23 nisan oyunları - 23 nisan ile ilgili oyunlar

#1
Sponsorlu Bağlantılar
23 nisanla ilgili oyunlar,
23 nisan oyunları

23 Nisan ile ilgili Skeç

23 Nisan Köylü ile Şehirli Skeci

Sunucu: Benim adım Adem
Gözelerim badem badem
Bir tarafımda şehirli bir tarafımda köylü
Birkaç soru soralım onları tanıyalım
Adınız?
Şehirli: Mine Şentürk
Sunucu: Ya siz?
Köylü: Emine Haşhaş

S:Hangi parfümü kullanırsınız?
Ş: Kenzo, Armani, Hugo Boss
S. Ya Siz?
K: At kokusu, eşek kokusu, tezek kokusu, koksu da kokusu

S:Hangi arabalara binersiniz?
Ş: limuzin, Jeep, Mercedes
S: Ya siz?
K: At arabası, katır arabası, arabası da arabası
S:Hangi kıyafetleri kullanırsınız?
Ş: Askılı bluz, mini etek, şapka, takılar
S: Ya siz?
K: Şalvar giyerik, içlik giyerik, yelek giyerik, giyerik de giyerik

S: Hangi ayakkabıları giyersiniz?
Ş:İnce topuklu ayakkabıları
S:Ya siz?
K:Naylon pabuç giyerik, çetik giyerik, terlik giyerik, giyerik de giyerik

S: Hangi yemekleri tercih edersiniz?
Ş: Eşim hergün beni bir restorana götürür. Çin yemeği, Japon yemeği
S:Ya siz?
K:Bizim oralarda hamuru ha böyle açarlar, ha böyle yerler de yerler.

S: Hangi içecekleri tercih edersiniz?
Ş: Viski, cin, maruba
S:Ya siz?
K: Ayran içerik, şerbet içerik içerik de içerik

S: Kaç çocuğunuz var?
Ş: 1 çocuğum var. Ona da Paris’ten bir bakıcı getirdim.
S: Ya sizin?
K: 19 çocuğum var, aha 20. si de karnımda

S: Hangi konutları tercih edersiniz?
Ş: Havuzlu villa, yalı
S:Ya siz?
K: Kerpiç damda otururuk, çadırda otururuk, gecekonduda otururuk ,oturruk da oturruk

S: Hangi makyaj malzemelerini kullanırsınız?
Ş: Fondoten, rımel, ruj, oje
S:Ya siz?
K:Bizim herif gelir vurir morarir, gaynanam gelir vurirrrrr morarir, bizim makyaj ha böyle olir.

S: ikinize de teşekkürler, İyi Günler?
Ş:Mersi
K:Ey günler de ey günler
Şehur şehur dediler gidi gidiverdum şehure
Goca goca evler yıkılıverdi sanki üstüme
Hotel hotel dediler gidi gidiverdum hotele
Bembeyaz çarşaflara gıyamadım vallahi yatmaya
Maç maç dediler, gidi gidiverdum maça
Ortada bir kabak, etrafında 22 salak
At at diyiler, onlar bir de utanmadan şu kadarcık don giyiler.
 
#2
23 Nisan ile ilgili tiyatro oyunu


23 Nisan Tiyatro Oyunu


İLK İŞ GÜNÜ

Oyuncular:Celal Bey (patron), Jale (sekreter),

Hadi (yeni eleman), John ( yabancı müşteri),

Mary (yabancı müşteri)
Oyuncular: Celal Bey (patron), Jale (sekreter), Hadi (yeni eleman), John ( yabancı müşteri), Mary (yabancı müşteri)
(Patron Celal Bey ve sekreteri Jale ofislerinde oturmaktadırlar. Patron telefonla konuşmaktadır. )
Celal Bey: Şu İngilizce bilen eleman aranıyor ilanı için arayan oldu mu?

Jale: Evet Celal Bey. Bugün gelecek görüşmeye. Çok iyi derecede İngilizce biliyormuş. Hadi adında birisi.

Celal Bey: İyi iyi, inşallah aradığımız gibi bir elemandır. Yoksa yabancı müşterilerin hepsini kaçıracağız.

(Bu sırada kapıdan içeri birisi girer.)
Hadi: Merhaba.

Celal Bey: Merhaba, buyrun?

Hadi: Ben Hadi, iş görüşmesi için bir randevu almıştım.

Celal Bey: Ooooo, hoşgeldiniz. Buyrun oturun lütfen. Nasılsınız?

Hadi: İyiyim, teşekkür ederim. Amerika’daydım yaklaşık beş yıldır. Malum, türkçe konuşacak pek kimse yok orada, o yüzden Türkçe konuşurken biraz zorlanıyorum. Dilim sürçerse kusura bakmayın artık.
Celal Bey: Haaarika! İşte tam aradığımız adam. Yurtdışıyla sürekli bağlantı halindeyiz. Bu yüzden yabancı müşterilerle görüşmeler yapıyoruz. Yani iyi derecede İngilizce bilen birisine ihtiyacımız vardı. Allah karşımıza sizin gibi birisini çıkardı. Aramıza hoşgeldiniz diyelim o zaman.

Hadi: Hoşbulduk, çok teşekkür ederim. Beni utandırıyorsunuz.

(Bu arada telefon çalar. Celal Bey telefonu açar.)
Celal Bey: Celaliye Limited Şirketi, buyrun…. Alooooo… Ne diyorsun kardeşim, anlaşılmıyo, ağzını ahizeye yakın tut biraz. Alooooo… Ne piliyz miliyz diyip duruyorsun yahu? İngiliş mi?

