Derse çalışıyoruz (tiyatro)

#1
Sponsorlu Bağlantılar
DERSE ÇALIŞIYORUZ (TİYATRO)



ŞAHISLAR
AHMET KÂMİL EFENDİ (Sabık tacirlerden, elli yaşlarında.) — MERHUM KÂŞİF EF. (Asarıatika meraklısı, elli yaşlarında.) - MEHMET AZİZ EFENDİ (Baytar, otuz beş yaşlarında..) - SELİM SIRRI (Ahmet Kâmil’in oğlu, yirmi yaşlarında..)

SAHNE:
İki yanda iki kapı, ortada bir antre., dışarda bahçe görülür.
Ortada masalar, sandalyeler, yazı takımları.

1. SAHNE
Mustafa, sonra Aziz, sonra Sırrı

(Perde açıldığı sırada Mustafa bir kısmını masanın üzerine koyduğu tabakları silmek ve içeriye taşımakla meşguldür.)
MUSTAFA (Dalgın) — Ev işlerinden şu bulaşık kadar sinirime dokunan bir şey yok. Meselâ… (Yaldızlı tabağı düşürür.)
AZİZ (Girerek) -— Oldu işte. Parçasını ayrı koy.
MUSTAFA — Hay Allah cezasını versin. Yaldızlı sürahi tabağını kırdık.
AZİZ — Maşallah. Sen de dehşetli iş görüyorsun hani.
MUSTAFA — Oh ne ise baytarmış. Ben de adam sandım da ödüm patladı.
AZİZ — Kâmil efendi bunları görürse sana ne demez? Eline aldığın şeyi parça parça etmeden bırakmıyorsun. Bir görse…
MUSTAFA — Görmez ki.. (Parçalan toplar) Ben bütün kırdığım eşyanın parçalarını bahçeye gömüyorum. Şeftali ağacının dibine bir çukur kazdım.
SIRRI (Sağdaki kapıdan girer.) — Mustafa! (Azizi görür) Oo.. sabahlar hayrolsun Aziz bey. AZİZ — Allah ömürler versin beyim.
SIRRI (Mustafa’ya) — Bana bak, yaldızlı sürahi tabağını gördün mü?
MUSTAFA (Kırık parçaları önlüğünün cebine tıkarak) — Hayır küçük bey.
SIRRI — Biraz çilek almıştım da.. (Sahneyi bir baştan bir başka geçer.)
MUSTAFA — Bir kere de mutfağa bakın efendim. Belki oradadır.
SIRRI — Bakayım, lâkin bugünlerde de kaybolan tabak, bardak sürahi pek fazlalaştı. MUSTAFA — Ona ben de şaşıyorum. (Sırrı soldaki kapıdan çıkar.)

2. SAHNE Mustafa — Aziz — Sonra Kâmil Efendi

AZİZ (Mustafa’ya) — Vallahi olur cür’etkârlardan değilsin!
MUSTAFA — öyle söylemek icap eder. Eğer sürahi tabağının kırılmış olduğunu duysaydı alimallah çatıyı başıma yıkardı.
AZİZ — Neyse., ben inek için geldim.
MUSTAFA — öyleyse pek geciktiniz.
AZİZ — Niçin?
MUSTAFA — Kırıp da iyi gömemediğim sürahi parçalarından birini otlarken yutmuş. Geberdi gitti zavallı!.
AZİZ — Kabahat sende. Mübarek; kırarsın., bari parçalarım derince göm.
MUSTAFA — Haklısın ama. Havalar bugünlerde pek sıcak gidiyor da bahçede iyi kazma kullanamıyorum. Kışın kırdıklarımı daha derin gömdüm.
AZİZ — Sana bir müjdem var. Senin efendi bugün seçilecek.
AZİZ — Kargaları himaye ve neslini ıslah cemiyetine başkan!
MUSTAFA — İyi ama, seçileceği muhakkak değil ki.. Karşısında şanlı şöhretli bir adam, Figanı efendi var.
AZİZ — Kim olursa olsun. Ben şimdiden Kâmil efendinin başkan olacağına kalıbımı basarım. Hattâ birisiyle üç şişe rakısına bahse bile girdim.
MUSTAFA — öyle olsun. Ama benim hiç ümidim yok.
AZİZ — Yanlışın var. Bir kere Kâmil bey hakikaten âlim bir ‘ adamdır. Ondan başka ben de lehinde propaganda yapıyorum. Hem zaten Figanî’yi hiç sevmem. Herif hayvanlarını ; bana tedavi ettirmiyor. Cehaleti bundan belli. Halbuki Kâmil j efendi âlim, mütebahhir bir adamdır.
MUSTAFA — Bu sözü doğru söylediniz. Bizim efendi birçok kereler elinde koca bir kitap, bir şey anlamıyormuş gibi , dalgın dalgın sahifeleri süzerken gördüm.
AZİZ — Kim bilir ne düşünüyordu. Esasen âlimler dalgın olur. (Antreden Kâmil görünür.)
MUSTAFA — Hah, zaten geliyor. Ben de hemen gidip şu ta i bak kırıklarını gömeyim. (Çıkar)

 
Üst