A'dan Z'ye Psikiyatrik Ansiklopedi

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#1
Sponsorlu Bağlantılar
A'dan Z'ye Psikiyatrik Ansiklopedi

A


Abortus


Hekim kararıyla gebeliğin sona erdirilmesi için genellikle iki şart gereklidir,

(a) gebeliğin devam etmesi gebe kadının hayatını tehlikeye atacak veya kendisinin ya da ailesinde bulunan çocukların ruhsal veya bedensel sağlıklarını olumsuz bir yönde etkileyecek nitelikte ise, yahut

(b) doğacak çocuğun ciddi ruhsal veya bedensel anormalliklere sahip olabilmesi tehlikesinin bulunması halinde. Bu karan alacak hekim veya hekimlerin konuya bir psikiyatrist gözü ile de bakmaları gerekir. Abortusun psikiyatrik temellere dayanan endikasyonları, söz konusu psikiyatristin ön yargıları oranında geniş veya sınırlı olabilir. Şizofreni, paranoid psikozlar, duygusal psikozlar, şiddetli psikopati teşhisleri veya immatürite, gebeliğin sona erdirilmesini geçerli kılan sebeplerdir. Bu durumda ortaya çıkan başlıca sorun, çoğu zaman bekâr veya çok çocuklu olan annede gebeliğe karşı bir tepki olarak beliren üzüntüdür. Gebe bekârsa, ailesinin yardımı olsun veya olmasın psikiyatrist, annenin gebeliğe alışma yeteneğini ve gebelik süresinin ilerde ruhsal sağlığı üzerinde yaratabileceği etkileri değerlendirmelidir. Çok çocuklu evli anne durumunda ortaya çıkan sorun ise, gebeliğe alışmaktan çok, diğer bir çocuğun yüküne katlanabilme yeteneğidir. Aile çoğaldıkça şiddeti artan ve süresi uzayan gerginlik ve depresyon semptomları, zıt sosyal ve evlilik şartları gebeliğin sona erdirilmesini ve kısırlaştırmayı haklı gösterecek faktörlerdir. Abortus yöntemleri son yıllarda önemli değişmelere uğramıştır :

(a) 12 haftalık gebeliğe kadar vakum kullanılarak yapılan kürtaj optimal yöntemdir;

(b) 12-16 hafta arasındaki alternatifler histeretomi veya histerektomi denilen ameliyatlardır

(c) 16 haftadan sonra, gene histerektomi uygulanmakta veya amniyotik sıvı karın duvarından dışa akıtılarak yerine yüzde 20 oranında tuzlu su şırınga edilmektedir. Sonuncu yöntem olumlu sonuçlar vermekle birlikte, annenin kan dolaşımına hipertonik tuzlu su verilmesinin doğurabileceği tehlike riskini taşımaktadır. Daha sonra yapılan incelemeler, kadın çocuğu aldırmayı gerçekten istediği takdirde, düşüğün yalnızca geçici birtakım psikiyatrik semptomlar yarattığını ortaya koymuştur. Öte yandan, düşüğün reddi hastahane bakımını gerektiren uzun süreli ruhsal bozukluklar ortaya çıkarabilmektedir. Sağlıklı bir gebelik sürdüren ve tıbben iyi durumda olan annelerin büyük çoğunluğu doğan bebeği istememekte ve aldırmadıkları için hâlâ pişmanlık duymaktadırlar. İskandinav ülkelerinde yapılan bazı incelemelere göre, sona erdirilmesi istenilen gebeliklerin ürünü olan çocuklarda, kontrol yapılmayanlara oranla daha yüksek suçluluk eğilimleri ve diğer psişik rahatsızlıklara rastlanmaktadır.

Öjenik nedenlere dayanarak düşük yapma aşağıda belirtilen şartlar altında geçerlidir : annenin (a) daha önce mongol veya fenilketonürik tipli çocuk doğurması (b) gebeliğin ilk üç ayında kızamıkçık mikrobu alması veya (c) huntington koresi gibi belirgin patojenik özellikler taşıması. Habitüel çocuk düşürmeler, kadının, gebelik rolünü ve henüz doğmamış olan fetüsü bilinçdışı reddine bağlı görülmüştür. Bu tip dinamik formülasyonları ispat veya aksini ispat zordur. Ancak, çocuk düşürmeyi alışkanlık haline getiren kadınların, hekimlerinden büyük ölçüde destek ve anlayışa ihtiyaçları olduğu muhakkaktır.




Abreaksiyon (katarsis)


Çok kere zihinsel baskı mekanizmaları (bkz. represyon) dolayısıyla bilinç dışına itilen olayların bilinç yüzeyine çıkarılması işlemidir. Abreaksiyon, unutulan anı ve yaşantıların hatırlanmasını sağlayan zihinsel yönünün yanı sıra, bilinç dışına itilmiş olayların uygun bir emosyonel ifade ve boşalma ile yeni baştan yaşanması anlamına gelir. Abreaksiyonun sonucuna varmak için kullanılan yöntem ise katarsistir. Abreaksiyon, formel ve analitik oryantasyonlu psikoterapi sırasında oluşabilir ve hasta önceden bastırılan emosyonları ile mevcut semptomlar arasındaki ilişkiyi bu sayede kavrayabilir. Çeşitli katartik teknikler kullanılabilir, ancak iki nokta özel pratik önem taşır.

Bunlardan ilki, anıların canlandırılmasının uygun biçimde bir ifade veya boşalmadan yoksun olmasının terapötik bakımdan faydalı olmayacağıdır. İkincisi ise, travmatik olayın yakın bir tarihte ve şiddetli olması halinde, abreaksiyonun başarı derecesinin genellikle artmasıdır. Katarsis, savaş yıllarında «bomba korkusu» olaylarında başarıyla uygulanmıştır. Hipnoz (bkz.), hastanın travmatik olayı tekrar yaşaması için telkin yapılarak uygulanabilir. Bu tekniğin başarılı olması, terapistin tecrübesi kadar hastanın göstereceği işbirliğine de bağlıdır. Subhipnotik dozda uygulanan kısa tesirli entravenöz barbitüratların metedrin ile bileşimlerinin kullanılması daha güvenilir bir yoldur. Subanastetik dozlardaki, eter. inhalasyonu, uyarıcı nitelikte bir abreaksiyon meydana gelmesinde bugün birçokları tarafından en etkili yöntem olarak kabul edilmektedir, LSD gibi hallüsinojenik ilaçlarla yapılan abreaksiyon son zamanlarda daha az kullanılmaktadır.



Abstinans Semptomları


(uyuşturucu maddenin bırakılması halinde ortaya çıkan semptomlar) bu terim, uyuşturucu madde alışkanlığı olanlarda maddenin kesilmesi ile birlikte ortaya çıkan sendrom için kullanılır. Bu sendrom, afyonlu madde alışkanlığı, barbitürat (bkz.) Ve alkol (bkz.) Alışkanlığı gibi durumlarda beliren fizik alışkanlıklarla ilgili spesifik klinik özellikler taşır. Fizik alışkanlık ile ilgili olan psişik semptomlar bütün uyuşturucu madde alışkanlıklarında kendilerini gösterirler ve karakteristikleri genellikle sübjektif üzüntü ve bir şeye özlemdir. Tedavi, ya uyuşturucu maddenin devamı veya yerine hasta tarafından benimsenebilecek başka bir maddenin uygulanması, ya da trankilizan kullanımı ile olur.

(bkz. İptilâ ve abstinans semptomları)



Abulia


Abulia, iradesizlik anlamına gelir. Özellikle hipobuli gibi daha az tanınan bir biçimde kendini gösteren bir ruh hastalığıdır. Kişi karar verme ve kararlı davranma yeteneklerini kaybeder. Birçok nevrozlarda rastlanan ortak bir şikâyettir.


Acil Durumlar, Psikiyatrik




Psikiyatrik âcil durumların yalnızca hastadaki davranış bozulduğuyla değil, aynı zamanda bu davranışın başka kimselerde yarattığı anksiete ile de ilgili olduğunu kabul etmek gerekir.

Panik nöbetleri ve fazla şiddetli olmayan akut anksiete, özellikle hastalık fobisi ya da belli bir somatik anksiete belirtisi gösteren hastalarda (örneğin, çarpıntı veya psişik dispne), âcil durumlar yaratabilir. Hekim, hastayı yakından tanıyorsa, telefonla telkin yoluyla onu yatıştırması yeterli olabilir. Bu arada, panik nöbetinin geçeceği (ki her zaman geçer) ve hekimin bu durumun niteliğini anladığı da belirtilmelidir. Eğer evde uygun bir sedatif varsa, hastaya stat dozda tavsiye edilmelidir; bu amaç için, 200 veya 300 mg sodium amilobarbiton özellikle etkindir. Hekimin hastayı hiç tanımaması durumunda, genellikle evine giderek ciddi bir organik hastalığın mevcut olup olmadığını kontrol etmesi gerekir. Hastanın bir psikiyatri kliniğine yatırılması ender vakalarda doğru bir yoldur. Ancak hastanın yakınlarının baskıları nedeniyle yahut hastayı «bir şeyler yapıldığı» konusunda ikna etmek amacıyla gerekebilir. Aile hekiminin çağrılmasını gerektirecek derecede şiddetli davranış bozukluğu yaratan neden akut entoksikasyon (alkol, amfetaminler veya LSD) ise, o zaman genellikle hastanın bir cankurtaranla hastahaneye sevk edilmesi gerekir. Bu gibi sorunları ev ortamında tedavi çabaları çok kere yalnızca sabahın erken saatlerinde hekimin yeniden çağrılmasıyla sonuçlanır.

İster hipomanik, ister şizofrenik olsun, akut psikotik eksitasyon durumları, hastaya parenteral fenotiazin (örneğin klorpromazin 50-100 mg intramüsküler) uygulanmasını ve cankurtaranla psikiyatri kliniğine sevkini gerektirir. Psikiyatri kliniğindeki nöbetçi doktorla telefon görüşmesi yapılarak gerekli kararlar alınabilir; yani hasta kliniğe gitmeyi reddederse, ertesi sabah hastahane görevlilerinin yardımıyla hastanın götürülmesi kararlaştırılabilir. Akrabalara da, bu süre içinde hastaya ağız yoluyla fenotiazin vermeleri tavsiye edilebilir.

İntihar tehditleri, yalnızca açıkça tehdit niteliği bile taşısa, ciddiye alınmalıdır. Hastaya sedatif uygulanır (örneğin nitrazepam 5-10 mg) ve kırk sekiz saat içinde psikiyatri polikliniğinden bir randevu alınır. İntihar girişiminde ise, hastanın derhal bir cankurtaranla hastahaneye sevki doğru olur. Çağdaş psikiyatrik yaklaşımda, intihar girişiminde bulunan bütün hastaların tıbbi ve psikiyatrik değerlendirmeden geçmeleri gerekmektedir; bu da ancak hastahane koşulları altında etkin bir biçimde sağlanabilir.

Adolesans dönemindeki psikiyatrik âcil durumlar genellikle «kötü davranışlarla» (yani geceleri eve gelmemek, uyuşturucu ilaçlar kullanmak, v. s.) Ve «kimlik bunalımı» denilen durumla ilgilidir (semptomlar, depersonalizasyon kişilikten uzaklaşma ve bazen de kişinin kendisini bir dış güç yahut mekanizma tarafından kontrol ediliyor gibi hissettiği pasiflik duyguları semptomlarıdır). Adolesantlarda görülen bütün problemler, hekimin hem hastayı, hem de hastanın ebeveynini dinlemeye çok zaman ayırmasını gerektirir. Uyuşturucu madde sorunlarında, hastanın bir kliniğe şevki gerekir. «kimlik bunalımında» ise, hemen her zaman bir uzmana başvurulması şarttır, çünkü bu sendromla şizofrenik bir hastalığı ayırt etmek güçtür.

Yaşlılardaki psikiyatrik âcil durumlardan kitaplarda genellikle söz edilmez, oysa hekim bu gibi sorunlarla her zaman karşılaşabilir. Bu durumların tipik örnekleri geceleri sokaklarda dolaşan yaşlı kadınlar, havagazı musluğunu açan ama ocağı yakmayan yahut evdeki çöpleri oturma odasının ortasında tutuşturmaya kalkışan yaşlı adamlardır. Alınacak en etkin tedbir, eve bir psikiyatrist çağırarak hastanın davranışının yol açtığı sorunları doğrudan doğruya ona göstermektedir.



Acting Out (Çocuksu Davranış)

Tedavi sırasında, gelişmenin ilk safhalarına ait davranışların tekrarlanması. Meselâ, çocukluğa ait bazı komplekslerin yeniden harekete geçirilmesi sonucunda tahripkâr davranış, saldırganlık, kaçma, vs. gibi tepkiler. Bazı kişiler diğerlerine oranla çocuksu davranışa daha yatkın olurlar ve psikolojik bir gerginliği gidermek için meselâ anksieteyi gidermek gibi günlük hayatta belirli bazı davranış biçimlerine sığınırlar. Psikiyatristlerin birçoğu bu terimi; endişe ve rahatsızlık verici davranışlar gösteren hastalarını tanımlamak için kullanırlar.


Addison
Hastalığı



Addison hastalığında, koma öncesi veya sonrasında delirium semptomları belirebilir. Bunun dışında, tedavi görmemiş Addison hastalarının birçoğunda belirgin ruhsal bozukluklara rastlanır. Karakteristikleri depresyon (bkz.) veya apatidir (bkz.). Oysa, bazan da hasta kendisini iyi hisseder (bkz. öfori). Yakın geçmişle ilgili hafıza bozukluklarına ise sık rastlanır. Uygun bir yer değiştirme (replacement) tedavisiyle, bütün psikiyatrik semptomlar iyileşme göstermektedir.



Adenerjik


Uçlarından sinaptik iletici madde olarak noradrenalin (bkz.) salgılayan sinir lifleri için kullanılan bir terimdir. Bunlar çoğunlukla sempatik sinir sistemine ait liflerdir. Bununla birlikte, santral sinir sistemindeki birtakım sinapsların da adrenerjik olduğuna dair deliller vardır. Bu, özellikle, bazı orta beyin merkezleri için doğrudur. Genellikle, adrenerjik lifler, vücudun ergotrofik reaksiyonlarıyla, yani aktivite ve stress'le ilgili liflerdir. (bkz. Adrenalin)



Adet


Adet siklusuyla psikolojik fonksiyon arasında karmaşık bir ilişki vardır. Adet öncesi gerilimin (bkz.) karakteristiği, ruhsal durumda yarattığı bozukluktur. Nevrozlarda, âdet öncesinde anksiete veya depresyon şiddetlenir. Birçok kadın âdet öncesinde ve süresince düşük bir performans ve kaza yapma eğilimi gösterir. Bu dönemde, kadınların intihar etmeleri veya cinayet işlemeleri ihtimali yükselir. Bazı epileptiklerde, âdet öncesi dönemde, nöbet frekansları artmaktadır.

Birçok psikiyatrik bozuklukta âdet siklusu da bozulur; amenore (bkz.) oligomenore yahut menoraji görülebilir. Âdet düzensizliği çok kere psikolojik bozukluğa sekonderdir, ama anksieteye yol açması da muhtemeldir.




Adet Öncesi Gerilim


Bu terim, âdetten hemen önceki günlerde baş gösteren bir grup semptomu kapsar. Bu bozukluğun şiddeti hafif bir rahatsızlıktan kadının hayatını aksatıcı bir şikâyete kadar, süresi de bir günden bir hafta veya daha uzun bir döneme kadar değişkenlik gösterir. Genellikle, şiddetli semptomlar daha uzun bir zaman sürer. Başlıca özellikleri :

(a) Ruhsal durumda değişim: gerilim ve sinirlilik, bazen depresyon da görülür. Ruhsal durum değişken olup âdet yaklaştıkça kötüleşme eğilimi gösterir.

(b) Fizik semptomlar : Genel fizik rahatsızlık, şişkinlik duygusu, memelerde acıma ve şişme, bazen kilo artışı. Bu bozukluğa, hafif biçiminde, çok sık rastlanır. Nörotik kişilikli kadınlarda daha şiddetli semptomlar görülmesi muhtemeldir. Hormonal faktörler de önemlidir. Progesteron ve östrojen salgılarındaki bir dengesizlik sonucu gelişen progesteron yetersizliğinin bu duruma yol açtığı ileri sürülmüştür. Psikolojik semptomların oral kontraseptiflerle veya noretisteron gibi bir progestojen ile düzeldiği bugün ispatlanmıştır. Fizik semptomlar ise diüretik tedavisine daha iyi cevap vermektedir. Bu da, en az iki fizik mekanizmanın söz konusu olduğuna işaret etmektedir.



Ağlama

Çeşitli kayıplara, hayal kırıklıklarına ve früstrasyonlara karşı sık görülen ve aslında normal olan bir tepkidir. Kökeni, çocukluk dönemine ait, spesifik olmayan, rahatsızlığa karşı gösterilen tepkidir ve çocuk büyüdükçe seyrekleşir. Erkeklerden çok kadınlarda görülmesinin nedeni hiç değilse güçsüzlük, çocuksu ve kadınsı davranışla kültürel bakımdan bazı çağrışımlar yarattığı içindir. Bazan beklenmeyen iyi bir haber üzerine gerilimin birdenbire geçmesine bir tepki olarak paradoksal bir biçimde baş gösterir.

Bazı durumlarda ağlama psikiyatrik bir anlam taşır. Nörotik depressif kadınlarda sık görülür. Oysa psikotik depresyon daha şiddetli bir bozukluk olduğu halde, bu tip kadınlar ender olarak ağlarlar. Nitekim, bu hastalar artık ağlayamadıklarını ya da «ağlama dönemini geçirdiklerini» söyleyebilirler. Ani hıçkırıklarla başlayan ağlama, serebral arteriosklerozdaki «emosyonel enkontinans» in karakteristik bir özelliğidir. Depresyon belirtisi ve daha önce ağlama eğilimi göstermeyen bir kişide birden gelişen ağlama nöbetleri, her zaman organik serebral hastalık şüphesi uyandırmalıdır.



Adler, Alfred (1870-1937)


Bireysel psikolojinin kurucusu olan Adler, cinsiyet ve libido teorisine verilen fazla önemi kabul etmeyen Neo-Freudiyen analistlerden biridir. Adler zihinsel bozuklukların doğuşunda ve ilerleyişinde, günlük ortamsal etkilerin daha büyük bir önem taşıdığına inanmaktaydı. Genetik, organik ve sitüasyonel faktörlerin yarattığı aşağılık duygularının çok önemli olduğunu ve nevrozların yahut davranış bozukluklarının bilinçli veya bilinçsiz aşağılık duygusu ile aşırı kompansasyon arasındaki çatışma sonucu ortaya çıktığını ileri sürdü. Çocuk dört yaşındayken kendine bir «hayat tarzı» belirler ve çocuğun yaşadığı ortamdaki otorite kişilerle arasındaki ilişkiler, onun gelecekteki davranış biçimlerini etkiler. Başka bir Adler kavramı ise, «erkek protestosudur»: yani, erkekle kadın arasında hiçbir temel farklılık olmayıp, görülen bütün farklılıkları sosyal ve kültürel faktörler yaratmaktadır. Böylece, bir erkek toplumunda kadın kendisini ispat etmeye çabalar. Kadının bu protestosu birçok biçimlerde olabilir ve eğer bir çatışma meydana gelirse, sonucunda emosyonel bozukluk ortaya çıkar. Psikiyatri tarihinde Adler'in önemi yeterinden çok az değerlendirilmiştir. (bkz. Aşağılık duyguları)


Adolesans


Buluğ çağının başlangıcından tam cinsel olgunluğa erişinceye kadar geçen dönem, psikolojik bakımdan büyük bir önem taşımaktadır. Oysa hayatın bu dönemiyle ilgili olarak, psikiyatrik açıdan yeterince araştırma yapılmamış olması şaşırtıcı bir husustur. Sonucunda da, adolesans dönemindeki psikiyatrik bozuklukların insidansı ve yaygınlıklarıyla ilgili güvenilir rakamlar, bunların tarihçesi ve tedavileriyle ilgili bilgi eksiktir.

Başka bölümlerde daha ayrıntılı olarak incelenen, iyice belirlenen birtakım sendromlar (şizofreni, depressif hastalık, anoreksia nervosa, ilaç iptilâsı, vs.), önce adolesansta görülür. Bununla birlikte, yalnızca adolesans dönemine özgü hiçbir psikiyatrik bozukluk yoktur. Bu dönemin psikiyatrisiyle ilgili tartışmalar, kaçınılmaz olarak, spesifik hayat stress’leri ve mevcut aile örnekleri, bunların yanı sıra da adolesanların bu durumlara hangi davranış yollarıyla tepki gösterdikleri gibi hususlar üzerinde toplanır.

Amerikalı psikanalist ve antropolog Erik Erikson, çocukluğun her bir çağını, çocuğun karşısına çıkan ve öbür çağa geçmeden önce yerine getirmeyi başarması gereken bir görev açısından ele almıştır. Erikson'a göre adolesans, dengeli bir kendim-tanıma (self-identity) kavramının gerçekleştirilmesi gereken bir dönemdir. Genç kişi yüz ve vücut görünümü, cinsel yeterliliği, entellektüel yeteneği, bir işe girme ve sürdürme kapasitesi, karşı cinste yarattığı çekicilikle ilgilenir. Şimdiye kadar kendisiyle ilgili görüşleri çoğunlukla ebeveyninden öğrenmiştir, ama artık gittikçe artan bağımsızlığı dolayısıyla kendinin ve yaşıtlarının yargılarına daha çok güvenmek zorundadır. Bu alanlardan herhangi birinde duyulan aşırı anksiete, ilginin yalnızca belli bir fonksiyonda kümelenmesine (meselâ hipokondria semptomlarının ortaya çıkması) veya «ispat» davranışına yol açabilir. Bu durumda genç kişinin anksieteye gösterdiği tepki aşırı kompansasyon olur; kendi muhtemel yeteneksizlikleriyle ilgili korkularını yatıştırmak amacıyla fiziksel cesaret veya «gösteriş» hareketlerine girişir.

Birçok adolesanlar hayatlarının bu bölümündeki krizleri geçirirken, bunları göğüsleyebilecek yetenektedirler ve hiçbir uzun süreli kişilik bozukluğu ortaya çıkmaksızın bu krizlerin üstesinden gelebilirler. Oysa bazı adolesan grupları krizlerden etkilenmeye daha yatkındır. Bu durumlarda, ortaya çıkan emosyonel karışıklığın derecesi tıbba müracaat etmeyi gerektirebilir. Meselâ kronik fiziksel hastalık, yaşça daha küçük olanlar tarafından daha kolay karşılanabilirken, adolesans dönemindeki bir hasta, ilk defa olarak, kendisinin başkalarından farklı olduğunu ve hayatın ödüllerle dolu olmadığını anlayabilir. Diabetes mellitus, epilepsi, astım, vs. gibi hastalıklara yakalanmış çocuklarda, buluğ çağında veya buluğ çağından hemen sonra, davranış bozukluklarının ilk belirtileri görülebilir. Sosyal bakımdan yoksunluk içinde olan genç kişi de bu çağda davranış bozukluğu gösterebilir. Yıkılmış bir yuva, yoksulluk, ebeveynin işsiz kalması, ebeveynin çocuğu reddetmesi, vs. gibi çok rastlanan kötü sosyal faktörlerle suçluluk arasında ilişki vardır. Çocuğun üzerine düşmenin kötü etkileri sonucunda ortaya çıkan isyankâr davranış da önce adolesansda görülür. Buluğ çağına kadar annesiyle arasında aşırı yakınlık olan bir çocuk, özellikle anne eğer çocuğun bağımlılığını sürdürme çabası gösterirse, açık bir emosyonel bozukluk tepkisi gösterir. Her ne kadar aile hayatının adolesanın davranışı üzerindeki etkisine çoğu zaman daha çok ilgi gösterilirse de, bunun tersi de unutulmamalıdır. Hekime başvuran orta yaşlı bir kadında görülen depresyon semptomlarının doğrudan doğruya, kadının adolesans dönemindeki çocuklarıyla uğraşmakta ve onları kontrol altına almakta çektiği zorluklarla ilgili olması çok ender rastlanan bir durum değildir. Anoreksia nervosa, şizofreni, vs. gibi spesifik psikiyatrik sendromların tedavileri, bu bağlıklar altında anlatıldığı gibidir. Genç adolesanda rastlanan tam tanımlanamayan sendromların ayrıca üzerinde durmak gerekir. Genellikle, spesifik bir bedensel fonksiyon şikayetiyle hekime başvuran hipokondriak ve çekingen bir genç kişiye yardımcı olabilmek için en iyi yol, ona endişelerini tartışma fırsatını vermektir. Medazepam gibi hafif bir trankilizanla kısa bir tedavi süresi, özellikle güç bir dönemin atlatılmasına yardım edebilir. Saldırgan ve topluma karşı olan bir adolesanın kendi kendine hekime başvurmasına ender rastlanır; çoğu zaman böyle bir adolesan kızgın ebeveyni tarafından hekime getirilir veya ebeveyn onun yokluğunda hekimin tavsiyelerini öğrenmek ister.

Bu durumda hekim tarafsız kalarak ebeveynin suçluluk, depresyon ve öfke duygularına anlayış göstererek, çok güç olsa bile ebeveyn çocuk ilişkisinin olumlu yanlarının önemi üzerinde durarak ve iyi bir sonuca ulaşma olanaklarını göstererek çok yardımcı olabilir. Çocuk suçlular arasında yalnızca ufak bir azınlık ilerde suç işler. Gene de, genç bir suçlunun ilerde başka sosyal ve psikolojik problemler edinmesi ihtimali pek küçümsenemez. (bkz. Buluğ çağı)

 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#2
Aerofaji


Çoğu zaman yutkunamama (disfaji) ve bazan da kusmayla birlikte olan hava yutma, genellikle bir histeri (yani konversiyon) semptomu sayılmaktadır. Bazan da sekonder bir amaçla, yani hasta taklidi yapma maksadıyla başvurulan bilinçli bir alışkanlıktır. Büyük miktarda hava yutan bazı hastalarda şiddetli anormal şişkinlik olur. Semptomatik düzeyde etkin olabilecek hiçbir tedavi yoktur. Semptomun altında yatan durumun tedavisi, psikoterapi veya bir şartlama tedavisi gerektirebilir. Bazı aerofaji hastalarında, temelinde depressif hastalıklar olan histerik fenomenler tezahür etmektedir. Bu durumlarda depressif hastalığın tedavisi etkili olmaktadır. (bkz. Histeri)



Afazi


Sözlük anlamı «konuşamama» olan afazi terimi; konuşma, yazma veya el kol hareketleri gibi her türlü komünikasyonda, ifade ve anlama yeteneğinin kaybı veya kısmen kaybı anlamında kullanılmaktadır. Efektör veya reseptör nöron yollarındaki bir bozukluktan ötürü olmayıp, merkezi kavram veya konstrüksiyon güçlüklerinden ötürü olur. Spontan veya açıklayıcı konuşmalar; uygunsuz, tutarsız ve hastanın öğrenimiyle sosyal temeli bakımından gramer yanlışlıkları ile dolu olduğu zaman bu durumdan şüphe edilmelidir. Zekâ bozukluğu göstermeyen bir hastada afazi görüldüğünde, konfüzyonla karıştırılabilmektedir (meselâ ambolizm, yaralanma veya vasküler spazmdan sonra). Oysa çoğu zaman dejeneratif durumlarda meydana gelir-senil demans (bkz.), pre-senil demans (bkz.) (özellikle lobus temporalis atrofisi bulunan Pick hastalığında) veya genel serebral arterioskleroz ve global demans ile ilgilidir. Otistik (bkz. Otizm) çocuklarda da görülür. Bu duruma duyu testleri uygulandığında, sorular yahut basit talimatlar biçiminde yöneltilen sözleri hastanın kavrayamadığı ; anahtar veya para şıkırtıları, kağıt hışırtıları gibi sesleri anlayamadığı (oditer agnozi) ; okuyamadığı (aleksi - bazan doğuştan olur) ; gördüğü veya dokunduğu nesneleri tanıyamadığı (vizüel ve taktil agnozi) görülür. Hastanın motor açıdan muayenesi spontan konuşma, anlatma (afazi) ve yazma (agrafi) bakımından yapılır; talimatlar hem sözlü, hem de yazılı olarak verilir. Son olarak, hastanın kibrit veya anahtar gibi nesneleri kullanma ( ideasyonel apraksi) ve şekil yapma veya kopya etme yetenekleriyle ilgili (konstrüksiyonel apraksi) testler yapılır. En çok rastlanan bulgular arasında nominal afazi —hastanın fonksiyonu tanımladığı ve bir kaç isim arasından seçebildiği (sosis, kitap, kalem, lamba) halde nesnenin adını bulamaması (yazmaya yarayan bir şey— ; yani, «kalem») — perseverasyon (ikinci bir nesne gösterildiği halde, birinci nesnenin adını söyleme) ; agramatizm, yani telgraf diliyle konuşma; parafazi, jargon afazisi, sentaks afazisi — yanlış ya da olmayan sözcüklerin kullanılması — ; verbigerasyon — sözcük ya da cümlelerin sürekli tekrarı — ; sibilasyon — fasılalı «sss» sesleri çıkarma görülür. Broca konuşma alanı (ikinci ve üçüncü frontalis kıvrımlarının ön kısmı), ikinci frontalis girus'u (agrafi merkezi), birinci temporalis girus'u (sözcük sağırlığı), angüler girus tahrip olduğu zaman afaziye yol açan beyin (bkz. Konuşma bozuklukları)



Afoni

Organik lezyon veya histerik reaksiyona bağlı konuşamama. Histerik afoni ve organik hastalıktan ötürü oluşan benzer bir durum aşağıdaki özellikleri bakımından ayırdedilebilir:

(a) tamamendir — hiçbir sözcük söylenemez;

(b) zekâ bozukluğu yoktur;

(c) işaret ve yazıyla anlatımda bulunulabilir;

(d) dudak, dil ve ses testlerinde periferik lezyon yoktur. (bkz. Histeri)




Agnosia

Yunanca'daki «agnostos» — bilinmeyen — sözcüğünden gelen «agnosia» terimi ilk olarak 1891'de, tanıma yetersizliğinin karşılığı olarak Sigmund Freud tarafından kullanıldı. Agnosia, etkilenen duyusal (sensory) kanala göre sınıflandırılır, fakat aslında o duyuda bir bozukluk yoktur. Vizüel obje agnosia'sı, lobus occipitalis'deki lezyonlardan ötürü, görülen objelerin tanınamamasıdır. Bu objeler başka yollarla, meselâ dokunmayla tanınabilir. İnsanların yüzlerini tanıma yetersizliğine «prosopagnosia» denir ve çoğunlukla paranoid bir tezahürle birlikte mevcuttur: aynaların arkalarında yabancı insanlar görüldüğü için, üzerleri örtülür, işitme yetersizliği (oditer agnosia), dominan lobus terminalis'deki lezyonlardan ötürü bilinen sesleri, meselâ para şıkırtısını, su şırıltısını tanıyamamadır. Dokunmayla tamına yetersizliği (tactiie agnosia), yüzeysel ve derin duyarlık bozuk olmamasına rağmen, objeleri tanıyamamadır ve lobus parietalis'deki bir lezyonu belirtir. Eğer duyuda bir bozukluk varsa, tanıma yetersizliğine astereognosis denir. Agnosia çoğunlukla vaskülar lezyonlardan ötürü ortaya çıkar ve genellikle karmaşıktır. Beyinde derin yaralar sonucu olan «tam yetersizlik» durumları da vardır.



Agorafobi


Özellikle yalnız başına dışarı çıkmak korkusu olarak nitelenen ruhsal çöküntü ve güçsüzlük yaratıcı, nispeten çok rastlanan bir bozukluktur. Agorafobi genellikle buluğ çağında ve en çok 15-35 yaşları arasında başlayıp, erkeklerden çok, kadınlarda belirir. Bilinen bir tek basit nedeni yoktur. Çocukluktaki travmatik olaylardan ziyade, stress yaratan olaylar ve nörotik kişiliğin etken olması ihtimali yüksektir. Bununla birlikte, çocukluktaki ayrılma olayları sonucunda ortaya çıkan bağımlılık (dependence) durumları ve genç kadın hastalarda görülen cinsel anksieteler de sık rastlanılan nedenlerdir. Bu sendrom birkaç hafta veya ay, yahut da daha yavaş olarak birkaç yıl süresince gelişebilir. Çoğunlukla yıllarca sürmesine rağmen, bazan kendiliğinden geçiverir, bazan da nüksederek seyreder. Fobilerin şiddeti, bazan ortamsal stress'ler ve ruhsal değişimlere bağlı olarak, fakat önceden kestirilemeyen bir biçimde, iniş çıkışlar gösterir. Gene de, fobi kronikleştikçe kaçınma davranışı belli bir tablo gösterebilmektedir. Serbest anksiete, panik nöbetleri ve depresyon gibi başka nörotik semptomlar da bu fobiyle ilgili olabilmektedir. Fobi semptomları genellikle depresyon dönemlerinde kötüleşmektedir.

Bu fobinin kontrolü çok yönlüdür. Eğer depresyon, panik ve sitüasyonel olmayan anksiete belirginse, antidepresanlar ve anksiolitik ilaçlar faydalıdır. Hattâ depresyonun belirgin olmadığı durumlarda bile bu ilaçları denemek yarar sağlayabilir. Davranış terapisi (bkz.) Teknikleri, çoğu zaman hastaların korktukları durumları daha rahat karşılamalarına yardımcı olur ve muhtemelen hafif vakalarda veya kaçınma davranışının şiddetli fakat depresyonun hafif olduğu durumlarda en iyi sonucu verir. Uzun bir hastalık döneminden sonra, hastanın kişisel, sosyal veya aile sorunlarını çözümlemesinde onu desteklemek için psikoterapötik ve sosyal bir çalışma gerekebilir. (bkz. Fobi)




Agyria (Gyrus yokluğu-Lissansefali)


Agyria (Gyrus yokluğu-Lissansefali)

Bir gelişme bozukluğudur. Genetik olabilir, fakat bu konuda kesin bir dayanak yoktur. Beyinde hiç kıvrım (konvolüsyon) olmaz ve bunun sonucunda şiddetli akıl bozuklukları ortaya çıkar
.


Aile


Son elli yıl içinde yürütülen sayısız sosyo-psikolojik aile incelemeleri konusunda gelişigüzel bir bilgiden daha fazlasını edinmiş kaç aile hekimi vardır? Oysa tıbbın anlaşılması için nasıl anatomi ve fizyoloji bilgisi şartsa, aile kurumunun anlaşılması için de bu incelemeler şart olmuştur. Aile birkaç sistemin bir bütün halinde oluşturduğu sosyal bir yapının bir bölümüdür: evlilik, aile, akrabalık, din, ahlâk, ekonomi, vs. Bu karmaşık yapının bir bolümü olan aile de birkaç öğeden oluşur. Bunlardan birincisi, ailenin çekirdek birimidir. Bu birim, toplumca onaylanan bir cinsel ilişki kuran ayrı cinsiyetli iki yetişkinden ve bu birleşme sonucu dünyaya gelen yahut bu çekirdek biriminde büyütülen bir veya birkaç çocuktan oluşur. Bazı toplumlardaki birleşik yahut geniş kapsamlı aile grubunda da çekirdek birimi vardır; ama anaerkil yahut ataerkil olarak aynı bölgede yaşayan ve kadının yahut erkeğin akrabalarını da içine alan aile daha geniş bir gruptur.

Evlilik ve ebeveynlik birtakım kurallarla sınırlanabilir - endogami veya eksogami (grubun içinden yahut dışından birisiyle evlenme), monogami, poligami veya poliandri. Bütün akrabalık bağları aileden doğar; bu bağların gücü, o toplumdaki sosyal norm ve kalıplara göre değişir. Aile çeşitli açılardan incelenebilir: antropolojik, hukuki, ekonomik, sosyo-psikolojik, psikanalitik yahut dinsel açıdan. Böylece, konunun son derece karmaşık olduğu ve ailenin gerçekten anlaşılması için birçok açıdan ele alınması gerektiği bellidir. Psikiyatri alanında, daha ziyade çocuk psikiyatristleri tarafından, nispeten yeni ve henüz iyi tanımlanamamış bir aile psikiyatrisi dalı kurulmuştur. Bu uzmanlar, aile dinamiğinin anlaşılmasının, çocuklardaki davranış bozukluklarına (bkz.) ve başka bozukluklara ışık tutacağı umudunu beslemektedirler.

Çocuklarda görülen suç işlemenin etyolojisinde yıkılmış yuvalar spesifik ve önemli bir rol oynayabilir. Oysa bütün akıl hastalıklarında, genel pratisyenlerin yalnızca ailenin durumunun hasta üzerinde gösterdiği etkileri değil, aynı zamanda hastalığın ailedeki öteki bireyler üzerinde gösterdiği etkiyi de göz önünde tutmaları önemlidir.


Aile içi Cinsel İlişki


Bir erkeğin torunu, kızı, kızkardeşi, annesi olarak tanıdığı bir kadınla cinsel ilişki kurması ve aynı şekilde 18 yaşını aşmış bir kadının bu gibi akrabalık ilişkileri bulunan bir erkekle cinsel ilişkide bulunmayı kabul etmesi bir suçtur. Öte yandan, bu suç çok yaygın olup çeşitli biçimlerde görülmektedir. En sık rastlananı baba-kız arasındaki ilişkidir. Kardeşler arasında bu ilişkiye daha az ve anne-oğul ilişkisine ise ender rastlanmaktadır. Söz edilen üçüncü tip ilişkide, eşlerden birinde yahut her ikisinde birden ciddi bir akıl hastalığı bulunmuştur. Erkek ve kız kardeşler arasında, buluğ çağından önce cinsel oyunlar normal sayılmaktadır. İlişkinin patolojik niteliğini, yoğunluğu belirler. Baba-kız arasındaki cinsel ilişki birtakım belli tablolar gösterir. Genellikle mutsuz bir evlilik söz konusudur; baba güçsüzdür, ama cinsel dürtüsü yüksektir ve eşi buna cevap vermemektedir. Baba teselliyi kızında arar ve gerçekten de kız annesinin yerini alabilir. Başka bir karakteristik durum da problemli bir ailedeki alkolik babadır; eve sarhoş dönerek genç kızını iğfal edebilir, hattâ kızın ırzına geçebilir. Son olarak, babayla kız arasında gerçek bir sevgi ilişkisi gelişebilir; iki sevgili gibi davranırlar, hattâ birlikte evden kaçabilirler.

Aile-içi cinsel ilişkinin ürünü olan bir gebeliğin sona erdirilebileceği bazı ülkelerin yasalarında açıkça belirtildiği halde, çok kere böyle bir ilişkiyi gizli tutma kaygısıyla gebelik sürdürülmektedir. Bu tip bir ilişkiyi sezen hekim, durumu çok dikkatle ele almalıdır, çünkü mahkeme ve hapis cezası, ailenin tamamen yıkılmasına neden olabilir. Hekim böyle bir sorunla karşılaştığı zaman bir psikiyatriste başvurmalıdır.



Ajitasyon


Bu çoğu zaman relaksasyon veya konsantrasyon yoksunluğu ile beliren ve sübjektif kuruntulardan ötürü ortaya çıkan bir huzursuzluk durumudur. Aslında, huzursuzluğun mutlaka belirmesi gerekmez. Süjenin davranışı tekrarlamalı ve amaçsızdır; amaçlı görünse bile hiçbir amaca ulaşamaz.

Herhangi bir anksiete veya gerginlik durumuna bağlı olarak, etyoloji sözkonusu olmaksızın, bir dereceye kadar ajitasyon görülebilirse de, bununla ilgili hareketler nispeten sınırlı ve belirsizdir. Hasta sürekli olarak ayağını oynatır, üstünü başını düzeltir, bir pipo veya kalemle oynar, oturduğu yerde kıpırdanır, vs. Şiddetli ajitasyona daha az olarak ve başlıca depressif hastalıklarda, özellikle envolüsyonel melankolide (bkz.) rastlanır. Bu durumda hastanın bütün vücudu etkilenir, hattâ hasta uzun süreli bir işi yapamaz olur. Yerinde oturamaz, ayağa kalkar, gene oturur, odada dolaşır, ellerini oğuşturur ve durmadan hiçbir zaman tamamlamadığı işler yapmaya koyulur. Bazan, belirgin bir gerginlik veya ruhsal çöküntü olmasa bile, bu gibi davranışlara rastlanır. Bu durumlarda presenil veya arteriosklerotik olan bir demans proçesinden şüphe edilmelidir. Ajitasyonun tedavisi, temelindeki hastalığın tedavisiyle sağlanır. Şiddetli ajitasyonla birlikte kendini gösteren depressif hastalıklar çoğunlukla ECT veya trisiklik ilaçlara cevap verir. Ajitasyon belirgin olduğu zamanlarda da amitriptilin'in imipramin'den daha etkili olduğu düşünülmektedir. Depresyon kontrol altına alınıncaya kadar geçen süre içinde ve demans proçeslerinde, adamakıllı şiddetli ajitasyonları bile kontrol altına almak için fenotiazin'ler etkili olabilir. Daha az şiddetli depresyonlarda çok rastlanan anksieteyi ve hafif ajitasyonu kontrol altına almak için benzodiazepin'ler: klordiazepoksid ve medazepam yaygın olarak kullanılmaktadır. Bununla birlikte, hem fenotiazin'lerin, hem de trisiklik anti-depresanların ajitasyona yol açabilecekleri her zaman hatırlanmalıdır. Bu gibi oturma güçlükleri (akathisia) (orfenadrin gibi antiparkinsonizm ilaçları uygulayarak veya yukarda belirtilen ilaçların dozunu azaltmakla bir dereceye kadar kontrol altına alınabilir. Oysa bazan ilacı kesmekten başka çare yoktur. (bkz. Anksiete, depresyon, motor bozukluklar ve aşırı aktivite)


Akathisia


Sözlük anlamı «oturamamak» olan «akathisia» terimi, Birinci Dünya Savaşını izleyen ansefalit epidemisinde, aslında vücutça hareketsiz olan parkinsonizm hastalarındaki hafif huzursuzlukları, kımıldanmaları ve kalkıp yeniden oturma eğilimini (impatience musculaire) tanımlamak amacıyla Bing tarafından kullanılmıştı. Postansefalitik Parkinsonizm'in birçok özelliği gibi, artık bu semptoma da majör trankilizanların (bkz.) yan etkisi olarak rastlanmaktadır — özellikle piperazin tipi fenotiazinler (bkz.) ve bütirofenonlar (bkz.), bazan da trisiklik antidepresanlar (bkz.) Hasta iç huzursuzluk ve gerginlikten şikâyet eder; ayakta dururken durmadan zıpladığı veya amaçsızca gezdiği görülür. Tedavi sırasında Parkinsonizm özelliklerine bağlı bir huzursuzluk ortaya çıkarsa, zihinsel bir ajitasyon değil de, toksisite belirtisi olmasından şüphe edilmelidir. Tedavi, sözkonusu ilacın kesilmesi veya dozunun azaltılması ve gerekirse biraz ara verildikten sonra, piperazin sınıfından olmayan bir fenotiazin verilmesiyle uygulanır.



Akçaağaç Balı İdrar Hastalığı


Bu hastalık doğuştan mevcut bir metabolizma bozukluğudur. Lösin, izolösin ve valin gibi aminoasitler idrarla birlikte itrah olduğu için idrarın akçaağaç balı kokusunu andıran karakteristik bir kokusu vardır. Birçok vakada, semptomlar neonatal dönemde gelişememe, beslenme güçlükleri ve genellikle spastik paralize, konvülsiyonlara, erken ölüme yol açan hızla ilerleyici bir nörolojik yıkını biçiminde belirir. Bazı hastalar yaşarlar, ama şiddetli akıl geriliği gösterirler. Yan zincirli aminoasitler bakımından düşük bir dietle erken tedavinin başarılı olduğu ileri sürülmüştür. Bu durum, otosomal resessif tipte bir kalıtım biçimidir. (bkz. Kalıtsal metabolizma bozuklukları)



Akıl Bozukluklarına Yol Açan Organik Hastalıklar


Genel tıbbi bozukluklar

Gripten ve diğer virüs enfeksiyonlarından sonra sık sık depresyon görülür. Bu durumun, gribin gittikçe azalarak gösterdiği bir seyir olarak değil de, «depresyon» olarak teşhisi önemlidir. Bedeni zayıf düşüren başka hastalıklar da aynı etkiyi gösterebilir. Diğer bozuklukların önemi ise, hastanın hayat koşullarına ve kişiliğine göre değişir. Örneğin, nispeten hafif bir kalça osteoartriti, bir postacıyı hayata karşı başarısız kılarak psikiyatrik semptomlara yol açabilir. Aynı şekilde, bir hasta genel veya spesifik fizik bozukluklara karşı birtakım özel psikolojik duyarlılıklar gösterebilir. Bu durum hipokondriak bir kişilik, spesifik travmatik bir tıbbi anı, ya da özellikle yaşlılarda fizik aksaklığın çok kere yol açtığı toplumdan uzaklaşma gibi nedenlerden ötürü olabilir.

Ameliyat ve doğum

Ameliyat ve doğum komplikasyonları olarak majör psikiyatrik hastalıklara sık rastlanır. Semptomlar ameliyat ya da doğumdan ortalama 10-14 gün sonra başgösterir. Bu tür psikiyatrik ruhsal çöküntü, başka komplikasyonlarla, kullanılan anestetik ve sepsis tipiyle ilgili görülmemiştir. Ancak, hastanın ameliyatla ilgili anksietesini yatıştırmak ya da uygun doğum-öncesi hazırlıklarını yerine getirmek yoluyla, bu durumun insidansının azaltılabileceği ispatlanmıştır. Yaşlı hastalardaki arteryel hastalık veya katarakt gibi durumlar için yapılan ameliyatların sonradan konfüzyon veya paranoid psikozlara yol açması muhtemeldir.

Santral sinir sistemindeki organik bozukluklar

Demans, yaygın lezyonlar ve vitamin yetersizliği (örneğin, B12 vitamini) genellikle tipik bir «organik» akıl bozukluğu biçiminde belirir. Oysa hastada, dolaylı olarak organik bozukluktan ileri gelen «fonksiyonel» semptomlar da belirebilir. Hastanın performansını ve çalışma yeteneğini düşüren bir beyin tümörü, nörotik semptomların oluşmasına yol açabilir. Böylece, daha önce dengeli olan ve orta yahut ileri yaşta histerik veya diğer nörotik semptomlarla hekime başvuran bir hastaya hemen «histerik» teşhisi koyulmamalıdır. Daha önce dengeli bir kişiliğe sahip bir hastada beliren bir histeri semptomunun nedenlerinin araştırılması gerekir.



Akıl Bozukluklarının Fizyolojik Temeli

Bkz. Akıl hastalığının bio-kimyasal ve nörofizyolojik temelleri.



Akıl Durumunun Muayenesi

Psikiyatrik değerlendirmenin en önemli bölümü budur. Organik bir bozukluktaki fizik muayeneye tekabül eder ve hekim bilgi edinmek için bütün duyularını kullanmalıdır.

Davranış ve Konuşma

Genel davranıştaki ve görünümdeki anormallik genellikle, yakınlarına hastanın iyi durumda olmadığını gösteren ilk belirtilerdir. Yüz ifadesi, yürüyüş, giyiniş, yapmacıklı hareketler, vs. Çok kere temeldeki hastalığın açık belirtileridir. Gergin ve anksiyöz hastanın tırnakları kemirilmiş ve tütünle boyanmış parmakları, demans durumundaki bir banka müdürünün gömleğindeki yumurta lekeleri, şizofrenik kişinin yüzündeki aptalca gülümseme ve kalıplaşmış hareketler bunun belirgin örnekleridir. Hastanın konuşması aşırı hızlı yahut yavaş olabilir. Konuşma sırasında duralamalara, tutarsızlıklara, vs. anksiete ve depresyon durumlarında sık rastlanır. Bazı şizofreni biçimlerinde karakteristik olarak görülen neolojizmler ve anormal düşünce çağrışımları giderek demans durumlarına özgü anlaşılmaz mırıldanmalara dönüşür. Mani ve şizofrenide, yahut konunun yalnızca aşırı anksiete yarattığı durumlarda hasta birden konuyu değiştirebilir. Hastanın konuşması, konuya göre değişkenlik gösterebilir ve emosyonel bakımdan yüklü konularla ilgili ipuçları verebilir. Ruhsal durum

Ruhsal durum mutlu, üzgün, anksiyöz, şaşkın, sinirli veya kayıtsız olabilir. Bir hastada intihar riskini değerlendirmek için, depresyonun derinliğinin değerlendirilmesi önemlidir. Affektif (duygusal) yüzeysellik, organik veya şizofrenik bir bozukluktan ötürü olabilir. Ruhsal durumun sürekliliği, durumun etyolojisine ışık tutar. Hastanın ruhsal durumunun ortam değişimlerine yahut hekimin açtığı konulara kolayca cevap vermesi, reaktif bir depresyona işaret eder. Bazı şizofreniklerde ruhsal durum tutarsız olabilir. Ruhsal durumda anormal bir denge kararsızlığı hipomanide karakteristiktir ve demansta sık görülür.

Dalgınlık, karamsar inançlar ve algı bozuklukları

Obsessif-kompülsif fenomenleri ve depersonalizasyonu (kişilikten uzaklaşma); üstlenme fikirlerini ve depressif yahut şizofrenik kökenli olabilen diğer paranoid fikirleri; pasiflik duygularını ve şizofrenide en sık görülen işitme hallüsinasyonlarını; yahut bilinç bulutlanmasıyla birlikte, organik bir duruma işaret eden illüzyon ya da görsel hallüsinasyonlan kapsayan bu fenomenlerin aydınlatılmasında anamnestik ipuçları önemlidir.

Sensorium

Gerçek oryantasyon bozukluğu yalnızca organik akıl bozukluklarında görülür; en yaygını zaman oryantasyonudur. Yakın geçmişteki olaylarla ilgili hafıza kaybı demansta tipik bir semptomdur ve basit testlerle doğrulanabilir. Ajitasyon durumlarında «hafıza zayıflaması» şikâyetine sık rastlanır, ama bunun nedeni dikkat ve konsantrasyon kaybıdır ve gerçek hafıza kaybından ayırt edilmelidir. Demans bozukluklarında kavrama bozuklukları karakteristiktir. Ancak, dikkat kaybına, vs. Sekonder olan herhangi bir psikiyatrik bozuklukta kavrama da etkilenebilir.

Sezgi ve hastalığa karşı tutum

Hasta kendisini hasta olarak görüyor mudur?

Hasta derdinin ne olduğunu biliyor mudur ?

Bunun psikiyatrik bir hastalık olduğunu düşünüyor mudur ? Bozukluğun niteliğini ve kapsamını anlıyor mudur? İyileşeceğini düşünüyor mudur?

Hastayla hekim arasındaki ilişki

Hastanın gösterdiği işbirliği, şüphecilik, istekli yahut pasif davranış ve hekimle görüşmesine ilişkin değişimler kadar, hekimin hastaya gösterdiği tepkiler de önemlidir. Hekimin göstereceği aşırı bir sinirlilik yahut anlayış, hastadaki (genellikle nörotik) bozukluğun niteliği için çok kere önemli işaretlerdir.
 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#3
B


Babcock Cetveli


Zekâ gerilemeleri Babcock-Levy testiyle belirlenerek sonuçlar Babcock cetvelinde gösterilir.


Bar Cetveli


Bar cetveli histograma (bkz.) benzer. Resimli olarak, olayların mutlak ve yüzde frekanslarını gösterir ve iki, üç grupta elde edilen sonuçların kıyaslamasında özellikle faydalıdır.


Barbitüratlar


Barbitüratların ilk olarak tıpta kullanımı yüzyılın başına rastlar. Önce barbiton, on yıl sonra da fenobarbiton kullanıldı. O tarihten bu yana sayısız barbitüratların sentezi yapıldı ve bugün bunlardan bir düzinesinin klinik uygulamalarda yerleri vardır. Gastro-entestinal ve parenteral yollardan hemen absorbe olurlar. Etkinin hızı ve süresi, dokuya nüfuz oranını belirleyen lipid çözünürlük derecesiyle doğrudan orantılıdır. Metabolik yıkılım çoğunlukla karaciğerde olur ve değişmemiş bileşiğin yanısıra çeşitli bileşikler de böbreklerden itrah olur. Kısa veya daha uzun süre etkili bir barbitürat dozu kırk sekiz saat içinde vücuttan atılır. Bu, uzun süreli etkili ilaçlarda daha uzun bir zaman alır. Barbitüratlara karşı tolerans mutlaka olur ve bu tolerans hem metabolik değişimin artması, hem de nöro-fizyolojik uyumla ilgilidir.

Barbitüratlar genel depresanlardır, fakat santral sinir sistemi bunların etkisine karşı, öbür dokulara kıyasla, daha duyarlıdır. Santral depresan etkiler bileşiğe, dozuna, uygulama yoluna ve o sırada sinir sisteminin eksitabilite derecesine göre, hafif sedasyondan komaya kadar değişir. Önce neokorteks etkilenir; disinhibisyon ve öfori etkileri, alkol kullanımı sonunda görülen etkilere çok benzer; barbitüratların «hafif» uyuşturucu maddeler olarak kullanılması bu yüzdendir.

Barbitüratlar klinik bakımdan hipnotik olarak kullanılır. Uykusuzluk başlangıçlarında genellikle kısa süre etkili bileşiklerin, geceleri rahatsızlık veren uyku ye sabah erken uyanma durumlarında da daha uzun süreli bileşiklerin verilmesine rağmen, bazı araştırmacılar etki süresini uzatmak için dozu arttırmanın daha iyi bir yol olduğunu ileri sürmektedirler.

Psikiyatride barbitüratlar etkin anksiolitik ilaçlardır ve geçmişte bu amaçla yaygın olarak kullanılmışlardır. Son onbeş yıl içinde benzodiazepin bileşiklerinin, bazı belirgin avantajları dolayısıyla, anksietenin tedavisinde barbitüratların yerini aldığı görülmüştür. Yine de, anksietenin giderilmesinde barbitüratların sınırlı fakat yararlı bir fonksiyonları vardır.

Psikotik veya nörotik hastalıkta akut ve şiddetli davranış bozuklukları derhal kimyasal bir frenleyicinin uygulanmasını gerektirebilir. Oral veya parenteral barbitüratlar bir trankilizanın yerine veya trankilizan terapisini destekleme amacıyla kullanılabilecek yararlı bileşiklerdir. Barbitüratların disinhibisyon etkileri, narkoanalitik tekniklerde teşhis için kullanılmaktadır,

Fenobarbiton bu grubun uzun süreli etki gösteren bir bileşiğidir. Öbür bileşiklerden farkı, hafif bir ruhsal depresyon yaratma özelliğidir; bu yüzden psikiyatride pek rağbet görmemiştir. Oysa antikonvülsan olarak uzun bir zamandan beri yarar sağlamaktadır.

Normal dozlarda kullanıldığı zaman, barbitüratların yan etkileri çok sık görülmez. En çok rastlanan şikâyet, ertesi sabah duyulan ve sarhoşluk sonrasını andıran hafif bir rahatsızlık ve sıkıntı duygusudur. Hipersansitivite reaksiyonları pek görülmez; bunlar çoğu zaman lekeli kabartı ve ürtiker biçiminde belirir. Yatkın hastalarda akut porfiria'ya (kanda porfirin mevcudiyeti) ender olarak rastlanır.

Barbitüratlara tolerans hemen başlar ve aynı etkinin sağlanması için doz gittikçe artar. Alkol gibi diğer depresanlara karşı bir çapraz toleransa rastlanmamıştır. Barbitüratların hafif dozda sürekli kullanılmaları kolayca alışkanlığa yol açabilir. Bu özellikle kronik anksietesi bulunan hastalar için sözkonusudur. Barbitürat kullananların bunu bırakmaları halinde şiddetli anksiete, titreme, göz seğirmesi, baş dönmesi, bulantı, kusma ve kilo kaybı görülür; bu arada ihtilâçlara ve delirium durumlarına da rastlanılabilir.

Uzun süreli yüksek dozaj sonucunda, alışkanlığın yanısıra, sürekli entoksikasyon ve kişilik sorunları da ortaya çıkabilir; duygularda (affekt) kararsızlık, sinirli ve kavgacı bir tutum, konsantrasyon ve hafıza bozuklukları ile yanlış kararlar halinde beliren akıl fonksiyonu bozuklukları görülür. Motor koordinasyon bozuklukları ataksiye, dizartriye ve nistagmusa yol açar.

İntihar girişimi amacıyla aşırı barbitürat dozları alınması üzüntü verecek derecede olağan hale gelmiştir; bu bakımdan depresyon hastaları için özellikle yüksek olan tehlike derecesi her zaman göz önünde tutulmalıdır. Aşırı barbitürat dozu alınan durumların bir kısmının rastlantı olduğu ve barbitürat otomatizmi, yani şaşırarak istemeden tekrar normal dozda barbitürat almaktan ötürü meydana geldiği ileri sürülmektedir.



Basit Şizofreni


Şizofreninin (bkz.) bir altgrubu olan bu bozukluk en az tanımlanmış ve en güç teşhis edilen vak'alardan biridir. Başlıca özellikleri sinsi bir başlangıç göstermesi ve açık klinik semptomlar bulunmamasıdır. İleri adolesans döneminde, tuhaf davranışlar, sorumlulukları ihmal, toplumsal ilişkilerde zayıflama, mantıksız davranışlar ve toleranssızlıkla belirir. Klinik muayenede, daha önceki toplumsal yetersizliklere kolay açıdan bakma dışında, çok az anormallikler görünebilir. Oysa, hastanın yakınları onda umursamaz bir kayıtsızlık veya sürekli yakınmalara, eskiden gösterdiği sevgi yerine kavgacı bir despotluğun farkına varırlar. Toplum koşullarına ve akrabaların göstereceği destek derecesine göre, hasta alkolizm ya da fuhuş gibi tuhaf davranışlara veya toplumsal bir düşüşe sürüklenebilir. Basit şizofreni hastalarından çoğunluğunun psikiyatrik hastahanelere alınmayıp basit suçlular, serseriler ve diğer toplumsal uyumsuzlar sınıflarında yer aldıklarına inanılmaktadır.


Baş Ağrısı


Lokal organik lezyonlar (ya da fonksiyon bozuklukları) nedeniyle olan baş ağrılarını sistemik hastalıktan ileri gelen baş ağrılarından ayırdetmek gerekir. Ayrıca, bu iki tür başağrısı, psikolojik faktörlerden ileri gelen veya bu faktörlerle ilgili baş ağrılarından da ayırdedilmelidir. Birçok vakada, lokal fizik ve psikolojik faktörler arasında bir bağlantı bulunur. Lokal organik lezyonlar arasında serebral tümör, subdural hematoma, temporal arterit, sinüzit, vazomotor rinit ve migren vardır. Baş ağrısının sistemik nedenleri arasında ise hipertansiyon, böbrek yetersizliği, amfizem, göz yorgunluğu (refraktif hatalar nedeniyle) ve konstipasyon vardır. Klinik tababette en sık görülen vakalar muhtemelen gerilim baş ağrılarıdır. Ağrı genellikle frontal, bazan oksipitaldir, bazan da kranyuma kadar yayılır. Sorumlu mekanizmanın oksipito-frontalis kasındaki bir spazm olduğu ileri sürülmüştür. Baş ağrısı çekenlerin fazla anksiete göstermedikleri söylenmektedir, baş ağrısı bir çeşit boşalma semptomu görevini görür. Ortamsal stress ve yorgunluk, presipitan faktörlerdir. Gerilim baş ağrısının ayırıcı teşhislerinden biri migrendir (bkz.). Depressif hastalıklı kişiler baş ağrısından, daha doğrusu kafatasında anormal ve nahoş duygulardan şikâyet etmektedirler. Bazı hastalar bunu kafalarının tepesinde bir basınç duygusu olarak, bazıları ise kafalarına sıkı bir şerit sarılıymış gibi bir duygu olarak tanımlamaktadırlar. Kronik hipokondria hastalarından bazıları baş ağrılarından yakınırlar, ama bu genellikle başta tuhaf duygulardan ibarettir. Bu tanım bazan elektrik, bazan da fizyolojik terimlerle dile getirilir, yani hasta «beyninden kan dalgaları aktığından» söz eder.

Fizik tipteki baş ağrısının tedavisi öncelikle temelindeki bozukluğun tedavisidir; yine de, semptomatik tedavi de endike olabilir. Gerilim baş ağrıları çoğunlukla medazepam gibi trankilizanlarla giderilir. Oysa, aynı zamanda, psikiyatrik tedavi kapsamına da, kişiliğin ve ortamsal stresslerin değerlendirilmesi ve semptomlar başgöstermeden önce sitüasyonel baskıların daha iyi çözümlenmesini ve daha etkin bir deşarjın sağlanmasını amaçlayan bir psikoterapi girmektedir. Tamamen psikiyatrik olan sendromlar (yani, depresyon ve hipokondria), temeldeki duruma yeterli bir tedavi uygulanmasını gerektirir (elektrokonvülsif terapi, farmakoterapi, vs.).

Bkz. Psikosomatik bozukluklar




Beden


Modern psikiyatride, psikolojik değişkenliklerle beden yapısı arasındaki korelasyonun araştırılmasında Kretschmer (bkz.) önderlik etmiştir. Kretschmer, piknik yapıyla (tıknaz gövde, geniş yüz, kalın boyun, geniş viseral boşluklar,ince kol ve bacaklar ve cilt altı yağ tabakası birikimine yatkınlık) siklotimik mizaç ve duygusal (affektif) psikozlar arasında ilişki bulmuştu, öte yandan, leptosomatik yapıyla da (uzun boy, dar gövde, uzun bacaklar ve ince bir cilt altı yağ tabakası) şizoid mizaç ve şizofrenik çöküntü arasında ilgi bulmuştur. Bu alanda daha sonra çalışan araştırmacılar arasında yer alan Sheldon, başka bir tipoloji geliştirmiştir. Ayrıca Rees ve Eysenck'e de bu alanda değinilmelidir. Bkz. Somatotipler ve Yapı


Beden Yapısı


Çağlar boyunca beden yapısıyla mizaç yatkınlıkları arasında bir ilinti kurma çabaları sürdürülmüşse de, ilk olarak 1936 yılında kretschmer (bkz.) Bu fikri modern psikiyatri kapsamına almıştır. Tıknaz yapının siklotimi'ye (neşe ve üzüntü durumlarının belli sürelerde belirmesi) ve bir sinir bozukluğu durumu olduğu zaman manik hastalığa yatkın olduğunu; uzun boylu, ince, leptosomatık yapının şizoid mizaç gösterdiğini ve bir sinir bozukluğunda şizofreniye dönüşebileceğini ileri sürmüştür. Daha sonraları Sheldon (bkz.) Somatotipleme için daha ayrıntılı teknikler geliştirmiş ve beden yapısıyla psikolojik değişkenler arasındaki korelasyon faktörleriyle ilgili çalışmalar yapmıştır. Kretschmer'in piknik, atletik ve leptosomatik tiplerine karşılık, endomorf, mezomorf ve ektomorf olarak üç fiziksel tip tanımlamıştır.


Beden İmajı

İlk gelişme safhalarında çocuk, kendinin ayrı bir bütün ve bedeninin de kendi kontrolü altında bir araç olduğu kavramını edinir. Bu «benlik kavramı» hayatı boyunca gittikçe zenginleşir ve fizik bedenle ilgili ayrıntılı bir «sistem» ya da düşünceyi kapsar. Bu düşünce için beden imajı terimi kullanılmaktadır. Bu sistemin tutarlılığı elbette sinir sisteminin bütünlüğüne bağlıdır. Böylece organik beyin hastalıklarında, özellikle parietal lob hastalıklarında, beden imajı bozukluklarına çok rastlanmaktadır. Oryantasyon bozukluğu (bkz. Ototopagnozi), yanlış lokalizasyon (alloestezi) veya bedenin bölümlerini algılayamama (bkz. Anosognozi) görülebilir. «Fantom kol veya bacak» yahut buna benzer fenomenler, sinir kopması dolayısıyla stimülasyonların yanlış yorumlanması sonucudur. Beden imajı bozuklukları, hastada başkalarının kendisini nasıl gördüğüyle ilgili yanılgılar olarak belirdiğinde, «fonksiyonel» niteliktedir; meselâ, hasta burnunun çok uzun ve dolayısıyla alay konusu olduğunu sanabilir. Bazı hipokondria tiplerinde beden duyularına karşı ağırı duyarlık belirgin olarak görülür. «yedekparça» (protez) ameliyatları da yatrojenik bozukluklara yol açabilir.


Belle indifference


(kayıtsızlık)

Histerik konversiyon semptomları gösteren hastalardaki uygun emosyonel ifade eksikliği anlamına gelir. Böyle bir hasta aksaklığından, meselâ paralize bacağından, şikâyet ederken aynı zamanda da buna karşı donuk ve kayıtsız bir emosyonel tepki gösterir; hattâ başka konularla ilgili şakalar yapıp gülebilir. Endişe verici bir semptom sayılabilecek bu durumu hiç düşünmediği, ilgi bile duymadığı bellidir.

Belle indifference, şizofrenide (bkz.) Görülebilen duygusal (affektif) donuklaşma veya tutarsızlıktan farklıdır. Doktorun teşhisine, şizofrenide görülen diğer özellikler ışık tutar.



Benzodiazepin'ler

Son onbeş yıl içinde geliştirilen benzodiazepinler reçetelerde en çok yazılan ilaçlar arasında yer almaktadır. Klordiazepoksid, bu serinin prototipidir. Bundan sonra diazepam, oksazepam, nitrazepam, medazepam ve flurazepam gelir. Bu bileşiklerin en büyük avantajı düşük toksisiteleridir; böylelikle aşırı dozda geniş bir emniyet marjı olmaktadır. Farmakolojik etkinlik, merkezde heterojen yedi üyeli bir halka yapısıyla ilgilidir. Benzodiazepinler gastroentestinal ve parenteral yollardan süratle absorbe olurlar, fakat kanda en yüksek seviyeye yavaş yavaş ulaşırlar ve itrah birkaç gün içinde tamamlanmaz. Benzodiazepinler hafif psikosedatif özellikler gösteren etkili anksiolitik ve yatıştırıcı ilaçlardır. Klinik bakımdan etkileri barbitüratlarınkine benzer, fakat farmakolojik etkinlikleri farklıdır: benzodiazepinler limbik sistemde (bkz.) İnhibitör etki gösterirler; retiküler ve beyin sapı bölgelerinde çok az etkinlikleri vardır. Yarattıkları antikonvülsan etki klinik bakımdan yararlı olmuştur. Kas gevşetici özellikleri ekstrapiramidal sistem yoluyla meydana gelir. Klinik yararları çok çeşitlidir, çünkü anksiete veya gerginlikten ötürü olan semptomların giderilmesi gerektiğinde benzodiazepin verilmesi uygundur. Kötü etkilere pek rastlanmaz. Benzodiazepinler yarı uyku hali doğurmazlar ; yaşlılarda hipereksitabilite, ajitasyon ve öfkeyle birlikte paradoksal stimülasyon belirebilir. Bazan ataksi, başağrısı ve hipotansif başdönmesi görülür. Psikolojik alışkanlığa az rastlanır.

Benzodiazepin türevlerinin normal dozları

Bileşik Normal doz

Klordiazepoksid günde 3x 5 mg - 4x25 mg

Diazepam günde 3x 2 mg - 4x10 mg

Oksazepam günde 3x15 mg- 4x30 mg

Medazepam günde 3x 5 mg - 3x10 mg

Nitrazepam geceleri 5-20 mg




Benzokinolizin türevleri

Tetrabenazin bu grubun en tanınan bileşiğidir ve rauwolfia alkaloidlerini andırır. Etkileri tıpkı reserpinin etkileri gibidir, fakat daha süratli, daha kısa süreli ve daha kuvvetli bir etki yaratırlar. Artık nöroleptik olarak çok az başvurulan bu bileşiğin, Huntington koresinin (bkz.) Tedavisinde önemli bir yeri vardır.


Bestialite (hayvanlarla cinsel ilişki)

Cinsel uyarım amacıyla bir hayvanın kullanılması, bir inek veya kısrakla vaginal yahut anal koit (zoerasti), bir köpekle fellasyo, ya da hayvanın mastürbasyonu biçiminde olur. En çok adolesans döneminde, toplumdan uzak kalan çiftlik işçilerinde veya kişinin sevdiği süs hayvanlarıyla ilgili olarak rastlanır, kinsey adolesan çiftlik işçilerinden %17'sinin mutlaka bir hayvanla orgazma geçmiş olduğunu, oysa toplam nüfusa göre bu oranın ancak %6 olduğunu tahmin etmiştir. Bazı psikopatik, anormal hastalarda, zulüm eylemleri orgazmı stimüle edebilir (bestoseksüel sadizm). Tedavi, grup psikoterapisi ve ortamsal faktörlerin ele alınması yoluyla daha geniş bir toplumsal uyumun sağlanmasıdır.
Bkz. Cinsel bozukluklar


Beyin Bölünmesi

Ender olarak, «intractable» epilepsinin giderilmesi için korpus kallosum, hippokampus komissürü, anterior komissür ve talamusdaki massa intermedia ameliyatla alınır. Bu ameliyat iki serebral hemisferi fonksiyonel olarak ayırır ve etkileri akademik bakımdan ilginçtir. Kişilik, mizaç ve zekâ hasara uğramaz ve hasta normal koşullar altında her iki hemisferin de serbest fonksiyon göstermesi durumunda normal davranış gösterir. Oysa, bazı özel durumlar bir hemisferin öbürünün aldığı stimulusları bilmesini önlediği zaman, belirgin yetersizlikler ortaya çıkar. Böylece bir hasta sol eliyle, sol bacağında stimüle edilen bir noktayı gösterebilir, ama bunu ne sözle, ne de sağ eliyle gösteremez. Konuşma, hesaplama, görme, emosyon, bilinçlilik ve irade üzerinde, değişik şartlar ve yaşlarda, yapılan benzer deneyler, beyin fonksiyonuyla ilgili önemli bir bilgi sağlayabilir.


Beyin hücreleri sinapslarında iletim

Sinir sistemindeki impulslar, sinapslarda, bir sinir fibrilinden öbürüne geçerler. Sinapslar, bir sinir hücresi aksonunun pre-sinaptik membranı ile, öbür sinir hücresi dendritlerinin post-sinaptik membranı arasında kalan ince boşluklardır. Sinapstaki iletim, aksonun terminal bölümündeki çok küçük vesiküllerden salgılanan nöro-iletici (bkz.) Bir maddeyle gerçekleşir. Bu nöro-ileticiler sinaps boşluğuna yayılarak postsinaptik membranı etkilerler. Eksitasyon yarattıkları zaman, bitişik nöronda impuls oluştururlar; yahut da, inhibisyon yaratarak bitişik nöronda bir impuls olanağını azaltırlar. Hem istemli, hem de otonom sinir sistemlerinin periferik bölümlerinde, nöro-ileticilerin niteliği tanımlanmış olmakla birlikte, beyindeki nitelikleri konusunda daha az bilgi vardır. Birçok yıldır, beyinde kolinerjik iletimin gerçekleşip gerçekleşmediği şüpheliydi, ama bugün hiç değilse korteksin bazı bölümlerinde asetilkolinin (bkz.) bir nöro-iletici olduğuna işaret eden deliller vardır. Hipotalamusda, orta beyinde, pons ve medulla'da noradrenalin (bkz.) mevcudiyeti saptanmıştır ve yoğunluğu nöron aktivitesine göre değişmektedir.Aynı şekilde, nucleus caudatus'da da dopamin (bkz.) bulunmuş olup, ekstrapiramidal motor sistemdeki nöro-ileticilerden biri olduğuna inanılmaktadır. Serotonin (bkz.) (5-hidroksitriptamin) de çeşitli orta beyin lokalizasyonlarında bulunmuştur ve muhtemelen bir nöro-ileticidir. Gamma-aminobutirik asit (GABA) (bkz.) Yalnızca santral sinir sisteminde lokalizedir ve bugün mevcut bilgiler, bu maddenin birçok belli başlı inhibitör ileticilerden biri olduğuna işaret etmektedir.Diğer muhtemel santral nöro-ileticiler arasında glisin ve glutamik asit, P maddesi, histamin ve prostaglandinler gibi birçok amino asit vardır.
Bkz. Sinaps-Sinaptik İletim



Beyin metabolizması


Beyindeki metabolik reaksiyonlar kabaca vücuttaki diğer metabolik reaksiyonlara benzer. Ama yalnızca beyinde oluşan reaksiyonlar da vardır.