(der ve Hadi’ye döner)
Celal Bey: Ya bu adam İngilizce konuşuyor herhalde Hadi Bey. Tesadüfe bak. İşe girdiğiniz ilk dakikada bir yabancı aradı. Bir konuşun bakalım, ne diyor?

(Hadi paniklemiştir, aceleyle ayağa kalkar.)
Hadi: Ya, birden karnıma acayip bir ağrı saplandı. Tuvalet nerede acaba?

Celal Bey: Hadi Bey, şu adamla bir konuşun. Sonra gidersiniz tuvalete.

Hadi Bey: Uff, başıma da acayip bir ağrı girdi yaa. Söyleyin sonra arasın.

Celal Bey: (Ahizeye doğru yüksek sesle bağırarak ve heceleyerek konuşmaktadır) Alooo, sonra arayın, sonra. Hadi bey acayip sıkışmış. S-o-n-r-a. Ne? Ya, Hadi bey, önemli bişey galiba. En azından sonra arayın falan diyin.

(der ve ahizeyi zorla Hadi Bey’in eline tutuşturur. Hadi Bey büyük bir panik içinde konuşmaya başlar.)
Hadi Bey: Helloo, yeah, ooh yeah, yes, no, okay, hımmmm, yes, no, yeaaah. Baaaaay

(der ve rahatlamış biçimde telefonu kapatır.)

Celal Bey: Ne oldu, ne diyor?

Hadi: Yanlış aramış, empire state binası, elli üçüncü kata dört lahmacun diyo.

Celal Bey: Dur bi dakka ya, adam şimdi Amerika’dan lahmacun siparişi veriyor, ve yanlışlıkla Türkiye’yi aramış öyle mi?

Hadi: Yaa, öyle. Düşünün işte, Amerikalılar aptal derler de inanmazdım. Yani sen tut Amerika’da lahmacun ye, bi de üstüne Türkiye’yi ara. Hahahahahahahahah! Alem bunlar yaaa.

Celal Bey: Kızım, Hadi Beye tuvaleti gösteriver.

Hadi: Yok yok, geçti. Adam lahmacun falan diyince gülmekten geçti valla.

(Çaylarını içmeye başlarlar. Celal Bey biraz şaşkındır. Bu sırada kapı açılır ve içeriye iki yabancı girer.)
John: Hello!

Celal Bey: Ooooooo John. Ve aleykümselam. Buyrun buyrun. Hadi Bey, bunlar bizim en iyi müşterilerimiz. Valla kısmetimizi açtın sen.

(Hadi bey yine ayağa fırlar panik içinde)
Hadi: Tuvalet ne taraftaydı?

Celal Bey: Geçmemiş miydi sizin şeyiniz?

Hadi: Geçiyor, yine geliyo. Napıyim?

Celal Bey: Yaw biraz oturun, adamlara ayıp olur. Bir tanışın en azından. Bak bunlar bizim en yağlı müşterilerimiz.

(Hadi yine panik içinde John ve Mary’ye yaklaşarak ellerini sıkar.)
Hadi: Hello, I am Hadi. Oturun hadi.

John: Hey Hadi, nice to meet you.

Mary: Nice to meet you, Hadi.

Hadi: Yes yes, nice to meet you.

(Hep birlikte otururlar.)
John: Hadi, we are here to talk about our new project. It’s very important for us. Because if we get successful, we will be very rich. But if we fail, it will be very bad for all of us. So, are you ready to translate our speech?

(John konuşurken Hadi acayip panik yapar. Celal Bey memnun bir şekilde kafasını sallamaktadır. Hadi yine ayağa fırlar.)
Hadi: Yaw, ben bir tuvalete gitsem.

Celal Bey: Hadi bey, lütfen yaa. Adamlara ne kadar ayıp olur, bir düşünsenize. Ne dediler?

(Hadi sıkıntılı bir şekilde yerine oturur.)
Hadi: Yaw, adam diyo ki, sen biraz sıkıntılı gözüküyorsun diyo, sıkıştın falansa bi tuvalete git gel de, öyle konuşalım diyo.

Celal Bey: Hadi yaa, git gel de rahatla o zaman yahu. Kızım, Hadi beye tuvaleti gösteriver.

(Sekreterle Hadi çıkarlar. Celal Bey yabancı misafirlere dönerek bağıra çağıra ve kelimeleri heceleyerek konuşmaya başlarlar)
Celal Bey: Bizim yeni eleman bu. Yeni eleman yeniiii.

John: Sorry?

Celal Bey: Yok yok, sori değil, Hadi adı. Beş yıl Amerika’da kalmış. A-m-e-r-i-k-a-d-a…

John: Ooooh yeah. America. Cool!

Celal Bey: Evet, evet. Allahın sevgili kulu işte. İşleri rast gidiyor adamın.

(Bu sırada telefon çalar. Celal Bey telefonu açar.)
Celal Bey : Celaliye limited şirketi, buyrun. Hah, yine lahmacuncu. B-e-k-l-e b-e-k-l-e. Görüşmeyi mahvettiniz yaaa. Gidin pizza falan yiyin kardeşim. Sinirlenmeye başlıyorum ama.

(Hadi süklüm püklüm odaya girer.)
Celal Bey: Hadi Bey, yine Amerika’dan arıyorlar galiba. Al şunu bi konuş bakalım.

(Hadi telefonu alır)
Hadi Bey: Hello, no, yes, no, yes, no, yes, no…. (der ve telefonu kapatıp Celal Bey’e döner) Deminki adam arıyo yine. Bu sefer de şey diyo. Vazgeçmişler yemek siparişi vermekten. Menemen yapacaklarmış. Önce soğanları mı atıcaz, biberleri mi diyo? Ben de Soğanları atın, biraz pembeleşince biberleri atarsınız dedim.

