağlaçlar = Purpose Conjunctions

In order to = …-mek,-mak için

Örnek:

I have spared much money in order to afford a car = Araba alacak mali güce ulaşmak için para biriktirdim.

In order to avoid possible problems, ** have taken strict measures = Muhtemel sorunları önlemek için sert önlemler aldık.

* “in order to” yerine sadece “to” da kullanılabilir.

Örnek:

** all **nt out for a picnic to get some fresh air = Temiz hava almak için hepimiz pikniğe gittik.

In order that

Örnek:

In order that I could watch the football match on TV, I kicked everybody out of the room = Futbol maçını seyredebileyim diye herkesi odadan kovdum.

So as to

Nispeten daha üst seviye İngilizce’de kullanılır.

Örnek:

** have arranged everything for the party so as to please all the guests. = Partide tüm konukları memnun edecek şekilde herşeyi düzenledik.

I am leaving the house immediately so as not to miss the airplane = Evden uçağa kaçırmamak için (uçağı kaçırmamak üzere) hemen çıkıyorum.

They made the meeting at a quiet place so as not to hear the noise of the traffic. = Toplantıyı trafiğin gürültüsünü duymayacak şekilde sakin bir yerde yaptılar.


So that

Örnek:

Please stand up so that I can see how tall you are = Lütfen ayapa kalk ki ne kadar uzun olduğunu görebileyim.

So

Örnek:

It is rush hour so be careful when you are driving = Bu saat iş saati bu nedenle saraba sürerken dikkatli ol.


9) Beklenti İfade Eden Belirten Bağlaçlar = Expectation Conjunction


In case = Just in case

Amerikan İngilizcesi’nde “just in case” yaygındır.

Örnek:

You have to take an umbrella with you in case it rains = Yağmur ihtimaline karşı yanına şemsiye almalısın.

I will punish you in case you disobey the rules = Kurallara itaat etmemen halinde seni cezalandıracağım.

Just in case a fire breaks out, ** should have several fire distinguishers. = Yangın çıkması halinde birkaç yangın söndürücümüz olmalı.

Lest

Az kullanılan bir bağlaçtır. Üst düzey İngilizcedir.

Örnek:

The children obey their parents lest they cut down their pocket money = Çocuklar, cep harçlıklarını azaltmasınlar diye ebeveynlerine itaat ediyorlar.

The technician control everything carefully lest no problem arises during the operation = Teknisyen, operasyon sırasında hiç sorun çıkmasın diye herşeyi dikatlice kontrol etti.



For fear that = ..korkusuyla

Örnek:

She left her husband for fear that he should give her a beating = Onu döver korkusuyla kocasını terketti.

The colonel forbid the soldiers to light fires for fear that the enemy might locate them = Albay düşman yerlerini tespit eder korkusuyla askerlerin ateş yakmasını yasakladı.
 
#25
Ders 30 : İlgi Zamirleri ve Sıfat Cümlecikleri = Relative Pronouns and Relative Clauses


Sıfat cümlecikleri isimleri ve cümleleri nitelendirir, ilgi zamirleri ile kurulurlar. Bu nedenle, ilgi zamirleri ile sıfat cümlecikleri birlikte incelenmelidir. Sıfat cümleciği, cümleye ekstra enformasyon katar ve iki küçük cümleciği birleştirerek büyük ve komplike bir cümle meydana getirir.

Sıfat cümleciklerine başka adlar da verilir. Mesela:

restrictive = kısıtlayıcı veya nonrestrictive = kısıtlayıcı olmayan,

defining = tanımlayıcı veya non-defining = tanımlayıcı olmayan,

essential = asli (zaruri) olan veya nonessential = asli (zaruri) olmayan,

integrated = bütünleşik veya supplementary = ekleyici olan

2-İlgi zamirleri

İlgi zamiri, büyük bir cümle içindeki sıfat cümleciğini niteler. Bazen bağlaç görevi de yapar ama, bağlaçtan farklı olarak ismin de yerini alır. İlgi zamirleri aşağıdaki gibidir:

Who, whom, whose, which, that, whatever, whoever, whichever, whomever, .

Ayrıca,

What, when, where,why önemli ilgi zamirleridir ve İngilizce’de sık kullanılırlar.

3- Hangi İlgi Zamirini Nerede Kullanacağız?

a) İnsanlardan bahsederken kullanılan ilgi zamirleri:

Who, Whom, Whoever, Whomever

Bu ilgi zamirleri özne (subject) halindeyken:

Who, Whoever

Nesne (object) olduklarında:

Whom, Whomever

Kullanılır.

b) Bir yerden, şeyden, veya fikirden bahsederken kullanılan ilgi zamirleri:

Which, That

Verilen bilgi ana cümleciğin anlaşılması için kritik derecede önemliyse:

That

"That" en çok kullanılan ilgi zamiridir. Çünkü hem insanlar hem cansızlar ve hayvanlar için kullanılır. Başka bir deyimle, hem "who" hem de "which" yerine kullanılabilir.

Bu ilgi zamirinin çok kez cümlede ihmal edildiğini görürüz. Acaba ne zaman that kullanmaktan vazgeçebiliriz?

Genel Kural :Şayet cümle "that" olmadan kulağa daha iyi, daha ahenkli geliyorsa, cümleyi daha net daha anlaşılır hale getirdiği takdirde “that” den vazgeçilir.

Dikkat! Aşağıdaki sözcüklerin geçtiği cümlelerde "that" atılamaz:

all, any, only, it is(was), nobody, no one, somebody, someone, much, little, everything

Örnek:

All that I know is he is a hero. = Bütün bildiğim onun bir kahraman olduğudur.

It is the rain that damages the crop. = Ürüne zarar veren yağmurdur.

It was my friends that saved me from an fatal accident = Beni **ümcül kazadan kurtaranlar arkadaşlarımdı.

He is the only employee that the boss likes = O, patronun sevdiği tek elemandır.

Somebody (=Someone) that pleases him will be rewarded by him = Onu memnun eden birisi onun tarafından ödüllendirilecektir.

I wouldn’t forgive any mistake that he makes = Onun yaptığı hiçbir hatayı affetmem.

There isn’t much that you can do to correct this situation = Bu durumu düzeltmek için yapabileceğin fazla birşey yok.

I will communicate you everything that I learn = Öğrendiğim herşeyi sana ileteceğim.

I like no one (=nobody) that doesn’t have the feeling of patriotism = Vatanperverlik duygusuna sahip olmayan hiçkimseyi sevmem.

What is it that you’re looking for? = Aradığın nedir?

İs there anything that bothers you? = Seni rahatsız eden bir şey var mı?

Is it all that you ask of me? = Benden bütün istediğin bu mu?

Not 1: That ve which arasında kesin bir ayrım yapmak kolay değildir. Ancak, which’in daha resmi olduğu ve yazı dilinde yeğlenmesi gerektiği kabul edilir.

Not 2: "That" üstünlük bildiren kelimelerle birlikte kullanılır. Bu bir gramer zorunluluğudur.

Örnek:

He is the greatest gentleman that I’ve ever come across. = Karşılaştığım en büyük centilmendir.

It is the best results that count = Önemli olan en iyi sonuçlardır.

The article he wrote was the best that was ever written = Yazdığı makale yazılanların en iyisiydi.

I have signed the best contract that I’ve ever signed = Bu imzaladığım mukavelelerin en iyisiydi.
c) Whom

"Whom" özne değil nesnedir. Resmi (=Formal) bir ifadedir ve sadece yazılı İngilizce’de kullanılır.

Örnek:

Everybody needs someone whom he or she can trust = Herkesin güvenebileceği birisine ihtiyacı vardır.

The rich man didn’t want to know the poor people whom he gave money = Zengin adam para verdiği fakirleri tanımak istemedi.

d) Whose

Possessive = iyelik zamiridir. Canlı ve cansızlara ait mülkiyet durumunu bildirir.

"whose"dan önce ve sonra bir isim(noun) olmalıdır. Sonrasında bir zamir veya başka bir kelime gelemez. Sonrasında gelen ismin önünde the = belirlilik artikeli olamaz.

Örnek:

This is the writer whose novel **’ve read many times. = O, romanını defalarca okuduğumuz yazardır.

** feed the animals, whose milk feed us = Biz, sütü bizi besleyen hayvanları besleriz.

e) Birden fazla yer, eşya, fikir veya insana refere edildiğinde aşağıdaki ilgi zamirlerini kullanırız:

Whatever, Whichever, whoever, whomever,wherever

Örnek:

Whatever you say I won’t listen to you. = Ne söylersen söyle seni dinlemeyeceğim.

Whoever respects me I’ll respect him(her) too. = Beni sayanı ben de sayarım.

There are many kinds of s**aters in shop. Choose whichever suit you = Dükkanda çok çeşitli kazak var. Sana uyanları seç.

The students whomever the teacher gave good grades became so happy. = Öğretmenin iyi notlar verdiği öğrenciler çok mutlu oldu.

Wherever you go, I will find you = Nereye gidersen git, seni bulacağım.

Wherever multinational companies go, the international banks follow them = Çok uluslu şirketler nereye giderlerse, uluslararası bankalar onları izler.

f) Aşağıdaki zamirler bir grup içinde bazılarını tanımlarken kullanılır:

Of whom (canlılar için)

Of which (cansızlar ve hayvanlar için ) Kullanılır.

Örnek:

Nine empoloyees work in the company, of whom three are women. = Şirkette, üçü bayan olan dokuz eleman çalışır.

There are fifty houses on this street, of which seven belong to the same proprieter = Bu caddede yedi tanesi ayni mülk sahibine ait olan elli tane ev var.

Dikkat : İlgi zamirini izleyen sözler bir cümleciktir ve öncesindeki ismi niteler. Türkçe’ye tercüme yaparken, iki dil arasındaki yapısal fark nedeniyle, bu cümleciği isimden (noun) önce söylemek veya yazmak gerekir.

Örnek:

The contract (noun) which (ilgi zamiri) they signed. = Onların imzaladığı(aktettiği) kontrat.

The students who passed the exam. = Sınavı geçen talebeler

The woman that I love. = Sevdiğim kadın.

A life which is wasted. = Harcanan bir hayat.