Protein sentezi genel DNA-RNA düzenini izler ve kayda değer bir özellik beyin proteinlerinin dönüşme (ciro) seviyelerinin çok yüksek olmasıdır.Beyin ağırlığının büyük bir oranını çeşitli tipte lipidler oluşturur ve lesitin gibi fosfolipidler özel bir önem taşır. Karbonhidrat metabolizması tamamen glükoza dayanır, çünkü beyinde hiçbir glikojen deposu yoktur. Beyindeki enerji metabolizmasının çoğu, nöronların dinlenme potansiyelini sürdürmeye harcanır, iletici metabolizması tabii ki, çok önemlidir ve bunların sentezi ve yıkımı için gerekli enzimler spesifik nöronlarda bulunur. Santral ileticiler arasında muhtemelen asetilkolin (bkz.), serotonin (bkz.), glütamat (bkz.), GABA bkz.), glisin (bkz.), katekolaminler (bkz.), özellikle noradrenalin (bkz.)ve dopamin (bkz.) ve serebellumda prostaglandinler (bkz.)vardır. Prostaglandinler,beynin başka bölümlerinde de önemli yardımcı rol oynayabilirler.

Birçok önemli ilaç bu sistemler üzerinde etkinlik gösterir. Ayrıca, meta bolitlerin membranlardan geçiş mekanizmaları da çok önemlidir. Bunun örnekleri özellikle noradrenalinin, imipramin gibi antidepresanların blokajı üzerine, adrenerjik sinapslardaki akson terminallerine yeniden alımıdır (re-uptake). Beyin fonksiyonunda hormonlar ve vitaminler de önemli bir rol oynar ve bunların fonksiyonlarındaki bozukluklar pellagra (bkz.) demansı, tiroid guddesiyle (bkz.) İlgili psikozlar ve adrenal kortikal hastalıklar gibi psikiyatrik bozukluklara yol açabilir.Beyin fonksiyonu,dağcılık sporu yapanların bildiği gibi, oksijen eksikliğine ve ayrıca elektrolit dengesine karşı da son derece duyarlıdır. GABA gibi bazı bileşikler yalnızca beyinde bulunur. Son zamanlarda, anıların hafızadaki kalıcılıklarının, protein sentezinin devamına bağlı olduğunun ileri sürülmesi, ilginç bir gelişmedir.


Beyin Metabolizmasında Amino Asitler


Bazı amino asitler, beyinde önemli ikili bir rol oynarlar. Glutamik asit (bkz.) Ve gamma-amino-butirik asit (bkz. GABA) (ve muhtemelen ilgili bazı asitler) beyinde nöroiletici görevi görürler. Çünkü glutamat her zaman nöronlar için uyarıcı, GABA ise inhibitördür. GABA yalnızca beyinde bulunur. Bu iki amino asit, trikarboksilik asit siklusuyla (krebs siklusu) ilgili oldukları için, enerji metabolizmasında da önemli bir rol oynarlar.Alfa keto glutamat'dan süksinat'a, biri doğrudan doğruya, öbürü ise glutamik asit ve GABA yoluyla olmak üzere, iki yol vardır. Glutamik asidin GABA'ya dönüşmesi ve sonra süksinata dönüşmesinde vitamin B6 (piridoksin) bir koenzim olarak rol oynar. Birincisi, yani glutamik dekarboksilaz, piridoksin yetersizliğine karşı çok hassas olup, sonucunda aşırı glutamat ve yetersiz GABA oluşumuna yol açabilir.

Piridoksin yetersizliğini izleyen ve özellikle çocuklarda rastlanan epileptik konvülsiyonlar böyle açıklanabilir. Glukoz deposu yetmediğinde, GABA ve glutamat beyin tarafından kullanılır. Hipoglisemik koma sırasında, bu amino asitlerin beyindeki seviyeleri düşmektedir ve seviyedeki farklılaşma ile hasta bu tip komadan uyanır. Glutamat ve GABA aynı zamanda amonyak detoksifikasyonuyla da ilgilidir; glutamat bu proçes sırasında glutamine dönüşür, GABA ise konvülsiyon yaratıcı nitelikler taşıyan gamma-guanidino bütirik aside dönüşür. Beyindeki yüksek amonyak seviyesinin (mesela amonyum tuzlarıyla beslenme sonucunda) niçin konvülsiyonlara yol açtığı böyle açıklanabilir.

Beyindeki amino asitler protein yapımıyla da ilgilidir. Bu metabolizmadaki yetersizlik, akıl bozukluğunun önemli bir nedenidir. Fenilketonüri (bkz.) Genetik bir bozukluk sonucu ortaya çıkar ve fenilaninin tirosine dönüşmesini sağlayan enzimin oluşumunda bozukluğa yol açar. Dolayısıyla fenilalanin, toksik bir bileşik olan fenilpiruvik aside dönüşür. Triptofan metabolizmasının ve amino asit iletiminin bozuk olduğu Hartnup hastalığı (bkz.) da başka bir bozukluktur. Triptofanın nikotinik aside normal dönüşümü bloke olur ve sonucunda pellagra ortaya çıkar. «akçaağaç balı» idrar hastalığı (bkz.) Lösin ve isolösin bozukluklarından ötürü olur. Diğer bozukluklar arasında arjino-süksinik asidemi (bkz.) Ve sistationüri (bkz.) Yer alır. (bkz. Akıl hastalığının biokimyasal ve nöro-fizyolojik temelleri ve kalıtsal metabolizma bozuklukları)



Beyin monoaminleri


(biojenik aminler ve monoaminler) Serotonin (5HT) (bkz.), histamin ile adrenalin (bkz, ), noradrenalin (NA) (bkz.) Ve dopamin (DA) (bkz.) adlı üç katekolamin beyinde bulunurlar ve iletici fonksiyonu gördüklerine inanılmaktadır.

Bu monoaminler kendilerine tekabül eden aminoasitlerden oluşur ve amin oksidaz enzimi aracılığıyla aside metabolize olurlar. Ayrıca bir kısım katekolaminler de katekol-O-metiltransferaz (COMT) enzimi aracılığıyla metadrenalin ve vanilmandelik asit (VMA) gibi bileşiklere metabolize olurlar.

Monoaminlerin, ruhsal durum ve davranışın kontrolunda çok önemli fonksiyonlara yardımcı olduklarına inanılmaktadır. Beyin histamini ve adrenalinin fonksiyonları bilinmemektedir. 5HT ve DA ihtiva eden hücreler beyin sapındaki iki çekirdekte toplanmıştır ve buradan, bütün beyne aksonlar gider. Dopamin ihtiva eden hücreler ekstrapiramidal sistem de toplanmıştır. Parkinsonizm bu ileticinin düşük seviyede olmasıyla ilgilidir. Dopamin ayrıca daha kompleks motor sistemlerin kontroluyla ilgilidir. Serotonin ve noradrenalin birçok fonksiyonlarla ilgilidir; meselâ ruhsal durumun (depresyon yaratan amin seviyelerinin düşmesi ile depresyon oluşumu) ve uykunun kontrolü. Serotonin EEG'de yavaş dalga gösteren hafif uykuyu, noradrenalin ise REM'li (hızlı göz hareketleri) uykuyu kontrol etmektedir. Noradrenalin ayrıca öfke reaksiyonları ile iştahın kontrolü ile ilgilidir ve organizmanın olumlu bir stimulus aldığını beyne iletmede aracı olur. Böylelikle, birçok klinik depresyon semptomları — keyifsizlik, iştahsızlık, uyku bozukluğu, zevk alma ve hayata ilgi duyma eksikliği — doğrudan doğruya beyin aminlerindeki bir bozuklukla ilgili olabilir. Bu sistemde depresyon etkisini önleyen ilaçlar şunlardır; monoamin oksidaz inhibitörleri (bkz. , serotonin ve noradrenalin ayrışmasını engeller; trisiklik antidepresanlar (bkz.) Ve amfetaminler, aminlerin pre-sinaptik terminale dönüp depolanmalarını etkileyerek etkilerini güçlendirir. Rauwolfia alkaloidleri (bkz.) Amin depolarını azaltarak depresyona yol açabilir, fenotiazinler (bkz.) Psikozlarda aşırı etkinlik gösterebilen santral noradrenalin sistemlerini inhibe eder.


Beyin Skanı


Klormerodrin merkür 197 veya 203, sodium perteknetat tc99 ve indium 113m gibi birtakım bileşiklerin intravenöz zerkiyle kan damarlarında bir anormallik olup olmadığı belirlenir. Bu radyoaktif bileşikler kısa ömürlüdür ve bir sodyum iodit (TI) kristalli çizgisel skanner kullanılarak beyinde taranır. Non-merkür bileşikleri, %70-80 kesinlikle, meninjiomalar gibi vaskülarize tümörlerin teşhisinde yardımcı olmalarının yanısıra, serebro-vasküler anormalliklerin ve dura altı hematomalarının gözükmesini de sağlarlar. Cıva bileşikleri sinir hücresine girebilir ve neoplazilerde tutulma artar. Ayrıca, ventrikülleri ve subaraknoid boşluğu gözlemlemek için intratrakeal yoldan teknetium serum albumen verilir.



Beyin Tümörü


Beyin tümörleri özellikle parazitik olan enfeksiyonlardan oluşabilir (sistikerkus, hidatid). Primer olarak ise bronchus'da, fakat muhtemelen göğüs, mide, prostat, pankreas veya böbrekte görülür.

Tümörler beyni örten kısımda (meninjioma), beyin dokusunda (glioma), ventriküllerin içinde (üçüncü ventrikülde kolloid kist), kan damarlarında (anjioma), hipofiz bezinde veya kafatasının içindeki kranyal sinirlerde (oditer nöroma) oluşabilir. Çocukluk döneminde en çok rastlanan tümör habis serebellar medulla blastoma'dır. Oysa yetişkinlerde en az, daha yavaş büyüyen astrositoma kadar, infiltratif glioblastomaya da rastlanmaktadır. Bunlardan sonra da meninjiomalar ve oditer nöromalar gelir.Anjiomalar ender görülür. Kafatası iç basıncının artmasından ötürü olan semptom ve belirtiler arasında başağrısı (paroksizmal, «bıktırıcı», «zonklayıcı» veya «çatlayıcı»), kusma, papillodem, jeneralize konvülsiyonlar ve altıncı sinir felci vardır. Iritasyon veya nekrozdan ötürü olan lokal belirtiler arasında ise fokal epilepsi (Jackson yeya lobus temporalis nöbetleri), diğer kafatası sinir felçleri, piramidal belirtiler, afazi, görme bozuklukları ve diğer duyu kayıpları vardır. Zihinsel değişimler; depresyon, anksiete, sinirlilik ve paranoid yanılgılardır. Yavaş büyüyen tümörlerde hallüsinasyonlara ve uzun süreli «fonksiyonel» görüntülere (depressif ve paranoid) rastlanır.

Sonunda apati, emosyonel uysallık, oryantasyon bozukluğu ve zekâ geriliği ile birlikte daha tipik bir «organik» tablo gelişir. Kafatası röntgeni (kemik aşınması, kireçlenmesi), ventrikülografi (deforme veya yanlış yerlerdeki ventriküller), serebral anjiografi (bkz.) (damarların yerleri, kan damarı tümörlerinin görülmesi), elektroansefalografi (fokal yavaş dalgalar), ekoansefalografi (bkz.) (ortadaki yapılarda kayma) ve beyin skanı (bkz.) (tümör dokusunda differansiyel tutulma) yardımıyla teşhis sağlanır.

Beyin Yıkama


Beyin yıkama teriminin kapsadığı birçok tekniğe, bazı ülkelerde rejime karşı çıkanların fikirlerini değiştirmek amacıyla başvurulmaktadır. Bunlar arasında endoktrinasyon, tekrarlı telkin, bir korku ve dehşet ortamı içinde zihinsel ve fiziksel yorgunluk yaratılması gibi teknikler vardır. Teknikleri uygulayanların amaçları, bir mahkemeye veya dünyaya karşı, tutukluya doğru yahut yanlış itiraflar imzalatmak ve tutukluyu o günkü rejime uymamakla ne korkunç bir suç işlediğine inandırmaktır. Beyin yıkamaya karşı gösterilen direnç, tutuklunun itidaline, ülkesi yahut Tanrısına inancına, fizik sağlığına ve sorgu yöntemlerine karşı daha önceden gördüğü eğitime bağlıdır.
 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#4
Bielschowsky-Jansky Hastalığı


İleri çocukluk yaşlarında görülen bir çeşit amorotik kalıtsal zekâ geriliği (bkz.)


Bilinç bulanıklığı durumları (twilight states)


Çeşitli nedenlerden ötürü olan kısmi bilinçsizlik durumlarıdır. Bilinçlilik sınırlanır, anlama yeteneği körelir ve anormal davranış ya anormal akıl fenomenleriyle birlikte görülür, ya da bu fenomenleri yansıtır. Bir nöbet yahut nöbetler serisinden sonra bir saat kadar sürebilen bu durumlar, normal fonksiyona yalnızca kısmi bir dönüş olarak kabul edilebilir. Hughlings Jackson terminolojisine göre, bazı nöbetler de aynı şekilde, bilincin en yüksek düzeyine müdahale etmektedir. Böylece, ilaç entoksikasyonu (özellikle kannabis ve kokain) histerik disosiyasyon durumları (özellikle hafif serebral travmaların harekete geçirdiği durumlar) da aynı etkiyi gösterebilir. Fizik ve akıl performansın da yavaşlama, irritabilite ve fevri davranışlar, hallüsinasyonlar ve paranoid fikirlere rastlanabilir. Bunların diğer bilinçsizlik durumlarından farkı, nispeten kısa sürmeleridir.


Bilinç Bulutlanması


Bilinç (bkz.), dış ortamla tam bir temas ve dış ortamı kavrayarak organizmanın maksimum kapasitesiyle kullanma anlamına gelen bir «farkında olma» durumudur. Dolayısıyla, bilinç bulutlanması da bu bakımlardan daha düşük düzeyde olan herhangi bir bilinç durumudur. Uykuyla uyanıklık arasındaki durumlarda, bulutlanma fizyolojik olabilir. Beynin normal fonksiyonlarını etkileyen durumlarda ise, bulutlanma patolojik olabilir.Metabolizma bozuklukları, toksik durumlar, aktivasyon merkezlerinin bulunduğu hipotalamus bölgesinde yapısal hasar veya kortikal aktiviteyi bozan durumlar.

Bilinç bulutlanması, klinik açıdan psikofizyolojik ve elektroansefalografik (EEG) (bkz.) yöntemlerle saptanır. Davranış bakımından da, aşırı uyku haliyle birlikte görülebilen apati veya kayıtsızlık durumu biçiminde belirir; fakat heyecan çok kere, delirium tremens'deki kadar belirgindir. Hafıza kayıt fonksiyonundaki periodik bozukluklar, yarı hafıza kaybı olarak belirir. Olayların sıralarının karıştırılması, zaman kavramıyla ilgili bozukluklar ise dikkat kaybı belirtileridir. «yedi serisi testi» kullanılarak konsantrasyon denenir; bu testte hastaya yüz sayısından yedi sayısını çıkarması, kalan sayıdan yine yediyi çıkarması, vs. Söylenir. Son olarak, bulutlanma zekâ fonksiyonuna müdahale edebilir ve sonucunda değişken bir entellektüel performans kaybı görülür. Ya basit bir stimulus-tepki testi, ya da seçilen tepkiyi belirtici bir test şeklindeki reaksiyon süresi testleriyle uyanıklık ölçülür. Bu testler bazan EEG ile birlikte uygulanır ve performans yavaşlamaları, yahut yapılan yanlışlar elektroansefalogramda yavaşlama ve anomali olarak gözükür.

Uykudan önceki bulutlanma durumlarında görülen hallüsinasyonlara (bkz.) hipnagojik hallüsinasyonlar (bkz.)denir ve bunların fazla bir klinik önemi yoktur. Göz önünde bulundurulması gereken patolojik durumlar üremi, diabet, hipoglisemi, petit mal epilepsi,post-iktal durumlar,epileptik otomatizm veya füg durumları; barbitürat ve alkol entoksikasyon ve abstinansı; encephalitis lethargica, narkolepsi, üçüncü ventrikül hematoması ve kafatası iç basıncının artmasına yol açan birçok nedenlerdir.


Bilinçlenme Tedavisi


Operant şartlama (bkz.) ilkelerine dayanan bir davranış terapisidir. Hastaya sistematik olarak korktuğu şeyi yapması söylenir, bunu başardığı zaman terapistten övgüyle ödüllenir, başaramadığı zaman ise hiçbir karşılık görmez. Biçimleme tedavisinin model tedavisinden (bkz.) farkı, hastanın korktuğu eylemi terapistin kendisinin yaparak ona bir örnek olmamasıdır. Model tedavisi gibi, biçimleme tedavisi de fobik ve obsessif semptomlarda anlamlı bir yarar sağlayarak, şizofreniye ve çocukluk dönemindeki otizme sekonder olan davranış bozukluklarında yardımcı olabilir.


Bilinçsiz Yanlış Hatırlama

Geçmiş yaşantıları, halihazırdaki emosyonel ihtiyaçlara cevap verebilecek biçimde, bilinçsiz olarak değiştirmek yahut yanlış hatırlamaktır.

Binet Simon testi


Binet ve Simon tarafından hazırlanan ilk zekâ testleridir. Gitgide zorlaşan otuz testi kapsar. Bu teste verilen cevaplara göre çocuğun zekâ derecesini gösteren bir cetvel hazırlanmıştır. Stanford-Binet testi ise bunun sonradan geliştirilen bir biçimidir ve A.B.D. 'de yaygın olarak kullanılmaktadır
 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#5
C_Ç


Çağrışım (association) Bozuklukları


Fikirler, sözcükler, yaşantılar veya stimuluslar ve tepkilerin aralarındaki ilişkilere çağrışım (association) denilmektedir. Böylece kişinin yaşantısında bu unsurlardan biriyle karşılaşmasını, ilişkili bir yaşantının çağrışımı izler. Bu çağrışımlar kişinin önceki yaşantısından ötürü meydana gelir ve birkaç kesin ilkeye göre oluşurlar. Bu ilkeler arasında en önemlileri yakınlık ve benzerlik «kanunlarıdır». Bu yollardan kurulan çağrışımlar birtakım öğrenim türlerinde, özellikle sözlü öğrenimde, hafıza ve düşünmede belirgindir. Sözlü çağrışımlar, sözcük çağrışım testleriyle incelenir; süjeye belli sözcüklere «aklına ilk gelen sözcükle» cevap vermesi söylenir. Benzer tipteki zincirleme çağrışım yöntemi psikanalitik (bkz.) Tekniklerde belirgin bir yer almaktadır. Düşünce bozukluğu gösteren birçok şizofrenik (bkz.) Hastada, çağrışım proçesi bozuklukları açıkça görülür. Bleuler bu durumun şizofrenide bir temel oluşturduğunu ileri sürmüş ve karakteristik belirsiz ve yersiz konuşmaya yol açan bir çağrışım «bölünmesi» ve «yersizliğinden» söz etmiştir. Bu gibi şizofreniklerde görülen kontrolsuz çağrışımlar, benzerliğe dayanarak oluşur; kafiyeli ve ses benzerliği bulunan sözcüklerin «çınlama» çağrışımları biçiminde konuşmalarında yansır.
Capgras Sendromu


Yanlış tanımayla ilgili bir yanılgı sendromudur. Çoğunlukla paranoid şizofreniklerde görülür, fakat diğer kronik paranoid psikoz hastalarında da mevcut olabilir. Hasta, çevresindeki insanların (yani hastahane personeli veya diğer hastaların) aslında kendi akrabaları veya dostları olduğunu ileri sürer. Bazı hastalar ise, daha ender olarak, hastahane koğuşundakilerin tanınmamak için görünümlerini değiştirdiklerini veya hasta «rolü oynamak» üzere oraya yerleştirilmiş akrabaları olduklarını ileri sürerler. Hasta, çevresindeki insanları böyle yanlış kimliklerle tanıma tema'sı üzerine, çeşit çeşit yanılgılar kurar. Tedavi (fenotiazinler, butirofenonlar, vs.) ve prognoz, bu yanılgının altındaki temel hastalığın tedavisi ve prognozudur.


Çatışma


Freudiyen psikanalitik yaklaşıma göre, aklın bilinçdışı bölümü çok önemlidir. Bir içgüdünün, ilk kaynağından, yani id'den (bkz.) ayrılarak ifade aramasının çatışmaya yol açtığı ileri sürülmektedir.Bu içgüdü, birkaç değişik kaynaktan kritik bir incelemeye uğrar; bu kaynaklar, ortamdaki gerçekliğe tekabül eden ego (bkz.) İle süperego'dur (vicdan) (bkz.). Sonucunda aklın bilinçdışı bölümünde yer alan bir çatışma; baskı, simgeleştirme, vs.gibi birkaç akıl savunma mekanizmasını (bkz.) harekete geçirir. Savunma mekanizmalarının mutlaka patolojik olması gerekmez; aslında, bunların aktivitesi akıl sağlığı için şarttır. Ancak, uygun olmayan savunma mekanizmaları hastalığa ve semptom formasyonuna yol açar; bunlar ise analiz ve hastanın uyumu bakımından daha uygun başka savunma mekanizmalarının kurulmasını gerektirir. Kişilik gelişimi, çatışmaya karşı kullanılan predominan akıl mekanizmalarıyla etkilenir ve yetişkinin kişiliği, çocukken kullandığı bu ilk mekanizmaları silinmez bir damga olarak taşır. Doğuştan gelen biolojik predispozisyon da, kullanılan bu predominan mekanizmalarda ve bireyin ego'sunun güçlülüğünde ve güçsüzlüklerinde rol oynar. Psikanalitik teori, hastanın bu bilinçsiz çatışmaların bilincine vararak bunları çözümleyebilmesi için başlıca yolun psikanalitik tedavi olduğunu varsaymaktadır.Hasta,bu tedaviyle, çatışmalarının bilincine varıp bunları çözümleyerek, akıl bozukluğundan kurtulmaktadır.


Çeteler


Çocuklarda oyun oynama veya suç işleme daha ziyade bireysel biçimde görülür, ama büluğ çağına doğru topluluk kavramı güçlenir.Bundan sonra, özellikle sosyal olanakların bulunmadığı geniş iskân bölgelerinde daha büyük bir ünite olan çeteler kurulur.Bu gibi bir çetenin yalnızca suç işleme amacı veya yalnızca toplumsal destek ve ortak eylemlerde bulunma amacı gütmesi, hem o bölgedeki toplumsal koşullara, hem de önder(ler)in kişiliğine göre değişir. Belli dönemlerde, bu çeteler o günün modasına uyarlar; örneğin, saçlarını kazıtırlar. Adolesans döneminin sonuna doğru, birçok üye bu çetelerden ayrılma eğilimi gösterir ve çete eylemlerinin yerini flört yahut evlilik alır.



Cezaevi Psikozları


Yalnızca cezaevi ortamında gelişen psikotik bir ruhsal çöküntü durumudur. Klinik tablo, genellikle paranoid bir hastalığı andırır; ama depresyon hattâ delirium özelikleri de gösterebilir. Tutukluluk durumunun yarattığı gerilimler ve mahkûm için bunun toplumsal ve kişisel sonuçları, hastalığın biçimini etkiler. Bu psikozlara bazan «temaruz» gözüyle bakılmasına rağmen, cezaevinde gelişen psikotik semptomların dikkatle tedavi edilmesi doğru olur; aksi takdirde delüzyonlarm etkisi altında, beklenmedik bir intihar olayına, yahut bir gardiyana düşüncesizce bir saldırıya yol açabilir. Psikopatlar normal kişilere kıyasla, psikiyatrik hastalığa yakalanmaya daha yatkındırlar. Hekimler bir mahkûmun psikopat olarak damgalanmış olmasının, kendi yargılarını etkilememesine özellikle dikkat etmelidirler.


Charcot,Jean-Martin (1825-1893)


Zamanının önde gelen bir nörologu olan Charcot hipnoza ilgi duyarak, vaktini ve enerjisini genç ve kolayca telkin altında kalabilen kadınlar üzerinde yaptığı oldukça kötü deneylere harcadı. Saltpetriere'deki dramatik gösterileri Freud ile birlikte birçok psikologu Paris'e çekti. Histeri ayrıntılı olarak incelendi. Ancak, Charcot'nun arkadaşı olan Pierre Janet'nin (1859-1947), bu durumun psikopatolojisine somut katkıları olmasına rağmen, charcot belki de histeriyle ilgili bilgilerimizi ilerletmekten ziyade geriletmiştir.


Cilt Bozuklukları


Anksiete, heyecan, utanma yahut öfke gibi emosyonel durumlar, ciltte sararma, terleme veya kızarma gibi değişik reaksiyonlara yol açabilir. Birçok dermatolojik bozukluğun karmaşık bir etyolojisi vardır; allerji ve psikolojik faktörler önemli rol oynar. Stress dönemlerinde, dermatit, ürtiker, vulvalarda veya anüste kaşıntı, yahut akne belirmesi, yada önceden mevcut bir cilt durumunun şiddetlenmesine sık rastlanır. Enfantil ekzemada olduğu gibi, yapısal bir predispozisyon da muhtemeldir, ama daha ziyade bastırılmış düşmanlık yahut cinsel çatışmalar gibi psikopatolojik durumlar sözkonusu olabilir. Bilinçli yahut bilinçsiz dürtüler, kişinin kendi cildine zarar vererek lezyonlar yaratmasına yol açabilir (dermatitis artefacta). Bkz. Psikosomatik Bozukluklar


Cinayet


Cinayet insidansı, toplumdan topluma değişir. İngiltere'de ve İrlanda'da yılda yaklaşık 160 cinayet işlenmektedir, oysa yalnızca New York'ta yılda yaklaşık 5000 öldürme vakası kaydedilmiştir. İngiltere'de katillerin % 25'i intihar etmektedir. Amerika'da katillerde intihar oranı daha düşüktür. Cinayet nedenleri ise, ülkeler arasında fazla bir farklılık göstermemektedir. Ancak cinayet tiplerinin nisbi frekansları farklıdır — eşlerini aldatan kadınlar, Avrupa ülkelerine kıyasla, bazı Uzak Doğu ülkelerinde daha çok öldürülmektedir. Kıskançlık, cinsel şiddet, öç, çıkar, kendini savunma ve kavga gibi durumların hepsi cinayetle sonuçlanabilir. Karşılaşılan belli birtakım tablolar vardır. Örneğin sık sık kız çocuklar yakın bir akrabaları; orta yaşlı ve evli bir kadın, kıskanç ve depresyonlu eşi; bütün bir aile depressif bir hastalıktan mustarip bir aile büyüğü; bir anne şizofrenik oğlu tarafından öldürülmektedir. Psikopatlar sık sık fahişeleri öldürürler. Öte yandan, gerçekten sadomazohistik bir cinayete ender rastlanır. Hastalık derecesinde bir kıskançlık çok kere cinayete yol açar. Bu sendromu tanıyan bir psikiyatrist, bir cinayetin gerçekleşmesini önleyebilir.

Cinayetle günün belli saatleri ve yılın belli zamanları arasında bir ilişki vardır. Örneğin, cinayetler çoğunlukla saat 18.00 ile 01.00 arasında işlenmektedir; saat 06.00 ile 08.00 arasındaki bir cinayeti, depresyonlu bir katilin işlemiş olması ihtimali yüksektir.A.B.D. de, cinayetlerin özellikle hafta sonlarında yahut tatil günlerinde işlendiği ispatlanmıştır.Katillerde, ister akıllı, ister deli olsunlar, fizik bozukluklar ve hastalıklar sık görülür. Bkz. Öldürme Tehditleri ve Psikopatik Bozukluklar


Cinsel Arzu, Anormal


Cinsel arzu, orgazmla tatmin olan episodik cinsel heyecan özlemidir. Cinsel içgüdünün doğrudan doğruya bir belirtisidir ve nüfusta normal bir dağılım gösterir. Oysa bazan anormal cinsel arzu mevcuttur. Cinsel arzuları az olan ya da hiç olmayan (seksüel anhedoni) kimselerde frijidite (bkz.), yahut empotans (bkz, ) mevcuttur. Aşırı cinsel arzu duyan kişiler ise günde iki üç orgazm ile tatmin bulurlar (hiperseksüalite). Satiriasis (bkz.) Ve nemfomani de, beyin hasarı, akıl geriliği, ilaç entoksikasyonu yahut psikopatiden ötürü cinsel arzunun patolojik artış biçimleridir


Cinsel Bozukluklar


Cinsel bozuklukları olan kişilerden muhtemelen yalnızca çok azı yardım için hekime başvururlar. Bunun nedeni, birçok homoseksüelde olduğu gibi, hastanın değişmeyi istememesi olabilir; bazan da hasta suçluluk duygusu duyarak, zamanla sorununu kendisi yeneceğini umabilir. Birçok vakada hasta evlidir, iyi bir eş ve babadır, toplumun saygın bir üyesidir ve cinsel sapıklığını gizlice, çok kere stress dönemlerinde (örneğin, karısı gebeyken veya sevgi ve ilgi eksikliği duyduğu zaman) gerçekleştirir. Başka durumlarda da, hasta bütün hayatı boyunca gizli bir arzuyu kontrol etmiştir ve içki veya duygusal bir bozukluk yüzünden, yahut demansa giden bir hastalığın ilk safhalarında kontrolünü kaybedebilir. Cinsel arzularla ilgili aşırı bir davranış yüzünden tutuklanan kişi için psikiyatrik bir muayeneye başvurulması gerekir. Suçun bir akıl bozukluğu durumunda mı, yoksa «sui generis» mi işlendiği konusunda da bir karara varılmalıdır. Birinci durumda, hasta için klinik tedavi gereklidir.

Cinsel sapıklıklar, normal heteroseksüel koitusla sonuçlanamayan «kendi-kendine-tatmin» biçimindeki cinsel davranışlardır. Sınıflandırılmaları şöyledir :

(a) Cinsel obje bakımından sapıklık örneğin homoseksüalite (bkz.), fetişizm (bkz.) Ve bestialite (bkz.):

(b) Hedef bakımından sapıklık — örneğin skoptofili (bkz.), egzibisyonizm (bkz.) Ve transvestizm (bkz.). Bu bozuklukların etyolojisiyle ilgili bilgi çok sınırlıdır. Psikodinamikaçıdan, normal cinsel olgunlaşma seyrinde.Bir gecikme yahut sapmadan ileri geldikleri düşünülmektedir. Otoriter, çocuğunun üzerine düşen bir anne veya zayıf yahut sert bir baba gibi faktörlerin çocukta kendini aynı cinsiyetteki ebeveynle özdeşleştirememeye,çözümlenemeyen bir oidipus kompleksine ve böylece emosyonel cinsel gelişme eksikliğine yol açtığı ileri sürülmüştür. Öte yandan, hiçdeğilse bazı homoseksüalite vakalarında, genetik ve antropometrik incelemeler,fizik ve muhtemelen kromozomal bir etyolojiye işaret etmektedir.

Cinsel fonksiyon bozuklukları, cinsel obje ve hedefin normal olduğu, ama hastanın kendisini veya eşini tatmin edemediği empotans (bkz.), dispareunia (bkz.) Ve frijidite (bkz.) Gibi durumlardır. Bu bozukluklara ayrı tedaviler uygulanır, ama birçok vakada bu üç bozukluğun ortak yanı, hastanın korkması ve başarısızlığın tekrarlılığı dolayısıyla suçluluk duygusunun, umutsuzluğunun ve anksietesinin artmasıdır. Bu kısır döngü hem bilinçli ve yüzeysel suçluluk duygusu ve anksiete kaynakları, hem de daha derin psikolojik kompleksler için geçerlidir.Pratisyen hekim, her zaman suçluluk duygusu ve anksietenin yüzeysel olduğu hastalarına yardımcı olabilir ve sonradan basit bir davranış terapisi yöntemi uygulayabilir.



Cinsel Sapıklarda Hormon Tedavisi


Bu tedavi biçimini isteyen yahut buna razı olan sapıklar hemen hemen yalnızca cinsel suç işleyenler, özellikle pedofiliaklardır (bkz.) Östrojen uygulanarak erkek hormonunun fonksiyonu dengelenir. Tedavi tabletler, depo enjeksiyon, yahut pellet emplantasyonu biçiminde uygulanır. En olumlusu, pellet emplantasyonudur. Oral uygulama en az olumlu tedavi biçimidir, çünkü uygulanması hastanın iyileşme azmine bağlıdır. Olumsuz etkileri bulantı (çok yüksek dozlarda), anerji ve kadınlaşma, özellikle memelerde büyümedir. Tedavi, hastanın çok azimli olduğu bir sırada, yakın bir kontrol altında ve hastaya tam bir açıklama yapıldıktan sonra uygulanmalıdır. Libido azalır yahut kaybolur, ama yönü değişmez. Tedavi, yakın kontrol altında, birkaç yıl sürdürülmelidir.



Cinsiyet Rolü


Cinsiyet rolü, bir kişinin erkek çocuk, erkek, kız çocuk veya kadın olarak durumunu tanıtıcı sözleri yahut davranışlarıdır. Bu rolü, genetik yapıdaki Y kromozomunun varlığı yahut yokluğu belirler.

Y kromozomu doğrudan doğruya fetal gonad tipini etkiler. Bu gonadın uterus içindeki hormon salgısı, iç ve dış genital organların iki cinsel biçimden birine göre oluşmasından ve beyindeki cinsel tepkiden sorumludur. Normal kişilerde bu cinsel eğilim, doğumda, belirlenen cinsiyete, yetişme sırasındaki cinsiyet rolüne ve sonucunda oluşan cinsiyet rolüne uygundur. Psödo-hermafroditizm (bkz.) vakalarında ise, gerçek cinsiyet doğumda yanlış belirlenir ve sonucunda kişi karşı cinsin cinsiyet rolüne göre yetiştirilip bunu edinir. Bu vakalarda cinsiyet rolü, eskiden ileri sürülen görüşlerin tersine, adolesans döneminde bile başarıyla değiştirilebilmektedir. Erkeklerdeki ara-cinsiyet vakalarında, adolesans döneminde yanlış belirlenen kadın cinsiyet rolü dolayısıyla, hastada gittikçe artan bir tatminsizlik belirir ve çok kere gerçek cinsiyetine dönmesi için ameliyat ve sosyal değişim gerekir. Transseksüalizm (bkz.), psikolojik bir çapraz-cinsiyet benimsenmesidir; aslında cinsiyeti kadın yahut erkek olan kişi, kendisinin karşı cinsten olduğuna inanır ve ancak o cinsiyetin rolünü yaşadığı zaman rahat eder. Bu gibi vakalarda, hastaların arzu ettikleri cinsiyet rolünü tamamen kazanabilmeleri için sık sık genital organlarında, vs. cerrahi kozmetik müdahaleler gerekir. Normal genital organlar üzerindeki bu gibi mütilasyon işlemlerinin olumluluğu konusunda henüz hiçbir psikiyatrik yahut cerrahi görüş birliği yoktur.


Cinsiyete Bağlı Kalıtım


Cinsiyete bağlı özellikler ender ve yalnızca erkeklerde görülür. Kalıtımın etkilenmeyen kadınlar aracılığıyla gerçekleştiği düşünülmektedir. Anormal genin X kromozomuyla geçtiğine ve taşıyıcı olan kadında diğer normal X kromozomlarıyla maskelendiğine, oysa etkilenen erkekte maskelenmediğine inanılmaktadır. Ender görülen ve akıl geriliğiyle ilgili olan cinsiyete-bağlı kalıtım durumları arasında okülo-serebro-renal sendrom (bkz.),Hunter sendromu (bkz.) Ve bazı konjenital hidrosefalus (bkz.) vakaları vardır. Duchenne tipindeki bazı psödohipertrofik kas distrofisi ve nefrojenik diabetes insipidus vakalarında da akıl geriliği görülebilir. Bazı cinsiyete bağlı kalıtım durumlarında, örneğin glükoz-6-fosfat dehidrojenaz (bkz.) Yetersizliğinde, kadının taşıyıcı olup olmadığı, biokimyasal yoldan belirlenir


Çocuğun Gelişimi

Çocuğun gelişimi, olgunlaşma (doğa) ve öğrenme (eğitim) arasındaki karşılıklı ilişkinin sonucunda olur. Bunlardan biri eksikse, gelişim olmaz. Eline okuyacağı birşey verilmeyen bir çocuk, tıpkı okuyacak birçok şey mevcut olduğu halde okuyamayan bir anensefalik çocuktan farklı olmaz. Birçok yeteneğin edinilmesi, hem doğaya, hem de eğitime bağlıdır. Buna rağmen, bazan bunlardan biri daha çok önem kazanır: meselâ, az gelişmiş ülkelerde zekâyı belirlemede sosyal faktörler — kötü doğum öncesi bakımı, ortamsal stimülasyon eksikliği, vs. — çok önemliyken, daha olumlu bir yaşama standardına kavuşmuş ülkelerde genetik faktörler daha önemli olur, identik ve identik olmayan ikizler üzerinde yapılan karşılaştırmalı incelemeler, bu konuda daha çok bilgi sağlamıştır. Bir genelleme daha yapılabilir: temel yetenekler genellikle biolojik yoldan kazanılır, oysa karmaşık yetenekler daha ziyade sosyal öğrenmeye bağlıdır. Meselâ İngiltere'de çocukların üç sözcüklü cümleleri söylemeyi öğrenmeleri sosyal sınıfla ilgili değildir, oysa daha ileri dil yeteneği sosyal sınıfla yakından ilgilidir. Normal gelişim her zaman düzenli bir biçimde olmaz. Ayrıca, yeteneklerin de hepsi aynı çabuklukla kazanılmaz. Bir çocuğun motor gelişimi ilerleyebilir, fakat konuşma yeteneği gecikmiş olabilir; bunun tam tersi de görülebilir. Beyin hasarı belirtileri görüldüğünde, bu durum daha karmaşıktır. Anatomik hasar (meselâ serebral felç)yüzünden birtakım fonksiyonlar gelişmeyebilir; öte yandan aynı çocukta bir doğal gelişim gecikmesi yüzünden başka yetenekler de geç gelişebilir, yahut yalnızca uygun stimülasyonlardan yoksun kaldığı için yetenekleri öğrenmesi aksar,Serebral felçli bir çocukta, eğer motor yeteneksizliği yüzünden nesnelere dokunarak tecrübe kazanması engellenirse, dokunmayla algılama alanında sekonder sorunlar gelişebilir.

Amerikalı bir psikolog olan Arnold Gesell gelişim değerlendirme testlerinin öncülüğünü yapmıştır ve çocuğun gelişmesinin kantitatif değerlendirmesiyle ilgili daha sonraki bütün çalışmalarda katkısı olmuştur. Gesell yetenek gelişmelerini motor, uyumsal, dil ve kişisel-sosyal olmak üzere sınıflandırmıştır. Bu alanlardan herbiri için standard gelişme normları saptanmıştır. Gelişimin değerlendirilmesi, çocuğun yaşıtlarına kıyasla, nasıl fonksiyonda bulunduğunu gösteren bir tablo sağlar. Oysa şiddetli retardasyon oluşmuş çocuklar dışında, 2-3 yaşına kadar olan çocukların ilerde nasıl bir gelişme göstereceği konusunda faydalı bir bilgi sağlayamaz.

Çocuklardaki emosyonel gelişimin saptanması daha çok sorunlar doğurur, çünkü emosyonel olgunluk için objektif ölçüler bulmak daha zordur.Yeni doğmuş bebekteki emosyonel ifade, früstrasyona, engellemeye ve acıya karşı tepkiden ibarettir,ilk iki ay içinde çocuk çoğunlukla duyduğu zevki ifade eder. Bebek altı aylık olunca korku, öfke ve nefret gibi olumsuz emosyonları ayırdetmek mümkün olur. Onsekiz aylıktan küçük bebeklerde kıskançlık açıkça görülebilir.Daha ziyade erkek çocuklarda görülen öfke tepkileri, 2 yaşından başlayarak 25 yaşları arasında daha amaçlı ve bilinçli olabilir, iki ilâ üç yaşları arasında spesifik korkular çok görülür, fakat bu yaştan sonra son derece az rastlanır.Konuşma alanındaki normlar daha açıkça saptanmıştır. İki yaşındaki çocukların %97'si tek sözcükler söyleyebildikleri ve 3 yaşındakilerin de %97'si üç sözcüklük cümleler kurabildikleri için, bu normallik sınırları dışında kalan bir çocuğun durumu dikkatli bir değerlendirme gerektirir. Bkz. Çocuk psikiyatrisi


Çocuğun Üzerine Düşmek



Üzerine düşülen çocuğun kendi başına birşey yapmasına izin verilmez, daha küçük bir çocuğa gösterilecek davranış gösterilir ve annesiyle aşırı fizik temasa maruz kalır. Bu tip çocuk yetiştirmenin birçok nedeni olabilir. Anne, aslında çocuğu istememesiyle ilgili kendi suçluluk duygularına karşı aşırı bir reaksiyon gösteriyor veya çocuğun aşırı narin olduğu yahut fizik bir hastalık geçirdiği bir dönemden kalma bir alışkanlığını sürdürüyor olabilir. İlgiden yoksun bir çocukluk dönemi geçirmiş bir anne, kendisini çocuğunun yerine koyarak, kendi hissettiği eksiklikleri aşırı telâfi yoluna sapabilir. Bu gibi davranışlar sık sık çocukta olgunlaşma ve bağımsızlaşma gecikmesine (örneğin okul fobisi (bkz.) ), belirgin bir anne bağımlılığına ve «şımarık çocuk» davranışına yol açabilir.

Çocuk Psikiyatrisi


Çocuk psikiyatrisi, olgunlaşma dönemi sırasındaki davranış ve emosyon bozukluklarını her bakımdan kapsar. Tıpkı yetişkin psikiyatrisi gibi, aslında tıbbın her dalı gibi, belirli sınırları yoktur. Çocuk psikiyatrisi alanı, pediatri, öğrenim ve sosyal yardım gibi alanlara da yayılabilir. Ayrıca, çocuklarda görülen birçok zihinsel bozukluklar başlı başına patolojik durumlar olmayıp,çok görülen gelişim değişkenliklerinin abartılmış biçimleridir. Dolayısıyla, anormal çocuğun teşhis ve tedavisinden önce, normal psikolojik olgunlaşma proçeslerini ve çocuk üzerinde etki yapabilecek birçok faktörü tanımlamak şarttır.

Çocuk psikiyatrisinde oybirliğiyle kabul edilmiş bir teşhis yöntemi yoktur. Gerçekten de bazı çocuk psikiyatristleri, süjenin basit teşhis etiketleri kullanılamayacak kadar karmaşık olduğuna inanarak, teşhisten tamamen kaçınırlar. Burada sunulan sınıflandırma, teorik bir çerçevede değildir. Bu sınıflandırma, mümkün olduğu kadar gözlemlenebilen bir davranış temeli üzerine kurulmuş, prognoz ve tedavi bakımından yararlı olduğu ispatlanmış bir sistemdir.

Uyum bozuklukları okul öncesi yıllarında görülür ve çocukluğun ilk yıllarındaki «kontrol problemleri» olarak bilinir. Her çocuğa göre değişen mizaç farkları dolayısıyla, bazan aşırı dereceye varan farklı ruhsal durumlar, uyku, beslenme ve dışkılama huyları görülür. Çocuğun hayatının ilk yıllarında, aile ve çocuğa düşen görev, hem çocuğun kapasitesi dahilinde olan, hem de ailenin kabul edebileceği karşılıklı bir uyumun sağlanmasıdır. Bu uyum proçesi başarılamazsa, çocuk yahut aile güçlüklerle karşılaşırsa, bir uyum bozukluğundan söz edilebilir. Daha büyük çocuklardaki veya yetişkinlerdeki durumun tersine, okul öncesi yıllarında «çocuk» üzerinde bir teşhis yapma çabası çoğu zaman başarısız olur, fakat her zaman olmayabilir. Sabah saat 5.00'de uyanıp sonunda ailesini onu «eğlendirmek» zorunda bırakarak bir buçuk saat sürekli ağlayan 2 yaşındaki bir bebek; annesinin istediği kadar çeşitli yemek yemeyi kabul etmeyen 9 aylık bir bebek; annesi tarafından yuvaya götürülünce sürekli olarak annesinin yanında kalma isteği gösteren, fakat annesi gidince hiç yakınmayan 4 yaşındaki bir çocuk bu çocukların hepsi de, ailenin istediği davranış ile çocuğun bu istekleri yerine getirememesi dolayısıyla ortaya çıkan «uyum» eksikliği olarak nitelenen, hafif uyum bozuklukları dolayısıyla hekime getirilebilirler.

Çocuklardaki Emosyonel Bozukluklar, çocuğun yaşantısında aksaklık yaratan bir bozukluk olduğu zaman ortaya çıkar. Görülen emosyonel durum, çocuğun yaşadığı ortam göz önünde tutularak, genellikle hiç değilse kısmen anlaşılır,fakat bazan da çocuğun gösterdiği mutsuzluk veya anksiete «oransız» gözükebilir. Emosyonel bozukluklar belki de çocuklarda en çok rastlanan bir akıl bozukluğu tipidir. Anksiete, belli bir nesneye bağlı olmaksızın yersiz bir üzüntü, uyku bozuklukları (özellikle kâbuslar), enürez (bkz.) Devamlı nükseden karın veya baş ağrısı biçiminde, yani «serbest» (bkz.), veya spesifik yahut fobik karakterde olabilir. Bütün çocuklar hayatlarının bir döneminde spesifik korkular duyarlar, fakat bazılarında bu korkular çocuğun normal bir yaşantı sürdürmesini engeller. Yetişkinin tersine, çocuklarda ender olarak genel sosyal anksietelere veya agorafobiye (açık yerlerden korkma) rastlanır. Spesifik hayvan korkuları (köpek, kedi, örümcek, vs.) daha sık görülür, diğer spesifik sitüasyon fobileri arasında ise okul korkusu, anneden ayrılma korkusu ve karanlık korkusu vardır. Bazı çocuklardaki anksiete durumları derin düşüncelere dalmak biçiminde obsesyonel bir nitelik taşır,fakat tam bir obsesyonel bozukluğa bu yaş grubunda ender olarak rastlanır. Çocuklarda depressif hastalık görülebilir, fakat yetişkinlerdeki depresyonun tipik özellikleri olağan değildir. Belirgin iştah veya uyku bozuklukları göstermeyen bunalım ve genel irritabilite gibi durumlara ise daha sık rastlanır. On beş yaşından küçük çocuklarda intihar girişimleri ender görülür, fakat bu durumlar en az daha büyüklerdeki intihar girişimleri kadar ciddiye alınmalıdır. Çocuklarda davranış bozuklukları, çocuğun davranışında önemli asosyal özellikler görülmesidir. İlkokul yıllarında bu bozukluk yalnızca evde veya okulda saldırgan davranış ve itaatsizlik biçiminde belirir, fakat çocuk büyüdükçe daha belirgin sapık davranış belirtileri ortaya çıkar. Evde sürekli hırsızlık durumlarının önemi, dükkânda veya okuldaki hırsızlıktan farklıdır, fakat her iki durum da bir davranış bozukluğu bulunduğunu ispatlar. Okuldan kaçma (okul fobisinden (bkz.) veya okula gitmeyi istememekten farklıdır), çocuğun okula devam isteksizliğini örtmek amacıyla okula gitmemesinden ibarettir. Sürekli kavgacılık, cinsel davranış bozukluğu, evden kaçma, çevresine gelişigüzel zarar verme ve yangın çıkarma gibi durumlar da davranış bozukluğu belirtileridir. Fark edilsin edilmesin, sürekli olarak kanuna karşı suç işleyen çocuklar suçlu sayılır. Suçluluk teorilerinin bazıları çocuğun kişiliğine, bazıları ise yaşadığı ortama önem verir. Şüphesiz, bazı suçlu çocuklarda aynı zamanda önemli emosyonel bozukluklar da vardır.

Çocuklarda gelişim bozuklukları, olgunlaşma sırasındaki normal aşamaların aşın derecede görülmeleridir. Bu durumlarda, çocuğun ailesinde de benzer bozukluklar çoğu zaman sözkonusudur. Enürez'in bir anksiete semptomu olarak görülebileceğinden ileride söz edilecektir, fakat istemsiz idrar yapmanın inhibisyonu için gerekli norofizyolojik mekanizmaların gelişememesi sonucunda olan enürez'e daha sık rastlanır. Encopresis (bkz.) yani uygun olmayan durumlarda istemsiz olarak dışkı durumuda bir olgunlaşma bozukluğudur, fakat bu semptomda çoğu zaman önemli bir emosyonel problem sözkonusudur. Gelişimde konuşma bozukluklarına, bu arada afaziye, ender rastlanır. Daha sık görülen önemli okuma bozukluklarının, spesifik bir disleksi, veya bunun bir varyasyonundan ötürü olduğu düşünülür. Bütün bu gelişim bozukluklarındaki ortak özellikler, daha ziyade erkek çocuklarda görülmeleri ve bazan umut kırıcı derecede yavaş seyreden spontan bir iyileşme göstermeleridir. Çocuklarda hiperkinetik bozukluğun karakteristikleri, düşünmeden hareket etme, yersiz dalgınlık ve kısa dikkat süresi ile birlikte görülen şiddetli derecede aşırı faaliyettir. Çocuklarda organik beyin bozukluğu vakalarında bu sendroma sık rastlanırsa da, hiperkinetik sendrom gösteren çocukların çoğunluğunda hiçbir organik bozukluk belirtisi yoktur. Çocuklardaki psikotik bozukluklar başlıca üç gruba ayrılır. Otizm (bkz.) Çocuklukta ortaya çıkan karakteristik hareketler ve belli zekâ yetenek pattern'leri gösteren şiddetli bir «komünikasyon» bozukluğudur. Yaklaşık 10 yaşına kadar olan dönemde psikotik bozukluklara son derece az rastlanır ve rastlandığı zaman da genellikle organik, bazan ilerleyici bir beyin hastalığına işaret eder. On yaşlarında, ender olmakla birlikte, bazan klasik şizofreni ve manik depressif psikoz görülebilir. Bu durumlara adolesans döneminde daha çok rastlanır. Yetişkinlere özgü nörotik bozukluklar da (psikonevrozlar) buluğ çağından önce az görülür. Bununla birlikte, histerik ve obsesyonel bozukluklar oluşabilir ve bu yaş döneminde kendilerine özgü bir semptomatoloji gösterirler.

Çocuklarda kişilik bozukluklarının teşhisi dikkatle yapılmalıdır, çünkü bu teşhis uzun süreli uyumsuz davranış ve ilişkilerin belirlenmesine dayanır. Yine de, bazı çocukların çok küçük yaşlardan başlayarak adolesans donemi boyunca gösterdikleri pasif veya saldırgan özellikler için «kişilik bozukluğu» uygun bir terimdir. Yukarıda sayılanların yanısıra, bu sınıflandırmaya uymayan birkaç iyi bilinen sendrom daha vardır. Tik (bkz.) (vücudun hızlı sıçramalı hareketleri) bir anksiete durumunun belirtisi olabileceği gibi, başlı başına bir fenomen de olabilir. Gilles de la Tourette sendromu (bkz.) Bu durumun ender görülen bir varyasyonudur ve hasta, tiklere ilâve olarak istemsiz olarak müstehcen sözler söyler. On yaşından büyük çocuklarda anoreksia nervosa tam anlamıyla oluşabilir; hattâ bundan önce de aşırı derecede yemek seçme sözkonusu olabilir. Çocuğun psikiyatrik durumunun sınıflandırılması, çocuk psikiyatrisinde teşhisin yalnızca bir yanıdır. Ayrıca, aile içindeki ilişkilerin ve çocuğu etkileyebilecek diğer ortamsal stress'lerin, çocuğun gelecekteki zekâ ve öğrenim derecesinin ve fiziksel durumunun değerlendirilmesi önemlidir.

Aile ilişkilerinin değerlendirilmesi her zaman aile fonksiyonuna birkaç değişik açıdan bakılmasını gerektirir. Aileleri «iyi» ve «kötü» olarak ikiye ayırmak mümkün değildir; çünkü bir anne eşiyle fevkalâde bir ilişki kurmuşken oğluyla geçinemeyebilir; veya bazan bütün ailesiyle sağlam bir ilişki içindeyken, başka bir zaman, meselâ bir depresyon sırasında irrite davranışlarda bulunabilir. Aile hekimi çoğu zaman bir aileyi uzun süre tanıma imkânına sahiptir ve böylece aile içindeki ilişkilerin gelişmesini izleyebilir. Güç durumlarda aile bireylerinin birbirlerine gösterdikleri sıcak anlayışı doğrudan doğruya izlemek fırsatını bulmuş, veya yalnız görüşmelerde çiftin arasındaki anlayışı veya düşmanlığı ve sevgisizliği, konuşmalardan sezmiştir. Aile-çocuk ilişkisini iki alandan veya boyuttan ele almak yararlıdır: ailenin uyguladığı kontrol veya özerklik derecesi ve gösterdiği sevgi, anlayış veya bunun tersi davranışın derecesi çocuğun olduğu gibi kabul edildiği, kendine güveni geliştikçe bağımsızlığının da gelişmesi için destek gördüğü bir aile atmosferinde, kişiliği olumlu bir yönde oluşur. Çocuklar büyüdükçe, sosyal alandaki başarıları, diğer alanlardaki — motor, kognitif ve konuşma — başarılarına kıyasla bazan geride kalır, bazan da daha önde gider. Meselâ, çocukların 6 aydan sonra annelerini diğer insanlardan ayırdettikleri normal pattern'i izleyerek, sonunda çocuğun ailesine yakın bir bağlılık duyması ve aynı zamanda yabancılardan korkması gibi durumlar ortaya çıkabilir. Çocuk gittikçe bağımsızlığını kazanarak «yabancı anksietesi»nin üstesinden gelir ve yaşıtlarına bağlanmaya başlar.

Fiziksel hastalık, hastahaneye yatma, vs. Gibi durumlarda çocuk eski davranış biçimine döner, annesine bağımlılık gösterir ve yanında göremediği zaman korkuya kapılır. Bu çeşit bunalımlar normal gelişmenin bir parçası olarak belirir. Meselâ, çocuk ilk olarak okula gittiği zaman, bunun yarattığı bunalım sonucunda, annesinden ayrı kalmaya dayanamadığı için yeniden çocuksu davranışlara dönüş görülür. Çocuğun sonunda düzenli olarak okula devam etmesi, onun yeni bir duruma başarıyla uyduğunu, kendine güvenini kazandığını ve bağımsızlık yolunda ikinci adımını atabileceğini gösterir. Çocuklukta kişilik gelişmesini zedeleyebilecek stress'ler arasında, özellikle İngiliz psikiyatristi john bowlby tarafından, anneden ayrılma stress'i üzerinde durulmaktadır. Oysa daha sonraki araştırmalar kötü kişilik karakteristiklerinin nedeninin yalnızca ayrılma değil, yoksunluk da olabileceğini göstermektedir. Annesinden ayrılan, fakat anne sevgisinin yeterince yerini tutabilecek bir akrabasının evine giden bir çocuğa kıyasla, az sayıda personelden oluşan bir kuruma, yetimhaneye veya çocuk yuvasına gönderilen bir çocuk daha olumsuz yönde etkilenir. Sosyal öğrenme proçesleri çocukların gösterdikleri davranışın tümünü açıklayamaz, çünkü doğuştan gelen veya anneyle çocuk arasındaki çok erken ilişkiler sonucunda ortaya çıkan mizaç karakteristiklerinin çocukların davranışlarında derin ve kalıcı etkiler yarattıkları ispatlanmıştır. Uzun çalışmalar, daha hayatın ilk yıllarında bile, bebeklerin birçok yollardan kişiliklerini belirttiklerini, bu özelliklerden çoğunun hiç değilse çocukluğun orta dönemlerine kadar sürdüğünü göstermiştir. Yeme, uyuma, ruhsal durum, yeni sitüasyonlara karşı reaksiyon düzensizlikleri gibi özellikler, hayatın ilk yıllarına dönerek incelendiğinde oldukça tutarlılık gösterir. Kolayca ağlayan, uyumsuzluk ve huy bozukluğu gösteren «zor çocuğun» yetiştirilmesi daha güçtür; anne-baba tarafından bir kenara itilir ve sonucunda da emosyon ve davranış bozuklukları göstermesi daha muhtemeldir. Bazı çocuklar o kadar az sorunlar yaratırlar ki, her çeşit aile terbiye yöntemi başarılı olur; oysa bazıları o kadar çok sorun doğurur ki, birçok aile bu sorunlar karşısında yenik düşer. Teşhiste, çocuğun zekâ ve öğrenim seviyesi değerlendirilmelidir, çünkü uygun olmayan okullara gönderilme ve öğrenme güçlükleri davranış bozukluklarının etyoloiisinde önemli rol oynayabilir. Çocukla yalnız, veya 8 yaşından küçük olan çocuklarla annelerinin yanında, okul hayatları, ilgileri ve anne-babanın onu doktora getirme nedenleri hakkında görüşme, çoğu zaman güçlüklerin niteliği ve çocuğun zekâ derecesi ile ilgili yararlı bilgiler sağlayacaktır. Zekâ seviyesi için faydalı bir kılavuz, çocuğun kullandığı dilin karmaşıklığıdır. Elyazısı ise şiddetli derecede bir motor yeteneksizlik veya algı bozukluğu durumlarının mevcut olup olmadığını gösterecektir. Çocuk kitap okumaktan zevk aldığı takdirde, bu alanda ciddi bir öğrenim sorunu olması ihtimali azdır.

Çocuğun fiziksel durumunun değerlendirilmesi her zaman önemlidir ve bedensel semptomlar olduğunda şarttır. Çocuklukta, «psikosomatik» hastalık adı verilen bozuklukla diğer organik hastalık biçimleri arasında hiçbir suni çizgi çizilemez. Herhangi bir fizik semptomun emosyonel veya ortamsal bir kökeni olabilir; öte yandan, herhangi tipte bir emosyonel bozukluğun yanısıra bedensel değişimler de sözkonusu olabilir. Yine de, birtakım fiziksel bozukluklar ve semptomlar belki de stress sitüasyonları sonucunda olabilir; bazı fizik bozukluklar, özellikle beyin hasarı (bkz. Çocuklarda beyin hasarı) ve epilepsi (bkz.) Bir çocukta psikiyatrik bozukluk oluşması tehlikesini arttırır.

Tekrarlayıcı karın ve baş ağrılarının yalnızca %10'unda organik bir temele rastlanmaktadır. Geri kalan vakalardan %10-20'sinde ise emosyonel bir etken sözkonusudur. Çocuk evde veya okulda stress altında olabilir; ağrıyı dikkati üzerine çekmek amacıyla ileri sürebilir, veya ailesinin evhamı dolayısıyla dikkati midesinde veya karnında toplanmıştır. Emosyonel stress'in başka birçok hastalıkta rol oynadığı ispatlanmıştır. Astımlı çocukların (bkz.) Belki de üçte biri, emosyonel nedenlerle, çoğu zaman heyecan veya korkudan ötürü nöbet geçirmektedir; fakat bu çocuklardan birçoğu başka sitüasyonlar, özellikle allergenler dolayısıyla nöbet geçirirler. Diabetes mellitus'da (bkz.) ketonüri mevcudiyeti, diabetli bir adolesantın ortamsal stress'le karşılaşmasına bağlanmıştır. Hastanın olumsuz hayat sitüasyonları içinde olduğu durumlarda epilepsinin daha sık görüldüğü bilinen bir husustur. Telemetrik incelemeler, çocuklarda stimülasyon eksikliği olduğu zaman veya kapasitelerinin ötesinde öğrenme görevleriyle karşılaştıkları zaman 4-6 saniye tepe ve dalga (spike and wave) fenomenlerinde artma olduğunu göstermiştir. Çocuklardaki psikiyatrik bozukluklarla ilgili olan bu kısa genellemede, daha ziyade teşhis üzerinde durulmaktadır; çünkü ancak böyle bir değerlendirmeden sonra (birçok vakada tam bir değerlendirme gerekmez) hekim önemli bir bozukluğun mevcut olup olmadığına ve mevcutsa etyolojik ve arttırıcı faktörlerinin neler olduğuna karar verebilir. Rasyonel bir kontrol ve tedavi ancak bu şekilde planlanır. Birçok vakada, durumun anlaşılması sonucunda, hekim sorunun niteliği ve giderilmesini sağlayacak tedbirler konusunda doğrudan doğruya aileyle tartışarak yol göstermekle harekete geçer. Aile hekiminin aldığı tedbirlere rağmen, önemli derecede bozukluk yaratan bir psikiyatrik hastalık devam ederse, bir çocuk eğitim kliniğine başvurulmalıdır. Şiddetli okul fobisi, intihar düşüncelerine varacak derecede bir depresyon veya otistik bozukluk kuşkusu uyandıran durumlar gibi bazı vakalarda, geç kalınmadan uzmanlara başvurmalıdır.
 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#6
Çocuk Rekabeti


Çocuklar birbirlerine karşı, tıpkı aile dışındakilere duydukları emosyonları duyabilirler. Annenin, babanın, öbür kardeşlerin ve ailenin öteki üyelerinin sevgisi için rekabet, aile grubunun yapısına göre değişir. Batıdaki ailenin «anahtarı» annedir ve çocuklar genellikle annenin sevgisi için rekabet ederler. Bazı vakalarda hayat boyunca bilinçli yahut bilinçsiz sürdürülen bu kardeş rekabeti, aile çevresinin dışındaki bireylerle kurulan ilişkileri etkileyebilir.


Çocuklara Cinsel Saldırı


Kız ve erkek çocuklara yapılan cinsel saldırılar, suçluya karşı öylesine olumsuz duygular yaratmaktadır ki, bazan şiddetli bir dayakla kurtulan bir suçlu talihli sayılır. Hapishanede, koğuştaki öbür mahkûmlar da onu cezalandırdıkları için, suçlu onlardan ayrı bir hücreye kapatılmayı gönüllü olarak talep eder. Dolayısıyla, kız ve erkek çocuklara yapılan cinsel saldırıların aslında çok az fizik yahut akıl hasarına yol açması şaşırtıcıdır. Cinsel saldırı suçunun işlendiği, sık görülen birkaç durum vardır: yaşlı bir erkek 5-12 yaşında kız çocukları evine çağırır, para yahut şeker vererek kandırır ve onlarla cinsel oyunlara girişir; geri zekâlı bir genç, kendinden daha küçük yaştaki çocuklarla dostluk kurar ve bunlardan biriyle arasında cinsel bir ilişki kurulabilir; amcalar, yeğenler ve diğer aile bireyleri, akrabalıklarını bir kız ya da erkek çocuğa cinsel saldırı amacıyla kötüye kullanabilirler. Pedofiliaklar(bkz. Pedofili), yani yalnızca çocuklarla cinsel ilişki kurabilen erkekler, tehlikeli cinsel saldırı suçları işleyebilirler. Bu saldırı tekrarlama ve kalıplaşma (sterotipi) eğilimi gösterir ve cezaya yahut psikiyatrik tedaviye duyarlık göstermez. Hormon emplantasyonu biçiminde kimyasal kastrasyon endike olabilir. Ender görülen, zalimce çocuk cinayetleri hemen her zaman pedofiliaklar tarafından, işlenir.


Çocuklarda Anksiete Durumları


Yetişkinlerde olduğu gibi, çocuklarda da acı emosyonları (anksiete, depresyon ve öfke) çoğu zaman stress (bkz.) sitüasyonlarına bir tepki olarak ortaya çıkar. Bununla birlikte, birçok bakımlardan çocukların emosyonel yaşantısı büyüklerinkinden farklıdır. Çocukların karşılaştıkları stress'ler daha değişik olup biyolojik olgunlaşma ve aile hayatıyla ilgilidir. Çocuğun gelişme proçesi sürekli bir değişimi, özellikle bir bağımlılık durumundan vazgeçilerek bağımsızlığın kazanılmasını kapsar. Ayrıca, normal bir emosyonel gelişim için çocuğun anksieteyi tanıyıp buna göğüs germesi gerekir, iki yaşındaki çocuklarda görülen yabancılara karşı korku, bu fenomenin iyi bir örneğidir. Son olarak, anksiete veya depresyonu yaratan şeyin ne olduğuna karar vermek bakımından çocuk hasta, yetişkine kıyasla, daha âcizdir; bu yüzden doktor, ebeveynin anlattıklarına ve çocuğun davranışıyla ilgili gözlemlerine dayanmalıdır. Çocuklukta depresyona (bkz.) Ender olarak endojen biçimde ve daha sık olarak da stress'e karşı abartılmış bir tepki biçiminde rastlanır. Aksaklıklar yaratan anksiete durumları ise, tersine, çocukluk dönemi boyunca görülür ve daha ayrıntılı bir ilgi gerektirir.

Bir yaşındaki bazı bebekler yeni bir sitüasyonla karşılaştıklarında, meselâ anne yeni bir yemek yedirmeyi denediğinde veya çocuğu fincan yerine kaşık kullanmaya zorladığında, korku veya mutsuzluk belirtileri görülür. Stella Chess, «güç ısınan» bebeklerden sözetmiş ve bunun yapısal nitelik taşıyan bir huy karakteristiği olduğuna inandığını belirtmiştir. Yeni bir sitüasyonda annenin gösterdiği anksiete ve gösterebileceği sabır başka bir önemli faktördür.İki yaşındaki bebekte sık sık uyanma ve korkulu çığlıklarla beliren gece anksietesine rastlanabilir. Gene bu yaşta yabancılara karşı aşırı bir korku olabilir.

Çocuk büyüdükçe hayvanlara, özellikle köpeklere, gökgürültüsüne ve şimşeğe, karanlığa, doktorlara, dişçilere, vs. karşı duyduğu spesifik korkulara daha çok rastlanır ve bu bazan aksaklıklar doğurur. Çocukların hafif biçimde bir sürü korkular duymaları çok görülen bir durumdur, fakat bu korkuların çocuğun yaşantısında ciddi aksaklıklar yaratması pek olağan değildir. Adolesans (bkz.) döneminde, sosyal sitüasyonlara duyulan korku ve agorafobi (bkz.) Daha önemli olur.

Spesifik korkular daha genel başka anksiete semptomlarıyla, özellikle uyku ve iştah rahatsızlıkları, dikkat güçlükleri, sinirlilik ve ağlama ile birlikte belirdiği zaman, daha önemlidir. Bu semptom dizisinin mevcudiyeti, aile ortamı, çocuğun okuldaki uyumu ve diğer muhtemel stress'lerin dikkatle teşhisini gerektirir, semptomatik tedavi ve daha büyük çocuklarda bunun yanışım medazepam gibi hafif bir trankilizan, çoğu zaman etkili olur; çünkü bu gibi bozuklukların genellikle selim bir seyri vardır. Eğer durumun kronikleşmesi tehlikesi varsa, bir uzmana başvurulmalıdır.


Cotard Sendromu


Bugün ender kullanılan bu terim, ilk olarak bir 18. Yüzyıl Fransız psikiyatristi olan Cotard tarafından, nihilistik delüzyonların hâkim olduğu bir akıl durumunun tanımlanması amacıyla kullanılmıştır. Tam bir diagnostik tablo değildir ve bu delüzyonlardan mustarip hastalardan çoğunluğunda psikotik (endojen) depresyonlar (bkz.) mevcuttur.


Ç



Çağrışım (association) Bozuklukları


Fikirler, sözcükler, yaşantılar veya stimuluslar ve tepkilerin aralarındaki ilişkilere çağrışım (association) denilmektedir. Böylece kişinin yaşantısında bu unsurlardan biriyle karşılaşmasını, ilişkili bir yaşantının çağrışımı izler. Bu çağrışımlar kişinin önceki yaşantısından ötürü meydana gelir ve birkaç kesin ilkeye göre oluşurlar. Bu ilkeler arasında en önemlileri yakınlık ve benzerlik «kanunlarıdır». Bu yollardan kurulan çağrışımlar birtakım öğrenim türlerinde, özellikle sözlü öğrenimde, hafıza ve düşünmede belirgindir. Sözlü çağrışımlar, sözcük çağrışım testleriyle incelenir; süjeye belli sözcüklere «aklına ilk gelen sözcükle» cevap vermesi söylenir. Benzer tipteki zincirleme çağrışım yöntemi psikanalitik (bkz.) Tekniklerde belirgin bir yer almaktadır. Düşünce bozukluğu gösteren birçok şizofrenik (bkz.) Hastada, çağrışım proçesi bozuklukları açıkça görülür. Bleuler bu durumun şizofrenide bir temel oluşturduğunu ileri sürmüş ve karakteristik belirsiz ve yersiz konuşmaya yol açan bir çağrışım «bölünmesi» ve «yersizliğinden» söz etmiştir. Bu gibi şizofreniklerde görülen kontrolsuz çağrışımlar, benzerliğe dayanarak oluşur; kafiyeli ve ses benzerliği bulunan sözcüklerin «çınlama» çağrışımları biçiminde konuşmalarında yansır.


Çalışma


Çeşitli tipte psikiyatrik hastalık ve bozukluklardan mustarip kişilerin çalışabilecekleri uygun bir iş bulamamaları bir sorun olabilir. Şiddetli bir şizofrenik hastalık geçirmiş bir kişinin hareketleri yavaştır, inisiatifini kullanamaz, sorumluluk üstlenemez ve toplumdan uzaklaşır. Bu hastalarda çok kere, hastahanedeki endüstriyel terapi ünitesinde başlayan uzun ve sabırlı bir rehabilitasyon proçesi gereklidir. Çalışabilecek yaştaki epilepsi hastalarının %50'si iş bulma güçlükleriyle karşılaşmışlardır ve yaklaşık %10'u işsizdir. Birçok yaşlı kimse, özellikle avunacak bir uğraş bulamadıkları zaman, emekliliği ve işsizliği sıkıcı bulmaktadırlar, işsizlik çok kere toplumsal ilişkilerin kesilmesine, gelir kaybına ve artık topluma bir katkıda bulunamama duygularının hissedilmesine yol açar. Akıl geriliği olan hastalar için de aynı şey sözkonusudur, çünkü tarım veya ev işleri gibi, vasıfsız işçi arayan iş yerlerinin sayısı gittikçe azalmaktadır. Oysa, daha yüksek düzeydeki hastalar, uygun bir eğitimle, çok kere şaşırtıcı derecede olumlu bir ustalık gösterebilmektedirler. Bkz. İşsizlik


Capgras Sendromu


Yanlış tanımayla ilgili bir yanılgı sendromudur. Çoğunlukla paranoid şizofreniklerde görülür, fakat diğer kronik paranoid psikoz hastalarında da mevcut olabilir. Hasta, çevresindeki insanların (yani hastahane personeli veya diğer hastaların) aslında kendi akrabaları veya dostları olduğunu ileri sürer. Bazı hastalar ise, daha ender olarak, hastahane koğuşundakilerin tanınmamak için görünümlerini değiştirdiklerini veya hasta «rolü oynamak» üzere oraya yerleştirilmiş akrabaları olduklarını ileri sürerler. Hasta, çevresindeki insanları böyle yanlış kimliklerle tanıma tema'sı üzerine, çeşit çeşit yanılgılar kurar. Tedavi (fenotiazinler, butirofenonlar, vs.) ve prognoz, bu yanılgının altındaki temel hastalığın tedavisi ve prognozudur.

 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#7
D


Dağılım Alanı


Dağılım alanı, bir serideki en düşük ve en yüksek gözlem arasındaki değişkenliktir. Bu, bir serideki gözlemlerin kapsamını ve değişkenliğini belirtir, ama diğer yöntemler daha çok tercih edilmektedir — örneğin Standard Sapma - Standard Deviation (bkz.). Dağılım alanı, bir ölçü aracı olarak, münferit gözlemlerin frekansı konusunda bilgi vermez ve ortalamadan uzak tek gözlemler bulunduğu zaman seriyle ilgili çarpık bir bilgi verir.


Davranış


En geniş anlamıyla «davranış», bireyin herhangi bir sitüasyon karşısındaki total tepkisidir. Belli bir davranış biçimi ortam veya bireyle ortam arasındaki ilişki üzerinde birtakım etkiler yaratarak sitüasyonu değiştirir. Psikoloji artık bir davranış bilimi olarak tanımlanmaktadır. Bu düşünce j. b. watson tarafından ortaya atılmıştır. Watson, psikolojinin objektif bir bilim olabilmesi için, yalnızca doğrudan doğruya gözlemlenebilen ve ölçülebilen fenomenlerin ele alınması gerektiğini ileri sürmüştür, Watson'a göre davranış, şartlı reflekslerden türeyen ve doğuştan gelen birtakım motor ve guddesel tepki biçimlerine göre oluşan entegre huy sistemlerinden ibarettir. Konuşulan dille ilgili huylar, «imalı» bir nitelik taşıyabilmelerinden ötürü, özellikle önemlidirler. Davranışçı gelenek ve özellikle laboratuvar deneylerinin üzerinde hâlâ durulmaktadır; fakat çağdaş deneyci psikologlar davranışı daha genel tanımlama eğiliminde olup öğrenme ve motivasyon gibi proçeslerle ilgili kuramsal açıklamalarını hipotetik, üzeri örtülü değişkenlerle dile getirirler.