Celal Bey: Hay Allahım yaa, bütün çatlaklar bizi buluyor. Neyse, şimdi söyle bakalım. Malların teslimatını ne zaman yapmamız gerekiyor.


Hadi: Tamam, söylüyorum. Uhm, he is a blackboard. I go to cinema everyweekend. I like popstar, chicken menü, united colors of benetton, levi’s, adidas, nike. Okay?

(Misafirler şaşkın bir şekilde birbirlerine bakmaktadırlar.)
Celal Bey: Ne dedin ya sen? Pop star falan dedin di mi?

Hadi Bey: Evet, biraz espri yaparak ortamı rahatlatmaya çalışıyorum. Çok gergin gözüküyorlar. Dedim ki, öyle pop star yarışmacıları gibi stres yapmayın, rahat olun dedim. Sonra da malların teslimatını sordum.
Celal Bey: Hahahahaha, afferin sana be, çok şakacı adamsın.

Mary: I don’t understand anything. Do you speak English or Turkish, Hadi?
Celal Bey: Ne diyor? Törkiş mörkiş dedi?
Hadi: Diyor ki, eeeeeee, şöyle diyor, ııııııı, yani demek istiyor ki, hah, sen gerçekten Türk’müsün yaaa, inanamıyorum. Ben seni ilk gördüğüm andan itibaren Amerika’lı sandım, öylesine akıcı ve güzel konuşuyorsun ki inan çok şaşırdım falan diyor. Yalakalık yapıyor işte kendi çapında.
Celal Bey: Vay be, aslanım benim. Acayip gurur duydum şimdi. Hadi, konuya gelelim artık.

Hadi: Tamam siz merak etmeyin. Eeeeee, the tesliiimaaaat, when, who, why, what time, how often, how much, how many, ooh yeah?

John: I am sorry but I don’t understand anything. Are you sure you can speak English?
Celal Bey: Ne diyorlar?

Hadi: Sen bırak şimdi malları falan da bişeyler ısmarla, içelim kendimize gelelim diyo.

Celal Bey: Hakkaten yaa, çok ayıp oldu adamlara. Sor bakalım ne içerler?

Hadi: Drink? Tea, coffee, water. Drink what?
John: Oh, expresso please.

Mary: I’d like hot chocolate, if possible.

Celal Bey: Ne diyo, expres falan dedi galiba?
Hadi: Evet, eeeeee, çay getir diyo, ama çok acil olsun, acayip canım çekti diyo. Yani expres olsun, hiçbiryere uğramadan gelsin diyo.


Celal Bey: Kızım, duydun Hadi Beyi. Hadi hemen çay getir.

(Sekreter çıkar.)
Hadi: Neyse, biz dönelim konumuza. Always, usually, often, sometimes, never. International Hospital, Nokia connecting people, Galleria, Carousel, Mission impossible, terminator, en son babalar duyar, avrupa yakası, what is your address?

John: What are you talking about? We have no time. Our car is waiting for us, we will go ten minutes later.

Celal Bey: Sen ne dedin yaa, baba, avrupa falan, ingilizce mi bunlar?

Hadi: Evet, bazı kelimeler aynı. Dedim ki babacım, sen habire çaydan kahveden bahsediyosun. Burası Avrupanın en büyük şirketlerinden birisi. Kendine çeki düzen ver, saygılı ol biraz dedim.
Celal Bey: Aferin sana, kendimizi ağırdan satalım biraz. Onlar ne dedi? Car, eee go falan dediler.
Hadi: Onlar da dedi ki, eeee, yani dediler ki, hah, siz hiç uğraşmayın teslimatla falan, verin kargoya gitsin, siz de keyfinize bakın dedi. Kargo. Hehehehehe.

Celal Bey: Ya, delirmiş mi bunlar. 200 ton mal, hem de su borusu. Nasıl verelim kargoya? Çevirsene.

Hadi: Boru boru, water boru, two hundred ton boru. Kargo margo, problem. Car don’t go. Very very problem. What is this, this is a boru.
John: Mary, I think we gotta go. If we make a deal with these crazy men, it won’t be good for us.

Mary: You are right. Let’s go.

(der ve kalkarlar. Celal Bey masasından fırlar)
Celal Bey: Hooop, nereye yahu? Nereye gidiyor bunlar. Ne dediler Hadi Bey?

(Hadi de ayağa kalkar)
Hadi: Valla çevirmesem daha iyi ama neyse. Diyorlar ki, bir çay söyledik iki saattir gelmedi. Sizin çaycının adı Dursun mu diye soruyorlar.

(Celal bey ayağa fırlar ve sinirle misafirlerin yanına gelir)

Celal Bey: Bana bakın, başlıycam sizin çayınıza da kahvenize de haaa. Üç kuruşluk kar için rezil kepaze olduk be. The Marmara’nın cafesi mi burası güzel kardeşim? Gidin burdan, başka şirket mi yok çalışacak yaa? Canımı sıkmayın daha fazla. Çevir söylediklerimi, tek bir kelime bile atlama ama.

Hadi: Okay, look at me, I will start your tea and coffee haaaa. Three kurush money, we are kepaze be. The Marmara cafesi mi burası my güzel brotherım. (Celal Beye döner) Kusura bakmayın Celal Bey, valla çok sinirlendim, arada bir Türkçe kaçıyor. Neyse, go go, don’t sık my can.