4- Sıfat cümleciklerinin Tasnifi

Defining clauses = Tanımlayıcı cümlecikler ve

Non-defining clauses = Tanımlayıcı olmayan cümlecikler

olarak ikiye ayrılır. Sıfat cümleciklerinin büyük çoğunluğu tanımlayıcı cümleciklerden oluşur.

a) Tanımlayıcı Sıfat Cümlecikleri = Defining Clauses

Bu türde, sıfat cümlecikleri ifade edilmek istenen fikrin vazgeçilmez birer parçasıdır. Şayet cümleden çıkarılırsa, cümlenin geri kalan b**ümü o fikri, görüşü tam olarak yansıtamaz.

Mesela,

The girl is coming to the party. = Kız partiye geliyor. (Ama hangi kız?)

The girl who (that) wrote this article is coming to the party. = Bu makaleyi yazan kız partiye geliyor.

Son cümledeki "who (that) wrote this article = Bu makaldeyi yazan" b**üm ihmal edilemez. Çünkü, cümlenin bu parçası olmadan partiye gelen kızı tanımlamak olanaksızdır.

Örnekler:

I know a boy who (that) eats soil. = Toprak yiyen bir çocuk bilirim(biliyorum).

The book which you **re looking for was under the table. = Aradığınız kitap masanın altındaydı.

** are looking for someone whom ** can trust. = Güvenebileceğimiz bir insan arıyoruz.

The book which you lent me is very interesting. = Bana ödünç verdiğin kitap çok ilginç.

The impression that I’ve got was all positive. = Elde ettiğim izlenim çok olumluydu.

The gentleman who gave you advises works free lance. = Sana öğütler veren bay serbest çalışır.

The woman whose son is a celebrity actor, is my neighbour. = Oğlu meşhur bir aktör olan kadın komşumdur
 
#26
31. Ders: Prepositions (Edatlar = İsmin Önhalleri)

Edatlar (prepositions), farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilgisi kurmaya yarayan sözcüklere denir. Edatların tek başlarına anlamları olmadığı gibi, tek başlarına görevleri de yoktur. Ancak diğer sözcüklerle birlikte cümle içinde görev ve anlam edinirler.

Preposition İngilizcede değişik ifadeler arasındaki ilişkiyi anlatması bakımından önemlidir.

Edat, ismin -i, -de, -den gibi çeşitli hallerini gösterir.

İsimlerin (nouns) önünde yer alırlar. Bu nedenle preposition yani önhal olarak anılırlar.

Pre : ön

Position (pozisyon, durum, hal)

Preposition (ön pozisyon ,hal, durum)

Yani, ismin ön halidir. Örnekler:

At home (ev-de)

To school (okul-a)

In office (büro-da)

From factory (fabrika-dan)

The vase is on the table. (Vazo masanın üzerindedir.)

The pen is under the chair. (Kalem sandalyenin altındadır.)

The house is behind the post office (Ev, postanenin arkasında.)

I came in time. (Zamanında geldim.)

İnglizce’de edatların kullanım yerleri genellikle isimden bir öncedir. Ancak, bazen isimden sonra da gelirler. Bunların başında sorular gelir.

Örnek:

That’s the story he was telling me about. (Bana anlatmakta olduğu hikaye odur.)

What can I cut the mellon with? (Kavunu neyle kesebilirim?) a)Edatların İnglizce’de üç türlü kullanımı vardır

1.İsimler ile

for money (para için)

in business (işte)

without love (aşksız)

with a man (adam ile)


2.Zamirler ile for them (onlar için)

without you (sensiz)

by him (onun ile)

from her (ondan)

about me (benim hakkımda)

3.Gerundlar ile

for learning (öğrenmek için)

about teaching (öğretme hakkında)

against talking (konuşmaya karşı)

Önemli!!: Bir cümle preposition ile bitirilemez ama istisnalar hariç. b) En yaygın olarak kullanılan prepositionlar

about,

above,

across,

after

against,

along,

among,

around,

at,

before

behind,

below,

beneath,

beside,

bet**en,

beyond,

but,

by,

concerning,

despite,

down,

during,

except,

for,

from,

in,

inside,

in front of,

into,

in spite of,

like,

near,

next to,

of,

off,

on,

onto,

out,

opposite,

outside,

over,

past,

since,

through,

throughout,

till,

to,

towards,

under,

underneath,

until,

up,

upon,

with,

within,

without.

c) Edatların fiille ilişkisinden iki türlü sonuç çıkar

1.Fiil ve edat esas anlamlarını muhafaza eder.

Örnekler:

I am sitting in my room and reading a book. (odamda oturuyorum ve kitap okuyorum.)

She is looking at her husband and whispering something. (kocasına bakıyor ve ona birşeyler fısıldıyor.)

They told us about their adventures. (bize maceralarını anlattılar.)

2.fiil ve edat kendi anlamlarını kaybederek birlikte idiyomatik bir anlam oluşturur.

Örnekler:

The baby takes after its mother. (bebek annesine benziyor.)

Bu cümlede yer alan “take” fiili almak, “after” edatı ise sonra,sonrasında demektir. ancak, ikisi birlikte kullanıldığında hiç ilgisiz bir anlam ortaya çıkıyor ki bu da benzemektir (resemble).

He didn’t take to me at first glance. (ilk bakışta beni sevmedi.)

** set about preparing for fair. (fuar için hazırlanmaya başladık.)

The cargo ship made for the destination place. (Kargo gemisi varış yerine doğru yol aldı.)

Let’s look to this matter once more. (Meseleyi bir kez daha inceleyelim.)

d)Yön Bildiren Edatlar

1. “To” Başlıcası “to” edatıdır ve bir hedefe doğru yönelişi ima eder. Şayet sözkonusu olan fiziki bir hedef ise, “to” hedef yönünde bir hareketi gösterir. Mesela,

Örnek:Arda came back to his country. (Arda ülkesine geri döndü.)

“To” edatı “on” ve “in” edatlarıyla birleşerek “onto” ve “into” edatlarını oluşturur. “Onto” bir yüzeye yönelişi gösterir. “into” ise bir iç sahaya doğru harekettir.

Örnek: Clease come in to my room. (Lütfen odama girin.)

He placed his stuff onto the floor. (Eşyalarını döşeme yüzeyine koydu.)

“To” bazen başka prepozisyonların parçasıdır. Mesela “towards” gibi.

Örnek:

The ship is sailing towards Marmara. (Gemi Marmara’ya doğru seyrediyor.)

** Master yapan “to” konumuz dışındadır.

“To” edatı iletişimde kullanılan fiillerden sonra gelir. (listen, speak (tell fiilinde kullanılmaz), relate, appeal (rica ve yalvarma anlamında kullanılırsa)

Örnek:

The family listens to the news every night. (Aile her akşam haberleri dinler.)

Listen to what I say. (Lafımı dinle)

The teacher speaks to his students softly. (Öğretmen öğrencileriyle kibarca konuşur.)

The book relates to a historical event. (Kitap, tarihi bir olayla ilgili.)

She appealed to God. (Tanrı’ya yalvardı.)

“To” edatı hareket ifade eden fiillerle kullanılır. (move, go, transfer, walk/run/swim/ride/drive/ fly, travel )

Örnek:

They are moving to the new city. (Yeni bir şehre taşınıyorlar)

** go to the cinema every **ekend. (Her haftasonu sinemaya gideriz.)

The plane is flying to Ankara. (Uçak, Ankara’ya uçuyor.)

Hakan transferred to Inter of Italy. (Hakan, Inter’e transfer oldu.)

The cavalry rode to the hostile castle. (Süvari birliği düşman kaleye saldırdı.)

“To” ve “Towards” Farkı

“To” spesifik bir hedefe doğrudur. “Towards” ise genel bir hedef gösterir. “To” , hedefe varıştır. “Towards” da ise hedefe varıp varılmadığı belli değildir.

Örnek:

The frightened boy ran to his mother. (Korkan çocuk annesine doğru koştu.)

The hungry lion started to walk towards the forest where it could hunt. (Aç aslan , avlanabileceği ormana doğru yürümeye başladı.)

2."onto"Hareket fiillerinde “onto” yerine genellikle “on” kullanılır.

**Bu edatın kullanımı giderek azalmaktadır. Hareket fiillerinde

3. "in”Hareket fiillerinde aynı durumlar için "in” ve “into" kullanılır. “into” edatı cümlelerin sonunda yer almaz ancak soru cümlelerinin sonunda olabilir.

Örnek:

She came in. (İçeri girdi )(she came into olmaz.)

Now what kind of trouble has she gotten herself into?
Bazı durumlarda sadece “in” veya “inside” kullanılabilir.

Sabit durumları gösteren fiillerde on (üstünde) veya in (içinde) klasik anlamlarıyla yer alır.

“at” = Belirli bir zamanı ifade etmek için kullanılır

“on” = Belirli gün ve zamanları ifade etmek için kullanılır

Prepozisyon kendisinden sonar gelen isimle uyumlu olmalıdır. Doğru prepozisyonun kullanılması, kelimenin ilgili olduğu fiille mi ilgili olduğuna ya da o kelimenin maskülin, dişi, tek ve çift olup olmadığına bağlıdır.

Bir cümlede edatın etkilediği ismi bulmak güçtür. Çünkü edatların Inglizce’deki kullanımı Türkçe’ye uymaz.

e) Basit Edatlar In (içinde) (sabit durumda ve dışında olmayan)

At (...de, ...da)
Into (içinde )(haraket olduğunda)
On (üzerinde) (statik olarak)
Onto (üzerinde) (dinamik olarak)
Under (altında)
Up (yukarıya, yukarıda)
Down (aşağıya, aşağıda)
After (...den sonra)
Before ( ...den once)
With (ile) Without ( ...sız)
Of (...nın) (telafuzu hafif bir “v” sesi iledir)
Off (haricinde, dışında) (tek başına kullanılmaz, deyimselleşmiş kalıplarda. “of” olarak telafuz edilir.)
By (ile, tarafından, ...e kadar)

Near (...nın yakınında, ...e yakın)
Next to (...nın yanına, bitişiğinde)
Like (gibi)
Unlike (aksine)
As (olarak)
From (...den, ...dan,) (somut olarak)
Out of (...den, ...dan) (soyut olarak)
Beyond (ötesinde)
Behind (arkasında)
Beneath (yerin altında)
Beside ( ...den başka, ...nın yanında)
Over( üstünde (temas olmadan) ) “over” bir önek olarak kullanılrsa sonrasındaki kelimeye “aşırı, fazla” anlamını katar. Bu kullanımda artık edat değildir.

f)Kompleks Edatlar Because of

In spite of ( ...e rağmen)
Despite “ “ Due to
Owing to
On account of (...den dolayı)

In view of.. (ışığında,meyanında)

Regarding
Concerning
As regards ( ...e ilişkin)
With regard to
About

In case of ( ...halinde,durumunda)
In the event of In terms of (itibariyle, bakımından)
With respect to (...e göre )(kıyaslamada)
According to ( ...e göre )(görüş belirtirken)
In addition to ( ...e ilaveten) Instead of (...nın yerine)

g)Aşağıdaki kelimeler prepozisyonsuz kullanılır

downstairs (aşağıkat)
downtown (aşağı mahalle)
home (ev)

inside (içerisi,içeride)
outside (dışarısı, dışarıda)
upstairs (yukarıda)
uptown (yukarı mahalle)

h)Gereksizce Kullanılan Edatlar - Unnecessary Prepositions

Günlük hayatta özellikle Amerikalılar bazen gerekmediği halde cümlede edat kullanır. Bu hatadan kaçınmamız gerekir.