Davranış bozukluğu, Amerikan literatüründe herhangi tipte bir fonksiyon anormalliğini tanımlayan genel bir terim olarak kullanılır; fakat İngiltere'de psikiyatrik kullanımı daha sınırlıdır. Çoğu zaman, sözü edilen davranış veya «hareketin» sosyal veya etik bakımlardan bir değerlendirilmesi yapılır. Böylece «davranış» terimi bazı psikopatik kişilik biçimleri için, genellikle de çocuklarda görülen ve isyankâr saldırgan (agressif) davranış, hırsızlık ve okuldan kaçma semptomları ile tezahür eden bir psikiyatrik bozukluk kategorisi için kullanılmaktadır. Daha dar bir anlamda, bir hastanın açık davranışlarında yansıyan bütün psikiyatrik hastalıklar, ister «tik» gibi spesifik bir özellik olsun, ister aklına eseni yapmak gibi genel bir özellik olsun, çok kere teşhis bakımından önemlidir. Bkz. Huy ve Davranış terapisi



Davranış Terapisi


Bu terimin kapsadığı tedavi yöntemleri arasında duyarlılığın giderilmesi (bkz.), aversiyon (bkz.), zorlama (bkz), model tedavisi (bkz.), biçimleme tedavisi (bkz.), pozitif ve operant şartlama terapileri (bkz.) vardır. Dolayısıyla «davranış terapisi» tek bir yöntem değildir ve «davranış terapileri» yahut «davranış tedavi yöntemleri» olarak söz etmek daha doğru olur. Hayvanlarda yapılan deneysel psikolojik araştırma bulgularının insanlara uygulanması sonucunda, bu teknikler geliştirilmiştir. Hattâ davranış terapistleri bazan uyguladıkları tedavilerin, genellikle hayvanlarda yapılan incelemelere dayanan modern öğrenme teorilerinden türediğini ileri sürerler. Hem bu incelemeler, hem de davranış terapileri son yirmi yıl içinde son derece gelişme kaydetmiştir. Artık insana uygulanabilecek bir tedavi tekniğiyle, hayvanlarla ilgili çalışmalarda esas alınan teoriler arasındaki ilişkinin çoğu zaman son derece uzak olduğu ortaya çıkmıştır. Davranış terapistleri bir hastadaki semptomları, o hastadaki bir bozukluk, belki de öğrenim yoluyla edinilmiş uyumsuz bir davranış biçimi, olarak görme eğilimindedirler ve bilinçdışı yahut temelde yatan neden veya çatışmaları hiç hesaba katmazlar. Bu da diğer psikiyatrik disiplinlerden farklı bir tutumdur.

Davranış terapileri iki ana semptom grubu için uygulanmıştır: a) süjede mevcut, bulunan ve kurtulmak istediği ve b) kendisinde bulunmayan ve edinmek istediği davranış yetenekleri. Birinci grupta transvestizm (bkz.), fetişizm (bkz, ), homoseksüellik (bkz.) Ve sado-mazohizm (bkz.) gibi cinsel sapıklıklar; alkolizm (bkz.) ve enürez (bkz.) vardır.

Bunlara çeşitli aversiyon terapisi yöntemleri uygulanarak çoğu zaman davranış veya bu davranışı doğuran stimuluslar bakımından dikkatli bir zaman ayarlamasıyla üstüste elektrik şokları uygulanarak istenmeyen davranışa karşı şartlı bir anksiete tepkisinin yaratılması amaçlanır. İkinci grup ise fobileri (bkz.), bazı iktidarsızlık (bkz. Empotans) ve frijidite (bkz.) vakalarını ve birtakım obsesyon semptomlarını kapsar. Bunlara desensitizasyon (duyarlığın giderilmesi) veya başka tipte davranış terapileri uygulanarak, hastayı istenen davranışı yerine getirmekten alıkoyan anksiete azaltılır; böylece de onun içinde bulunduğu sitüasyondan kaçması yerine, bu sitüasyona yaklaşıp sonunda yenmesi amaçlanır.Anksiete, problemin ayrılmaz bir parçası olduğu zamanlar, bu teknikler çok yararlı olmaktadır. Oysa depresyonun anlaşılması, yahut tedavisinde davranış terapilerinin çok az katkısı olmuştur. Tek bir semptom veya fobi gösteren hastalarda bu teknikler çok uygundur, hattâ önce bunlara başvurulur. Bu özellikle karşı cins-giyimi veya tüy fobisi gibi, istenmeyen bir davranışın yapıldığı veya görüldüğü anda tedavinin doğrudan doğruya uygulandığı semptomlar için doğrudur. Bununla birlikte, dolaylı olarak (meselâ hayal gücü aracıyla) tedavi edilmesi gereken iktidarsızlık gibi semptomlarda da olumlu sonuçlar alınabilir.

Birden fazla semptomun mevcut olduğu veya bu semptomların temeldeki bir kişilik bozukiuğuyla ilgili olduğu durumlarda davranış terapileri daha az etkindir ve belki de davranış terapisinin yanısıra ilaçlar veya psikoterapi (bkz.) gerekebilir. Hernekadar davranış terapistleri hastadaki semptomlarla, psikanalistler ise temeldeki emosyonel çatışmalarla ilgilenirlerse de, bu iki disiplin dıştan göründüğü kadar birbirine uzak olmayabilir. Analiz, anormal emosyonel çatışmaların açığa çıkması ve terapist aracıyla normal ilişkilerin yeniden öğrenilmesini kapsar; aslında analiz, «transferans» ve «hastayı işleme», aversiyon, model tedavisi, biçimleme tedavisi ve özellikle duyarlığın giderilmesi (bkz. Desensitizasyon) gibi terapileri kapsayan bir davranış terapisi proçesi sayılabilir. Öte yandan, davranış terapisi sırasında da kaçınılmaz olarak bir transferans gelişebilir. Yakın zamanlarda birtakım davranış terapistleri bu iki disiplini birleştirerek, hazırlık niteliğindeki psikoterapötik seanslarda ortaya çıkan çatışmalara karşı hastadaki duyarlığı gidermişlerdir.


Değişkenlik Katsayısı


Değişkenlik katsayısı, bir gözlemler serisindeki değişkenlik derecesini ifade eden sayısal bir yöntemdir. Yüksek bir değişkenlik katsayısı, ortalamadan çok uzak gözlemleri yansıtır. Matematik olarak, ortalamanın yüzdesi olarak ifade edilen standard sapmadır (bkz.) (örneğin, eğer bir serinin ortalaması on üniteyse ve standard sapma bir üniteyse, değişkenlik katsayısı %10'dur).

Deja Vu


Paramnezi (bkz.) veya hafıza sapıklıkları çeşitlerinden biri; bir yanlış hatırlama duygusudur. Olagelecek olaylarla ilgili bir önsezi ve bunun yanısıra bu olayların daha önce olduğu konusunda tuhaf bir duygudur. Bu duygu, daha önce gerçekten yaşanılan bir duruma yeniden girmenin yarattığı anılara benzemez. Bu duygu daha zorlayıcı bir nitelik taşır; hafif bir anksiete duyulur, çünkü kesinlikle yeni meydana gelen durumların öylesine güçlü bir hatırlama duygusu uyandırması endişe vericidir.

Bu ve diğer paramneziler, majör konvülsiyona yol açabilen bir psikomotor nöbet «aura»sı gibidirler. Ama bu duygu, nöbetin tek belirtisi olabilir. Depersonalizasyonla birlikte fobik anksieteden mustarip hastalarda da, lobus temporalis fonksiyon bozukluğundan şikâyetçi hastalarda olduğu gibi, «deja vu» duygusu şikâyeti olabilir. Ayırıcı teşhis, daha ziyade EEG bulgularına, diğer nöbet fenomenlerinin ve epileptik bir bozukluk için muhtemel bir etyolojik faktörün olmamasına dayanır. Şizofrenik (bkz.) Hastalar, zaman niteliği ve kendi önsezileriyle ilgili delüzyonlar ifade edebilirler. Bu duyguların niteliği oldukça farklıdır ve ikna yoluyla vazgeçirilemeyip inatçı bir biçimde sürdürülür. Bkz. Oryantasyon Bozukluğu, oryantasyon, uncus nöbetleri



Delirium


Delirium, beyin fonksiyonunun organik bir bozukluğu olup hafif oryantasyon bozukluğu ve hafif zekâ değişimlerinden, belirgin entellektüel fonksiyon kaybı, korkulu kuruntular, çılgınca huzursuzluk ve koma vijil'deki tepki kaybına kadar değişen çeşitli durumları kapsar. Bu akıl değişimleri çok çeşitli zayıf düşürücü durumlarla (hipoksi, kalb hastalığı, üremi, diabetik ketoz), salisilatlarla, hipnotiklerle, alkol ve eksojen zehirlerle prensipite olabilir. Yetişkinlere kıyasla, çocuklarda enfeksiyona tepki olarak delirium daha sık görülür. İlk aşama ilgi sürdürme güçlüğüdür, değişimler akşama doğru daha iyi görülür. Emosyonel denge kararsızlığı, huzursuzluk ve olaylarla ilgili bilgiyi kavrama ve sürdürme başarısızlığı belirgindir.Zaman ve yer bakımından oryantasyon bozukluğu (bkz;.) (özellikle hasta bir durumdan başka bir duruma geçtiği zaman), algı illüzyonları, anksiete ve aşırı aktivite başgösterir. Kontrol sorunları geceleri şiddetlenir,çünkü genellikle uyku ritmi bozulur,illüzyon olanağı artar ve metabolik değişimler temeldeki durumu şiddetlendirebilir. Hastanın daha önceki kişiliği psikozun muhtevasını ve yarattığı ajitasyon derecesini bir dereceye kadar etkileyecektir. Fizik muayene, kaba tremorlar ve miyoklonus gösterebilir. Normal EEG ritmi, akıl bozukluğu derecesine paralel bir yavaşlama gösterir, ama fokal anomali göstermeksizin bilateral olarak senkronize kalır. Delirium tedavisi, temeldeki durumun tedavisidir. Gürültü çıkaran ve güç kontrol edilen hastaların yatıştırılmasında sedatif kullanma eğilimine karşı koyulmalıdır, çünkü bunlar düşük dozlarda yalnızca deliriumu arttırır ve yüksek dozlarda tehlikeli olabilir.


Delirium Tremens


Alkole fizik bağımlılıkları olan kişilerde görülen geçici bir organik psikozdur. Bu durum genellikle uzun bir içki döneminden sonra görülür ve abstinansla presipite olabilir, ama bu şart değildir; şiddetli enfeksiyon da bu duruma yol açabilir. Otuz yaşından genç kimselerde az görülür. Korsakoff psikozunun (bkz.) başlamasından önce görülebilir. Genellikle bir anoreksia, huzursuzluk ve korku dönemi olan prodromal dönemde nöbetler olabilir. Bunu uyanıklık ve kâbuslar izler ve bundan sonra hastada aşırı aktiviteyle birlikte gerçek bir delirium durumu, zaman ve yer bakımından oryantasyon bozukluğu, konuşma ve davranış tutarsızlıkları başlar. Ruhsal duruma dehşet hâkimdir, gelip geçici delüzyonlar, böcek ve ufak yaratıklarla ilgili vizüel nitelikte korkunç hallüsinasyonlar mevcuttur. Dudaklarda, dilde, yüzde ve kollarda hafif tremorlar ve yüksek ateş görülebilir. Delirium tremensde, uygun tıbbi tedavi; vitamin satürasyonunu, sıvı uygulanmasını, enfeksiyon (örneğin pnömoni) mevcutsa antibiotik tedavisini ve trankilizan kullanımını gerektirir. Bkz. Alkolizm


Deliriyöz Mani (BELL manisi, tifomani, hipermani )

Şiddetli bir mani (bkz.) biçimi olup kural olarak kısmi yahut tam oryantasyon bozukluğu mevcuttur


Delüzyonlar (Yanılgılar)


Delüzyonlar yanlış inançlardır, akıl yoluyla gerçek olmadıkları yahut olanaksızlıkları hastaya ispatlanamaz ve hastanın kültür ve öğrenim geçmişiyle bağdaşamaz. Bu nitelikler önemlidir, çünkü yanlış inançların hepsi delüzyon değildir. Yanlış inançlar informasyon hataları olabilir; bunlar ikna yoluyla hastaya anlatılarak düzeltilebilir. Bu gibi inançların delüzyon olup olmadığını belirlemek için, hastanın kültürel geçmişiyle karşılaştırılarak değerlendirilmelidir.

Delüzyonlar muhteva, süre ve şiddet bakımından kişiden kişiye ve aynı kişide farklı zamanlarda değişiklik gösterir. Muhteva çok kere hastanın ruhsal durumunu yansıtır. Böylece depressif bir hastada kendi değersizliği ve suçluluk duygusuyla ilgili delüzyonlar ve nihilistik (bkz.) delüzyonlar olabilir. Neşeli bir ruhsal durum, grandiöz delüzyonlarla yansıyabilir. Aynı şekilde korku, şüphe ve kıskançlık perseküsyon yahut sadakatsizlik delüzyonlarıyla belirlenebilir.

Bazan delüzyon muhtevasıyla görünen ruhsal durum arasında epeyce fark vardır; örneğin kişisel bir felâket kayıtsızlıkla karşılanabilir. Hastanın bir delüzyona inanma derecesi, kayıtsızlıktan öfke ve kızgınlığa kadar değişir; bu da, hastanın delüzyona karşı tepki olarak gösterdiği davranışı etkileyecektir. Yanlış bir inanç zayıfladıkça, hasta bir «sezgi» kazanabilir; yani, inancının yanlış olduğunu kavramaya başlar. Bu arada sezgi, kısmi yahut artıp azalan bir intikal safhası geçirebilir. Süre bakımından, delüzyonlar kısa zamanda geçici olabilir; karakteristik olarak, manide (bkz.), o anki yaşantı delüzyonları silebilir. Şizofrenide (bkz.), özellikle paranoid tipteki şizofrenide, delüzyonlar sık sık kalıcılık gösterir. Bir hastadaki birçok delüzyon arasında hiçbir ilişki olmayabilir (sistematize olmayan delüzyonlar) yahut yakın bir ilişki olabilir (sistematize olan delüzyonlar). Sistematize delüzyonlara yol açan ilk yanılgı kabul edildiği sürece, bu delüzyonlar arasındaki bağlantı makul ve mantıklıdır; örneğin, eğer bir hasta ilk yanılgı olarak düşüncelerinin okunduğuna inanıyorsa, tıbbi bir cihazın bu amaç için kullanıldığı sonucuna varabilir.



Demans


(organik demans, kronik beyin sendromu)

Zekâ, emosyon ve iradeyle ilgili global bir zihin fonksiyonu gerilemesi anlamına gelir; ama zekâ gerilemesi bu durumun esas özelliğidir. Başlangıç, şiddetli travma sonrası durumlar dışında sinsidir. Seyir, genellikle ilerleyici ve irreversibl'dir ama bazan böyle olmaz. Santral semptom üçlüsü zekâ gerilemesi, yakın geçmişteki olaylarla ilgili hafıza bozukluğu ve bilinç bulutlanması durumu olmaksızın kalıcılık gösteren zaman ve yer oryantasyonu bozukluğudur. Yargı ve inhibisyon kaybı (kontrol kaybı nedeniyle), öfke feveranlarıyla, cinsel taşkınlıklarla ve sosyal bakımdan kabul edilmeyecek diğer davranışlarla sonuçlanabilir. Aile maddi ve manevi zarara uğrayabilir. Soyulma, zehirlenme veya işkence görme delüzyonlarına sık rastlanır ve hastanın misillemeye girişmesine, yol açabilir. Erken safhalarda sistematize paranoid hastalıklar yahut uzun süreli psikozların yanısıra intihar veya intihar girişimleri görülebilir. Başlangıçta duygusal duruma anksiete, sinirlilik veya denge kararsızlığı hâkimdir; daha sonra yüzeysel ve budalaca olur, emosyonel tepkiler körlenir. Basit aktivitelerde organizasyon bozukluğu olur, konuşma tutarsızlaşır, kötü huylar ve vejetatif bir yaşantı başlar.

Yetişkin gençlerde en sık rastlanan demans nedenleri arasında kafa travması ve ansefalit, orta yaşlılarda serebral tümör, frengi, miksödem, alkolizm, pernisyöz anemi veya presenil demans (bkz.) Tiplerinden biri, yaşlılarda senil dejeneratif veya serebrovasküler hastalık, tümör yahut subdural hematoma vardır. Normal basınç hidrosefalusu ihtimali de hesaba katılmalıdır.



Dementia Infantilis


Artık yaygın bir kullanımı olmayan bu terim, çocukluk dönemindeki bir dizi ilerleyici dejeneratif serebral bozukluğu tanımlar. Ayrıca çocukluk psikozlarını, özellikle enfantil otizmi (bkz.) (kanner sendromu) tanımlamak için de kullanılmıştır. Çocuklukta entellektüel yeteneklerde (motor, sosyal uyum veya dil) gerileme durumlarında, organik bozukluk ihtimalini elimine etmek amacıyla, dikkatli bir genel ve nörolojik muayene gereklidir.


Denver Sistemi


1960 yılında Denver, Kolorado'da toplanan ondört sitogenetik uzmanı, insan kromozomları için standard bir terminoloji sistemi geliştirmişlerdir. Bu uzmanlar otosomları uzunluklarına göre numaralandırmışlardır (en uzunu no.1 ve en kısası no. 22). X ve Y cinsiyet kromozomları numaralandırılmamıştır. Otosomların numaralandırılmasının yanısıra, kromozomlar da santromer (hücre bölünmesi sırasında akromatin iğinin bağlandığı daraltı) pozisyonuna göre gruplandırılmıştır (A'dan G'ye kadar).

Depersonalizasyon (kişilikten uzaklaşma) sendromu

Benlikle (depersonalizasyon) veya çevreyle (derealizasyon) ilgili gerçeklik dışı duygularıdır. Depersonalizasyon başlı başına, derealizasyon ise hemen her zaman depersonalizasyon duygularıyla birlikte oluşur. Bozukluk çok kere baygınlık duyguları ve felâket (yahut delirme) önsezileriyle birlikte, ani başlar. Bazan hasta kendisini bir makine, bir otomaton gibi hissettiğinden söz eder; bazı hastalar ise bu duyguyu, cam bir kafese kapatılmaya benzetirler. Bazı fobik hastalarda hiperventilasyon bir aracı mekanizma olarak belirir; ayrıca bu sendrom ile migren ve non-spesifik serebral disritmi arasında ilişki bulunduğu da kaydedilmiştir. Depersonalizasyona, fobik anksiete durumlarından mustarip obsesyonel hastalarda ve depressif reaksiyonlar sırasında rastlanmaktadır. Genç şizofrenik hastalardaki depersonalizasyon çok kere derealizasyon ve pasiflik duygularıyla birlikte görülmektedir. Lobus temporalis epilepsisinde de ayrıca «deja vu» (bkz.) Fenomenleri mevcuttur. LSD (bkz.) Kullanan kişilerde, depersonalizasyon genellikle vizüel algısal ve beden imajı değişimleriyle birlikte görülür. Tedavi, bozukluğun temelindeki sendromun, yani depresyon veya şizofreninin tedavisidir. Depersonalizasyon durumundaki bazı fobik hastalarda günde üç kere 15 mg fenelzin ve günde üç kere 10 mg klordiazepoksid yararlı olmaktadır.


Depressif Ekivalanlar


Bazı hastalarda inatçı bir somatik şikâyete rastlanır; bu çoğunlukla, karakter veya dağılım bakımından bilinen hiçbir sendroma benzemeyen lokal patoloji şüphesi üzerine uygulanan hiçbir tedaviye cevap vermeyen, ama antidepresan bir ilaç veya elektrokonvülsif terapiyle bazan dramatik bir iyileşme gösteren kronik yüz ya da baş ağrısı dır. Bu vakalar «depressif ekivalan» kavramına yol açmıştır. Aslında bu terim bazı bakımlardan çelişkilidir; çünkü bu hastalarda retardasyon ve suçluluk duygusu gibi klasik depresyon semptomları bulunmamasına rağmen, uygun bir anamnez alındığı takdirde diğer depresyon semptomları bulunur. Orta şiddette depresyon vardır (oysa hastalar çok kere ruhsal çöküntülerinin nedenini ağrı olarak görürler), uyuma ve konsantrasyon güçlüğü çekerler, enerjileri yoktur ve normal uğraşlarına duydukları ilgiyi kaybetmişlerdir.

Atipik yüz ağrısının veya «intractable» baş ağrısının ayırıcı teşhisinde her zaman depressif hastalık hesaba katılmalıdır, ama depressif semptomların gerçekten bulunmadığı durumlarda, antidepressif tedbirlerin yarar sağlamayacağını da bilmek gerekir



Depresyon


Bu terim maalesef en az üç anlamda kullanılmaktadır — ruhsal bir durumu, bir sendromu ve bir hastalığı tanımlar. Ruhsal bir durum olarak depresyon evrensel insan yaşantısının bir parçasıdır ve genellikle hayatın früstrasyonlarına ve hayalkırıklıklarına karşı bir tepki olarak, bazan da belli bir nedeni olmaksızın «durup dururken» gelişir. Depresyon sendromu, diğer birkaç semptomdan bazıları veya hepsiyle birlikte beliren— uykusuzluk, kilo kaybı, konsantrasyon yeteneksizliği, intihar ideasyonu, vs. — depressif bir ruhsal durumdur. Hastalık olarak depresyonda ise, yine bu sendrom mevcuttur, ama geçici değildir ve önemli fonksiyonel bozukluk sözkonusudur: hasta iş yapamaz yahut becerisi azalır, ya da zevk alma kapasitesini kaybetmiştir.

Depressif hastalığa sık rastlanır; hattâ ciddi morbiditenin en belli başlı etkenleri olan koroner arter hastalığı, hipertansiyon ve kronik bronşitten sonra gelir (depressif hastalığın başlıca komplikasyonu olan intihar vakaları, mortalite tablolarında, yüksek bir insidans göstermektedir),İngiltere'de akıl hastahanelerinde yatan hastaların %35-40'ı depressif psikoz hastalarıdır. Klinik ve poliklinik hastalar dahil, yeni depresyon episodlarının insidansı yılda yaklaşık 100,000'de 500'dür.Bu da, ortalama olarak, genel tababetteki 3000 hastada, her yıl en az 15 yeni depresyon episodu görüleceği anlamına gelir —hattâ psikiyatri uzmanlarına havale edilmeyen hafif vakalar hesaba katılırsa, bu sayı muhtemelen çok yükselecektir.

Depresyon semptömatolojisi, seyri ve tedaviye cevap çok değişkendir. Sınıflandırma çabaları gösterilmiş olmasına rağmen, bunların hiçbiri yaygın olarak benimsenmemiştir. Sık sık iki ayrı tip depresyon olduğu ileri sürülmüştür: psikotik yahut endojen depresyon (manik depressif hastalığın depressif safhası dahil) ve nörotik yahut reaktif depresyon. Bu ayrımın belirtileri yüzeyseldir, ama henüz daha iyi bir ayrım olmadığından, yaygın olarak kullanılmaktadır.

Psikotik (endojen) depresyonlar çok kere belli bir neden olmaksızın gelişir; ama bazan belirgin bir stress sonrasında geliştikleri de olur. Bu depresyonlar hızla derinleşir ve hastanın ruhsal durumu bir günden öbürüne fazla değişkenlik göstermez. Oysa, gün boyunca belli bir değişkenlik gösterir; sabah en kötü durumdadır ve gün ilerledikçe iyiye doğru gider. Uyku ve iştah bozukluklarıyla kilo kaybı belirgindir. Uykusuzluğun en kötü safhası, gecenin ikinci yarısındadır; tipik olarak hasta uyumakta güçlük çekmez, fakat iki üç saat sonra uyanarak bundan sonra uyuyamaz. Çok kere ciddi bir iştah kaybı görülür ve bunun yanısıra 5 kg'luk yahut daha fazla bir kilo kaybıyla, konstipasyon, amenore ve libido kaybı vardır. Birçok hastada karakteristik bir motor retardasyonu gözlemlenir; konuşmaları ve vücut hareketleri yavaşlar, kapsam bakımından daralır ve çok kere spontan konuşma yeteneği kaybolur. Bazı hastalar ise endişe ve ajitasyon duyarlar, amaçsızca dönüp dolaşırlar, tekrar tekrar aynı soruyu sorarlar. Ruhsal durum depresyonu çok kere derindir ve yanısıra işde ve normal uğraşlarda tam bir ilgi kaybı görülür. Hasta hiçbir şey okumaz, çünkü okuduğunu anlamak için yeterli konsantrasyon gösteremez; televizyonu izlemez, çünkü ilgisini kaybetmiştir. Hemen her zaman hayatta zevk alacak birşey olmadığını söyler. Bu inanç, iyileşme ihtimaline duyduğu inançsızlıkla birleşince, kaçınılmaz olarak intihar düşüncelerine yol açar. Suçluluk duyguları ve hastanın uzun zaman önce işlediği hatalar ya da eylemsizliğe düştüğü için kendini suçlaması, durumu daha da kötüleştirir. Bazan bu suçluluk duyguları delüzyon niteliğine bürünerek, hasta aynı zamanda kendisini suçlayan ses hallüsinasyonları işitir.

Nörotik yahut reaktif depresyonun tipik klinik tablosu daha az belirgindir ve belli psikotik özelliklerin yokluğuyla karakterizedir. Depresyon ya önemli bir kayıp veya hayalkırıklığından (terfi edememe, bir nişanlılığın bozulması gibi) sonra başlar, ya da belki de daha sık olarak, kronik bir früstrasyon ve tatminsizlik ortamında gelişir. Başlangıç, çok kere sinsidir ve günden güne değişkenlik gösterir; bazan karamsar dönemler arasında tek tük normale yakın «iyi günler» olur. Ağlama belirgin bir semptomdur. Hasta çok kere öylesine anksiyöz, gergin ve irritabldir ki, bu semptomlar depresyonu gölgeleyebilir. Uykusuzluk ve iştah kaybı şikâyeti görülebilir, ama daha ayrıntılı bir araştırma çok kere hastanın kilo kaybetmediğini, tersine aldığını, uyumakta güçlük çekmesine ve normalden daha az sağlıklı uyumasına rağmen, aslında fazla uyuduğunu ve uyandığı zaman kendisini hâlâ yorgun hissettiğini ortaya çıkarır. Genellikle kendine-acıma, suçluluk duygusundan daha belirgindir ve hasta sonunda, kliniğe yatırılmadan önce çok kere intihar girişiminde bulunur; ama ölüm genellikle önlenir. Psikotik depresyonlar daha ziyade enerjik, dışa dönük ve birkaç obsesyon özelliği dışında, belirgin nörotik eğilimler göstermeyen kişilerde olur.Bu hastalar çok kere daha önce depresyon veya mani episodları geçirmişlerdir ve hastalıkları tedaviyle, hattâ tedavi edilmeden de, tamamen giderilir, öte yandan, nörotik depresyonlara tipik olarak, hayatları boyunca şu ya da bu çeşit nörotik eğilim gösteren kimselerde rastlanır; bu eğilimler psikotik hastalıklar kadar şiddetli olmamakla birlikte, çok kere uzun sürer ve tam iyileşmez. İki klasik tablo bunlardır, ama aslında bu gruplardan birine veya öbürüne tam uyan çok az hasta vardır. Psikotik ve nörotik özellikler, türlü kombinasyonlarla, aynı zamanda mevcutturlar ve her ikisini birden gösteren hastalara tek bir tipteki vakalara kıyasla, muhtemelen daha çok rastlanır. Bu soyut sınıflandırma yine de yararlıdır, çünkü bir hastadaki semptomatoloji psikotik tabloya ne kadar yakın olursa, hastanın elektrokonvülsif terapiye yahut trisiklik ilaçlara cevap ihtimali de o kadar yüksektir. Böyle bir durumda, en uygun çözüm yolu herhalde depresyonları sürekli bir dizi olarak kabul etmektir. —hastaların çoğunluğu, biri tipik psikoz, öbürü nevroz olan iki kutup arasında yer alırlar.

Oysa, bu yollardan yeterince belirlenemeyen başka depresyon sendromları da vardır. Bu noktada envolüsyonel melankoliden (bkz.) Söz edilebilir. Bu durum eskiden ayrı bir vaka olarak kabul ediliyordu, çünkü olumsuz prognozu, obsesyonel premorbid kişilik niteliği ve klinik ajitasyon tablosu, depersonalizasyon ve hipokondria gibi özellikleri dolayısıyla, manikdepressif hastalıktan ayrılıyordu. Aslında, envolüsyonel melankolinin ayrı bir durum olduğunu gösteren genetik hiçbir delil yoktur: tedaviye cevabı diğer psikotik depresyonlardaki gibidir ve obsesyonel premorbid kişilik — semptomatoloji ne olursa olsun — depresyonların çoğunda ortak bir özelliktir. Bugünkü tababette, depresyon şikayetiyle hekime başvuran, ama aslında hayatları boyunca kişilik bozukluklarından mustarip hastalar daha önemlidir. Bunlarda çok kere uzun bir emosyonel «yoksunluk» (deprivation) sözkonusudur; çocuklukları, onların emosyonel gereklerini karşılayacak yahut anlayacak yetenekte olmayan birden fazla ailenin yanında geçmiştir. Bazan toplumdan uzak ve içine kapanık kimselerdir, ama genellikle çevresindekilerle bir dizi bağımlılık ilişkisi kurarlar ve ya sürekli ve aşırı ilgi, sevgi taleplerinde bulunarak, ya da fevri saldırgan davranışlar göstererek bu ilişkileri bozarlar. Cinsel ilişkileri dengesizdir ve genellikle fizik tatmin arzusundan ziyade, bir insanla yetersiz bile olsa, bir çeşit ruhsal ilişki kurma çabalarını yansıtır. Ruhsal durumları da tipik olarak dengesizdir, bazan kısa süren neşeli veya öfkeli episodlar görülür, ama temeldeki eğilim yoğun bir mutsuzluk olup hem intihar, hem de tekrar tekrar intihar girişimi vakalarına sık rastlanır.

Geçici paranoid fikirler gelişebilir ve yoğun depresyon dönemlerinde geçici anoreksi yahut uykusuzluk görülebilir; ama genellikle semptom düzeni dengesiz ve belirsizdir. Karakteristik olarak, hiçbir zaman mutlu olduklarını hatırlamazlar yahut da çoğunlukla iyi ve hoşgörülü bir ebeveynle kısa süren tatmin edici bir ilişki dönemini toz pembe bir dönem gibi hatırlarlar.

Depresyonlara bütünüyle kadınlarda, erkeklere kıyasla, iki kat daha fazla rastlanır, ama kadınlardaki yüksek oranın nedeni daha ziyade 25-45 yaş arasındaki kadınlarda yüksek frekans gösteren nispeten hafif nörotik depresyonlardır; 60 yaşından sonra ise, kadınlarla erkekler arasında çok az fark vardır. Nörotik depresyonlar daha çok yetişkin gençlerde ve daha ziyade kadınlarda görülür. Daha şiddetli psikotik depresyonların insidansı orta yaşa doğru gittikçe artar ve kadınlarla erkeklerdeki insidans farkı azdır. Yaşlılarda depresyonlar çoğunlukla psikotik tiptedir ve çok kere fizik hastalıkla birlikte görülür. Özellikle Parkinsonizm ve serebral arterioskleroz (bkz.) Başlangıcı gibi durumların yanısıra depresyon görülür. İlk olarak orta yaştan sonra depressifleşen hastalarda gizli neoplazi insidansının yüksek olduğunu belirten deliller vardır. Bu ilişkiler sonunda nasıl açıklanırsa açıklansın, bütün yaşlı depresyon hastalarında titizce fizik muayenenin şart olduğu bellidir. Bunlar, orta ve ağır şiddette depresyonların klâsik belirtileri olmakla birlikte, birçok anksiete durumlarının depressif hastalıkları gölgelediğini bilmek de önemlidir. Ayrıca birçoğunda somatik şikâyetler de görülebilir (bkz. Depressif Ekivalanlar) ve bir nevrasteni (bkz.) teşhisine yol açabilir. Dikkatli bir anamnez hiç değilse bazı depresyon semptomlarını ortaya çıkarabilir. Depresyon ayrıca alkolizm, özellikle dipsomani (bkz.)biçiminde de belirebilir.

Son yıllarda depresyonun biokimyası artan bir ilgi toplamaya başlamıştır; ve araştırmalar çoğunlukla nispeten daha iyi belirlenebilen psikotik yahut manik-depressif depresyonlar üzerinde yoğunlaşmıştır. Çeşitli endokrin bozukluklarının çok kere depresyonla ilgili olduğunu gösteren klinik gözlemler, hormon anomalilerinin araştırılmasına yol açmıştır. Bugün en şiddetli depresyonlarda serum kortizol seviyelerinin yükseldiği ve depresyon iyileştiğinde bunların normale döndüğü ispatlanmıştır. Oysa bu kortizol oluşumu artışının etyolojik bakımdan önemli olup olmadığı, yahut yalnızca emosyonel uyarıma karşı spesifik olmayan bir tepki mi olduğu hususu henüz belli değildir: ikincisi daha muhtemeldir, çünkü tipik endojen depresyonlar adrenalektomiden sonra da görülebilir ve terapötik steroid. Uygulaması depresyondan ziyade öfori durumunu etkiler.

Depresyonda serebral amin metabolizması anomalileriyle ilgili raporların gerçek aşamalara yol açması daha muhtemeldir. Şiddetli depresyonun, hipotalamus ve beyin sapında lokal amin konsantrasyonlarındaki tükenmeyle ilgili olduğu ispatlanmıştır ve bunun dolaylı yahut dolaysız olarak ruhsal durum değişimlerine yol açtığına işaret eden birçok bulgu mevcuttur. Bir Rauwolfia alkaloidi olan reserpin beyin sapı aminlerinde benzer bir tükenme yaratmaktadır ve depresyonu presipite etme özelliğiyle tanınır. Oysa her iki antidepresan ilaç grubu trisiklik grup ve monoamin oksidaz inhibitörleri kokain, amfetaminler ve elektrokonvülsif terapi, bu lokal amin konsantrasyonlarını arttırıcı etki göstermektedirler. Son zamanlarda, intihar ederek ölenlerdeki beyin sapı amin konsantrasyonlarının, başka nedenlerle ani ölenlere kıyasla, daha düşük olduğu ileri sürülmüştür. Hangi amin grubunun, yani katekolaminlerin (noradrenalin ve dopamin) mi, yoksa indolaminlerin (5-hiroksi-triptamin) mi daha önemli olduğu henüz belli değildir ve depresyona yatkın bir deney hayvanı bulunamaması, ayrıca insandaki beyin sapında deney yapmanın anatomik ve ahlaksal açıdan imkansız olması dolayısıyla, araştırma yapılamamaktadır; ama görünüşe bakılırsa, sonunda ruhsal durumun kimyasal temelini anlamaya yaklaşılmaktadır, endojen depresyonlarda (ayrıca manik hastalıklarda) da anormal yükseklikte intrasellüler sodium seviyeleri görüldüğünü ve bunların iyileşmeyle birlikte normale döndüğünü belirten raporlar da vardır. Bu elektrolit anomalileriyle yukarıda anlatılan amin bozuklukları arasında bir ilişki varsa, bunun ne gibi bir ilişki olduğu belli değildir, ama manik depressif hastalığın tedavisinde lityum tuzlarının etkinliği, bu elektrolit bozukluklarının, yalnızca mineral-kortikoid artışının sekonder bir sonucu değil, aynı zamanda etyolojik bakımdan da önemli olduğuna işaret etmektedir.

Depresyon, fizikokimyasal terimlerle olduğu kadar psikolojik terimlerle de «anlaşılabilir» yahut «açıklanabilir». Gerçekten de, bu iki yaklaşım birbirini tamamlar. En yaygın benimsenen psikolojik açıklama, klasik bir Freudiyen görüş olan, depresyonun daha önce dışa yönelen saldırganlık impuls'larının içe doğru yönelmesi sonucunda oluştuğu görüşüdür. Depresyonun klinik belirtilerini tanıyan birisinin, depresyonla düşmanlık duyguları arasındaki yakın ilişki dikkatini çekecektir; ayrıca depresyonla dışa yönelen saldırganlık davranışının, birbirlerinin alternatifi olduğuna dair bazı epidemiyolojik deliller vardır. Oysa bugün bazı psikoterapistler, depressif hastalardaki saldırganlık duygularını yalnızca depresyona sekonder bir reaksiyon olarak görmekte ve ruhsal değişimi presipite edici başlıca faktörün hastanın kendine duyduğu saygıyı kaybetmesi olduğunu kabul etmektedirler.

Etkin antidepresan ilaçların bulunmasıyla, özellikle genel tababette depresyon tedavisi bir değişime uğramıştır. Bunların en önemlisi trisiklik antidepresanlar (bkz. j grubudur; bu gruptaki en yaygın kullanılan bileşikler amitriptilin ve imipramindir. Bütün bu ilaçların karakteristiği, düzenli olarak yeterli dozajda en az iki hafta süreyle uygulanmadan önce antidepresan etkilerini göstermemeleridir. Sonuç olarak, hastanın ilaca cevap verip vermediğine karar verebilmek için en az üç, tercihen dört haftalık tedavi gerekmektedir. Bu ilaçlar ayrıca dozaja bağımlı oiarak atropin etkisine benzer belirgin etkiler göstermektedirler (ağız kurumasına, konstipasyona, terlemede artışa, vs. Yol açarlar). Bu yan etkileri asgariye düşürmek için düşük dozda (günde üç kere 25 mg) amitriptilin veya imipramin tedavisine başlamak, bir hafta sonra bu dozu arttırmak ve hazan depresyon cevap vermediği ve yan etki sorunlarıyla k arşılaşılmadığı takdirde günde 200 mg'a çıkarmak âdettir. Hekim bu ilaçları verirken, hastaya uzun bir tedavi süresinden önce kendisini daha iyi hissetmeyeceğini ve şikâyet edeceği yan etkilerin zamanla azalacağını belirtmelidir.

Bu trisiklik ilaçlar nörotik depresyonlardan çok psikotik depresyonlarda etkindir; ama bu ilaçlar nörotik depresyonlarda bile yararlı olmaktadır. Aslında her iki tip depresyonda da, ilk başvurulacak tedavi budur. Antidepresan grubundaki bileşikler arasında çok az fark vardır; ancak, özellikle ajite depresyonlarda amitriptilin, imipramin'den biraz daha fazla etkin olabilir. Depresyonun yanısıra sık sık anksiete görüldüğü için, depresyona cevap alınıncaya kadar günde üçer kere 10 mg klordiazepoksid, veya 5 mg diazepam tavsiye edilmelidir, fakat şiddetli ajitasyon mevcutsa, bir fenotiazin (örneğin, günde 3 kere 100 mg tioridazin) tercih edilir. Depresyona cevap alındığı takdirde, trisiklik ilaç tedavisi, muhtemelen azaltılan dozlarda iki üç ay süreyle, sürdürüldükten sonra kesilmelidir. Çok kere, nüksetmeleri önlemek için, uygulama yıllarca sürdürülür, ama bunun başarılı olduğu vakalara, ender rastlanmaktadır. Diğer antidepresan grubu olan MAO inhibitörlerinin durumu daha da belirsizdir. Kontrollü birçok denemelerde bunların az yarar sağladığı ortaya çıkmıştır. Başka araştırmacılar ise MAO inhibitörlerinin, trisiklik grup kadar etkin olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu bileşiklerin çok muhtemelen nörotik depresyonlarda, özellikle belirgin fobik anksiete vakalarında etkinlik gösterecekleri konusunda şimdiye kadar fikir birliğine varılmıştır. Trisiklik antidepresanlar gibi, bunların da antidepresan etkileri 10-14 günlük bir gecikmeyle belirir. Oysa,başka her bakımdan, öbür gruptan farklıdırlar. Yan etkileri ise, imipramin ve amitriptilin gibi önemsiz ve sık görülen çeşitten olmayıp ender görülür ve potansiyel olarak ciddidir. Hastanın aldığı aminlerin normal ayrışımını bloke ederek, peynir ve maya ekstreleri gibi, amin ihtiva eden besinlerin şiddetli baş ağrıları ve tehlikeli hipertansiyon krizleri yaratacakları bir duruma yol açarlar; dolayısıyla bu ilaçlarla tedavi sırasında bu tür yiyeceklerden mutlaka kaçınılmalıdır. MAO inhibitörleri aynı gekilde amin grupları ihtiva eden ilaçların ayrışımına da müdahale eder; yani, adrenalin ve isoprenalin amin grubundan olduğu için, astımlı hastalara MAO inhibitörleri uygulanmaz.Morfin türevleri ve petidine karşı beklenmeyen ve bazan tehlikeli olan reaksiyonlara da yol açabilirler.

Kısmen bu yan etkiler nedeniyle ve kısmen etkinlikleri kısıtlı olduğundan, MAO inhibitörleri trisiklik gruba kıyasla daha az kullanılmaktadır; ama trisiklik bir ilaca cevap veremeyen nörotik depresyonların tedavisinde mutlaka denenmelidirler. Bu grubun en yaygın kullanılan bileşikleri izokarboksazid, fenelzin ve tranilsipromindir.

Amfetaminler ve türevleri, birçok psikiyatrist tarafından olumsuz sayılmakla birlikte, nispeten hafif nörotik depresyonların tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır.Amfetamin savunucuları, genel tababette rastlanan depresyon vakalarının psikiyatristlere ulaşan depresyon vakalarından çok farklı olduğunu ileri sürmektedirler; bu iddia şüphesiz doğrudur, ama genel pratisyenler koleji tarafından yürütülen kontrollü denemelerde de amfetamin müstahzarlarının plasebodan daha etkin olmadığı bulunmuştur. Amfetaminlerin iptilâ yaratma tehlikeleri ve yaygın kullanımları dolayısıyla belki de yaşlı depressifler dışındaki hastalara uygulanmamaları gerekir; yaşlılarda, dikkatli kullanım şartıyla, yararlı oldukları görülmüştür.

Etkin antidepresan ilaçların bulunmasıyla elektrokonvülsif terapi endikasyonları epeyce azalmıştır; ama bu terapi, yeterli bir trisiklik terapiye cevap vermeyen yahut daha önce kullanılan ilaçların etkisiz kaldığı psikotik depresyon hastalarının tedavisinde hâlâ önemli bir rol oynamaktadır. Elektrokonvülsif terapi, stupora yaklaşan şiddetli retardasyon veya yaygın delüzyon vakalarının tedavisinde de hâla en etkin tedavidir. Bazan «intractable» depresyondan mustarip hastalara değişik bir lökotomi yöntemi uygulanmaktadır. Ama buna son çare olarak başvurulmalıdır, çünkü sonuçlar hem reversibl'dir, hem de önceden belirlenemez; ama bu terapinin dramatik bir etkinlik göstereceğine kuşku yoktur.

Hastalık ne semptomatoloji gösterirse göstersin, hastalığın ortaya çıktığı sosyal ve psikolojik durumu mümkün olduğu kadar iyi anlamak gerekir; çünkü yerinde bir müdahaleyle durum çok kere az da olsa önemli bakımlardan değiştirilebilir. Hastanın yakınları yahut işverenine durumu anlamaları ve davranışlarını buna göre değiştirmeleri için yardımcı olunabilir; sosyal kurumlar da olumsuz ev koşullan, yalnızlık, borç gibi durumlarda kolaylıklar sağlayabilirler ve hastaya önemli bir adım atması için yardım edilebilir; örneğin, daha önce cesaret gösteremediği halde alkolik kocasından ayrılması sağlanabilir, iyi ve güvenli bir destek, hiçbir vakada, depresyon tedavisinde olduğu kadar önemli değildir; çünkü hasta çok kere kendine güvenini yitirmiştir ve artık tedavi çaresi kalmadığından endişelenmektedir. Hastanın kendisine verilen tabletleri kullanıp kullanmaması doktorun davranışına göre değişir. Çok kere müdahale edilemeyeceğine inanılan yahut hiçbir psikoterapi biçiminin yararlı olmayacağı şiddetli endojen depresyonlarda bile, hastayı sürekli olarak iyileşeceğine ikna etmek yararlı olur. Hasta o anda buna inanmayabilir, ama iyileşebileceğini işitmek onu rahatlatır. Nörotik depresyonlar muhtemelen tedaviye daha yatkındır ve yorumsal psikoterapi gerektirir; bu yoldan bazan dramatik bir iyileşme kaydedilebilir. Ama sırf ekonomik nedenlerle bile olsa, önce yalnızca ilaç tedavisi ve genel destekleyici tedbirlerle başlamak ve ancak bu basit tedaviler işe yaramadığı takdirde daha zaman alıcı terapilere başvurmak doğru olur. Şiddetli kişilik bozukluklarından ileri gelen kronik depresyon hastalarında ne ilaçlar, ne de yorumsal psikoterapi fazla bir yarar sağlamaz, ama sabırla sürdürülen bir destek yavaş bile olsa kesin değişimler sağlar ve hasta gittikçe dünyada evrensel bir düşmanlığın hüküm sürmediğini ve hiç değilse hekim hasta ilişkisinin güvenilir ve sürekli olduğunu öğrenmeye başlar. Bkz. Duygu (affekt) bozuklukları




Depresyon ve manide elektrolit dağılımı

Son zamanlarda radyoaktif sodyumla yapılan çalışmalar, intrasellüler sodyumun depresyon (bkz.) sırasında arttığına ve klinik iyileşme üzerine normale döndüğüne işaret etmektedir. Bu etkilerin primer mi olduğu, yoksa depresyon sırasında adrenokortikal aktivitedeki değişimlerden mi ileri geldiği henüz tartışılmaktadır. Manide bu seviyeler yükselir. İntrasellüler sodyum düşük olduğu zaman nöron aktivitesi de deprese olur ve nöronlara aminoasit iletimi etkilenir; böylece beyindeki amin seviyeleri düşebilir.


Depresyonda adrenokortikal fonksiyon


Bazı depresyon hastalarında, özellikle şiddetli endojen depresyon (bkz.) Hastalarında, kortizol salgısı hafifçe artar. Plazma kortizol seviyesi ve üriner kortikosteroid salgısı da artar. Nekahat döneminde adrenokortikal faaliyet, ya kendiliğinden, ya da tedavi sonucunda, normale döner. Adrenokortikal faaliyet artışı muhtemelen, ruhsal durum değişiminin nedenine değil, bu değişime sekonderdir. Cushing sendromu özelliklerine yol açacak derecede büyük bir artış değildir, ama hafif biokimyasal değişimler yaratabilir.Son zamanlarda yapılan çalışmalar deksametazona ve insulinin harekete geçirdiği hipoglisemiye karşı pituiter- adrenal cevabın, bazı depressiflerde çok azaldığını göstermiştir, iyileşmeden sonra bu değişimler de kaybolmakta, ama bunlara Cushing sendromunda da rastlanmaktadır.


Dereistik Düşünce


Dış gerçeklikler yerine kişisel gereksinme ve fantazilere yöneltilen düşünce anlamında kullanıldığında, dereistik terimi otistik (bkz.) Teriminin bir alternatifidir. Bleuler (bkz.) (1921) ilk olarak bu terimi kullanmış ve şizofrenikierle normal kişilerde bu tür düşünceyi tanımlamıştır. Daha sonraları, N. Cameron (1938) şizofrenik düşünce bozukluğundaki üç tip organizasyon bozukluğu arasında, gerçeklikle ve fantaziyle ilgili fikirlerin birbirlerine etkileri veya karışımım tanımlamıştır.

Bkz. Kavramsal düşünce, şizofreni, düşünce, düşünme.



Dermatitis Artefacta


Kişinin kendi cildinde, çok kere başkalarının anlıyamadığı yollarla, yara veya sivilce yaratması. Dermatitis artefacta olumsuz bir durumdan kaçmak isteyen kişilerde görülür yahut adolesant genç kızlardaki kendine-zarar eğilimine benzer mazohistik bir fenomen olarak belirir. Ciltteki kimyasal yahut fizik zararın sonuçları; doku lezyonları, cerahatli enfeksiyon veya hattâ lokal gangren olabilir.
 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#8
Destekleyici Psikoterapi


Bu tedavinin amaçları mevcut akıl savunma mekanizmalarını güçlendirmek, kontrolü sürdürmek ve bir uyum dengesi kurmak için daha etkin mekanizmalar geliştirmektir. Kullanılan teknikler arasında, yol göstermek, ortam değişimi (bkz.) sağlamak, hastanın ilgilerini dış dünyaya yöneltmek, hastada güven duygusu (bkz.) yaratmak, hastayı ikna (bkz.), desensitizasyon (bkz.) ve grup psikoterapisi (bkz.) vardır. Amaç, hastanın hayatındaki mevcut sorunları çözümlemektir. Değiştirilmesi mümkün ortam stress'lerinden ileri gelen, daha hafif nörotik reaksiyonlarda bu tedavi yararlı değildir. Bkz. Psikoterapi

Diabetes Mellitus


Emosyonel stress çok kere diabeti şiddetlendirir ve insulin ihtiyacını geçici olarak arttırır. Gerçekten de, genç hastalarda denge kurma güçlüğü, çocuklardaki ve adolesantlardaki emosyonel reaktiviteyle açıklanabilir.

Diabetlilerin hastalıklarına gösterdikleri psikolojik reaksiyonlar tamamen inkârdan aşırı evhama kadar değişkenlik gösterir.

Dibenzodiazepin türevleri


Timoleptik özellikler gösteren bir trisiklik bileşikler grubudur. Bu grubun, klinik kullanımı olan tek bileşiği dibenzepindir.


Dibenzosikloheptatrienler


Dibenzosikloheptan serisindeki bir sübstitüsyon ile dibenzosikloheptatrienler elde edilir. Bu antidepresan bileşikler grubuna protriptilin ve proheptatrienler girmektedir.


Dibenzosiklohepten türevleri


(Dibenzosikloheptadien ve Dibenzosikloheptrienler dahil)

Dibenzosikloheptadien bileşikleri trisiklik antidepresanlardır. Amitriptilin, bu grubun prototipidir. Bu ilaç sedatiftir ve sedasyonun yanısıra trisiklik antidepresan (bkz.) bileşiklerinin genel özelliklerini gösterir. Bu grubun diğer üyeleri nortriptilin ve protriptilindir.


Diensefalik Otonomik Nöbetler


Otonomik belirtiler—vazodilatasyon, lakrimasyon, terleme, tükürük salgısı, pupilla değişimi, nabız ve solunum hızında artış, hıçkırık — gösteren bir nöbet tipidir. Bu belirtiler, diensefalonda elektrik stimülasyonu yahut tümör oluşumuyla da harekete geçer. Bkz. Epilepsi


Difenilmetan türevleri


Difenilmetan türevleri farmakolojik bakımdan heterojen olup, anksiolitikler, antiparkinsonizm ilaçları ve antihistaminikler gibi çeşitli klinik etkinlikler gösterirler. Anksiolitik olarak sınırlı kullanımları olan hidroksizin, benaktizin ve kaptodiaminin yerlerini bugün başka bileşikler almıştır. Benztropin ve orfenadrin çok kullanılan antiparkinsonizm ilaçlarıdır. Diğer bileşikler arasında, antihistaminik olan difenilhidramin ve siklizin vardır; siklizin de hareket hastalığına (motion sickness) karşı etkinlik gösterir. Liserjidin psikotomomimetik etkilerine karşı «azasiklonal» in yararlı olduğu düşünülüyordu; ama şizofreni tedavisindeki denemeler başarısızlıkla sonuçlandı. Pipradol, azasiyaklonale çok benzer ve bir santral stimülandır.


Dihidroantrasenler


Timoleptik özellikler gösteren bir trisiklik bileşikler grubudur. Bu grupta, incelemesi yapılan tek bileşik, melitrasendir.

Dikkat


Bilinçli algılamada (bkz.) duyu organları bilgiyi bütünüyle değil, seçerek alır. Hattâ herhangi bir zamanda, algı alanındaki yalnızca tek bir görünüm, kişinin aktif ilgisinin odağı, yani dikkat objesi olur. Genel bilinç alanının içindeki benzer dikkat odakları da, daha derinde yer alan yöneltilmiş düşünce proçeslerinin seyrini belirler. Dikkat istemli veya istemsiz olabilir. Dikkatle ilgili bir terim olan konsantrasyon, belirli bir hedefe yönelmiş bir uğraş sırasında, belli bir süre içinde istemli olarak dikkati birşeyde toplamak anlamına gelir, istemsiz dikkat ise; şiddet, hareket, tekrar, vs.gibi ortamsal stimülasyon karakteristikleri tarafından kontrol edilir. Dikkatin herhangi bir zamanda, belli bir alan içinde bölünebilmesine ve dağılabilmesine rağmen, bir anda insanın anlayabileceği şeylerin bir sınırı vardır. Dikkat (veya kavrayış) sınırı, bir bakışta algılanabilecek nesnelerin sayısını (çoğu zaman 6-8) kapsar. Böyle bir dikkat testinde, süjeye nesnelerin toplam sayısı söyletilir. Eğer nesneler farklıysa ve süjeden bunların adlarını söylemesi isteniyorsa, «hafıza sınırı» testi yapılmış olur. Aslında dikkat, hafızanın (bkz.) kayıt safhası için gereklidir.

Psikiyatrik hastalar sık sık dikkat ve konsantrasyon güçlüklerinden şikâyet ederler ve şikayet olmasa bile dikkat bozukluklarına rastlanabilir. Organik beyin hastalığı bulunan kişilerde, özellikle bunun sonucunda demans belirdiği zaman, dikkat bozuklukları görülür. Lokal beyin hasarı da algı güçlükleri yaratabilir. Bazan beynin hasara uğrayan yarım küresine iletilen bir stimülasyon, hasara uğramamış yarım küredeki stimülasyona kıyasla, iyi algılananı azsa, bu duruma «seçici dikkatsizlik selective inattention» denir. Dalgınlık karakteristik olarak Huntington korea'sında (bkz.) ve manide (bkz.) görülür, bu türden daha hafif bir bozukluğun da şizofrenik düşünce bozukluğunda temel olduğu düşünülmektedir.




Dil

Sosyal bilimciler, dilin komünikasyon fonksiyonu üzerinde dururlar. Böylece, antropolog Sapir'e göre, dil «istemli olarak yaratılan bir simgeler sistemi aracılığıyla fikirleri, emosyonları ve arzuları iletmek için yalnızca insanlara özgü ve içgüdüsel olmayan bir yöntemdir». Psikolog için bu simgeler aynı zamanda, soyut kavramsal düşünce (bkz.) için temel araçlardır. Bir sözcük yahut başka bir simge, bir anlamı iletir; yani bir bilgi kodudur. Bu anlam «denotatif» olabilir, yani somut bir nesne yahut hareketi belirtir veya etiketler; yahut da «konotatif» olup belirtilen nesnenin niteliklerini gösterir ve genellikle değerlendirici ve tutumcu nüanslar taşır. Konuşulan dil, sınırlı sayıda ses üniteleri veya fonem kombinasyonlarına dayanır, bu fonemler sonsuz sayıda anlam üniteleri veya morfemler oluşturur; bu morfemler ise, bir dildeki kök sözcükleri, öntakı ve sontakıları oluşturur. Morfemlerden sözcük ve cümle türetilmesiyle ilgili kurallar, o dilin grameridir, ileri toplumlarda hem yazılı, hem de sözlü dil biçimleri gelişir. Dil fonksiyonları, serebral korteks'deki özel lokal merkezlerden kontrol edilir. Konuşmada ise karmaşık kendiliğinden -düzenli sibernetik (bkz.) mekanizmaları sözkonusudur. Davranışçılar, çocuğun şartlanma ve ebeveynlerini taklit (bkz.) yoluyla dil yeteneği kazandıklarını ileri sürmektedirler. Oysa Chomsky gibi bazı modern linguistler «generatif» teoriler önererek, dil yeteneğinin doğuştan geldiği esasını ileri sürmektedirler.

Dil bozuklukları, bazı beyin hastalıklarında olduğu gibi, temeldeki nörofizyolojik mekanizmaların bir bozukluğundan ; bazı psikozlarda olduğu gibi, bir düşünce bozukluğundan; yahut bazı beyin travmalarıyla ilgili disfazi ve disgrafüerde olduğu gibi, her ikisinin bir kombinasyonundan ileri gelebilir. Kekemelik, daha önemli bir dil fonksiyon bozukluğu örneğidir. Bkz. Konuşma Bozuklukları


Dilsizlik (Mutizm)


Dilsizlik, katatonik şizofrenide bir negativizm (bkz.) semptomu olarak belirebilir, histeride (bkz.) larenks fonksiyonuyla ilgili diğer belirtilerin (örneğin, öksürük) yanısıra tek bir semptom olarak belirebilir. «Elektif dilsizlik», çocuğun belli bir ortamda (örneğin, evde) konuştuğu, ama başka bir ortamda (örneğin, okulda) konuşamadığı, bir çocukluk semptomudur.


Dinamik Psikiyatri


Dinamik psikiyatri terimi çeşitli şekillerde kullanılmakla birlikte, teknik olarak, dürtüler ve davranış nedenleriyle ilgili bir teoriye dayanan herhangi bir psikiyatrik yaklaşım tipidir. Çok kere derinlik psikolojisiyle, yani yalnızca bilinçsiz proçeslerin dinamik etki gösterdiği görüşüyle, eş anlamlı sayılır; oysa herhangi bir derinlik psikolojisi ekolünü aşırı savunanlar dışında, bu görüş herkes için açıkça yanlıştır. Dinamik psikiyatri terimi aynı zamanda psikanalitik yahut psikanalize yönelik psikoterapiyle de eş anlamlı olarak kullanılmaktadır; oysa bu kullanım da yanlıştır, çünkü psikanaliz akıl mekanizmaları sorunlarına yaklaşım yollarından yalnızca bir tanesidir.


Dipsomani


Gerçek dipsomaninin karakteristiği, nispeten alkolsüz dönemler arasındaki episodik yahut peryodik aşırı alkol kullanımıdır. Bu durum Jellinekin (bkz.) «ipsilon alkolizmine» tekabül eder. Hastanın nispeten daha az miktarda alkol aldığı akut psikotik eksitasyondan sonra görülen, «mania â potu» (bkz.) İle dipsomani farklıdır. Dipsomanide oldukça şiddetli kişilik bozuklukları, ender olmakla birlikte, görülebilmektedir. Şizofrenik eksitasyon dönemlerinde aşırı içen kişilerde dipsomani olabilir, ama dipsomani ile episodik ruhsal durum bozuklukları (örneğin, tekrarlayan depressif durumlarda yahut manik depressif psikoz (bkz.) sikluslarında) arasındaki psikiyatrik ilişki muhtemelen daha kesindir. Bkz. Alkolizm


Disartri


Disartri, sözcükleri telâffuz güçlükleri için kullanılan bir terimdir ve afazinin (bkz.) tersine, sinirsel yahut müsküler olan motor veya effektör iletim yetersizliğinden ileri gelir. Serebellumla ilgili koordinasyon bozukluğu, patlama niteliğinde ani konuşmaya yahut hecelerin gereksiz olarak ayrı ayrı telâffuz edilmesine yol açar. Bilinçlilik seviyesindeki değişimler'de, konuşmada ataksi yaratır. Böylece alkol, ilaçlar ve hipoglisemi «gevelemeye» yol açar. Örneğin, motor nöron hastalığındaki kas tonüsü artışı spastik «gevelemeye» yol açarken, parkinsonizmdeki rijidite nedeniyle yavaş, mırıltılı ve monoton konuşma görülür. Miyopatiden yahut aşağı motor nöron hastalığından ileri gelen kas güçsüzlüğü dudaksal, dişsel ve gırtlaksal (b, d, g) seslerin telâffuzunda güçlüklere yol açar.


Disfaji-fonksiyonel


Herhangi bir organik bozukluk olmaksızın yutkunma güçlüğüne şiddetli anksiete durumlarında, yahut depressif hastalıklarda rastlandığı zaman, bu hipokondriak bir delüzyonun ifadesi olabilir. Disfaji teşhisine varmadan önce kardiospazm, hiatus hernia ve özofagus lezyonları ihtimalleri elimine edilmelidir.


Dislali

Çocuklukta, dil, dudaklar, yahut damak hareketlerinde anormallikler olmaksızın görülen bir telâffuz bozukluğudur. Bozukluk özellikle konuşma, sırasında bir sessiz harf ilâvesi, ya da daha sık olarak bir sessiz harfin atlanması biçimindedir. Bozukluk zekâ gelişiminde genel gecikmenin bir parçası olarak, kalıcı bir telâffuz bozukluğu alışkanlığı olarak, bir taklit fenomeni olarak, yahut da çocuklukta bir davranış bozukluğu olan bir regresyon belirtisi olarak (bebek konuşmasının taklidi, bir bakıma bebek kalma arzusunu yansıtır) ortaya çıkabilir.Okuma retardasyonu dahil, diğer dil bozukluklarıyla yakından ilgilidir.

Tedavi temeldeki etkene göre değişir, ama telâffuz bozukluğunun çocuğun istediklerini anlatmada güçlük çekmesine yol açtığı durumlarda, bir konuşma terapistinin öğütleri her zaman gereklidir



Disleksi (Kelime körlüğü)


Normal zekâlı çocukların yaklaşık %5'inde şiddetli okuma güçlüklerine rastlanır. Çocuğun ailesinde de okuma güçlükleri ve geç konuşmaya başlama sözkonusu olabilir. Çocukta beceriksizlik, sağ-sol ayırdedememe, harfleri ters yazma, motor sebatsızlık ve sözcükleri aynadan gördüğü gibi tersten yazma eğilimi görülebilir.Çok kere belirtildiği gibi, ne solaklık, ne de kontr-lateral el-göz dominansı, bu duruma predispozisyon yaratmaz. Okuma güçlükleri gösteren çocukların geçmişte bu özellikleri göstermelerine rağmen, tek bir çocukta bu bozuklukların birkaçından fazlasına rastlanması enderdir. Dolayısıyla, bazı otoriteler, tek bir disleksi sendromunun varlığından emin değildirler. Şiddetli okuma güçlüğünün diğer etkenleri arasında vizüel yahut oditer duyarlık zayıflaması, düşük zekâ, emosyonel bozukluk ve yetersiz öğrenim vardır.

Bozukluğun tedavisi öncelikle öğrenimle ilgili olup tıbbi bir sorun değildir. Tecrübeli bir öğretmenle özel yahut toplu öğrenim çok kere yararlıdır. Çocuktaki früstrasyondan ileri gelen sekonder davranış sorunlarının, özellikle asosyal bozuklukların, önlenmesi de önemlidir.



Dismenore


Kramp tarzında menstrüel ağrının nedeni pelvik hastalık olabilir. Primer dismenore, karmaşık bir biçimde projesteron salgısıyla ilgilidir ve çok kere premenstrüel progestajen tedavisiyle giderilir.Herhangi bir ağrı durumunda,psikolojik tutumlar,bir kişinin acıya karşı tepkisini etkiler.Böylece kişilikleri duyarlı olan kadınlar adet dönemlerine ve bununla ilgili ağrılara karşı aşırı tepki gösterebilirler.Öte yandan,psikolojik bakımdan sağlıklı kadınlarda da şiddetli dismenore görülebilir.Bu gibi hastalara,psikoterapiden ziyade,analjezik yahut hormon tedavisi yararlı olur.


Dismnezi


Hafıza (bkz.) bozukluğu anlamına gelen bir terimdir.Organik beyin bozukluğunda,bu duruma sık rastlanır.Korsakoff sendromu (bkz.) da dismnezik sendrom olarak bilinir.


Dışa Dönüklük

Dışa dönük bir kişi, karakteristik ilgileri ve davranış biçimleri dışa, başkalarına ve fizik ortama yönelen bir kişidir. Girgindir, faaldir ve aklına eseni yapar. İçe dönük kişi ise, kendi düşünce ve duygularına yöneliktir, ilgileri pratik olmaktan ziyade teoriktir. Jung'a (bkz.) göre bunlar belli iki kişilik (bkz.) tipidir; fakat geniş gruplara uygulanan psikolojik testlerde, sürekli bir dışa dönüklük içe dönüklük boyutu ortaya çıkmakta ve çoğu kişi iki tipin ortasında bir yer almaktadır.


Dışkılama Fonksiyonları


Emekleme dönemindeki bebek idrar ve dışkı yapma yeteneğiyle övünür. Kendi bedeninin bu ürünleri onu adetâ büyüler. Oysa ebeveynler, çocuklarına dışkıya karşı bir iğrenme tepkisi aşılamayı ve mümkün olduğu kadar erken barsak ve mesane kontrolü eğitimi sağlamayı görevleri sayarlar. Çocuklarda bu kontrolün başlama yaşının eğitimle değiştirilebileceği konusunda hiçbir delil yoktur. Enürez (bkz.)ve encopresis'e (bkz.), erken yaşlarda tuvalet eğitimine karşı daha esnek bir tutum gösteren toplumlarda, daha az rastlandığı ileri sürülmektedir.

 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#9
E


ECT (Elektrokonvülsif Terapi )


Elektropleksi olarak da bilinir.
1933 yılında Meduna, şizofreni tedavisi için konvülsiyon terapisini yeniden psikiyatride kullanmaya başlamış ve 1937 yılında Cerletti ve Bini, elektrikle harekete geçirilen nöbetlerin, terapötik olarak, daha önceleri kimyasal yoldan yaratılan konvülsiyonlar kadar etkin, ama daha güvenilir ve daha az rahatsız edici olduğunu ispatlamışlardır. ECT tamamen ampirik bir tedavi biçimidir. Bu tip nöbetin hastaya niçin yararlı olduğu bilinmemektedir, ancak son zamanlarda ECT'nin beyinde fizyolojik aktivite gösteren amin (bkz.) konsantrasyonlarını, tıpkı antidepresan ilaçlar gibi, arttırdığı ispatlanmıştır. Konvülsiyon terapisi ilk olarak şizofreni tedavisinde kullanılmış, ama tek başına uygulandığı zaman ve fenotiazinlerin bulunmasından önce olumlu sonuçlar vermemiştir. Oysa, fenotiazinlerle veya diğer majör trankilizanlarla kombine kullanımı gittikçe yaygınlaşmakta ve yalnızca çok kere dramatik bir tepki gösteren katatonik durumlarda veya affektif öğenin güçlü olduğu hastalarda değil, aynı zamanda akut bir hastalık başlangıcı ya da şiddetlenmesi gösteren, hattâ yalnızca medikasyonla tedaviye dirençli daha kronik paranoid şizofrenilerde bile uygulanmaktadır. ECT' nin başlıca endikasyonu, daha ziyade endojen tipteki depresyondur. Uygun vakalarda,ECT hastalığın tamamen iyileşmesini sağlar, ama tabii ki nüksetmeyi önlemez. Özellikle, ilk olarak hayatın envolüsyonel döneminde başgösteren ve belirgin ajitasyonla karakterize olan endojen depresyonlarda etkindir. Oysa, nörotik tipteki depresyonlarda, hastalık nekadar şiddetli olursa olsun, hiç yararlı değildir.

Pratikte ECT, antidepresan ilaçlarla kıyaslanabilir. ECT bazı vakalarda hastalığın tamamen iyileşmesini, oysa antidepresanlar yalnızca semptomatik rahatlamayı sağlar ve doğal bir remisyona kadar belki de aylarca tedavi gerekebilir. Öte yandan, ECT tekrarlı anestetik kullanımını gerektirir ve poliklinik tedavide bile haftada bir veya iki kere yarım günlük iş kaybına yol açar. Pratikte, evde tedavi veya poliklinik tedavinin mümkün olduğu hafif ve orta derecedeki depresyon vakalarında, antidepresanlar çok yararlıdır. Daha entraktabl vakalarda veya antidepresanlarla tedavinin başarısız olması ihtimalinin bulunduğu şiddetli depresyon vakalarında,ECT'ye başvurulmalıdır. Şiddetli depresyon geçiren hastalarda, yeme güçlüklerinin yarattığı fizik rahatsızlık veya uykusuzluk, genel ajitasyon ve huzursuzluk nedeniyle olan halsizlikten dolayı, birçok hekim antidepresan ilaçları deneyerek zaman kaybedeceklerine, tedaviye ECT ile başlamayı yeğlerler. Bu, intihar tasarıları kuran hastalarda da geçerlidir; çünkü her iki tedavi yönteminde, de iyileşme kaydedilmeden önce latent bir dönem geçmesine rağmen, şiddetli depresyon geçiren hastalar şüphesiz ECT' den yararlanacaklardır ve daha az etkin bir tedaviyi deneyerek intihar riski göze alınmamalıdır. ECT ve antidepresan ilaçlar arasında bir seçim yapmak yerine, özellikle ortam ve kişilik sorunları olan hastalarda, yalnız ECT tedavisiyle başgösterebilecek bir nüksetmeyi önlemek için, artık ECT ile birlikte antidepresan ilaçlar uygulanmaktadır. ECT, öncelikle depressif hastalıklarda kullanılmakla birlikte, mani durumlarında da yarar sağlayabilmesi bir çelişki gibi görünmektedir. Majör trankilizanların yetersiz bir kontrol sağladığı yahut hastalığın belirgin olduğu vakalarda, ECT endikedir. Her iki durumdada genellikle daha sık uygulanan (örneğin, ilk hafta üç kere, sonra haftada iki kere) ECT kürüyle nöbetlere çok kere son verilir.

Tecrübeli bir ekip tarafından uygulandığında,ECT son derece güvenli bir tedavidir ve ancak birkaç bin hastada bir ölüm vakası kaydedilir; başka bir deyimle genel anestezideki ölüm riskinden daha da az. Yalnızca yeni bir kardiak enfarktüs vakası, ECT için bir kontrendikasyondur. Diğer kontrendikasyonlar nisbidir. Örneğin, pülmoner tüberküloz veya konjestif kalb yetmezliği ve fizik gerileme vakalarında, anestetik ve modifiye konvülsiyonların sakıncaları ve depressif hastalıktaki sürekli huzursuzluğun dezavantajları karşılaştırılmalıdır.

ECT, başlangıçta genellikle haftada iki kere uygulanır, ama tedavinin sonuna doğru haftada bire indirilir.Olumlu vakalarda, üçüncü ya da dördüncü konvülsiyondan sonra düzelme kaydedilir ve altı yedi tedavi yeterli olabilir. Altı ya da yedi konvülsiyondan sonra düzelme görülmezse, tedavinin sürdürülmesi tavsiye edilmez.

Tedavinin bir sonucu olarak kısmi amnezi, özellikle yaşlı hastalarda, sık görülür. Konvülsiyon sıklığı ve sayısı arttıkça amnezi de artar ve yaşlı hastalarda, klinik durum elverir elvermez, tedaviyi seyrekleştirmek yoluyla azaltılabilir. Amnezi hemen her zaman geçicidir,ama yaşlı hastalarda birkaç ay sürebilir.Ender olarak şiddetlidir,ama özellikle işi hafızaya dayanan bir hastada rahatsızlık yaratır. Çok kere bu gibi hafıza bozukluklarının, ECT'nin ayrılmaz ve gerekli bir öğesi olduğu düşünülmektedir, ama son zamanlarda yapılan çalışmalar bunun doğru olmayabileceğine işaret etmektedir. Böylece, ECT' nin yalnızca non-dominant hemisfere uygulanmasına başlanmış ve olumlu sonuçlar elde edilmiştir.




Eğitimde Normalin Altında Performans

Bkz. ESN



Edward Sendromu (Trisomi E)


Bu sendrom, E grubundan bir otosomal kromozomdaki trisomi ile ilgilidir (bkz. Denver Sistemi). Sendromda şiddetli akıl geriliğiyle birlikte, hastalarda başka başka kombinasyonlarla başgösteren belirgin gross fizik formasyon bozuklukları mevcuttur. Belli başlı spesifik formasyon bozuklukları yüzde, ellerde, ayaklarda ve kalbde olur. Ayrıca, bu sendromun bir özelliği olarak «falx cerebri» rapor edilmiş ve sık sık korpus kallosumda hipoplazi veya agenez vakaları kaydedilmiştir. Bu vakalarda, çocukluk döneminden sonra yaşama şansı düşüktür. Belirgin bir büyüme geriliği ve gelişememe mevcuttur.