(John ve Mary sinirle kapıya doğru yönelirler)
Mary: We won’t work with you anymore. We came from America just for this project. And we are going back now. Bye forever.
(der ve çıkarlar. Celal Bey çok sinirlenmiştir.)
Celal Bey: Ne dediler çıkarayak yine?

Hadi: Amerika’ya gelirseniz gününüzü görürsünüz siz dedi. Benim İngilizcemden çok etkilenmişler ama ofis ortamını hiç beğenmemişler. John özellikle çay olayına çok bozulmuş.

Celal Bey: Adama bak yaa, çay geç geldi diye koca projeyi iptal etti. Neyse, hayırlısı olsun. Biz şimdi çıkıyoruz Jale Hanımla. Bir toplantımız var. Sen burada kal, telefon falan gelirse görüşürsün.

Hadi: Tamam Celal Bey, siz merak etmeyin.

(Celal Bey ve Jale çıkarlar. Hadi hemen telefona koşar ve bir numara çevirir.)
Hadi: Alo, Kemal. Ben Hadi. İyidir sağol. Yaa sorma, bir iş buldum ama ilk ve son günüm harhelda burada. Bir hata yapıp İngilizce biliyorum dedim. İki saattir yabancı misafirlerle konuşuyorum. Nasıl mı? Allahtan kimse İngilizce bilmiyor burada. Anlamadılar yani… Niye mi yalan söyledim? Yaa, iş bulamıyorum bir türlü. Nereye gitsem İngilizce biliyor musun diye soruyorlar. Ben de çat pat bişeyler konuşuruz diye biliyorum dedim, ama pişman oldum. Şimdi masaya bir not bırakıp özür dileyeceğim ve kaçacağım. Kemal be, ne adamız biz yaa? Okulda öğretmenler o kadar anlattı İngilizce önemli falan diye, bir kulağımızdan girdi ötekinden çıktı. Hiç önemsemedik. Şimdi böyle zor duruma düştük işte. Çok ayıp oldu adamlara. Kendimden acayip utandım. Kaç yıl İngilizce eğitimi gördük. Yes no’dan başka bişey öğrenememişiz. Ee, ödev yapma, dersi dinleme sonra İngilizce konuşmaya çalış. Zor tabi. Neyse, ben bi not yazıp kaçıyorum. Akşam görüşürüz.

(Telefonu kapatır ve önündeki kağıda birşeyler karalayıp sahneyi terkeder)
 
#3
23 nisan piyes örneği

KONU: Köyde gerçekleşen 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na ilgisiz kalan muhtar köy kahvesinde oturmaktadır. O sırada oradan geçen Emekli Zabit bunu görünce sebebini öğrenmek ister ve kahveye girer. Muhtarla konuşarak ilgisizliğinin sebebini anlamaya çalışır.

KİŞİLER: Emekli Zabit, Köy Muhtarı, Kahveci

YER: Köy Kahvesi

OYUN

MUHTAR(Esneyerek): Herkes tutturmuş meclis açıldı. Bugün meclisin açılışının yıl dönümü, kutlama yapılıyor. Sen de katıl. Ne işim olur.

EMEKLİ ZABİT(Yaklaşarak):Selamün Aleyküm Muhtar. Nasılsın, iyi misin?

MUHTAR(Dönerek):Eyiyim. Sen nassın?

EMEKLİ ZABİT: İyiyim şükür.

MUHTAR(Bağırarak):Kaveci bize iki az şekirli kave.

KAHVECİ: Buyur mıhtar bol köpüklü kaveleriniz.

MUHTAR: Bilirim senin bol köpüklü kavelerini. Bol köpüklü diye içtik durduk; ne köpüğü bilemedik.
ZABİT: Biliyor musun muhtar bugün neyin yıl dönümü?

MUHTAR: Biliyom Zabit Efendi. Ama bu kutlamaya ne gerek var onu bilmiyom?

ZABİT(Birden): Ne diyorsun sen muhtar? Bugünün ne olduğu nasıl bilmezsin? Kutlamaya ne gerek var dersin?

MUHTAR(Gülerek): Ne bağırıyon? Zabit Efendi. Bilmek zorunda mıyım?

ZABİT EFENDİ(Yüksek Sesle):23 Nisan 1920 Tarihi sana bir şey hatırlatmıyor mu? Çocuk Bayramı bir anlam ifade etmiyor mu?

MUHTAR(Kısık sesle): Etmiyo. Ben bilmem. 23 Nisan 1920’te ne oldu? Neden çocuklar bugünde bayram yapılır?
ZABİT EFENDİ: Yazık san muhtar bu köyün başına bir de muhtar olmuşsun. İnsanlar senden iş bekliyor.
MUHTAR: Zabit Efendi söle bakalım 23 Nisan 1920’te ne oldu? Bugün neden önemlidir?

ZABİT EFENDİ: Muhtar, 23 Nisan 1920’te Millet kendi sözünün sahibi oldu. Millet ne derse o olur dendi. Ve öyle de oldu. Sen seçilirken seni köylü seçmedi mi? Onlar istese seni seçmezlerdi? Değil mi?

MUHTAR(Utanarak): Evet. Köylü beni seçmezdi. Ama benden iyisini mi bulacaktı? Ben işlerimi halletmek için konuşmam para ile işlerimi hallederim.
ZABİT EFENDİ: Sen bu kadar bilirsin seçimle iş başına gelmenin önemini,23 Nisan 1920’ün önemini.

MUHTAR: Yahu Zabit Efendi sen meclisin bu kadar önemli olduğunu nerden biliyorsun? Hiç gittin mi meclise?