Örnekler:

She met up with the new manager. Yanlış She met the new manager (yeni müdürle karşılaştı) Doğru

The vase fell off of the table. Yanlış The vase fell off the table. (Vazo masadan düştü.) Doğru

I wouldn't let strangers sit inside of the house. YanlışI wouldn't let strangers sit inside the house. (yabancıların evde oturmasına izin vermem.) Doğru

Where did you go to? YanlışWhere did you go? (Nereye gittin?) Doğru

Where is the hospital at? YanlışWhere is the hospital? (Hastane nerede?) Doğru

i)Başlıca edatların kullanımıyla ilgili örnekler

TOAccustom(ed) to: The foreigners **re soon accustomed to living in Turkey. (Yabancılar Türkiye’de yaşamaya hemen alıştılar.)

Amount to: The exports of the company amounted to tens of millions. (Şirketin ihracatları on milyonlarca dolara çıktı.)

Appeal to: The speech of the prime minister appealed to the public. (Başbakanın konuşması halkı etkiledi.)

Apply to: Millions of students are going to apply to universities this year. (Milyonlarca öğrenci bu sene üniversitelere başvuruyor.)

Attach(ed) to: The price list was attached to the letter. (Fiyat listesi mektuba eklenmişti.)

Attend to: Many music lovers attended to the concert. (Çok sayıda müzik sever konsere katıldı.)

Belong to: Everything I have belongs to my children. (Sahip olduğum herşey çocuklarıma aittir.)

Blind to: The mayor was blind to the problems of the city. (Belediye başkanı şehrin sorunlarına karşı kördü-ilgisizdi-.)

Challenge to: The young boxer was brave enough to challenge to the champion. (Genç ***sör şampiyona meydan okuyacak kadar cesurdu.)

Close to: His house was close to mine. (Evi benimkine yakındı.)

Compare to: The accountant compared the results of the last year to those of this year. (Muhasebeci geçen yılın sonuçlarını bu yılkilerle karşılaştırdı.)

Condemn(ed) to: The suspect has been condemned to a heavy punishment. (Zanlı ağır bir cezaya çarptırıldı.)

Confess to: He confessed to the police all the crimes he committed. (Polise işlediği bütün suçları itiraf etti.)

Confine to: His studies **re confined to a specific area. (Onun çalışmaları belli bir alanla sınırlıydı.)

Consent to: All the members consented to my proposal. (Tüm üyeler benim önerime rıza gösterdiler-uzlaştılar-.)

Contrary to: His actions have always been contrary to his words. (Onun yaptıkları daima sözlerine zıttır.)

Convert to: In **stern countries, many Christians are converting to Islam. (Batı ülkelerinde çok sayıda Hristiyan Müslümanlığa dönüyor.)

Cruel to: Her father was always cruel to her. (Onun babası ona her zaman zalimdi – zalimce davrandı-.)

Dear to: The memory of my beloved mother will always be dear to me. (Sevgili annemin hatırası benim için daima aziz olacaktır.)

Entitle(d) to: The vice manager has been entitled to take some decisions in his turf. (Müdür yardımcısı kendi alanında bazı kararları almaya yetkili kılındı.)

Equal to: Two and two equal to four. (iki iki daha dört eder.)

Faithful to: A Turkish woman is always faithful to her husband and children. (Bir Türk kadını kocası ve çocuklarına daima bağlıdır.)

Fatal to: This medicine can be fatal to a patients’ health. (Bu ilaç bir hastanın sağlığı için **ümcül olabilir.)

Harmful to: The political debated in Turkey are sometimes very harmful to the stability of the country. (Türkiye’deki politik tartışmalar bazen ülkenin istikrarı için çok zararlı olur.)

Indifferent to: I did everything to attract her attention yet she was indifferent to me. (onun dikkatini çekmek için herşeyi yaptı yine de bana karşı kayıtsızdı.)

Inferior to: Ordinary people always seemed inferior to a king. (Sıradan insular bir krala daima aşağılık göründüler.)

Liable to: An honest debtor feels liable to pay back his/her debt. (Dürüst bir borçlu borcunu ödemeye kendini yükümlü-mecbur-hisseder.)

Listen to: Listen to the teacher carefully. It pays off in the exam. (Hocayı dikkatle dinle. Sınavda yararını görürsün.)

Mention to: He mentioned to me that he would not take part in the club. (Bana klüpte yer almayacağını açıkladı.)

New to: What you have just told me is all new to me. (Bana anlattıklarının hepsi benim için yeni.)

 
#27
Obedient to: In a paternalistic society, everybody has to be obedient to the person in charge. (Pederşahi bir toplumda herkesin baştakine karşı itaatkar olması gerekir.)

Object to: The young officers objected to the action plan of the general. (Genç subaylar generalin hareket planına itiraz ettiler.)

Obvious to: It was obvious to everyone that the relations **re deteriorating. (İlişkilerin bozulduğu herkesin malumuydu.)

Occur to: All of a sudden it occurred to him that he was making a mistake. (Birdenbire bir hata yaptığı kafasına dank etti.)

Oppose to: The opposition parties strongly opposed to the draft prepared by the government. (Muhalefet partileri hükümetin hazırladığı yasa teklifine şiddetle karşı çıktılar.)

Polite to: All ladies expect the gentlemen to be polite to them. (Bütün hanımlar bayların kendilerine kibar davranmalarını bekler.)

Prefer to: ** should prefer poverty to dishonesty. (Fakirliği ********liğe tercih etmeliyiz.)

Previous to: Previous to his achievements he wasn’t **ll known in the countries. (Başarılarından once ülkede tanınmıyordu.)

React to: In World Trade Organization meeting the developing countries reacted to the selfishness of the developed countries. (Dünya Ticaret Örgütü toplantısında gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ülkelerin bencilliğine reaksiyon gösterdiler.)

Reply to: The export department should reply to the incoming messages as soon as possible. (İhracat departmanı gelen mesajlara gecikmeksizin yanıt vermelidir.)

Respond to: During the Cold War, the Soviet Union responded to every military action done by USA. (Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği ABD’nin yaptığı her askeri harekata mukabele etti.)

Rude to: The teacher should never be rude to students. (Bir öğretmen hiçbir zaman öğrencilerine kaba davranmamalıdır.)

See to: When a problem arises, a good manager sees to it instantly. (Bir sorun çıktığında iyi bir yönetici anında icabına bakar.)

Sensitive to: All living beings are sensitive to radical changes in the atmosphere. (Tüm canlılar, atmosferdeki radikal değişikliklere karşı duyarlıdır.)

Similar to: All the songs of that singer are similar to one another. (O şarkıcının tüm şarkıları birbirine benzerdir.)

Strange to: The new comers seemed strange to the old residents of the village. (Yeni gelenler, şehrin eski sakinlerine tuhaf göründü.)

Submit to: The holy books tell us to submit to faith after ** have done all our best. (kutsal kitaplar bize elimizden gelen herşeyi yaptıktan sonra kadere teslim olmamızı söyler.)

Superior to: A distinguished person never claims to be superior to others. (Seçkin bir insan asla başkalarından üstün olduğunu iddia etmez.)

Surrender to: Turkish soldiers never surrender to the enemy. (Türk askeri hiçbir zaman düşmana teslim olmaz. ).

Turn to: When he failed in his business, he turned to dirty tricks. (İşinde batınca kirli oyunlara sarıldı-döndü-.)

Useful to: He took with him all the tools that would be useful to him. (Ona faydalı olabilecek tüm aletleri yanına aldı.)

Yield to: This year investment in stock exchange yielded to high profits. (Bu sene borsa yatırımları yüksek karla sonuçlandı.)

Write to: The young girl said to his s**et heart “Write to me every day.” (Genç kız sevgilisine “Bana her gün yaz” dedi.)

ONAct on: In a disciplined football team, the players all act on what the couch says. (Disiplinli bir futbol takımında oyuncular hep koçun dediğine gore hareket ederler.)

Base on: This book is based on our studies and experiences in English language. (Bu kitap İngiliz dili üzerine çalışmalarımız ve deneyimlerimize dayanıyor.)

Call on: Call on me whenever you have any problem. (Bir sorunun olduğunda beni ara.)

Comment on: Although my mother-in-law is not so educated, she finds herself capable of commenting on every matter. (Pek eğitimli bir kimse olmamasına rağmen kayınvalidem her mesele hakkında kendini yorum yapabilecek kapasitede zanneder.)

Concentrate on: A responsible person concentrates on whatever he does. (Sorumlu bir insan yaptığı her iş üzerine odaklanır.)

Congratulate on: Everybody congratulated her on her remarkable performance in the company. (Herkes onu şirketteki önemli başarısından dolayı tebrik etti.)

Consult on: The general manager felt the need to consult on some specific matters. (Genel müdür spesifik konular hakkında danışma ihtiyacı hissetti.)

Count on: You can not count on bankers. They give you an umbrella in sunny **ather and take it from you when it begins to rain. (Bankacılara güvenemezsin. Onlar, güneşli havada sana şemsiye verirler, yağmur başladığında ise geri alırlar.)

Decide on: The board of directors made a meeting to decide on the policies to be conducted. (Yönetim kurulu toplandı ve izlenecek politikalar hakkında karara vardı.)

Depend on: In Turkey, an old woman may depend on her children. (Türkiye’de yaşlı bir bayan çocuklarına sırtını dayayabilir.)

Your salary in this company depends on your performance. (Bu şirkette maaşın performansına bağlıdır.)

Dependent on: In liberal economies of today, people are becoming less and less dependent on the government. (Günümüz liberal ekonomilerinde, insanlar hükümete giderek daha az bağımlı oluyor.)

Draw on: He drew a check on his account on the bank. (Bankasındaki hesabı üzerine çek keşide etti.)