EEG (elektroansefalogram)


Elektroansefalogram, kafatası yüzeyinde çeşitli noktalar arasındaki elektriksel potansiyel farklarının kaydıdır. Beyin yüzeyinde yahut derin serebral maddede karmaşık potansiyel analizleri, yalnızca çok özel koşullar altında yapılabilir. Böylece, kaydedilen elektriksel değişimler, yüzey elektrodlarının yakınındaki elektriksel olayların toplamını yansıtır. Dolayısıyla, kullanılan elektronik cihazın karmaşıklığına rağmen, yapılan analiz temel olarak kabataslaktır.

Yine de, aynı yaştaki kişilerde, sağlıklı beyin traseleri tutarlılık gösterdiğinden, anomaliler teşhis edilebilir. Kayıtta beliren ve normale uygun ritmlerin dağılım alanı, yaş arttıkça, daralır. Dalga biçimleri, frekanslarına göre, Grek alfabesiyle gösterilir.

Yeni doğmuş bebeklerde, düzensiz ve asenkron delta (saniyede 4 cycle'dan az) ve teta (saniyede 4-7 cycle) bandlarında daha yavaş dalgalar hâkimdir. Üç yaşında, bu predominans gittikçe teta bandına değişir, voltaj artar ve alfa ritminin (saniyede 8-13 cycle) bazı öğeleri belirmeye başlar. Gittikçe alfa ritmi, daha yavaş ritmlerin yerini alır ve 15 yaşında, EEG ye alfa ritmi hâkim olur. Daha hızlı beta ritmleri (saniyede 14 cycle) de mevcuttur.

EEG organik serebral bozukluklarda ve serebral fonksiyonda sekonder etki yaratan bozukluklarda yararlıdır. Psikiyatride, öncelikle bu bozuklukların doğrulanması ve teşhisin kesinleşmesinde katkısı olur. Ancak fonksiyonel bozukluklarla ilgili hiçbir bilgi vermez. Normal bir EEG trasesi, akıl semptomlarının fonksiyonel kökeni bakımından zayıf bir dayanaktır. Epileptik bozukluklar EEG'de sık sık anormal ritmler gösterir. Bu ritmlerin karakteristikleri, belli başlı nöbet tipleriyle ilgili bölümlerde anlatılmaktadır.

Temel ritmde desenkronizasyon ve yavaşlama, sivri «spike» benzeri bölümler ve diğer tipte anomaliler (örneğin ritm yokluğu), özellikle beynin belli bir alanında lokalize olduğu zaman, serebral fonksiyonun anormal olduğunu gösterir. Ancak birkaç bozukluk, patognomonik EEG değişimleri gösterir.

Bkz. Grand Mal, Petit Mal ve Lobus Temporalis epilepsisi



Efor Sendromu (Da Costa Sendromu)


(nöro-sirkülatuar asteni)

Savaş sırasında özellikle askerlerde görülen bu duruma, barış zamanlarında veya sivil nüfusta ender rastlanır. Semptomları soluk kesilmesi, sol meme altı ağrısı, anksiete, taşikardi, çarpıntı ve efor durumunda bütün semptomlarda şiddetlenmedir.

Hastalığın kapsamında yatrojenik faktörler önemli rol oynar. Ayrıca askeri hizmetten ayrılmak da, bu kalıplaşmış klinik tablonun oluşumunu harekete geçirebilir. Bkz. Psikosomatik Bozukluklar

Kardiovasküler Sistem ve Psikosomatik Hastalık




Ego


Ego, kişilik yapısının doğrudan doğruya dış ve iç ortamlarla ilgili bölümüdür. Id'den (bkz.) gelen içgüdüleri, toplumsal ve emosyonel bakımdan uygun eylemlere doğru kanalize eder. Bu işlemde çeşitli mekanizmalar sözkonusudur: algılama, motor hareket, gerçekliğin kabulü,güvenlik ve öz-korumayı sağlama arzusu. Ayrıca hafıza, duygu, düşünce ve genel sentez fonksiyonu da rol oynar. Ego'nun gelişimi, fizik ve serebral olgunlaşmaya göre ve dış dünyadan gelen uyarıların kişilik üzerinde ilk etkileri bırakmaya başladığı, doğumdan itibaren süregelen yaşantı faktörlerine göre değişir. Ego'yu kontrol ve modifiye eden ise Süperego (bkz.) veya vicdandır. Süperego ve ego arasındaki çatışma suçluluk duygularına ya da çok kere acı emosyonlarına yol açabilir.Ego, çeşitli psikolojik savunma mekanizmalarıyla, «id»in (içgüdüsel) uyarılarının hâkimiyetine ve kendisine çok güçlü gelen gerçekliğe karşı korunur.Bu mekanizmalar arasında, represyon, yadsıma, projeksiyon, regresyon, yer değiştirme, reaksiyon formasyonu, rasyonalizasyon, entellektüelleştirme, süblimasyon (yüceltme), vs. vardır.


Ego-İdeal


Ego, akıl proçeslerinin gerçekliği sınayan bölümüdür. Ego-ideal ise ego'nun bir öğesidir ve temelinde kişinin kendini ebeveyniyle özdeşleştirmesi ve olmak istediği gibi olmak için gösterdiği çaba vardır. Olgunlaşma sırasında ego-ideal değişebilir, ama genellikle kişinin özdeşleşme umudu duyduğu ve çabası gösterdiği bir ideali yansıtır.



Egzibisyonizm

Egzibisyonizm erkek genital organlarının, genellikle ereksiyon halindeki penisin, kasten bir kadına gösterilmesidir. Genellikle pencerelerde, ıssız yollarda veya genel tuvaletlerin yakınında olur. Bu eylemin erkekte tam bir cinsel heyecan yaratması için, kadının şaşkınlık, hattâ korku göstermesi gerekir. Egzibisyonist ender olarak fizik veya cinsel saldırıyı amaçlar. Hastalık adolesans döneminde, zayıf cinsel dürtünün arttırılması için bir yöntem olarak başlar ve hastanın eşinin gebeliği sırasında, yahut birikmiş saldırganlık duyguları, ya da eşi tarafından cinsel bakımdan aşağılanması üzerine bir alışkanlık haline gelir.

Fantazi durumlarında aversiyon (engelleme) terapisi ve grup psikoterapisi en yararlı tedavilerdir. Nüksetme gösteren vakalarda, östroienlerle kimyasal kastrasyon yararlı olabilir.




Egzistansiyel (Varoluşçu) Psikiyatri


Bu görüşün temelinde, özellikle Kierkegaard, Heidegger, Husserl ve Sartre gibi düşünürlerin felsefe sistemleri vardır. Bu görüşe göre, insan somut, bireysel bir eylemcidir. Varoluş yalnızca yaşanabilir, düşünülemez. Egzistansiyel analiz, bu görüşün savunucularına göre, geleneksel analizi tamamlayıcı niteliktedir, ama kişiye ve dünyasına daha pratik ve geniş kapsamlı bir yaklaşım yöntemidir. Egzistansiyalistler, özellikle şizofreni sorunlarıyla ilgilenirler. Böyle bir episodun, hasta çevresindeki varoluş akımı içinde hayatını sürdürmeyi imkansız bulduğu zaman geliştiğini ileri sürerler. Hasta artık «bu dünyada değildir» (dasein). Egzistansiyel analiz, semptomların gerisinde, bu semptomları belirleyen spesifik yaşantı biçimlerinin araştırılmasından ibarettir. Kullandığı tekniklerin terapötik değeri konusunda kesin hiçbir delil yoktur- klasik analizde, buna en yakın yaklaşım transferansm yorumlanması, yani terapist ve hasta arasındaki ilişkinin ve bunun hastadaki hayata uyumsuzlukla ilişkisinin yorumlanmasıdır.


Eko-Ansefalografi (Sono-Ansefalografi)


Eko-ansefalografi, endüstride kullanılan bazı yöntemlerden esinlenilerek geliştirilmiş yararlı bir teknik olup, beyin orta çizgisindeki yapılarda yer değişikliği olup olmadığını saptamak amacıyla kullanılır. Bir çift baryum titanat kristali ihtiva eden bir prob'dan gönderilen bir ultra ses dalgası geri döner, bu dalga, beyin orta çizgisindeki vapılarda yansır ve sürekli bir eko oluşur. Bu yapılar merkezde olduğu zaman, eko sırayla başın iki yanına yerleştirilen prob'lardan eşit uzaklıkta bulunur. Bu yapılarda kayma olduğu zaman ise, eko başın bir yanındaki proba daha yakın bulunacaktır. Serebral atrofide, subaraknoid boşluklardan eko'lar alınır ve vantriküller herbir hemisfere göre genişlemiş bulunur. Son olarak, subdural hematomlar beyin orta çizgisinde eko oluşumunu önler.



Ekolali


Genellikle, hastanın çevresindekilerin söyledikleri sözlerin, ama bazan hastanın kendi düşüncelerinin (echo de la pensee) yankılanmasıdır. Hemen her zaman şizofrenik (bkz.) hastalığın bir belirtisi olup, perseverasyon (bkz.) Ve palilaliden (bkz.) farklıdır.

Bkz. Ekopraksi




Ekoloji

Bir organizma ve ortamı arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Ekoloji, bu ilişkinin her yönünü kapsar: birey, birey toplulukları, başka tür bireyler arasındaki ilişki, fizik ortam, vs. Psikosomatik tıp insan ekolojisinde kullanılan kavramlara büyük katkılarda bulunmuştur. Genellikle, ekologlar psikolojik iç ortamdan ziyade, fizik dış ortama önem verirler.



Ekopraksi


Hastanın çevresindekilerin davranışlarını taklit etmesidir. Hemen hemen yalnızca şizofrenik (bkz.) hastalığın bir belirtisidir, ama bazı şiddetli zeka geriliği vakalarında da görülebilir.

Bkz, Ekolali




Eksojen depresyon

bkz. Reaktif depresyon



Eksorsizm

Yüzyıllarca, deliliğin nedeninin şeytan olduğuna ve hastanın iyileşmesi için eksorsizm, yani şeytanın hastadan uzaklaştırılması gerektiğine inanılmıştı. Bugün batıda yabancı bir ruhun kişiyi etkilemesine ender olarak inanılmaktadır, ama Zencilerde, özellikle Karaib'lerde, Batı Afrika ve Nijerya gibi bölgelerde, böyle durumlardan sık söz edilmektedir. Belli bir kültürdeki yaygın fikirler akıl hastalığının tezahürünü de değiştirebilir. Böylece, «şeytanın etkisine girme» fikirleri çoğunlukla spesifik değildir ve temaruz, kültürel trans durumları ve şizofreni gibi başka başka durumlarda bu fikirlere rastlanabilir.



Ekspektansi Dalgası


Ekspektansi dalgası veya «contingent negative variation» (CNV), istemli bir eylemden önce EEG'de görülen bir değişimdir. Tipik olarak, yaklaşık bir saniye aralıklı iki stimulusla harekete geçirilir ve süjenin ikinci stimulusa tepkisini gerektirir.İlk stimulusdan sonra, verteks'de negatif bir potansiyel gelişir ve süjenin tepkisi üzerine düşme gösterir. Anksiete durumlarında ve psikozlarda CNV anomalileri olabilir.


Ekstazi Durumu


Hastanın kendisini neşeli, huzurlu, son derece sakin ve mutlu hissettiği ekstatik bir ruhsal durumdur. Azizlerin ve mistiklerin hayatlarında dinsel ekstazi durumları konusunda belgeler vardır. Psikiyatride, şizofrenik bir durum ile manikdepressif hastalıkta beliren bir ruhsal değişim arasında ayrım yapmak bazan güçtür. Ses veya görüntü hallüsinasyonlarına karşı tepki olan ekstazi çoğunlukla şizofrenik kökenlidir. Hastanın eroin veya LSD gibi ilaçları kullanıp kullanmadığı da ekstazi durumlarının tanısında araştırılmalıdır.


Ekstrapiramidal Sendromlar


Bu sendromlar ekstrapiramidal motor sistemin, bazal ganglionların anormal fonksiyonuyla ilgilidir.Akinezi, tremor ve rijiditenin oluşturduğu klasik üç semptom tablosuyla karakterize olan Parkinsonizm, bu tip semptomların en sık görülen biçimidir. Parkinsonizmli bir hastada ayrıca hızlı ve ayaklarını sürüyerek yürüme, koordine hareket yeteneğinin kaybı, tükürük akması, sebore ve bazan okülogirik krizler gibi diğer özellikler de mevcuttur. Akatizik hastalar büyük bir huzursuzluk ve ajitasyon gösterirler, durmadan ayaklarını yere vururlar, ayağa kalkıp otururlar ve dolaşırlar.Distonik durumlarda, kas gruplarının tekrarlı spazmlara girmesi sonucunda tortikollis, opistotonus oluşur. Diskineziler özellikle dil ve ağız bölgesindeki tekrarlı tik hareketlerinin yanısıra, birbirleriyle ilgili bir sendrom grubunu kapsar. Diğer sendromlar arasında korea, ballismus ve atetoz vardır.

Ekstrapiramidal sendromların nedenleri vasküler lezyonlar, bazal ganglion dejenerasyonu ve karbon monoksid zehirlenmesi gibi toksinler olabilir. Fenotiazinler ve bütirofenonlar gibi majör trankilizanlarla tedavi sırasında, sık sık, kalıcı nitelikte olmayan sendromlar gelişir. Birkaç dozdan sonra akut distonik reaksiyonlar görülebilir, oysa Parkinson reaksiyonları ancak birkaç haftalık majör trankilizan uygulamasından sonra belirir. Yıllar süren fenotiazin tedavisinden sonra, bazı yaşlı hastalarda, çoğunlukla kalıcı nitelikte diskinetik sendromlar görülebilir. Parkinsonizmin en etkin tedavisi levodopadır, ama kimyasal yoldan harekete geçirilen parkinsonizm durumlarında henüz yeterince değerlendirilmemiştir. Diğer antiparkinsonizm maddeleri arasında orfenadrin ve akut distonilerin tedavisi için biperidin laktat vardır.

Ektomorf


Ektomorf, Sheldon'un somatotip sınıflandırmasındaki başlıca üç beden yapısı tipinden birinin özelliklerini taşıyan kişidir. Karakteristikleri uzun ve ince bir yapı, uzun kol ve bacaklar ve cilt altı yağ dokusunun azlığıdır. Bkz. Yapı



Elasyon

Bu, manide (bkz, ) karakteristik ruhsal durumdur. Bazı şizofrenik hastalıklarda, entoksikasyon durumlarında ve normal kişilerde beklenmeyen bir iyi duruma geçici bir tepki olarak da görülebilir. Manik elasyon, karakteristik bir «enfeksiyon» niteliği taşır. Hasta girgin ve neşelidir, çevresindekiler onun bu neşesine katılırlar. Oysa birçok manik hastada aşırı-aktivite ile irritabilite, elasyondan daha belirgindir; ruhsal durumun temelindeki elasyon, ancak kötü haberler hastayı rahatsız etmediği zaman, anlaşılır.


Elektif Dilsizlik


Bu, çocuklukta görülen ve normal dil gelişimine rağmen, çocuğun bazı durumlarda konuşamadığı, bazı durumlarda ise konuşabildiği bir bozukluktur.


Elektra Kompleksi


Erkek çocuktaki Oidipus kompleksine (bkz.) tekabül eder. Freud'cu analize göre, kişinin ilerdeki karakterini, cinsel uyumunu, normal veya nörotik gelişimini belirleyen ve çocuklukta seksüalitenin doruk noktası olan bu komplekse, kız çocuklarında elektra kompleksi adı verilir. Ancak, erkek çocuk için «anne», hayatı boyunca bir sevgi objesi olarak kalırken, kız çocuk ilk olarak babasına duyduğu bu bağlılığın yönünü, ilerdeki cinsel rolüne bir hazırlık olarak değiştirmek zorundadır. Kız çocuk, fallik safhada cinsel farklılığı öğrendiği zaman, pre-Oidipal, anneye-bağlılık safhasından çıkar. Bu da bir kayıp veya kıskançlık durumuna yol açar, kız çocuk durumu yüzünden annesini suçlar ve penis eksikliğini telâfi amacıyla babasına yönelir, elektra kompleksi, babanın çocuktaki bu dileği tatmin edememesi ve annenin bunu hoşgörmeyeceği korkusuyla çözümlenir.

Ebeveynin, kız ve erkek çocuklarına gösterdikleri farklı tutum ve babada kız çocuğuna karşı mevcut «oidipojenik» ilgi, olumlu bir çözümü güçleştirir.


Elektromiyografi

Nörolojide, kasa uygulanan iğne-kayıt elektrodlarıyla, kas fonksiyonuna ilişkin değerli bilgiler elde edilmektedir. Psikiyatride ise, cildin altındaki kas kütlelerinin aktivitesini araştırmak amacıyla yüzeysel elektrodlar kullanılmaktadır. Kas aktivitesi hem aksiyöz hem de depresif hastalarda yüksek bir düzeydedir. Bu teknik ayrıca gevşeme terapisinin etkinliğini değerlendirmek için de kullanılmaktadır.


Elektropleksi

Bkz. ECT (ELEKTROKONVİLSİF TERAPİ)


Embesil


"Embesil zeka düseyi" terimi, bugün 20 ve 50 IQ arasındaki psikolojik düzey olarak tanımlanır. Birçok embesil, şiddettli fizik bozukluk söz konusu olmadığı takdirde, özel eğitimden yararlanmakta ve atölyelerde çalışabilmektedir. Birçoğu da tekrarlamalı, makineleşmiş görevlerde çalışabilmektedir.
Embriyopati


Embriyopati, embriyonik gelişim sırasında baş göstererek patolojik değişimlere yol açabilen bir bozukluk için kullanılan genel bir terimdir. Bilinen nedenleri arasında önemli olanlar, embriyonu etkileyebilecek maternel enfeksiyonları da kapsayan ortamsal bozukluklar (örneğin frengi, rubella ve toksoplazmoz), anne ve fetüs arasında antijen uyuşmazlığı (örneğin rhesus uyuşmazlığı);çeşitli ilaçları içine alan teratojenik maddeler ve zararlı radyoterapidir.Gelişmekte olan santral sinir sisteminin, özellikle ilk intra-uterin hayat döneminde, zararlı etkilere karşı hassas olması, muhtemelen bu hastalardaki akıl geriliği insidansının yüksek olmasında rol oynamaktadır.



Emeklilik

Emeklilik, erkekler için en önemli stress'lerden biri sayılır, çünkü statü ve gelir kaybının yanısıra, uğraş kaybı da olur. Emeklilik Batının endüstrileşmiş toplumlarına özgü bir fenomendir ve yeni ustalıkların öğrenilmesi ve yeniden eğitim gibi sorunlar, emeklinin çektiği güçlükleri arttırmaktadır. Atölyeler, bazı vakalarda yararlı omakla birlikte, bugün gittikçe daha da karmaşıklaşan endüstride, geniş kapsamlı bir uygulama bulamamaktadır. Emekliliğin başlı başına, önemli bir psikolojik stress olduğunu gösteren çok az delil vardır. Birçok kişi, yaş sınırından çok, fizik ve psikiyatrik sağlık bozukluğu nedeniyle emekli olamamaktadırlar. Genellikle, çalışan sınıfa mensup erkekler (hoşlanmadıkları ve fizik bakımından yorucu işlerde çalıştıklarından) emekliliği arzu etmekte, ama sürekli olarak evde oturmaları bazan evlilikte uyumu bozmaktadır.


Emir Otomatizmi

Bkz. OTOMATİK İTAAT.


Emosyon

Sık sık "duygu" ile eş anlamlı kullanılan bir terim olan emosyon, kişinin hisleri veya ruhsal durumudur. Bu terimin, hem bilinçli, hem de bilinçsiz hisleri yaratan temel dürtü enerjilerini de kapsayan, bilinçli olarak algılanan hisler ve duygu anlamında kullanılması belki de daha doğrudur. Bir impulsa karşı gösterilen reaksiyondaki emosyonel öğenin, limbik sistemdeki (bkz.) reaksiyonlardan ileri geldiğine inanılmaktadır. Limbik sisteme retiküler formasyon yoluvla, belli başlı duyu yollarından kollateraller ulaşır. Emosyon daha sonra kişiler tarafından algılanır, ayrıca limbik sistem ile hipotalamus arasında mevcut bağlantılar yoluyla, otonom ve endokrin aktivite değişimleri olarak da belirebilir.


Emosyonel Enkontinans

Organik serebral bozukluklu hastalarda sık görülen duygusal denge kararsızlığını (bkz.) tanımlamak için kullanılır. Tipik olarak, serebral arteriosklerozlu (bkz.) hastalarda gelişir.


Emosyonel Yoksunluk


Bir çocuğun, normal emosyonel ve entellektüel gelişimi için, kendisini yetiştiren rolündeki bir yahut daha fazla yetişkinle olumlu ve sürekli bir ilişki kurması gerekir. Bunun bir gerçek olmasına rağmen, bugünkü toplumda birçok çocuk için bu basit ihtiyacın karşılanamaması da üzücü bir gerçektir. Hayatın ilk altı ayı içinde, çocuğun ihitiyaçları öncelikle fizikseldir ve annesinin sesini ayırmaya başlar. İkinci altı ay içinde ise, artık annesini tamamen ve bu dönemden aşağı yukarı 5 yaşına kadar, emosyonel yoksunluğa karşı özellikle hassastır. Emosyonel yoksunluk ve anne babadan ayrılma farklıdır. Çocuğun annesinden kısa bir süre için ayrılması ve tanıdığı başka bir akrabasının bakımında kalması, onda emosyonel yoksunluk yaratmaz. Yoksunluğun kişilik üzerindeki olumsuz etkileri,travmatik yaşantının sıklığına ve süresine, sözkonusu yoksunluğun derecesine ve çocuğun mizacına bağlı olarak belirir. Karakteristik olarak, bir çocuk kurumu ortamında büyüyen çocuk fevri, ilgileri dağınık vr sebatsızdır; ilgi ve maddi ödül peşinde koşar. Neşeli olabilir, ama früstrasyonu tolere edemez ve entellektüel gelişim bakımından oldukça geridir.Bu akıl geriliği, muhtemelen yalnızca olumsuz bir genetik kalıtımın değil, aynı zamanda ortamsal stimülasyon eksikliğinin de bir sonucudur. Emosyonel yoksunluk, kurumlarda büyüyen çocuklar kadar, "aile" çocuklarında, özellikle büyük ailelerde veya annelerin depressif yahut yetersiz olmaları nedeniyle çocuklarına yetersiz bir emosyonel ilgi gösterdikleri ailelerde de olur.


Empati

Başkalarının düşünce ve duygularını anlama yeteneğimiz, bunları kendi düşünce ve duygularımızla karşılaştırabilmemizin derecesine bağlıdır. Kader yahut korku gibi, kendi hissettiğimizden daha yoğun emosyonları, yaşantılarımızla kıyaslayarak, örneğin depressif bir hastalığın semptomlarını anlayabiliriz. Oysa bazı psikiyatrik tezahürler, normal yaşantılarla kıyaslanarak anlaşılamaz. Örneğin; şizofrenik düşünce bozukluğunun normal yaşantıda hiçbir paraleli yoktur. Böylece, bir hastayı empati yoluyla anlama, çok kere şizofreni ile duygusal bozukluklar arasında ayrım yapma ve daha genel olarak psikozları nevrozlardan ve kişilik bozukluklarından ayırma kriteri sayılmaktadır. Empati, psikoterapi sırasında, özellikle bunun yoğunlaşmış bir biçimi olan psikanaliz sırasında, terapistle hasta arasındaki ilişkide önemli bir rol oynar.


Empotans (İktidarsızlık)

Empotans, erkekte tatmin edici bir heteroseksüel koiti tamamlamaya yeterli bir penis ereksiyonu olamamsı veya bunun sürdürülememesidir.Prematüre ejakülasyondan (bkz.) farklı olmakla birlikte, bir erkekte her ikisi birden mevcut olabilir. İlk cinsel temas girişimlerinde başlayan empotans (erken başlayan empotans), sık sık anksieteli ve kendine güvensiz erkeklerde olur. Tekrarlanan cinsel temas girişimleri sonucunda kişi utanç ve anksiete duymaya başlar. "Balayı" empotansı bu tiptir ve özellikle kadının çekingen ve tecrübesiz olduğu durumlarda ortaya çıkar. Erken başlayan empotans bazan da latent homoseksüalite (bkz.) gibi, temeldeki bir cinsel bozukluktan ötürü olabilir. Bir cinsel uyum dönemi geçirdikten sonra, orta yaşta başlayan empotans (geç başlayan empotans), erkeğin eşinden bıkmasından ve hoşlanmamasından ileri gelebilir, ama kişisel ve evlilikle ilgili gerilimlere de sık rastlanır.Obezite, kişisel hijyen, adet bozuklukları ve vajinal akıntılar empotansda katkısı olan fakat giderilebilir faktörlerdir. Geç başlayan empotans, organik bir hastalığın (özellikle diabetes mellitus, pitüiter bozukluk, alkolizm, periferal arteriosklerotik hastalık, nörolojik bozukluklar ve serebral tümörler) semptomu olabilir. Endojen depressif hastalıklar da empotansa yol açabilir.Yetmiş yaşınmdaki erkek nüfusun %50'sinin iktidarlı olmassına rağmen, ileri yaşlarda biolojik empotans insidansı gittikçe artar. Anksietenin önemli bir rol oynadığı erken başlayan empotans, tedavinin ilk adımı, eşler arsındaki anlaşmayı teşvik ve karşılıklı korkuları ve düşmanlık duygularını araştırmak için, eşlere örgütlerde bulunmaktadır. Basit trankilizanlar, örneğin geceleri 5 mg medazepam yararlı olabilir. Empotans sürdüğü takdirde, dört ila altı hafta süreyle cinsel temastan kaçınılması ve bu dönem süresince koitsiz bir sevişme uygulanması tavsiye edilmektedir. Ancak, erkeğin ereksiyon kapasitesine güvenerek, güçlü bir cinsel arzu duymasından sonra, yeniden cinsel temasa izin verilmektedir. Cinsel sapıklıklar yahut "latent" homoseksüalite daha yoğun bireysel psikoterapi veya davranış terapisi gerektirebilir.Geç başlayan empotansda, fizik muayenede önce organik hastalık ihtimali araştırılmalıdır. Her iki eşle birden yapılan görüşmeler sonucunda, eşler arasındaki düşmanlık ve hoşgörüsüzlükler açığa çıkacak ve terapi niteliğindeki bu örgütlerde ilk adımı oluşturacaktır.Endojen depresyon belirtisi, uygun antideprasan tedavisi için bir endikasyon sayılmalıdır. Etkin hiçbir afrodiziyak ilaç yoktur;ancak, amfetaminlerin bazı psikoseksüel stimülan özellikler gösterdiği düşünülmektedir. İleri yaşlardaki biolojik empotansda, iyileşme prognozu olumsuzdur. Bu tip, dirençli vakalarda, Lowenstein penis ile, koitusu mümkün kılan ve böylece anksieteyi önleyen, mekanik bir araçtır. BAşarılı bir yöntem olduğu konusundaki görüşler ve eşlerin estetik itirazları, aynı orandadır.
 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#10
Encephalıtıs lethargıca


1917 yılında Von Economo'nun tanımladığı "uyku hastalığı", o tarihten sonraki on yıl içinde bir salgın halini aldı ve bugüne kadar gittikçe kayboldu, yahut klinik şeklini değiştirdi. Etken virüs, kadınları ve erkekleri eşit oranda, ama daha ziyade yetişkinleri etkiler. Hıçkırık salgınına da yol açabilir ve yılın ilk üç ayında son derece etkindir.Akut safhada orta beyinde, okülomotor nukleus'larda ve substantia nigra'da enflamasyonlu hücrelerden oluşan mikroskopik perivasküler bilezikler görülür; ayrıca kronik safhada aynı bölgelerin yanısıra korteks ve bazal ganglionları da etkileyebilir. Hasta, karakteristik olarak, gündüzleri uyuşuk, geceleri ise uykuludur. Baş ağrısından, baş dönmesinden ve ağrılardan şikayet eder. Bulanık görme veya diplopi ile birlikte nistagmus, ptosis, altıncı sini felci ve konvülsiyonlar görülebilir. Bu safhada, beyin omirilik sıvısı aşırı lenfosit, prtein artışı ve pozitif globülin göstermiştir. Hastalığın kronik safhası, ya doğrudan doğruya bir ilerleme olarak yada uzun süreli bir remisyondan sonra, Parkinsonizmin başlıca septomlarını da kapsar-tremordan çok, rijidite ve zayıflık görülür. Letarji, uyku bozuklukları, okülogirik krizler, muhtemelen bunlara eşlik eden obsesyonel düşünceler, tikler, distonik sendromlar, akathisia, epilepsi, obezite ve psikiyatrik bozukluklara da rastlanabilir. Psikiyatrik bozukluklar, esas olarak, emosyonel feveranlar ve sosyal davranışla tezahür eden kişilik değişimleridir. Depressif ve paranoid bozukluklarda rapor edilmiştir, ama zeka bozukluğu enderdir. Hasatlığın akut safhası nispeten hafif geçtiği için, bugün teşhis çok kere bir varsayım niteliği taşır. Genç bir hastada Parkinsonizmin başgöstermesi, bu hastalığa işaret ederr. Trankilizan ilaçların yan etkileri, bütün belirtileriyle bu hastalığı andırdığından, ayırıcı teşhiste en önemli husus, hastanın bu ilaçları kullanıp kullanmadığının araştırılmasıdır. Bu da, tedavilerden haftalarca sonra dahi idrarda spektroskopi yöntemiyle saptanabilir.


Encopresıs

Uygunsuz durumlarda, istemeden dışkılama çeşitli nedenlerden ileri gelebilir, ama çocukluk döneminde nispeten ender görülen bir septomdur. Yedi yaşındaki erkek çocukların yaklaşık %2si ve 12 yaşındakilerin yaklaşık %1'i enkopretiktir. Kız çocuklar daha seyrek etkilenir. Encopresis'in sık görülen bir nedeni şiddetli akıl geriliği, bir başkası da konstipasyondur. Kalın barsak feçesle dolduğu zaman, kolon submükozasındaki sinir uçlarında afferent stimülasyon gerçekleşmez, böylece hasta dışkılama ihtiyacını hissetmez. Bu da sıvı feçesin enkontinansıyla sonuçlanır. feçesin laksatiflerle yahut lavman yoluyla çıkarılması, diğer tedaviler için hazırlık niteliğindedir. Konstipasyon yahut akıl geriliği septomlarıyla birlikte tehazür etmeyen encopresis çok daha güç bir sorundur ve çok kere çocukta oldukça ciddi, bazan ebeveynin çocuğu istememe tutumlarıyla ilgili, psikolojik bir sorunun belirtisidir. Basit eğitim işlemleri bir dereceye kadar başarılı olmuşsa da, tedavide psikoterapiye daha sık başvurulmaktadır. Yetişkinlerde encopresis söz konusu olmadığına göre, septomun prognozu olumludur. Oysa yetişkinlerdedbaşka tipte psikopatoloji sık sık, çocuklukta encopresis'in yerini alır.


Endojen Depresyon

Deprosyon "etkinin" doğuştan gelenn bir biolojik bozukluk olduğu varsayımına dayanan ve endojen ile eksojen (reaktif) hastalıklar arasındaki geleneksel ayrımdan türeyen, yaygın fakat yanıltıcı bir terimdir. Aslında, elbette, bütün diğer hastalıklar gibi, depresyonlar da toplumsal ortamsal ve doğuştan organizmada mevcut diğer faktörler arasındaki karşılıklı ilişkinin bir ürünüdür ve her ikiside aynı derecede önemlidir. terimin çağdaş kullanımında, "endojen depresyon" yalnızca psikotik veya manik-depressif depresyonla eş anlamlıdır. Bkz. REAKTİF DEPRESYON


Endokrin Hastalıklar

Endokrin hastalıkların bütün tiplerinde psikiyatrik semptomlara sık rastlanır. Bunun nedeni, kısmen, beyindeki aşırı yahut yetersiz hormon oluşumunun etkisidir. Belli başlı psikiyatrik bozukluklar, yetişkinlerdeki kortizol, tiroksin ve paratroid hormonunun aşırılığı yahut yetersizliğinin yol açtığı bilinen (ama hiçbir zaman sürekli olmayan) komplikasyonlardır. Gerek eksojen, gerekse endojen olan aşırı insulin, süratle kognitif fonksiyona zarar verir. Fetüsde ve yeni doğan bebekte, tabii ki, troid yetersizliği akıl geriliğinin bir etkenidir. Manfred Bleuler ve Zürih'deki meslektaşları, bir endokrin kliniğine devam eden çok sayıda hastayı incelemişlerdir. Hipertroidli hastadaki huzursuzluğun ve hipertroidli hastadaki uyuşukluğun yanısıra, "endokrin psikosendromunun" da çok sık bir frekans gösterdiğini bulmuşlardır.Bu çok kere "reaktif" depresyonşarda görülen çeşitten, değişken ve disforik bir depresyon ve gerilim durumudur. Bu tür semptomlar, başka fizik hastalıklarda, özellikle kronik ve ıstıraplı bozukluklarda, olağandır. Endokrin hastalıklar başarıyla tedavi edilebildiği takdirde, psikiyatrik semptomlar da kaybolabilir. Oysa endokrin hastalık tedavi edilmediği veya tedaviye rağmen psikiyatrik semptomlar da kaybolabilir.Oysa endokrin hastalık tedavi edilmediği veya tedaviye rağmen psikiyatrik semptomlar devam ettiği takdirde, semptomatik psikiyatrik tedavi endikeir ve bazan son derece başarılı olur.


Endomorf

Endomorf, sheldon'un somatotip sınıflandırmasındaki başlıca üç beden yapısı tipinden birinin özelliklerini gösteren kişidir. Karakteristikleri kısa, tıknaz yapı, derin beden boşlukları ve kalın cilt altı yağ tabakası oluşumudur. Bkz. Yapı


Endüstriyel Solvan Koklama


Öfori yaratmak amacıyla, endüstriyel solvan koklama vakaları Amerika'da sık,İngiltere'de ise seyrek rapor edilmiştir. Kullanılan solvanların listesi uzundur ve toluen, benzen, aseton, etil asetat, dietil eter ve heksanı içine alır. Model uçak yapımında kullanılan ve fiatı ucuz olan toluenin bu amaçla kullanımına sık rastlanır. Solvan bir beze sıkılır ve buharı plastik bir torbadan koklanır. Daha ziyade çocuklar tarafından kullanılır ve tıpkı sarhoşluğu andıran akut bir entoksikasyon yaratır. Ataksi ve disartri sık görülür ve kullanan kişide heyecanlı davranışlar gösterebilir. Hallüsinasyonlara da rastlanabilir. Bunu, sarhoşluk sonrasını andıran bir "sabah etkisi" izler. Kronik solvan koklayanlar, genellikle şiddetli kişilik sorunlarının ilk belirtilerini gösteren çocuklardır.


Endüstriyel Terapi

Gerçekçi çalışma proçesleri, son yirmi yıl içinde, daha ziyade el ustalıklarına dayanan, geleneksel uğraş terapisini desteklemiş ya da bunun yerini almıştır. Hastalar, çeşitli endüstriyel firmalardan, performanslarına göre ücret almaktadırlar ve yapılan işler çeşitli ustalık düzeylerine ayrılmıştır. Hastahanelerdeki ve toplumsal günlük iş merkezlerindeki endüstriyel terapi, normal çalışma yeteneğinin hastaya yeniden kazandırılmasına yardımcı olmaktadır. Bkz. REHABİLİTASYON


Enfantil Spazmlar

(Şimşek nöbetleri; "selâm" nöbetleri) Bu hastalık, tüm bedende periodik fleksiyon ya da ekstensiyon nöbetleri ve akıl geriliğinden oluşur. Bütün vakaların üçte biri hayatın ilk altı ayı içinde başlar ve daha ziyade erkeklerde görülür. EEG kaotik anomali (hipsaritmi) gösterir ve bu terim yanlış olarak hastalıkla eş anlamlı kullanılmıştır. Yüzde 15 oranında mortalite vardır ve hastalığı geçirip sağ kalanlarda akıl geriliği mevcuttur. Sonuçlar hayal kırıcı olmakla birlikte, hastahane tedavisi tavsiye edilir. Bazı vakalar nitrazepama cevap vermiştir.

Engram

Serebral kortekste depolanan ve hafıza birimini yansıtan bir terimdir. Bu terimi ilk olarak Lashley kullanmıştır. Engram oluşumuyla ilgili çeşitli teoriler mevcuttur. Bkz.Hafıza


Entellektüelleştirme

Özellikle, önemli şizoid veya obsesyonel kişilik eğilimli kişilerde, bir akıl savunma mekanizması olarak görülebilir. Bir yer değiştirme (bkz.) biçimi olup, kişi bu mekanizma sayesinde acı veren, ama önemli impulslardan kaçarak, bir entellektüel kavramlar ve sözcükler dünyasına sığınır.


Entrojeksiyon

Kişinin dış dünyayı ve dış dünyanın nesnelerini kendine topladığı, bilinçdışı bir mekanizmadır. Böylece, bir çocuk kendisini sevdiği nesnelerle, örneğin ebeveyniyle özdeşleştirerek onların niteliklerine sahip olduğuna (entrojeksiyon) inanır. Çocuk insanlardan, yahut onların simgeledikleri şeylerden korktuğu zaman, bir savunma tedbiri olarak, entrojeksiyonu kullanabilir. Korkulan bir nesneyle özdeşleşme, korkuyu azaltır. Örneğin, bir çocuk kaplan korkusunu yenmek için, kendisinin kaplan olduğu bir oyunu oynar.


Envolüsyonel Melankoli


1920'lerde ve 1930'larda, yalnızca orta yaşta başgösteren belli bir depresyon tipi olduğu görüşü yaygındı: Envolüsyonel melankoli. Bu terim tanımlanırken, envolüsyonel melankolinin geliştiği hastaların daha önce depresyon geçirmedikleri ve hastalığın çok kere birkaç yıl sürdüğü, hattâ bazan bir demans durumuna doğru ilerlediği kabul ediliyordu. Karakteristikleri ajitasyon ve tuhaf hipokondriak ya da nihilistik delüzyonlardı. Hormon dengesizliği de önemli bir neden sayılıyordu.
Envolüsyonel melankoli terimi, uluslararası ve diğer sınıflandırmalarda hâlâ mevcut olmakla birlikte, bugün çok az kimse bunu ayrı bir hastalık saymaktadır.Ajitasyon ve nihilistik delüzy onlar yalnızca orta yaş depresyonlarıyla sınırlı değildir ve başka zamanlarda retarde dep resyonlar hattâ manik episodlar geçirmiş kişilerde de görülebilir; yine de, yaşlılıktaki hipokondrîasis ve obsesyon riski artışı, bu delüzy onların ileri yaşlardaki insidansını yükseltebilir. Envolüsyonel hastaların ECT'ye ve trisiklik ilaçlara cevabı, diğer şiddetli depres-yonlardakinden farklı değildir. Genetik incelemeler en tipik vakaların bile her zaman aynı olmadıklarını açıkça göstermiştir. Ayrıca, klasik klinik tabloya gittikçe daha seyrek rastlanmaktadır. Bu¬nun nedeni muhtemelen daha erken ve daha etkin tedaviler uygulanmasıdır. Bütün bu nedenlerle, envolüsyonel melankoli terimi artık kullanılmamaya başlamıştır. Bkz. GERİATRİK PSİKİYATRİ



Enürez


Birçok çocuk, 18 ay ve 4 yaş arasındaki donemde, gündüzleri ve geceleri mesane kontrolünü öğrenir. Oysa 4 yaşından büyük çocuklarda da istemsiz miktürisyon (enürez), ender görülen bir sorun değil¬dir. Beş yaşından büyük erkek çocukların % 2 1/2'unda en az haftada bir kere görülür. Hattâ on yaşındaki ve daha büyük çocuklarda bile, erkeklerin % 3'ü ve kızların % 2'si en az ayda bir kere yataklarını ya da külotlarını ıslatırlar. Enürez vakalarının birçoğunda patolojik bir etken yoktur, ama buna yol açan bazı durumların araştırılması önemlidir. İdrar yolu enfeksiyonu ve diabetes mellitus ihtimalleri için her zaman idrar analizi yapılmalıdır.mezlikten gelmeli, ama idrarını tuttuğu geceleri ödüllendirmelidir Altı ile 12 yaş arasındaki çocuklarda geceleri 25 mg ve daha büyük çocuklarda geceleri 50 mg amitriptilin, çok kere geee enürezini durdurmada etkindir. Vakaların üçte birin de, doğru uygulanan «zil» ile şartlama yöntemi etkindir. Yine de anlamlı bir nüksetme oranı vardır; ama nüksetme başgösterdiği takdirde, ikinci bir deneme yararlı olabilir. Bu tedavi yönteminde, çocuğun çarşafının altına, alarm ziline bağlı bir metal yerleştirilir. Çocuk altını ıslatmaya başlar başlamaz, zil çalarak çocuğu uyandırır. Bunun üzerine, hasta tuvalete gider ve mesanesini boşalttıktan sonra alarmı yeniden kurup yatar. Bu yöntem, etkinlik gösterecekse, genellikle onbeş gün içinde çocuk geceleri altını ıslatmamaya başlar.
Emosyonel faktörlerin belirgin olması ihtimali olan veya fizik tedavi yöntemlerine dirtnçli enürez vakalarında, çocuğun akıl durumu ve aile tutumlarıyla ilgili daha ileri araştırmalar endikedir. Bu durumlarda psikoterapötik müdahale gerekebilir.

Kesin semptomatoloj i bulunmadığı sürece, daha ileri araştırma endike değildir. Dizüri ve hematüri, tekrarlı idrar analizleri için endikasyonlardır ve gerekli da¬ha ileri araştırmalar da yürütülmelidir. İdrarı boşaltmaya başlama zorluğu da, ürolojik değerlendirme gerektirir.
Başka semptomlar olmadığı sürece, miktürisyon dışındaki sızıntılar patolojik kökenli değildir. Spina bifida occulta teşhisi için belkemiği radyografisi endike değildir, çünkü bu bir enürez nedeni değildir. Vakaların büyük bir çoğunluğunda, fizik araştırma negatif sonuç verir. Çoğunlukla çocuk, miktürisyonu kontrol eden sinir yollarındaki bir gelişim geriliğiyle ilgili, izole bir gelişme bozukluğundan mustariptir. Hastalığın genellikle selim olan seyri ve ailede enürez vakalarının bulunması, bulunan cinsiyet farkları (gelişme bozuklukları genellikle kızlardan daha sık olarak erkek çocuklarda görülür) ve sık sık durumu açıklayan organik veya emosyonel faktörlerin mevcut olmayışı, bu etyoloji görünüşü destekle- mektedir. Oysa etyolojide emosyonel faktörler önemlidir. Olumlu bir miktürisyon kontrolü döneminden sonra enürez başgösterdiği, çocuk aynı zamanda encopresis (bkz.) de gösterdiği, kasıtlı altını ıs-latma mevcut olduğu ve enürez hem gündüzleri, hem de geceleri olduğu takdirde, emosyonel stress'in rol oynaması ihtimali daha çoktur. Daha sık olarak, ebeveynin çocuğu istememe tutumları ve çocuktaki enkontinanstan Ötürü olan başarısızlık duygusu, sekonder emosyonel bozukluklara yol açar. Dolayısıyla teşhis, semptomun ve aile tutumlarının tam değerlendirilmesini kapsamalıdır. Hangi tedavi tedbirleri uygulanırsa uygulansın, semptoma karşı ailenin cezacı olmayan ve anlayışlı bir tutumu benimsemelerinde yardımcı olmak önemlidir. Hekimin «çocuk sırf tembelliği yüzünden idrarını tutamıyor» demesi bu bakımdan faydalı olamaz. Ebeveyn, çocuğun altını ıslattığı geceleri görmezlikten gelmeli, ama idrarını tuttuğu geceleri ödüllendirmelidir Altı ile 12 yaş arasındaki çocuklarda geceleri 25 mg ve daha büyük çocuklarda geceleri 50 mg amitriptilin, çok kere geee enürezini dur¬durmada etkindir. Vakaların üçte birin de, doğru uygulanan «zil» ile şartlama yöntemi etkindir. Yine de anlamlı bir nük¬setme oranı vardır; ama nüksetme başgösterdiği takdirde, ikinci bir deneme yararlı olabilir. Bu tedavi yönteminde, çocuğun çarşafının altına, alarm ziline bağlı bir metal yerleştirilir. Çocuk altını ıslatmaya başlar başlamaz, zil çalarak çocuğu uyandırır. Bunun üzerine, hasta tuvalete gider ve mesanesini boşalttıktan sonra alarmı yeniden kurup yatar. Bu yöntem, etkinlik gösterecekse, genellikle onbeş gün içinde çocuk geceleri altını ıslatmamaya başlar.
Emosyonel faktörlerin belirgin olması ihtimali olan veya fizik tedavi yöntemlerine dirtnçli enürez vakalarında, çocuğun akıl durumu ve aile tutumlarıyla ilgili daha ileri araştırmalar endikedir. Bu durumlarda psikoterapötik müdahale gerekebilir.



Epilepsi

Epilepsi, bilinçlilik değişimine ve EEG'de paroksizmal elektrik deşarjlarıyla yansı¬yan serebral fonksiyon bozukluğuna eşlik eden çok çeşitli nöbetler halinde gelen davranışlardır. Bir hastalık değildir, çünkü başlama yaşı ve biçimi, seyri ve prognozu temelindeki durumlara (serebral dejenerasyonlar veya formasyon bozuk-lukları, ansefalitidler, beyin tümörleri, metabolik bozukluklar) göre değişir. Semptomatik de sayılamaz, çünkü çok kere nedeni belli değildir veya bilinemez. Nöbet tipi, bilinçlilik değişiminin derecesi ve EEG'nin niteliği, her zaman etyoloji veya prognozun güvenilir belirtileri değildir. «Epilepsi» başlığı altında toplanan fenomenlerin kapsamı öyle geniştir ki, «epilepsi» konusunda herhangi bir.genelleme yapmak anlamsızdır. Epilepsi tipleri ve bunların tıbbî ve sosyal yön lerinin ontogenetik olarak ele alınması iyi olur.Yeni doğan bebeklerde nöbet insidansı 1000 doğumda 5-10'dur. Bir aylık bel eklerdeki insidans, bir yaşındaki bebeklerdeki insidansın yarısını oluşturmaktadır. Tonik/klonik nöbetlerden ziyade, lokal veya genel seğirmeler ve siyanoz görülür. Bilinen nedenler arasında doğum travma-sı, serebral formasyon bozukluğu ve enfeksiyon, hipoglisemi (beslenme yetersizliğinden ötürü) ve hipokalsemi (inek sütündeki aşırı fosfattan ötürü) vardır. Mortalite yaklaşık % 50'dir ve sağ kalan hastalarda akıl geriliği mevcuttur. Enfantil spazmlar episodik olarak nükseder, tüm bedeni kapsayan fleksiyonlar (ya da ekstansiyonlar) biçimindedir ve genellikle EEG'de hipsaritmi (bkz.) gösterir. Bütün vakaların üçte ikisi hayatın ilk altı ayında başlar. Erkeklerde daha çok gö rülür (2:1). Mortalite % 15'dir. Sağ kalanların birçoğunda akıl geriliği mevcuttur. Vakaların yarısında, nöbetlerin ve akıl geriliğinin temelinde şiddetli serebral anomaliler vardır. Hayalkırıcı sonuçlara rağmen, âcil klinik tedavi şarttır. çünkü bazı vakalarda bu hayatîdir.Febril konvülsiyonlarm % 95'i 6 ay ve 4 yaş arasında başlar. Bunlar çoğunlukla kısa süreli ve nüksetmeyen genel nöbetlerdir. Uzun süreli konvülsiyonlar durdurulmalıdır, çünkü henüz gelişmemiş beyne zarar vererek önemli sonuçlara (hemiparezi, akılgeriliği, hiperkinezi, lobus temporalis epilepsisi (bkz.))*yol açabilir. Febril konvülsiyonlar aynı zamanda, epilepsi riski olan bazı çocukların teşhisini sağlar. Hastalığın ileri safhalarında yaşın genç, cinsiyetin kadın, nöbetlerin lateral. uzun süreli ve nüksedici olması, prognozu kötüleştiriş. Akinetik nöbetler, birdenbire yere düşme, miyoklonüs, kısa şok gibi kas grubu kasılmaları, bazı şiddetli kronik epilepsilerin ilk tezahürleridir. Petit mal (bkz.) absans nöbetleri çok kere ilk okul yıllarında başlar. Frekansı oldukça yüksektir, ama çok kere nöbetler farkedilmez. Hastaların üçte birinden yarısına kadar olan oranında ilerde majör konvülsiyonlar gelişir. Petit mal'in ileri yaşlarda başgöstermesiyle bu ihtimal artar. Akıl geriliği bir istisnadır, ama öğrenim performansı çok kere beklenendendüşüktür. Okul çocuklarında genel epilepsi prevalansı yaklaşık binde altıdır. Bütün nüfusta, erken başlayan epilepsiden sonra remisyon ve ölüm oranı ve yetişkinlerde geç başlayan epilepsi insidansı ise binde beştir. Yetişkinlerde de, genellikle belli bir neden sözkonusu değildir, ama kafa travmalarının (bkz.), beyin tü¬mörlerinin, metabolik bozuklukların ve serebrovasküler hastalığın etkileri hesaba katılmalıdır (Bkz. NÖBETLER). Epilepsi, normal performansı aksatmaz. Tedavinin hedefi de budur. Ama anormal serebral fonksiyon, sosyal hayatı aksatıcı nöbetler ve önyargılar nedeniyle, hayatın herhangi bir alanında ortaya sorunlar çıkabilir. Çocuklukta başlayan kronik epileptikler grubunda ciddî sorunlar çıkabilir. Nöbet sıklığının kontrolü için uygulanan ilaç terapisi de, aynı zamanda ruhsal durum, davranış ve motor fonksiyonlar üzerinde istenmeyen etkiler yaratabilir. Örneğin fenobarbiton bazı yetişkinlerde depresyon ve birçok çocukta kontrolsuz aşırıfaaliyet yaratır. Serebral fonksiyon bozukluğu akıl geriliği olanlarda belirgindir, ama zekâları iyi düzeyde olan birçok çocuğun normal okul veya çalışma performanslarını hafifçe düşürebilir.
Hastalığın başlama yaşına ve ortama göre, çeşitli derecede kişilik değişimi de olabilir. Hiçbir spesifik «epileptik kişilik» mevcut değildir, ama davranış bozuklukları, aşırı aktivite, duyarlılık ve depresyon sık görülür. İntihar oranı yüksektir. Hastaların ufak bir oranında, özellikle psikomotor epilepsili (bkz.) hastalarda, orta yaşta spesifik bir kronik, paranoid, hallüsinasyonlu psikoz başlar.
Epileptik nöbetler, hem hasta, hem de tanıklar için korkutucudur. Korku da hareket kısıtlılığına ve önyargılara yol açar. Hastanın evlenmeden önce epileptik olduğunu bildirmemesi, bu evliliği hükümsüz kılmakla birlikte, yeterli genetik öğütler verildiği sürece, epilepsi evliliği engellememelidir. Epilepsi ile, suç işleme arasında bir ilişki olduğu inancım destekleyici deliller azdır.



Epilepsinin Biokimyası


Piridoksin yetersizliği, epilepsiyi harekete geçirebilir. Bu vitamin, beyinde glutamatın gamma aminobütİrik asite (GABA) dönüşümüyle ilgili enzimlerde bir ko-faktördür. Bunlardan glutamat eksitatör, GABA ise inhibitör ileticidir. Bu dönüşümdeki bir blokaj aşırı eksitasyona, yani konvülsiyonlara yol açar. Başka bir serebral iletici olan asetilkolin de epilepside rol oynayabilir; çünkü epileptiklerde beyinomurilik sıvısı serbest asetilkolin ihtiva eder, oysa normal beyin omurilik sıvısında asetilkolin bulunmaz. Epileptojenik foküslerdeki nöronlarda intrasellüler sodyum düzeyleri aşırı yüksek, oysa potasyum düşüktür. Ancak, bütün bu araştırmalardaki güçlük, anormal nöron eksitabilitesinin muhtemel nedenleri ile bu aşırı aktivitenin metabolik sonuçları arasında ayırım yapmaktır. Böylece, henüz idiopatik epilepsinin biokimyasal temelinin bilindiği ileri sürülemez.


Epiloia

(Tüberöz skleroz)
Bu durumda, sinir sistemi dahil, bütün vücuda birçok tübersi nodüller dağılmıştır. Çeşitli cilt lezyonları arasında, burnun iki yanındaki «kelebek-kızartısı» lekeler, bu durumun başlıca özelliğidir. Genellikle 4-6 yaşlar arasında belirir ve kalıcıdır.
Klinik tablonun diğer öğeleri ise çok kere epilepsi ve akıl geriliğidir.



Epinefrin

Bkz. ADRENALİN


Ereksiyon

Ereksiyon ya da intiaz, korporal venoz si-nüslerdeki verilerin kanla şişmesi dolayısıyla penisin (klitorisin) sertleşip büyümesidir. Sönük penisin boyutlarındaki değişimler bir fallografla ölçülerek cinsel uyarı işareti olarak kullanılabilir. Uyku sırasında, özellikle rüya görülürken, fasılalı olarak penis ereksiyonu olur. Bu, «sabah ereksiyonu» olarak belirir. Priapizm sürekli ve acı veren ereksiyondur ve irri-tatif bir pelvis lezyonundan ya da venöz sinüslerde tromboz yaratan bir kan diskrazisinden ileri gelir. Kantaridlerle zehirlenme de buna yol açabilir. Cinsel uyarı serebral kortekste ve limbik sistemin subkorteks yollarında başlar. Sinir impulsları daha sonra hipotalamusdan geçerek omuriliğe iner ve piramidal yollarla pel-vise ve nervi erigentes ile genital organlara ulaşır. Birinci, ikinci ve üçüncü sak-ral sinirlerin stimülasyonu, parasempatik fibriller aracılığıyla, ereksiyon yaratır. İkinci, üçüncü ve dördüncü lomber sinirlerin sempatik köklerinin stimülasyonuyla da ereksiyon geçer.


Erkek Protestosu

Bazı kadınlardaki aşağılık duygularının, ortak yönleri erkeklerle yarışma olan birkaç değişik aktiviteyle bilinçdışı ifade bulduğunu varsayan bir Adler kavramıdır: Spor, entellektüel, politik veya bir sürü değişik aktivite sözkonusu olabilir.


Erken Ejakülasyon


Erken ejakülasyon erkekte, koitusdan önce veya hemen sonraki ejakülasyondur. Cinsel güç normaldir. Normal erkeklerin yaklaşık dörtte üçünde, koitusdan sonra iki dakika içinde ejakülasyon olur. Bazı erkekler, özellikle kişilikleri nörotik olanlar, cinsel heyecanı kontrol edemediklerinden orgazmı yeterince geciktiremeyerek cinsel eşlerini tatmin edemezler.
Tedavi yöntemi, kadının tekrarlı olarak penisi, pre-orgazmik heyecan düzeyine varıncaya kadar, vagina dışında, stimüle etmesi, sonra da detümesans yaratmasıdır. Bu aktivite, yirmi dakika süreli ejakülasyonsuz ereksiyon sağlanıncaya kadar sürdürülür. Koitle ilgili anksiete önemli bir faktör olarak mevcutsa, anksiolitik ilaçlar yararlı olabilir.



Etkilenme Fikirleri

Kişinin, düşüncelerinin, duygularının veya bedeninin birtakım dış güçlerle etkilendiği hissine kapılmasıdır. Bunlar pasiflik duygularından (örneğin, düşüncenin dışardan kontrol edildiği veya gücün sömürüldüğü hissi) veya taktil hallüsinasyonlardan ileri gelebilir. Fikir, bu mekanizmayı açıklayıcı sözlerle dile getirilir (örneğin, radyo veya radar etkisi). Bu semptom karakteristik olarak, şizofreniktir.


Etoloji

Özellikle doğal ortamındaki davranışın incelenmesidir. Etoloji, davranışçılık ve içgüdü psikolojisi için kullanılan bir terimdir. Etolog kuşların, hayvanların, böceklerin ve balıkların davranışlarıyla ilgilidir ve genellikle bir zoologdur. Davranıştan. bu davranışın anlamı çıkarılır. Doğal tanıma (bkz.) (bazı davranış kalıplarının spesifik zamanlarda gelişmesi), harekete geçirici (spesifik davranış için spesifik bir stimülasyon) ve yer değiştirme aktivitesi (bir stimulusa tepki olarak yersiz davranış) önemli etolojik kavramlardır.


Evlat Edinme

Bazı memleketlerde evlât edinme ihtiyacının, yasallaştırılması evlenmemiş annenin çocuğuna bakma yeteneksizliği veya isteksizliği sonucunda ortaya çıkar. Ender olarak, bir çocuğun kimsesiz kalması veya evli bir kadından evlilik dışı bir ilişki dolayısıyla dünyaya gelip kadının eşinin bu çocuğu kabul etmemesi gibi değişik durumlarda da evlât edinme gereği ortaya çıkar. Evlât edinme muamelesinin yasal işlemleri, tescil edilmiş bir evlât edinme derneği, bölgesel bir makam veya «üçüncü şahıs» aracıyla olan evlât edinmelerde de, hem istenmeyen çocuğun annesi, hem de müstakbel manevî ebeveyn ile temas kuran ehliyetsiz bir kişi tarafından yürütülür. Resmî bir teşkilât aracıyla evlât edinmenin sayısız yararlan vardır. Evlenmemiş gebe kadının, çocuğu doğmadan önce bir hekimle konuşarak, dünyaya getireceği bebekle ve bebeğin geleceğiyle il gili sorunları açıklığa kavuşturması özellikle yararlıdır. Annenin, çocuğun babasıyla hemen evlenmesi sözkonusu olmadığı zaman, hekim, annenin çocuğundan ayrılıp ayrılmaması hususunda anneyle tartışmalara girişebilir. Bu konuda sarsılmaz kurallar yoktur, fakat genellikle hekimin dogmatik öğütler vermekten çok, karşısındakini dinleyip bilgi vermesi daha iyi olur. Annenin emosyonel sağlığı çok büyük bir önem taşımaktadır. Akıl dengesini belirlerken, aile dışında tatmin edici ilişkiler kurabilme yeteneği ve geleceğiyle ilgili düşüncelerinde gösterdiği gerçekçilik derecesi izlenecek faydalı kılavuzlardır. Müstakbel ebeveyn, evlât edinme talebiyle mahkemeye başvurduğu zaman, yargıç ilgili bir bölgesel yönetim üyesini veya bir görevliyi «velî» tayin eder. Önce, annenin serbestçe rıza gösterdiğini, sonra da talep edilen evlât edinmenin çocuğun menfaatlerine uygun olduğunu saptar. Velî, çocuğun babası farzedilen kişiyi aramakla hiçbir surette sorumlu değildir. Evlât edinme talebini kabul edip etmeme kararı verilirken (mahkemenin böyle bir talebi kabul etmemesi de olağan değildir), velînin sunduğu rapora dayanılır. Bir çocuğun evlât edinilmeye uygun olup olmadığı hususunda hekimin görüşlerine başvurulabilir ve çocuğun annesinin (biliniyorsa ayrıca babasının) sağlık durumları göz önünde tutulur. Hekimden bebeğin sağlığıyla ilgili bir rapor da istenebilir. Son olarak da, hekimden evlât edinmek isteyen çiftle ilgili bir referans bilmesi istenebilir.
Çocuğun annesinin sağlık durumunu değerlendirirken, kabataslak bir bilgiden daha fazlasını edinebilmek pek olağan değildir. Bununla birlikte, bebeğe kalıtım yoluyla geçebilecek epilepsi, astım ve diabetes mellitus gibi hastalıkların, bebek için önemli bir tehlike yaratacak nitelikte olmamasını unutmamak gerekir. Entellektüel yönden geri olan bir annenin çocuğunda da aynı gerilik olabilir, ama birtakım akademik iddiaları olmayan bir aile bu çocuğu evlât edinmek istediği zaman, bu husus bir önyargı yaratmamalıdır.
Bir çocuğun zekâsını değerlendirerek, büyüdüğü zaman zekî olup olmayacağını önceden kestirmek imkansızdır. Dolayısıyla, evlât edinilmeye uygun olup olma¬dığını saptamak amacıyla yapılan mua-yene, yalnızca fizik hastalıkların sözkonusu olmadığından ve çocuğun normal bir gelişme gösterdiğinden emin olmak için yapılmalıdır.
Halihazırda, İngiltere'deki çocukların % 1 - 2'si evlât edinilmektedir. Özellikle çocuk altı yaşından önce kendisini evlât edinen ailenin yanma verilirse, bunlardan çoğu başarılı olmaktadır. Oysa, evlât edinilen çocuklardaki psikiyatrik bozukluklar incelendiğinde, bozukluk oranının, evlât edinilmemiş gruptaki çocuklara göre iki misli olduğu görülmüştür. Birçok çocuğun kişiliklerini ispat (personal iden-tity) krizleri geçirdikleri adolesans dönemi, evlât edinilmiş bir çocuk için özel problemler getirmektedir. Eğer evlât edinen çift dengeli bir ev yaşantısı sağlayamamış veya çocuğun ebeveyni olmalarına yol açan durumlarla ilgili olarak çocukla aralarında rahat bir anlaşma kuramamışlarsa, bu özellikle güç bir dönemdir.


Evlenmemiş Anneler

Son zamanlarda toplumumuzdaki değişimler, gayrı meşru gebeliğin kadına sürdüğü lekeyi önemli oranda azaltmakla birlikte, bu durum hâlâ önemli bir psikiyatrik bozukluk nedenidir. Gebelik emosyonel bakımdan kabul edildiği ve kadın toplum tarafından reddedilmediği zaman bile, ciddî pratik ve malî sorunlar çıkabilir. Bu koşullarda, gebelik sırasında emosyonel denge kararsızlığı ve kusma daha da kötüleşir. Şizofrenik ve depressif loğusalık psikozları evlenmemiş annelerde, evlilere kıyasla, daha sık görülür. Gebe kadında kişilik anormalliği olduğu takdirde doğum ve çocuğun sorumluluğunu yüklenme stress'i, belirgin psikiyatrik bozuklukla sonuçlanabilir. Prognoz, kişilik bozukluğuna ve dış koşullara göre değişir.

 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#11
F


Fakomatozlar


Fakomatozlar, sık sık şiddetli akıl geriliğine eşlik eden bir genetik vakalar gru budur ve başlıca patolojik etki alanı cilt ve santral sinir sistemidir. Birçok vakada, selim sinir tümörleri olan ve Grekçe bezelye anlamına gelen «fakomata» adıyla bilinen, retinadaki sinir tümörlerinin mevcudiyeti dolayısıyla, bunlar için fakomatoz terimi kullanılmaktadır. Fakomatozlar arasında tüberöz skleroz (bkz.) ve SturgeWeber sendromu (bkz.) olup her ikisi de sık sık şiddetli akıl geriliğine eşlik eden durumlardır.


Fantom Organ

Ampütasyon veya duyusal yollardaki bir müdahaleden sonra, insanın bir organını hâlâ taşıdığı yanılgısı devam edebilir. Kol ve bacaklarla ilgili olarak, bu durum «fantom organ» fenomenine yol açabilir. Fantort organ hissi normal durumlarda genellikle yoktur, ama psikolojik stress veya fizik bozukluk dönemlerinde kişi bunu yine hissetmeye başlar. Fantom bacak acıyabilir veya acımayabilir. Bu acı devam ettiği ve tedaviye cevap vermediği zaman, bir psikiyatriste başvurulmalıdır. Bazan traktotomi, hattâ lökotomi gibi nöroşirürjik müdahale gerekebilir. Fantom bacaktaki entraktabl bir acı sonucun¬da intihar da görülebilir.


Fellasyo

Fellasyo, erkek genital organlarının ağız¬a stimülasyonudur. Kadın, erkeğin penisini ağzına alır. Fellasyo, bir koit öncesi stimülasyon biçimi olarak, normal ve uyumlu evliliklerin % 50'sinde uygulanmaktadır. Ayrıca, seçtikleri bir cinsel aktivite yöntemi olarak, bazı homoseksüeller de sık sık fellasyo uygulayabilirler.



Fenilketonüri

Fenilketonüri, fenilalanin hidroksilaz en¬zimi yetersizliğinden ileri gelen, otosomal resessif kalıtsal bir amino asit metaboliz¬ması bozukluğudur. Rapor edilen insi-dans, 25,000 - 10,000 doğumda bir arasında değişmektedir. Vücut sıvılarında yüksek fenilalanin seviyeleri bulunur ve biokimyasal teşhis serumda fenilalanin seviyesine dayanır. Ferri klorür ilâvesiyle veya fenilpirüvik asit mevcut olduğu zaman renk reaksiyonu veren Phenistix şeritleri kullanılarak yapılan idrar testleri, teşhis için başlı başına yeterli değildir.
Klinik özellikler arasında saç seyrelmesi, cilt ve göz rengi değişimi, kafa küçülmesi, hiperrefleksi, hiperkinez, birkaç vakada çocuklukta epilepsi ve enfantil ekzema vardır. Akıl geriliği hemen her zaman şiddetlidir, ama birkaç kuraldışı sporadik vakada zekâ fonksiyonu normal sınırlar içindedir.
Fenilketonürinin, genetik taşıyıcıları (he-terozigotlar), klinik bakımdan görünüşte normaldir, ama taşıyıcı durumu biokimyasal yoldan saptanabilir.
Diet tedavisiyle bir dereceye kadar başarı kazanıldığı ileri sürülmüştür. Doğumdan kısa bir süre sonra, bu bozukluk teşhis edilir edilmez, diet tedavisi başlatılmalıdır. Bu tedavi, fenilalanin oranı düşük bir diet uygulanmasından ibarettir ve vücuttaki fenilalanin seviyelerinin düzenli olarak kontrolü şarttır. Diet tedavisinin durdurulacağı yaş tartışmalıdır, ama 4-6 yaşlar arası ileri sürülmüştür. Bkz. KALITSAL METABOLİZMA BOZUKLUKLARI



Fenilpirüvik Oligofreni

Bkz. FENİLKETONÜRİ


Fenotiazinler


Fenotiazinlerin psikiyatride son derece önemli bir etkileri olmuştur ve modern psikofarmakoloji 1952 yılında bu serinin prototipi olan klorpromazinin geliştirilmesiyle başlamıştır.
Bu bileşiklerin hepsi fenotiazin çekirdeğinden türer (bkz. ŞEKİL) Pozisyon 10'daki yan zincirin niteliğine göre, özellikleri bakımından az farklılık gösteren üç alt grup mevcuttur. Klorpromazin ve promazini kapsayan amino grubu sedatif ve belirgin postüral hipotansif etkiler ama nispeten az ekstrapiramidal bozukluk etkisi gösterir. Trifluoperazin, perfenazin ve flufenazini kapsayan piperazin grubu ise nispeten hafif bir sedasyon veya hipotansiyon etkisi gösterir ve bu bileşikler aktivasyon gerektiği zaman seçilir; ekstrapiramidal etkiler belirgindir. Üçüncü grubun, piperidin yan zinciri vardır ve amino grubuyla piperazin grubu arasında özellikler gösterir. Başlıca türevleri tioridazin ve perisiyazindir.
Fenotiazinler, metabolizma yollarını bir¬kaç değişik yerde bloke ederler ve katekolamin metabolizması üzerinde genel bir inhibitör etki gösterirler.
Bu bileşikler gastroentestinal yoldan hemen absorbe olurlar ve etkileri bir saat içinde belirir. İtrah oranı her bileşiğe göre değişir, ama tedavinin durdurulmasından sonra total eliminasyon çok kere birkaç hafta sürer.
Başlıca psikiyatrik etki trankilizandır ve şizofreni tedavisinde fenotiazinlerin kul. lanımı bu etkiye bağlıdır. Affektif bozukluğun yoğunluğu azalınca, delüzyonlar ve ha Uüsinasyonlar gibi spesifik psikotik semptomlar silinir, düşünce düzene girer ve daha uygun emosyonlar gelişir. Yüksek dozlarda, dramatik bir semptom kontrolü sağlanır, davranış bozukluğu sınırlanır, psikomotor aktivite ve mani kontrol altına alınır; agresyon kanalize edilir; ajitasyon ve anksiete çözümlenir.
Fenotiazinler şizofreni ve manik depreşsif psikozların tedavisinde yaygın olarak kullanılır. Ayrıca konfüzyon durumları, epilepsi, demans ve Huntington köre si gibi organik beyin sendromlarında da değerli bir yer tutarlar. Genel olarak, akut bozukluk sedatif bir fenotiazin gerektirir ve bir kriz sırasında parenteral uygulama uygundur. Rehabilitasyon girişimlerinde, aktivasyon etkili bir fenotiazinin kullanılması, inisiyatif ve aktivitenin asgarî müdahaleye uğramasını sağlar. Psikiyatrik hastalara ilaç almaları bakımından güvenilemez ve bu vakalarda depo flufenazin en an tat ve dekanoat, idame terapisi için yararlıdır. Bir ilâ dört haftalık süreli fasılalarla intramüsküler enjeksiyonlar uy-gulanır.
Ajite depresyon, bir fenotiazin ve antidep resan kombinasyonuyla tedavi edilebilir. Nörotik hastalıkta fenotiazinler daha düşük dozlarda, çok kere minör trankilizanlara ilâve olarak kullanılır. Yüksek dozlarda en sık görülen yan etki, parkinsonizmdir ve profilaktik olarak verilen antiparkinsonizm ilaçları yararlı olabilir. Diğer ekstrapiramidal sendromlar (bkz.) arasında akathisia (bkz.), distonik reaksiyonlar, okülogirik krizler ve tortikollis (bkz.) vardır. Hastaların yaklaşık % l'inde toksik konfüzyon durumları ve yaşlılarda gerçek kadar canlı hallüsinasyonlar belirir. Entrahepatik obstrüksiyon tipinde bir sarılık, allerjik tepkiden ileri gelebilir ve kullanılan bileşiğe göre hastaların % 0.1 ve % 4 arasında değişen bir oranında iki ilâ dört hafta içinde belirir. Agranülositoza ender rastlanır. Bu etkilerden her ikisi de, tedavinin hemen durdurulmasını gerektirir. Fenotiazinler epi-leptojeniktir ve bazan grand mal konvül-siyonlara yol açabilirler; genellikle, yalnızca dozajın düşürülmesi yeterlidir. Özellikle uzun süreli klorpromazin ve tioridazin dozları, kalb üzerinde muhtemelen kinidine'e benzer bir etki göstermeleri dolayısıyla, ölüme yol açabilirler. Fotosansitivite gerçek bir sorun olabilir, ama açık cilt yüzeylerinde ültraviyole ışınlarını süzen bir krem kullanılarak bu etkiden kaçınılabilir.
Diğer olağandışı yan etkiler arasında amenore, laktasyon, diürez, diabetes mellitus şiddetlenmeleri, keratokonjunktivit, pigmanter retinopati, hipotansiyon, taşikardi, kilo artışı, bulanık görme, ağız kuruması, empotans, cilt kızartıları ve pruritus vardır. Bu yan etkilerden birçoğu rahatsız edicidir, ama genellikle terapiyi sürdürmek mümkündür. Nörotik ve psikotik hastalıkta fenotiazinlerin normal doz sınırları. Dozaj münfe. rit vakalara göre belirlenir.


Fetişizm

Portekizcede «uğur» anlamına gelen kelimeden türeyen fetişizm, genellikle duyusal nitelik taşımayan canlı veya cansız bir nesnenin, cinsel uyarım için değişmez ve tek bir stimulus haline geldiği bir cinsel sapıklıktır. Sık görülen fetiş nesneleri arasında pardesüler, kürkler, saç, pabuçlar, kauçuk eşyalar, sigaralar ve deri eşyalar vardır. Fetişist kişi bu nesneleri elde etmek için suç da işleyebilir. Birçok fetişist evlenir ve eşi bu fetişe katıldığı sü¬rece (seksüel pikantizm) cinsel güce sahiptir. Bu durum etyolojik olarak bazan beyin travmasıyla, özellikle lobus temporalis epilepsisiyle ilgilidir. Tedavi için, a versiyon terapisi (bkz.) uygulanır ve evli çiftlere psikoterapi sırasında öğüt verilir


Fikir Kaçışı

Manik (bkz.) hastaların konuşmalarının karakteristik bir özelliği. Konuşmanın baskısı arttıkça, hastanın düşüncelerinin yönü bir konudan öbürüne geçer. Bu geçiş, «fikir kaçışını» oluşturur. Geçişler çok kere ilgisiz sözcüklerin telâffuzundaki benzerliklere dayanır («Ses Çağrışımları») ve bilinçsiz olsa bile gerçekten nüktelidir. «Tabiî hasta değilim. Hasis bile değilim. Annem cömert bir kadındı, şerefliydi. Şerefinize. Ben İskoç viskisi içerim. Size de İskoç musunuz? Yoksa yalnızca bir psikiyatrisi misiniz? Psikiyatristlerle ilgili bir fıkra biliyorum...»