ZABİT EFENDİ: Ben ordudan emekli olmadan önce Ankara’ya meclisi görmeye gittim. Seçilen insanlar bizi orada nasıl ve ne kadar temsil ediyor diye. Seçimle gelen insanlar bizi en güzel şekilde temsil ediyor. Eskiden böyle miydi? Osmanlı zamanında zengin ve sözü geçen insanlar giderdi. Ama şimdi öyle değil.

MUHTAR(Utanmış bir şekilde): Haklısın galiba Zabit efendi seçimle gelen insanların sözleri daha bir itibarlı oluyo. Zira onları halk seçiyo. Beni de köylü seçmedi mi? Atatürk milleti kurtardığı gibi onlara söz hakkı da verdi.

ZABİT EFENDİ: Ha şöyle muhtar yola gel. Hadi kalk okula 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlamaya biz de katılalım. Muhtarsız kutlama olmaz.

MUHTAR: Tamam. Ama önce bakkala uğrayalım çocuklar için bir şeyler alalım. Madem bugün onların günü öyle değil mi?

ZABİT EFENDİ: Öyle bugün çocukların bayramı. Onların eğlenmesi, gülmesi lazım. Gelecek
neslimiz onlar

MUHTAR(Yüksek sesle): Kaveci hadi sen de kaveyi kapada gel. Bugün mühim bir gün kutlamalara gideceğiz.

KAHVECİ: Tamam mıhtar. Geleyom.

Üçü birlikte kutlamalara katılmak için okul meydanına giderler.