Economize on: Nowadays, the whole world is trying to economize on drink water. (Bugünlerde tüm dünya içme suyunu ekonomik kullanmaya çalışıyor.)

Embark on: The crew embarked on the ship. (tayfa gemiye bindi.)

Experiment on: The scientists are making experiments on cancer. (Bilimadamları kanser üzerine deneyler yapıyorlar.)

Insist on: She is very stubborn. She insists even on small issues. (O çok inatçı. En küçük meseleler de bile ısrar eder.)

Keen on: He is very keen on the food he eats. (Yedikleri konusunda çok titizdir.)

Lean on: One should never lean on untrust worthy friends. (Güvenilmez arkadaşlara bel bağlamamak gerekir.)

Live on: Millions of people live on nuts in Black Sea Region. (Karadeniz’de milyonlarca insan fındıktan geçinir.)

Operate on: He was operated on his liver in the hospital. (Karaciğerinden ameliyat oldu.)

Perform on: He performed very **ll on his job. (işini çok iyi yaptı.)

Pride (oneself): Our family prides itself on my brother’s who is a fighter jet pilot. (Ailemiz savaş uçağı pilotu olan kardeşimle iftihar eder.)

Rely on: Turkey has often relied on economic programs prepared by IMF. (Türkiye çoğu kez IMF tarafından hazırlanan ekonomik programlara güvendi.)

Vote on: Parliamentarians have to vote on motion in the parliament. (Parlementerlerin parlementoda verilen önergeleri oylamaları gerekir.)

Write on: My friend writes on high society in a daily newspaper. (Arkadaşım günlük bir gazetede yüksek sosyete hakkında yazılar yazar.)

OFAccuse of: Michael Jackson was accused of child abuse. (Michael Jackson çocuk istismarından dolayı suçlandı.)

Afraid of: Almost everybody is afraid of mice. (Hemen hemen herkes farelerden korkar.)

Ahead of: Our national athlete Süreyya runs ahead of her rivals in international races. (Milli atletimiz Süreyya uluslararası yarışlarda rakiplerinin önünde koşar.)

Approve of: His promotion to a more senior level has been approved of by the head quarters. (Daha üst bir pozisyona terfisi genel merkez tarafından onaylandı.)

Assure of: The doctor assured the patient of a speedy recovery. (Doktor hastaya hızlı bir iyileşme konusunda güvence verdi.)

Aware of: Noone was aware of the fire which was about to break out. (Kimse çıkmak üzere olan yangının farkında değildi.)

Beware of: In city life people should beware of thieves and crooks. (Şehir hayatında insanların hırsız ve sahtekarlardan kaçınması lazım.)

Boast of: He is a rather physical guy and he likes boasting of it. (O oldukça fizikli birisidir ve bundan böbürlenmekten hoşlanır.)

Capable of: The company wants to hire employees who are capable of creating added value for it. (Şirket kendisi için katma değer yaratacak elemanlar aranıyor.)

Careful of: The television speakers should be extremely careful of their pronunciation. (Televizyon spikerleri telaffuz hususunda aşırı dikkatli olmaları gerekir.)

Certain of: Before applying to an university, you should be certain that the education standards are high. (Bir üniversiteye başvurmadan once, eğitim kalitesinin yüksekliğinden emin olmalısın.)

Complain of (about): Instead of complaining of the circumstances I would prefer to adapt my self to it. (Koşullardan şikayet etmek yerine ayak uydurmayı tercih ederim.)

Conscious of: A boxer ought to be conscious of every action he makes. (Bir ***sör yaptığı her hareketin bilincinde olmalıdır.)

Consist of: Water consists of two molecules of hydrogen and one molecule of oxygen. (So iki molekül hidrojen ve bir molekül sudan oluşur.)

Convince of(about): The economic indicators convinced the investors of a healthy economy. (Ekonomik göstergeler yatırımcıları sağlıklı bir ekonomi hakkında ikna etti.)

Cure of: There have been significant breakthrough in the cure of deadly diseases. (**ümcül hastalıkların tedavisi konusunda önemli ilerlemeler kaydedildi.)

Dream of(about): The young girl was dreaming of a magnificent **dding with a rich groom. (Genç kız muhteşem bir düğün ve zengin bir damadın hayalini görüyordu.)

Despair of: Some youngsters feel despair of their future. (Bazı gençler gelecekleri konusunda yeis duyuyorlar.)

East of: Turkey is east of Greece. (Türkiye, Yunanistan’ın doğusundadır.)

Envious of: I’ve always been envious of celebrities. ( Ben daima meşhur insanlara imrendim.)

Expect of: What I expect of you is good behavior and hard work. (Senden beklediğim terbiyeli olman ve sıkı çalışman.)

Fond of: The elderly people are mainly fond of classical music. (Yaşlı insanlar genellikle klasik müzikten hazeder.)

Full of: He is very energetic. He is full of energy. (O çok enerjiktir. O, enerji doludur.)

Guilty of: The court found her guilty of killing her husband in collaboration with her lover. (Mahkeme onu sevgilisiyle işbirliği yaparak kocasını **dürmekten suçlu buldu.)

Hear of(from) : Did you hear of the events that took place yesterday evening in the park? (Dün gece parkta vuku bulan olayları duydun mu?)

Independent of: When he was eighteen years old, he wanted to be independent of his family. (Onsekiz yaşına geldiğinde ailesinden bağımsız olmak istedi.)

Ignorant of: You are an uneducated guy. You are ignorant of what goes on in the world. (Eğitimsiz bir insansın. Dünyada olup bitenler hususunda cahilsin.)

Jealous of: She was so charming that the whole women in the city **re jealous of her. (O kadar çekiciydi ki şehirdeki tüm kadınlar onu kıskanıyordu.)

Kind of(to): It was very kind of you to give me a hand at a time when I most needed it. (Bana en çok ihtiyaç duyduğum bir anda yardımcı olman çok kibar bir hareketti.)

North of: Black Sea is north of Anatolia. (Karadeniz Anadolu’nun kuzeyindedir.)

Proud of: The captain said to his soldiers “ I am proud of you. You have all served your country very **ll.”. (Kaptan askerlerine şunu söyledi: “Sizinle gurur duyuyorum. Ülkenize çok iyi hizmet verdiniz.)

Remind of: This pretty girl reminds me of someone in the past. (Bu güzel kız bana geçmişteki birisini hatırlatıyor.)

Get rid of: He is a useless man in the team. The team captain may get rid of him any time. (Takımda gereksiz bir insane. Takım kaptanı her an onun işini bitirebilir.)

Short of: Ankara is now short of water and shortage of water is no different than a torture. (Ankara’da şu anda su kıt ve su kıtlığı işkenceden farksız.)

Shy of: Some teenagers are shy of talking with others. (Bazı yeni yetme (10 – 19 yaş arası) çocuklar başkalarıyla konuşmaya utanırlar.

Smell of: The hyena smelled the smell of dead deer. (Sırtlan **ü geyiğin kokusunu aldı.)

South of: Mediterranean Sea is south of Europe. (Akdeniz Avrupa’nın güneyindedir.)

Sure of: The faculty dean said to the students who graduated the following: “I am hundred percent sure of your future success. (Fakülte dekanı mezun olan talebelere şunu söyledi: “Gelecekteki başarınızdan yüzde yüz eminim.)

Suspect of: The detective is feeling suspect of a **ll organized murder. (Detektif iyi organize edilmiş bir cinayetten kuşku duyuyor.)

Think of(about): I think of going to Antalya for a summer holiday. (Yaz tatili için Antalya’ya gitmeyi düşünüyorum.)

Tired of: I am tired of your capricious behavior. (Kaprisli haeketlerinden bıktım.)

Warn of(against): The **ather authorities warned the public of an approaching hurricane. (Hava otoriteleri halkı yaklaşan kasırga hakkında uyardı.)

**st of: **st of Turkey is relatively richer than the rest of the country. (Türkiye’nin batısı ülkenin geri kalan kısımlarından daha zengindir.)

Worthy of: The rich man gave his wife a birthday present worthy of fifty thousand YTL. (Zengin adam karısına 50.000 YTL değerinde bir doğum günü hediyesi verdi.)

INBelieve in: I am a believer. I believe in God. (Ben bir müminim. Tanrı’ya inanıyorum.)

Deficient in: Central bank of Turkey announced in nineteen eighty (1980) that it was deficient in hard currency. (Merkez Bankası 1980 yılında döviz açığı olduğunu ilan etti.)

****ght in: The ****ght in **lcoming the governor in our house was great. (Valiyi evimizde ağırlamanın zevki büyüktü.)

Efficient in: This machinery is very efficient in textile production. (Bu makine tekstil üretiminde çok etkindir.)

Encouraged in: The talented youngsters should be encouraged in their ventures. (Genç yetenekler girişimlerinde cesaretlendirilmelidir.)

Employ(ed) in: Before getting promoted to a top level position, he was employed in various departments of the company. (Yüksek bir mevkiye terfi etmeden once, şirketteki muhtelif departmanlarda istihdam edildi.)

Engage(d) in: The father was very much embarrassed when he heard that his son was engaged in dirty activities. (Oğlunun kirli işlere karıştığını öğrenen baba bundan çok utandı.)

Experience in: He was made the head of the department although he had no experience in that job. (O, işte hiç deneyimi olmadığı halde departmanın başına getirildi.)

Fail in: When he failed in running the company, he was fired. (Şirketi yönetmede başarısız olunca işinden kovuldu.)

Fortunate in: The poor man wasn’t fortunate in any of his attempts to become a businessman. (Zavallı adam, işadamı olmak için gösterdiği tüm çabalarda talihsiz idi.)

Harm in: There is no harm in driving slowly and carefully. (Dikkatli ve yavaş sürmenin hiçbir zararı yoktur.)

**** in: My daughter wanted me to **** her in doing her homework. (Kızım benden ödevini yapmada yardım etmemi istedi.)

Honest in: Some politicians have always been honest in their political life. (Bazı politikacılar siyaset hayatlarında daima dürüst olmuşlardır.)

Include in: The freight charges are included in the price. (Navlun masrafları fiyata dahil.)

Indulge in: The professor was indulged in scientific studies. (Profesör bilimsel çalışmalara daldı.)

Interest in: My children are only interested in rock music. (Çocuklarım sadece rock müzikle ilgilenirler.)

Instruct in: He instructs in chemistry. (Kimya dersi verir.)