Fikirler

Kognitif proçeslerin bilinçli veya sübjektif karşılıkları arasında algılar (bkz.) (yani yakın çevrenin zihindeki temsili), imajlar (daha önceki duyusal yaşantının zihinde yeniden canlandırılması), kavramsal ve simgesel proçeslerle ilgili, semantik önem taşıyan düşünceler (bkz.) vardır. İmajlar ve düşünceler için daha genel olan fikir terimi kullanılır. Birkaç psikiyatrik durumda patolojik fikirler gelişir. Örneğin, etkilenme fikirleri (bkz.) (yani dışardan kontrol edilme fikirleri) şizofrenide (bkz.) sık görülür. Şizofrenide ayrıca primer yanılgılar (bkz.) da görülür. Bu gibi patolojik fikir gelişimlerinin kaynakları belli değildir ve normal düşünce akışıyla ilgileri yoktur. İç direnci yenen, sübjektif bir zorlanma duygusuyla beliren fikirler, obsesyonel durumlarda tipiktir. Bkz. KOGNİSYON, ALGILAMA


Fiksasyon

Psikoseksüel gelişimin, olgunlaşma proçesinin belli bir noktasında duraklamasıdır. Bu olgunlaşmada geçici, süresiz ve normal bir blokaj olabilir veya daha sürekli ve patolojik olup nevrozlara veya kişilik sapmalarına yol açabilir. Bu terim Freud tarafından psikodinamik kişilik gelişimine ilişkin olarak kullanılmıştı. Freud'a göre, gelişimin oral, anal veya fallik safhalarında fiksasyon başgösterebilmektedir. Bu safhalardan birindeki fiksasyonun, cinsel sapmalara neden olduğu ileri sürülmektedir. Böylece, bu safhalardan biriyle ilgili organ, anormal cinsel ilgi ve aktivitenin foküsü olmaktadır. Bkz. ÇOCUKLARDA SEKSÜALİTE


Fizik Bağımlılık


Dünya Sağlık Teşkilâtının ilaç bağımlılığı tanımında, fizik ve psikolojik bağımlılık (bkz.) arasında bir ayrım yapılmaktadır. Bu ayrım oldukça keyfî olmakla birlikte, pratik yararları vardır. Fizik bağımlılık, fiziksel olarak belirlenen abstinans semptomlarından kaçınmak için hastanın ilacı almayı sürdürmek bakımından duyduğu gerçek bir fizik ihtiyaç anlamına gelir. Bu semptomlar kullanılan ilaçlara göre değişir, ama konfüzyon ve konvülsiyon gibi semptomları kapsar. Birçok kişi, fizik bağımlılığın, psikolojik bağımlılıktan daha büyük bir anlam taşıdığı kanısındadır. Bkz. İPTİLÂ


Fizik Tedavide Özel Yöntemler

Nasıl hiçbir zaman «pireksi için penisillin» verilmemesi gerekirse, hastada tam bir değerlendirme yapılmadan ve semptomatolojinin nedeni anlaşılmadan psikiyatrik semptom için ilaç veya başka bir fizik tedavi de uygulanamaz. Hekim, değerlendirmeden elde ettiği bilgilere dayanarak tedavisini tasarlamalıdır. Ancak bu yoldan fizik çarelerden ne bekleyebileceğini ve genel sosyal ve psikoterapötik işlemlerle bunların nasıl kombine edilebileceğini belirleyebilir.
İster depresyon, ister mani ve ister şizofreni olsun, hastalığın endojen öğesi ne kadar büyük olursa, böyle bir biokimyasal bozukluğu değiştirmek için tasarlanan fizik tedaviler de o kadar etkin olur. Böylece, tipik bir endojen depresyonda, antidepresan ilaçlar veya ECT nin hastayı iyileştirmesi ihtimali vardır; diğer tedaviler nispeten küçük bir rol oynar. Oysa kişilik veya reaktif faktörlerin belirgin olduğu vakalarda, antidepresan ilaçların, hastanın güçlükleri karşılayabilmesini ve hattâ psikoterapötik yardımla sonunda bunları yenmesini başarmaya yeterli olsa bile, yalnızca kısmî bir düzelme sağlaması beklenebilir. Böyle bir vakada, hasta sorunlarına uyum gosterebilinceye kadar, antidepresan ilaca bir iki yıl devam edilmesi gerekebilir. Bu «idame» tipi terapi, şizofrenili hastalarda sık kullanılır ve bazı vakalarda, Özellikle hastalığın yeterince kontrol edilemediği durumlarda süresiz uygulama gerekebilir, çünkü hastalığın nüksetmesi bu hastaların akıl sağlığında kalıcı bir zarara yol açabilir. Özellikle nörotik hastalarda, fizik tedavilerin hedefi spesifik bir biokimyasal bozukluktan çok, semptomların giderilmesidir. Nörotik kişilikli hastalarda, tek veya kümülatif tipte bir semptomu yenemedikleri zaman, nörotik semptomlar gelişir. Sıhhatsizlik, insomnia veya kilo kaybı hastanın hayatı karşılamada çektiği güçlüğü arttırarak kolayca kısır bir döngüye yol açabilir; böylece artan semptomlar daha fazla yetersizlik ve dolayısıyla daha çok semptom yaratabilir. Böyle bir hastada, semptomları gidermek için başvurulan fizik tedbirler yalnızca hastanın güçlüklere göğüs germesini değil, işine dönmesini ve kişiliğini dengeye kavuşturmasına yardım eden sosyal ve diğer ilgilerini geliştirmesini sağlar. Bu amaçla hipnotikler, trankilizanlar, bazan uyku terapisi, modifiye insulin veya narkoanaliz kullanılabilir. Ancak, bu ilaçları kullanırken, hastaya birşeyler yapmasına yardım etmenin amaçlandığını hatırlamak da önemlidir. Yalnızca semptomların giderilmesi için trankilizan verilen hastalar, temeldeki sorunun değişmesi için yardım edilmediği takdirde, kolayca bu ilaçlara bağımlılık kazanabilirler. Öte yandan, bazı hastalarda kişilik veya reaktiflik faktörleri öylesine entraktabl'dır ki, hekim hastanın sosyal kapasitelerini kaybetmesini beklemektense, semptomları gidermek için ilaç tedavisini süresiz olarak uygulayabilir.



Flexıbılıtas Cerea

Flexibilitas cerea bir otomatik itaat (bkz.) tezahürüdür ve hasta kollarıyla bacaklarının rahatsız pozisyonlara getirilmesine itiraz etmediği gibi, bu pozisyonları bozmadan durur. Hastanın bu pozisyonlara getirilmesi sırasında, «balmumu» niteliğinde çok hafif bir direnç hissedilir. Bu durum şizofrenide (bkz.) karakteristiktir, ama diffüz beyin bozukluklarında da görülür. Bkz. SABİT POZİSYON

Fobi

Fobi, önemli bir tehlike kaynağı olmayan bir nesne veya durumla karşılaşma sıra* smda duyulan inatçı ve aşırı korkudur. Fobilerin başlıca üç Öğesi vardır: Korkulan nesneyle karşılaşıldığı zaman sübjektif korku veya anksiete yaşantısı; bu tür ilişkiyle ilgili fizyolojik değişimler ve bu nesneden kaçınma veya kaçma davranışları. Dolayısıyla gerçekten fobik olan hastalar ender olarak korku duyarlar, çünkü kendilerine anksiete veren nesnelerden veya durumlardan sürekli olarak kaçarlar. Fobik nevroz teşhisi koyulan vakalarda, fobiler diğer psikiyatrik semptomlarla birlikte görülebilir veya başka psikiyatrik sendromlara eşlik edebilir. Primer depressif hastalıklarda çok kere özellikle agorafobik çeşitten hafif fobik semptomlar görülür; bunlar bir fobi tablosu gösterdiklerinden, temeldeki depresyon maskelenir. Fobiler başka sorunlarla aynı zamanda mevcut olduklarında tedavi, primer bozukluğa yönelik olmalıdır. Primer fobik nevrozlar başlıca üç tiptir agorafobi (bkz.) ve klaustrofobi (bkz.), spesifik fobiler (bkz.) ve sosyal fobiler (bkz.). Dördüncü grup olan «çeşitli fobiler» ise öldürme, bıçaklama ve kesme korkuları dahil olmak üzere, belirgin fobik nitelikler taşıyan hastalık korkularını ve obsessif semptomları kapsar. Belli başlı dört fobi tipi, neden, seyir ve tedavi bakımından farklı olup bu ansiklopedide ayrı ayrı ele alınmıştır.


FOBiK ANKSiETE

Bkz. ANKSIETE NEVROZLARI, FOBI, ANKSIETE



FOBiYE - KARŞI MEKANİZMALAR

Korkulan ya da korkutucu bir nesne ya-hut duruma duyulan yaklafma arzusu ve-ya davranifidir. Hafif fobik kifiler yahut korkularim yenmeye gahsanlar, bu gibi durumlari secer ve tekrar tekrar bu du-rumlara girerler. Fobiye - karfi davrams, korkutucu oyunlann kasten tekrar tekrar oynandigi, bir gocuk oyununu andirir. Davranif siirdiiruldukce, azalan anksiete-yi zevk duygusu izledigi işin, bu davraniş gosterilir; giig bir sorunun iistesinden gelmenin verdigi zevk duygusu da gittikçe artar.


Folie a Deux

Bu terim, yakm iliskileri olan iki kisinin ayni zamanda ayni a'kil hastahgindap mustarip olmalan fenomeni igin kullani-hr. Hasta kisiler genellikle ya ayni aile-nin bireyleri (kari-koca) ya da yakm ilis-ki kurmus kisilerdir. Affektif bozukluk-lar bu tipte belirmekle birlikte, bu terim daha 50k, ozellikle deliizyonlarm her iki kisi tarafmdan hissedildigi ve her ikisininde aym eylemlerde bulunduklari paranoid durumlar (bkz.) igin kullanihr. Bazan ikiden fazla sayida kisi etkilenir. Kisa bir sure once Amerika'da, birlikte yasayan birtakim grup iiyeleri, rasgele, amacsiz cinayetler islemislerdir. Gruptaki bir iiye-nin ifadesine gore, bu kisiler grubun liderinin yaydigi bazi inanclar izlerine eylemde bulunmuslardir. Bu tip vakalarda, or-taklardan biri obiiriiniin etkisi altindadir ve aynldiklan takdirde (ornegin, biri hastahaneye yatmldiginda), daha uysal olanimn hastahgi siiratle hafifler.


Folie De Doute ( Şüphecilik )

Obsesyonel bir diisiince bicimi olarak sii-rekli siipheciliktir. Hasta havagazi mus-Iugunu kapayip kapamadigindan, sigara-sini sondiiriip sondiirmediginden, yahut kitaplarim yerine diizenli olarak kaldinp kaldirmadigindan hep siiphe eder ve bu-nu defalarca kontrol eder. Bkz. KOMPULSiYON


Folie De Toucher

Nesnelere dokunma kompulsiyonu, obses-sif kompiilsif nevrozlu hastalarda (ayri-ca normal gocuklarda da) gorülür.


Forniks

Forniks, hippokampusdan cikarak, primi-tif korteksten hipotalamusa giden direkt iletim sistemlerinden birini olusturur. Fibrilleri, mamiller cisimlerde ve tuber cinereum'da son bulur. Forniks, bbylece limbik sistemdeki entegral bir baglanti alanidir.


Frekans Dağılımı

Frekans dagilimi, siijelerden elde edilen bir seri degere gore hazirlanan bir tablo-dur (bkz. TABLO). Bu tablo, belli bir karakteristigin ele alman grupta ne fre-kansla mevcut oldugunu gosterir. Bu gbzlem frekansi, ayrica grafik bigiminde de ifade edilebilir (bkz. HISTOGRAM). Bkz. ORTALAMA DEGER, MEDIAN, MOD, DAGlLIM ALANI, NORMAL EGRİ.


Frengi

Son yillarda ziihrevi hastahk insidansin-da bir yiikselme goriilmekle birlikte, In-giltere'de rapor edilen yeni frengi vaka-larinin sayisi, yilda yaklasik 1300 ile sa-bit kalmistir - bu da kabaca, erkeklerde 100,000'de 4-5 ve kadinlarda 100,000'de birdir. A.B.D.'deki or an ise kabaca bu-nun iki mislidir ve bu ulkedeki degisik alanlarda elde edilen rakamlar, ziihrevi hastahgin yayilmasmda rol oynayan sos-yal faktorlerden otiirii biiyiik degiskenlik gosterecektir. Bir zamanlar akil geriligi-nin bnemli bir nedeni olan konjenital frengi, gebe kadinlara uygulanan rutin arastirma ve mevcut tedaviler dolayisiyla, simdi son derece seyreklesmistir. Primer enfeksiyonun baslamasindan son-ra birkac ay icinde santral sinir sistemi-nin etkilenmesi, klinik belirtiler olmasa bile, mononiikleer hiicre ve globulin ar-tisi ile beyin - omurilik sivismda muhte-melen pozitif bir Wasserman reaksiyonuy-la teshis edilir.
Tersiyer noro-frengide, Lange kolloidal altin testi ya «paretik» bir egri (ornegin 5542210000), ya da «luetik» bir egri (13554210000) gosterir. Vaskiiler ve perivaskuler enflamasyonun kan dolasimmda bozukluga ve yer yer nekroz ile gevrede fibrotik reaksiyona (gumma) yol a§tigi meningovaskiiler f rengide santral sinir sistemi sekonder ola-rak etkilenir. Ote yandan, spiroketler beyin ve omuriligi dogrudan dogruya da et-kileyebilir ve sonucunda delilik, genel paralizi (GPI), tabes dorsalis veya bu du-rumlarm kombinasyonlari gelisebilir. Tabes dorsalis, lokal bulgular olmadigi za-man, erken safhalarda krizler ve «simsek» agrilan nedeniyle histeriyle kariftirilabi-lir. Serebral frengide, gesitli norolojik be-lirtilerin yanisira bas agrisi, anksiete, apati, hafiza ve zeka bozulmasi da gorii-liir. Yetiskinlerde konviilsiyonlann bas-gostermesi, üçüncü sinir felci, optik atrofive gem} normotansif siijelerde hemipleji gibi durumlarin hepsi nbro-frengi siiphesi uyandinr. Pupilla'da Argyll-Robertson belirtisi (mesafeye cevap veren, fakat i§i-ga cevap vermeyen goz bebegi) sik rast-lanan bir norolojik belirtidir. Bkz. ENFEKSIYONDAN ILERI GELEN AKIL SEMPTOMLARI




Frijidite

Frijidite, kadinin cinsel bakimdan uyari-lamamasi ve heteroseksiiel bir temasta orgazma varamamasidir. Ilk koit girisim-lerinden itibaren mevcut frijidite gogun-lukla olgunlasmamis, histerik kisilikli hastalarda goruliir, 50k kere norotik semp-tomlara eslik eder ve temelinde homosek-siialite (bkz.) olabilir. Normal bir cinsel tepki doneminden sonra basgosteren se-konder frijidite ise kadinin asm istekler-de bulunan, alkolik, kisisel temizlige ozen gostermeyen kocasina karsi cinsel il-gisini veya yalnizca ona baghligmi kay-betmesinden ileri gelir. Gebelikten sonra frijidite, kronik bir logusahk depresyo-nu semptomu olabilir. Menopozdan sonra kadmdaki orgazmik tepkide biolojik bir azalma olduguna ilifkin hicbir delil yok-tur. Oysa ileri yaslarda bbyle bir azalma sozkonusu olmaktadir. Cinsel uyarim hizi niifusta normal bir da-gihm gbsterir. Bazi kadmlar, yapisal olarak, yavas bir orgazmik tepkiye yatkmdir-lar ve orgazma varma hizmda eslerine ayak uydurabilmeleri igin onunla aylar-ca veya yillarca sicak, dengeli bir iliski siirdiirmeleri gerekir. Kadinin esi erken ejakiilasyondan (bkz.) mustarip oldugu takdirde, bu giigliik biisbiitiin artar. Her iki ese de psikoterapiyle tavsiyelerde bulunmak, bozuklugun karsihkh hosgo-riilmesini, eslerin egitimini ve korkular-la endiseleri gidermeyi amaglar. Frijidite-nin yamsira gbriilen kisilik bozukluklari ve homoseksiialite daha uzun siireli bi-reysel psikoterapi gerektirir. Erkek cin-siyet hormonlarmin, kadindaki cinsel uyarimi arttirdigi bilinir, ama bu mad-deler gok kere istenmeyen erkeklestirici etkiler gosterirler. Bkz. DISPARONi, VAGINISMUS


Frotorizm

Frotorizm, erkegin orgazm yaratmak ama-ciyla genital organlarini kadimn giyimli kalgalanna siirmesidir. (^ogunlukla tren, asansor veya demiryolu platformu gibi kalabalik yerlerde gergeklestirilir. Yine kalabalik yerlerde, bir kadinla erkek dir-seklerini yahut bacaklarini birbirlerine siirterek karsihkli erotik uyarim yarata-bilirler. Bunun gevreden anlasilmasi kor-kusu, yaratilan cinsel heyecanda biiyiik bir rol oynar.


FUG

Siijenin evinden veya isinden ayrihp do-lastigi bir bilinglilik durumu degisimi-dir. Fiig durumu gok kere depressif bir hastahk ortaminda gelisir ve bazan inti-harin simgesel bir karsihgi olarak belirir. Epilepside (psikomotor nobetler) goriilen otomatik davrams spektrumunun bir par-gasi olan fiig ile birlikte akil bulutlanma-si, gergekdisi duygulari veya «deja vu» (bkz.) halliisinasyonlan ve ruhsal du-rumda degisimler (korku, ofke, depres-yon, vs.) goriiliir. Histerik bir fiig, kisi-nin kagma zorunlugu duydugu, dayanil-maz bir durumla ilgilidir; gok kere bu olay konusunda kismen yahut tam amne zi mevcuttur. Organik beyin travmasinda (ornegin, kafa travmasindan sonra) da fiig durumlan basgosterebilir.
 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#12
G


Gaba

Bkz. GAMMA AMiNOBUTIRiK ASIT



Galaktozemi

Galaktozemi, otosomal resessif bir ozel-lik olarak kahtsaldir. Spesifik biokimya-sal bozukluk, galaktoz-1-fosfat iiridil transferaz aktivitesi yoksunlugudur. On-celikle bebeklerde goriilen bir hastahk-tir; akut semptomlar arasinda kusma, di-yare, sarihk ve gelisememe vardir. Bazi hastalarda akil geriligi goriiliir. Teshis, biokimyasal olarak, anormal galaktoz to-lerans egrisi ve idrarda galaktoz bulunma-si ile koyulur. Eksik enzimin biokimyasal yoldan saptanmasi, teshisi dogrular. Semptomsuz vakalar rapor edilmistir. Bazan da ileri yaslarda izole belirtiler goriiliir - ornegin, katarakt ve karaciger siro-zu. Tedavi, laktoz ve galaktoz kisitlamasi seklinde dietseldir. Bu kisitlama miim-kiin oldugu kadar erken baslatilmah( me-sela dogumdan hemen sonra) aksi halde bazi belirtiler irreversibl hale gelir.


Gastro - Entestinal Psikolojik Bozukluklar

Bkz. PSİKOSOMATİK BOZUKLUKLAR


Gaucher Hastalığı


Gaucher hastalığı, bebeklik ve çocukluk döneminde gelişen bir lipid metabolizması bozukluğu olup, retikülo-endotelial sistemdeki hücrelerde serebrosid birikimine yol açar. Klinik belirtiler arasında karaciğer büyümesi, dalak büyümesi ve ilerleyici kötüleşme ile nörolojik ve entellek-tüel hasar vardır. Rapor edilen vakaların yaklaşık üçte biri familyaldir. Bu bozukluğun otosomal dominant bir genle geçtiği konusunda yeterli deliller mevcuttur. Bkz. KALITSAL METABOLİZMA BOZUKLUKLARI



Gebeliği Reddetme

Araştırma delilleri, kadınların gebe kaldıklarını öğrendikleri zaman sık sık korku ve hayalkırıkhğı duyduklarına ilişkin klinik izlenimleri doğrulamaktadır. Oysa, gebeliğin devamı durumunda, bebeğin uterus içindeki kımıldanmalarının ve daha sonraları sevgiye tepkisinin, kadında annelik duygusu uyandırmaması pek olağan değildir.
Özellikle kişilik bozukluklarından mustarip ebeveynlerde, derin reddetme tutumları yerleşmiştir. Oysa, bazan belli bir çocuğa duyulan bir nefret, loğusalık dep resyonunun sonucu olarak kalıcılık gösteren psikopatoloji bir fenomendir. Çocukta sağlıklı bir kişilik gelişimi için gerekli tek unsur, ebeveyninden gördüğü sıcak sevgidir. Dolayısıyla, ebeveynin çocuğa ilgi göstermemesi onda psikiyatrik bozukluk oluşmasına yol açmada güçlü bir faktördür.





Gebeliğin Psikolojik Yönleri

Normal gebelikte hafif anksiete ve diğer geçici ruhsal durum değişimlerine, ilk üç ay içinde sık rastlanır; ikinci üç ay içinde karakteristik olacak sükûnet ve rahatlık görülür, ama gebeliğin sonu yaklaştıkça anksieteler de yeniden belirme eğilimi gösterir.
Doğum yaparken ölme veya sakat çocuk dünyaya getirme gibi korkular tipiktir. Gebelik sırasında steroid hormonlar şüphesiz emosyonel durumu etkiler; öte yandan, psikososyal faktörler özellikle gebe kadının eşiyle ve annesiyle ilişkileri de önemlidir. Gebelik sırasında aşermeye sık rastlanır ve bu durumun fizyolojik bir temele dayandığı düşünülmektedir. Fetü sün gelişiminde, annedeki stress'lerin oynadığı rol tartışmalıdır. Bazı deliller bu rolün küçümsenmemesi gerektiğine işaret etmektedir.




Gece Korkuları


Hemen hemen yalnızca 3 ve 9 yaş arasındaki çocuklarda görülen bu korkular, ebeveynler veya çocuk bakıcıları tarafından rapor edilmiştir. Çocuk birdenbire uyanarak inilti, bağırma ya da çığlıkla ilgi isteğini ifade eder. Bir dehşet durumu içindedir, ama ona ses duyurabilmek, onu rahatlatmak, hattâ uyandırabilmek imkansızdır. Sonunda çocuk gevşer ve yeniden normal uykuya geçer. Bu nöbeti ve gördüğü rüyayı sonradan hatırlamaz; oysa kâbus gören çocuklar sonradan gördükleri korkunç rüyayı anlatabilirler. Bu nöbetler emosyonel uyum bozukluğunun ya da serebral fonksiyon bozukluğunun potansiyel olarak ciddî semptomları sayılmalıdır.


Genel Bilginin Kavranması

Akıl muayenesinin bu bölümü (a) mevcut durumu değerlendirme ve uygun davranış gösterme, (b) «hasta olma» durumunu sezme (Bkz. SEZGİ) ve (c) daha geniş kapsamlı, yani dünya olaylarını, anlama yeteneğiyle ilgilidir. Bu unsurlara yönelik testler «oryantasyon» (zaman, yer ve kişi); «sezgi» (yani hasta olma durumunun kabul edilmesi/edilmemesi); ve «genel bilgi»yi (örneğin, bir gün önce gazetede yer alan haberler) kapsar.


Genetik

Gen, mütasyon yoluyla değişmediği takdirde bir kuşaktan öbürüne geçen, büyük ve ayrıntılı yapılı dezoksiribonükleik asit (DNA) moleküllerine tekabül eden kalıtımın hipotetik temel ünitesidir. Bu kalıtım maddesi, biokimyasal reaksiyonların bazılarını hızlandırarak, bazılarını da geciktirerek, kontrol etmesi dolayısıyla, birtakım etkiler gösterir. Genetik yapının (genotip) bir bütün olarak etkinlik gös terdiği kabul edilir; ufak etkili birçok genin hafif etkinliklerinin kümülatif sonucu, tek genlerin belli başlı sonuçları kadar önemlidir. Genler dış ortamdan, bedenin iç ortamından ve diğer genlerden etkilenebilir. Gözlemlenen sonuçta (feno-tip) bütün bu faktörlerin karşılıklı etkinlikleri rol oynar.
Klasik genetik araştırma yöntemleri, istatistik, genealojik anket yöntemini kapsar. Bu, inceleme konusu hastalıktan mustarip rastgele bir hasta numunesi seçerek,bu bozukluğun hastaların akrabalarında-ki insidansının araştırılmasından ibarettir. Genel nüfustakinden daha yüksek bir insidans bozukluğun familyâl olduğunu belirtir, ama bozukluğun akraba kuşaklarında belli bir dağılımı, spesifik bir genetik kalıtım biçimine işaret eder. Örneğin, birbiri ardısıra gelen kuşaklarda çocukların % 50'sinde rastlanan bir durumda, dominant gen sözkonusudur. Ebeveynler arasında artan bir kan akrabalığı oranı, ebevynlerde belirgin klinik normallik, çocuklarda % 25 oranında bozukluk tezahürü ve normal ve genetik bozukluğa uğramış çocuklar arasında kesin farklılık, resessif bir duruma işaret eder. Başka bir klasik genetik araştırma, ikizlerin incelenmesidir. Bu tip araştırma, tek yumurta ikizlerinde genetik yapının eş olmasına karşılık, çift yumurta ikizle rinin genetik olarak kardeş benzerliğinden daha fazla bir genetik benzerlik göstermedikleri varsayımına dayanır. Böylece, tek yumurta ikizlerinde, herhangi bir özellik yahut bozukluğun daha yüksek bir benzerlik oranı göstermesi, güçlü bir genetik temelin delilidir. Bu yollardan yapılan gözlemler, spesifik psikiyatrik durumların ve gerilik send-romlarının, kişilik özelliklerinin ve birçok psikosomatik bozukluğun belirgin bir genetik temeli olduğunu göstermiştir. Bu klasik tipte araştırmaların yanısıra, psikiyatrik sendromların spesifik sınıflandırmasında da genetik kullanılabilir. Böylece, genetik araştırmalar envolüsyonel melankolinin temelde depressif bozukluklarla aynı tipte bir hastalık olduğunu göstermiştir. Ote yandan, artık bipoler manik-depressif bozuklukların genetik olarak ünipoler tekrarlayıcı depresyonlardan farklı olduğuna ilişkin güçlü deliller mevcuttur. Ayrıca, genlerin biokimyasal etkinlik göstermeleri, hastalıkların biokimyasal bakımdan farklı olduklarına ve dolayısıyla değişik terapi tiplerine iyi cevap verebileceklerine işaret etmektedir.Nitekim, bir bozukluğun genetik teşhisi, bunun biokimyasal nedeninin araştırılmasına yol açmakta ve böylece tedavisini sağlamaktadır; örneğin fenilketonüri (bkz.) ve galaktozemi (bkz.).
Genetik incelemeler ayrıca genetik olmayan, örneğin psikolojik olan, önemli faktörlerin saptanması için de kullanılmaktadır. Böylece genetik yapıları eş olan ve inceleme konusu hastalık bakımından farklı tezahür gösteren tek yumurta ikizlerinde, bazı ortamsal ve belki de psikolojik faktörlerin hastalığın gelişmesinde rol oynaması ihtimali güçlüdür; bu gibi vakalardan oluşan bir seri, ilgili olabilecek stress tiplerinin saptanmasında çok faydalı olabilir.
Son olarak, farmakogenetik de gittikçe önem kazanmaktadır. Nüfusun yaklaşık % 50'sinin izoniazidi yavaş metabolize ettikleri, bu durumun genetik olarak belirlendiği ve bu gibi hastalarda periferik nöropati gibi yan etki insidansının daha yüksek olduğu bilinmektedir. Trisiklik antidepresan (bkz.) ilaçların plazma seviyeleri üzerinde son zamanlarda yapılan çalışmalar, genetik faktörlerin bu ilaçların metabolizmasında önemine ve böylece hastanın ilaca cevabını ve gerekli dozajı etkileyebileceğine işaret etmektedir.



Geniş Kapsamlı Simge

Psikanalistler bireysel yahut nörotik semptomlar kadar, rüya olaylarının da birçok belirleyici nedenleri olduğuna inanmaktadırlar. Böylece bir rüyadaki (bkz.) belli bir simge birçok sorunu, çatışmayı yahut olayı yansıtarak çok geniş kapsamlı olabilir.


Gerçekdışı Duyguları

Gerçekdışı duyguları kişiyle (kişi kendisini gerçekdışı veya değişmiş hisseder: depersonalizasyon) ya da çevresindeki dünyayla (herşey, sokaklar, insanlar, vs. değişmiş görünür: derealizasyon) ilgili olabilir. Bu bozukluk hızla, hattâ birdenbire gelişir, her zaman nahoştur vs hasta öyle tuhaf duygular duyar ki, başlangıçta bunun gelişmekte olan bir psikozun semptomu olduğundan endişelenir. Birkaç dakika yahut birkaç gün sürer. Aylarca süren vakalar enderdir, ama tekrarlamalara sık rastlanır.
Bu semptom b'r anksiete reaksiyonu çerçevesinde oluşur, çoğunlukla genç yetişkinleri ve erkeklerden çok kadınları etki ler. Temelindeki kişilik çok kere obses yoneldir; aynı zamanda, fobik semptomlar görülür. Depressif reaksiyonlu bazı hastalar tam bir duygu kaybından şikâyet ederler; ikinci şikâyet de çevredeki dünyanın değişmiş ve gerçekdışı görünmesidir. ileri yaşta gelişen bazı ajite depresyonlarda daha da nihîlistik çeşitten bir gerçekdışı duygusu görülebilir. Epilepside (psikomotor nöbetler) ise bilinçlilik bulutlanması, affektif bozukluk ve vizü-el ya da oditer hallüsinasyonlara eşlik eden gerçekdışı duyguları görülebilir. Olağan olmayan halsizlik yahut uykusuzluk çeken normal kişilerde de gerçekdışı duyguları başgösterebilir. Şizofrenide gerçekdışı duyguları değişik bir nitelik taşır. Bunlar çoğunlukla pasiflik duygu lan ve düşünce biçimindeki bozukluklarla ilgilidir. LSD'nin gerçekdışı duyguları yarattığı ileri sürülmektedir, ama bunlar daha çok anksiete reaksiyonları gösteren hastaların bildirdikleri duyguları andırmaktadır.



Gerçeklik İlkesi


Psikanalitik teoriye göre, içgüdüsel tatmin dileğini yansıtan zevk ilkesi (bkz.)
dış dünyanın gerekleriyle değişime uğrar - bu da gerçeklik ilkesidir. Bu ikisi arasındaki bir çatışma ise psikolojik bozukluğa yol açabilir.



Gerçeklikten Kaçma

Ego'nun (bkz.) (benlik) bütünlüğünü gerçek yahut hayal ve fantazi ürünü tehlikelere karşı korumak için bir savunma mekanizmasıdır. Dış dünyanın gerçekliğinden, bilinçsiz ve korunma motivasyon-lu bir kaçıştır. Kişi bu mekanizma aracılığıyla temaslardan, ilişkilerden, sosyal durumlardan, acı veren çatışmalardan veya kişilik bütünlüğü için bir tehlike saydığı herhangi bir durumdan kaçar. Bu mekanizmanın sürekli kullanımı özellikle utangaç, duyarlı ve şizoid kişiliklerde görülür. Temel olarak ilkel bir mekanizmadır ve şizofreni simpleks tipindeki psikotik hastalarda görülür. Belirgin ob-scsyonel kişilikler de bu savunmaya başvururlar.


Gerçeklikten Uzaklaşma

Bkz. GERÇEKDIŞI DUYGULARI



Geri Kalmış Çocuklar

Öğrenim yavaşlığı, okumayı geç öğrenen çocuklarda görülen çeşitten genel bir zekâ retardasyonu veya spesifik öğrenim yeteneksizliğinin bir tezahürü olabilir. Etyoloji ve ayırdedici teşhis için NORMAL ALTI ZEKA'ya bkz. Spesifik öğrenme sorunlarının nedeni doğuştan, genetik bir algılama bozukluğu olabilir (meselâ bir okuma bozukluğu olan disleksi (bkz.) gibi) veya işitme, görme gibi periferik duyu bozuklukları yahut beyin travması, emosyonel güçlükler ve yetersiz öğretimden de ötürü olabilir. Tıbbî ihtimaller bertaraf edildikten sonra, bu öğrenim bozuklukları bir öğretim sorunu olarak ele alınır.


Geriatrik Psikiyatri

Yaşam standardlarının yükselmesi sonucunda ortalama yaşam sürelerinin uzaması beraberinde çeşitli sorunlar da getirmektedir. Bu sorunların psikiyatrideki önemi, beyin ve beyin damarlarındaki de-jeneratif değişimlerin ve bunlardan ileri gelen akıl bozukluklarının 60 yaşından sonra gittikçe daha sık görülmesi ve 80-90 yaşlarında en yüksek insidansa varması-dır. Dolayısıyla, geriatrik sağlık ve huzur gittikçe daha çok yaşlıların gereklerine uydurulmalıdır; bu gerekler daha gençlerin gerekleriyle aynı değildir. Gençlerde organik olmayan bozukluklar daha önemlidir.
Gençlerle yaşlıların psikiyatrisi arasında hiçbir kesin ayırım yoktur ve hayatta daha erken yaşta başlayan birçok bozukluk yerleşebilir, ya da yaşlılıktaki psikolojik (bkz.) ve fizik değişimler dolayısıyla değişime uğrayabilir. Aşağıdaki şema, yaş lılıkta başlayan bozukluklarla ilgilidir. Esas olarak tanımlayıcıdır, ama etyolojik bilgiyi kapsar ve prognoz ile tedavi bakımından faydalıdır. Organik psikozlar:
Demanslar (kronik beyin sendromları) Akut konfüzyon durumları (delirium, akut beyin sendromları) İleri yaşta paraf reni (kronik delüzyonal psikozlar)
Fonksiyonel bozukluklar: İleri yaşta başlayan affektif bozukluklar (depresyon manisi)
Nörotik (psikojenik) reaksiyonlar ve kişilik değişimleri (bkz.).
Yaşlılık demansları genellikle ilerleyicidir ve mortalite yüksektir. Altmış beş ya-şındakilerin % 6-7'si veya daha büyük bir oranı hiç değilse orta şiddette demanstan mustariptir, % l-2"si kurumlarda, geri kalanı da evlerinde yaşarlar. Seksen yaşından sonra % 20'si etkilenir. Arteriosk-lerotik ve senil demans (bkz.) en önemli demans formlarıdır ve birincisinde serebrovasküler durumların gelişmesi, bu iki demansın birbirinden ayırdedilmesini sağlar. Çeşitli etkenlerin yol açtığı genel beyin fonksiyonu bozukluğundan ileri gelen akut konfüzyon durumları da sık görülür. Temelde ayrıca bir demans olmadığı zaman, hasta ölmediği takdirde, akıl durumu genellikle normale döner. Geç yaşta başlayan paraf reninin (bkz. YAŞLILARDA PERSEKÜSYON DURUMLARI) yaşama prognozu olumludur, ama süresiz uzun tedavi gerektirir. Affektif bozukluklara (bkz.) daha sık rastlanır; bunlar genellikle tedaviye iyi cevap verirler, ama nüksetme eğilimi gösterirler; intihar ya da buna bağlı fizik hastalık hayatı kısaltabilir. Daha önce dengeli olan
kişilerde fizik hastalık nörotik reaksiyonları belirginleştirebilir ve nekahat döneminin süresini uzatabilir. Yaşlıların % 15-20'sinde bir güçsüzlük ya da bozukluğa yol açan fonksiyonel semptomlar vardır.
Geriatrik tıpta olduğu gibi, çok kere birden fazla teşhis koyulması doğru olur. Örneğin, senil demanslı hastalar aynı zamanda serebrovasküler hastalıktan mustarip olabilirler. Demansın erken safhalarında yahut bir krizden sonra emosyonel bozukluklara sık rastlanır; organik hastalığın tersine, bunların tedavisi mümkündür. Depresyon dietle ilgili yetersizliklere, sekonder avitaminoza yahut elektrolit bozukluğuna yol açabilir; bunlar ise organik bir sendroma neden olabilirler. İlaçların çok kere yaşlı kişilerde istenmeyen, hattâ tehlikeli etkiler yaratması önemli bir husustur. Nöroleptikler atak-siye ya da düşme eğilimi gösteren hipotansiyona veya idrar retansiyonu ya da akut glokom'a yol açabilirler. Fizik hastalıkların tedavisi de psikiyatrik komp-likasyonlar yaratabilir. Anestezi sırasında, hipotansiyon sonucunda, kalıcı akıl bozukluğuna yol açan serebral anoksi gelişebilir. Metildopa gibi antihipertan-sif ilaçlar depresyona, pürgatif yahut diüretik kullanımı da, dietle takviye edilmediği takdirde potasyum yetersizliğine bağlı genel güçsüzlüğe ve muhtemelen depresyona yol açabilir. Barbitü-ratlar, bromürler, benzheksol ve antidia-betik ilaçlar ise konfüzyon durumlarına neden olabilirken, yüklü barbitürat me-dikasyonunun birden kesilmesi nöbetlere yol açabilir. Aslında, yaşlılarda özel bir yatrojenik bozukluk riski sözkonusu-dur.
Depressif yahut akıl dengeleri bozulmuş yaşlı kişiler muhtemelen tıbbî yardıma başvurmazlar; akrabaları ise onlara hasta değil de, yaşlı gözüyle baktıklarından durumları ileri bir safhaya varıncaya kadar hekime başvurmayabilirler. Dolayısıyla, yaşlılarda bir çeşit kayıt işlemi ve düzenli muayene iyi olur. Genel pratisyen muayenehanesine bağlı bir sosyal hastabakıcıyı hiç değilse «yüksek riskli» hastaları kendisine bildirmekle görevlendire bilir; bunlar arasında çok yaşlılar, fizik hastalıktan mustarip olanlar, psikiyatrik tedaviden yeni taburcu edilenler ve eşlerini kaybetmiş ve yalnız yaşayanlar «yüksek risk» gösteren yaşlılardır. insanlar yaşlandıkça başkalarının desteğine bağımlılıkları artar. Çok kere bekâr, çocuksuz dul, yoksul ve yalnız yaşayan yaşlılar sağlık servislerinden aşırı taleplerde bulunurlar. Oysa sosyal yardım gereğine işaret eden bir yaşama başarısızlığı aslında fizik hastalık ya da akıl hastalığından ileri gelebilir ve tedaviyle giderilebilir. Yaşlıların toplum için yararlı olmaları isteniyorsa, sağlanması şart olan sosyal gerekler arasında etkin tıbbî servisler bulunmalıdır.
Yaşlılar için çok kere değişik otoritelerce sağlanacak hizmetler gereklidir ve genel pratisyenler bakımın sürdürülmesi açısından bu servisleri koordine edebilecek durumdadırlar. Öte yandan, bölgesel otoritenin ne gibi ev hizmetleri sağladığını ve bunlardan nasıl yararlanacaklarını bilmeleri gerekir.
Kurumlarda, akıl hastahanelerinde ve geriatrik hastahanelerde sağlanan bakıma kıyasla, evde bakımın yararları tartışılmaktadır. Akut affektif veya paranoid psikozlu hastalar, kısa süreli psikiyatrik klinik tedaviden yararlanabilirler ve yararlanmalıdırlar, ama nüksetme ve intihar ihtimali nedeniyle kontrol özellikle önemlidir ve hem kontrol, hem de teşhis bakımından polikliniklerden daha çok istifade edilmelidir.
En belli başlı güçlük nedeni demanslar-dır. Genellikle, hastanın mümkün olduğu kadar uzun süre evde bakılması gerektiği kabul edilmektedir, ama yakınlarının has tayı istememesi ihtimalinden kaçınmak için, yük ağırlaşmadan yardım sağlan-
malıdır. Bu yardım gündüz bakım, kısa süreli klinik bakım veya iki ayda bir klinik bakım biçiminde olabilir. Hastanın durumu düzenli olarak incelenmeli ve aile üzerindeki etkileri dikkatle ayarlanmalıdır. Yalnız yaşayan hastalar bir süre evde bakım hizmetlerinden ve' komşulardan yardım görebilirler, ama kurumlarda bakım uzun süre ertelenemez. «Akıl dengesizliği gösteren yaşlılar» (belirgin sorunlar göstermeyen ileri yaştaki bunama vakaları) bazı kurumlar için uygundur, ama yatalak olanlar, enkontinans yahut bozukluk gösterenler bir sağlık tesisinde bakım gerektirirler. Şiddetli emosyon yahut davranış bozuklukları gösteren hastalar ise, bir akıl hastahanesinde tedavi edilmelidirler.



Gerilik

Bkz. NORMAL ALTI ZEKÂ


Gerilim

Gerilim, kişinin duyduğu stress'in yarattığı bir gerginlik durumu olup, başlıca tezahürü istemli sinir sistemiyle innerve olan kas gruplarındadır. Öte yandan, belirli otonom, biokimyasal ve endokrino-lojik bağlantıları da vardır. Gerilim, anksiete durumunun bir öğesi sayılır ve hattâ anksiete ile eş anlamlı kullanılır. Kas gerilimi sık sık, herhangi bir nedenden ileri gelen anksiete ile ilgilidir. Kas tonüsü artışı, ekstremitelerde tremor ve yüzde gerginlik ile kırışma mevcuttur. Yumruklar sıkılınca parmak boğumları beyaz görünür, tipik başağrısı sancı veya mengene niteliğinde tanımlanır, başı bütünüyle etkiler ve çoğunlukla akşama doğru kötüleşir.
Teşhiste kullanılan, i.v. enjeksiyon yoluyla subhipnotik dozlarda uygulanan kısa süre etkili barbitüratlar başağrısını hızla giderir. Klordiazepoksid ve diazepam medikasyonu, bu ilaçların kas gevşetici ve anksiolitik özellikleri dolayısıyla, yararlıdır.
Âdet öncesi gerilim, genellikle âdetten birkaç gün önce, predispozisyonlu hastalarda başlayan ve depresyon eğilimi artışı, sinirlilik, anksiete ve başağrısı gibi belirtileri kapsayan bir sendromdur. Su re-tansiyonu, kilo artışı, ayak bileklerinde, göğüslerde ve karında şişme olabilir, Poli-dipsi, hiperfaji ve hipersomnia da rapor edilmiştir.



Geriye Dönük Araştırma

Geriye dönük bir araştırma, vakadan sonra yapılan araştırmadır. Hastalıklı bir kişi veya bir hastalar grubuyla başlayarak, anamnezlerden muhtemel etkenleri belirleme amaçlanır. Bir tifo salgınının kaynağının araştırılması tipik bir örnektir. Bu tip bir inceleme ile ileriye dönük araştırma (bkz.) arasında farklar vardır.


Gerontoseksüalite

Kriminal hukuk alanında çok sık rastlanan bir durum, yaşlı bir kişinin - çoğunlukla kadın - cinsel obje olarak seçilmesi-dir: Genç bir erkek, 60-80 yaşlar arasındaki bir kadına veya birkaç kadına tecavüz ederek ırzlarına geçer. Medenî hukuk alanında ise, genç bir erkeğin bu yaş grubundan bir kadınla evlenmesine ender rastlanır. Sapıklığın nedenleri, erkeğin gelişim yıllarında kendisinden büyük kadınlarla olan ilişkilerinde bulunabilir. Akıl hastalığına ise ender rastlanır.


Gerstmann Sendromu

Akalküli, sağ-sol oryantasyon bozukluğu, agrafi ve hastanın yahut muayene edenin parmakları bakımından parmak agnozisi Gerstmann sendromunu oluşturur ve sol angüler girus lezyonlu hastalarda görülür.



Gestalt Psikolojisi

Almanca Geştalt sözcüğünün sözlük anlamı biçim, yapı, düzen ya da görünüştür; ama aynı zamanda parçalarından daha fazla olan bir bütün anlamına da gelir. Bu terim ve kavram, başlıca savunucuları bu yüzyılın başlarında, çağdaş davranışçı ve entroskpeksiyoncu ekollerin ato-mistik, analitik yaklaşımlarına sert bir tepki gösteren Max Wertheimer, Wolf-gang Kohler ve Kurt Koffka olan bir psikoloji ekolüyle yakından ilgilidir. Geştalt psikologlarının temel iddiaları, akıl proçesleri ve davranışın (bkz.), bütüne ilişkin önemli yapısal özellikler ihmal edilmeksizin, elemanter birimlerle çözümlenemeyeceğidir. Hareket noktası algılama (bkz.)psikolojisi idi ve «geştalt» yapı kavramları, kortikal fonksiyon teorileri üzerinde duruluyordu. Daha sonra yapılan araştırmalar, öğrenme ve düşünme alanlarını kapsıyordu. Kohler "in maymunlar üzerindeki sezgili-sorun çözümleme incelemeleri ünlüdür.



GILLES DE LA TOURETTE SENDROMU

Etyoloji belli değildir, ama organik faktörler muhtemelen önemlidir (örneğin, Sydenham köre'si). Semptomlar (a) kompleks konvülsif tikler, (b) çok kere müstehcen nitelikte ve solunum diskine zisine eşlik eden kompülsif konuşmalardır. Bu semptomlar 10-15 yaşlar arasında ve genellikle erkeklerde belirir. Bütiro-fenonlarla ve davranış terapisiyle tedavinin başarılı olduğu ileri sürülmüştür.

Glikol Türevleri

Glikol türevleri veya propandioller, kas gevşetici olan mefenesinden türeyen minör trankilizanlardır. Başlıca türevleri meprobamat ve tibamattır. Propandioller kas gevşetici ve hafif anti-konvülsan etkinlik gösteren, hafif santral sedatiflerdir ve talamus ile limbik sistem üzerinde depresyon etkisi gösterirler. Klinik spektrumları barbitüratlarmkine benzer, ama hipnotik güçleri daha azdır.


Glikol Türevleri 2

Glikol türevleri veya propandioller, kas gevşetici olan mefenesinden türeyen minör trankilizanlardır. Başlıca türevleri meprobamat ve tibamattır. Propandioller kas gevşetici ve hafif anti-konvülsan etkinlik gösteren, hafif santral sedatiflerdir ve talamus ile limbik sistem üzerinde depresyon etkisi gösterirler. Klinik spektrumları barbitüratlarmkine benzer, ama hipnotik güçleri daha azdır.
Anksiolitik bir madde olarak meprobamat bir zamanlar yaygın olarak kullanılmışsa da, şimdi daha etkin ilaçlar bunun yerini almıştır.
Diğer türev olan tibamat tedavide yeni kullanılmaya başlamıştır, ama henüz yararları kesin olarak saptanmamıştır. Başlıca yan etkileri uyku hali, anafilaktoid reaksiyonlar, ataksi ve ilaç bağımlılığıdır. Bkz. ANKSİOLİTİK İLAÇLAR




Glisin

Glisin (bir amino asit) beyin dokusunda yüksek konsantrasyonda mevcuttur. Fonksiyonu kesin olarak bilinmemektedir, ama bir nöro-iletici (bkz.) görevi gördüğü muhtemeldir.



Globus Hystericus

Anksiete veya depresyon durumlarında duyulabilen, «boğazda bir yumru» hissidir. Bu duygu genellikle solunuma müdahale eder ve hasta hırıltılar çıkarır. Ba-zan da hipervantilasyon yahut tetani tezahürü olabilir.

Glükoz-6-Fosfat Dehidrojenaz


Glükoz-6-fosfat-dehidrojenaz yetersizliği, çok kere cinsiyete bağlı resessif bir özellik olarak kalıtım yoluyla doğuştan gelen bir metabolizma bozukluğudur. Oysa insidan-sı, şiddeti ve klinik sonuçları gibi özellikleriyle birlikte, kalıtım biçimi de çeşitli ırk gruplarına göre değişkenlik gösterir. Kuzey Avrupalılarda ender görülür. Diğer faktörlerle birlikte, muhtemelen şiddetli neonatal hemolitik sarılık - kernikterusu (bkz.) ve sonucunda akıl geriliğine yol açar. G-6-PD yetersizlikli çocuklarda bazı ilaçlar ve fasulye, hemolitik anemiye yol açabilir.
Bkz. KALITSAL METABOLİZMA BOZUKLUKLARI




Glütamik Asit


Beyinde yüksek konsantrasyonda bulunan bir amino asittir. Santral sinir sistemindeki fonksiyonu henüz kesin olarak bilinmemektedir, ama bir nöro - iletici (bkz.) olabilir ya da potasyumun hücre membra-nından taşınmasında rol oynayabilir.


Grup Psikoterapisi

Genellikle bir psikoterapist tarafından, birçok kişinin aynı zamanda tedavi edildiği herhangi bir psikoterapi biçimidir. Grup terapisi, son yirmi yıl içinde, genel psikiyatri üzerinde derin etkiler göstermiştir. İngiltere'de S.H. Foulkes, Joshua Bierer ve Maxwell Jones'un öncülüğünde yürütülen grup yöntemleri yaygınlaşarak değişik aktiv.teleri ve her tipte hastayı kapsamaya başlamıştır. Analitik grup psi-koterapisi, bireysel psikanalizde kurulan ilkelere dayanmaktadır. Sekiz on hasta sorunlarını tartışırlarken, onları dinleyen pasif bir psikoterapist de transferans yorumlamalarından yararlanır. Grup haftada bir kere toplanır, seans doksan dakika sürebilir ve toplam terapi iki yıllık bir süreyi kapsayabilir. Grup açık ya da kapalıdır - yani bazı üyeler ayrılınca yerine yenileri girer ya da terapi bitinceye kadar grup bir bütün halinde korunur. Yöneltici grup terapisi öğretim veya eğitim amaçları için kullanılır ve klinik tedavi gören hastalar, personel veya diğer profesyoneller gibi sosyal gruplarda yararlı olabilir. Aktif grup terapisi ise ço cuklara veya psikotik hastalara uygulanır ve hastalar oyun, dans veya sanat terapisi gibi çeşitli aktivitelere katılırlar.Son zamanlarda A.B.D.'de grup terapisi aktiviteleri bir patlama göstermiştir. «Duyarlık» grupları duygu sorunlarını fizik ilişkilerle ve aktivitelerle boşaltmaktadırlar. Çeşitli tipte grup terapisi biçimleri bir toplumdaki kültürel ortamın parçalarıdır - dinsel gruplar, inisiyasyon grupları, vs.


Gülme

Bazan gülme psikiyatrik anlam taşır. Boş, aptalca gülme adolesantlarda hebefrenik şizofreninin klasik bir özelliğidir; bu duruma bugün ender rastlanmaktadır. Pick hastalığı (bkz.) gibi, lobus frontalisteki yavaş gelişen lezyonlar bazan bir aptallık durumuna yol açarlar, hasta tekrar tekrar aynı şakaları yapar ve bunlara kendisi güler. Tekrarlı ve yersiz gülme nöbet leri ise, serebral arteriosklerozda (bkz.) görülen «emosyonel enkontinansın» özelliklerinden biridir.


Günlük Değişkenlik

Ruhsal durumda belirgin Lir günlük değişkenlik, endojen ya da manik depressif depresyonların (bkz.) karakteristik bir özelliğidir, ama yalnızca birkaç hastada tezahür eder. Tipik olarak, depresyon sabahları kötüleşir ve gün ilerledikçe düzelme gösterir. Retardasyon ve konsantrasyon güçlüğü gibi semptomlar da, ruhsal durum değişimine paralel bir değişkenlik gösterir. Bazan bu derin depresyon, hasta sabah uyandıktan sonra beş veya on dakika sürer. Bazan ise bunun tersi olur ve depresyon akşama doğru kötüleşir. Tablo ne olursa olsun, bu değişkenlik hiçbir zaman ortamsal değişimlere bir tepki de ğildir (hastanın kocasının işten eve dönmesi gibi).


Güven Duygusu


Güven duygusu, hastanın hekimin üstün bilgisini kabulüne dayanır. Bu kabulü ise, hem bilinçli hem de bilinçsiz faktörler belirler. Güven duygusu, hem sözlü, hem de sözsüz olabilir, hekimin yalnızca mevcudiyeti hastayı rahatlatmaya ve ank-sietelerini gidermeye yeterlidir. Bütün hastalardaki bir güvenlik ihtiyacı ve bağımlılık hekimin güven kapasitesini uygulayabileceği ortamı sağlar. Hekim bu amaçla semptom oluşumunu hastaya açıklamalıdır.


Gölge - Benlik

Bir Jung kavramıdır. Gölge - benlik, rüya görenin bastırılmış, bilinçsiz nitelikleri, yani kendinde kabul edemediği nitelikleri tanımlar.
 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#13
H



Habitüasyon


Psikolojik habitüasyon, bir hastanın bir stimulusa tepkisinin, o stimulusa tekrar mâruz kalması üzerine azalma gösterme hızıdır. Yaklaşık bir dakikalık fasılalarla hafif anksiete yaratan stimuluslar uygulanır ve tepki psikogalvanik cevapla (PGR) ölçülür. Normal kimselerde ve spesifik fobili hastalarda habitüasyon, anksiete durumları geçiren ve agorafobili hastalara kıyasla, daha çabuk gelişir. Bir trankilizanla tedavi, bu ikinci tipteki hastalarda habitüasyon hızını arttırır. İlaç habitüasyonunun (DST, 1967), ipti-lâdan farkı ilaca devam kompülsiyonu, dozu arttırma eğilimi ve hiçbir fizik ba ğımlılık göstermemesidir. 1964 yılında DST (dünya sağlık teşkilâtı), habitüasyon ve iptilânın ortak yönleri olması dolayısıyla, bu iki terimi kapsamak üzere «ilaç bağımlılığı» teriminin kullanılmasını tavsiye etti.



Hafıza

Hafıza, geçmiş yaşantıların bütünüyle veya parça parça, bilinçli olarak canlandırılması için kullanılan genel bir terimdir. Başka bir anlamda ise, canlandırılan spesifik yaşantı bölümleri için kullanılır. Hafıza proçesinin üç safhası vardır. Birincisi sözkonusu materyele aktif bir dikkat (bkz.) gerektiren kayıt (bkz.) safhasıdır ve bilinçli ezberleme çabalarıyla geliştirilir. Geçmiş yaşantıların ilerde canlandın-labilmesi olanağı, kayıt işleminin bir hafıza trasesi veya engram (bkz.) oluştu rarak organizmayı değiştirdiğine işaret eder; engram, retansiyon safhası süresince korunur. Son araştırmalar, engramla-rın nöro-biokimyasal nitelikte olabileceğine işaret etmektedir. Hafızanın son safhası hatırlama (bkz.), tanıma, meydana getirme veya yeniden öğrenme testleriyle incelenir. Hastaların akıl muayenelerinde hafıza kapsamı ve bir kere gösterildikten sonra hatırlayabildikleri rakkamların sayısı ile ilgili testler sık sık kullanılır. Hatırlama kesin bir proçes değildir. Hatırlanan olaylar, kişinin tutum ve ilgilerine göre değişime uğrar. Bir Freud kavramı olan represyon (bkz.) mekanizması bu değişimde önemli bir rol oynar. Amerikan psikologu Lashley, serebral korteksin değişik bölümlerinin, hafıza gibi fonksiyonlar bakımından eşit potansiyele sahip olduğunu (yani bir bölümün, başka bir bölümün fonksiyonunu göste ıebildiğini) düşünüyordu, ama son zamanlarda yapılan araştırmalar hipokam-pusta bilateral ablasyon veya hasarın, hafıza fonksiyonları üzerinde önemli ölçüde negatif etki gösterdiğini ortaya çıkarmıştır.
Psikiyatrik bozukluklarda hipermneziler (bkz.) ender görülmekle birlikte, dismne-zilere (bkz.) özellikle scnil vakalar ve Korsakoff psikozu (bkz.) gibi organik hastalıklarda, sik rastlanmaktadır. Bu vakalarda kayıt saf hasının,, retansiyon ve hatırlamadan daha çok etkilendiği muhtemeldir. Bazı ilaçlar da hafıza üzerinde spesifik bozucu etkiler gösterirler. Bazıları (örneğin, diazepam) hafif ve geçici etki gösterdiğinden, hafif ameliyatlarda. stress'in azaltılmasında yararlı olabilir.


Hallüsinasyonlar

Hallüsinasyon, dış kökenli bir stimulusu olmayan yanlış bir algıdır. Algı değişiminin sözkonusu olduğu sık görülen diğer algı bozukluğu illüzyondan (bkz.) farklıdır. Akıl hastalıklarında en sık rastlanan
hallüsinasyonlar, şizofrenide (bkz.) çok görülen «seslerdir». Bu sesler hastaya hitap edebilir, onunla ilgili sözler söyleyebilir, düşüncelerini yansıtabilir veya belli belirsiz mırıldanmalar biçiminde olabilir. iç ya da dış bir kaynakla ilgili olabilir ve kişi çoğunlukla bunların gerçekliklerinden emindir. Hallüsinasyonlar işitme dışındaki duyularla da ilgili olabilir ve böylece görme (vizüel), dokunma (taktil), işitme (olfakter) ve tad duyularına dayanan hallüsinasyonlar mevcuttur. Bazı duyuların belli kaynağa bağlanması güçtür veya birden fazla duyu sözkonusu ola bilir (örneğin, gücünü yitirme; cinsel bakımdan uyarılma) ve delüzyonlarla (bkz.) karışarak bunlardan ayırdedilme-yebilir.
Özellikle oditer hallüsinasyonlar, davranış ve ruhsal durumu etkileyebilir. Hasta dalgın olabilir ve ifade değişimleri gösterebilir, karşısındakine hakaret edici bir cevap verebilir veya emir ya da suçlamaya tepki olarak fevrî davranabilir. Normal kimseler de, özellikle uykuya dalarken hipnopompik (bkz.) veya uykuyla uyanıklık arasında hipnagojik (bkz.) ve diğer zamanlarda hallüsinasyonlar görebilirler (örneğin, telefon zili ya da bir yanma kokusu duyabilirler). Birçok akıl hastalığında ve beyin bozukluğunda da hallü sinasyonlar olur. Tablo başka bozukluk (hallüsinoz) olmaksızın duru bilinçlilik-ten, deliriumda başgösteren genel bilinç ve algı bulutlanmasına kadar değişkendir. Tıpkı izlenen bir tiyatro oyunu gibi, sistemli ve ayrıntılı hallüsinasyonlara en çok histeride rastlanır. Bkz. ALGI




Hallüsinojenik İlaçlar


Bunlar en belirgin özellikleri, hallüsinasyonlar (bkz.) dahil olmak üzere, şiddetli algı bozukluklarına yol açmaları olan maddelerdir. Bu grup için psikodelik
(bkz.) (yani akh değiştirici) ve psikoto-mimetik (bkz.) (yani psikoz tezahürlerini andıran) gibi birkaç ad kullanılmıştır. Oysa deneysel incelemeler, hallüsino-jenik teriminin, hallüsinojenik aktivite çok belirgin olsa bile hiçbir zaman bu ilaçların tüm aktivitelerini kapsamadığını göstermektedir. Nitekim, bu gibi ilaçların aktivitesi yalnızca kullananın kişilik ya pısına değil, aynı zamanda ruhsal durumuna ve ilaçtan ne gibi bir etki beklediğine bağlıdır. Bu husus, alkol, opium türevleri, barbitürat ve amfetaminler dahil olmak üzere, «akıl durumlarını değiştiren» bütün ilaçlar için sözkonusudur. Hallüsinojenik özellikler gösteren doğal maddelerin kullanımından tarihte sık sık sözedilmektedir. Kuzey Sibirya'daki kavimlerin hallüsinasyon yaratan mantarlar yedikleri, Meksikalıların da kutsal saydık lan mantarları dinsel törenlerde hallüsinasyon yaratmak için yedikleri tarihsel belgelerde yazılıdır. Ayrıca kuzey mitlerinde tanımlanan «çılgınlık» halinin de hallüsinojen büfotenin ihtiva eden ama-nita muscaria ile entoksikasyon sonucu oluşabileceği ileri sürülmüştür. Hallüsinojenlerin dramatik ve kayda de ğer etkileri vardır. Bunlar arasında derin affektif değişim, bunun yanısıra korku, anksiete, ürkme ve tremoru izleyen algı bozuklukları vardır. Bunlar yalnızca hallüsinasyon değil, algı niteliğindeki oldukça tuhaf değişimler biçiminde de olabilir-imajlarda yoğunlaşma ve değişim ve algı yaşantısının niteliği ile ilgilenme. Bunun yanısıra benlik gerçekliğinde değişme (depersonalizasyon) ve ortam gerçekliğinde değişme (derealizasyon) duyguları görülür ve kişinin düşünceleri de değişime uğrar-düşünce proçesleri dağılır ve bir hayal niteliğine bürünür. Hallüsinojenik ilaçlar şöyle sınıflandırılabilir:
1. Triptamin grubu. Bu grup doğrudan doğruya triptamin türevleri olan maddeleri ve kompleks bir halka yapısındaki triptamin çekirdeğini kapsar. Basit triptamin türevleri arasında dimetil triptamin, dietil triptamin, serotonin (bkz.) büfotenin (bkz.) ve psilosibin (bkz.) (kutsal Meksika mantarının aktif maddesi) vardır. Kompleks bir halkada temel triptamin nukleusu olan diğer hallüsino-jenler arasında da LSD (bkz.), harmin (bkz.) ve ibogain (bkz.) vardır. Güney Amerika'lı kızılderililerin kullandıkları Peganum harmala, Banisteria caapi ve Haemadictyon amazonicum, harmin ihtiva ederler. İbogain ise, Batı ve Merkezî Afrika'da kullanılan Tabernanthe bitkisinin aktif maddesidir.
2. Fenüetilamin grubu. Bu maddelerin hepsi sempatikomimetik katekolaminler-dir. En iyi bilineni olan meskalin (bkz.) ise Amerika'daki kavim törenlerinde ve dinsel törenlerde kullanılan Lophophora williamsii kaktüsünün yapraklarından türeyen peyote'nin aktif maddesidir. Bu gruptaki diğer maddeler arasında TMA -trimetoksi amfetamin- ve MDA-metilen dioksiamf etamin-vardır. 3. Üçüncü grup karışıktır ve ortamla tam bir temas kaybı ve tam amneziye yol açan ditran (bkz.), belirgin duygu kaybına, vücut imajı bozukluklarına ve kon-füzyon durumlarına yol açabilen kannabi-sin (bkz.) aktif maddesi ile fenil siklidin (sernil) ihtiva eder. Bütün hallüsinojen-ler arasında en yaygın olarak bilineni LSD 25'dir ve terapideki yeri konusunda çok az fikir birliği olmasına rağmen psikiyatrik tedavi ve araştırmada kullanılmış tır. Birçokları bunun alkolizm için faydalı bir terapi olduğunu ileri sürmektedir. ama tedavideki gerçek yeri açıkça tanım-lanmamıştır. Hallüsinojenik ilaçların harekete geçirdiği durumların araştırılmasının temelinde, bu durumların psikozları andırması vardır hattâ bunlara «model psikozlar» denmektedir. Model psikozların araştırılmasının şizofreni gibi psikozların etyolojisine ışık tutacağı düşünülmekle birlikte, her ne kadar iki sendrom arasında benzerlikler varsa da, hallüsinojenik ilaçların etkisiyle psikoz etkeni arasında bağlantı olduğu konusunda henüz hiçbir kesin delil yoktur. Hallüsinojenik ilaçların rasgele kullanımı gençler arasın da yaygınlaşmıştır, ama tıbbî görüş ilaçların bu tür hedonistik amaçlarla kullanımını onaylamamaktadır, çünkü bu gibi durumlarda bir sezgi artışı kazandığını sanan kişide, başlangıcı ve süresi önceden kestirilemeyen ve bazan trajik sonuçlar veren olumsuz reaksiyonlar çok tehlikelidir. Bkz. İPTİLÂ



Harmin


Harmin, Güney Amerika bitkileri olan Peganum harmala, Haemadictyon ama-zonicum ve Banisteria caapi'den elde edilen bir alkaloiddlr. Oral ya da i.v. yoldan kullanıldığı zaman, bulantı ve ataksi gibi nahoş otonom etkilerle birlikte hallüsinas-yonlar oluşur. Harminin stimülan etkisi, monoamin oksidaz üzerindeki inhibitör etkileriyle ilgili olabilir.


Hartnup Hastalığı


Hartnup hastalığı, doğuştan bir metabolizma bozukluğudur. Otosomal resessif bir özellik olarak kalıtım yoluyla geçtiğine işaret eden deliller mevcuttur. Karakteristikleri tuhaf biokimyasal özelliklerdir ve bunların en süreklisi genel aminoasidüri-dir. Nikotinamidden yararlanma (ütilizas-yon) anormalliği de ileri sürülmüştür. Psikiyatrik etkiler vakadan vakaya değişir ve episodiktir. Bu etkiler pellagrayı andıran duyarlı bir cilt kızartısının belirme sine ve değişken serebellar semptomlarla karakterize geçici nörolojik bozukluğa eşlik edebilir. Akıl konfüzyonu da bunlarla birlikte sık görülen bir etkidir. Bazı hastalarda daha kalıcı bir etki ise akıl geriliğidir


HAVA ANSEFALOGRAFİSİ


Lomber hava ansefalografisinde, serebro spinal sıvı her seferinde birkaç mililitrelik miktarlarda boşaltılarak yerine, kafatasının içine 30-40 mi. hava zerkedilir. Bu işlem, artan kafatası iç basıncı sonucunda, beynin foramen magnum'a doğru fıtıklaşması (herniation) ihtimali dolayısıyla daima tehlikelidir ve eğer kafatası iç basıncının artmasından şüphe edilirse, mutlaka nöroşirürjik takviyeyle yapılmalıdır. Vantrikülografi yoluyla da hava verilebilir. Hastayı sırayla sırtüstü, yüzüstü ve yan yatırarak matriküler sistemin çeşitli kesimlerinin radiografide çizilmesi için «kabarcık» dolaştırılır. Alçak basınç başağrıları ve mide bulantısı çok raslanan bozukluklardır. Bunlar yatağın avakucunu yükselterek, analjezik ve antiemetikler uygulayarak giderilebilir.



Haşiş


Bkz. KANNABİS SATİVA


Hebefreni

Hebefreni en sık rastlanan şizofreni (bkz.) tiplerinden biridir; çoğunlukla sinsidir ve 15-30 yaşlar arasında başlar. Adolesans, meslek, dostluk kurmak veya cinsel kaygılar ile ilgili güçlüklerden doğduğu düşünülmektedir. Konsantrasyon güçlüğü orta veya yüksek Öğrenim gören gençlerde belirgindir. Psişik hayat önemli etkilere uğrar; irade, yönelim, düşünce ve emosyon bozukluğu veya hasarı olur ve bu davranışta da yansır. Düşünce bozukluğu şu gibi belirtileri gösterir: Birbiriyle bağdaşmayan fikirlerin asosiyas-yonu; sorulan soruyu anlamış olsa bile, yersiz cevap; psödo-din ve felsefe fikirleriyle belli belirsiz ilgilenme. Kişinin iddialı ama boş fikirler ileri sürdüğü görülür.
Oditer hallüsinasyonlara sık rastlanır. Göze batıcı bir aşırı cinsel faaliyete yönelik cinsel dürtü artışı da olabilir. Daha erken bir safhada, teşhisi yanıltıcı nitelikte depressif yahut nörotik semptomlar belirebilir.


Hedonizm


Zevk aramanın tek hedef olduğunu kabul eden bir felsefe doktrinidir. Psikiyatrik anlamda, hedon:'zm terimi, başlı başlarına bir amaç olmaktan ziyade, yalnızca yaratacağı zevk için belli hedeflerin peşinde koşulması anlamına gelir.



HEPATOLANTİKÜLER DEJENERASYON


Doğuştan gelen bu bakır metabolizması bozukluğu, otosomal resessif bir özellik olarak kalıtım yoluyla geçer. Dokularda biriken bakır, karaciğer ve beyinde patolojik değişimlere yol açar. Özellikle bazal ganglionlar etkilenir ve sonucunda ekst-rapiramidal rijidite, atetoz, tremor. disartri ve disfaji gelişir. Bunu ise çoğunlukla tremor izler. Kornea limbusundaki, yeşil renkte, Kayser-Fleischer halkası da teşhis bakımından bir özelliktir. Hastalığın başlama yaşı çocukluktan ileri yetişkin yaşa kadar değişkendir. BAL (British Anti Lewisite) veya penisillamin gibi bir kelatlaşma sağlayan maddenin uygulan masını klinik iyileşme izler.


Hermafroditizm


Hermafroditizm, bir kişinin hem erkek, hem de kadın cinsiyet organları taşıdığı, ender rastlanan bir iki-cinsiyetlik durumudur. Her ne kadar çeşitli derecede mo-zaikizm mevcutsa da, kromozom yapısı genellikle XX'dir. Psikoseksüel yapı esnektir ve cinsiyet rolü (bkz.) doğumda belirlenen cinsiyete ve yetiştirilirken yapılan muameleye göre gelişir. Psödo-hermafroditizm (bkz.) veya «inter-seks», özellikle 44-XY kromozom yapılı erkeklerde olur. Somatik hücrelerde and-rojenin erkekleştirici etkisine tepki gösterebilecek enzimin yetersizliğinden ileri gelen bir testiküler feminizasyon mevcut tur.
Yerine inmeyen testiküller ve gelişmemiş penis, doğumda yanlış olarak kadın geni-tal organları sanılır ve çocuk, adolesans dönemindeki erkekleşme bu yanlışlığı ortaya çıkarıncaya kadar kadın cinsiyet rolüne göre yetiştirilir. O zaman cinsiyetin yeniden belirlenmesi gerekir. Kadınlarda psödo-hermafroditizm ender görülür ve çoğunlukla adrenogenital bir sendromdan ileri gelir. Kadındaki adrenal bezin yüksek androjen üretmesi sonucunda ise hi-pospadiak penis oluşur ve çocuk yanlış olsrak erkek olarak belirlenip ona göre yetiştirilir.



Hidrosefalus

İç hidrosefalus, beyinde vantriküler sistemdeki koroid pleksus'un oluşturduğu beyin-omurilik sıvısının serbest dolaşımının tıkanmasından ileri gelir. Normal olarak, beyin-omurilik sıvısı Sylvius su kanalından ve ufak foramenlerden geçerek subaraknoid boşlukta absorbe olur. Beyindeki konjenital bir formasyon bozukluğu nedeniyle tıkanma olabilir (örneğin, Sylvius kanalındaki konjenital daralma cinsiyete-bağh kalıtımla geçer; spina bifi-da cystica (Arnold Chiari formasyon bozukluğu); serebellar vermiş formasyon bozukluğu (Dandy Walker sendromu). Menenjit sonrası iltisaklar da beyin omurilik sıvısının vantriküler sistemdeki dolaşımını bloke edebilir ve nitekim enfeksiyon, sonradan gelişen hidrosefalus'un en sık görülen nedenlerinden biridir. Doğumda veya doğuma yakın zamanlarda kafatası içinde hemoraji, hidrosefalus'a yol açabilir. Çocuklukta tümör ve kistler







Hidrosefalus 2


İç hidrosefalus, beyinde vantriküler sistemdeki koroid pleksus'un oluşturduğu beyin-omurilik sıvısının serbest dolaşımının tıkanmasından ileri gelir. Normal olarak, beyin-omurilik sıvısı Sylvius su kanalından ve ufak foramenlerden geçerek subaraknoid boşlukta absorbe olur. Beyindeki konjenital bir formasyon bozukluğu nedeniyle tıkanma olabilir (örneğin, Sylvius kanalındaki konjenital daralma cinsiyete-bağh kalıtımla geçer; spina bifi-da cystica (Arnold Chiari formasyon bozukluğu); serebellar vermiş formasyon bozukluğu (Dandy Walker sendromu). Menenjit sonrası iltisaklar da beyin omurilik sıvısının vantriküler sistemdeki dolaşımını bloke edebilir ve nitekim enfeksiyon, sonradan gelişen hidrosefalus'un en sık görülen nedenlerinden biridir. Doğumda veya doğuma yakın zamanlarda kafatası içinde hemoraji, hidrosefalus'a yol açabilir. Çocuklukta tümör ve kistler de ender görülen hidrosefalus nedenleridir. Birkaç vakada çok geçmeden bozukluk kendiliğinden durur, bazı vakalarda ise böyle olmaz ve ilerleyici nörolojik etkilenme, akılda hasar ve optik sinirlere basınç dolayısıyla bazan körlük gelişir. Cerrahî tedavide, vena jugularis yoluyla beynin lateral vantrikülleri ile sağ kalb kulakçığı arasına sunî bir şönt yerleştirilir. Böylece beyin-omurilik sıvısının fazlası, bir valftan geçerek, bu şönt yoluyla boşalır. Bkz. AKIL GERİLİĞİ


Hiperestezi

Dokunma stimuluslarına karşı aşırı duyarlılık. Genellikle periferik sinirlerde hastalık veya travma sonucu gelişir. His terik hiperestezi çok kere tuhaftır ve genellikle kafayı, karnı ya da bedenin bir yarısını etkiler; teşhis organik hastalık belirtileri bulunmamasına ve devam eden bir psikopatoloji mevcudiyetine dayanır.