YASİN AYDOĞAN
 
#4
23 NİSAN ÇİÇEKLERİ

Oynayanlar:
Çiçekçi kız, Birinci çocuk, İkinci çocuk, Hizmetçi, Katip, Menekşe, Lale, Gül, Müşteri, Çiçek korosu
(Bu roller, uygun görülen kız ve erkek çocuklara verilir.)
(Sahne: Çeşitli çiçekleri satan bir dükkan içi… Raflarda, vitrinde saksı saksı çiçekler görünmektedir. Ortada ve ön planda çiçek kılığına girmiş çocuklar öbek öbek yer almışlardır.
Dükkanın sahibi çiçekçi kız, elindeki süzgeçli, küçük bahçe kovasıyla canlı çiçeklere su verirken perde açılır.)
ÇİÇEKLİ KIZ – (Şarkı söyler)
Bir gün sizi sulamasam,
Hemen bana küsersiniz.
Tatlı, baygın kokunuzu,
Ne de çabuk kesersiniz.
Gül yüzünüz hiç solmasın,
Kalbinize dert olmasın.
Çiçek açın durmadan siz,
Neşenize son olmasın.
Şu güzel çiçeklerin, havaya, suya bizim gibi muhtaç olduklarını nasıl unutuyorum, bilmem ki. Biri gelip de çiçeklerimin boyunlarını büküp görse yüreğime iner…
(Bir canlı çiçeği yaklaşır.) Ah benim bahar kokulu karanfilim! Katmer katmer nasıl da açmışsın … Baygın kokun insana ılık yaz akşamlarını hatırlatıyor…
(Başka bir çiçeğe geçer.) Ne o, bana dargın mısın yoksa? Suyunu biraz geciktirdim, diye yüzüme bakmıyorsun… Ah benim nazlı kızım; mis kokulu sarı fulyam… Gel, barışalım … (Sever, okşar, koklar) Oooh! İçim açıldı. Ne iyi çiçeksin sen …
(Bir başka saksıya doğru eğilir.) Bak hele. Boyun büküp naz etmeyi sen de fulyadan mı öğrendin? Yazık sana … Bir gün suyunu unuttum diye somurtuyorsun… Neşesizlik sana hiç yakışmıyor kızım … (Okşar) Gül bakayım, gül, gül … Hah şöyle… Seninle de barıştık…
(Başka bir çiçeğe daha geçer) Aferin sana! Çiçek olunca senin gibi olmalı. Bir gün suyunu unuttum diye somurtmak, boyun bükmek ne oluyormuş sanki? Sen zaten bir hafta su görmesen bile aldırmazsın, bilirim… Tam unutkanlara göre çiçeksin. Bir fincan su bir hafta yeter sana… Sabrın sonu selamettir derler. Sana şimdi bol bol su vereyim de hak geçmesin… (Sular) al, bu da benden sana.
(Bu sırada dükkan kapısının çıngırağı çalınır. İçeriye hizmetçi kılıklı, kambur biri girer. Çiçekçi kız kovayı bir kenara bırakır, gelen müşteriyi karşılar.)
ÇEÇEKÇİ KIZ – Buyurunuz efendim… Bir şey mi arzu ettiniz?
HİZMETÇİ – Benim arzumun lafı mı olur a kızım… Bizim efendi beni gönderdi. Tabii kendisini tanırsınız…
ÇİÇEKÇİ KIZ – Hayır, tanımıyorum efendim. Kimden bahsediyorsunuz?
HİZMETÇİ – Canım, bizim efendiyi tanımayan yok ki. Abdurrahman efendi dediler mi nah! Diye parmakla gösterirler…
(Elindeki parayı sallayarak) Bu parayı sana o gönderdi.
ÇİÇEKÇİ KIZ – Çiçek mi istiyor?
Hizmetçi – Hee… Çiçek istiyor emme, en güzellerinden bir paket… Şey… Paket mi poket mi işte bir şey yapsın, dedi…
(Çiçekçi kız buketi hazırlarken, hizmetçi söze devam eder.)
Bizim efendi pek kurnazdır doğrusu… (Gülerek) Bu çiçekleri ne yapacak biliyon mu?
ÇİÇEKÇİ KIZ – Nerden bileceğim…
HİZMETÇİ – Öyle ya, nerden bileceksin… Bizim efendinin haşarı bir çocuğu var. Bir dediğini iki etmiyor ama, o da inadına tembel mi tembel, yaramaz mı yaramaz… Karnelerinde zayıftan başka notu yok… Bu gidişle sınıfta kalacak, diyorlar… Bizim efendi bir çare düşünmüş. Bu çiçekleri çocuğun öğretmenine götürecek. Allem edecek, kalem edecek, o haylazın sınıfı geçmesi için öğretmenine dil dökecek…
ÇİÇEKÇİ KIZ – (Demetlediği çiçekleri tekrar yerine koyar) Yaaa, maşallah… Sizin efendinin buluşuna diyecek yok duğrusu…
HİZMETÇİ – (Anlamaz) Dedim ya çok kurnazdır. İnsana külahı ters giydirir…
ÇİÇEKÇİ KIZ – Fakat doğruluktan, görevine bağlılıktan bir şey düşünmeyen öğretmeni hiçbir zaman kandıramaz… Öğretmenler çıkar peşinde koşmazlar. Doğruluktan şaşmazlar. Ellerine teslim edilen vatan yavrularının hepsini bir anne, bir baba sevgisiyle severler. Çalışanlarla çalışmayanları ayırırken bir yargıç kadar ince eleyip sık dokurlar… Doğru bildikleri görüşten, vicdanlarının emrinden hiçbir zaman ayrılmazlar…
Sizin efendi, öyle sakat çarelere başvuracağı yerde çocuğunu çalıştırmanın çarelerini düşünseydi daha iyi ederdi…
HİZMETÇİ – Kızım, o bizim neyimize gerek… Hele sen şu çiçekleri ver de ben de gideyim…
ÇİÇEKÇİ KIZ – Benim çiçeklerim çok duyguludur. Öyle her yere gitmezler. Hele böyle tembel çocuğunu kurtarmak için kurnazlık düşünen bir adamın eline düşmek istemezler…Ama bir kere kendilerine sorayım istersen…
(Hizmetçi şaşkın şaşkın bir kıza, bir çiçeklere bakar)
ÇİÇEKÇİ KIZ – (Çiçeklerin ortasına geçer ve sorar) Benim sevgili, nazlı çiçeklerim, konuştuklarımızı duydunuz… Abdurrahman efendiye gitmek ister misiniz?
ÇİÇEKLER – (Hep bir ağızdan)
Dostumuzla düşmanı,
Biz görmeden tanırız.
Fenalığa bir alet,
Olmaktan utanırız.
HİZMETÇİ – (Ellerini havaya kaldırıp kaçar.) Uy aman! Ben yanlış gelmişim…
(Çiçekçi kız, kaçan hizmetçinin arkasından güler. Sonra döner, raftan bir çiçek budama makası alır. Saksıdaki çiçeklerle meşgulken gene kapıdan bir müşteri girer. Kolunda evrak çantası, burnunda kelebek bir gözlük taşıyan müşteri hafif sarhoş taklidi ile konuşur.)
KATİP – Kolay gelsin çiçekçi abla…
ÇİÇEKÇİ KIZ – Buyurunuz efendim… Bir şey mi arzu ettiniz?