Involve in: I am always afraid that my son may get involve in unlawful activities. (Her zaman oğlumun yasadışı faaliyetlere karışacağından korkarım.)

Persist in: The management persisted in the policies it adopted. (Yönetim yürürlüğe koyduğu politikaları uygulamakta sebat etti.)

Pleasure in: She said she had pleasure in serving the guests. (Misafirlere hizmet etmekten zevk duyduğunu söyledi.)

Poor in: Turkey is poor in petroleum. (Türkiye petrolde fakirdir.)

Rich in: Middle East is very rich in high quality crude oil. (Orta doğu yüksek kalite ham petrol bakımından zengindir.)

Share in: ** each had a share in the success of our firm. (Firmamızın başarısıda hepimizin payı var.)

Take in: When the rain started, ** took in our equipment in the garden. (Yağmur başladığında, bahçedeki ekipmanı içeriye aldık.)

Pride in: Our country has taken pride in the championships won by Hamza Yerlikaya. (Ülkemiz Hamza Yerlikaya’nın şampiyonluklarından gurur duydu.)

Trade in: He is a sharp dealer. He trades in bonds. (Keskin bir dealerdır. Tahvil üzerine iş yapar.)

**ak in: A leader shouldn’t be **ak in addressing people. (Bir lider insanlara hitap etmede zayıf kalmamalı.)

ATAmused at: ** **re all amused at his jokes. (onun şakaları bizi çok eğlendirdi.)

Angry at: The policeman got angry at the man who **re shouting among the crowd. (Polis kalabalıkta bağıran adama kızdı.)

Arrive at: At last, ** arrived at Ankara after a long and tiresome journey. (uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Ankara’ya vardık.)

Astonished at:I was astonished at his failure in the exam. (Sınavdaki başarısızlığına şaşırdım.)

Bad at: I am very bad at mathematics. (Matematikte çok kötüyüm.)

Better at: Yous should try to be better at English. (İngilizce’de daha iyi olmaya çalışmalısın.)

Clever at: Some schools choose students clever at social sciences. (Bazı okullar sosyal bilimlerde zeki olan öğrencileri seçer.)

Efficient at: The new equipment will make the whole process more efficient at production. (Yeni ekipman bütün süreci üretimde daha etkin hale getirecek.)

Exclaim at: The referee exclaimed at the players “Play clean” (Hakem oyunculara çıkışarak “Temiz oynayın”dedi.)

Expert at: My uncle has been a superb expert at selecting the suitable grapes for making wine. (Amcam şarap yapımında kullanılacak en uygun üzümleri seçmede mükemmel bir uzmandır.)

Glance at: They glanced at each other and smiled tenderly. (Birbirlerine göz attılar ve sıcak bir şekilde gülümsediler.)

Good at: Arda is very good at word processing. (Arda kelime işlemcilikte çok iyidir.)

Indignant at: I saw her indignent at her mother. (Annesine kızdığını gördüm.)

Knock at: Someone knocked at the door in the middle of the night. (Gecenin yarısında birisi kapıyı çaldı.)

Laugh at: Why are you laughing at me? ( Bana niye gülüyorsun?)

Look at: Please don’t look at me this way. I am getting offended. (Lütfen bana öyle bakma. Rahatsız oluyorum.)

Paint at: The artist painted at the wall of his house. (Ressam evinin duvarlarına resim yaptı.)

Quick at: The lions are very quick at attacking their preys. (Aslanlar kurbanlarına saldırmada çok hızlıdır.)

Sad at: I am sad at the accidents that take place in traffic. (Trafikteki kazalara üzülüyorum.)

Wonderful at: He is wonderful at playing the piano. (Nefis piyano çalar.)

Work at: She is working at a national bank. (Milli bir bankada çalışıyor.)

WITHAgree with: The parties agreed with each other on national matters. (Partiler ulusal konularda birbirleriyle anlaştılar.)

Angry with: Why are you angry with me? I didn’t do anything to you. (Niye bana kızıyorsun? Ben sana hiçbir şey yapmadım.)

Begin with: To begin with ** have to define the job. (Başlangıç olarak işi tarif etmeliyiz.)

Busy with: She is always busy with raising her children. ( Daima çocuklarını yetiştirmekle meşguldur.)

Charge with: Although he did nothing wrong, he was charged with fraud. (Hiçbir yanlış bir şey yapmadığı halde sahtecilikle suçlandı.)

Compare with: The quality of Turkish textile goods can not be compared with those of other countries. (Türk tekstil mallarının kalitesi diğer ülkelerininkiyle karşılaştırılamaz.)

Communicate with: The operational units of an international company need to communicate with each other. (Uluslararası bir şirketin faaliyet birimleri birbirleriyle iletişim ihtiyacındadır.)

Compete with: In global economy, big and small companies all compete with each other. (Global ekonomide büyük ve küçük şirketler birbirleriyle rekabet ederler.)

Comply with: An exporter has to comply with clauses of l/c to receive payment from the bank. (Bir ihracatçı bankadan ödeme alabilmek için akreditif maddelerine uymalıdır.)

Confuse with: The cashier was confused with the amount to be paid to one person. (Veznedar bir kişiye ödenecek miktarının büyüklüğünden kafası karıştı.)

Consistent with: A statesman should always be consistent with his words and actions. (Devlet adamı söyledikleri ve yaptıklarıyla daima tutarlı olmalıdır.)

Content with: ** should all learn to content with our possessions. (Sahip olduklarımızla yetinmeyi öğrenmemiz gerekir.)

Contrast with: His last offer contrasted with the previous one. (Son teklifi daha öncekiyle çelişti.)

Cope with: Those who failed to cope with the global trends are likely to get wiped out. (Global trendlere ayak uyduramayanlar muhtemelen silinecekler.)

Correspond with: Modern banks constantly correspond with each other. (Modern bankalar sürekli iletişim içindedir.)

Deal with: He works at a securities company and deals with future contracts. (Menkul kıymet şirketinde çalışır ve va**** kontrat alım satımı yapar.)

Disgust with: Her neighbors are disgusted with her misbehavior. (Komşuları onun terbiyesizliğinden tiksiniyorlar.)

Familiar with: In business life every employee should be familiar with computer appliances. (İş hayatında herkes bilgisayar uygulamalarıyla aşina olmalıdır.)

Familiarize with: The training program aims to familiarize the participants with the latest matters of management. (Eğitim program katılımcıları en son yönetim teknikleri metodlarıyla tanıştırmayı hedefliyor.)

Fed up with: My father is fed up with my mother’s foolishness. (Babam annemin saçmalıklarından bıkıp usandı.)

Finish with: Before he died he was finished with all his social and ethical tasks. (**meden once sosyal ve ahlaki görevlerini tamamladı.)

Get bored with: I got bored with your never ending claims. (Senin sürekli taleplerinden bıktım.)

**** with: Please **** me with this hard work. (Lütfen bu zor işlere yardımcı olun.)

Identical with: These problems are identical with each other. (Bu sorunlar birbirinin aynısı.)

Interfere with: He doesn’t allow anyone to interfere with his job. (O kimseyi işine karıştırmaz.)

Mix with: Under mismanagement, everything get mixed with each other. (Kötü yönetim altında herşey birbirine karışır.)

Occupy with: In the past some small countries **re occupied with big armies. (Geçmişte bazı küçük ülkeler büyük ordular tarafından işgal edildi.)

Part with: The two lovers parted with each other after a hard quarrel. (İki sevgili sert bir tartışmadan sonra birbirlerinden ayrıldılar.)

Patient with: Parents have to be patient with children. (Ebeveynler çocuklara karşı sabırlı olmalıdır.)

Please(d) with: I am not pleased with what I have seen. (Gördüklerimden memnun değilim.)

Popular with: Tarkan is popular with his songs and dances. (Tarkan şarkıları ve danslarıyla popülerdir.)

Quarrel with: The two sisters quarrel with each other which upsets their mother. (İki kızkardeş birbirleriyle tartışır ve anneleri buna üzülür.)

Reason with: ** **re all reasoned with her convincing words. (Hepimiz onun ikna edici sözlerine inandık.)

Satisfied with: The customers are all satisfied with the quality and prices of our goods. (Müşterilerin hepsi malların kalite ve fiyatlarından tatmin oluyorlar.)

Threaten with: The journalist was threatened with by the mafia because of what he wrote in the newspaper. (Gazeteci gazetede yazdıklarından dolayı mafya tarafından tehdit ediliyordu.)

FROMAbstain from: One should abstain from gambling. (kumardan kaçınmak gerekir.)

Away from: While I was away from the city, many things have been changed. (Ben şehirden uzaktayken birçok şey değişti.)

Borrow from: Almost all companies borrow money from the banks. (Neredeyse tüm şirketler bankalardan kredi alırlar.)

Defend from: Turkish army has always successfully defended the country from enemies. (Türk ordusu her zaman ülkeyi düşmanlardan başarılı bir şekilde korumuştur.)

Demand from: His character is such that he demands nothing from anyone. (Karakteri öyledir ki kimseden birşey talep etmez.)

Differ from: Flo**rs differ from trees in many ways. (Çiçekler ağaçlardan birçok bakımdan ayrılırlar.)

Different from: Turkey is different from the rest of the world. (Türkiye, dünyanın geri kalanından farklıdır.)

Discourage from: She was discouraged from the mistreatment she received. (Gördüğü kötü muameleden dolayı cesareti kırıldı.)

Dismiss from: He was dismissed from his job because he always came to work late. (İşinden atıldı çünkü herzaman işe geç geliyordu.)

Draw from: The defeated army drew from the battlefield. (Mağlup ordu savaş alanından çekildi.)

Emerge from: Financial markets emerged from industrialized countries. (Mali piyasalar sanayileşmiş ülkelerde ortaya çıktı.)

Escape from: Noone was able to escape from Yedikule Prison. (Kimse Yedikule Hapishanesinden kaçamadı.)

Excuse from: He was excused from the job due to his illness. (Hastalığından dolayı işten affedildi-maruz görüldü.)

Far from: The city of Kars is two thousans kilometers far from Istanbul. (Kars şehri İstanbul’dan 2000 kilometre uzaktadır.)

Hinder from: ** **re hindered from mentioning our thoughts. (Fikirlerimizi söylemekten men edildik.)

Prevent from: Drugs prevent the people from all sorts of illnesses. (ilaçlar insanları he türlü hastalıktan korur.)

Prohibit from: The civilians **re prohibited from trespassing the military zone. (Sivillerin, askeri alandan geçmeleri yasaklandı.)