Hiperkinezi


Çocuklar aktivite düzeyleri bakımından mizaç farklılıkları gösterirler. Az sayıdaki bazı çocuklarda, aşırı faaliyet klinik bir tablo oluşturacak derecede belirgindir. Hiperkinetik sendromun karakteristikleri aşırı ve iyi düzenlenemeyen aktivite ve buna eşlik eden kısa dikkat süresi ile dalgınlıktır. Saldırgan ve yıkıcı davranış sık sık mevcuttur. Bunun yanısıra, çocukta muhtemelen ortalamadan düşük zekâ, konuşmanın gelişememesi ve birçok çocuğun çekingenlik duyduğu toplumsal durumlarda anksiete göstermeme mevcuttur.
Bu derecede aşırı faaliyet, 18 aylık ile 2 yaş arasındaki çocuk hareketlenmeye başladığı zaman aile hayatını etkiler. Çocuğun uzun bir süre hareket etmeden otur masını gerektiren okul döneminde, hiperkinezi maksimum düzeye çıkabilir yahut ilk olarak bu dönemde farkedilebilir. Çoğunlukla püberteden önce aktivite seviyesinde bir azalma olur, ama başka sorunlar öncelik taşımaya başlar. Aşırı aktivite karakteristik olarak toplumsal duruma bağlı değildir, çocuk hiçbir durumda bir iki dakikadan fazla hareketsiz oturamaz. Bazı çocuklar, anksiete yaratan durumlarda daha aktifleşirler.
Etyoloji, muhtemelen, daha ziyade yapısaldır, ama bazan beyin travmasıyla ilgili olabilir.
Tedavi semptomatiktir. Deksamfetamin sülfat çocuklukta, paradoksal olarak, ak-tiviteyi yatıştırır ve bazan etkin bir tedavidir. Haloperidol ve klorpromazin de başarıyla kullanılmıştır. Son zamanlarda, davranış değiştirici tekniklerle umut verici sonuçlar elde edilmiştir.
Bkz. ÇOCUK PSİKİYATRİSİ, MOTOR BOZUKLUKLAR




Hiperminezi


Geçmiş olayları akılda tutma ve hatırlama yeteneğinin olağanüstü derecede olmasıdır. Çocuklarda bu duruma «zihinde canlandırma» (bkz) (eidetik imaj) eşlik edebilir. Rus psikologu Luria tarafından son zamanlarda yetişkinlik safhasındaki «hafıza» üzerinde yürütülen bir inceleme senestezinin (bkz.)'(bir modalitedeki duyumlara diğer modalitelerdeki duyusal izlenimlerin eşlik etmesi, örneğin renk ve ses) hafıza proçesleri üzerindeki etkisini göstermektedir. Hipnoz sırasında ve hipo-mani (bkz.) ya da paranoid psikoz gibi bazı patolojik durumlarda hipermnezi gö rülebilir. Bkz. HAFIZA


Hipertiroidizm

Tipik psikolojik özellikleri anksiete ve aşırı emosyonel tepkidir. Anksiete durumlarından ayırdedilmesi güçtür ve ba-zan kesin hipertiroidizmli hastalarda etkin antitiroid tedavisine rağmen anksiete semptomları devam eder. Bazan hipertiroidizme majör bir psikoz, çoğunlukla ajite depresyon, daha seyrek olarak mani veya şizofreni eşlik eder. Bkz. ENDOKRİN HASTALIĞI


Hipnopompik Fenomenler


Uyku eşiğinde, genellikle görüntü biçiminde, çok kere motifler, biçimler ve renkler halinde beliren hallüsinasyon yaşantılarıdır. Gerçekdışı da olabilirler. Normal kişiler, özellikle gerilim ve anksiete dönemlerinde bu tür hallüsinasyon-lar görürler. Kişi çok kere düş gördüğünü ya da uyuduğunu reddeder. Narkolepside (bkz.) ve ilaç etkisi altındakilerde de hipnagojik hallüsinasyonlar sık görülür. Daha ziyade anksiyöz kişiler, patolojik anlam taşıyan bir semptom olarak bu durumdan şikâyet ederler.


Hipnotikler


Hipnotik terimi, bir ilacın uyku yaratıcı özelliklerini • gösterirken, sedatif terimi yatışma ve uyuklama hali yaratan daha hafif bir aktiviteyi belirtir. Bu fark bir nicelik farkıdır ve soporifik ilaçlar kullanılan dozaja göre her iki etkiyi de yaratabilir.
Psikiyatrik hastalıkta sık görülen bir belirti olan insomnia'nın giderilmesi için hipnotik bileşikler verilir. Özellikle kalıcı olduğu zaman, rahatsızlık verici bir şi-kâyettr bu nedenle hipnotik ilaçlar yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunlar değerli terapötik maddelerdir, ama yaygın kullanımları kısmen diğer psikoterapötik tedbirlerin az kullanılması dolayısıyla-dır.
Mevcut hipnotikler uyku niteliğini değiştirir; paradoksal uyku oranı da başlangıçta azalır. Hipnotik tedavisinin kesilmesinden sonra normale dönüş haftalarca sürebilir ve ilk birkaç gece uykunun bozulma sı ve canlı rüyalar görülmesi ihtimali vardır. Sonuç olarak, hastalar hipnotik tedavisinin kesilmesine isteksizlik gösterirler ve bunu hemen bağımlılık ile kronik hipnotik medikasyon izler.
Hipnotiklerle aşırı dozaj bugün intihar girişimi için çok başvurulan bir yöntem olmuştur ve bu risk psikiyatrik bir hastalıktan mustarip hastalarda özellikle yüksektir. Bozukluk vakalarında etkin dozaj gerekleriyle güvenliği bağdaştırmak güç ölebilir. Sorumlu bir akrabanın ilaç kullanımını denetlemesi, bu sorunu çözümle menin bir yoludur.
H pnotik ilaçların bir sürü çeşidi mevcuttur. En önemlileri arasında sözü edilen barbitüratlar (bkz.) yıllardır devam ede-gelen bir rağbet görmüştür fakat son araştırmalar, bunların paradoksal uykuyu yâ ni REM uykusunu son derece bozduklarını dolayısıyle sürekli kullanımlarının çeşitli olumsuz sonuçları olduğunu ortaya koymuştur. Piperidindion bileşikleri (bkz.) de etkileri ispatlanmış hipnotik ilaçlardır. Son zamanlarda, benziodiaze-pinler (bkz.) psikiyatrik tababette, geniş bir güvenlik sınırına sahip olmaları dolayısıyla, tercih edilen terapötikler haline gelmiştir.


Hipoglisemi

Hipoglisemi nöbetlerinin muhtemel birçok etkeni vardır. Yetişkinlerde en önemli etkenleri aşırı insülin dozu, adacık hücre tümörü ve «fonksiyonel» hipoglisemidir. Şiddetli hipoglisemi bilinç hasarına. çok kere uygunsuz davranışa, bunu izleyen koma ve konvülsiyonlara yol açabilir. Reaksiyon bazı durumlarda alkolizmi andırabilir. Hipoglisemiye karşı adrenerjik tepki ise anksiete ve çarpıntıya yol açabi lir. Bütün semptomlar episodiktir.

Hipokondriasis

Bu terim, değişik fakat birbirine ilişkin birçok durumda kullanılır: (a) hasta olduklarına inanarak ya da inanmayarak. bundan şüphelensin veya şüphelenmesinler, sürekli olarak sağlıklarıyla ilgilenen kişileri; (b) makul deliller olmadığı halde, ciddî bir hastalığa yakalanacaklarından korkanlar, ya da yakalandıklarından emin olanlar ve (c) hiçbir organik temele dayanmayan bir veya birçok inatçı ya da tekrarlayıcı bedensel şikâyetleri olanları tanımlamak için kullanılır. Laksatif, tonik ve vitamin tüketiminin gösterdiğine göre, ilk anlamdaki hipokondriasis, bir karakter özelliği olarak, çok yaygındır. Bu özellik, yaş ilerledikçe daha da belirginleşir. Mesleğimiz mensuplarının herhangi bir şikâyet için, ne kadar önemsiz olursa olsun, hemen reçete yazma eğilim leri de buna katkıda bulunmaktadır. ikinci anlamdaki hipokondriasis de, bir semptom olarak çok yaygındır, ama genellikle yalnızca başka bir psikiyatrik durum ortamında başgösterir örneğin, bir anksiete (bkz.) durumunda ya da depresyonda (bkz.) ve bazan şizofrenide (bkz.) Anksiete durumlarında hipokondriak semptomlar çoğunlukla temelinde anksi-etenin somatik bir tezahürü olan korku ya da endişeler biçiminde belirir; örneğin, çarpıntıları olan bir hasta kendisinde bir «kalb güçsüzlüğü» olduğundan endişelenir. Öte yandan, şizofrenide ve envolüsyo-nel melankolide, hipokondriasis çoğunlukla delüzyonel ve tuhaftır; örneğin, hasta beyninin iki bölümünün yer değiştirdiğine inanır. Depressifler çok kere ciddî bir bedensel hastalık ve diğer felâket ihtimallerinden endişelenirler; şiddetli depreş yonda ise bu gibi korkular delüzyon niteliği taşıyabilir.
Üçüncü anlamda hipokondriasis daha ziyade belirgin histerik kişilik özellikleri olan kadınlarda görülür ve muhtemelen hastanın semptomları dolayısıyla takınabildiği yatalak rolü, kendisine anlayış ve ilgi görme, nahoş zorunluluklardan kaçınma gibi önemli yararlar sağladığından bu tip vakalar tedaviye dirençlidir. Hipokondriasis'e ilişkin psikodinamik teorilerde, bu durum genellikle bilinçsiz kötülük ve suçluluk duyguları açısından yorumlanır.
Bkz. PSİKOSOMATİK BOZUKLUKLAR, NEVRASTENİ



Hipomani


İlk olarak Kraepelin (bkz.), dört mani (bkz.) çeşidi arasında ayrım yapmıştır -hipomani, akut mani, delüzyonel mani ve deliriyöz mani-bununla birlikte, bu çeşitlerin ayrı durumlar değil de, şiddet farkları olduğunu ve hastaların bir durumdan öbürüne geçtiklerini ve yine aynı duruma döndüklerini de kabul etmiştir. Hipomani sık kullanılan bir terim olarak kalmıştır. Bu terim, huzursuzluk, dikkat dağınıklığı, enerji artışı ve bazan konuşma güç lüğü ve irritabilite ile birlikte ruhsal durumda hafif bir yükselme gösteren, fakat hiçbir belirgin fikir karışımı ya da gran-diöz delüzyonlar (örneğin, devlet başkanlığı iddiaları) göstermeyen hir durumu tanımlamak için kullanılır.


Hipoparatiroidizm


Ender görülen bu bozukluğun en önemli özelliği hipokalsemidir. Klinik özellikleri arasında da tetani, konvülsiyonlar ve emosyonel bozukluk (denge kararsızlığı. anksiete ve depresyon) vardır. Delirium episodları görülebilir. Hipoparatiroidizm-li küçük çocuklarda, uygun tedavi görmedikleri takdirde, akıl geriliği gelişir; yine de, bu geriliğin reversibl olduğu söylenmektedir. Bkz. ENDOKRİN HASTALIKLARI

Hipsaritmi

Çok kere yanlış olarak, enfantil spazmlarla (bkz.) (şimşek nöbetleri, «selâm» nöbetleri) eş anlamda kullanılan bu terim, aslında bu durumlarda sık sık kaydedilen EEG bulgusunu belirtir. EEG kaydı karışık, düzensiz ve senkronize olmayan, gelişigüzel tepelerden ve yavaş dalgalardan oluşur; bu trase tümüyle nor mal ritmlerin yerini alır. Şiddet dereceleri klinik tabloyla tam bir korelasyon göstermez. Enfantil spazmların temelindeki bozukluğun tedavisi sırasında EEG normale dönebilir, ama spazm kayıtlarının normalleşmesi ve spazmların durması üzerine, normal akıl gelişiminin başlaması enderdir. Bkz. EPİLEPSİ


Histeri

Tıp tarihinde, histeri kadar üzerinde çok tartışılan, doktorlar tarafından güç tanımlanan ve sık rastlanan çok az durum vardır. Niteliği konusunda sayısız tahminlerde bulunulmuştur; histeriye «nozo-lojinin alaycı kuşu» adı verilmiş ve her kuşağın tıp adamları, mesleğin daha zeki üyelerini umutlandıran patojenez teorilerinin ileri sürüldüğünü görmüşlerdir. Ancak, histeri adı verilen daha spesifik bir durum için bugün delil niteliği taşıyan bütün bu aktivite bize çok az bilgi sağla mıştır. Aslında, ne ikizlerde yapılan incelemeler, ne gözlem incelemeleri, ne de klinik incelemeler, bir bütün olarak histeri kavramını desteklememektedir. Bunlar daha ziyade, histerik semptomların herhangi bir psikiyatrik durumda, özellikle depresyonda ya da dayanılmaz bir stress'e karşı bir tepki olarak belirebilece-ğine işaret etmektedir.
Histerik «semptomlar» hastanın gerçekliği yenememesi ve bu başarısızlığından doğan çatışmayı, aslında gerçeğe uygun olmasa bile, hastanın gerçek kabul ettiği bazı düşünceler yoluyla («dissosiyasyon») çözümleme çabasından ortaya çıkar. Has tanın, temeldeki çatışmayla ilgili anksie-tesinin histerik bir semptoma «dönüştüğünden» söz edilir; bu semptom genellikle «ikinci derecede bir çıkar amacı» taşır; örneğin, anksiete yaratan durumdan kaçınma. Bir örnek vermek gerekirse, bir adam ne zaman işe gitse, başka bir erkek eve geliyor ve karısıyla sevişiyordu. Bu duruma katlanamayan adamın bacaklarında, evde kalmasını gerektiren histerik bir parezi gelişti. Bazan ise, hasla bu bozukluğa karşı gerekli endişeyi göstermez (belle indifference), ama bugün genellikle bunun tersi olan durumla karşılaşılmaktadır. Semptomlar:
1. Hafıza bozuklukları. Bu gerçek ve tam bir hafıza kaybı değil, yalnızca kişisel olaylara ilişkin yarım hatırlama ya da bazan kimliği unutma biçimindeki bir hafıza kaybıdır. ,
2. Bilinç bozuklukları. Hastanın çok kere dayanılmaz bir durumdan kaçmaya çalış tığı füg durumu, bu tip bozuklukların en sık rastlanan biçimidir.
3. Zekâ bozuklukları. Örneğin psödo-de-mans ya da ender görülen Ganser sendro-mu.
4. Hareket bozuklukları. Somatik kaslardan herhangi birinde histerik paraliz gelişebilir. Diğer tezahürler arasında tremor-lar, yürüyüş bozuklukları, disfoni ve histerik konvülsiyonlar vardır.
5. Algı bozuklukları. Bu, genellikle ciltte bir duyu kaybıdır, ama histerik körlük ve sağırlığa da sık rastlanır. Erkeklerin kadınlar için kullandıkları histerik kişilik teriminden genellikle erkeklerden çok kadınlar için sözedilir. Dikkat çekme isteği, canlılık, egoistlik, bağımlılık ve aşırı emosyonel tepki eğilimi gibi karakter özellikleri ile histerik kişilik arasında ilişki kurulmuştur. Nitekim, bu kişilik özelliklerini en iyi tanımlayan terim «his trionik» terimidir. Kuşkusuz, histerik semptom gösteren hastaların yalnızca ufak bir azınlığı bu kişiliğe sahiptir. . Geçmişte kafa travması ya da santral sinir sisteminde organik hastalık, hastalarda histerik semptomlara, özellikle amnezi ve füg durumlarına karşı predispozisyon yaratmaktadır,
Yukarıda belirtildiği gibi, şiddetli bir stress ya da çatışma histerik semptomları presipite edebilir ve muhtemelen hepimizde histerik semptom geliştirme kapasitesi latanttır. Öte yandan, kültürel faktörler de rol oynar ve ilkel toplumlarda insi-dans çok yüksektir.
Histerik semptomlar herhangi bir psikiyatrik hastalığa da eşlik edebilirler. Bu durum özellikle depresyon için geçerlidir. Yakın zamanlarda yapılan bir araştırmada temelde depresyonlu hastaların üçte birinde histerik semptomların mevcudiye-li ortaya konmuştur.
Tedavi, temeldeki etkenin tedavisidir, ama yeni başlayan vakalarda genel durum olumludur. Bunlardan yaklaşık üçte iki si on iki ay sonra semptomlarından kurtulurlar. Geri kalan üçte biri daha karamsar bir tablo gösterir ve beş yıl sonra tüm grubun dörtte biri hâlâ semptomlardan mustariptir. \ıllar geçtikçe, konversiyon histerisi teşhisi koyulan birkaç vakada ya şizofrenik yahut manik depressif psikozlar ya da epilepsi gelişir. Özet olarak, histeri dikkatli ve tedbirli davranmayı gerektiren bir teşhistir. Hangi terim kullanılırsa kullanılsın, bunun anlamı kesin olarak anlaşılmalı ve hastanın gösterdiği klinik tabloya tutarlı olarak uygulanabil-melidir. ICD sınıflandırması, histerik nevrozu iki alt gruba ayırır-dissosiyatif durumlar ve konversiyon fenomenleri.
Ayrıca histerik kişilik bozukluğu da tanımlanmıştır. Bunlardan herbiri, basit ve anlaşılabilir terimlerle tanımlanmıştır; böyle bir tanımlama herkesi memnun kılmayabilir, ama böyle bir uluslararası sınıflandırma sistemine bağlı kalmaya çalışılmanın da yararı unutulmamalıdır.




Histeri Nöbetleri


Seyirciler önünde, yapıları yatkın olan kişilerde, nöbeti andıran bir aktivite yaratan Charcot'nun klasik çabaları dışında.
nöbetlerin histerik bir temele dayandırılması doğru değildir. Bazı kişilerin, çeşitli nedenlerle, bildikleri ya da hayal ettikleri olayları «rol» yoluyla yaşamaları, majör bir konvülsif nöbeti yansıtır. Bazan epilepsi hastaları böyle davranırlar. Nörolojik belirtilerin bulunmayışı,, idrar yapamama, dili ısırma ya da kendine zarar verme gibi, gerçek histeri nöbetlerini sah te nöbetlerden ayırmada kullanılan klasik kriterlere güvenilmemesi gerekir. Bu sorunu uzmanlar dahi güç çözmektedir. «Histerik nöbetlerde» her zaman, organik bir etken ihtimali bakımından, araştırma şarttır


Histeride Duyusal Bozukluklar


Histeride duyusal bozukluklar ya hekimin telkinleri, ya da hekimin ne gibi duyusal bozukluklar bulacağı konusunda hastanın fikirleri üzerine oluşur. Bunlar analjeziden hiperaljeziye kadar, bedenin mümkün olan her bölgesinde, mümkün olan her tezahür t;pini kapsar. Bazen nörologlar kolayca histerik duyu bozuklukları yaratırlar ve psikiyatristler bu bozuklukların gerçek kökenlerini anlayamazlar.


Histerik Psödö - Demans

Çok kere Ganser sendromu ile eş anlamda kullanılan «histerik psödo-demans» terimi, hafızasını kaybettiğini söyleyerek davranışlarından sorumlu tutulmamayı bekleyen bir hasta için kullanılır. Bu durumda bilinçdışı sczkonusudur ve hekim mo dası geçmiş, belirsiz «histeri» terimini kullanacağı yerde, gerçek bir demans mevcut olup olmadığına karar verebilmelidir. Bu genellikle güç bir iş değildir; ancak. psikiyatrik muayenenin (bkz.) doğru yapılması ve hekimin hastasında fizik incelemeler yaparak elde ettiği bulguları yo-rumlayabilmesi şarttır. Bkz. GANSER SENDROMU ve TEMARUZ

Homoeostasıs

Homoeostasis'in temel ilkesi Clude Ber-nard tarafından özetlenmiştir: «Özgür bağımsız yaşamın şartı, iç ortamın sâbit-liğid r.» Kan şekeri seviyesi ve beden ısısı gibi birçok fonksiyon sürekli olarak düzenlenir ve herhangi bir aşırı eğilim. bunlara karşı-etkide bulunan mekanizmaları harekete geçirir. Bu sistemlere, sibernetik terminolojide «negative feed-back» kcntrolları adı verilir ve çok kere santral sinir sistemindeki gibi birkaç kontrol seviyesi vardır. Bu refleksler bilinçsiz ve amaçsız oluşur. Yine de. slalus quo'nun sürdürülmesi, biolojik bakımdan yararlı olacağı zaman, değişen gereklere karşı tepki olarak beden fonksiyonlarında uyumsal değişimler olabilir.

Hurler Sendromu (Hunter hastalığı)


Bkz. GARGOYLİZM


Huy


Huy, teknik bir terim olarak, belli bir zamanda kişiyi etkileyen koşullar tarafından belirlenen ve öğrenme proçesiyle edinilen, alışkanlık haline gelmiş bir davra niş kalıbıdır. Daha sınırlı bir kullanımda ise, temeldeki, edinilmiş, yalnızca karakteristik bir biçimde tepki gösterme eğilimi anlamına gelir. Açık aktivite huyu dışında, düşünme yahut emosyonel tepki gösterme huylarından da söz edilebilir. Bir yandan, önceden programlanmış refleks ya da içgüdüsel reaksiyonlar, öte yandan da bilinçli karar ve seçimle belirlenen davranışa bağlı huylar farklıdır. Son yıllarda, huy kavramıyla, davranışçı psikoloji ekolü arasında yakın bir bağlantı kurulmuş ve huy terimi ya klasik şartlı tepki (bkz.) durumlarındaki gibi geçici bir çağrışımla, ya da operant şartlamadaki (bkz.) gibi ödül ve ceza yöntemleri yoluyla yerleşen tepkilerle stimuluslar ara sında kazanılan bağlantılar anlamına gelmeye başlamıştır. Davranış terapisinde, bu ilkeler psikiyatrik uygulama bulmaktadır.​

 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#14
I_İ



Ibogaın


bogain, Afrika'da yetişen bir çalıdan elde edilen bir alkaloiddir. Avlanan yerliler tarafından, bir iki gün zihinsel uyanıklıklarını kaybetmeden hareketsiz kalabilmeleri için kullanılırdı. Bir antidep-resan olarak kullanılabileceği ileri sürülmüştür, ama tababetteki yeri henüz saptanmamıştır.
Içe Dönüklük

İçgüdüsel (libidinöz) enerjinin benliğe yönelmesi anlamına gelen bu terim (entroversiyon) özellikle Jung'un çalışmalarıyla ilgilidir. Nesnel sevgide motor deşarj ihtiyacı vardır, ama içe dönük ki side (entrovert) tatmin hayalî bir tepkiyle sağlanır. Ekstrovert kişilere kıyasla, entrovert kişilerde, santral sinir sistemi uyarım seviyesi daha yüksektir. Belirgin içedönüktük, bazı şizofrenik psikozların. özellikle «simpleks» grubunun bir özelliğidir. Bkz. DIŞA DÖNÜKLÜK


ID


id, Freud'un kullandığı bir psikanaliz kavramı olup, ego ve süperego ile birlikte psişeyi oluşturur. Id'in bir psişik enerji ya da libido deposu olduğu ve doğumda tam olarak geliştiği ileri sürülmektedir. Bu enerjinin içgüdüsel talepleri her za man bilinçsizdir ve dış gerçeklikten çok uzaktır. Süperego (vicdan) ve ego (psi-şenin gerçekliği deneyen bölümü) id impulslarını değiştirir - Ahlakdışı, içgüdüsel id, dış gerçekliğin (ego) talepleri ile bunları eleştiren süperego arasında sürekli bir denge kurulmasına çalışılmalıdır. Bütün bu süreç boyunca Ego, bütünlüğünü korumalıdır.



Idantifikasyon


Bir kişi, dış dünyadaki bir nesneyi zihinsel bir tablo olarak, entrojeksiyon (bkz.) yoluyla kendinde topladığı, sonra da bu entrojekt kavramına uygun düşündüğü, hissettiği ya da eylemde bulunduğu zaman, idantifikasyon terimi kullanılır. Bu proçes daha ziyade bilinçsizdir ve bu mekanizma sayesinde çocuk kendisini geliştirip değiştirebileceği, aynı cinsiyette, uy gun bir model bulur (örneğin, anre ya da baba).
idantifikasyon çok kere bir savunma mekanizması olarak da kullanılabilir-duyar-lı bir kişi, kendisini hüsran dolu ortamının bazı yönleriyle özdeşleştirerek öz-say-gışını ve öz sevgisini korur. «Saldırganla özdeşleşme» mekanizmasının temeli de budur.


Idio Savan

Çok ender durumlarda, şiddetli akıl geriliği gösteren bir hastada münferit olarak normal ya da olağanüstü bir yetenek be-lirebilir. Bu tip kişiye idio-savan adı verilir. Bu gibi vakaların büyük bir oranını oluşturan enfantil otizm (bkz.) vakalarında, bazan bir akıl geriliği tablosunda yer yer yetenek bölgeleri gözlemlenir.

Idiopatik Hipoparatiroidizm


Ender görülen, bazan familyal olan bu bozukluk, daha ziyade çocukluk döneminde gelişir. Erkek çocuklardan çok kız çocuklar etkilenir. Çocuklardaki konvülsi-yonlarda, kusma ve papillödem kadar te-tani de görülebilir. Hipûkalsemi düzeltilmediği takdirde, psikolojik hasar gelişerek çocukta akıl geriliğine yol açabilir.


Idıo


İngiltere'de bugün yürürlükte olmayan Akıl Yetersizliği Kanunundaki tanıma göre, idiolar «kendilerini olağan fizik tehlikelere karşı koruyamayacak derecede akıl yetersizliği» gösteren kişilerdir. Bu tip kişiler, bugün kanunen şiddetli derecede akıl geriliği gösteren kişiler sınıfına girmektedir. İdio, sıfatıyla I.Q, arasında bir ilinti kurulması ve I.Q.'ları 20'den düşük olan kişilerin idio olarak sınıflandırılmaları âdet haline gelmiştir. Bu ilinti, kullanım yoluyla yerleşmiş ve «idio seviyesi» terimi psikolojik değerlendirmede hâlâ anlam taşımaya devam etmiştir.


Ikna

Bir psikoterapi tekniği olarak ikna Freud tarafından geliştirilmiştir. Tartışma ve hekimin bilgisini kullanması yoluyla, hasta semptomlarını aslında yalnızca kendisinin uydurduğuna, bunların kendisine de, başkalarına da zararlı olduğuna ikna olur. Bu yöntemi uygulayabilmek için, hekim kendi bilgisine ve hastası üzerindeki hâkimiyetine güvenir. Bkz. PSİKOTERAPİ


Intersex

Bkz. PSÖDO - HERMAFRODİTİZM


Intihar Girişimi

Kişinin ya aşırı ilaç yutarak, yahut başka bir yoldan bile bile hayatını tehlikeye soktuktan sonra yaşamasını gene sürdürdüğü durumlar intihar girişimi, başarısız intihar girişimi, intihar hareketi veya kendini zehirleme olarak tanımlanır. Bu terimler doğru olmayabilecek anlamları kapsadıkları için tatmin edici değildirler, fakat «intihar girişimi» terimi yaygın olarak, kullanılmaktadır. Bu fenomene son yirmi beş yıl içinde öyle çok raslanmaktadır ki, intihar girişimi artık birçok genel hastahanede âcil hasta kabulünün önemli tek nedeni haline gelmiştir. 1960-61 yılları arasında Sheffield'de yürütülen bir araştırmada intihar girişiminin, nüfusun % 0.1 i oranında olduğu ortaya çıkmıştır; bu yaklaşık olarak intihar oranının on katıdır.
İntihar girişiminde bulunan kişiler ile intihar girişimini «başaran» yahut «tamamlayan» kişilerde görülen demografik ve psikiyatrik karakterist'kler farklıdır. Kadınlarda intihar girişimi, erkeklere ki yasla iki kat daha fazla görülür ve ileri yaşlarda fazla olacağı yerde azdır. Aslında, intihara kalkışanların çoğunluğu 15-35 yaşları arasındaki kadmlardır. Kırsal alanlara kıyasla kentsel alanlarda bu oran daha yüksektir. En yüksek oranlara ise, yoksulluğun, kötü konut koşullarının ve suç işlemenin hüküm sürdüğü kesimlerde raslanır.
Başarılı ve başarısız intihar girişimleri, kullanılan yöntemler bakımından da farklıdır. Başarısız girişimlerde aşırı aspirin dozu veya çeşitli trankilizanlarla an-tidepresanlar daha belirgindir; kömür gazı gibi öldürücü gazlar ise daha az yer tutar. Tabanca ve çakılar kullanılmaktan ziyade gösteriye yarar ve sık raslanan yaralar yalnızca bilekte birçok yüzeysel çiziklerdir. Gerçekten de, ölüm tehlikesi ço ğu zaman çok'azdır, çünkü ya kullanılan ilaç zararsız veya ufak dozdadır, yahut süje olaydan hemen sonra bulunur veya ne yaptığını hemen başkalarına söyler. intihar girişimleri ile başarılı intiharlar arasında psikiyatrik karakteristikler bakımından da farklar vardır. İntihar girişimlerinde depressif hastalıklara ve alkolizme nispeten az raslanır. Depresyon tipi psikotik olmaktan ziyade nörotiktir ve çoğu zaman oldukça hafif bir depresyon sözkonusudur. Çeşitli kişilik bozuklukları, «başarılı» intiharlara kıyasla, özellikle tekrar tekrar intihara girişimlerde daha çok görülür. Bu arada, muhtemelen
% 20'sinde önemli hiçbir psikiyatrik anormallik yoktur.
Bu gerçekler, intihar girişimi ile intiharın farklı fenomenler olduğunu ve intihar girişimine yalnızca intiharın basit bir biçimi olarak bakmanın imkansız olduğunu yeterince ispatlamaktadır. Gene de, ikisi arasında kesin bir ayrım yapmak hem doğru olmaz, hem de tehlikelidir. Bir kere, hastanın hayatını ne dereceye kadar tehlikeye soktuğu hususu, hastanın niyetlerini tam olarak göstermez. 10 tane ben-zodiazepin kapsülü yutan birisi, öldürü cü bir doz aldığını sanabilir. Bunun tersi örneklere de çok rastlanır. Ayrıca hastanın intihar girişiminden sonra başkaları tarafından görülme veya görülmeme niyeti, dolayısıyla kurtarılması ihtimali, birçok raslantılar sonucu gerçekleşebilir veya gerçekleşmeyebilir. Daha da önemlisi, hem intihar girişiminde, hem de intiharda hastanın intihar nedenleri karışıktır.
En çok rastlanan intihar nedenleri şunlardır:
1. Ölme arzusu.
2. Kişinin dayanılmaz bir acı içinde olduğunu başkalarına gösterme arzusu.
3. Belli bir kimseyi, çoğu zaman bir akraba veya sevgiliyi, etkileme arzusu. Bu, onları daha düşünceli davranmaya zorlamak veya onlarda suçluluk duygusu uyandırarak cezalandırmak için olabilir.
4. Bir kumar niyeti-sonucunda ölüm veya gene yaşama ihtimalini kabullenerek bile bile canına kıymak.
Bu nedenlerden birincisi, intihar vakalarında ve hayatlarını gerçekten tehlikeye sokanlarda çok rol oynar. İkincisi veya üçüncüsü ise intihar girişiminde bulunanlarda çok görülür. İntihar girişimlerinin rasyonel bir biçimde ele alınması, herbir olaydaki dominan nedenleri saptamakla mümkündür. Bu, ilaçları niçin yuttuklarını hastalara sorarak sağlanamaz. Gerçek nedenleri saklama eğilimlerinin yamsıra, özellikle anî bir his sonucunda intihara girişenler, aslında bu nedenleri gerçekten bilmekler. Fakat mümkünse, olaydan hemen sonra yapılacak dikkatli bir soruşturma, duru mu yeterince aydınlatacaktır. En önemli noktalar arasında, hastanın- bulduğu tabletlerin hepsini yutup yutmadığı, kimseye haber verip vermediği, olayın doktora nasıl ulaştığı, kimlerle kavga ettiği, depresyon geçirip geçirmediği ve bu girişimden muhtemelen kimin etkilendiğidir. Karakteristik olarak yalnız ve dostsuz olan intihar etmiş kişinin tersine, intihar girişiminde bulunanlar başkalarıyla kurdukları hayalkırıklığı yaratan ilişkilerin içinde tutsaklaşmışlardır; meselâ sevgilisi tarafından terkedilen bir delikanlı, rutubetli bir bodrumda dört çocuğu büyütmek için uğraşan, kocası alkolik bir kadın, vs. Bu gibi kişilerin başlıca nedenle ri çoğu zaman yukarıda sayılan ikinci ve üçüncü çeşit nedenlerdir ve bu açıdan bakılınca bu kişilerin intihar girişimleri, çoğu zaman «başarılıdır».Zira ya delikanlının sevgilisi suçluluk duyarak dönmeye söz verir, yahut kabahatli koca birkaç hafta ev işlerine yardım eder ve bu arada konut sorunu çözümlenme yoluna girer. Bazı durumlarda intihar girişimlerinde açıkça şantaj sözkonusudur ve elbette ki meseleye bu açıdan bakanlar suçluluk duymaktan ziyade öfkelenirler. intihar girişimleri bu bakımlardan çoğunlukla «başarılı» olduğu için, önlenmeleri zordur. Hattâ intihar girişiminde bulunanların hepsinin düzenli bir biçimde bir psikiyatrist tarafından kontrol edildikleri kentsel alanlarda bile, mevcut geniş psikiyatrik ve sosyal kolaylıklara rağmen, intihara girişme oranında hiçbir azalma gö-rülmemekted'r. Gene de, intihara girişen her kişinin bir psikiyatrist tarafından muayene edilmesi uygun bir kuraldır, çünkü bunların birçoğunda tedavi edilebilecek bir depresyon mevcuttur veya içinde bulundukları sosyal sorunların ça
resi vardır. Bazı görevliler, şımarıkça hareketler saydıkları bu durumlarla uğraşmaya kızarlar ve ilerde bu gibi vakaları önleme umuduyla daha az anlayış göstermeye taraftardırlar.
Bu mutsuz insanlardan en az % 10'unun sonunda kendilerini gerçekten öldürdükleri unutulmamalıdır. Bununla birlikte, aşırı dozda ilaç alınmasını önleyebilecek birtakım önlemler düşünülebilir. Hipnotik ve trankilizan reçetelerini daha dikkatle vermek ve kullanılmayan ilaçların mutlaka atılması için ısrar etmek, en belli başlı bir önlemdir. Başka bir önlem ise halka satılan aspirin ve benzeri analjez:klerin tek tabletler halinde ambalajlanmasını sağlamaktır; çün kü intihar girişimlerinin birçoğu anî bir his sonucudur ve yeterli miktarda tabletin ambalajı çıkarılıncaya kadar bu his geçebilir. Bkz. İNTİHAR



Iptila

«İptüâ» sözcüğünün anlamı üzerinde bir uyuşmaya henüz varılamamıştır. Hekimler fiziksel yönleri üzerinde dururken, sosyologlar sosyal yönleri, avukatlar ise hukukî yönleri üzerinde İsrar ederler. Oysa bu terim öylesine yaygındır ki, vazgeçilmesi sözkonusu olamaz. Bu terimin tanımlanmasında ortaya çıkan güçlüklerden ötürü, Dünya Sağlık Teşkilâtı tarafından, sözkonusu ilâcın jenerik adıyla birlikte kullanılarak çeşitli alışkanlık tiplerini nitelemek üzere ortaya atılan bağımlılık (dependence) teriminin kullanımı yaygınlaşmıştır. Bu bağımlılık tipleri ayrı ayrı tanımlanabilir, fakat uyuşturucu madde kullananların çoğu kişisel ihtiyaçlarını gidermek için birden çok madde aldıklarından terimin faydaları sınırlanmıştır. Dünya Sağlık Teşkilâtının tanımlamaları aşağıda belirtilmektedir:
ilaç: Kullanıldığı zaman canlı organizmanın bir veya birden fazla fonksiyonunu değiştiren herhangi bir madde.
ilâcın Kötü Kullanımı (abuse): Tıp yöntemlerine aykırı veya bunlar dışında sürekli veya zaman zaman (sporadik) aşırı miktarda ilaç kullanmak.
İlaç Bağımlılığı (dependence): İlaç ile canlı organizmanın karşılıklı etkilerinden doğan psişik ve bazan fiziksel olabilen bir durum, ilacın meydana getirdiği psişik etkileri yaşamak ve yokluğunun yol açtığı rahatsızlığı gidermek amacıyla sürekli veya zaman zaman ilacı kullanmaya karşı duyulan şiddetli bir arzu sonucu ortaya çıkan davranış ve benzeri tepkiler bu durumun karakteristikleridir. Tolerans oluşabilir veya oluşmayabilir. Kişi birden fazla ilaca alışmış olabilir.
«İlaç» teriminin Dünya Sağlık Teşkilâtı tarafından tanımlanan kavramı birçok maddeyi kapsar. Ancak, ilacın kötü kullanılması veya ilaç bağımlılığı sözkonusu olduğu zaman kullanılan ilaçlar, kullananın zihinsel durumunda genellikle keyif verici nitelikte bir değişiklik yaratan özelliğe sahip maddelerdir. Bu ilaçlar genellikle üç ayrı grupta incelenir: İlk gruptakiler, bilinç üzerinde depresan etki yapan ilaçlardır. Bunlar arasında narkotik analjezikler (afyonlu ve benzeri ilaçlar), hip-nosedatif ilaçlar, barbitürat (bkz.) ve barbitürat sınıfından olmayan sedatifler yer alır. İkinci grupta olan ilaçlar stimü-lan etkisi ön planda olan ilaçlardır. Bunlar arasında amfetamin (bkz.) ve benzeri ilaçlarla kokain (bkz.) sayılabilir. Üçüncü grup ise, hallüsinojenik (bkz.) etkisi olan ilaçlardır. Bunlar LSD, psilosi-bin ve meskalindir. Kannabis (bkz.) kendine özgü değişik bir türde bağımlılık yaratmasına ve değişik kullanımına rağmen bu sınıfa girebilir. Dünya Sağlık Teşkilâtı tarafından ortaya atılan bu kısa
tanımlar daha ayrıntılı bir açıklama gerektirmektedir.
Sözkonusu teşkilât tarafından fiziksel ve psikolojik bağımlılık arasında bir ayrım yapılmış ve bu ayrım, keyfi gözükmesine rağmen, uygulamada faydalar sağlamıştır. Fiziksel alışkanlık denilince, nöro-bi-yokimyasal bir değişiklik sonucu oluşan muhtemelen uzun süreli fakat şüphesiz geçici ve kullananda beliren, ilacın alınmaması durumunda ortaya çıkacak rahatsızlığı önlemek amacıyla ilacı almaya karşı gerçek bir fiziksel ihtiyaç anlaşılır. İlacın yokluğu halinde beliren sendrom-lara (abstinans sendromu), sık sık psikolojik kökenli semptomlar da eklenir, fakat abstinans semptomlarının fiziksel temellere dayandığı konusunda görüşbirli-ğine varılmıştır. Meselâ afyonlu maddelerin bırakdması sonucu görülen semptomlar ve barbitürat bırakılması sonucu görülen konfüzyon ve ihtilâçlar fiziksel nedenlere dayanır.
Psikolojik bağımlılık, ilaçtan elde edilen sübjektif keyif halinin yanısıra, kişinin ilacı kullanmakta İsrar etmesine sebep olan emosyonel arzuyu da kapsar. Psikolojik bağımlılık ayrıca anksiete, depresyon ve genel memnuniyetsizlik gibi ruh hallerinden kaçınma ihtiyacını da kapsar. Ayrıca psikolojik bağımlılık, sık sık görülen biçimiyle, ilaç kullanımına karşı beliren aşırı derecede kişisel bağlılık duygusuyla da ilişkilidir. Bu durum, alışanın hayat biçimini, yalnızca ilaç kullanımı etrafında dönecek biçimde, adetâ altüst etmesiyle olur. Tüm zamanını, maddeye karşı bağımlılığını arttıran ve kendinde büyük sosyal değişikliklere yol açan, kendi gibi ilaç müptelâları arasında geçirir. Onların ilaç kullanımına dayanan ortak değer yargılarını benimser ve yalnızca toplumun onu reddetmesinden dolayı değil, fakat «varolmayı» bütünüyle ilaç kullanmakla bir tutmaktan dolayı toplumdan uzaklaşır. Böylece, herkesten ayrı bir hayat tarzını ve güç bir yaşantıyı benimser.Uyuşturucu madde kullananlar, özellikle toplum norm'Iarına karşı gösterdikleri tepki anlarında olduğu gibi, bazı davranışlarıyla birbirlerinde ve toplumda önemli etkiler yaratan uyuşturucu madde «tekkelerinin» üyesi olurlar. Toplumdan uzaklaşma duygusu kendiliğinden şiddetlenir ve geçimini kazanmak gibi geleneksel amaçların reddedilmesine yol açar. Değişik bir giyim tarzı ve konuşma şekli bu topluluğun sembolü olur; bunlar ilacın etkisi olmasalar bile, önemli sonuçlarıdır. Böyle bir «tekke» topluluğunda üyelik, alışkanlıktaki psikolojik ihtiyaçların giderilmesinde faydalı olduğu için, sosyal sonuçlar oldukları kadar, psikolojik alışkanlık tablosunun bir parçası da sayılırlar.
Bazı maddelere karşı tolerans geliştiği için arzu edilen etkiyi yaratabilmek amacıyla, ilacın dozunu arttırmaya tolerans denilir.
İlaç alışkanlığı, toplumsal şartlara olduğu kadar, psikolojik rahatsızlığa da bağlı, karmaşık bir bozukluktur. İlaç alışkanlığından ötürü olduğu düşünülen etkiler tedbirlerle ele alınmalıdır, çünkü bunlar yalnızca bilinen farmakolojik etkilerle değil, aynı zamanda kullananın ruh hali ve beslediği umutlarla da ilgilidir.
ilaç Bağımlılığı Çeşitleri 1. Depresan ilaçlar
(a) Narkotik analjezikler: Morfin tipi. Bu ilaçların yarattığı alışkanlık, Dünya Sağlık Teşkilâtı tarafından morfin tipi ilaç alışkanlığı olarak sınıflandırılır. Bu gruba dahil olan ilaçlar morfin, diamor-fin, metadon, petidin, bütün afyon türevi analjezikler ve sentetik afyon benzeri ilaçlardır. Bu tür alışkanlığın karakteristikleri, şiddetli fiziksel ve psikolojik alışkanlık halleri ve tolerans gelişmesidir. Yani, kullanan ilaca karşı arzu duyar, fakat bu kaçınılmaz bir biçimde değildir. İlaç bırakıldığı zaman karakteristik bir abstinans sendromu belirir. Bu semptomlar arasında huzursuzluk, irritabilite, yüz ve vücudu ovuşturma hali, kuruntular, esneme, salya akması, mide bulantısı, kusma, kramplar, eklem ağrıları, göz ve burun akmışı, diyare ve sonraki safhalarda tansiyon yükselmesi, kanda şeker miktarının artması, spontane ejakülasyon ve orgazm vardır. Bu maddelerin, alışkanlık potansiyeli belki de en yüksek olanıdır. Afyonlu maddelerin verdiği keyif duygusu sürekli değildir, tolerans geliştikçe kendini iyi hissetme duygusu (öfori) azalmaya başlar. Böylece, maddeyi kullanmaya devam etmek için en önemli neden bırakıldığı zaman ortaya çıkacak ruhsal çöküntüyü önlemek içindir. Başlangıç safhasındaki keyif duygusu ve ondan sonraki safhalarda ilacın yokluğu sonucu ortaya çıkan çöküntü, ilacı almaya devam arzusu yaratır. Morfin benzeri ilaçlar kişiyi başarısızlığın sosyal sonuçlarına karşı pasif ve âtıl kılarak onun sosyal bir varlık olarak fonksiyon görmesini engeller. Bu maddelerin, fazla miktardaki dozlarının sebep olduğu ölüm vakaları dışında, büyük tehlikeleri olmamakla birlikte, steril olmayan iğnelerin kullanımı sonucu abse, tronıboflebit, septisemi, sarılık, pnömoni, endokardit ve seyrek de olsa tetanoz ve malarya gibi tehlikeleri vardır. Ayrıca,4. Kannabis bağımlılığı (bkz.)
Fiziksel bağımlılık ve tolerans gelişmediği halde, şiddetli psikolojik bağımlılık halleri görülmüştür. Psikolojik bağımlılık halinde kişi ilaca devam etmek için önüne geçilmez bir arzu duyar. Uzun süreli kannabis kullanımının kalıcı zararlara yol açtığı konusunda belirli deliller bulunmamakla birlikte, kronik kannabis entoksikasyonunda gerileyen sosyal davranışlar, apati, tembellik ve atâlet görülür. Aşırı kannabis kullanan kişi, bu maddenin öylesine etkisi altındadır ki, başka hiçbir şey düşünemez. Paranoid karakter taşıyan kısa süreli psikotik durumlar görülmüşse de, bunların kannabis kullanımıyla mı ilgili oldukları, yoksa kannabis kullanımı sonucu mu ortaya çıktıkları konusunda henüz fikir ayrılıkları vardır. Hafif dozda kannabis kullanımı sonucu aşırı neşe, şakacılık, umursamazlık ve küstah davranışlar da görülür. Bu etkileri esas alarak, kannabisi zararsız bir en-toksikan olarak niteleyenler vardır, fakat bunlar kannabis kullanımının yol açtığı psikolojik bağımlılığı görmezlikten gelen yorumlardır. Kannabis.'n, diğer ilaçların kullanılmasına yol açması konusunda farmakolojik bir neden olmamasına rağmen, kişinin edindiği dostlar yoluyla sosyal bağlar kurulabilir.
Uyuşturucu madde alışkanlığının, daha önce mevcut olan kişilik bozukluklarına bağlı olduğuna dair deliller vardır. Ayrıca Amerika'da yapılan bazı incelemeler, uyuşturucu madde bağımlılığıyla sosyal patoloji arasında bir ilinti bulunduğu göstermektedir. Örneğin, sosyal ve parasal yoksunluklar, fırsat eşitsizliği, az gelirli bazı azınlık ırk gruplarının mensubu olmak gibi. Bu sosyal ve kişilik patolojisinin bir araya gelmesi bağımlılığın geliş mesi için uygun zemini hazırlar. İngiltere'de son yıllarda yapılan bazı araştırmalar, afyonlu madde kullananlar arasında yüksek derecede kişilik bozuklukları göstermişse de, belirli sosyal patoloji
biçimlerinden söz edilmemektedir. Bütün sosyal sınıflarda ve geniş çapta değişik aile zeminlerinden gelenlerde bağımlılığa rastlanmıştır; ebeveynlerinde alkolizm, psikiyatrik bozukluklar, suçluluk ve ayrılma gibi durumların mevcudiyeti ise yalnızca ufak bir azınlıkta görülmüştür. Uyuşturucu madde kullananlar arasında bazıları, önceden mevcut anksiete veya depresyon hallerini uyuşturucu madde kullanarak geçiştirebildikleri için bu yolu seçerler. Uyuşturucu madde kullanımında erkeklerin sayısı kadınlardan 5 : 1 oranında daha yüksektir. Uyuşturucu madde alışkanlığının, kriminaliteyle ilişkisi, ispatlanabilmesine rağmen, güç tanımlanabilir.
Uyuşturucu madde bağımlılığının teşhisi, maddeyi kullananın geçmişine ve mua yeneye dayanır. Belirtiler arasında enjeksiyon izleri, tromboflebit, abse, enjeksiyon ülserleri ve zaman zaman ilacın yokluğunda ortaya çıkan semptomlar sayılabilir.
Uyuşturucu madde kullanıldığını ispatlayan en kesin yöntem ise, idrarın ince tabaka veya gaz kromatografik muayenesi-dir. Hasta her görüldüğünde idrarı alınmalıdır.
Tedavinin amacı, tam bir sosyal ve psikolojik rehabilitasyonu esas alarak uyuştu rucu madde kullanımını tamamen kesmektir. Fakat bunun başarılması o kadar güçtür ki, birçokları uyuşturucu maddeyi tamamen kesmeyi hedef olarak kabul etmelerine rağmen, bunu başlangıç tedavi hedefi olarak gerçekdışı saymaktadırlar. İlk altı ayda uyuşturucu madde alışkanlığının nüksetmesi ihtimali olmakla birlikte (% 90), Amerika Birleşik Devletlerinde yürütülen bazı incelemeler, eroin kullananların beş yıl içinde % 30 oranında bu alışkanlıktan vazgeçtiklerini göstermiştir.
Bu gerçekler göz önünde tutularak başlangıç tedavisi, bağımlılığın genellikle medi-kal ve psikiyatrik komplikasyonlarına yöneltilmektedir. Böylece uzun süreli tedavide, hastayı daha dengeli bir hayat tarzı seçmek üzere yeniden eğitmek ve sonra alışkanlığından kesin olarak vazgeç meşini sağlamak hedef alınmaktadır. Bu tedavinin en zor yanı, bağımlılığın doğuracağı gerçek zararlar ve bu bağımlılıktan arınmış bir hayatın da yaşanmaya değer olduğu hususlarında hastayı ikna edebilmektir. ilacın bırakılması sonucu ortaya çıkan sendromlar (abstinans sendro-mu) hastahane tedavisiyle kolayca giderilebilir. Afyonlu madde bağımlılıklarında, bu madde yerine metadon verilmesi, metadonun yavaş itrahı ve uzun süreli etkisinden dolayı faydalı bir tedavidir. Uyuşturucu maddeyi bırakanlara uygula nan tedavi biçimleri hekimlerin tercihlerine göre farklılıklar gösterirse de, genellikle kullanılan yöntem trankilizan beraberinde veya yalnız olarak metadon tedavisidir. Bazı hekimler tedavinin başladığı ilk birkaç gün içinde intramüsküler eroin tedavisi uygularlar. Fenotiazin tedavisi, barbitürat alışkanlığı tespit edilmediği halde, barbitürat kullanımından vazgeçildiği zaman ortaya çıkan nöbetlere yol açtığı için tehlikelidir. Sürekli afyon kullanan hastalar bir hastahanenin ameliyatla?
hanesi veya âcil servisine, vazgeçme sonucu beliren sendromlar göstererek başvur dukları zaman uygulanacak en faydalı tedavi biçimi, ağız yoluyla veya intramüsküler zerkle verilen metadondur. Barbitürat bağımlılıklarında, madde bırakıldığı zaman şiddetli ihtilâçlar (konvülsiyonlar) başgösterir. Uygulamada en basit yöntem, hastanın bir süre hafif bir konuşma bozukluğu göstereceği (dizartri) entoksi-kasyon seviyesini muhafaza edebilmektir. ilâç tedavisi her dört saatte bir verilen ve hergün dozu 100 mg azaltılan pentobar-bitondan ibarettir. Uyuşturucu madde bırakıldığı zaman hastanın iyi beslenmesi, rehidrasyonu ve vitamin takviyesi gereklidir.
Barbitürat kullanımının yol açtığı deli-rium, başarısı kesin olmamakla birlikte, genellikle geçici entoksikasyonla tedavi edilir. Amfetamin bırakılması anî olma hdır. Uzun bir uykudan sonra, hasta durgun ve sinirli olur. İştahın açılmasıyla hızla kilo almaya başlar. Kokain bağımlılığında da aynı tedavi uygulanır. ilaç bırakıldığı zaman ortaya çıkan durumlar, fiziksel bağımlılık sözkonusu olduğu zaman daha da şiddetlidir. Ancak bu, psikolojik bağımlılığın yol açtığı yalvarma, ilaca özlem duyma ve ilacı elde edebilmek için zora başvurma gibi davranışların küçümsenmesi gerektiği anlamına gelmez.
Asıl sorunlar ilaç bırakıldığı zaman ortaya çıkar. Bunların en önemlisi maddeyi kullanmamayı sürdürebilmektir. Bu ilaç lar günlük sorunlardan kaçış yolları sağlar ve uyuşturucu madde alışkanlığı olanlar için bu kaçış, tedavi yöntemlerinden daha etkili ve kesindir. Bağımlılık bir depresyon sendromu olduğu zaman, depresyonun giderilmesi sonucunda ilaç arzusu azalabileceğinden, bu daha ümit verici bir durumdur, ama böyle durumlara pek sık rastlanmaz. Hastaların çoğunluğu kişilik bozukluğu gösteren kişilerdir. Bu hastalar genellikle zevk için veya benlikleri ile yaşama sorunları arasında bir engel niteliği taşıdığı için ilaç kullanmışlardır. Böylece ortaya, kişilik bozukluğunu düzeltmek gibi, psikiyatrinin çok başarılı olmadığı bir alanda uygulanan tedavinin güçlükleri sorunu çıkar.
Son yıllarda, eskiden ilaç kullanmış kişilerden yararlanarak uygulanan rehabilitasyonun daha başarılı sonuçlara yol açtığı dikkati çekmektedir. Bunun olumlu bir yaklaşım biçimi olduğu ispatlanmıştır. ilacın bulunmadığı ve ilacı bırakmak konusunda sıkı bir baskının uygulandığı bir ortama yerleştirilen hastaların, bu baskı eskiden ilaç kullanmışlardan geldiği zaman tedaviye daha olumlu cevap verdikleri görülmüştür. Amerika'nın bazı kesimlerinde, eskiden ilaç kullananların katkısıyla kendi kendine yardım olarak nitelendirilen bu rehabilitasyon yöntemi, ümit verici sonuçlar getirmiştir. Eskiden uyuşturucu madde kullananlar, hastaların başvurdukları kendini aldatma yollarını iyi bildiklerinden, hastaları dramatik bir hava içinde gerçeklerle karşılaştırırlar. Bu tür topluluklarda yeni gelene geri planda bir rol ve statü verilerek kısa zamanda kendisinin de bu topluluğa bir katkıda bulunması ve davranış ve duygularından sorumlu olması gerektiği anlatılır. Grup toplantı seanslarına başvurulur ve birbirlerini şiddetle etkilemeleri kural olarak benimsenir. Bu yöntemler uzun süreli ve pahalı olmakla birlikte, tamamen iyileştirme yönünde ümit verici sonuçlar getirmişlerdir. Tek ve grup tedavisinin uygulandığı geleneksel psikiyatrik yöntemler değerlerini kaybetmeye başlamışlardır. Trankilizan veya antidep-resan ilaçlarla tedavi hastada tekrar ilaç alışkanlığına yol açabileceğinden tehlikelidir.
Amerika Birleşik Devletlerinde, Dole ve Nyswander, afyon bağımlılığının tedavisinde, tedaviye psikojenik açıdan bakılması yerine uzun süreli fiziksel bağımlı-
lığın önemi üzerinde duran tamamen yeni bir yöntem getirmişlerdir. Uyuşturucu maddeye karşı duyulan arzuyu azaltmak ve madde kullanıldığı zaman meydana gelen Öfori duygusunu önlemek maksadıyla farmakolojik blokör olarak metadon kullanılır. Amerika'nın bazı yerlerinde, alışkanlığı nükseden bazı hastalara metadon uygulanması sonucunda, bu hastalar verimli ve toplumca benimsene-b-len bir hayat tarzı sürdürebilmişlerdir. Ayrıca metadon programları hastada, başarıyla sonuçlanacak riskli bir girişimin bir parçası oldukları duygusunu yaratarak, grup moralini yükseltir ve böylelikle sosyal faktörler de rehabilitasyonda kendilerine düşen görevi yerine getirmiş olurlar. Yakın bir gelecekte çeşitli uyuşturucu madde alışkanlıklarının tedavisinde farmakolojik blokörlerin önemli bir rol oynayacakları muhtemel görülmektedir. Bu yöntem gerçekleşinceye kadar, çeşitli rehabilitasyon yöntem ve programları uygulanmalı ve denenmelidir. Barbitürat ve amfetamin kullananlara uygulanacak rehabilitasyon hakkında yeterli bilgi yoktur. Bazı deneyler, şiddetli barbitürat bağımlılıklarının çok zor tedavi edildiğini ortaya çıkarmıştır. Amfetamin iptilasın-da ise, ilaç çok cazip olduğu ve kolayca elde edilebildiği için, tedavide güçlükler ortaya çıkmaktadır. Hastayı alışkanlıktan vazgeçmeye itecek nedenler genellikle azdır.
Eroin bağımlılığı kendi kendine sınırlanan özelliklere sahiptir; eroinman kişi. elde ettiği öfori duygusunu zamanla kaybeder ve yalnızca madde bırakıldığı zaman ortaya çıkacak ruhsal çöküntüyü önlemek için ilacı almaya devam eder. Yaşlanma, psikolojik bir olgunluk sağlar ve ilaç kullanımının tehlikelerinin anlaşılmasına yardım eder. Böylelikle, uyuşturucu madde bağımlılığında, yakın bir geçmişi olan hasta, uzun bir geçmişi olan hastaya kıyasla, ilacı bırakmaya daha az yatkındır. Fakat bu durum tedavi çabalarını önlemek için bir neden sayılmamalıdır.
Uyuşturucu madde bağımlılığı, kronik ve nüksedici bir bozukluk olup tedavisine tıp ve psikiyatride çok raslanır. Uzun süreli tedavi ve denetim, ulaşılması gereken hedefler olarak sınırlı olmakla birlikte, hasta daha belirli bir değişme seviyesine ulaşabilecek duruma gelinceye kadar, hastaya en pratik şekilde faydalı olma yoludur.
ingiltere'de eroin ve kokain reçeteleri ancak lisanslı hekimler çerçevesinde sınırlandırılmıştır. Eroin uygulaması kesin bir medikal tedbir olmaktan çok, sosyal bir tedbirdir. Tedavide uygulanan bu yaklaşım biçimi, son zamanlarda yeniden gözden geçirilmeye başlanmıştır. Bununla birlikte, genel olarak afyonun bırakılmasından ötürü ortaya çıkan absti-nans tezahürlerini önlemek amacıyla verilen metadon ve şiddetli barbitürat entok-sikasyonuna girmiş barbitürat bağımlılarına âcil durumlarda verilen barbitürat-lar dışında, uyuşturucu madde kullanan hastalara bağımlılık doğuran ilaçlar vermek doğru değildir. Barbitürat uygulaması, bilindiği gibi ilacın bırakılmasıyla ortaya çıkan ihtilâçları önlemek içindir. Yakın zamanlarda, Viyana'da psikotrop maddelerin bağımlılık doğurucu potansiyellerini ele alan bir Birleşmiş Milletler Konvansiyonu düzenlenmiştir. Bu Konvansiyonun amacı, bu maddelerin bağımlılığına karşı yapılacak mücadelede uluslararası işbirliğini sağlamaktır. Üye ulusların resmî onayından geçmesi gereken bu konvansiyon, ithalat ve ihracat kısıtlamaları, imalât ve dağıtım safhalarında gerekli lisans aranjmanları, özel etiketleme ve dikkatli kayıt işlemleri konusunda tedbirler getiren dört ayrı denetim biçimini kapsamaktadır. Bunlara paralel olarak, ilaçların terapötik değerleri ve bağımlılık doğurma ihtimallerine dayanan dört liste saptanmıştır. Narkotik ilaçlar Komisyonunun önerisiyle zamanla bazı yeni
ilaçların da listeye eklenmesi öngörülmüştür.
Mevcut listeler aşağıdaki tabloda gösterilmektedir. Maksimum iptila tehlikesi ve maksimum kontrol zorunluluğu I. Pozisyonda, minimumlar ise IV. Pozisyonda belirtilmiştir.
Son Birleşmiş Milletler Konvansiyonunda Saptanan Maddeler Listesi
Maddenin Uluslararası Adı Pozisyon
DET I
DMHP I
DMT I
Liserjid (LSD, LSD-25) Meskalin I I
Paraheksil I
Psilosin, psilotsin Psilosibin ! I
STP, DOM I
Tetrahidrokannabinoller,
bütün izomerleri I
Amfetamin II
Deksamfetamin II
Metamfetamin II
Metilfenidat II
Fensiklidin II
Fenmetrazin II
Amobarbital III
Siklobarbital III
Glutetimid III
Pentobarbital III
Secobarbital III
Amferpramon IV
Barbital IV
Etklorvinol IV
Etinamat IV
Meprobamat Metakualon IV IV
Metilfenobarbital IV
Fenobarbital IV
Pipradrol SPA IV IV



Irade

İrade eyleminde belli bir biçimde hareket etmek ve bir eylemi başlatmak için bilinçli ve kasitli bir karar sözkonusudur. Ka rar verme, değişik eylemler arasında seçim yapma ve bu eylemlerin yöneldiği hedefleri bilme anlamına gelir. Bu nitelikteki önemli kararlarda, benlikteki hâkim değerler rol oynar. Böylece iradeli eylem ile impülsif eylem çelişir; bunların ikisi de konatif (bkz.) proçeslerdir. Bkz. EMOSYON ve İMPULS
İRKİLME REAKSİYONU



Irkilme Reaksiyonu


Bu terim birkaç değişik fenomen için kullanılmaktadır: Gürültüye ya da anî harekete mâruz bebeklerde, irkilme reaksiyonu bacaklarda ve gövdede ekstansi-yon biçiminde olur; anı gürültüye mâruz normal yetişkinlerde ise, irkilme reaksiyonunun, karakteristikleri pupilla dilatas yonu, omurga ekstansiyonu, avuçlarda terleme ve nabız hızında artmadır: Paradoksal olarak, anksiete nevrozlu hastalar daha az tepki gösterirler, çünkü fizyolojik bakımdan zaten «dolu» durumdadırlar.


Issızlık


Genel ekonomik koşullar, yaş ilerlemesi ya da hastalık nedeniyle işsiz kalma çok kere reaktif depresyona ve emosyonel uyum bozukluğuna yol açar. Ayrıca, utanç ve kişinin öz saygısını yitirmesi intihara da yol açabilir; yaşlılardan oluşan bir intihar vakaları serisinde, bunlardan % 21'inin intihar nedeni işsizlik olarak saptanmıştır. Şizofreniklerde hastalık ilerledikçe beceri azalması görülür ve işyerlerindeki tensikatlarda ilk işten çıkarılanlar akıl yetersizliği olan kişilerdir. Otomasyon ve diğer modern çalışma süreçleri de, bu işçiler için sürekli işsizliğe yol açabilmektedir.

Iştah


Fizyolojik, biokimyasal ve endokrinolojik tezahürleri bilinen açlık duygusundan ayrı olarak iştah, yemekten alınan psikolojik zevkin değerlendirilmesini de kapsar. Birçok psikiyatrik hastalıkta, özellikle af-fektif bozukluklarda, iştah da bozulur. İştahta değişim çok kere azalma, hafif ve şiddetli depresyonda mutlaka görülür. Marasmus nervosus'da iştah azalması, çocuklarda bile son derece zayıflamaya yol açabilir. Anoreksia nervosa'nın seyri sırasında iştah az, normal, hattâ fazla bile olabilir; fakat eğer bulimia mevcutsa, aşırı ishal, zorlama kusma ve iğrenme gibi durumlar görülür.

 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#15
K



Kabus (Pavor noctorus )


Kâbus, kişide bir boğulma duygusu yaratan ve çok kere uykusundan uyanmasına yol açan korkulu bir düştür. Her yaşta görülebilir ve nedenini açıklamak güçtür. Çocuklarda tekrarlayan kâbuslar bir sorun haline gelebilir, çünkü her gece ebeveyn de, çocuk da yatma saatini korkuyla beklemeye başlarlar. Ebeveyn ve çocuğa basit bir sedatif verilmesi gereklidir. Yetişkinlerde ise korkutucu yaşantılar, bu gibi olaylardan yıllar sonra bile, uyku sırasında boşalarak tekrarlayan kâbuslara yol açabilir. Oysa psikiyatrik hastaların çok seyrek olarak kâbuslardan şikâyet etmeleri tuhaf bir gerçektir.


Kafa Travması


Kafa travması sonucunda beyne ulaşan yaralar, kafatası kırıkları yahut beyin ya da çevresinde kanamalar olabilir. Klinik tablo yalnızca travmanın şiddetine değil, aynı zamanda bu gibi komplikasyon faktörlerinin mevcudiyetine göre de değişir. Travmanın ilk etkisi konküsyondur (bkz.) -hafif vakalarda bir şaşkınlık, zihinsel belirsizlik durumu; şiddetli vakalarda ise bilinç kaybı. Birçok hasta süratle ve hiçbir komplikasyon gelişmek-sizin kendine gelir. Minimal konküsyon-da, bilinçsizlik durumundan çıkan kişide daha sonra bir konfüzyon ya da bilinç kaybı gelişmesi intrakranial kanamaya ya da subdural hematomaya işaret eder. Uzun süreli bilinç kaybından sonra ba-zan yarı-bilinçli bir huzursuzluk, perse-verasyon yahut anlamsız sesler ve enkon-tinans görülür ve hasta aylarca bakıma muhtaç kalır. Daha kısa süreli post-trav-matik delirium da görülebilir. Kazadan önceki ve sonraki bir dönemi kapsayan amnezi (bkz.) sık sık kalıcı niteliktedir; bazan hem organik, hem de fonksiyonel olan daha yaygın akıl yetersizlikleri görülür. Demans hem hafızayı, hem de en-tellektüel performansı etkiler. Bazan en-tellektüel performansı etkilemeyen bir
dismnezik sendrom (Korsakoff psikozu) (bkz.) görülür. Kafa travmasından kısa süre sonra epileptik nöbet, intrakranial hcmatoma ve çökük, kırığa eşlik eden uzun süreli post-travmatik amnezi gibi durumların hepsi ilerde epilepsiye işaret eden kötü prognoz belirtileridir. Boksörlerin mâruz kaldıkları tipte tekrarlı hafif travmalar, tek bir önemli travma kadar hasar etkisi yaratabilir. Sonucunda gelişen «yumruk sarhoşluğu» sendromu-nu oluşturan semptomlar arasında ataksi, dizartri, kişflik değişimi ve demans vardır. Septum pellucidum kopması, sık rastlanan nöro-patolojik bir bulgudur. Bazı kafa travmalarını başağrısı, baş dönmesi, konsantrasyon zayıflaması ve ank-sieteden oluşan post-konküsyon sendro-mu izler. Depresyon, şizofreniye benzer durumlar ve kişilik değişimleri de görülebilir. Kafa travmalarından sonra radyografi (kırıkların incelenmesi); lomber ponksiyon (beyin omurilik sıvısında kan mevcudiyeti); elektroansefalogram (iyileşmenin kontrolü ve fokal hasarın incelenmesi); ve kronik safhada psikolojik testler gibi incelemeler yapılabilir. Zekâ testleri, hastanın kayıtlarında belirtilen ve öğrenim başarılarının işaret ettiğinden daha düşük bir global performans yahut özellikle verbal ve soyut performans arasında farklılıklar gösterebilir (örneğin Mili Hill vokabüler ve progres-sif matriks testleri kullanılır). Sözlü performans düşüklüğü fokal hasara işaret eder, oysa daha yaygın bozuklukta verbal puanlar yeterli düzeyde kalırken soyut yetenek hasara uğrayabilir. Hafıza testleri, vizüel ve oditer öğrenme testleri de uygulanabilir - oditer öğrenme, Mili Hill vokabüler testinde yer almayan sözcük tanımları öğretilerek yapılır.
Bkz. TRAVMA SONRASI DEMANS ve
EPİLEPSİ.



Kafein


Kafein, ksantin bileşikleri grubundan olup, aynı gruptaki teofilin ve teobromin ile birlikte, hem doğada çok bulunur, hem de insanlar tarafından yaygın ola-rak kullanılır. Bu alkaloidler kahve, çay, kakao ve kola gibi içeceklerde bulunur; bunların arasında en çok kafein, bir fin-canda 15. mg.la, pişirilmiş kahvede bu-lunur. Bu içeceklerin kökeni bilinme-mektedir.
Kafein, santral sinir sisteminde kortikal fonksiyonu arttıran güçlü ve genel bir stimülan olduğu kadar, medüller mer-kezleri de stimüle eder. Bu maddenin en belirgin etkisi ve yaygın kullanımının temelinin santral stimülasyön olmasına rağmen, önemli başka etkileri de vardır: Miyokard doğrudan doğruya stimüle olur; azalan serebral dolaşıma karşı peri-ferik kan damarları genişler; hafifçe diüretik bir etki olur; gastrik salgı artar ve metabolizma hızı yükselir. Tolerans ve alışkanlık mutlaka görülür, fakat yal-nızca birkaç gün başağrısı ve irritabilite-den başka abstinans semptomu olmaz. Neyse ki kafeinli içecekler, ciddî farma-kolojik bozukluklara yol açmadan insan-lara zevk veren birkaç maddeden biridir.
Kafeinin psikostimülan olarak uygulan-ması enderdir ve psikiyatrik uygulama-larda da yeri yoktur. Kafeinin başlıca te-rapötik kullanımları baş ağrısı tedavisin-de analjeziklerle ve migrende ergot alka-loidleriyle kombine olaraktır.



Kalıtsal Metabolizma Bozuklukları

Kalıtsal, ya da doğuştan olan, metanoıız-
ma bozukluklarına sık sık şiddetli akıl geriliği eşlik eder. Bunların birçoğunda,kimyasal lezyon bilinir; örneğin fenilketo nüride olduğu gibi, bazı vakalarda teki bir enzimin yetersizliği teşhis edilmiştir. Diğerlerinde ise, örneğin Hartnup hastalığında olduğu gibi, vücut kimyası bozukluğa uğradığı halde, durumun kökeni belirsizdir. Kalıtsal metabolizma bozuk- hıklarının çoğunluğu, otosomal resessif bir kalıtım yolunu izler.
Bkz.Genetik ve Otosomlar



Kannabis Sativa


Kannabis, kannabis sativa bitkisinin çi-çek uçlarından ve yapraklarından elde edilir. Bu bitkiden veya kuru yaprakla-rından çıkarılan reçine kaynak madde olarak kullanılır. Aktif kannabis türevle-ri kimyasal bakımdan tetra hidrokanna-binol maddeler grubuna girer. Kannabis tipi alışkanlığın karakteristiği psikolojik bağımlılıktır (bkz.); bu çoğunlukla şid-detlidir, fakat fizik bağımlılık (bkz.) ol-maz. Kannabisin etkileri arasında taşi-kardi, kan basıncında yükselme, kon-junktival konjestiyon, solgunluk, baygın-lık ve ilerde başağrısı ve bulantı vardır. Kannabis kullananlar kaygısızlık, konuş-kanlık ve hafif neşe gibi etkileri bulma-ya çalışırlar, fakat yüksek konsantrasyon-larda eksitasyon ve hallüsinoz olabilir.Kannabise karşı akut reaksiyonlara rastlanmıştır: bunlar arasında gerçekdışı duyguları, düşünce dağınıklığı ve şizof-reniform psikozlar vardır. Bunların doğrudan doğruya kannabisin etkileri mi, yoksa zaten dengesiz olan kimselerde kannab:'sin ortaya çıkardığı reaksiyonlar mı olduğu konusu tartışılabilir, fakat teşhiste bu gibi reaksiyonların ciddileşme tehlikesi küçümsenmemelidir. Kannabisin uzun süreli kalıcı etkilerinden yeterince söz edilmemektedir, fakat kısa sürede insanlarda dağınık bir atalet yarattığı ispatlanmıştır.
Kannabis kullanımıyla suç işleme arasındaki ilişki oldukça belirsizdir. A.B.D.'de suç işleyen çevrelerde çok yaygın kullanıldığı doğrudur, ama orada bu maddeyi kullanan «normal» kişiler de çok görülmektedir. Kannabisin dengesiz kişilerde başlı başına şiddet ve asosyal davranışa yol açtığı ispatlanmamıştır. Ayrıca kannabis kullanımının afyonlu ilaç kullanımına dönüştüğü de ispatlanmamıştır. Oysa halüsinojenik ilaç (bkz.) kullanımına dönüşebileceği konusunda birtakım deliller vardır.
KANNER SENDROMU
Bkz. OTİZM



Karakter


Karakter terimi bazan kişilikle (bkz.) eş anlamda kullanılır, fakat daha dar bir anlamda, kişiliğin başkaları tarafından, sosyal, etik veya moral kriterlerle ilgili olarak değerlendirilen görünüşleri anlamına gelir. Böylece, bir kişinin karakter yapısı, o kişinin sosyal ortama uyum biçimini belirleyen nispeten dengeli, belirli, organize ve integre güdüler, tutumlar, değerler, savunma mekanizmaları ve güdüsel anlatım yollarını kapsar. Organizasyon ve integrasyon derecesi, kişinin karakter «gücünü» belirler.
Karakter yapısı, nevrozun etyolojisini açıklayıcı bir kavram olmuş ve karakter nevrozlarıyla sitüasyon nevrozları arasında ayrım yapılmıştır. Özellikle psikana-litik teori, nörotik karakterin önemi üzerinde durur.
Karakter, bir öğrenme proçesiyle, fakat toplumsal anlamda bir öğrenme proçesiyle edinilir. Sosyal psikologlar ve sosyologlar, toplumun benimsediği davranış biçimlerini ve değerleri kişinin öğrenmesi proçesi için sosyalizasyon terimini kullanmaktadırlar. Bu bilim adamlarının hepsi, bu tip öğrenmenin en çok toplumdaki güçlü ve nüfuzlu kişilerle toplumsal karşılıklı ilişki yoluyla sağlandığı konusunda hemfikirdirler. Böylece, yetişkinler yeni bir ortama uymaya daha yatkın olduklarından, sosyalizasyon terimi genellikle çocuklar için, özellikle de ailelerin çocuklara uyguladıkları eğitim anlamında kullanılmaktadır. Davranış üzerinde duran psikologlar, sosyalizasyonu ve sonucundaki karakter oluşumunu normal öğrenme proçesiyle ve özellikle ailenin çocuk üzerinde kur-duğu ödüllendirme-cezalandırma sistemiyle açıklamaktadırlar; yine de, taklidin (bkz.) ve sosyal bir modele az çok benzemeye çalışmanın da, karakter oluşumu bakımından çok önemli olduğunu ileri sürmektedirler. Freud'cu (bkz.) teori, kişinin aile değerlerini benimseyerek bir süperego (bkz.) edindiği idanti-fikasyon (bkz.) kavramını ileri sürerek bir adım daha atmıştır. Psikanaliz yönteminde, ayrıca çocuğun gelişiminde kritik olgunlaşma aşamaları olduğu ve libidonun (bkz.) (erotik enerji) o aşamaya özgü belli faaliyet ve nesnelere yöneldiği üzerinde durulmaktadır. Oral, anal, fal-lik ve genital aşamalar tanımlanmıştır. Bu aşamalardan birinde, belli bir çeşit libidonun kalıcı olarak yerleşmesi anlamına gelen fiksasyonlar (bkz.) oluşabile-rek, karakter yapısını etkiler ve bu fiksasyonlar norotik bozukluğun karakteristiği olan regresyonun (bkz.) (yâni, dahi çocukça bir davranış biçimine ve emos yonel tepkiye dönüş) derecesini belirler Böylece, anal karakter yapısı gösteret bir yetişkinin ukalâ, cimri, huysuz ve ot sesyonel olduğu ileri sürülmektedir. Be gibi özelliklerin, gelişimin anal aşama sında, çocuğun tuvalet eğitimine ailenir müdahale etmesi ve dolayısıyla çocuğun duyduğu zevk ve gösterdiği tepkinin ks hntıları olduğu düşünülmektedir.



