Bilâl-i Habeşi

#1
Sponsorlu Bağlantılar
Bilâl-i Habeşi Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e ilk tâbî olanlardan, ilk imân edenlerden olup müşriklere karşı müslüman olduğunu açıkça bildirmekten korkmayan bir sahâbidir. Müslüman olmadan önce Mekke’nin ileri gelenlerinden Ümeyye adlı zengin bir adamın kölesiydi.
O zamanlar her yerde olduğu gibi Arabistan’da da korkunç bir cahiliyet vardı. İçki, kumar, zina, hırsızlık, zayıf olanı ezme, zulüm ve ahlâksızlık her tarafı sarmıştı. Zengin kimseler, harp esirlerini köle olarak kullanıyorlardı. İşte bu kölelerden birisi de Bilâl-i Habeşi idi. Son derece mert ve dürüst olan Bilâl-i Habeşi’yi sahibi olan Ümeyye kervanının başına koyar, mallarını onun vasıtasıyla uzak yerlere gönderirdi. Habeşistan’dan köle olmak üzere Mekke’ye geti-rilen Bilâl, bu yüzden Habeşistan’lı Bilâl anlamına gelen Bilâl-i Habeşi olarak anılmaktadır.
Sesinin güzelliği ile de tanınan Bilâl-i Habeşi, eğlencelerde aranan bir isimdi. Ticaret için kervanla uzun yola giden develer yorulduklarında onun güzel sesini işitince coşup yol alırlardı. Sahibi olan Ümeyye ona diğer kölelerinden ayrı davranır, hür bir insanmış gibi serbest bırakırdı.
Bilâl-i Habeşi yine bir gün bir kervanla Şam’a gitmişti. Bu kervanda Hz. Ebubekir de vardı. İkisi arasında bu yolculukta bir dostluk oluşmuştu. Hz. Ebubekir bu yolculukta gördüğü bir rüya ile Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in kâinata gönde-rilen ve âlemi aydınlatacak bir nur olduğunu anlamış, yolculuk dönüşü Peygamber Efendimiz’e tâbî olarak îmân nuru ile şe-reflenmişti. Bu şerefe nail olmasını arzu ettiği dostu Bilâl-i Habeşi’ye de giderek, yolculukta gördüğü ve ona da anlattığı rüyayı anlattı. Kâinata uyarıcı ve müjdeleyici olarak gönderilen Son Peygamber’in geldiğini, O’na biat edip tâbî olduğunu söyledi. Hz. Ebubekir’i yakînen tanıyıp samimiyetinden hiç şüphe etmeyen Bilâl-i Habeşi onunla birlikte Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in yanına giderek önünde diz çöküp, kelime-i şehadet getirerek tâbî oldu. Böylece Ümeyye’ye olan köleleliğini bırakıp Allah’a kul olma yolunda büyük bir adım atmış oldu. O günden sonra da hayatında bambaşka bir safha başlamış oldu. Artık o hak ile bâtıl arasında çetin bir mücâdelenin azimli bir kahramanı olmuştu.
Sahibi olan Ümeyye onun hiç gizlemeden, açıkça müslüman olduğunu söylemesine çok şaşırdı ve tepki gösterdi. Ona bu sevdadan vazgeçmesini söyledi, baskı yaptı, yetmedi işkenceye başladı. Çaresiz olan kölesini sırtüstü veya yüzükoyun kızgın çöle yatırır sonra çıplak vücuduna kocaman kayalar koyar ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i inkâr etmesini emrederdi. Ama o:
-Allah birdir, Muhammed O’nun elçisidir. Ey topraklar, ey taşlar, ey taş yürekliler! Allah Bir’dir ve O’ndan büyük yoktur, diye inler, vazgeçmeyeceğini söylerdi.
Onun kararlılığını gören sahibi Ümeyye hıncını alamıyor, onu böyle bitap düşürdükten sonra da boynuna bir ip takarak çocukların elinde Mekke sokaklarında dolaştırıyordu. Ona işkence yapanlardan biri de Ebu Cehil’di. Müşrikler yol boyunca diziliyor ve boynuna bağlı ipin arkasından sürüklenirken onunla alay ediyorlardı. Bu tahammülü zor işkenceler altında “Allah Bir’dir, Allah Bir’dir!” demekten vazgeçmiyordu.
Bu durumdan haberdar edilen Peygamber Efendimiz (S.A.V), hemen Bilâl-i Habeşi’nin işkence gördüğü yere geldi. “Ya Bilâl! Allahû Tealâ’nın ismini söylemek seni kurtarır dedi ve hızla oradan uzaklaştı.
Hemen Hz. Ebubekir’i çağırarak gerekenin yapılmasını istedi. Ebubekir, Ümeyye’nin yanına giderek Bilâl’i satın almak istediğini söyledi. Ümeyye’den:
-Dünya dolusu altın versen satmam. Fakat senin kölen olan Âmir ile değişirim, cevabını aldı.
Ebubekir’in kölesi Âmir de onun ticaret işlerini yapan önemli bir yardımcısıydı ancak îmân etmemişti.
-Âmir’i bütün malı ve paraları ile Bilâl için size veriyorum, dedi.