KATİP – Bu da sorulur mu? Bu dükkana gelenin elbet bir isteği olacak. Ya bir saksı çiçek ya bir buket yahut da çelenk… (Kendi kendine) Yahu burası amma güzel kokuyor ha… (Çantasından bir kartvizit çıkarır. Çiçekleri kıza verir.) Önce kendimi tanıtayım: Ben, içki sevenler Derneği’nin katibiyim. Bu cemiyet, daha yeni kuruldu. Bugün, bütün üyelerin katılmasıyla bir açılış töreni yapılacak. Ondan sonra içki, saz… Vur patlasın, çal oynasın… İçkisevenler Derneği nam salacak, nam… Salonu süsleme işini ben aldım üzerime. Üyelerimizin gönlü, gözü açılsın diye, birkaç sepet çiçek yaptıracağım… Haydi kızım, şöyle en tazelerinden bize bir şeyler hazırla da alıp gideyim…
(Katip sandalyeye çöker. Çiçekçi kız bu müşteriden de memnun değildir.)
ÇİÇEKÇİ KIZ – Efendim, zannedersem burada vaktinizi boşuna kaybedeceksiniz…
KATİP – (Anlamaz) Kızım benim acelem yok. Ne zaman hazırlarsan o vakit alır giderim. Oraya, buraya koşmaktan daha gazeteye göz atamadım. (Çıkarır, açar) Sen çiçekleri hazırlarken ben de şurada hem okur, hem de biraz dinlenirim…
ÇİÇEKÇİ KIZ – Efendim, maksadımı iyi anlatamadım. Çiçeklerim içki sevenleri sevmezler de…
KATİP – O da ne demek? Çiçeklerin keyfine göre hareket edecek değiliz ya. Parasıyla değil mi? İstersem, dükkandaki bütün çiçekleri bir kamyona doldurur, götürürüm…,
ÇİÇEKKÇİ KIZ – İş sizin bildiğiniz gibi değil efendim. Benim çiçeklerim içki sevenleri değil, Yeşilay kurumunun salonlarını süslemekten zevk alır. Benim çiçeklerim, her felakete kucak açan, kanat geren Kızılay kurumuna layıktırlar… Benim çiçeklerim Çocuk Esirgeme Kurumu’nun baktığı yavruların masum başlarını süslerler. Benim çiçeklerim törenlerde alay alay geçen Mehmetçiklerin başına Türk Hava Kurumu uçaklarından demet demet serpilmek isterler… Benim çiçeklerim…
KATİP – (Sinirlenir, bağırır.) Senin çiçeklerin, senin çiçeklerin… Bıktım senin çiçeklerinden… Sanki çiçekler nereye gideceklerini bilirlermiş gibi bana masal söylüyorsun…
ÇİÇEKÇİ KIZ – Masal değil, gerçek… İstersen kendileri size söylesinler… (Çiçeklere) Benim nazlı, güzel çiçeklerim. Konuştuklarımızı duydunuz. İçkisevenler Derneği’ne gitmek ister misiniz?
ÇİÇEKLER – (Hep bir ağızdan)
Boş yere yorulmasın,
Biz oraya gitmeyiz.
Saksımızda çürür de,
Burayı terk etmeyiz!
(Katibin burnundan gözlük, koltuğundan çanta düşer. Onları acele toplar, çiçeklere korku ile bakarak kaçar.)
KATİP – Üstüme iyilik, sağlık… Üstüme iyilik, sağlık…
(Dernek katibinin palas pandıras kaçışına çiçekçi kız güler. Başını sallar. Gene makasla budama işlerine devam eder. Bu sefer dükkana soluk soluğa bir müşteri daha gelir. Koşarak geldiği için düzgün konuşamaz.)
MÜŞTERİ – Ça… çabuk… ba… bana bir buket çiçek… Ama çok çabuk (Mendilini çıkarır, terini siler.) Haydi çabuk, ne duruyorsun?
ÇİÇEKÇİ KIZ – Efendim, şurada bir dakika dinlenin, yorulmuşsunuz…
MÜŞTERİ – Yorulmak da laf mı? Yüz metre şampiyonu gibi koşa koşa geldim.
ÇİÇEKÇİ KIZ – Çiçek almak için bu kadar aceleye ne gerek vardı?
MÜŞTERİ – Uçak kalkıyor, uçak… Daha buradan otobüsle havaalanına gitmek, uçak kalkmadan yetişmek lazım…
ÇİÇEKÇİ KIZ – Seyahate mi çıkıyorsunuz efendim?
MÜŞTERİ – Hoppala. Sen gazete muhabiri misin, nesin? Seyahate ben değil, patronum çıkıyor… Gözüne girmek için bir buket çiçek götüreceğim. Seyahatten dönüşünde belki maaşıma zam yapar. Ne yapalım kızım, geçim dünyası… (Saatine bakar.) Eyvah, yirmi dakika kaldı, yetişemeyeceğim. Haydi çabuk ol. (Kalkar.) Yoksa ben şuradan birkaç demet toplar, giderim haa (Çiçeklere atılır. Çiçekçi kız önüne geçer.)
ÇİÇEKÇİ KIZ – Yağma yok… Çiçeklerimin bir yaprağına bile dokunamazsınız. Hem siz, patronunuzun gözüne girip ondan zam koparmak için çiçek götürmeyi düşüneceğinize işinizi, görevinizi düşünseniz patronunuzu daha çok memnun edersiniz sanırım.
MÜŞTERİ – Ben buraya ders almaya değil, çiçek almaya geldim. Paramla değil mi?
ÇİÇEKÇİ KIZ – Para ile de olsa çiçeklerim birisini aldatmak, ötekini elde etmek, berikinin gözünü boyamak, hayırsız ve yararsız toplantıları süslemek gibi şeyleri sevmezler…
MÜŞTERİ – Tuhaf şey… Senin, aklından zorun var galiba…
ÇİÇEKÇİ KIZ – Hamdolsun, hiçbir zorum yok… Ben çiçeklerimin fikrini ve arzusunu almadan bir şey yapamam… İsterseniz bir kere de onlara sorayım. (Çiçeklere sorar.) Benim duygulu ve sevgili çiçeklerim. Konuştuklarımızı duydunuz. Siz ne dersiniz?
ÇİÇEKLER – (Hep bir ağızdan)
Hayır hayır gitmeyiz,
Ne olursak olalım.
Uçakta solmaktansa,
Şu dükkanda solalım!
MÜŞTERİ – (Elini kulağına koyar, dışarıyı dinler) İşte bir uçak sesi… (Pencereye koşup bakar.) Evet, uçak havalandı. Bizim zamlar yandı. (Sandalyeye yığılır, baygınlık geçirir. Çiçekçi kız raftan bir çiçek alır. Müşterinin burnuna değdirir. Müşteri ayılır. Şaşkın şaşkın söylenerek çıkar, gider.) Uçak havalandı, zamlar yandı… Uçak havalandı, zamlar yandı…
ÇİÇEKÇİ KIZ – (Ön plana gelir. bir kenara dayanarak düşünür. Sonra çiçeklere döner.) gördünüz mü benim güzel çiçeklerim? Sabahtan beridir hiçbir şey satamadım. Gelen müşterilerle gitmek istemediniz. Artık kimse de gelmez oldu. Ben sizi su ile hava ile beslerim ama beni kim besleyecek? Evde annem, kardeşim de benim elime bakıyorlar.
ÇİÇEKLERİN KOROSU
İyi kalpli sahibimiz,
Sen istersen biz gideriz.
Ayırmayız iyi, fena,
Talihimiz buymuş, deriz...
Fenalardan çoktur, inan
Bu dünyada iyi insan.
Gönlün bir an rahat olmaz,
Bu varlığa inanmazsan.
İyilikler, doğruluklar,
Fenalığı er geç kovar.
Sabredelim biraz daha,
Gün doğmadan neler doğar.
(Koro bitince kapının çıngırağı çalınır. Çiçekçi kız sevinir. Üstünü, başını düzeltir. Kapıdan iki küçük çocuk başı görünür.)
 