Protect from: The workers in the factory are protected from dangers. (Fabrika işçileri tehlikelerden korunur.)

Receive from: She became very happy when she received an internet message from her fiancée. (Nişanlısından internet mesajı alınca çok mutlu oldu.)

Safe from: In school the pupils are safe from the hazards of the outside world. (Okulda öğrenciler dış dünyanın tehlikelerinden masundurlar.)

Separate from: The walls in a house separate the rooms from one another. (Bir evdeki duvarlar odaları birbirinden ayırır.)

Suffer from: She has been suffering from illness for years. (Yıllardan beri hastalıktan çekiyor.)

FORAccount for: Turkish exports account for a small portion of world trade. (Türkiye’nin ihracatları dünya ticaretinin küçük bir kısmını meydana getirir.)

Apologize for: I apologize for my rudeness. I didn’t mean it. (Kabalığım için özür dilerim. İsteyerek yapmadım.)

Ask for: How can I **** you when you don’t ask for it. (Sen istemeyince sana nasıl yardımcı olabilirim?)

Beg for: The poor man is begging for money. (Fakir adam para dileniyor.)

Blame for: Why do you blame me for something that I didn’t do. (Niye beni yapmadığım bir şey için suçluyorsun?)

Call for: When your life is in danger, you can call for **** from a police station? (Hayatın tehlikedeyse, polis karakolundan yardım isteyebilirsin.)

Charge for: Although he was innocent, he was charged for theft. (Masum olduğu halde hırsızlıkla suçlandı.)

Die for: A real patriot is always ready to die for his/her country. (Gerçek bir vatansever vatanı için **meye daima hazırdır.)

Eager for: She is always eager for cooperation. (İşbirliği için daima isteklidir.)

Enough for: ** have done enough work for today. (Bugün için yeterli iş yaptık.)

Exchange for: In a financial transaction, stocks can be exchange for bonds. (Bir mali işlemde hisse senedi tahville değiştirilebilir.)

Famous for: İzmir is famous for its fruits. (İzmir meyveleriyle meşhurdur.)

Fit for: The human resources company tries to find candidates fit for vacant positions. (İnsan kaynakları şirketi boş yerlere uygun adaylar bulmaya çalışır.)

Grateful for: ** are all grateful to our parents who have raised us. (Hepimiz bizi yetiştiren ebeveynlerimize müteşekkiriz.)

Hope for: The new generation hopes for a bright future. (Yeni nesil parlak bir gelecek ümit ediyor.)

Look for: I am looking for my bag which I have just lost. (Henüz kaybettiğim çantamı arıyorum.)

Mourn for: When my aunt died, all the family mourned for her. (Teyzem **düğünde tüm aile onun için yas tutu.)

Pay for: The company pays for all the expenses I make during a business trip. (Şirket iş seyahati sırasında yaptığım tüm harcamaları karşılar.)

Prepare for: ** have already started to prepare for the holiday. (Tatil için şimdiden hazırlanmaya başladık.)

Provide for: The charity organizations provide for the poor and homeless. (yardım kuruluşları fakir ve evsizlerin geçimini temin eder.)

Punish for: The child was punished for breaking the window. (Çocuk camı kırdığı için cezalandırıldı.)

Ready for: The team is ready for the next match. (Takım bir sonraki maç için hazır.)

Responsible for: I am responsible for what I’ve done. (Yaptıklarımdan sorumluyum.)

Search for: The mother is searching for her lost child. (Anne kayıp çocuğunu arıyor.)

Sorry for: I am sorry for what happened in my absence. (Yokluğumda olanlardan dolayı üzgünüm.)

Suitable for: The **ather is suitable for a picnic. (Hava piknik için uygun.)

Sufficient for: Our food is sufficient only for a couple of days. (Yiyeceğimiz sadece iki gün için yeterli.)

Thank for: Thank you for your quick turnaround. (Hızlı yanıtınız için teşekkürler.)

Thankful for: I am thankful to those who assist me in writing this book. (Bana bu kitabı yazmamda yardımcı olan herkese teşekkür ederim.)

Valid for: The pass port is valid for six months. (Pasaport altı ay için geçerlidir.)

Vote for: She voted for the ruling party. (İktidardaki partiye oy verdi.)

Wait for: I will be waiting for you at the bus stop. (Seni otobüs durağında bekliyor olacağım.)

ABOUTCare about: I don’t care about what others think of me. (Başkalarının hakkımda düşündüklerine aldırmam.)

Crazy about: All the boys are crazy about her. (Bütün gençler ona bayılıyor.)

Curious about: It is not an important matter. You don’t need to be curious about it. (Bu önemli bir mesele değil. Meraklanmana gerek yok.)

Doubtful about: Why are you doubtful about his achievements? (onun başarılarından niye kuşkulanıyorsun?)

Enthusiastic about: The project team are very enthusiastic about the success of the project. (Proje takımı, projenin başarısı konusunda çok hırslı.)

Quarrel about: Actually there was nothing worth quarrelling about. (Aslında tartışmaya değer hiçbir şey yoktu.)

Reluctant about: He was reluctant about moving to another city. (Başka bir şehire taşınma konusunda müteredditti.)

Right about: It took some time to understand that he was right about his allegations. (İddialarında haklı olduğunu anlamak biraz zaman aldı.)

Sorry about: I am sorry about him. He is in a bad situation. (Onun için üzgünüm kötü bir durumda.)

Talk about: Bankers only talk about banking business when they come together at a place. (Bankacılar bir yerde toplanınca sadece bankacılıktan bahsederler.)

Think about: ** should get used to thinking about everything in a global scale. (Herşeyi global **çekte düşünmeye alışmalıyız.)

Uneasy about: The voters are uneasy about the level of democracy in the country. (Seçmenler ülkedeki demokrasi düzeyi hakkında rahatsızlar.)

Worry about: Don’t worry about me. I can take care of myself. (Beni merak etme. Başımın çaresine bakabilirim.)

AGAINST Be against: He said that he was against dictatorship. (Diktatörlüğe karşı olduğunu söyledi.)

Fight against: Turkey has been fighting against terrorism for years. (Türkiye yıllardır terörizme karşı savaşıyor.)

React against: Sometimes children react against the rules imposed by their parents. ( Bazen çocuklar ailelerinin empoze ettiği kurallara karşı gelirler.)

BYJudge by: Judging by the results, ** understand that he worked very hard. (Sonuçlara bakarak onun çok çalıştığını anladık.)

S**ar by: I s**ar by God that I will be faithful to you. (Sana sadık kalacağıma Tanrı üzerine yemin ederim.)
 
#28
32. Ders Sık Yapılan Hatalar - Common Mistakes

Ana dili İngilizce olmayanların sıkça yaptığı hataları öğrenmenin iki türlü yararı oluır. Birincisi bu hataları tekrarlamayız. Ayrıca, bu çalışma sırasında İngilizce hakkında değerli bilgiler ediniriz.


1- Absorbed : (bir konuyla çok ilgilenmek) “at” ile değil, “in” ile kullanılır.

Yanlış (Don't say) : The scientist was absorbed at his work.

Doğru (Say) : The scientist was absorbed in his work. (Alim işine dalmıştı.)


2.Accuse of : suçlamak

Yanlış (Don't say) : Her friends accused her for stealing.

Doğru (Say): Her friends accused her of stealing.

Fakat aynı anlama gelen, “charge” fiili “with” ile kullanılmalıdır.

He was charged with murder. (Cinayetle suçlandı)


3.Accustomed to (alışmak,kanıksamak): not with.

Yanlış (Don't say): I’m accustomed with cold **ather.

Doğru (Say) : I’m accustomed to cold **ather.(Soğuk havaya alıştım.)


4.Afraid of : korkmak,

Yanlış (Don't say): The woman is afraid from the dog.

Doğru (Say) : The woman is afraid of the dog.(Kadın köpekten korkuyor veya korkar.)


5.Aim at : nişan almak, hedef almak

Yanlış (Don't say) : The hunter aimed on (veya against) the bird.

Doğru(Say) : The hunter aimed at the bird.(Avcı kuşa nişan aldı.)


6.Angry with: kızmak, öfkelenmek

Yanlış (Don't say): The manager was angry against me.

Doğru (Say) : The manager was angry with me.(Yönetici bana kızdı)


7.Anxious about: endişelenmek, meraklanmak

Yanlış(Don't say): His family was anxious for his health.

Doğru (Say): His family was anxious about his health.(Ailesi onun sağlığından endişe duydu.)


8.Arrive at : Varmak, ulaşmak

Yanlış(Don't say) : ** arrived to the city at midnight.

Doğru (Say): ** arrived at the city at midnight(Şehire gece yarısı vardık.)


9.Ashamed of: utanmak,hicap duymak

Yanlış(Don't say): **’re always ashamed from him.

Doğru (Say) : **’re always ashamed of him (Ondan daima utandık.)


10.Believe in: İnanmak, iman etmek

Yanlış( Don't say) : Everybody believes to him.

Doğru (Say) : Everybody believes in him.(Herkes ona inanır.)

Doğru (Say) : **, muslims, believe in Allah.(Biz müslümanlar Allah’a inanırız(iman ederiz)).

11.Boast of: Böbürlenmek

Yanlış (Don't say): She boasted for her beauty.

Doğru (Say): She boasted of (veya about) her beauty.


12.Careful of : Dikkat etmek, özen göstermek

Yanlış (Don't say) : You are so careful for your health.

Doğru (Say): You are very careful of your health. (Sağlığına çok dikkat ediyorsun)


13. Watch : Aynı anlama gelmek üzere watch prepozisyonsuz kullanılır.

Doğru (say): Watch your steps (words). (Adımlarına (sözlerine) dikkat et.)


14.To travel by train, bus, aeroplane : Seyahat etmek

Yanlış (Don't say): They always travel with train(bus veya aeroplane)

Doğru (Say) : They always travel by train (veya bus, aeroplane.) (Onlar daima trenle (veya otubüsle, uçakla) seyahat ederler.)


15.Complain of : Şikayet etmek

Yanlış (Don't say) : Many people complain for the cold.

Doğru(Say) : Many people complain of the cold. (Bir çok insan soğuktan şikayet eder.


16.Composed of : meydana gelmek,oluşmak

Yanlış (Don't say) : Our team is composed from ten people.

Doğru(Say) : Our team is composed of ten people. (Bizim takım on kişiden meydana geliyor.


17.Confident in : Güven duymak, güvenmek

Yanlış (Don't say): She has great confidence to me.

Doğru (Say) : She has great confidence in me.(Onun bana çok güveni vardır.)