Karbon Dioksit Retansiyonu


Oksijen terapisi, şiddetli anfizem ve ast-matik durumla ilgilidir. Arteryel C02 basıncı 120 mm Hg'ye varırsa, psikiyatrik semptomlar görülür. Baş ağrısı, adale seyirmeleri, konfüzyon, oryantasyon bozukluğu ve hallüsinasyonlu bir bilinç bulutlanması, komaya yol açar. Kaba bir tremor görülebilir. Bazı vakalarda kafatası iç basıncının artması ve papillödem ile ansefalopatiye rastlanır. Tedavi için. % 80 - 85 oranında bir arteryel satüras-yon sağlama amacıyla dakikada en fazla 1-3 litre oksijen ve intravenöz yoldan niketamid (iki üç saatte bir 10-15 mi) verilir. Aşırı karbon dioksidin intrasellü-ler enzim sistemlerine müdahale ederek oksijen kullanımında bozukluklar yarat tığı düşünülmektedir.


Kardiovasküler sistem ve psikosomatik hastalık

Çoğu zaman anksiete kardiovasküler sistem üzerinde derin etkiler yaratarak taşi-kardi, palpitasyon, baş dönmesi ve sol meme altında ağrıya yol açar. Bu semptomlardan birçoğu anksieteyi arttırarak hastanın kalb hastalığından, hattâ bazan birdenbire ölmekten korkmasına neden olur. Kardiak nevroz semptomları (efor sendromu, nörosirkülatuar asteni, veya Da Costa sendromu (bkz.) çoğu zaman, bir dost ya da akrabanın miyokard enfarktüsünden ölmesi sonucunda belirir. Kardiak kondisyone tepkiler çabucak yer eder ve giderilmeleri zordur; daha sık beliren nöbetler hastada daha fazla anksi-eteye ve hastanın nöbetleri oluşturan durumlardan kaçınmasına yol açar. Kronik stress (bkz.) durumlarında, sempatik adrenerjik faaliyet öne geçer, fakat beklenmedik bir korku, vagus aracılığıyla pa-rasempatik sistemde aşırı bir faaliyet yaratır ve sempatik faaliyet tekrar harekete geçinceye kadar kalb atışlarında ve kan basıncında bir azalma, hattâ senkop (baygınlık) durumu olur. Emosyonel stress sırasında serbest yağ asidi dolaşımı artar; kandaki lipid miktarında kronik yükselme, koroner damar hastalığında sık rastlanan bir durumdur. Anksiete ayrıca hem migren veya hipertansiyona, hem de kanın pıhtılaşma süresi ve viskositesinde değişikliklere yol açar; sonucunda da anjin, kalb yetersizliği, hattâ miyokard enfarktüsü bile görülebilir. Kardiovasküler hastalık geçiren veya geçirebilecek eğilimde hastalardaki anksie-tenin tedavisi çok önemlidir. Bu hastaların yaşayış tarzlarını değiştirmeleri gerekebilir; ama ancak hastalar kardiovasküler sistemlerine ne kadar çok yüklendiklerini arılarlarsa, bu mümkün olur. Trankilizanlar (bkz.) çoğu zaman yararlıdır ve sekonder anksiete yaratabilecek taşikardi ile palpitasyonları kontrol altına almak için beta-adrenerjik blokörlerin faydası olabilir. Anksiete ile birlikte depresyonun da mevcut olduğu durumlarda, kalb atım hızı ve kan basıncını art-tırabilen bu depresyonun tedavisi gerekebilir. Trisiklik antidepresanlar, guaneti-din tipinde antihipertansif ilaçlara karşı belirgin bir antagonist etki gösterirler. Bkz. PSİKOSOMATİK BOZUKLUKLAR KARINCALANMA
Bkz. PARESTEZİ



Karşılıklı İnhibisyon


Öğrenme teorilerinde ve nörotik - genellikle fobik - semptomların tedavisinde bu teorilerden türetilen davranış terapisi tekniklerinde kullanılan bir terimdir. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler esas alınmıştır.
Eğer patolojik durumdakinin karşılıklı olarak tam tersi olan bir psikolojik ve fizik durum (yani bir gevşeme (bkz.) durumu ) yaratılırsa, istenmeyen tepkinin tamamen giderilebilmesi için kademeli bîr öğretim uygulamanın mümkün olduğu bulunmuştur. Örneğin, pratik yöntemler ve telkin ya da kısa süre etkili intravenöz barbitüratlar uygulanarak yaratılan gevşeme, fobik bir hastanın korktuğu nesne yahut duruma ilişkin olarak - kendisine en az korku verenden en çok korku verene doğru - kademeli bir sıra izlemesini sağlamaktadır. Fobik hastanın hassasiyeti, kendi kurduğu sıraya göre, derece derece artarak, giderilmektedir. Monosemptomatik fobik durumlar, örneğin köpek fobisi ve empotans (ginofobi), genellikle bu tedaviye en iyi cevabı verir. Bazı vaka serilerinde % 80-90 oranında remisyon oranı rapor edilmiştir. Bkz. DAVRANIŞ TERAPİSİ KASİTLİ HASTALIK
Bkz. TEMARUZ



Kastrasyon

Kastrasyon, yani testislerin alınması, bazı dinsel mezhep topluluklarında (meselâ Skoptikler gibi) ameliyatla yapılır;bazan da şizofrenik veya transseksüel eı kekler, kendilerine zarar verme güdüsüı le kastrasyon yaparlar. Bazı ülkelerde is cinsel saldırıda bulunan veya çocuklarl cinsel ilişki kuran cinsel suçlulara, cinse libidolarını azaltmak veya yok etmei amacıyla kastrasyon uygulanır. Ingiltt re'de bazan kimyasal kastrasyon, libidı azaltılıncaya kadar günde 5 mg, sonn da 1 mg stilbestrol kullanılarak yapılı Gelecekte bu işlem için, yeni bir anti androjen olan siproteron daha spesifik olarak kullanılabilecektir. Uzun süre! östrojen terapisinin jinekomastik dok;; neoplazik değişimlere yol açması tehlike si vardır. Buluğ çağından önce kastra-yon, sekonder cinsel karakteristikleri bir yetersizlik yaratarak heteroseksüe dürtüde ve buluğ çağı sonrası saldırgan lıkta belirgin bir azalmaya yol açar. Yi tişkinlerde, ameliyat sonrası dönemindi depressif reaksiyonlara çok rastlanır \t bir iki yıl içinde cinsel ilgi ve dürtüdt çeşitli derecede azalmalar, bunun yanışı ra da cilt dokusunda yumuşama ve sakal uzamasında azalma olur. Yaşlı erkekler. de kastrasyon, libido veya sekonder cinsel karakteristikleri çok az etkiler. Freud'cu Odipus kompleksinin ana temasında, erkek çocuğun annesine karşı duyduğu cinsel arzuyu babasının kastra yonla cezalandıracağı korkusu vardı. Bu içe atılmış korkunun, yetişkinlik döneminde başka bir kadın tarafından yeniden harekete geçirilmesi iktidarsızlığı yol açıyordu. O zaman da kişi, kendisindeki bu korkuyu harekete geçirmeyen homoseksüel ilişkilere sapıyor veya cinsel arkadaşının kastre olmadığına kendisini inandırabilmek için penisin yerini tutacak bir sembol, bir fetiş gerekiyordu.


Katalepsi

En karakteristik olarak katatonik şizofrenide (bkz.) görülen bu durum, kas to nüsünde spesifik bir kasılma ve değişim dir. Yüz ifadesi donar ve vücut normal bir insan için zor veya imkansız olan hareketsiz bir biçim alır. Hastanın aldığı vücut biçimini değiştirmek için gösterilecek herhangi bir çaba sonucunda da hasta ya direnç gösterir (bkz. NEGATI-VİZM) veya vücudunu başka bir biçime sokar (bkz. FLEKSİBİLİTAS SEREA)


Katatimik Düşünce


Emosyonel yönünün çok şiddetli olması dolayısıyla mantığın buna göre düzenlendiği bir düşünce proçesi. Bu durum birçok önyargının etkeni olabileceği gibi, bazan şizofrenide görülen bir özelliktir.
Katatonik Şizofreni


Katatoni , şizofreni (bkz.) tipleri arasında en az rastlanılanıdır ve karakteristikleri sırayla aşırı ve az hareketlilik arasında değişen durumlardır. Hareket azalması veya stupor hâli, hareket yavaşlığı,hareketsizlik ve mütizm arasında her derecede olabilir. En aşırı derecesinde bile, hasta tamamıyla bilinçlidir. Çoğu zaman amaçsız, tasarlanmamış, aşırı ve şiddetli bir heyecan görülebilir. Diğer hareket bozuklukları arasında tıkanmak, birdenbire hareketsiz kalmak, yapmacıklı hareketler, tekrarlı ve sunî söz ve davranışlar, uzun süre aynı durumda kalmak ve kollarla bacakların yerleştirildiği gibi anormal durumlarda tutulması olan flexibilitas cerea (bkz.) vardır. Bazan hasta son derece uysal olur (bkz. OTOMATİK İTAAT), bazan da basit istek. lere karşı bile direnir; meselâ tuvalete gitmeyi reddettikten hemen sonra altını kirletir (bkz. NEGATİVİZM). Konuşma bozukluğu olabilir. Konuşma ve yazıyla anlaşma, yerlerini anlaşılmaz, saçma veya tekrarlı bir söz yağmuruna veya karalamalara bırakabilir. Katatoninin taşkın belirtileri hastanın hijyenini, özgürlüğünü veya psikiyatrik kuruluşlarda birşeylerle uğraşmasını sağlayarak önemli derecede giderilebilir.


Kateksis

Zihin enerjisiyle eş anlamlıdır. Freud bu terimi zihin enerjisinin lokalizasyonunu belirtmek amacıyla kullanıyordu: Ego'-da «ego kateksis» veya objede «obje ka-leksis». Psikiyatride kullanılan birçok kötü tanımlanmış, kesinleşmemiş terim gibi, kateksis de ancak psikanalitik teoriyi sürdürenler tarafından ve ender olarak kullanılmaktadır.


Kauzalji

Yaralanma sonucunda periferik sempatik sinir fibrillerinde, özellikle avuç ve ayak tabanlarını besleyen fibrillerde ortaya çıkan bir durumdur. Yaralanan bölgedeki vasomotor, trofik ve dermal değişimlerden ötürü olan bir yakıcı ağrı, bu durumun karakteristiğidir.


Kayıt

Hafıza (bkz.) proçesinin başlangıç safhası için kullanılan bir terimdir. Hatırlanacak şeylere önce algı alanı içinde selek-tif dikkat (bkz.) uygulanması gereklidir. Modern araştırmalara göre, bunlardan bazıları uzun süreli hafızaya aktarılmadan Önce, başlangıçta kısa süreli bir depo sistemine geçmektedir. Hafıza testleri de bu kısa süreli yahut yakın hâfızavla ilgilidir.
Bkz. AKIL DURUMUNUN MUAYENESİ, ALGI. RETANSİYON


Kedi sesi sendromu ( Kısmi monosomi 5 hastalığı )


Gözlemle teşhis edilebilen bir • otosomJ kromozom bozukluğuyla ilgili b.'r sena romdur; yani kromozom 5'in kısa uzanj tısı kısmen yoktur (Denver sistemi). Şidj detli akıl geriliği mevcuttur. Doğumda sonraki ilk yıl içinde bebek kedi sesini andıran tuhaf çığlıklar atar. Bu anormal ligin larenksteki bir daralmadan ileri gell diği öne sürülmüştür. Bir yaşından sonrj bebeğin ağlaması normalleşmeye başlar, Diğer klin k özellikler arasında hipotoni ay biçimli yüz, aşağıya ve dışa doğn eğimli ve birbirinden uzak gözler, epikan tüs kıvrımları, düşük kulaklar, çıkık biı burun köprüsü ve mikrognati vardır.


Kekeleme


Kekeleme, sesin irade dışı bir tekrarı, uzatılması yahut kesilmesi nedeniyle normal konuşma ritminin aksamasıdır. İngiltere'de okul çağındaki çocukların % 1.2'sinde görülür ve erkek çocuklarda kızlardakinden dört kere daha sıktır. Kekeleyen erkek çocukların zekâ bakımından diğerlerinden daha geri olduklarına işaret eden birtakım bulgular vardır. Kekeleme ile toplumsal sınıf veya sık sık ileri sürüldüğü gibi, solaklık ya da ambi-deksterite arasında hiçbir ilişki yoktur. Kekeleyen çocukların ebeveynlerinin olağanüstü derecede hırslı ve titiz olduklarına ilişkin bulgular kuvvetlidir. Oysa, kekeleyen birçok kişide psikiyatrik bozukluğa ilişkin bulgular ya çok azdır, ya da hiç yoktur ve birçok vakada bu durumu bir psikonevroz biçimi olarak kabul etmenin yararı olmaz.
Kekeleme, bir çocukluk bozukluğudur ve % 50'sinde 5 yaşından önce başgösterir. Doğal yahut tedaviyle iyileşme % 50 oranındadır. Genellikle, durum ne kadar hafif olursa, prognoz da o kadar olumludur.
Monosemptomatik kekeleme vakalarının tedavisiyle ilgilenen konuşma terapistinin hizmetinde çok sayıda bireysel ve grup terapi teknikleri vardır. Bkz. KONUŞMA BOZUKLUKLARI
KELİME-ÇAĞRIŞIM TESTLERİ Bkz. SERBEST ÇAĞRIŞIM
KELİME KÖRLÜĞÜ
Bkz. DİSLEKSÎ


Kelime Salatası

Hiçbir mantıksal anlam taşımayan kelimelerden ve/veya cümlelerden oluşan bir konuşma biçimidir. Genellikle şizofreniyle ilgilidir.


Kempf Sendromu

Akut ajitasyon nöbetlerine eşlik eden panik ve kaçış davranışı bazan spesifik olarak homoseksüel bir sorunla ilgili olarak görülür - belki bir ilişkinin bozulması, homoseksüel nitelikte bir sevginin farkına varma, ya da yasal işlemlere uğrama tehlikesi. Arıksiete o derece akut olabilir ki, bilinç bulutlanması gelişir ve dolayısıyla teşhis güçleşir. Tedavi, intravenöz yahut intramüsküler yoldan sedatif uygulanması ve ajitasyon kontrol edildikten sonra da hastanın sorununa sağduyulu bir yaklaşımdan ibarettir. Durum hemen presipite olabilir; katastrofik reaksiyonlarla eş niteliktedir.

Kendine-zarar vermek


En sık rastlanan kendine-zarar verme tipi, adolesanların yahut olgunlaşmamış gençlerin ya dikkat çekmek ya da gerilimi gidermek için başvurdukları ve adetâ bir salgın halinde beliren bilek kesmedir. Bazı durumlarda ciddî bir nitelik taşır ve kişi penis yahut testisler gibi organlarını, hattâ bacağını keserek kanama nedeniyle belki de ölebilir. Bu gibi episodlara şizofreniklerde, daha sık olarak da cinsel sorunları olan depressiflerde rastlanır, ama herhangi bir akıl bozukluğunun kesin tek belirtisi davranış olduğundan teşhis güçlükler doğurabilir. Van Gogh'un ünlü kulak kesme olayı, bu gibi davranışların ne kadar karmaşık olabileceğini göstermektedir. Bu çeşit rahatsız edici ve ciddî nitelikteki kendine zarar verme episodlarının tekrarlaması, tedavide çok büyük güçlüklere yol açabilir.

Kernikterus


Bebeklerde, bazal ganglionun bilirubinle yoğun oranda boyanmasıdır. Genellikle anneyle bebek arasındaki kan (Rh) uyuşmazlığından, ender olarak da verilen ilaçlardan ileri gelir. Klinik tablo değişkendir, ama akıl bozukluğu, spastisite,


Ki-Kare Testi

Terapötik denemelerin istatistik analizi için en çok kullanılan testlerden biridir. Örneğin, yeni bir antidepresan maddenin denemesi yapılırken alınan sonuçlar, ya bir plasebo tableti, ya birkaç denenmiş ilaç, ya da iki ayrı dozda yeni bir ilaç uygulanan gruplardaki iyileşen hastaların yüzde oranları olarak ifade edilir. Ki-kare testi, görülen farklı yüzde oranlarının raslantı sonucu mu, yoksa terapinin etkisiyle mi olduğunu belirler.



Kimlik Bunalımı

Kişinin kim olduğu duygusunun, yani kimlik duygusunun gelişimi bazan, özellikle bu duygunun epeyce gerilime mâruz kaldığı gençlik döneminde, bunalımlar nedeniyle sekteye uğrar. İçgüdüsel duygularla toplumsal rolün yüklediği zorunluluklar arasındaki çatışma kişisel kimlik duygusunun kaybına yol açabilir. «Ben neyim?», «Ben kimim?» Gibi sorular, kişinin kendisine yönelttiği tipik sorulardır. Kimlik bunalımı geçebilir, ama çok kere akut ya da subakut akıl hastalığı episodlarının eşlik ettiği bir durumdur.
KİMYASAL ZEHİRLER, AKIL HASTALIĞI YARATAN
Bkz. ZEHİRLER, AKIL DURUMUNU ETKİLEYEN


Kişilik Bozukları

Kişiliğin kırktan fazla değişik tanımı o! duğu için, psikiyatristin kişiliği, genellik le bireyin motivasyon ve mizaç nitelikler olarak kabul ettiğini belirtmek gerel mektedir. Bu nitelikler tıpkı boy, kilo ya da zekâ gibi kişilere göre değişkenlik gös terir. Kişilik bozuklukları da bu norma, değişkenlikler açısından tanımlanabilir Birçok açık ve kesin kişilik anormallik leri mevcuttur; bunlar arasında passif agressif, şizoid (bkz.), paranoid (bkz.) siklotimik (bkz.) emosyonel bakımda» dengesiz, kompülsif (bkz.) ve histerik (bkz.) kişilikler vardır. Normalden sa pan bu kişilik tipleri toplumda hem kişi sel, hem de sosyal bakımdan, son derece tatmin edici bir varoluş sürdürebilirler. Ancak toplum bu anormalliklerden zarar gördüğü zaman psikopatik (bkz.) ya da sosyopatik kişiliklerden söz ederiz. Bu terimler çok kere yanlış olarak kişilik bo-zukluğuyla eş anlamda kullanılır. Kişilik bozukluğu psikopatik kişiliğin bir özelliğidir, ama psikopatik teriminin yerli ya da yersiz kullanımını belirleyen bir sosyal durumdaki bireyin davranışıdır.

Klaustrofobi ( Kapalı yer korkusu)

Ender olarak münferit spesifik bir korku olarak belirir. Hasta çoğunlukla asansörlerden veya kapalı bir tuvaletten korkar. Fobiler sıklıkla yaygındırlar; bunlar arasında kalabalık, dükkan, hattâ sokakta birisine yakalanıp ayrılamama korkuları bulunmaktadır. Agorafobide olduğu gibi, klaustrofobide de kişilik bozukluklarına, özellikle cinsel korkulara sık rastlanır. Semptom ne kadar spesifik olursa, davranış terapisine cevap da o kadar olumludur; semptomlar yaygın olduğu takdir-de, davranış terapisi psikoterapiyle kombine olarak uygulanmalıdır. Bkz. FOBİ


Klimakterik

Bu terim, kadınlarda 50 veya 60 yaşlarında görülen, kalıcı över fonksiyonu bozukluğudur. Ovülasyon ve âdet kesilir, öst-rojen salgılanması azalır ve sonucunda hipofiz gonadotropin salgısı artar. (Östro-jen yetersizliğinin etkileri MENOPOZ başlığı altında anlatılmaktadır). Erkeklerdeki testiküler fonksiyonda, paralel bir bozukluk olduğu ispatlanmamıştır. «Erkek klimakterik» vakasındaki semptomların çoğunun nevrozla ilgili olması daha akla yakındır.



Klinefelter Sendromu (XXY Sendromu)

Klinefelter sendromu, buluğ çağından sonra bazı uzun boylu erkeklerde görülen hadımlığa benzer özelliklerdir. Bu özellikler arasında ginekomasti, follikül-stimüle edici hormon salgısının artması ve asper-matojeneze yol açan testiküler değişimler vardır. Bir XXY kromozomu düzenine eşlik eder. Akıl geriliği görülebilir, ama Çok kere zekâ normal sınırlar arasındadır. Kişilik özellikleri arasında pasiflik, cinsel dürtü eksikliği, immatürite, alınganlık, paranoid duyarlık, güvensizlik, apati ve zayıf çalışma kapasitesi vardır. Bkz. KROMOZOMLAR



Kloral Türevleri


Kloral, hipnotik ilaçlar grubunun en eski maddesidir. Barbitüratlar bulunduğu zaman, kloral daha az kullanılmaya başlandı, çünkü bu iki grup bileşik aynı etkilere ve yan etkilere sahipti; fakat kloral son zamanlarda yine kullanılmaya başlanmıştır.
Kloral, gastroentestinal yoldan absorbe olarak vücutta bir sedatif olan trikloroe-tanola dönüşür.
Kloral türevleri güvenli ve etkin hipno-tikler olup, gençlerde güvenli olmaları, yaşlılarda da konfüzyon yaratma tehlikelerinin daha az olması dolayısıyla barbi-türatlara tercih edilir. Kloral, alkolün etkisini artırır; gastrik iritasyona yol açar. Vücutta trikloroetanol oluşturan birkaç müstahzar daha bulunmuştur. Bunların en iyi örnekleri dikloralfenazon, triklofos ve klorheksadoldur. Bkz. HİPNOTİKLER



Klüver-Bucy Sendromu

Klüver ve Bucy maymunlarda, her iki temporal lobun kesilip alınmasından sonra gözlemledikleri karakteristik bir send-romu tanımlamışlardır. Hayvanlarda vi-züel agnos:a, korku ve öfke reaksiyonlarının kaybolması, bulimia, cinsel aktivite artışı ve şiddetli hafıza bozukluğu gelişmiştir.
Bu sendromda unkus ve hippokampusun önemli yerleri olduğu belirlenmiştir, çünkü tezahürler yalnızca bu alanların kesilerek alınması üzerine görülmüştür.



Kobalamin

Kobalamin (B,2 vitamini) yetersizliğ yalnızca pernisyöz anemideki hematoloji! ve nörolojik değişimlere değil, bazı hasta larda psikotik durumlara da yol açabil mektedir. Mental semptomlar çoğunluklı depresyon semptomlarıdır, fakat bazaı bir konfüzyon psikozu veya paranoid bi reaksiyon da görülebilir. Absorpisyoı testleriyle doğrulanan kobalamin yetersi! ligi, hiçbir anemi veya subakut kombim cmurilik dejenerasyonu olmaksızın da bi psikoza yol açabilmektedir. Yetersizliğiı sözkonusu olduğu bütün hastalarda - özel likle mide ameliyatlarından sonra - bı ihtimal hesaba katılmalıdır. Mental semptomlar, yüksek dozda kobah mine cevap vermektedir. Bkz. FOLİK ASİT


Kognitif

Kognisyon genel bir terim olup bütüı bilgi yollarını kapsar: Algı; hatırlama hayal; düşünme; muhakeme; yargılamt Aklın kognitif yahut noetik yönü il örektik yönleri, yani konasyon (bkz. (istem) ve duygu (bkz.) (affekt), arasın da, Platon ve Aristotales'in yaptıkları ayrıma dayanan, geleneksel bir karşıtlıl vardır.
Kognitif yapı, kişinin geçmiş yaşantısını günlük yaşantıya bağlı, hierarşik bir kav ramsal plana göre düzenlemesi için kul lanılan bir terimdir. Böylece kişinin edin diği yeni bilgilerin eklenmesi kolaylaşı ve kognitif yapı sürecinin etkinliği mu dan ileri gelir. Kognitif etkinlik aynı s manda bilgilerin çok kere linguistik bi-çimde kodlanmasıyla daha düzenli hale gelir. Bilgi iletimi için dilin (bkz.) ko münikasyon yönü de önemlidir; böylece kognisyon ve dil arasında geniş kapsamlı ve yakın bir ilişki vardır. Psikiyatrik durumlarda, özellikle şizofre ni (bkz.) ve yaşlılıkta kognisyon bozul hıklarına çok rastlanır. Otistik (bkz.) düşünce bir psikiyatri terimi olup düşünceye kişisel gerek ve fantazilerin hâkim olduğu anlamına gelmektedir.



Kolinerjik

Sinaptik transmitör maddesi olarak, uçlarından asetilkolin (bkz.) salgılayan sinir fibrilleri için kullanılan bir terimdir. Bunlar otonom sinir sistemindeki bütün pre-ganglionik fibrilleri, parasempatik sistemdeki bütün post-ganglionik fibrilleri, sempatik sistemdeki bazı postganglionik fibrilleri (meselâ ter bezleri), somatik motor sinir fibrillerini ve santral sinir sistemindeki bazı fibrilleri (meselâ kor-teks) kapsar.

Koma

Koma, hastanın stimülasyonla uyarılamadığı, tam bir bilinç kaybı durumudur. Solunum azalması, hipotansiyon, arefleksi ve sfinkterjk kontrol kaybı eşlik edebilir. Kafatası içiyle ilgili etkenler arasında serebroyasküler tıkanma, hematoma, tümör, akut enfeksiyonlar, abseler, epilepsi (bkz.) ve travma vardır. Bunların dışındaki etkenler arasında ise zehirlenme, diabet, hipoglisemi (insulin veya insuli-noma dolayısıyla), karaciğer veya böbrek yetersizlikleri ve anoksi vardır. Bazı psikiyatrik bozukluklarda, bilinç değişimlerinin görülebilmesine rağmen, bunlar için koma terimi kullanılmamaktadır (örneğin stupor (bkz.), trans (bkz.) ).
 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#16
Kompensasyon

Bilinç dışında faaliyet gösteren ve kişinin gerçek veya fantazi yetersizliklerini den-gelemes'ne yahut telâfi etmesine yarayan bir akıl mekanizmasıdır. Beden yapısı, performans yahut diğer yetenek ya da beceri alanlarında gerçek veya hayal ürünü bozukluklar olabilir. Bu terim aynı zamanda, böyle yetersizlikleri telâfi amacıyla kişinin gösterdiği bilinçli çaba için de kullanılmaktadır.


Kompleks

Kompleks, kişiyi alıştığı, tekrarlamalı bir düzene göre düşünmeye, hissetmeye ve eylemde bulunmaya zorlayan, birbirine bağ lı, bastırılmış fikirlerden oluşan karmaşık bir bütündür.
Analitik terminolojide birçok komplekse, sık ve yaygın rastlanması dolayısıyla, spesifik adlar verilmiştir. Katatimik terimi, bilinç dışında mevcut olan bir çatışma anlamına gelir. Kompleksin yeterince duyguyla yüklü olması dolayısıyla bilinçte birtakım etkilere yol açtığı düşünülmektedir. Duygusal yanı ağır basan bir kompleks için katatimik terimi kullanılmaktadır. Çok kullanılan bir terim olan «aşağılık kompleksi», Adler'den gelmektedir. Adler, fizik hastalıkta, büyüklük ve fonksiyon bakımından olan organ kompensas-yonu fikrinden hareket ederek, aklın da buna paralel bir üstünlük çabası gösterdiği kavramını ileri sürmüştür. Normal insanlarda, bu çaba kompensasyon ile başa-
rılır.
Aşırı-kompensasyon ise, aşırı kişilik eğilimlerine yol açar: Örneğin, fizik yapı bakımından ufak tefek olan bir erkekteki kibirlilik. Kişi imkansız gördüğü bir çabadan vazgeçerek hastalığı bir başarısızlık özürü ve diğer insanlar üzerinde bir üstünlük kurma aracı olarak kullandığı zaman da «dekompensasyon», nevroz ile sonuçlanır.
Oidipus ve kastrasyon kompleksleri, Freud'un çalışmaları sonucunda ortaya çıkan önemli komplekslerden iki tanesidir.


Kompülsiyon

Kişinin, aslında direnmek, istediği belli
bir davranışta bulunmak için önüne geçilmez bir arzu duymasıdır. Kompülsiyonun tersine, ritüellerde (bkz.), kişi yahut toplumsal grupların direnme isteği göstermeleri sözkonusu değildir, hattâ zevk duyarak tasarladıkları ve bekledikleri birşeydir. Ritüel, özellikle çocuklarda çok görülür ve normal davranışlarının bir parçasıdır. Hayalgücü geniş bir çocuk için belki de cehenneme giden uçurumları simgeleyen kaldırım taşı aralıklarına basmamak, her gece yatağa girmeden önce yapılan birtakım karmaşık hareketler, bir kapıdan içeri girmeden önce kapıya belli hareketlerle vurmak, kötü ruhları uzaklaştırmak amacıyla girişilen ritüel lerdir. Yetişkinliğe doğru geliştikçe bıı davranışlardan çoğu kaybolur, fakat sayt sız bâtıl inancın da gösterdiği gibi, bazik rı kalabilir. Freud'cu psikodinamik, ritü el ve kompülsiyonlarda çok kere bilinçdı şı saldırganlık fantazileriyle ilgili olarak kişinin duyduğu suçluluğun cezasını öde menin önemli olduğu üzerinde durmak tadır. Ayrıca, yorgunluk durumlarında kompülsiyon semptomları daha sıklaşıı okülogirik krizler ve encephalitis lethaı gica (Parkinsonizm) ile birlikte uyku ha li görülür. Şizofrenide, süje kendini bi: dış gücün etkisi altında bazı eylemlerdi bulunmak zorunda hisseder. Manik-dep ressif psikozda kompülsiyon semptomlı rina çok rastlanmaktadır. Kompülsiyon herşeyi tekrar tekrar kontrol etmek gil basit bir hareket de olabilir, karmaşıi stereotip davranış biçimleri olarak da gi rülebilir. Ritüelin nerede bittiğini v kompülsiyonun nerede başladığını kestiı mek güçtür. Son derece rahatsızlık veren istenmeyen fikir ve düşüncelerin biline sızması durumunda, kompülsiyonun has talik derecesine vardığı kabul edilmekti dir. Bunun üzerine hastanın bu istenmı yen düşüncelerin zorladığı isteklerde kendini kurtarmak için çabalaması, çatı malar yaratır ve gittikçe artan bir anksiı teye, hattâ fobik durumlara yol açar. Bkz. OBSESSİF - KOMPÜLSİF REAKSİYON


Konasyon

Konasyon, eylem, istem ve çabayla ilgil psikolojik süreçler için kullanılan bir te rimdir. İlk olarak Platon tarafından yap lan ve sonradan Aristotales'in biraz deği tirdiği sınıflandırmada konasyon, kogni tif (bkz.) (bilme) ve affektif (bkz. DUY. GU) süreçlerle birlikte psikolojik fonks yonlar üçlüsünü oluşturur. Fonksiyonu konatif yönü, amaçlı veya güdüsel eylemin determinanları ya da zihinsel yönüyle ilgilidir. Bu alandaki modern psikolojik teori, hem konatif, hem de affektif öğeleri olan motivasyon kavramlarını esas almaktadır. Bir karara vararak buna göre eylemde bulunma yeteneksizliği olan abulia (bkz.), nevrozda çok görülen bir şikâyettir. Öte yandan istem bozukluklarına şizofrenide (bkz.) sık rastlanır. Şizof-renik hastalar çok kere istemlerinin zayıfladığından yakınırlar ve birçoğu eylemde bulunmazlar. Pasiflik fenomenlerine de çok rastlanmaktadır. Hasta, düşüncelerinin, eylemlerinin ve konuşmasının bir dış güç tarafından kontrol edildiğini ileri sürebilir. Bu çeşit bir fenomenin motor karşılıkları özellikle katatonide (bkz.), örneğin flex:bilitas cerea'da (bkz.) (mumsu yumuşaklık: zorlanan pozisyonların pasifçe kabul edilip sürdürülmesi), ekolalide (bkz.) -(sözcük veya cümlelerin otomatik tekrarı) ve ekoprakside (bkz.) (başkalarının hareketlerinin otomatik tekrarı) görülmektedir. Bu gibi motor semptomlara bazı organik bozukluklarda, özellikle Alzheimer hastalığında (bkz.) da rastlanmaktadır.
Kondensasyon

Kondensasyon terimi en çok Freud'cu düş yorumlarında kullanılmaktadır. Düşteki bir öğede iki veya daha çok insan yahut kavramın birleşmesi anlamına gelir. Dolayısıyla, düşteki bu öge, analiz edildiğinde, bütün etken ve emosyonları yansıttığı görülür.


Kontr-Transferans


Nasıl bir hasta terapistine geçmişte bazı kimselere karşı duyduğu emosyonları ak-tarırsa, terapist de, analitik durumda, bilinç ya da bilinçdışı yoluyla etkilendiği, kendi hayatına ilişkin durumlar bulabilir. Kontr-transferansta, terapist bilinçsizce kendi sorunlarını hastaya aktararak, boşaltabilir. Bu durum, tedavinin seyrinde ve sonucunda ciddî etkiler yaratabilmektedir.


Kontraktür

Psikiyatride bu terim, genellikle histeri! kökenli olarak bir kas yahut kas grubun da sabit bir kasılma anlamında kullanıl maktadır. Harabiyet, deformasyon ve kul lanmama nedeniyle fonksiyonun belirgin olarak azalması, organik nörolojik hastalık sonucu görülen etkiler kadar şiddeti olabilir.



Kontrasepsiyon


Kontrasepsiyon uygulaması, bir kadımı akıl sağlığını çeşitli biçimlerde etkileyebilir. Etkin bir kontrasepsiyon, istenmeyen bir gebelik olasılığının yarattığı anksiete semptomlarını giderir. Öte yandan, kontrasepsiyon yöntemi hastanın ahlaksal inançlarına aykırı düşerse, anksiete artabilir. Dolayısıyla hekimin görevi hastası-nın ahlâk görüşlerini hesaba katarak, c hasta için en iyi yöntemi tavsiye etmektir.
Bazı kadınlar ise, belli bir kontrassptil yöntemin (genellikle oral kontraseptifleı yahut rahim içi aracı) kendilerine zarar vereceği kanısındadırlar. Ustaca bir telkin bazan bu korkuyu yenebilir. Son olarak, ufak bir grup oluşturan bazı kadınlarda, oral kontraseptifler ruhsal durum üzerinde doğrudan doğruya bir etki gösterebil r..



Kontroller


Klinik denemeler (bkz.) yeni bir tedavi nin terapötik değeri olduğunu gösterdiği zaman, bunu kabul edilmiş bir tedaviyle yahut hiç tedavi görmeme durumuyla karşılaştırarak dikkatle değerlendirmek önemlidir. İlaç denemelerinde, «hiç tedavi görmeyenler» grubuna genellikle sahte tabletler (bkz. PLASEBO) verilir. Karşı-laştırılan aktif yahut inaktif terapi için «kontrol» terimi kullanılmaktadır. Tarafsızlığı sağlamak amacıyla, bir denemedeki herbir hastaya uygulanan terapinin gözlemciden gizli tutulması şarttır (körle-me kontrollü deneme). Bunun için de, ilaç denemelerinde kontrol grubunun fizik bakımdan incelenen yeni terapi grubundaki süjelere uygun olması gereklidir.


Konuşma Bozuklukları

Kommünikasyon yolları (jest ve mimik dahil) için «dil» sözcüğü kullandır. «Konuşma» ise dilin ifade yoludur. Çocukluktaki konuşma bozuklukları, ses ve art.külasyon kusurları ile santral dil bozukluklarına ayrılır. Artikülasyon bozuklukları yapısal ağız, damak ve dil anormalliklerinden ileri gelen bozukluklarla, bu yapıları işleten nöromüsküler mekanizmalardaki anormalliklerden ileri gelen bozuklukları kapsar (örneğin dizar-tri, bulbar felç). Kekeleme gibi bazı artikülasyon bozuklukları ise, yapısal ya da nöromüsküler kusurlar olmaksızın, gelişir.
Santral dil bozuklukları ise akıl geriliği, sağırlık, çocuklukta otizm, gelişimsel afazi ya da elektif mütizme yol açan emosyonel faktörlerden ileri gelebilir. Bu bozuklukların ayırıcı teşhisinde, çocuğun voka-lizasyon niteliğinin, jestlerinin, genel davranışının, özellikle ebeveyni ve diğer çocuklarla arasındaki ilişkinin ve işitme yeteneğinin kaydedilmesi önemlidir. İki yaşında tek sözcüklerle, 3 yaşında da iki üç sözcüklük cümlelerle konuşmayan çocuklarda, bu tip bir değerlendirme endikedir.
Konuşma bozukluklarının tedavisi, çocuğun mustarip olduğu, temeldeki duruma göre değişir. Bkz. ÇOCUĞUN GELİŞİMİ



Konversiyon


Psikanalitik kullanımda, psişik bir çatışmanın motor yahut sensör tezahürlerle sembolik olarak yansıtılması anlamına gelen bir terimdir. Simgeleştirme (bkz.), bu bastırılmış içgüdüsel eğilimlerin dış ifade bulma yoludur.
Konversiyon histeride en belirgin şeklinde görülür, ama Freud'culara göre konversiyon semptomlarının, küçümsenmemesi gerekli diğer ciddî psikiyatrik hastalıkların seyri sırasında görüldüğü de hatırlanmalıdır - örneğin, psikosomatik şikâyetler. Bunlar kabul edilmeyen b:linçdışı emosyonların spesifik fizik semptomlara dönüştükleri bir savunma mekanizmasıdır.
Konversiyon semptomlarını inceleyen psikanalistler çok kere hastalarında gelişimin enfantil tipte durakladığı - yani özellikle Oidipus kompleksinin (bkz.) yetersiz ve eksik çözümlendiği - sonucuna varmaktadırlar. Böylece, histerik bir kadın hasta, babasıyla ilgili içgüdüsel dürtülerinin çözümlenmemesi dolayısıyla olgun bir bağımsızlığa kavuşamamaktadır. Bu durumda, bir konversiyon semptomu olarak, annesinin mustarip olduğu gerçek bir paralize eş histerik bir felç gelişebilir. Bkz. HİSTERİ
KONVERSİYON HİSTERİSİ Bkz.HİSTERİ



Konvülsiyon Terapisi


İlk olarak Meduna 1935 yılında, akıl hastalığının tedavisi için terapötik konvülsiyon uygulamıştır. Meduna şizofrenik hastaların tedavisinde intravenöz kardiazol ile majör epileptik nöbetleri harekete geçirmiştir, ama bu yöntem bugün seyrek kullanılmaktadır.
Cerletti ve Bini, II. Dünya Savaşından biraz önce, hastaya daha az rahatsızlık veren, teknik bakımdan daha kolay ve etkileri daha kesin olan, elektrikle terapötik konvülsiyon yaratma yöntemini (bkz. ECT) kullanmışlardır. Bugün, bu tedavi, tiopenton ve kas gevşetici bir ilaç verilerek, genel anestezi altında uygulanmaktadır. Tedavi, iyileşme görülünceye kadar, genellikle haftada iki kere uygulanmaktadır. Depresyonda'bazen iki terapiden sonra iyileşme görülmekle birlikte, genellikle üç dört hattâ daha fazla uygulama gerekmektedir. Belli bir tedaviden sonra gerçekleşen düzelmeler tam iyileşmeye doğru gittikçe yoğunlaşır. Gereken terapi sayısı her vakaya göre değişmektedir; bazı hastalar altı yahut yedi seanstan sonra iyileşirken, bazıları 12 ya da daha fazla terapi gerektirmektedirler. Tedavi sonucunda, özellikle yaşlı hastalarda, kısmî bir amnezi sık görülür. Amnezi hemen her zaman geçici olmakla birlikte, bu gibi yaşlı hastalarda birkaç ay sürebilir. Ender olarak ciddî derecededir, ama özellikle işi hafızaya dayanan hastalar için sorun olabilir. Bu amnezi, hafif bir kafa travmasını izleyen amneziye benzer. Kısa süreli ve süratle azalma gösteren bir retrograd amnezi ve daha uzun süreli bir şok - sonrası amnezi görülür.
Bugün seyrek kullanılan elektronarkoz, 10-20 dakikalık sürelerle beynin frontal lobundan düzenli olarak bir alternatif ya da yüksek frekans akımı geçirilmesinden ibarettir. Eskiden, bazı kronik şizofreni vakalarında derin insülin terapisine alternatif olarak kullanılıyordu.Fluotil-heksafluorodietil eter. Beyne elei tr.^k şoku uygulaması yerine kullanılal lecek yeni bir yöntem de ECT'deki gil hazırlananan bir hastaya fluotil inhala yonu uygulanmasıdır. Hâlâ deneysel sa hada olmakla birlikte güvenli görünmel tedir ve post-iktal konfüzyon ECT'dekiı den daha az olabilir.

Koprofaji


Koprofaji, isteyerek dışkı yemektir. Sıkıcı ve durgun ortamlarda kalan geri zekâlı ı psikotik çocuklarda regressif bir davran olarak ve bazan şizofrenik yetişkinlerdi bastırılmış katatonik durumlarda görülür Ender olarak, erkeklerde cinsel eşin ka! ça ve anüsünü yalama biçimindeki bi mazohizm tipi olarak belirir.


Koprofili


Koprofili, insan yahut hayvan dışkısını: çok kere kişisel eşya arasına koyulan pa ketler içinde saklanmasıdır. Daha ziyad toplumdan izole şrzofreniklerde ve şiddet li demans durumundaki yaşlılarda görü lür. Dışkının simgesel bir anlam taşıdiğı bazı psikotik çocukların bunu ebeveynle rine bir armağan olarak verdikleri görülmüştür.


Korelasyon Katsayısı


Korelasyon katsayısı iki karakteristik ara sındaki ilişkinin düz bir çizgiyle ifadt edilebildiği durumlarda, bunların bağımlılık ölçüsüdür (bkz. Şekil). Korelasyon katsayısının + 1 ve — 1 arasında olması gerekir. Bu değer O yahut O'a yakın ise, karakteristikler arasında ilişki yoktur; + l'e yakınsa, yakın bir ilişki vardır; — l'e yakınsa, ters bir ilişki vardır; yani bir değer artarken, öbüründe eşit oranda bir azalma olur. Üç ayrı durum için, iki gözlem serisi arasındaki ilişkiyi ve buna tekabül eden korelasyon eğrisîni gösteren diagram.
a. Korelasyon katsayısı « + 1: Olumlu pozitif korelasyon vardır.
b. Korelasyon katsayısı = O: Gözlemler arasında hiçbir korelasyon yoktur.
c. Korelasyon katsayısı « —1: Olumlu negatif korelasyon vardır, yani bir gözlem yükselirken diğeri düşmektedir..



Korku


Bilinçli olarak tanınan dış tehlike kaynaklarına karşı gösterilen emosyonel tepkidir. Sübjektif yaşantı hafif bir ürkmeden huzursuzluğa ve yoğun bir dehşet duygusuna kadar değişir. Bunun somatik ve fizyolojik tezahürlerinde özellikle otonom sinir sistemi ve endokrin salgı bezleri rol oynar. Serum katekolaminlerinde (örneğin adrenalin) hemen ve serum kor-tizolünde daha sonra kaydedilen bir yükselme olur. Pupilla dilatasyonu ve kutan vazokonstriksiyonun yanısira kaslarda kan dolaşımı, kalb atım hızı ve debisi, terleme ve tremor artışı süjeyi bir «savaş yahut kaçış» reaksiyonuna hazırlar. Korkunun anksieteden farkı, ikincisinde tehlike kaynağının bilinmemesi ve öncelikle intrapsişik kökenli olmasıdır. «Serbest yüzen» anksietede, anksiyöz duygunun kökeni olan ve bilinçli olarak tanınan bir tehlike kaynağı yoktur. Fobik reaksiyonlar patolojik korkulardır. Bazı durumlara, kişilere, nesnelere yahut yaratıklara özel bir anlam verilir ve süje bunlarla karşılaştığı zaman korku duyar.


Koro


inlilerde görülen, kültüre bağlı bir sen-dromdur. Koro, penisin küçüldüğü, karnın içinde kaybolacağı ve bu durumun ölümle sonuçlanacağı gibi anî bir inançtan ileri gelen akut bir anksiete ve panik durumudur. Epidemi halinde görülür ve epidemik anksieteye bir örnektir. Tedavi telkin ve hafif bir trankilizasyonun yanısira, kitle haberleşme yollarıyla, etkilenen topluma bilgi verilmesinden ibarettir.


Korsakof Psikozu


Korsakoff sendromu, konfabülasyon ve polinevritin eşlik ettiği bir konfüzyon durumudur. Birkaç durumun non-spesifik tezahürü biçiminde belirir - serebral travma, tümör, beslenme yetersizliği ve metabolizma anormallikleri. Sinir sisteminde hiçbir spesifik lezyon yoktur. Bu sen-drom Vernicke ansefalopatisiyle (bkz.) -spesifik bir tiamin yetersizliğinden ileri gelen bir durum - karıştırılmamalıdır.


Kortikosteroid Psikozları


Kortikosteroid tedavisi çok kere, genellikle geçici nitelikte bir ruhsal değişime yol açmaktadır. Öforizan etkisi iyi bilinmektedir, ama depresyon, gerilim ve emosyo-nel denge kararsızlığı da gelişebilmektedir. Tedavinin durdurulmasından sonra, bazan geçici bir depresyon görülebilmektedir. Hastaların % 1 yahut daha az bir oranında, yüksek dozlarda uzun süreli kortikosteroid tedavisinden sonra, herza-man değilse bile, manifest psikozlar görülebilmektedir. Affektif, şizofrenik ve şizo-affektif sendromlar da görülmekte, ama açık deliriuma seyrek rastlanmaktadır. Kortikosteroid psikozları karakteristik olarak değişken olup fasılalarla bilinç berraklığına rastlamak olağandır. Prognoz olumludur. Dozun azaltılması ya da steroid medikasyonunun tamamen durdurulması üzerine birçok hasta iyileşmektedir. Psikozların devam etmesi durumunda, semptomatik tedavi etkindir (elektrokonvülsif tedavi, ilaçlar, vb.). Kortikosteroid psikozu, geçmişte ciddî psikiyatrik bozukluk geçirmiş olan hastalarda bile seyrek görülmektedir. Dolayısıyla, böyle bir anamnez, kortikosteroid tedavisi için mutlak bir kontrendikasyon sayılmaz.


Kraniostenoz


Kraniostenoz, sütürlerin prematüre bir leşmesinden ileri gelen bir kafatası biçim bozukluğudur. Bu gelişim anormalliğim çeşitli kökenleri vardır. Şiddetli mikro sefaliye ve kafatası biçiminde çeşitli dis torsiyonlara yol açabilir. Eskiden kranio-tenozda ameliyat deneniyordu; örneğin verteks'de haç biçimli bir insizyon yapılı yordu. Bu ameliyatlar başarıyla sonuçlanmamıştır ve bugün mevcut hiçbir spesifik tedavi yoktur. Kraniostenoz birçok hastada nörolojik semptomlar ve akıl geriliğiy-le sonuçlanmaktadır. Bu hastaların tedavisi genel bakım ve eğitim kurallarına göre yürütülmekte, ayrıca fizyoterapi, vb. gibi semptomatik tedavi uygulanmaktadır.


Kretinizm


Kretinizm, bir akıl geriliği tipidir ve intra -üterin yahut neonatal hayat döneminde, hipotiroidizmden (bkz.) ötürü iskelet gelişiminde gecikme ile birlikte görülür. Andemik kretinizm, dietteki iyot yetersizliğinden ileri gelir ve iyot takviyesiyle önlenebilir. Sporadik kretinizm fetal tiroid gelişimi yetersizliğinden, metabolik kretinizm ise bu tiroid hormonu sentezinin yetersizliğinden ileri gelir. Guatr yalnızca andemik ve metabolik kretinizmde görülür.
Diğer nedenlerden ileri gelen akıl geriliğinden ayırıcı teşhis erken safhalarda güç olabilir, çünkü bir kretin genellikle doğumda normal görünür ve altıncı aya kadar kretinizmin hiçbir özelliği belirmeye-bilir. Diğer vakalarda ise, hayatın ilk haftalarında belirgin belirtiler görülebilir. Çocuk giderek yeterince beslenmemeye başlar, letarji ve konstipasyon gelişir. Cilt sarı ve şişkin bir görünüm alır, dil dışarıya sarkar ve muhtemelen göbek hernisi gelişir. Bu safhada laboratuvar testleri tiroid hormonu yetersizliği gösterir. Normal gelişimin gerçekleşebilmesi için tiroid hormonuyla tedavi mümkün olduğu kadar erken başlatılmalıdır. Çok kere kalıcı değişimler zaten gelişmiştir, ama tedavi hiç değilse kısmen etkin olabilir. Çocukluk dönemine kadar teşhis koyulma-mışsa, tiroid tedavisi zekâ üzerinde hiçbir etki göstermez ve yalnızca davranışı etkilemekle kalır. Bkz. HİPOTİROİDİZM



Kretschmer,Ernst (1888-1964)


Kretschmer, 33 yaşındayken yazdığı Fizik ve Karakter adlı kitabiyle tanınmaktadır. Bu eserde, birtakım akıl hastalıkları ve beden yapısı arasındaki ilişkiyi tanımlamıştır - piknik (bkz.) ve astenik (bkz.). Kretschmer böylece bir çığ gibi büyüyen antropolojik ve bilimsel çalışmayı başlatmıştır. Kretschmer'in duyarlı kişilik, tıbbî psikoloji ve psikoterapi üzerine yayınladığı eserlerin hepsi Alman psikiyatri ekolünü etkilemiştir.


Kromozomlar


Kromozomlar, hücre nukleusu içindeki ipliksi yapılardır. Bunlar, molekül yapısı, gelişme ve metabolizmayı belirleyici genetik bir kod taşıyan desoksiribonükleik asitten oluşurlar, insan somatik hücresinde, bir çift cinsiyet kromozomundan (erkekte X ve Y; kadında iki X kromozomu) ve yirmi iki çift otosomdan oluşan kırk-altı kromozom vardır. Kromozomlar-daki sayı ve morfoloji anomalilerini belirlemek için mikroskopik inceleme teknikleri geliştirilmiştir.
Son on yıl içinde sayısız sendromlar, ve sporadik anomaliler ile, belirlenmiş kromozom bozuklukları arasında bir ilişki olduğu bulunmuştur. Teşhis edilebilen oto-som anomalileri çoğu zaman şiddetli zekâ geriliği ve belirgin anatomik değişimlere eşlik etmektedir. Mongolizm (bkz.) ve kedi-sesi sendromu (bkz.) teşhis edilen otosom anomalileriyle ilgili görülen durumların örnekleridir. Teşhis edilebilen cinsiyet kromozomu anomalileri çoğunlukla cinsiyet kromozomu sayısı bakımındandır. Bu anomaliler ender olarak belirgin fizik formasyon bozuklukları ve şiddetli zekâ gerilikleriyle, daha sık olarak da, özellikle kişilik alanında psikiyatrik değişimlerle ilgilidir. XYY sendromu (bkz.) ilg'nç bir örnektir ve karakteristiği erkeklerde fazla bir Y kromozomu olup kişide katillik ve şiddet eylemlerine yatkınlık yaratır.
Gözle görünen kromozom değişimle gross bozuklukları yansıtır, fakat dal küçük kromozom değişiklikleri, vel mikroskopta görünmeyen nokta muta yonlar, doğuştan gelen metabolizma h zuklukları gibi kalıtsal durumların nedı nidir. Bkz. GENETİK ve CİNSEL KALITIM


Kumar


Kumar bazan psikiyatrik bir semptom sa yılmaktadır; toplumca kabul edilen bu alışkanlığın biçimi (yani at yarışları sportoto, vb.) ve yoğunluğu kültüre bağ lıdır. Erkeklerde ve bazı uluslarda (Irlan dalılar, İtalyanlar, vb.) daha sık görül mektedir.
Freud, kumarın mastürbasyon yerine geç tiğini, diğerleri de bir çeşit sado-mazohizn olduğunu ileri sürmüşlerdir. Son zaman larda kumar ile «kısmet» ve dış kontrol arasındaki ilişkiler üzerinde durulmuştur Kumar oynayanlar arasında görülen yüksek intihar insidansı, bazı araştırmacıların kaza yapma eğilimi gösteren ve intihar potansiyeli olan kişilerde dış kontrol kavramına karşı benzer tutumlar göstermeleri bakımından ilginçtir. Davranış terapisinin (bkz.) başarılı olduğu ileri sürülmüştür.


Kundakçılık


Çeşitli kundakçılık biçimleri vardır. Çocuklarda ateşle oynama çok rastlanan, normal ve çoğunlukla zararsız bir harekettir. Oysa bazı çocuklar, çoğu zaman bir grup halinde, bile bile saman destelerini, çiftlik binalarını ve spor salonlarını ateşe verirler. Hiperkinetik çocuk su ile ateşe karşı özel bir ilgi duyar ve ilerde bir kundakçı olabilir. Yetişkinde başlıca üç tip kundakçılığa rastlanır. Bunlardan birincisi, gerçek veya hayalî bir horgörülme durumuna karşı bir tepki olarak, öç alma arzusuyla veya bir saldırganlık eylemi biçiminde yangın çıkarmaktır. Kişi, bazan içtiği içkinin etkisiyle birdenbire bir fabrikayı, garajı veya başka bir yapıyı ateşe vermeye karar verir, ikincisi menfaat gayesiyle - sigortadan para almak için - bilinçli kundakçılıktır ve genellikle sanıldığından daha çok rastlanır. Üçüncüsü ve en az rastlananı ise, bir cinsel sapıklık olarak beliren ve kişinin ateş ile itfaiyecilerin faaliyetlerini seyretmekten yoğun cinsel zevk duyduğu bir kundakçılık biçimidir. Kundakçılık çok ciddî bir suç sayılmaktadır, çünkü masum insanların ölümüne yol açabilir ve mala ziyan verebilir.


Kunnilingus

Kunnilingus, kadın dış genital organlarının dil kullanılarak erotik stimülasyo-nudur. Kinsey'e göre, evli çiftlerin % 45' inde koitus öncesi cinsel stimülasyon yolu olarak uygulanmaktadır. Ayrıca bazı kadın homoseksüellerin de, bir erotik stimülasyon yöntemi olarak, kunnilingus-dan yararlandıkları bilinmektedir.



Kuşkular


Obsesyonel kuşkular obsessif kompülsif nevroz semptomatolojisinin bir bölümünü oluşturur. Kuşkulu sorular bilince sızar ve kişi bunların makul olmadığını kabul etse bile, zihninden uzaklaştıramaz. Sigarasını söndürüp söndürmediğini hatırlamaya çalışır, tabladan düşüp yeri yakmasından endişe eder; kapıyı kilitleyip kilitlemediğini merak eder, vb. Obsesyonel kuşkular hemen her zaman fobilere (bkz.) ve ritüellere (bkz.) eşlik eder.Bazı genç şizofreniklerde felsefi kuşkulara(örneğin, sürekli olarak << Ben niçin varım?>> düşüncesine ) rastlanır.


Kınsey Değerlendirmesi


Indiana Devlet Üniversitesi Zooloji Profesörü Alfred Kinsey, Pomeroy ve Martin ile birlikte yürüttüğü çalışmalar sonucunda, 5300 beyaz erkek ve 5940 beyaz kadınla yapılan stereotip mülakatlara dayanarak, 1948 yılında insan cinsel davranışına ilişkin büyük bir araştırma yayınlamıştır. Anlamlı sayıda erkek ve kadında, hayatlarının değişik dönemlerinde, değişken oranlarda heteroseksüel ve homoseksüel davranış kaydedilmiştir. Kinsey, tam heteroseksüalite ve homoseksüalite arasındaki sürekliliği vurgulamak amacıyla, bu değerlendirme cetvelini hazırlamıştır.


Kırbaçlama


Sık görülen sado-mazohistik bir sapıklık biçimidir. Gövde, kalçalar ya da göğüslerin kırbaçlanması üzerine cinsel heyecan, orgazm ve ejakülasyon olur. Kırbaçlayan kişi genellikle kadındır, ama erkek de olabilir.
Kendini kırbaçlama ise bazı topluluklarda bir grup aktivitesi olarak uygulanmaktadır. Kırbaç, canı yanan kişinin bedeninde orgazmı andıran kıvranmalar yaratan bir penis simgesidir. Hastadaki zayıf cinsel dürtü, acının yarattığı emosyonel uyarıma eklenerek artar. Erotik ed biyatta büyük bir yer tutan kırbaçlam nın özellikle İngilizlere özgü bir sapıldı olduğu söylenmektedi

 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#17
L



Labilite

Bkz. DUYGUSAL DENGE
KARARSIZLIĞI




Langdon-Down, John Langdon Haydon ( 1828-1896)


Aynı zamanda hem Earlsvvood Tımarhanesinde medfkal gözlemci, hem de Londra Hastahanesinde hekim olarak çalışan Langdon-Down, zamanını akıl yetersizliklerini (bkz.) incelemeye hasretmiştir. Akıl yetersizliğinin birtakım etnik karakteristiklere dayanılarak sınıflandırılması konusunda Londra Hastahanesi Raporları'nda yayınlanan yazısında, ilk olarak Mongolizmi (bkz.) tanımlamıştır. Mon-golien tipteki idiosinin bir dejenerasyon örneği olduğunu ileri sürmüştür. Bkz. MONGOLİZM ve DOWN SENDROMU


Lanugo


Bazı anoreksia nervosa vakalarında, sırtta görülen ince tüyler.



Latah


Ekopraksi (bkz.), ekolali (bkz.) ve irkilme reaksiyonu gibi karakteristikler gösteren, kültüre-bağlı bir sendromdur. Güneydoğu Asya'da görülen bu sendrom akut
katatonik şizofreniyi andırır. Çok kere şiddetli bir korkuyu izler.



Leptosomatik


Kretschmer (bkz.) (1936), boy ve beden yapısı ile mizaç ve akıl hastalığına yatkınlık arasında ilişki bulunduğunu ileri sürmüştür. Leptosomatik terimiyle tanımlanan uzun, ince beden yapısı, şizotimik kişilik ve şizofrenik hastalıkla ilgili bulunmuştur.


Lezbien


Klasik çağlarda homoseksüel alışkanlıklar sürdüren bir kadınlar grubunun yaşadığı bir Yunan adasının adı olan Lesbos sözcüğünden türetilmiş bu terim, kadın homoseksüeller (bkz.) için kullanılmaktadır. Bu sapıklığın en sık rastlanan biçimi, emosyonel bağlılıkla birlikte karşılıklı fizik tatmin ve heteroseksüel koitus sırasında frijiditedir. Dış genital organların uyarılması (tribadizm), kunnilingus (bkz.) ya da suni fallus kullanımı gibi erotik stimülasyon yolları, erkek homoseksüeller arasında olduğundan daha az yaygındır.
Kinsey, kadınlardaki homoseksüelliği, erkeklerde yaptığı gibi, bir süreklilik içinde değerlendirmiştir. Kinsey'in bulgulaina göre, 30 yaşındaki kadınlardan % 25'i başka kadınlara karşı duydukları erotik tepkileri kabul etmişler, % 17'si ise cinsel temas eyleminde bulunmuşlardır. Yalnızca homoseksüel temas ise evli kadınların ancak % l'inde, bekâr kadınların ise % 4'ünde görülmüştür. Lezbie-nizmi açıklayan birkaç teori bulunmakla birlikte hiçbiri yeterli değildir. Bu durum, sadece toplumca hoşgörülmediğin-den, tedaviye ender olarak başvurulmaktadır; psikiyatrik semptomlar mevcut olduğu zaman da, bunlar genellikle Lezbien kadının yaşantısına reaktif niteliktedir.



Libido

Doğuştan olan ve biolojik olarak belirlenen cinsel zevk dürtüsü anlamında Freud'un ortaya çıkardığı bir terimdir. Freud, yetişkinlerin davranış motivasyonlarının birçoğunda libido'nun etken olduğunu ileri sürmüştür. Bebeklerde, libido enerjisi önce ağız çevresinde yoğunlaşır ve daha sonra giderek anüse ve dış geni-tal organlara yönelir. Latans döneminde Oidipus çatışmalarının çözümü sonucunda libido bastırılır ve adolesans döneminde açık cinsel dürtü biçiminde yeniden ortaya çıkar. Jung, libido terimine «yaşam gücü» karşılığı olarak daha geniş bir felsefi anlam vermiştir. Libido'nun yönünü (yani heteroseksüel, homoseksüel ya da otoseksüel olmasını), birkaç faktör (genetik, yapısal ve ortamsal) belirler. Libido'nun yoğunluğu ise hayvan türlerine göre değişkenlik gösterir, ama insanlarda toplumsal şartlanmanın etkisi büyüktür.


Limbik Sistem

Limbik sistem, serebral hemisferdeki interventriküler foramina çevresinde bulunan, dairesel biçimli boz madde için kullanılan bir terimdir. Belli başlı yapılar amigdala (bkz.), hippokampus (bkz.), «kuşaksı» ve «dişsi» girus'lardır; ama bîrçok araştırmacı, özellikle temporal lob-daki diğer bazı alanları da limbik sistemin kapsamına almışlardır. Bu sistemin baş-
Lityum karbonat
lıca girişi retiküler formasyon (bkz.) ve frontal Ioblardır; çıkış ise yine bu yapılara doğrudur. Filojenezin erken safhalarında beliren limbik sistem, emosyonel yaşantı ve ifadeyle ilgilidir. Hayvanlarda, bu lobda gelişen lezyonların yol açtığı Klüver-Bucy sendromuna (bkz.), vizüel agnosia, vizüel stimuluslara aşırı dikkat, aşırı oral aktivite, hiperseksüalite ve hi-perfaji eşlik eder.




Lipokondrodistrofi


Bkz.Gargoylizm



Lissansefali


Bkz.AGYRIA



Lityum Karbonat

Lityum tuzlarının başlıca kullanımı, ma-nik-depressif bozuklukların tedavisinde-dir. Manik durumlarda ruhsal durumda inhibisyon yaratırlar, bazı bipolar affektif hastalık vakalarında ruhsal durum değişkenliğinin amplitüdünü ve bozukluğun tekrarlama frekansını azaltırlar. Bazı şizo affektif hastalık vakalarının da lityumdan yararlandıkları bulunmuştur. Lityum etkisini, vücuttaki sodyumun kısmen yerini alarak ruhsal durum değişkenliğine eşlik eden sodyum düzeyi değişimlerini önleme yoluyla gösteriyor olabilir. Ancak, beyindeki amin metabolizması üzerinde de belirgin etkiler göstermektedir; ama bugün lityumun etkinlik mekanizmasının bu kadar basit olması ihtimal dışı görülmektedir. Lityum karbonat dozu, profilaktik olarak, günde üç kere 250 ve 500 mg arasında, yahut retard etkili bir müstahzar halinde günde bir kere 800 ve 1600 mg arasındadır. Erken belirebilecek yan etkileri en aza indirmek için, tedaviye düşük bir dozajla başlanarak, bunun yavaş yavaş artırılması tavsiye edilmektedir. Profilaktik serum düzeyleri (0.6 - 1.2 m. Eq./1.), yan etkilerin (1.5-2.0 m.Eq./l.) ve tok-sik etkilerin (> 2.0 m. Eq./1.) görüldüğü düzeylere yaklaşmaktadır. Serum lityum düzeylerinin düzenli olarak saptanması tavsiye edilmektedir. Yan etkiler arasında hafif tremor, poliüri ve seyrek olarak diyare ile bulantı vardır. Tremorun artması, bulantının devam etmesi ve kusmanın eşlik etmesi, ataksi, uyku hali ya da diğer SSS belirtilerinin gelişmesi durumunda, toksisiteden kuşku-lanılmalıdır. Zehirlenme ciddi bir nitelik kazanabilir, koma ve konvülsiyonlara yol açabilir ve ölümle sonuçlanabilir. Uzun süreli tedavi komplikasyonu olarak, dif-füz non - toksik guatr görülebilir. Kardiak yahut renal dekompensasyonda olduğu gibi, su ya da elektrolit bozukluklarında lityum tedavisi kontrendikedir.


Lobektomi,Anterıor Temporal

Entraktabl temporal lob epilepsisinde, anterior temporal löbektomi uygulanabilir. Yapısal bir lezyon (örneğin vasküler bir anomali yahut tümör) bulunan vakalarda son derece olumlu sonuçlar elde edilmektedir; ama harabiyetin hipoksik ve daha yaygın olduğu vakalarda bile bu ameliyat, muhtemelen epileptik aktivite-nin kısır döngüsünü bozarak, başarılı olabilir. Nöbetler giderilemese bile, genellikle azalır, davranış bozukluğu, entellektüel performans ise düzelebilir. Bilateral temporal löbektomi, hafızada derin hasar yarattığından, bu ameliyat beynin yalnızca bir tarafında yapılabilmektedir. Ameliyatın komplikasyonları arasında öbür gözle ilgili görsel alanda hafif bir üst kuadrant bozukluğu, geçici disfazi ve diplopi, ender olrrak da hemiparezi vardır. Ablasyo-nun, dominan hemisferde olması durumunda ortaya çıkan işiterek öğrenme bo-zukluğuysa, ciddi bir kusur yaratabilir.


Lobotomi

Bkz.Lökotomi


Lobus Temporalis Epilepsisi


Bu durum, odaksal kökeni lobus tempo-ralis'de bulunan bütün epileptik nöbet tiplerini kapsar. En karakteristik nöbetler psikomotor (bkz.) tipte olmakla birlikte, bunlara sık sık majör konvülsiyon-lar da eşlik eder. Vakaların çoğunluğunda, nöbetlerin odaksal kökeninde patoloji mevcuttur. Bu tip lezyonlarm yüzde ellisi mesial temporal sklerozdan (bkz.) ileri gelir. Geri kalanındaysa, eşit oranda doğum - sonrası travması yahut enfeksiyonları ve etkisiz (indolent) tümörler sözko-nusudur. Mesial temporal skleroz, erken çocukluk döneminde yeterli tedavi uygulanmamış status epileptikusu izler. Birçok kronik epilepsi vakası psikomotor tezahürler gösterir.
Yetişkinlerde EEG klasik olarak lobus temporalis üzerinde anti-fazlı keskin «Spike» bulguları verir. Çocuklardaysa klinik özelliklere eşlik eden belirgin psikomotor nöbetler, EEG'de genel anomaliler gösterebilir. «Spike» odağı ancak yavaş bir seyir izleyerek tutarlı bir lokasyona girer.
Tedavi yöntemi, psikomotor nöbetlerin antikonvülsanlarla kontrolüdür; ancak, eşlik eden davranış bozukluklarının bu ilaçlarla şiddetlenmemesine dikkat edilmelidir. Barbitüratlar (ve primidon) çok kere çocuklarda şiddetli ruhsal durum bozukluklarına ve hiperkineziye (bkz.) yol açar. Hidantoin türevleri yararlıdır, ama metabolizma normal değilse serum hidantoin düzeyleri yükselebilir. Süksini-mid gibi karbamazepin de yararlı olabilir, ama çocuklarda hava açlığı ve kilo kaybına yol açabilmektedir. Bu arada benzodi-azepin türevlerinin de değişken oranlarda Temporal lob epilepsisinde tipik EEG yararlı sonuçlar verdiği bildirilmektedir. Sık sık davranış bozuklukları, kaba ve saldırgan davranış, nevrozlar ve psikotik bozukluklar da eşlik eder. Erken yetişkinlik döneminde başlayan kronik, hallüsi-nasyonlu bir paranoid psikoz, epilepsinin başlamasından sonra değişken sürelerle devam edebilir. Depresyona sık rastlanır ve intihar oranları da yüksektir. Bkz. EPİLEPSİ


Logore


şırı ve çabuk konuşma. Bu duruma normal kimselerde de rastlanmakla birlikte, çok kere gerilim ve manik durumlara eşlik etmektedir.