#5
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramıyla ilgi TBMM'nin Açılışı isimli piyes metni

T.B.M.M’NİN AÇILIŞI

KONUŞMACI – Osmanlı devleti 1. Dünya savaşından yenikçıkmasından sonra Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalamak zorundakalmıştı. Bu anlaşmaya göre ordumuzun silahları elinden alınmış veordumuz dağıtılmıştı. Düşmanlar istediği yerleri işgal etmeyebaşlamıştı. Mustafa Kemal ve arkadaşları yurdumuzu düşman işgalindenkurtarmak için çalışmalara başlamak üzere İstanbul’dan Samsun agittiler. Halk onları coşkuyla karşıladı. Mustafa Kemal, Amasya, Erzurumve Sivas’ta toplantılar yaparak halkla görüşmeler yaptı. Her ilden birdelege Ankara’ya çağrıldı. 23 Nisan 1920 günü TBMM ‘nin ilk toplantısıyapıldı. Şimdi bu toplantıya gidelim ve konuşmaları dinleyelim.

EN YAŞLI ÜYE –Arkadaşlar en yaşlı üyeolarak toplantıyı açıyorum hayırlı olsun. İşgalde ölen şehitlerimiz içinsizleri saygı duruşuna davet ediyorum.

(SAYGI DURUŞU YAPILIR)

Şimdi meclis başkanı seçimini yapmalıyız. Aday olan üye var mı?

MUSTAFA KEMAL – Ben adayım sayın başkan.
EN YAŞLI ÜYE – Başka aday var mı? Elkaldırarak oylama yapmak istiyorum.
Mustafa Kemal’i kabuledenler (SAYAR) Kabul etmeyenler
(SAYAR) Kabul edilmiştir.
Hayırlı olsun.
Buyurun Mustafa Kemal Bey.
MUSTAFA KEMAL- Arkadaşlar teşekkürederim.
Sayın delegeler bildiğiniz gibi yurdumuz işgalaltında, padişah İstanbul’da ve elinden hiçbir şey gelmiyor.
Ben Amasya, Erzurum ve Sivas’a gittim, halkla konuştum.
Halk bu işgale dur demek ve bağımsız yaşamak istiyor.
Biz de TBMM olarak burada bazı kararlar almak zorundayız.
Söz almak isteyen üye var mı?
1. ÜYE – Ben söz istiyorum sayınbaşkan.
MUSTAFA KEMAL- Buyurun sayın üye.
1. ÜYE- Sayın delegeler savaştan yeni çıktık,silahımız yok, cephanemiz yok, ordumuz yok, insanlar aç sefil. Yani halkbu durumda savaşamaz.
Benim fikrim İngilizhükümetinin bizlere daha önce çok yardımları oldu, İngilizlerle birlikteyaşayabiliriz.

(OTURAN ÜYELER MASALARA VURARAK- HAYIR HİMAYE KABUL EDİLEMEZ, BAĞIMSIZLIK İSTİYORUZ)

1. ÜYE KÜRSÜDEN İNER

2. ÜYE – Ben de söz istiyorumsayın başkan.
MUSTAFA KEMAL-Buyurun sayın üye.
2. ÜYE- Arkadaşımın fikirlerininbir bölümüne katılıyorum.
Ancakİngiliz hükümeti konusunda yanılıyor.
İngilizler bize hiçbir zaman yardım etmedi.
Benim fikrim İtalyalardanyana.

(OTURAN ÜYELER –HİMAYE KABUL ETMİYORUZ BAĞIMSIZLIK İSTİYORUZ BAĞIMSIZLIK.)
MASALARA VURULUR AYAĞA KALKILIR)
2.ÜYE KÜRSÜDEN İNER

MUSTAFA KEMAL –Sayın üyeler burası TBMM ‘i burada herkes bağımsızolarak fikrini söylemelidir, lütfen dinleyelim.
3. ÜYE – Söz almak istiyorumbaşkanım.
MUSTAFA KEMAL – Buyurun.
3. ÜYE –Sayın üyeler biz buradaTBMM’ni kurduk, bazı kararlar almaya çalışıyoruz, padişah hazretleriefendimiz bu işe ne der?
ÜNSAL----(OTURAN BİR ÜYE –PADİŞAH ÇOK YAŞA )
İLKER----- OTURANLAR –Padişah İstanbul’da hiçbir şey yapamaz.
Padişah efendimiz birçıkış yolu bulacaktır elbet.

(SIRALARA VURULUR ÜYE İNER)

HALİDE EDİP – Söz istiyorum sayın başkan.
MUSTAFA KEMAL- Buyurun Halide hanım.
HALİDE EDİP – Ağalar, beyler sizler neler söylüyorsunuz?
Söylediğinizi kulağınız işitiyor mu?
Binlercevatan evladının kanlarıyla sulanmış bu toprakları nasıl olurda mandayönetimine bırakalım dersiniz?
Yüzyıllarca bağımsızyaşamış bir ulusu nasıl olurda başka ülkelerin boyunduruğu altınaverelim dersiniz?
Binlerce şehidimiz, gazimizbunun için mi savaştı?
Şehitlerin kemiklerisızlamaz mı?
Ne İngiliz ne İtalyan ne Fransız ne de başkaülkenin himayesinde olma düşüncesi millete, vatana ihanettir.
Savaşarak bağımsızlığımızı kazanmalıyız.
Yaşasınvatan yaşasın vatan.

(BÜTÜN ÜYELER AYAĞA KALKAR YAŞASIN VATAN DİYE BAĞIRIRLAR ALKIŞLARLA OTURUM KAPANIR)
 
Üst