Aynı anlama gelen trust fiili prepozisyonsuz kullanılır.

Doğru : I trust him with all my heart.(Ona bütün kalbimle inanırım.)

18.Conform to: Uymak, itaat etmek

Yanlış (Don't say) : You should all conform with the rules.

Doğru ( Say) : You should all conform to rules. (You should all conform to rules.)


19.Congratulate on : kutlamak, tebrik etmek

Yanlış (Don't say) : I congratulate you for your success.

Doğru (Say) : I congratulate you on (veya upon) your success.


20.Consist of : içermek, ihtiva etmek

Yanlış (Don't say) : A year consists from t**lve months.

Doğru (Say) : A year consists of t**lve months.(Bir yıl on iki ay içerir.)


21.Covered with : kaplanmak, örtülmek

Yanlış (Don'say) : The mountains are covered by snow.

Doğru (Say) : The mountains are covered by snow. (Dağlar karla kaplı.)


22.Cure of : iyileşmek, düzelmek

Yanlış (Don't say) : The patient was cured from his illness.

Doğru (Say) : The patient was cured of his illness.(Hastanın hastalığı düzeldi.)

Fakat aynı anlama gelen “recover” fiili “from” ile kullanılır.

She has recovered from flu. (Gribi iyileşti.)


23.Depend on or upon: Bir şeye bağlı olmak, dayanmak

Yanlış (Don't say) : It all depends to you

Doğru (Say): It all depends on (or upon) you.(Herşey sana bağlı)


24.Deprive of : Mahrum olmak, yoksun kalmak

Yanlış (Don'say) : They **re deprived from their freedom.

Doğru (Say) : They **re deprived of their freedom.(Özgürlükten mahrum edildiler.)


25.Die of an illness : Bir hastalıktan **mek

Yanlış (Don't say) : Thousands of people have died from malaria.

Doğru (Say) : Thousands of people have died of malaria.( Binlerce insan sıtmadan **dü.)


26.Different from : Farklı olmak

Yanlış (Don't say): My book is different from yours.

Doğru (Say) : My book is different than yours.(Benim kitabım seninkinden farklı.)


27.Disappointed in: hayal kırıklığına (hüsrana) uğramak

Yanlış (Don't say) : I was disappointed from his manners.

Doğru (Say) : I was disappointed in his manners. (Onun terbiyesinden dolayı hayal kırıklığına uğradım.)


28.Divide into parts : Parçalara b**mek

Yanlış (Don't say) : I divided the cake in four equal parts.

Doğru (Say) : I divided the cake into four equal parts.( Pastayı dört eşit parçaya b**düm.)

29.Doubt of veya about : Kuşkulanmak, şüphe etmek

Yanlış (Don't say) : I have no doubt for his ability (honesty).

Doğru (Say) : I have no doubt of (or about) his ability (honesty). (Onun yeteneğinden (dürüstlüğünden) hiç kuşkum yok.)

Ama aynı anlama gelen “suspect” prepozisyonsuz kullanılır.

I suspect him. (Ondan kuşkulanıyorum.)


30.Dressed in : Giyinmek, bezenmek

Yanlış (Don't say) : The girl was dressed all with white.

Doğru (Say) : The girl was all dressed in white. ( Kız beyazlar giyinmişti.)


31.Exception to : İstisna olmak

Yanlış (Don't say) : This is an exception of the rule.

Doğru (Say) : This is an exception to the rule.( Bu kuralın istisnasıdır.)


32.Exchange for : Takas etmek, değiş tokuş yapmak

Yanlış (Don't say) : They exchanged food by machinery.

Doğru (Say) : They exchanged food for machinery.( Yiyecek karşılığında makinaları takas ettiler)


33.Fail in : Başarısız olmak, kalmak, çuvallamak

Yanlış (Don't say) : He has failed from mathematics

Doğru(Say) : He has failed in mathematics ( Matematikten kaldı)

He failed to pass the exam. (Sınavı geçemedi.)

34.Full of : Dolu olmak

Yanlış (Don't say) : The jar was full with oil.

Doğru (Say) : The jar was full of oil.( Kavanoz yağ ile doluydu.)

Buna mukabil : The room was filled with smoke. ( Oda dumanla doluydu.)


35.Get rid of : gidermek,yok etmek

Yanlş (Don't say) : I shall get rid from him.

Doğru (Say) : I shall get rid of him. (Onun hakkından geleceğim.)


36.Glad of or about (Memnun, mutlu olmak)

Yanlış (Don’t say): I am happy with the news.

Doğru (Say) : I am glad of ( veya about) the news. (Haberden memnunum.)


37.Good at : Bir konuda iyi olmak

Yanlış (Don't say) : My sister is good in mathematics.

Doğru (Say) : My sister is good at mathematics.(Bacım matematikte iyidir.


38.Guard against : uzak durmak, sakınmak

Yanlış (Don't say) : You must guard from bad habits.

Doğru (Say) : You must guard against bad habits.( Kötü alışkanlıklardan uzak durmalısın.)


39.Guilty of : suçlu olmak

Yanlış (Don't say) : He was found guilty for theft.

Doğru (Say) : He was found guilty of theft. ( Hırsızlıktan suçlu bulundu.)


40.Independent of : Bağımsız olmak

Yanlış (Don't say) : They are independent from their parents.

Doğru (Say) : They are independent of their parents.( Onlar ebeveynlerinden bağımsızlar.)


41.Indifferent to : Kayıtsız olmak

Yanlış (Don't say) : The scientists are indifferent for politics.

Doğru(Say): The scientists are indifferent to politics.(Bilim adamları siyasete kayıtsızlar)

42.Insist on : Israr etmek

Yanlış (Don't say): He never insisted to his opinion.

Doğru (Say) : He never insisted on his opinion.( Fikrinde asla ısrar etmezdi.)


43.Interested in : İlgilenmek

Yanlış (Don't say) : She is not interested at her work.

Doğru (Say) : She is not interested in her work. ( İşine ilgi duymuyor.)


44.Jealous of : Kıskanmak

Yanlış (Don't say) : He is very jealous about his friends.
Doğru(Say): He is very jealous of his friends.( Arkadaşlarını çok kıskanır.)

45.Leave for a place : Ayrılmak, terketmek

Yanlış (Don't say) : They are leaving to Sakarya soon.

Doğru (Say) : They are leaving for Sakarya soon. (Yakında Sakarya gitmek üzere ayrılacaklar.)


46.Live on

Yanlış (Don't say) : He lives from his salary.

Doğru ( Say) : He lives on his salary. ( Maaşıyla geçiniyor.)


47.Look at : Bakmak

Yanlış (Don't say) : Look to this beautiful picture.

Doğru (Say): Look at this beautiful picture.( Bu güzel resme bakın)

Fakat look to : ummak, beklemek

The manager is looking to high profits for the current year. (Yönetici cari yılda yüksek kar umuyor.)


48.Married to : Evlenmek, evli olmak

Yanlış (Don't say) : She was married with a rich man.

Doğru (Say) : She was married to a rich man.( O zengin bir adamla evlendi.)


49. Pass by : Yanından geçmek

Yanlış (Don't say) : Will you pass from the post-office?

Doğru ( Say): Will you pass by the post-office?( Postaneden geçecek misiniz)


50.Work for : Birisine bağlı olmak

Yanlış (Don’t say): She is working to me.

Doğru (Say): She is working for me. (O bana bağlı olarak çalışıyor.)



51.Play for a team : Bir takımda oynamak

Yanlış (Don't say) : He plays regularly with that team.

Doğru (Say) : He plays regularly for that team.


52.Pleased with : Memnun,hoşnut olmak

Yanlış (Don't say): The teacher is pleased from me.

Doğru (Say) : The teacher is pleased with me.( Öğretmen benden memnun.)


53.Popular with : Popüler olmak, sevilmek

Yanlış (Don't say) : Arda is popular among his friends.

Doğru (Say) : Arda is popular with his friends.( Arda arkadaşları arasında popülerdir.)


54.Prefer to : tercih etmek, yeğlemek

Yanlış (Don't say) : I prefer a blue pen from a red one.

Doğru (Say) : I prefer a blue suit to a red one.( Yeşil elbiseyi kırmızı elbiseye yeğlerim.)


55.Preside at or over : Toplantıya başkanlık etmek

Yanlış (Don't say) : Who presided in the last meeting?

Doğru (Say): Who presided at (veya over) the last meeting? (Son toplantıya kim başkanlık etti?)


56.Proud of : Gurur duymak, iftihar etmek

Yanlış (Don't say) : He is very proud for his husband.

Doğru (Say) : He is very proud of his husband. (Kocasıyla iftihar ediyor


57.Rejoice at or in : sevinmek

Yanlış (Don't say) : ** rejoiced for his success.

Doğru (Say) : ** rejoiced at(or in) his success.( başarısına sevindik)


58.Related to : İlişkili olmak, akraba olmak

Yanlış (Don't say) : Are you related with him in any way?

Doğru (Say) : Are you related to him in any way? ( Onunla akrabalığın var mı?)

relative : akraba


59.Repent of : Pişman olmak, nedamet duymak

Yanlış(Don't say) : He repented from his wrongdoing.

Doğru (Say) : He repented of his wrongdoing. (Hatasından dolayı pişmanlık duydu)

Rependant : Pişman, nadim


60.Satisfied with Tatmin olmak,memnun olmak

Yanlış (Don't say) :Are you satisfied from my work??

Doğru (Say) : Are you satisfied with my work? ( Çalışmamdan tatmin oluyormusunuz?)


61.Similar to : benzer olmak

Yanlış (Don't say) : Your pen is not similar with mine.

Doğru (Say) : Your pen is not similar to mine. ( Kalemin benimkiyle benzer değil.)


62.Sit at : üstüne oturmak

Yanlış (Don't say) : The teacher usually sits on his desk.

Doğru (Say): The teacher usually sits at his desk.( Öğretmen genellikle sırasına oturur.)


63.Spend on : Harcama yapmak

Yanlış (Don't say) : I spend much time for my drawings

Doğru (Say) : I spend much time on my drawings. (Çizimlerim için çok zaman harcadım.)


64.Succeed in : Başarılı olmak

Yanlış (Don't say) : I hope you will succeed at your work.

Doğru (Say) : I hope you will succeed in your work. (Çalışmanda başarılı olmanı dilerim.)


65.Superior to : Üstün olmak

Yanlış (Don't say) : No nation is superior than the others.

