Ayrık Otu ile Menekşe'nin Aşkı

Dine

Özel Üye
#1
Sponsorlu Bağlantılar
Taşlı tarlada yaşayan bir ayrık otu varmış. Soğanlarla, sarımsaklarla, yoncalarla, çayırlarla arkadaşlık edermiş. Çok kalabalık bir ailesi varmış. Her gün bir kardeşi daha doğarmış. Yağmur sularını çok severlermiş. İlk önce onlar içermiş. Bu yüzden dostları şalgam, havuç ve turpla tartıştıkları da olurmuş.

Kocaman kocaman yaprakları, uzun uzun kökleri olduğu halde toprak sahibi hiçbir işe yaramadıklarından söz eder, onları hiç sevmezmiş. Domates, biber, salatalık fidelerini çapalarken ayrık otunun akrabalarını söker sonra onları çuvallara doldurarak götürürmüş. Bu dönüşü olmayan bir gidişmiş. Helalleşerek ayrılırlarmış.

Günlerden bir gün ayrık otu bir rüya görmüş. Rüyasında gördüğü bu güzelliğe aşık olmuş. Günlerce yemeden içmeden kesilmiş. Yaprakları solmuş. Arkadaşları hastalandı sanmış. “Bu dert beni öldürecek, en iyisi büyük babamla konuşmak. Belki bir çaresi vardır.” Demiş. Sonra en yaşlı ayrık otuna aşkını anlatmıştı. Aşkının adı menekşe imiş. Köşkün bahçesinde yaşıyormuş. Köşkün bahçıvanı her gün suluyor, gözü gibi bakıyormuş. Yanında arkadaşları lale, sümbül ve yediveren varmış. Köşkün sahibi bu çiçekleri çok severmiş. Özel bir itina gösterirmiş. Bir tekinin bile solmasına izin vermezmiş.

Gelelim ayrık otuna büyük ayrık otu torunun derdini dinlemiş dinlemesine ama bir derman bulamamış. Küçük ayrık otunun sevgilisine kavuşmasının imkanı yokmuş. “Unut sen onu, başka yolu yok.” Demiş. Demesi kolay ama yapması zor. Gönlüne ferman dinletememiş, unutamamış sevdasını ayrık otu . “Menekşem” derde, başka bir şey demez olmuş. Sevdasının hasretiyle köklerini salmış. Salmış taaaa köşkün duvarlarına kadar. Lakin o kale suru gibi duvarları aşmak imkansızmış. “Olsun , yanına yaklaştım ya bir duvarın ne önemi var. Bende gönül gözü ile görürüm sevdiğimi” demiş ayrık otu.

Rüzgarlar menekşeden, ayrık otuna doğru eserse menekşenin kokusunu getirirmiş. Bu kokuyu derin derin içine çekermiş ayrık otu , yüreğinin yangınını söndürmek için. Eğer ayrık otundan menekşeye doğru eserse bu seferde rüzgarla sevda mektupları, aşk şiirleri gönderirmiş. Gelen bu nağmeler o kadar içten, o kadar gönüldenmiş ki menekşede aşık olmuş ayrık otuna. Bu sevdalıların göz yaşları yağmurlara karışmış, birbirlerine kavuşabilmek için. Gurbet Türküleri yakar olmuşlar.

Günlerde bir gün ayrık otunu kuvvetli bir el tutmuş. Topraktan sökmüş almış. Bir çuvalın içine tıkıştırmış. Ayrık otu ürkek ürkek, avazının çıktığı kadar bağırmış. “Heeyyy… Ne oluyorrrrr… Bırakın beni…. Sevdiğimden ayırmayın Allah aşkına…” Ama feryadını duyan olmamış. Menekşe ile vedalaşamamış bile. Kısa bir yolculuktan sonra büyük baş bir hayvanın değirmeninde öğütülmüş.

Menekşe işe kara kar yastaymış. Artık sevdiğinden haber alamıyormuş. Rüzgar artık sevdiğinden mektuplar, şiirler getirmiyormuş. Gönderdiği selamları ise “Yok, bulamadım, iletemedim.” Diyerek geri getiriyormuş.
Menekşenin yüreciği kor olmuş. Sevgilisini kaybetmenin acısıyla günden güne solmuş. Yüreğinin yangını bedenini de sarmış. Artık çiçek açmaz olmuş. Hayata küsmüş, yaprakları bir bir gazel olmaya başlamış. Istırap dolu yıllar geçmiş. Artık menekşe can çekişiyor, ölüm döşeğinde yatıyormuş.

Bu hali gören bahçıvan menekşenin haline üzülmüş. Ona gübre vermeye karar vermiş. Menekşenin toprağına yeni aldığı gübreyi atmış bahçıvan. O da nesi! Aşkın sesi!.. Menekşe iki günde iyileşmiş. İyileşmekle de kalmamış, Yeşil yeşil yapraklar açmış. Döl vermiş. Tomurcuk üzerine tomurcuk… Rengarenk, desen desen, küçüklü büyüklü yaprak niyetine çiçek açmış. Bu duruma köşk sahibi de şaşırmış. Menekşeyi bu hale getiren tılsımı merak etmiş. Menekşe tüm Bahçeye haykırmış “AŞK”...
 
Üst