LSD ( Liserjik asit dietilamid )


LSD 25, kuşkusuz en çok tanınan hallü-sinojenik ilaçtır. Kimyasal bakımdan, li-serj.k asidin sentetik bir türevi olarak, triptamine benzer. Hallüsinojenik özelliklerini, bir raslantı sonucu, Hoffman bulmuştur. Bilinen en etkili biokimyasal maddeler arasında yer alır. Gastroentesti-nal kanaldan absorbe olur. En açık etkisi, serotcnin antagonizmasıdır. Sık kullanım sonucu, LSD'ye tolerans çabuk gelişir. Psilosibin (bkz.) ve meskalin (bkz.) ile çapraz tolerans sözkonusudur. Fizik bağımlılık (bkz.) gelişmemesine karşın, psikolojik bağımlılık (bkz.) aşırı olabilir. Bu bakımdan, LSD'ye alışan kişi, bu maddenin kullanımına bağlı olan algısal değişimlere ve yanlış sezgilere aşırı önem vermesi sonucunda yaşantısını değiştirici derin nitelikte etkilere uğrayabilir. LSD'ye karşı olumsuz reaksiyonlar da görülebilir. Bunlar üç tipte olur: Bazan saldırganlık yahut intiharla sonuçlanan, paranoid heyecan ve konfüzyon durumlarının eşlik ettiği akut reaksiyonlar; muhtemelen ilaca bağlı olmayan, ama kişide ilacın yol açacağı değişimlerle ilgili korkuların yarattığı şiddetli panik durumları; yukarıda söz edilenlere benzer ve LSD kullanımından sonra 18 ay süreyle görülebilen tekrarlayın reaksiyonlar. Uzun süreli LSD etkileri genellikle şiddetli deper-sonalizasyon ve kişiyi rahatsız edici nitelikte kalıcı vizüel algı bozukluklarıdır. LSD'nin terapötik yararları konusunda, henüz kesin kanıt olmamakla birlikte, bazı araştırmacılar bu maddeyi alkolizm tedavisinde yararlı bulmuşlardır. Bkz. HALLÜSİNOJENİK İLAÇLAR


Lökotomi


Prefrontal lökotomiyi ilk olarak 1935'de Lizbon'lu Egaz Moniz uygulamıştır. İlk uygulanan bu standard lökotomi ameliyatı, herbir frontal lobdaki ak maddenin mümkün olduğu kadar geniş biçimde ayrılmasından ibaretti. Bu ameliyatın, apati ve yüksek bir epilepsi insidansı gibi, birçok istenmeyen yan etkileri vardı. Yararlı etkileriyse, talamusun dorsomedial nukleusları ile frontal korteks arasındaki bağlantının kesilmesinden ileri gelmektedir. Oysa talamo-frontal kümenin kesilmesi (bimedial lökotomi) yahut orbital alt-kesimle de aynı terapötik etkinlik, en az yan etkiyle, elde edilebilmektedir. Bu ameliyatın başlıca endikasyonu, özellikle dirençli depresyon vakalarında ve ob-sesyonel nevrozlarda görülen, uzun süreli ve entraktabl gerilim ve anksietedir. Bugün şizofrenide ender olarak uygulanmaktadır. Daha önce belirgin özelliği dürtü ve aktivite olan olumlu kişiliğe sahip kimselerde en iyi Sonuçlar alınmaktadır. Öz-kontrol azalabileceğinden, belli psikopa-tik veya histerik özellikler gösteren hastalarda, bu ameliyat kontrendikedir. Genellikle ameliyattan sonra hemen semp-tomat k iyileşme kaydedilirse de, hastayı toplumun tamamen etkin bir üyesi haline getirebilmek için, özellikle obsesyonel nevroz vakalarında yoğun rehabilitasyon gereklidir.
 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#18
M




Manganez Zehirlenmesi


Manganez zehirlenmesi en çok madencilerde görülür. Bu metal elektrik kaynağı, çelik, boya, seramik, linoleum, sabun ve pil yapımında kullanılmaktadır. Zehirlenme, karaciğer sirozuna, bazal nukleus dejenerasyonuyla ilgili nörolojik tezahürlere ve zihinsel semptomlara yol açar. Önleme endüstriyel korunma yoluyla ve tedavi sodyum kalsiyum edetatla kelasyon yöntemiyledir. Yorgunluk, güçsüzlük, uyku bozukluğu, emosyonel denge kararsızlığı ve psikoz gibi etkiler genellikle iyileşir. Bunlara eşlik eden Parkinson send-romuysa (çok kere piramidal ve serebel-lar belirtilerle birlikte) genellikle kalıcıdır.
Bkz. ZEHİRLER, AKIL DURUMUNU ETKİLEYEN



Mani


Mani, depresyondan (bkz.) çok daha az görülmekle birlikte, ender rastlanan bir urum değildir. İlk nöbet çok kere ado-lesans döneminde olur ve hastalık ortalama otuz yaşlarında başlarsa da seyrek olarak orta veya hattâ daha ileri yaşlarda başladığı da görülebilir. İyileşme kadar nöbetlerin nüksetmesi olasılığı da hemen her zaman vardır ve hastaların çoğunluğu er veya geç depresyon durumları da geçirirler.
Tipik manik hastanın davranışı kolayca tanınır. Aşırı aktiftir, zamanını uykuda geçirmek istemez ve giriştiği sayısız işi ta-mamlayamayacak kadar dalgındır. Aynı zamanda delidoludur, atılgandır, hiçbir kural tanımaz ve herşeyle başa' çıkabilecek yetenekte olduğuna inanır. Durmaksızın konuşur ve cevap vermektense soru sorar. Bu karakteristik davranışa rağmen, genellikle ya hastanın konuşması izlenemeye-cek kadar düzensizleştiği için, yahut da aslında kendinde varolmayan semptomları kabullenmekten hoşlandığı için, mani durumlarına çok kere yanlış olarak şizofreni (bkz.) teşhisi koyulur. Bazan, özellikle adolesanlarda ayırıcı teşhis gerçekten güçleşir; ancak, hastalığın düzenli biçimde artan bir aşırı aktivite ve duygulu bir iyimserlikle başladığı kesinse, görünüşte şizofreniyi andıran birçok özellik daha iyi değerlendirebilir.
Hasta ender olarak hastalığını kabul ettiği ve bazan başlangıçta yakınları bile bunu kabule yanaşmadıkları için, tedavi çok güç olabilir. Poliklinik tedavi birçok vakada yeterli değildir; hasta genellikle kendisine verilen ilaçları içmeden atar ve en etkin ilaç olan lityum başlangıçtaki dengeleme döneminde her gün denetim ve dozaja titizce uymayı gerektirir (ayrıntılar için LİTYUM'a bkz.). Bu nedenlerle çok kere hastanın gecikmeden zorla hastaneye yatırılması gerekir; çünkü hastalar zaten güç kazanabildikleri parayı çarçur ederek, utandırıcı yahut daha da kötü durumlarla sonuçlanan cinsel maceralara girerek ve yasa dışı yollara saparak kendilerine büyük zararlar verebilirler. İyileşme safhası da yine sorunludur.
Hastanın ruhsal durumuyla davranışı bir günden öbürüne değişebilir ve her an dep-ressif bir duruma girerek intihar girişiminde bulunması olasılığı vardır. Birçok manik - depressif kişi hastalığın nüksetmesine yatkın olmakla birlikte, olağandışı dürtü ve yaratıcı yeteneklere sahip olup çeşitli alanlarda başarı kazanırlar. Aslında, manik - depressif hastalık toplumun hem üst, hem de alt sınıflarında yaygın olan tek akıl hastalığı tipidir. Bkz. MANİK - DEPRESSİF PSİKOZLAR


Mani A Potu


Ender görülen ve oldukça az miktarlarda alkol kullanımının şiddetli saldırgan bir davranışla birlikte yoğun psikotik eksitas-yona yol açtığı bir durumdur. Bilinç bulutlanması, hafif delüzyonlar ve hallüsi-nasyonlar mevcuttur. Bir saatten az ya da birkaç gün sürebilir. Birdenbire geçer ve hasta uykuya dalar. Genellikle şiddetli kişilik bozukluklarından mustarip hastalarda görülür. Bkz. ALKOLİZM


Manik - Depressif Psikoz


Manik - depressif hastalık, affektif bozukluklar alt grubunda yer alan en kesin tanımlanmış bozukluk olup iki ayrı ve zıt tipte tezahür eder: Depresyon (bkz.) ve mani (bkz.). Depressif safhanın diğer depresyonlardan yeterince olmasa bile ayırdedilmesini sağlayan belirli birkaç karakteristiği vardır. Çok kere daha önce herhangi bir kayıp ya da hayalkırıklığı olmaksızın, birdenbire başgösterir. Depresyon hızla derinleşir ve bazan normal bir keder durumuna hiç benzemeyen «belirli bir nitelik» taşır. Nörotik depresyonlarda olduğu gibi bir günden öbürüne değişmez, ama kesin bir günlük değişkenlik göstererek sabah görülen en kötü durum gün ilerledikçe biraz düzelebilir. Hem konuşmayı, hem de genel motor aktiviteyi etkileyen bir retardasyona sık rastlanır. Buna çok kere hastayı rahatsız edici derecede bir konsantrasyon yeteneksizliği ve en sevdiği uğraşlara bile ilgi kaybı eşlik eder. Vejetatif bozukluklar şiddetli olabilir. Hasta iştahını kaybeder, cinsel arzusu azalır ve kilosu hızla düşer. Ayrıca özellikle gecenin ikinci yarısında uyuma güçlüğü çeker. Suçluluk duyguları sık görülür ve çok kere uzun zaman önce işlenmiş önemsiz suçlar üzerinde yoğunlaşır. Vakaların çoğunluğunda depresyon, hastanın hayatın yaşamaya değer olmadığını hissetmesine yol açacak derecede derindir ve bunun sonucunda da intihar her zaman ciddi bir risktir. Karakteristik olarak hastanın yargı yeteneği bozulur. Hasta olduğuna inanmaz ve durumunun kendi güçsüzlüğü yahut akılsızlığından ileri geldiğini düşünür; ya kötü yahut değersiz bir insan olduğu, ya da kendisini bir felâketin beklediği gibi konular üzerinde yoğunlaşan delüzyonlar gelişebilir. Hastalığın manik safhası ise birçok bakımlardan depressif safhanın ters görüntüsüdür. Hasta neşelidir, hayalkırıklığı ve başarısızlıklara karşı kayıtsızdır. Normalden çok fazla enerjisi vardır ve uyu-yamadığı için değil, yapacak çok şeyi olduğundan veya yorgunluk duymadığından, gecenin yarısını ayakta geçirir. Normalden fazla girişken ve daha az çekingendir; çok az tanıdığı kişilere müstehcen sözler söyleyerek yahut yersiz cinsel önerilerde bulunarak çevresini rahatsız edebilir. Bazan bu neşeli durumun yerini hemen öfke alır; hattâ bu hastalarda sinirlilik durumu, neşeden daha belirgindir. Hemen her zaman düşünce hızlanır. Zihin bir yığın tasarı ve fikirle doludur ve hasta pahalı ve gerçekleştirilmesi güç girişimlerde bulunabilir. Aynı zamanda durmaksızın ve hızlı konuşur («acele konuşma») ve çok kere tutarlı bir düşünce silsilesi sürdüremez («fikir kaçışı»). Oz-beğeni artar ve üstünlük delüzyonları gelişebilir (dünyaca ünlü b:r şair olduğuna yahut ülkenin ekonomik sorunlarının çözüm yolunu bildiğine inanır). Bazı hastalarda değişik zamanlarda hem manik, hem de depressif hastalıklar gelişirken («bipoler hastalık»), bazılarında nüksedici depresyonlar görülür («ünipo-ler hastalık»); birkaçında da yalnızca manik hastalık gelişir. Karışık durumlara da sık rastlanır. Depresyonlardan önce yahut sonra kısa hıpomani episodları görülür; manik hastalıkta ise bunun tersi, yani manik safha sırasında depresyon, olur. Gerçekten de, birçok manik hastalıkta, herhangi bir safhada depressif özellikler görülür. Çok kere neşe durumu sırasında hasta kısa ağlama nöbetleri geçirir ve intihar olaylarına da sık rastlanır. Hastalığın süresi ve seyri epeyce değişkendir. Kronik depresyonlara, hattâ kronik maniye sık rastlanmakla birlikte, vakaların büyük bir çoğunluğu tedaviyle yahut tedavisiz sonunda tamamen iyileşir ve ne kadar çok nüksederse etsin, şizofrenideki gibi bir «bozukluk durumu» bırakmaz. Bir manik episodun süresi ortalama olarak yaklaşık üç ilâ beş ayken, depresyo-nunki altı ilâ sekiz aydır; ama her ikisi de büyük bir değişkenlik gösterir..Bipoler hastalıkların en sık görülen başlama yaşı 20-40 yaşlarıdır; ünipoler hastalıksa fok kere ilk olarak orta hattâ daha da ileri yaşlarda belirebilir. Kesin bir manik - depressif hastalık bir kez başladıktan sonra yeniden beliren episodlar kaçınılmazdır ve yaş ilerledikçe sıklaşma eğilimi gösterir; ama hastalık bu bakımdan da bir hastadan öbürüne değişkendir. Manik-depressif hastalıkta güçlü bir genetik faktör sözkonusudur ve birçok inceleme manik-depressif hastaların % 15'inde ebeveynin, kardeşlerin ve çocukların da etkilendiğini göstermiştir. Bu oran hastane gruplarından elde edildiği için, muhtemelen yüksek olabilir; ama hastalığın çocuğa geçmesi riskinin onda birden daha düşük olması ihtimal dışıdır. Kalıtım yolu bilinmemekle birlikte, en muhtemel yollar ya yetersiz penetranslı bir do-
minan gen, ya da çok-faktörlü kalıtımdır. Her iki durumda da, ortamsal etkilerin de en azından eşit ölçüde rol oynadığı kesindir ve çocuklukta ebeveynden birinin kaybı böyle bir faktör olabilir. Son zamanlarda, bipoler ve ünipoler hastalıklar arasında önemli farklar bulunduğu ortaya çıkmıştır. Her iki tip vakada da «soyaçe-kim» bir dereceye kadar sözkonusudur (bipoler hastalıktan mustarip kimselerin etkilenen akrabalarında ünipolerden ziyade bipoler hastalık görülür-aynı durum ünipoler vakalarda da geçerlidir) ve genetik yük bipoler grupta daha belirgindir. İkisi arasında ayrıca sistematik kişilik farkları da mevcuttur: Hem manik, hem de depressif hastalıktan mustarip olanlar daha enerjik, dışa dönük olup emosyonel bakımdan daha sıcaktırlar; yalnızca depresyondan mustarip olanlarsa, daha anksi-yöz ve içe dönüktürler ve belirgin obses-yonel eğilimler gösterirler. Son birkaç yıl içinde manik-depressif hastalığın fizyolojisi ve biokimyasında önemli bulgular elde edilmiştir. Manik-depressif tipteki şiddetli depresyon durumlarına çok kere hipotalamus ve beyin sapında hem katekolamin (noradrenalin ve dopa-min), hem de indolamin (5-hidroksitrip-tamin) deplesyonunun eşlik ettiğine ilişkin kanıtlar vardır ve bu deplesyonla ruhsal durum değişimi arasında nedensel bir ilişki olabileceği belirtilmiştir. Böylece reserpin beyin sapı aminlerinde benzer bir deplesyona yol açmakta ve depresyonu presipite edici özelliği bakımından tanınmaktadır; öte yandan, her iki antidepre-san ilaç grubu, yani trisiklik grup ve mo-noamin oksidaz inhibitörleri, beyin sa-pındaki amin düzeylerini yükseltmektedir. Son olarak da, intihar eden kişilerin beyin sapı amin düzeylerinin, başka bir nedenle birdenbire ölen kişilere göre daha yüksek olması ihtimali vardır. Ayrıca, bütün vücuttaki denge incelemelerine dayanan ve depresyonda intrasellüler sodyum muhtevasının anormal yükseldiğine,manide çok daha fazla yükseldiğine ve hastalığın iyileşmesinden sonra bu anormalliklerin de düzeldiğine ilişkin raporlar da vardır.
Manik-depressif hastalığın tedavisi, her zaman yeterli olmamakla birlikte, oldukça basittir. Depresyon vakalarından birçoğu ya bir trisiklik antidepresana, ya da ECT'ye cevap verir. Bazı hastalar selektif olarak bunlardan yalnızca birine cevap verirlerse de, depresyon ne kadar şiddetliyse, ECT'nin gerekmesi ihtimali de o kadar fazladır. MAO inhibitörleri genellikle etkisizdir. Manik hastalıklar çoğunlukla fenotiazinler (bkz.) yahut haloperi-dol ile kontrol altına alınır. Son zamanlarda lityum (bkz.) tuzlanyla uzun süreli tedavinin, manik-depressif (özellikle manik öğenin belirgin olduğu) hastalardaki ruhsal durum değişimlerini giderdiği ve-ye azalttığı ileri sürülmüştür. Kanda yüksek" lityum düzeyleri toksik olduğundan dikkatli bir dozaj kontrolü ve kan düzey-ler'nin sık sık belirlenmesi şarttır. Bu tedavinin yararı doğrulanırsa, yalnızca büyük bir terapötik aşama olarak kalmayacak, aynı zamanda teorik alanda yeni görüşler getirmesi bakımından da büyük bir önem taşıyacaktır. Bkz. GERİATRİK PSİKİYATRİ




Mao İnhibitörleri

Bkz. MONOAMİN OKSİDAZ İNHİBİTÖRLERİ


Marchıafava Hastalığı (Marchaıafava -Bıgnamı Hastalığı )


Seyrek rastlanan ve öncelikle İtalyan erkeklerinde görülen, korpus kallosumda primer dejenerasyon karakteristiği gösteren bir durumdur. Konvülsiyonlar, motor semptomlar ve belirtilerle birlikte de-mans mevcuttur; ayrıca anamnez, aşırı miktarlarda ucuz kırmızı şarap kullanımı gösterir. Bu durumun henüz bilinmeyen bir toksinden ileri gelmesi ihtimali vardır; bir vitamin yetersizliği hastalığı sayılmamaktadır.


Marfan Sendromu ( Araknodaktili)

Marfan sendromunun karakteristikleri, koloboma ve göz merceği dislokasyonu dahil olmak üzere gözde başgösteren değişimler ve uzun, dar bir kafa, dar göğüs, uzun kol ve bacaklar, uzun parmaklar gibi bir yapıya (araknodaktili) yol açan iskelet değişimleridir. Akıl geriliği her zaman değilse bile, bazan şiddetli derecede mevcut olabilir. Bu sendrom, dominan tipte genetik kalıtımı izler.


Marihuana


Bkz.Kannabis Sativa


Marusmus


Bebeklikte görülen ve vücut yağının genel kaybına yol açan, kronik bir beslenme yetersizliği durumudur. Bebeğin görünümü solgun, zayıf, apatetik ve düşkündür. Durumun temelinde bulunan fiz;k etkenler arasında kronik enfeksiyon, konjenital cnomaliler ve yetersiz beslenme vardır. Kötü yönetilen çocuk kuruluşlarındaki aşırı emosyonel yoksunluk durumu da, çocuk yeterli miktarlarda besin alsa bile, fizik hastalık sözkonusu olmaksızın, buna benzer bir tabloya yol açabilir.


Mastürbasyon

Mastürbasyon, kişinin cinsel heyecan yaratmak amacıyla kendi dış genital organlarını bilerek uyarmasıdır. Genital alanın zevk duyumları yaratmak amacıyla uyarılması, erken bebeklik döneminden başlayabilir. Bu fenomen kız bebeklerde, erkek bebeklerde olduğundan daha yaygındır; bebek genellikle bacaklarını bitiştirip sürterek bir zevk duyumu sağlar; hattâ cinsel bakımdan olgunlaşmış bir yetişkindeki orgazmdan yalnızca ejakü-lasyon olmaması bakımından farklı, gerçek bir orgazma varabilir. Seyrek olarak da, bebekler pişiklerin ya da bir barsak enfestasyonunun yol açtığı kaşıntıyı hafifletmek için mastürbasyon yapabilirler. Daha büyük çocuklardaysa, mastürbasyon hem erkek, hem de kız çocuklar arasında eşit ölçüde yaygındır. Bu durum başlı
başına anormal değildir ve hiçbir zararlı kötü etkiye yol açmaz; ama kompülsif bir alışkanlığa dönüşürse (yani iç-direnç eşlik ederse), suçluluk duygusuna, utanca ve depresyona yol açarsa, yahut açıkça uygulanırsa, tıbbi dikkat gerektirir. Dolayısıyla gençlerde sık mastürbasyon, gizlilik içinde uygulandığı ve zihinsel bir acı çekme durumuna yol açmadığı sürece, psikopatolojik bir önem taşımaz. Büyük çocukların açıkça mastürbasyon yapmalarıysa, bir dikkati-çekme fenomeni ve ilgi yoksunluğu belirtisidir.
Adolesans döneminden sonra, erkeklerin % 96'sı ve kadınların % 60'ı orgazmla sonuçlanan mastürbasyon eylemini sürdürürler. Bunun zararlı fiziksel yahut zihinsel etkilere yol açtığına ilişkin hiçbir kanıt yoktur. Oysa çocukluk döneminde dinsel ve ahlaksal tutumlarla şartlanma sonucu, mastürbasyonla ilgili olarak duyulan anksiete ve suçluluk duygusu, adolesans döneminde anksiete durumlarına yahut ano-genital pruritus veya genital organlarda ağrı gibi psikosomatik bir bozukluğa yol açabilir. Kadınlarda, mastürbasyonun daha ileri dönemlerde cinsel temas sırasında orgazma varmayı önlediğine ilişkin yaygın görüşü destekleyen hiçbir kanıt yoktur.
Ender görülen, habitüel mastürbasyon yahut orgazm yaratmak amacıyla rektuma yabancı cisimler sokulması gibi, normal cinsel davranış dışı sayılan durumlar gerçek bir sapıklık olarak kabul edilmektedir. Bebeklerde mastürbasyon ise, hiçbir patolojik anlam taşımaz. Bu durumu önlemek istiyorsa, annenin bezi bebeğin bacaklarının bitişik durmasını önleyecek biçimde bağlaması, bunun dışında da bebeğin mastürbasyon yapmasıyla ilgilenmemesi gerekir. Habitüel ve anal tipteki mastürbasyon (gerçek otoerotisizm) temelindeki etkenin tedavisini gerektirebilir.
Bkz. ÇOCUKLARDA SEKSÜALİTE



Maudsley, Henry (1835-1918)

Maudsley Hastanesinin kurucusu olarak tanınan Henry Maudsley parlak bir tıp öğrencisi ve iyi bir genç doktordu. Journal of Mentol Science adlı derginin yazı işleri müdürü olarak aynı dergide yazdığı sayısız yazıda ve birkaç kitabında, akıl hastalıklarının aslında beyin hastalıkları olduğu görüşünü ileri sürmüştür. Maudsley, akıl hastalığının anlaşılmasında kalıtımın ve fizyolojiyle patolojinin araştırılmasının önemini kavramıştı. Sonucunda, tıp okulu olarak, bir araştırma merkezi olarak ve akıl bozukluğunun erken dönemlerindeki hastalar için klinik ve poliklinik tedavi merkezi olarak üç yönlü bir amaca hizmet edecek bir hastanenin kurulması için, Londra İl Kuruluna büyük bir para teklifinde bulunmuştur. Maudsley, bu hastanenin açılmasından önce, 1918 yılında ölmüştür.


Mazohizm

İlk olarak Sacher-Masoch adlı romancının tanımladığı mazohizm, orgazma varmak için işkence etmenin, aşağılamanın ve ceza vermenin şart olduğu görüşünden yola çıkan bir durumdur. Mazohizm çok kere sadizmle (bkz.) birlikte uygulanır ve başkalarına, özellikle ebeveyne karşı duyulan saldırganlık impulslarını, kişinin kendisine yöneltme yolu olarak düşünülmektedir. «Zincire vurma» gibi otoseksüel tipte mazohizmde, kişi orgazma varmak için kendisini iplerle yahut lastiklerle veya plastik torba gibi nesnelerle bağlar. Homoseksüel veya heteroseksüel mazohizmdeyse, karşı yahut aynı cinsiyetteki cinsel eş tarafından kırbaçlanır ve aşağılanır. Birçok nevroz, ilaç iptilâsı, alkolizm ve intihar girişimi vakalarında, kendini-cezalandırma niteliği sözkonusu-dur. Bu durum Freud'un bunları mazo-hizm biçimleri olarak görmesine yol aç-mıştır-çocukluk döneminde ebeveyne duyulan cinsel impulsların ilerde bastırılması sonucu ortaya çıkan suçluluk duygusunu bağışlatmak için kişinin kendini cezalandırma isteği duyması. Moral mazohizmdeyse, bazı dinsel uygulamalarda ve bazı evlilik ilişkilerinde görülen, daha geniş kapsamlı toplumsal egemenlik ve cezalandırma öğesi sözkonusudur. Tedavi psikoterapi (bkz.) yoluyladır; son yıllarda davranış terapisinin (bkz.) de başarı sağladığı ileri sürülmektedir. Bkz. CİNSEL BOZUKLUKLAR


Medıan


Median, düzenli olarak kaydedilen bir dizi gözlemin merkez değeridir. (Şekle bakarak «ortalama değer» ve «mod» ile karşılaştırınız). Ortalama değer, çok sayıda gözlemdışı değer yüzünden değişebileceği zaman, «median» yararlı bir ortalama sağlar.


Megalomani

Bu terimin kapsamına giren, abartılmış bir kendine önem verme durumu, en karakteristik olarak manide (bkz.) ve para-noid hastalıklarda (bkz.) görülür. Para-noid hastalıklarda, megalomanyak fikir içeriği daha tuhaf ve sistemlidir (örneğin soylu bir aileden geldiğine, yahut Tanrının elçisi olduğuna inanır). Manideyse, birçoğumuzda görülen bir eğilim olan kendini önemseme ve övmenin sınırsız bir abartılması biçiminde belirir (örneğin büyük bir yeteneğe, sezgiye yahut servete sahip olduğuna inanır).


Melankoli

Melankoli, M.Ö. 4 üncü yüzyılda Hippok-rat'ın tanımladığı dört delilik tipinden biriydi ve bunu izleyen 2000 yıl süresince akıl hastalıklarıyla ilgili bütün sınıflandırmalarda yer aldı. Oysa artık bu terim kullanılmamaktadır ve yerini onun kadar şiirsel olmayan «depresyon» terimi almıştır. Bugün melankoli terimi kullanıldığında, şiddetli veya psikotik depresyon mevcudiyeti anlaşılmalıdır. Bkz. ENVOLÜSYONEL MELANKOLİ


Menapoz


Menopoz âdetlerin son olarak kesilmesi anlamına gelirse de, klimakterik kelime-siyle eş anlamlı kullanılmaktadır. Östro-jen yetersizliği, genital yolda kızarmalara ve değişken bir atrofiye yol açar. Doğurganlık döneminin son bulmasına ve menopozun fizik semptomlarına karşı bir tepki olarak gelişen emosyonel bozukluğa sık rastlanır. Bu yaşta açık anksiete durumları (bkz.) ve depressif hastalıklar (bkz.) da yaygın olmakla birlikte, bunların doğrudan doğruya hormonal değişimlerden ileri geldiğine ilişkin hiçbir kanıt yoktur.
Menopoz sırasında ve sonrasında aktif bir cinsel yaşantı sürdürülmemesi için bir neden yoktur. Genital atrofi cinsel teması güçleştirebilirse de, östrojen tedavisiyle bu durum giderilebilir.
Menopoz durumundaki kadınlara açıklamalarda ve telkinde bulunularak yardım edilebilir, ama açık psikiyatrik bozukluklar uygun bir tedavi gerektirir. Östrojen-ler yalnızca östrojen yetersizliğine işaret eden belirgin fizik belirtiler mevcutsa en-dikedir. Bkz. KLİMAKTERİK



Meskalin


Meskalin, kuzey Meksika'da yetişen Lop-hophora willi;amsii kaktüsünde bulunan bir alkaloiddir. Meskalin, santral sinir sisteminde depresyon etkisi yaratır ve liserjidin (bkz.) etkilerine benzeyen, ama daha zayıf psikotik değişimlere yol açar. Liserjid gibi, bu madde de seyrek olarak psikiyatride kullanılmakta ve transa benzer durumlar yaratabilmektedir. Hallüsi-nasyona yol açan ortalama doz, i.m. enjeksiyonla 400-700 mg'dır. Bkz. HALLÜSİNOJENİK İLAÇLAR


Mesmer, Franz Anton (1734-1815)


766 yılında Viyana Üniversitesinden mezun olan Mesmer'in tez konusu, gezegenlerin insan fizyolojisi üzerindeki etkileriydi. Mıknatıslarla terapötik deneyler yapan bir Cizvit papazı olan Maximillian Hell ile tanışmasından sonra Mesmer, özellikleri bakımından manyetizmayı andıran, kozmik bir iyileştirici güç fikrine kapıldı. Çok geçmeden, bu gücün hastaya geçmesi için mıknatısların şart olmadığını, terapistin ona dokunmasının, hattâ uzaktan bakmasının da aynı derecede etkin olabileceği sonucuna vardı. 1778 yılında Mesmer Viyana'dan ayrılarak XIV. Louis'nin çağrısı üzerine Paris'e gitti ve kısa bir süre içinde orada sansasyon ya-
rattı. Mesmer, görüşlerinin tıbbi olarak tanınmasını istiyordu, ama canlılarda manyetizma üzerinde çalışan bir Kraliyet Komisyonu 1784'de böyle birşeyin olamayacağı, bunun yalnızca «hayalgücü» olduğu sonucuna vardı. Bu Mesmer'in sonu oldu. Oysa yaptığı çalışmalar büyük etkilere yol açtı. Özellikle İngiltere ve Amerika'da olmak üzere, manyetizma yeniden ele alındı ve hipnozun keşfine ışık tuttu. Bkz. BRAID, HİPNOZ, SPİRİTÜEL TEDAVİ





Mesomorf

Mesomorf, Sheldon'un somatotip sınıflan-dırmasındaki başlıca üç beden yapısı tipinden birinin özelliklerini taşıyan kişidir. Karakteristikleri mütenasip bir atletik çatı ve gelişmiş kaslardır. Bkz. YAPI


Migren

Migren, dış karotis arterinin ağrıya-du-yarlı kranial dallarında, başağrısma yol açan, vazokonstriksiyon ve bunu izleyen dilatasyondan ileri gelir. Başlangıçta genellikle ünilateraldir ve sinirlilik, bulantı, fotofobi, bazan vizüel ve sensör bozukluklar, konstipasyon ya da diyare eşlik eder. Migrenden mustarip kimselerin kişilikleri karakteristik olarak obsesyonel-dir, hırs ve becerileri yüksek düzeydedir, esnek olamazlar ve duydukları düşmanlığı açıkça ifadeden kaçınırlar. Çatışma dönemlerinde, bu hastalarda anksieteyle früstrasyon artar ve bazan kinci bir tutum gösterirler. Migreni bazan emosyonel stress (bkz.) presipite ederse de, çok kere kalıtsal bir predispozisyon sözkonusu-dur ve hipertansiflerde gösterdiği oran normotansiflerdekinin beş katıdır. Seroto-nin (bkz.) ve öteki aminlerin (örneğin tiramin) de bu sendromun gelişmesinde rol oynayabilecekleri düşünülmektedir ve aminleri deprese eden reserpin migren nöbetini harekete geçirebilmektedir. Bir se-rotonin antagonisti olan metiserjid çok kere nöbet sıklığını azaltmakta, ama nöbet sırasında etkisiz kalmaktadır. Eğer başağrısı hafifse, aspirin yahut kodein fosfat gibi analjezikler etkin olabilir; şiddetli vakalardaysa, vazokonstriksiyon sağlayan ergotamin tartrat gerekebilir. Früs-trasyona yol açan durumlardan kaçınılması da, nöbet sıklığını azaltabilmektedir. Bkz. PSİKOSOMATİK BOZUKLUKLAR


Mikropsi

Normal kimseler düş sırasında yahut uykudan uyanırken nesnelerin büyüklüklerini değişik görebilirler. Bu gibi boyut değişimleri patolojik durumlara eşlik ettiği zamansa, genellikle toksik bir konfüzyon durumuna işaret eder: Deliriumlar, ilaç (özellikle LSD) entoksikasyonları ya da daha seyrek olarak temporal veya oksipi-tal lob epilepsisi.

Mikrosefalı

Bu terim «ufak-kafalı» anlamına gelir ve genellikle kafa çevresinin yaş ve cinsiyete göre ortalamanın altındaki üç Standard sapmadan daha küçük olması durumunda kullanılır. Mikrosefali, Mongolizm (Down sendromu) ve fenilketonüri gibi akıl geriliği gösteren birçok bozuklukta rastlanan klinik bir belirtidir. Bundan başka ender görülen ve bir otosomal reses-sif genden ileri gelen genetik mikrosefali, radiojenik mikrosefali, normal değişkenliğin aşırı bir ucu sayılan «fizyolojik» mikrosefali ve ateleiotik cücelik veya pig-me tiplerinde görülen mikrosefali de vardır.



Miksödem

Miksödemin erken dönemlerinde psikolojik fonksiyon bozukluğa uğrar. Hastalarda gittikçe artan bir yavaşlık ve unutkanlığın gelişmesiyle birlikte konsantrasyon ve ilgi bozulur. Bazı hastalarda apati, ba-zilarmdaysa huysuzluk, sinirlilik ve kavgacılık görülür. Bütün bu semptomlar tiroksin tedavisiyle düzelir. Vakaların bir oranında açık psikoz, yani «miksödema-töz delilik» görülür. Bazı hastalarda organik bir psikoz başgösterir; birkaç vakada demans, diğerlerindeyse subakut delirium mevcuttur. Subakut delirium vakalarında görülebilen çeşitli psikotik özellikler bir bilinç bozukluğu çerçevesinde yer alır. Bazı hastalarda fonksiyonel bir psikoz da gelişebilir. Bazılarında genellikle retardas-yonun, seyrek olarak da ajitasyonun eşlik ettiği şiddetli depresyon mevcuttur. Vakaların bazılarında da oditer hallüsinas-yonların ve berrak bir bilinçlilik ortamındaki paranoid delüzyonların eşlik ettiği, şizofreniye benzer bir hastalık görülür. Organik psikozlar yeterli bir tiroksin tedavisiyle genellikle geçer. Fonksiyonel bozukluklardaysa tiroksine cevap bu kadar kesin değildir ve birçok vakada elek-trokonvülsif terapi ile psikotrop ilaç tedavisi de gerekebilir.



Minnesota Mültifaz Kişilik Envarterleri ( MMPI)

MMPI, deneğin kabul edip etmediği biçiminde cevaplandırdığı 550 maddeden oluşan bir soru kağıdıdır. Bu test, bir «kişilik» (bkz.) envanteri olarak tanımlanmakla birlikte, kişiliğin normal boyutlarıyla değil, hipokondriasis, depresyon, histeri, psikopati, paranoia, psikasteni, şizofreni ve hipomaniye yönelik patolojik eğilimlerle ilgilidir. Ayrıca «erkeklik-ka-dınlık» eğilimlerini değerlendirmek ve yalan söyleme ile daha ayrıntılı yanlış cevap eğilimlerini kontrol etmek için kullanılan cetveller de vardır. Cetveller söz-konusu teşhislerin koyulduğu hastaların verdikleri cevaplara dayanılarak hazırlanmış ve standardlaştırılmıştır, ama doğrudan doğruya teşhis bakımından geçerlilikleri düşüktür. Yine de, belli bir puan tablosunun ya da «profillerin», nörotiklerle psikotikleri normal deneklerden ayırdet-tiği ispatlanmıştır ve bu test ustalıklı bir yorumla yararlı bir tarama aracı olabilir


Mod


Mod, bir gözlem dizisinde çok sık başvurulan bir ölçümdür. (Şekle bakarak ortalama değer ve median ile karşılaştırınız.) Mod en sık insidansı gösterir ve özellikle frekans dağılımının çarpık olduğu durumlarda yararlıdır.

Model Psikoz

Model psikoz», düşük dozlarda verilen bazı maddelerin (örneğin LSD bkz.), meskalin-(bkz.), şizofreniyi andıran bir etkiye yol açtığı gözleminden ötürü ortaya çıkmış bir terimdir. Bu gözlemin şizofreninin temelindeki spesifik kimyasal yahut :):):):)bolik anomaliler için bir ipucu sağlaması umudu, henüz gerçekleşmemekle birlikte, büyük bir olasılık taşımaktadır. Çeşitli maddelerle entoksikasyonu, birtakım emosyonel ve algısal değişimlerin izlediği göz önünde tutulmalıdır; bu gibi entoksikasyonlar bazan istenerek (örneğin alkol), bazan raslantı sonucu (ilaç yan etkileri), bazan da kaza sonucu (endüstriyel maddeler) görülmektedir; ancak, belirgin bir yüzeysel benzerliğe karşın, hallüsinojenlerin (bkz.) etkileriyle doğal gelişen psikozlar arasında önemli farklar vardır. Yirmi dört saati aşan bir süre boyunca kesintisiz olarak duyusal stimülasyondan yoksun bırakılan deneklerde de psikozu andıran bir durum gerçekleşmektedir, Bkz. Duyusal yoksunluk
 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#19
Model Tedavisi

Taklit yoluyla uygulanan bir yöntemdir. Terapistin fobik bir duruma girdiğini görmek, hastayı aynı duruma girmek üzere harekete geçirebilir. Bu yöntem en çok hayvan fobisi vakalarında, tek başına veya zorlama terapisi (bkz.) yahut desensi-tizasyonla (bkz.) kombine olarak kullanılmaktadır.
Bkz. BİÇİMLEME TEDAVİSİ


Mongolizm

(Down sendromu)
Mongolizm vakalarının yaklaşık % 97' sinde 21 no. lu kromozom trisomisi olduğu sanılan, G grubundan fazla bir oto-somal kromozom vardır; geri kalan % 3' üyse ,bazıları normal ve trisomik hücrelerin karıştığı mozaik vakalar, bazıları da fazla G grubunun başka bir G grubu kromozomla (G/G translokasyonu) yahut bir D grubu kromozomla (D/G translo-kasyonu) birleştiği kromozomal translo-kasyon vakalarıdır.
Translokasyon mongolizmi gösteren hastaların ebeveynleri ve akrabaları dengeli birer translokasyon taşıyıcıları olabilir; bu durum sitogenetik tekniklerle teşhis edilir ve evlenen çiftlere genetik bilgi verilirken değinilmesi önemlidir, çünkü bu gibi taşıyıcıların mongoloid çocuk dünyaya getirmeleri riski yüksektir. Mongolizm insidansı yaklaşık olarak canlı doğan 660 bebekten biri olarak belirlenmiştir. Doğumda kendini belli eder. Klinik özellikleri arasında tipik yüz biçimi, kısa gövde ve derin vücut boşlukları, genel hipotoni, alacalı deri rengi, bazı vakalarda tek transvers avuç içi çizgileri ve ayak tabanında birinci ve ikinci parmaklar arasından geriye doğru bir iz, blefarit, iriste benekler (Brushfield lekeleri), sık sık da konjenital kalb bozukluğu vardır. Akıl geriliği birçok vakada şiddetlidir. Mongoloid kişilerde beklenecek en yüksek akıl fonksiyon düzeyi yaklaşık IQ 60 olmakla birlikte, birçoğu çok daha düşük olduğundan bu düzey olağandışıdır. Antibiotiklerde kaydedilen ilerlemeler yaşam süresini epeyce uzatmıştır; ilk yıldan sonra yaşamayı sürdüren birçok mongoloid bebeğin normal ya da normale yakın bir süre yaşamaları beklenebilir. Yine de bu bebekler solunum yolu enfeksiyonları ve pnömoniye karşı özellikle duyarlıdırlar.



Monoamin Oksidaz İnhibitörleri (Maoi'ler)


MAOI'lerin öfori etkileri, anti-tüberkül maddeleri olarak kullanılmaları sırasında kaydedilmiştir. Bu maddelerle yürütülen ilk kontrolsuz denemeler büyük bir ilgi yaratmıştır. Ancak, sonraları yapılan daha eleştirili değerlendirmeler ve yan etkiyle toksisite gibi sorunların anlaşılması bu ilginin yönünü değiştirmiştir.
Adından da anlaşıldığı gibi, bu bileşikler monoaminlerin yıkımından sorumlu olan monoamin oksidaz (MAO) enziminin etkinliğine müdahale ederler. Gösterdikleri antidepresan aktivitenin beyindeki MAO' nun inhibisyonuna ve sonucunda sinaptik bağlantılardaki iletici amin miktarlarını artırmalarına dayandığı düşünülmektedir. Bu bileşikler hızla absorbe ve meta-bolize olur, aktif ara bileşikleri oluşabilir ve tek bir dozun büyük bir oranı bir gün İçinde ayrışarak itraha uğrar. Klinik alanda kullanılan bileşikler çoğunlukla hidrazin türevleridir; örneğin, ipro-niazid, nialamid, izokarboksazid, fenelzin ve mebenazin. İproniazid bu grubun prototipiydi, ama toksisitesi nedeniyle yerini daha sonra bulunan türevlere bırakmıştır. Gruptaki öteki türevler iproniazide kıyasla terapötik bakımdan daha az etkin, ama buna karşılık daha az da toksiktirler. Fenelzin ve izokarboksazid en yaygın kullanılan türevlerdir.
Hidrazinden türetilmeyen bir MAOI olan tranilsipromin antidepresan olarak kullanılmaktadır. Bu bileşik, hem iproniazidi, hem de kimyasal bakımdan benzediği amfetamini andıran ikili özelliklere sahiptir.
MAOI'lerin, özellikle anksiete ve fobik durumlar eşliğinde başgösteren depressif hastalığın tedavisinde sınırlı olmakla birlikte yararlı bir yerleri vardır. Klinik etki, tedavinin başlatılmasından beş gün ilâ üç hafta ya da daha sonra görülür. Otonom yan etkiler arasında hipotansiyon (sık görülür), bulanık görme, ağız kuruması, konstipasyon, miktürisyon zorluğu ve geç ejakülasyon vardır; bunlar hafif olmakla birlikte rahatsız edicidir. Fenelzin uyku hali yaratabilir; tranilsipromin ise stimülan etkisi dolayısıyla uykusuzluğa yol açabilir. Eksitasyon durumlarından ve toksik psikozlardan da sözedilmiştir. Daha da ciddi toksik reaksiyonlar görülmüştür. Birçok MAOI, serbest katekola-minleri bağlanma yerlerinden ayırdığından, hipertansif krizlere yol açabilir; bu-
na en sık tranilsipromin tedavisinde rastlanmaktadır (200'de bir). Başka ilaçlar, özellikle amfetamin, efedrin ve fenilefrin gibi sempatomimetik bileşikler de hipertansif krizleri presipite edebilmektedir. Presör amin ihtiva eden çeşitli besinler bir krize neden olabilir; böyle besinler arasında ilk bulunan peynir olduğu için, bu reaksiyona «peynir reaksiyonu» (bkz.) adı verilmiştir. Hidrazin bileşikleriyle ilgili ender görülen bir komplikasyon da hepatosellüler sarılıktır. Birçok MAO inhibitörü çeşitli ilaçlarla interaksiyon gösterir. Alkolün, barbitürat-ların ve insülinin etkisini artırırlar. Bazı narkotik analjeziklerle tehlikeli reaksiyonlar gelişmiştir. Antiparkinson ilaçları ve rcserpinle, eksitasyon görülebilir. Antihi-pertansif ilaçlarla da çeşitli interaksiyon-lar görülmektedir; metil dopâ eksitasyo-na yol açabilir, ganglion blokajı yapan hipotansif ilaçların etkisi güçlenebilir ve guanetidine karşı antagonizm gelişebilir. Trisiklik antidepresanlar ise, seyrek olarak konvülsiyonlara, koma ve ölüme yol açan bir santral eksitasyonu harekete geçirebilirler.
İlaç interaksiyonları MAOI bileşiklerinde ciddi bir sakıncadır; üstelik psikiyatrik bir bağlamda trisiklik antidepresanlarla interaksiyon özellikle güçlük yaratmaktadır, çünkü depresyonun MAOI bileşiğine cevap vermemesi durumunda, trisiklik bir madde verilebilmesi için tedavinin üç hafta süreyle durdurulması gerekmektedir. Öte yandan, bazı psikiyatristler şiddetli depresyon vakalarından bir oranının bir MAOI ile aynı zamanda uygulanan trisiklik bir antidepresan (genellikle amitriptilin) tedavisine çok iyi cevap verdiğini ispatlamışlardır. Ancak bu terapi her zaman psikiyatristin doğrudan doğruya kontrolü altında uygulanmalıdır.



Monoamintler

Bkz.Aminler


Monosomi X

Bkz. TURNER SENDROMU


Morita Terapisi


Dr. Shoma Morita, esasını Zen Budizm'den (bkz.) alan ve tedavi ettiği Japon hastalar için özellikle uygun olan bir terapi geliştirmiştir. Hastaya hem içerden, hem de dışardan uygulanan sıkı bir disiplin, yoğun çalışma, hastalığın ve semptomların sürekli olarak yadsınması, hastanın toplumda şikayetsiz yaşamasını sağlamaktadır. Morita terapisi ve Zen Budizm, Japonya'da nörotik bozukluklarda ve karakter bozukluklarında yaygın olarak uygulanmaktadır.


Moron

Bkz. NORMAL ALTI ZEKÂ


Motor Bozukluklar

Akıl bozukluğu vakalarında motor bozukluklar çok sık ve çeşitli tipte görülür. Hareket azalması stupor'daki yahut katalepside (bkz.) görülen taşlaşmış pozlar-daki gibi tam bir hareketsizlik biçiminde belirebilir. Retarde depresyon (bkz.) va-kalarındaki gibi^ ifade hareketlerinin ve özellikle jestlerin tamamen kaybolduğu hareket yavaşlaması ve azalması da olabilir. Hareket artışıysa, manide (bkz.) görülen hızlı, abartılmış ve değişken hareketlilik ya da ajite depresyondaki huzursuzluk ve daha tekrarlı hareketlilik biçimindedir. Hareket anormalliği stereotip davranışlar (bkz.), yapmacıklı hareketler ve katalepsideki otomatik itaat biçiminde, yahut da obsesyonel (bkz.) hastalarda görülen tekrarlı ritüeller biçiminde belirir. Tiklerde, tremorlarda ve habitüel spazmlarda sınırlı tekrarlı hareketler görülebilirken, birçok organik hastalıkta da motor bozukluklar gelişebilir (örneğin Huntington koresi-bkz.).



Muayene,Psikiyatrik


Vakaların hepsinde aşağıdaki soruların cevaplandırılmasına çalışılmalıdır: 1. Bu hastada niçin şu anda psikiyatrik semptomlar gelişti?2. Niçin bu tip bir bozukluk gelişti?
3. Hangi tedavi yöntemleri endikedir?
4. Bozukluğun mevcut ve gelecek durumunda prognoz nasıldır?
Bu sorular hastadan ve yakın bir akrabası yahut dostundan dikkatli bir anamnez alınarak, akıl durumu incelenerek ve tam bir fizik muayene yapılarak cevaplandırılır. Soruşturma ustalığı hastayla erken bir ilişki kurmaya ve katkılı bir gözlemci rolünü benimsemeye bağlıdır. Psikiyat-rist verileri hangi sıraya göre düzenleyeceğini kendisi belirlemelidir, ama hastanın doğal bir sırayla konuşmasına da izin vermelidir; bu arada, arasıra konuya yön verebilir ve bazan belli bir hususu aydınlatmak için daha erken bir safhaya dönebilir. Psikiyatrist, hastanın söylediklerini anladığı zaman bunu belirterek onu ra-hatlatmalı ve ne kasdettiğini anlamadığı zaman bunu da açıkça söylemelidir. Bazan iki seansta tamamlanması gerekebi-len ilk görüşme, anamnezin alınmasını (mevcut hastalık, daha önceki sağlık durumu, kişisel geçmiş, vb.) kapsar ve ayrıntılı muayenede ele alınması gerekli odak noktalarına ilişkin ipuçları sağlar. Klasik bir şizofrenik hastalık yahut organik bir demans gibi bazı bozukluklara, mevcut hastalıkla ilgili anamnezin alınması ve akıl durumunun muayenesi yo: luyla teşhis koyulabilir. Oysa nevroz ve affektif bozukluk vakalarının çoğunluğunda, hastanın daha önceki kişiliğine ve yaşantısına daha çok dikkat edilmelidir. Akılda tutulması gereken esas nokta, anksiete, depresyon, vb. gibi durumların, tıpkı bir enfeksiyon hastalığmdaki pirek-si gibi, yalnızca semptomlar oldukları ve teşhisin temeldeki etkene dayandığıdır. Psikiyatrik bozukluklarda yanlış teşhis ve tedavi, genellikle yalnızca semptomların değerlendirilmesinden ve etyolojinin ihmalinden ileri gelir. Hekim etyoloji sorununa, hastanın hasta olmadan önce nasıl bir kişilik gösterdiğini kendi kendisine sorarak yaklaşmalıdır:
1. Hasta yaşamı boyunca hiçbir zaman
dengesiz bir uyumdan fazla başarı sağlayamamış bir kişi miydi? Böyle bir hastanın anamnezinde, bazıları öbürlerinden daha stress'li birçok olaya karşı bir tepki olarak gelişen psikiyatrik semptomlar bulunacaktır. Bu durumda, mevcut semptomlar bir kişilik bozukluğu bakımından geçerli midir?
2. Hasta daha önce olumlu bir kişiliğe sahiptiyse, eskiden her zaman çözümle-yebildiği halde, bugün çözümleyemediği olağanüstü bir stress ile mi karşılaştı? Bu stress'ler fiziksel,' endokrin yahut psiko-jen olabilir; psikojen stress'ler ise non-spe-sifik, spesifik ya da hastanın özel bir duyarlık gösterdiği çeşitten olabilir. Bunlar ayrıca kümülatif ve ek nitelikte de olabilir. Böylece, klimakterik devre ile ilgili bir menoraji nedeniyle anemik olan ve hasta annesine bakan bir kadın, eşinin ölümünün yol açtığı ek bir stress'den sonra ruhsal çöküntüye uğrayabilir.
3. Hastanın kişiliği genellikle dengeli olsa bile, psikiyatrik hastalığa (örneğin depresyona) karşı genetik bir predispo-zisyon sözkonusu olabilir; böylece oldukça hafif bir stress, çok kere karakteristik özellikler gösteren böyle bir hastalığı presipite edebilir. Bu tip bir genetik pre-dispozisyonun kanıtları hastanın ailesiyle ilgili anamnezinden yahut kişiliğinin bazı karakteristiklerinden ortaya çıkarılabilir.
Yukarıda özetlenen biçimde bir araştırmadan sonra, hastada niçin şu anda belli bir bozukluğun geliştiğine ilişkin gerçekten akla yatkın bir açıklama bulunamazsa, vaka sub judice bırakılır. Daha ileride yapılacak araştırmalar hastanın stress' leri çözümleyememesine ve sonucunda psikiyatrik semptomların gelişmesine yol açan temel etken olarak, gizli kalmış bir organik bozukluğu ortaya çıkarabilir. Psikiyatrik teşhis, esas olarak, kesin olmalıdır; çünkü organik bir etken ihtimalinin
«elimine edilmesi» tehlikeli olabilir. Aynı şekilde, fizik muayene her zaman önem taşımakla birlikte, anamneze dayanan ipuçları hangi bedensel sistemin daha çok dikkat gerektirdiğine işaret edecektir. Yetişkin genç hastalarda fizik muayene çok kere negatif bulgu verir, ama bu bilgi hastaya güven vermede kullanılabilir; muayene ayrıca hastaya psikiyatristin de bir hekim olduğunu hatırlatır.


Multıple x Sendromları

Bu sendromlar, X kromozomunun düpli-kasyon veya triplikasyonuyla ilgili kromozom anomalileridir. Erkeklerde Klinefel-ter sendromu (bkz.) yahut kadınlarda trisomi (bkz.) biçiminde gelişir. Akıl bozukluğuna her zaman değilse bile sık rastlanır.


Munchausen Sendromu


Ameliyatın zorunlu sayılabileceği ciddi bir .abdominal bozukluk belirtileri dolayısıyla sık sık hastaneye yatırılmaları gereken ufak bir grup hasta vardır. Laparotomi hiçbir anomali göstermez, hasta taburcu edilir ve ileride aynı semptomlarla başka bir hastaneye başvurur. Nedeni anlaşılmayan bu tuhaf durumun karakteristikleri tekrarlanan laparotomiler, psikopatik kişilik eğilimleri ve hastanın bilerek kendisine zarar vermesidir. Bir tıp yahut cerrahi servisine yatırılmak için hastaneden hastaneye dolaşan bu hastalar psikiyatri servisine ender olarak ulaşırlar.
 

Siraç

Yönetici
Admin
Editör
#20
N




Naevoıd Amentıa (Sturge-Weber Sendromu)


Fakomatozlar (bkz.) grubundan, seyrek rastlanan bir durumdur. Çok kere şiddetli olabilen akıl geriliği eşlik eder. En belirgin fiziksel tezahürü, genellikle üni-lateral olan, bazan da yüzün öbür yanına da yayılan, yüz hemangiomasıdır. Me-ninkslerdeki genişlemiş kan damarları, yaş ilerledikçe kireçlenir. Epilepsi yaygındır ve kontralateral hemipleji görülür. Şiddetli vakalarda hastalar erken yaşta ölürler, ama bazı hastalar daha uzun, hattâ normal bir süre yaşarlar. Tedavi akıl geriliği derecesine göre değişir; gerektiğinde, epilepsi için semptomatik tedaviye; paraliz için ise fizyolojik rejimlere başvurulmalıdır.

Narko - Analiz

ikinci Dünya Savaşı sırasında görülen savaş nevrozlarında yaygın olarak kullanılan bir tedavi biçimidir. Yöntem, genellikle kısa sürede etki gösteren tiopenton ya da metoheksiton sodium gibi bir barbi-türatla yavaş i.v. enjeksiyon tekniğidir. İ.v. sodium amilobarbiton da kullanılabilir. Enjeksiyon yavaş ve subhipnotik dozlarda uygulanmalıdır. Hasta tam bir gevşeme durumuna girer, rahatlık ve huzur duygusuyla birlikte düşüncelerini dile getirme arzusu ve ifade kolaylığı hisseder. Bastırılmış anıları, duyguları ve çatışmaları dile getirebilir. Yakın zamanda önemli ve şiddetli bir travma geçirmiş hastalarda, özellikle histerik konversiyonların giderilmesinde bu teknikle başarı sağlanır. Psikojen amnezi de giderilebilir; oysa organik kökenli amnezinin bu teknikle şiddetlenmesi ihtimali vardır ve bu gibi hastalarda ölüm rapor edilmiştir. Bkz. ABREAKSİYON


Narkolepsi

Doğal uykuya dalma eğiliminin artmasıdır. Normal olarak uyku getiren sıkıntı, gevşeme ve monotonluk gibi durumlar kadar, cinsel heyecan gibi emosyonlar dauyku yaratır. Ancak narkoleptiklerde yürüme, iskambil oynama, yemek yeme gibi eylemler sırasında da uyku egemendir ve yalnızca utanca değil, çalışmanın aksamasına da yol açabilir.
Semptomların başlamasıyla birlikte, obe-ziteye yol açan bir kilo alma görülebilir. Habis bir intraserebral bozukluğu andıran ek semptomlara rağmen, nörolojik incelemeler negatif bulgu verir. Semptomlar arasında katapleksi (bkz.), uyku paralizi ve hipnagojik hallüsinasyonlar (bkz.) vardır. EEG normaldir ve nöbet sırasında uykuya özgü değişimlerin yanısıra, hastanın REM (bkz.) safhasına olağandan daha çabuk ulaştığını gösterir. Uyanıklığı artırmada amfetamin (bkz.) tedavisi başarılı olmakla birlikte, gereken yüksek dozlarda akut paranoid psikozların egemen olması tehlikesi mevcuttur.



Narkotik Analjezikler

Bu bileşiklerin özelliklerine ilişkin ayrıntılı bilgiler genel farmakoloji metinlerinden bulunabilir. Psikiyatrik ilgiyse, bu bileşiklerin ilaç bağımlılığına (bkz.) yol açma eğilimleri ve bu gibi durumların tedavisine yöneliktir. Bu açıdan, güçlü narkotik analjeziklerin hepsi tehlikeli sayıla-bilirse de, bağımlılığın gelişme kolaylığı ve çabukluğuyla abstinans semptomlarının şiddeti oldukça değişkendir. Özellikle diamorfin (eroin) her iki bakımdan da ünlüdür. Ancak, belli bir bileşiğe karşı gelişen iptilâ insidansı, doktor reçetesiyle verilme sıklığı ve bulunma kolaylığı gibi başka faktörler kadar bu bileşiğin özel niteliklerine göre de değişir. Narkotik analjezikler üç ana gruba ayrılır. Morfin ve öteki opium türevleri; me-tadon ve bu grup bileşikleri; petidin ve benzeri bileşikler (bkz. Tablo). Bu bileşikler üzerinde yoğunlaştırılan büyük çalışmalara rağmen, etki mekanizmaları hâlâ bilinmemektedir. Bugün yirmiden fazla sayıda etkin narkotik analjezik mevcuttur. Bunlar kimyasal bakımdan oldukça değişken olmakla birlikte, farmakolojik etkileri kayda değer bir benzerlik gösterir. Başlıca narkotik etki analjezi, uyku hali, ruhsal durum değişimleri ve akıl bulutlanması biçiminde tezahür eder; solunum yolu depresyonuna sık rastlanır. Ruhsal durum değişimi genellikle öfori niteliğindedir; zaten bu etkinin, kolayca gelişen ilaç toleransıyla birleşmesi, ilaç bağımlılığı tehlikesine yol açmaktadır. Çapraz tolerans da görülür ve sözkonusu bileşikler abstinans semptomlarının kont-rolunda kısmen ya da tamamen birbirlerinin yerini alabilirler. Metadon abstinan-sı, öteki bileşiklerdekine göre daha az rahatsızlık verir ve bu nedenle eroin yahut morfin iptilâsmın tedavisine genellikle eşit dozda metadon verilerek başlandıktan sonra bu doz giderek azaltılır.
Narkotik analjeziklerin yan etkileri de yine ortak bir spektrum gösterir; bunlar arasında bulantı, kusma, uyku hali, baş dönmesi ve konstipasyon vardır. Birkaç psikotrop madde, narkotik analjeziklerin etkinliğini artırma özelliği gösterir; bunların en önemlileri fenotiazinler (bkz.), monoamin oksidaz inhibitörleri (bkz.) ve trisiklik antidepresanlardır (bkz.). Narkotik ilaç kullanımının nedeni ne olursa olsun, hastanın ilacı kendi kendi-
ne uygulayabilmesi ve dolayısıyla ruhsal durumunda değişim yaratması, bağımlılığın gelişmesinde rol oynayan kritik faktörlerdir. Hekimin, hastalarını tedavi ederken bunları göz önünde bulundurması şarttır.



Narkoz

Bugün envolüsyonel melankoli gibi durumlarda 2-3 haftalık sürekli narkoz yerine daha etkin başka tedavi yöntemleri kullanılmaktadır. Ancak, 5-7 gün süreyle, daha değiştirilmiş bir sürekli narkoz tedavisi, reaktif anksiete ve gerilim durumlarının tedavisinde, özellikle hasta kilo kaybetmişse, başlangıç safhasında sık sık yarar sağlamaktadır.
Bazı anksiyöz ve gerilimli hastalar, özellikle çok acı bir yaşantı geçirmişlerse, sorunlarını anlatmada güçlük çekerler. Bu gibi hastalarda tiopenton gibi bir ilaçla oluşturulan yarı narkoz durumu, çok kere güçlü bir katarsis eşliğinde duygularını ve yaşantılarını dile getirmelerini sağlar ve bu yöntemin yarattığı bağımlı ilişki yerinde kullanıldığı zaman ileride uygulanacak terapide de yararlı olabilir. Savaş sırasında sık görülen tipte çok akut ve acı veren bir yaşantı, amnezi durumuna yol açabilir; narkoz altında yeniden bilince ulaşabilen bu yaşantıyı, hastanın
çok kere büyük bir emosyonel deşarj eşliğinde yeniden yaşaması terapötik bakımdan çok yararlıdır.


Narsisizm

Bebeğin psikolojik gelişiminde yer alan primer narsisizm safhasında libidosu yada zihinsel enerjisi kendi bedenine yönelir; sekonder narsisizm safhasında da bu öz-sevgi ebeveynine ve öteki otorite kişilere karşı takındığı tutumları yansıtır. Yetişkin yaşamdaysa, sevgi objeleri kendi benliğini yansıtabilir-bu narsisist bir obje seçimidir. Bazı homoseküeller bu tip «eş» ler seçerler.


Nefrojenik Dıabetes Insıpıdus


Kadın taşıyıcılar yoluyla yalnızca erkekleri etkileyen ve bebeklikte poliüri semptomu gösteren, cinsiyete-bağlı bir bozukluktur. Çok kere aynı zamanda akıl geriliği mevcuttur.


Negatif Terapi

Bkz. TEKRAR TERAPİSİ



Negativizm

Negativizm en karakteristik olarak kata-tonik şizofrenide (bkz.) görülür ve hastanın itaate direnç veya aktif karşıt eylem göstererek karşı koyması biçiminde tezahür eder. Hasta ağzına koyulan besini Tutmamakta direnir ya da sorulara hiç cevap vermez ve görüşme bittiği zaman konuşmaya başlar. Bkz. DİLSİZLİK


Nekrofili

Bir ölüyle cinsel temasta bulunma yoluyla cinsel tatminin elde edildiği bir cinsel sapıklık biçimidir. Birçok vakada sözko-nusu sapık kişi, şizofreniden mustariptir. Ancak, yakın zamanlarda bazı gençler arasında gelişen psikopatik karakterdeki bir ölüm kültünün de nekrofilik aktivite-ye yol açması muhtemeldir.


Neo - Freud'cular


Freud'u (bkz.) izlemelerine rağmen klasik analitik teoriden şu veya bu türlü ayrılan analistleri kapsayan, kesinlik kazanmamış bir terimdir. Jung (bkz.) ve Adler (bkz.) kendi psikanaliz ekollerini kurmuşlardır ve Neo-Freud'cu sayılabilirler veya sayılamazlar. Genellikle Neo-Freud' cuların temsilcileri Karen Horney, Erich Fromm, Harvey Stack Sullivan ve izleyicileri olarak kabul edilmektedir. Bu akımda kişinin o andaki ortamına gösterdiği tepk;, hasta-hekim ilişkisi ve anksiete üzerinde daha çok durulmaktadır. Buna karşılık, seksüalite ve erken bebeklik yaşantılarının analizi daha az önem taşımaktadır. Karen Horney'in kitapları psikote-rapide yararlı araçlardır, çünkü meslek-dışı kimselerin de anlayabilecekleri biçimde, iyi kaleme alınmışlardır. Özellikle Oz-Analiz adlı eserinden, psikoterapö-tik yardımdan uzak alanlardaki hastalar yararlanabilirler.


Neolojizm

Neolojizmler, şizofreni (bkz.) hastalarında görülen, düzensiz düşünceyi yansıtan konuşma bozukluğunun bir bölümünü oluşturur. Bunlar basit bir «abuksabuk» konuşma, bazan da yoğunlaştırılmış bir düşünce ifadesi ya da bir çeşit yersiz söz oyunu biçiminde olabilir.


Nevrasteni


Bu terimi ilk olarak 1867 yılında kullanan Beard, nevrasteninin sinir hücresi yorgunluğundan ileri gelen bir durum olduğuna inanıyordu. Klinik tablonun karakteristikleri, birçok psikosomatik şikâyetin eşliğinde, şiddetli halsizlik, güçsüzlük duyguları ve sinirlilikti. Bu teşhis bugün ender kullanılmakla birlikte, bazan tek semptom olarak hiçbir etkeni bulunamayan ve hiçbir tedavinin işe yaramadığı inatçı bir halsizliğin mevcut olduğu hastalara rastlanmaktadır. Gerçekten nev-rastenik bir hastaya yanlış olarak kolayca depresyon vakası teşhisi koyulabilir. Bkz. HİPOKONDRİASİS


Nevrozlar

Bkz. PSİKONEVROZLAR


Nihilistik Delüzyonlar


Nihilistik delüzyonlara tipik olarak şiddetli ajite depresyonlarda-özellikle envo-lüsyonel melankolide (bkz.)-rastlanır. Hasta hiçbir duygusu kalmadığı, öldüğü, kendisini her gün ziyarete gelen eşinin de öldüğü, dünyanın varolmadığı gibi düşüncelerinde diretir. Şiddetli retarde depresyonlarda ve bazan organik yahut şizofrenik hastalıklarda da benzer delüz-yonlar görülmektedir. Bunların geçmişe kıyasla bugün daha az yaygın olmalarının nedeni muhtemelen şiddetli depresyonların artık bu gibi aşırı semptomlar gelişmeden önce etkin biçimde tedavi edilebilmeleridir.



Noktürnal Enürez


Geceleri yatağı ıslatma. Bu yaygın bozukluğun çocukluk döneminde taşıdığı önem «ENÜREZ» başlığı altında ele alınmıştır.


Noradrenalin ( Norepinefrin )


Noradrenalin, post-ganglionik adrenerjik sinirlerin ileticisidir ve ayrıca muhtemelen beyinde de bulunmaktadır. Periferi-de, öncelikle sempatik sinir sistemindeki alfa-reseptörlerini uyararak sonucunda kan basıncının yükselmesine ve periferik vasküler direncin artmasına yol açar. Se-rebral kan dolaşımı yavaşlar. Beyindeyse, noradrenalin muhtemelen ruhsal durum, öğrenme reaksiyonları ve ödül sinyal sistemler, nin temelindeki mekanizmalardan sorumludur. Adrenerjik s'napsta, «yoğun -çekirdek» vesiküllerinde ATP (adenosin trifosfat) ile bir kompleks halinde depolanır ve eksositozla salgılanır. Reseptördeki etkisinin sona ermesi, presinaptik terminale geri-ahmına (re-uptake) bağlıdır. Kokain, amfetamin ve imipramin gibi ilaçlar bu geri-alımı bloke ederek resep-törlerdeki etkin serbest amin düzeylerini yükseltirler. Bu maddelerin ruhsal durumu canlandırıcı etkileri muhtemelen bundan ileri gelmektedir. MAOI'ler (bkz.) de ana enzim olan ve noradrenalini yıkıma uğratan monoamin oksidazı bloke edip beyindeki serbest noradrenalin düzeyini yükselterek ruhsal durumu canlandırırlar. Bu bileşiklerden bazıları ayrıca depolardaki noradrenalini de serbest bırakabilir ya da noradrenalin reseptörlerinde başlı başına etki gösterebilirler. Re-serpin hem katekolaminlerin, hem de serotoninin depolarını yıkarak beyin ve periferideki düzeylerde önemli düşüşlere yol açar. Bunun sonucunda klinik depresyon tablosu gelişebilir. Noradrenalin metabolizmasında rol oynayan ikinci bir enzim de, noradrenalini Or-to pozisyonunda metilliyerek normetadre-nalin ve vanil mandelik asit (VMA) üretimini gerçekleştiren katekol-O-Metil transferazdır.
Bkz. AMİNLER, ADRENALİN, KATEKOLAMİNLER, BEYİN MONOAMİNLERİ



Normal Eğri

Poisson yahut Gaussian eğrisi adlarıyla da bilinir. Mod çevresinde simetri gösteren, gözlem frekansı eğrisidir (bu durumda mod, median ve ortalama değere eşittir). Sağlıklı bir popülasyondan elde edilen ölçümler tipik olarak bu eğriyi verir.


Nıemann pıck hastalığı


Bebeklikte görülen, sinir sisteminde kalıcı bozukluğa ve karaciğer-dalak büyümesine yol açan, kalıtsal bir lipoidozdur. Bkz. KALITSAL METABOLİZMA BOZUKLUKLARI


Nöbetler


Epileptik bozuklukların görüntüsel davranış tezahürlerini tanımlamak için kullanılan birçok terimden biridir. Aslında karakteristik olarak bir epilepsi nöbeti görünümüne tekabül eden davranış send-romudur. Bu durumda da, ayırıcı teşhis için bir temel oluşturan şikâyeti yansıtır. Ayırıcı teşhiste aşağıda kaydedilen durumlar ele alınır: Serebral olaylar
Kökeni bilinmeyen epilepsi (bkz.); kon-jenital serebral bozukluklar; intrakranial tümörler (sekonder birikimler dahil); se-rebrovasküler bozukluklar; serebral travma; serebral enfeksiyonlar; serebral dejenerasyonlar. S:stemik olaylar
Entoksikasyonlar ve ilaç abstinansı; üremi; hipoglisemi; kardiovasküler bozukluklar; sistemik enfeksiyonlar. Histerik nöbetler (bkz.).




Nöro - İleticiler

Sinir impulsunun bir hücreden öbürüne iletimi sinapsta ve yalnızca bir yönde gerçekleşir. Pre-sinaptik fibrilden gelen im-puls, yaklaşık 200 Angström ünitelik si-naptik boşluktan geçerek, ikinci nöronun
post-sinaptik membranma ulaşır. Sinap-tik iletimde, pre-sinaptik membrandan salgılanan spesifik bir madde aracılık eder. Bu madde (nöro-iletici), aksonun ucundaki çok ufak sinaptik veziküllerde depolanır. Nöro-iletici, bitişik sinir hücresi membranıyla reaksiyona girerek, onu ya eksite ya da inhibe eder. Eksitasyon durumunda, madde hücreyi, ikinci bir im-pulsun iletimini olanaklı kılan bir duruma getirecek biçimde etki gösterir. İnhi-bisyondaysa, madde bu aktiviteyi önleme etkisi gösterir. Periferik sinir sisteminde etkinlik gösteren nöro-ileticilerin nitelikIeri bilinmektedir; bunlar çeşitli sinapslar-daki asetilkolin ve noradrenalindir. Santral sinir sistemindeki nöro-ileticilerin nitelikleriyse daha az bilinmektedir. Etki gösteren maddeler muhtemelen asetilkolin, noradrenalin, dopamin, serotonin ( 5-hidroksitriptamin ), gamma-aminobüti-rik asit (GABA), glisin ve glütamik asittir. Bkz. SİNAPS İLETİMİ, BEYİN HÜCRELERİ SİNAPSLARINDA İLETİM




Nörofibromatoz

NÖROFİBROMATOZ
(Von Recklinghausen hastalığı) Ciltte pigmentasyon, sübkütan fibromata, periferik ve kranial sinirlerde nörofibro-mata gibi karakteristikler gösteren bu durum, düzensiz bir dominan genden ileri gelir. Cilt ve sinir tümörlerinde, ayrıca beynin içinde habisleşme gelişebilir. Bkz. KALITSAL METABOLİZMA BOZUKLUKLARI


Nöroleptikler (Majör trankilizanlar)

Majör trankilizanlar ya da nöroleptik ilaçlar, bu bileşik dizisinin prototipi olan klorpromazinin kullanımından sonra geliştirilmişlerdir. Bugün ayrı birçok kimyasal grup bu genel kategoriye girmektedir: Fenotiazinler (bkz.), bütirofenonlar (bkz.) ve tioksantinler (bkz.). Bu nöroleptik ilaçlar birçok ortak özelliklere sahiptirler. Uyku yaratmaksızın hastayı yatıştırırlar,, emosyonu hafifletirler, dış stimulusların etkisini giderirler ve inisiyatifi azaltırlar. Uyku hali ve hipotansiyon gibi birkaç hafif yan etkiye sık rastlanırsa da, en önemlisi ekstrapiramidal sendromlardır.
Nöroleptik ilaçlar tablosu
Fenotiazinler Klorpromazin
Trifluoperazin Flufenazin
Rauwolfia türevleri Reserpin
Bütirofenonlar Haloperidol
Trifluoperidol
Tioksantinler Klorprotiksen
Tiotiksen
Nöroleptikler, psikotik bozuklukların ilaçla tedavisinde en belli başlı yeri tutarlar; özellikle şizofreni vakalarında ve ma-nik durumlarda genellikle yüksek dozlarda uygulanırlar. Ayrıca organik konfüz-yon durumlarındaki ve beyin sendromla-rındaki semptom kontrolunda ve belirgin ajitasyonda antidepresan tedavisine ek olarak yararlı bir yerleri vardır. Nörotik hastalıklar ve anksiete durumlarında minör trankilizan tedavisi âdet olmuştur, ama refrakter vakalarda nöroleptik bileşiklere de başvurulabilir.
NÖROSİFİLİS, KONJENİTAL



Nörosifilis, Konjenital

Bundan elli yıl kadar önce nörologlar
konjenital frengiden mustarip 100 hastalık vaka ser.'leriyle karşılaşıyorlardı; oysa bugün bu gibi vakalara ender olarak ve dolayısıyla konjenital nörosifilis vakalarına da üç kat daha seyrek rastlanmaktadır. Doğumu izleyen ilk haftalar veya aylar iç:nde konvülsiyonlar, hidrosefalus, paraliz, optik atrofi ve zekâ yetersizliği görülür, iki üç yıl içinde de, eyer burun ve çivi dişler gibi belirtilerin eşliğinde sağırlık ve intertisyel keratit gelişir; on yaşını aşkın çocuklardaysa genel paraliz ya da jüvenil tabes belirir. Ölümden kurtularak, birtakım belirtiler taşıyarak yaşayan az sayıda yetişkine hâlâ rastlanmaktadır.



Nörotik Reaksiyon Tipleri

Bkz. PSİKONEVROZLAR


Nörotisizm ( N-Faktörü )

Eysenck, psikiyatrik bozuklukları sınıflandırmaya çalışırken, bazı durumlar için tıbbi teşhisin uygun olabileceğini, ama öğrenme proçesleriyle kazanılan davranış bozukluklarına başka bir sınıflandırma sistemi uygulanması gerektiğini ileri sürmüştür. Eysenck üç geniş kişilik boyutu tanımlamıştır: Psikotisizm ( P-faktörü), nörotisizm (N-faktörü) ve ekstroversiyon -entroversiyon (E-puanı). Bu boyutlar üzerinde davranış bozuklukları gruplan-dırılabilmektedir: Nevrozlar, bazı psikozlar ve psikopatiler. Bu faktörleri belirlemede kullanılan testler arasında Eysenck kişilik envanteri (EPI) vardır (eskiden Maudsley kişilik envanteri (MPI) adıyla biliniyordu).
 
Üst