Doğru (Say) : No nation is superior to the others. ( Hiçbir millet diğerlerine üstün değildir.)


66.Sure of,not for.

Yanlış (Don't say) : I’m quite sure for his honesty.

Doğru (Say): I’m quite sure of his honesty. ( Onun dürüstlüğünden çok eminim.)


67.Surprised at : Şaşırmak, afallamak

Yanlış (Don't say) : ** **re surprised for his failure.

Doğru Say): ** **re suprised at his failure.( başarısızlığına şaşırdık.)


68.Suspect of : Kuşkulanmak, şüphe etmek

Yanlış (Don't say) : I suspect him for stealing my money.

Doğru (Say) : I suspect him of stealing my money. ( Onun paramı çaldığından kuşkulanıyorum.)


69.Take by : Bir yerinden tutmak

Yanlış (Don't say) : She took her son from the hand.

Doğru (Say) : She took her son by the hand.( Oğlunun elinden tuttu.)


70.Tie to: bağlamak

Yanlış (Don't say) : The man tied the donkey on a tree.

Doğru (Say) : The man tied the donkey to a tree. ( Adam merkebi ağaca bağladı.)


71.Tired of : Bıkmak

Yanlış (Don't say) : The boys are tired from boiled eggs.

Doğru (Say) : The boys are tired of boiled eggs.( Çocuklar haşlanmış yumurtadan bıktı.)


72.Translate into : tercüme etmek

Yanlış (Don't say) : Translate this text to English.

Doğru (Say): Translate this text into English.( Bu metni İngilizceye tercüme et.)


73.Tremble with cold : Soğuktan titremek

Yanlış (Don't say) : The little girl was trembling from cold.

Doğru (Say) : The little girl was trembling with cold.( Küçük kız soğuktan titriyordu.)


74.Warn(a person)of danger: Birisini tehlikeden dolayı uyarmak

Yanlış (Don't say) : The passengers **re warned about the danger.

Doğru(Say) : The passengers **re warned of the danger (Yolcular tehlikeden dolayı uyarıldı.)


75.Write in English, French, Turkish : İngilizce ( Fransızca Türkçe vs.) yaz.

Yanlış (Don't say) : I write my letters English, French, Turkish.

Doğru (Say) : I write my letters in English. ( Mektuplarımı İngilizce, Fransızca, Türkçe yazarım.)


76.Without: Yapmadan, etmeden

Yanlış (Don't say) : Do your work without to speak.

Doğru (Say) : Do your work without speaking.( İşini konuşmadan yap.)


77.Instead of : Yerine

Yanlış (Don't say) : He ran away instead to wait.

Doğru (Say) : He ran away instead of waiting.( Beklemek yerine kaçtı)


78 Capable of : Kapasitede, yetenekte olmak

Yanlış (Don't say) : He is capable to do the job.

Doğru (Say) : He is capable of doing the job. (İşi yapacak kapasitede, yetenekte)


79.Fond of : Hoşlanmak, sevmek

Yanlış (Don't say) : She is always fond to talk.

Doğru (Say) : She is always fond of talking.( Konuşmayı daima sever.)



Belirli Fiillerden Sonraki Prepozisyonlar


80.Insists on : Israr etmek, direnmek

Yanlış (Don't say) : He insisted to be rude.

Doğru (Say) : He insisted on being rude.( Kabalıkta ısrar etti.)


81.Object to İtiraz etmek,karşı gelmek

Yanlış (Don't say) : I object to be treated this way.

Doğru (Say) : I object to being treated this way. ( Böyle muameleye itiraz ediyorum.)


82.Prevent from : Engellemek, mani olmak

Yanlış (Don't say) : The snow prevented them to go.

Doğru (Say) : The snow prevented them from going.( Kar gitmelerini engelledi.)


83.Succeed in + ing : Başarılı olmak

Yanlış (Don't say): He succeed to gain the prize.

Doğru (Say) : He succeeded in gaining the prize.( Ödülü kazanmayı başardı.)


84.Think of : Düşünmek

Yanlış (Don't say) : I think to go to Germany.

Doğru (Say) : I think of going to Germany.( Almanya’ya gitmeyi düşünüyorum.)

Aynı anlama gelen “consider” preposizyonsuz kullanılır.

She considers leaving this town . ( Bu şehiri terketmeyi düşünüyor.)


85.Tired of : Bıkmak, usanmak

Yanlış (Don't say) : Her husband got tired to try to convince her.

Doğru (Say) : Her husband got tired of trying to convince her.(Kocası onu ikna etmeye çalışmaktan bıktı.)


86.Used to : Alışık olmak, alışmak

Yanlış (Don't say) : She is used to get up early.

Doğru(Say) : She is used to getting up early.( O erken kalkmaya alışıktır.)


87.Avoid : Kaçınmak,mani olmak

Yanlış (Don't say) :You can't avoid to make mistakes.

Doğru (Say) : You can't avoid making mistakes.( Hata yapmaktan kaçınamazsın.)


88.Enjoy : Hoşlanmak, zevk almak, keyiflenmek

Yanlış (Don't say) : I enjoy to play football.

Doğru (Say) : I enjoy playing football.( Futbol oynamaktan keyif alırım.)


89.Excuse : Mazur görmek, affetmek

Yanlış (Don't say) : Please excuse me to be so late.

Doğru (Say) : Please, excuse my being so late.( Lütfen, geç kalmamı mazur görün, affedin)

Veya : Please, excuse me for being so late.

90.Finish : Bitirmek,sona erdirmek

Yanlış (Don't say) : Haven’t you finished to write?

Doğru (Say) :Haven’t you finished writing? ( Yazmayı bitirmedin mi?)


91 Go on (continue): Devam etmek, sürmek, sürdürmek

Yanlış (Don't say): I **nt on to speak

Doğru (Say) : I **nt on speaking. ( Ben konuşmaya devam ettim.)


92.Mind : Rica etmek,

Yanlış (Don't say) : Would you mind to keep quiet?

Doğru (Say) :Would you mind keeping quiet? (Sessiz durmanızı rica edebilirmiyim?)


93.Practise Alıştırma, idman yapmak

Yanlış (Don't say) :You must practise to speak English.

Doğru (Say) :You must practise speaking English.( İngilizce konuşma alıştırması yapmalısın)


94.Remember : hatırlama

Yanlış (Don't say) :I do not remember to see them.

Doğru (Say) : I do not remember seeing him.( Onu gördüğümü hatırlamıyorum.)

Veya : I do not remember having seen him.


95 Rsk : Riske etmek, tehlikeye atmak

Yanlış (Don’t say) You shouldn’t risk to leave her alone.

Doğru (Say) : You shouldn’t risk leaving her alone.(Onu yanlız bırakma riskine girmemelisin)


96.Stop: Durmak, kesilmek,kesmek,

Yanlış(Don't say) : Stop to talk.

Doğru (Say) : Stop talking. (Konuşmayı kesin,durdurun)


97.Busy : Meşgul olmak, uğraşmak

Yanlış (Don't say) : He was busy to do his homework.

Doğru (Say) :He was busy doing his homework.( Ev ödevini yapmakla meşguldu.)


98.Worth : Değmek,

Yanlış (Don't say) : The show was worth to see.

Doğru (Say) : The show was worth seeing. ( Şov görmeye değerdi. )


99.Have difficulty in : Zorluk çekmek

Yanlış (Don't say) : ** had difficult in doing our job.

Doğru (Say): ** had difficulty in doing our job.(İşimizi yapmakta güçlük çektik.)


100.Have the pleasure of : Zevkini duymak, memnun olmak

Yanlış (Don't say) :I’ve had the pleasure to meet her.

Doğru (Say) : I’ve had the pleasure of meeting her. ( Ona rastlamanın zevkini yaşadım.)



101. It's no use : Yararsız, anlamsız

Yanlış (Don't say) : It's no use to try it again.

Doğru(Say) : It's no use trying it again. (Tekrar denemenin yararı yok.)


102.It's no good : Hayrı yok, yararı yok.

Yanlış (Don't say) : It's no good to say the same thing over and over.

Doğru (Say) : It's no good saying the same thing over and over.(Ayn ışeyi tekrar tekrar söylemenin yararı yok.)


103.Look forward to : beklemek, ummak, yanıt beklemek

Yanlış (Don't say) : I look forward to see you soon.

Doğru (Say) : I look forward to seeing you soon.(Seni yakında görmeyi umuyorum (bekliyorum)).


104 There is no harm in: Zararı yok, beis yok, sakınca yok

Yanlış(Don't say) : There's no harm to visit friends.

Say: There's no harm in visiting friends. (Dostları ziyaret etmenin sakıncası yok.)

105 : İsim-fiilerin(Gerunds) kullanımı

B) Bazı prepozisyonlardan sonra infinitive (mastar) değil, gerund kullanılır.
** worked without stopping a second.( Bir saniye durmaksızın çalıştık )
She played tennis instead of working.( Çalışmak yerine, tenis oynadı)

C)Sürekli olarak prepozisyon alan fiillerden sonra:
I’m tired of warning you. ( Seni ikaz etmekten bıktım.)
She is fond of swimming. ( O yüzmeyi sever)
He insisted on accusing the suspect. ( O şüpheliyi suçlamakta ısrar etti.)
He succeeded in passing the exams. (Sınavları geçmede başarılı oldu.)


D) Belirli fiillerden sonra :
Police wants to avoid killings. (Polis cinayetleri önlemek istiyor.)
The children enjoy playing on sand. ( Çocuklar kumda oynamaktan hoşlanırlar.)
The students finished shouting when the teacher came in. (Öğretmen içeriye girince, talebeler bağırmayı kesti.)
America stopped supporting Turkey in her fight against terrorism.


E) Bazı sıfatlardan (adjectives) sonra :
They are always busy eating and drinking. (Daima yemek içmekle meşguller.)
She is worth doing everything.( Onun için herşeyi yapmaya değer.)

F) Bazı cümleciklerden ( phrases ) sonra :
I can’t **** loving my children. ( Çocuklarımı sevmemek elimde değil.)
Would you mind opening the window. ( Zahmet olmazsa pencereyi açar mısınız?)
It’s no good telling him to behave.(Ona terbiyeli olmasını söylemenin yararı yok.)
He is looking forward to dating her. ( Onunla randevulaşmayı umuyor.)

G) Belirli fiillerden sonra gerunds veya mastar (infinitive) kullanılabilir. Mesela,
begin (başlamak), dislike (hazetmemek, sevmemek), hate (nefret etmek), love (sevmek), prefer (tercih etmek)
 
Üst