Ümeyye “Ebubekir’i kandırdım.” diye çok sevindi, Bilâl’i verdi. Hz. Ebubekir hemen Bilâl’in üzerinde olan taşları aldı ve onu ayağa kaldırdı. Bilâl-i Habeşi ağır işkence sesebiyle çok halsizleşmişti. Onu elinden tutup hemen Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in yanına götürdü ve:
-Ya Resûlullah! Bilâl’i bugün Allah rızası için azad ettim, dedi.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) çok sevindi ve Ebubekir Sıddîk için çok dua buyurdu.
Hürriyetine kavuşan Bilâl-i Habeşi derhal Allahû Tealâ’nın hizmetine koştu. Sevgili Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte Medine’ye hicret etti. Hicretten sonra bir gün onu neşe içinde gören Hz. Ömer şaşırdı, bu kadar neşesinin sebebini sordu. Bilâl-i Habeşi;
-Cenab-ı Hakk bana hidayet nasip etti. Ben bir köleydim. Mekke’nin ileri gelenlerinden nice kimseler bu saadete eremediler. Dünya ve cennet saadetinden mahrum kaldılar. Onlara hidayet nasip olmadı. Ben neşelenmeyeyim de kim neşelensin? dedi.
Sesinin güzel oluşu, onun Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından ilk müezzin olarak görevlendirilmesine sebep oldu. Bilâl-i Habeşi’nin okuduğu ezanı işiten mü’minler aşka ve şevke geliyor, huşû içinde mescide koşuyorlardı.
Bir sonraki ezan vaktini bekliyor, se-vinçle onun ezan okumasını dinliyorlardı. Medine’deki müşrikler ise ezan sesini duyunca kahroluyorlardı. Ezanı dinlememek için kendilerini zorluyorlar, o insana huşû veren sesten etkilenmemek için kulakların tıkıyorlardı. Ancak buna muvaffak olamıyor, ister istemez durup dinliyorlardı. Ezanı, Bilâl’in okumasını engellemek için çareler aramaya başladılar.
İçlerinden biri, bir gün mü’minlerin maddî sıkıntıda olduklarını bildiği için Bilâl-i Habeşi’ye dostane yaklaşarak, onun sıkıntı içinde olmasının kendisini üzdüğünü, borç para verebileceğini söyledi. Adamın gerçek maksadının ne olduğunu anlamayan Bilâl borç parayı aldı.
Aradan zaman geçti, borcunu verme zamanı geldiğinde Bilâl-i Habeşi, çok çalışmasına rağmen borcu kadar parayı kazanamadı. Onun bu parayı ödeyemeyeceğini bilen adam, köle olarak almakla tehdit etti. Zaten amacı da onu köle olarak almak ve mü’minleri onun okuduğu güzel ezan sesinden mahrum bırakmaktı.
Bilâl-i Habeşi bir daha ezan okuyamayacağı ihtimalinden perişan olmuştu. Hemen Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e koşarak durumunu O’na arz etti. Ancak O’ndan hiçbir cevap alamadı. Ümitsiz bir şekilde evine döndü, o gece hiç uyuyamadı. Artık ezan okuyamayacağı düşüncesi onu tarifsiz kedere garkediyordu. Teheccüd namazı sonrası Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in onu çağırdığı haberi geldi. Hemen kendini toplayıp aceleyle huzura çıktı. Peygamber Efendimiz (S.A.V):
-Ya Bilâl, ticaretten dönen bir kervan var. Kervana git, onların arasında üzerindeki yükleri ile beraber bana hediye edilmiş olan üç deve var, onları al, senin olsun! Borcunu öde, dedi.
Bilâl-i Habeşi hemen denileni yaptı. Rahat ve huzur içinde gidip sabah ezanını o muhteşem sesiyle okudu. Huşûyla kılınan namazın ardından mescidin yanında onu köle olarak alıp götürmek üzere bekleyen adamı gördü. Hemen:
-Bende alacağı olan kimseler gelsin, borcumu ödeyeceğim! dedi. Bunun üzerine adamın bütün hayalleri yıkıldı. Parasını aldığı gibi oradan uzaklaştı.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in vefatı Bilâl-i Habeşi’yi acılara gömdü. Medine’de kalamadı. Şam’a yerleşti. Bir gece rüyasında Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i gördü. Heyecan ve ter içinde uyandı. Hasreti artmıştı, sanki çok kuvvetli bir mıknatıs onu Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in kabrine çağırıyordu.
Şafak sökerken garip deveciğiyle Şam’dan Medine’ye doğru yola koyuldu. Efendisi’ne yaklaştıkça gözyaşı döküyor, havayı kokluyor, taşları okşuyordu. O’nu görenler sevgiyle selâmlıyorlardı. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in kabrine varınca heyecandan bayıldı. Ayıldığında başucunda Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in torunları Hasan ve Hüseyin’i gördü. Onun saçlarını okşuyorlardı. Dünyalar onun oldu. İkisine de sarıldı. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in kokusunu içine çekti. Hasan ve Hüseyin ondan yine ezan okuması için istekte bulundular.
Ertesi sabah Bilâl-i Habeşi, son ezanını Mescid-i Nebevî’de okudu. Yanık ve hasret dolu sesiyle “Allahû Ekber, Allahû Ekber” dediği zaman bütün Medine halkı ayağa kalktı. Kadın, erkek, genç, ihtiyar, çoluk çocuk, hatta yataklarındaki hastalar bile sokaklara fırladılar.
O günden sonra Bilâl-i Habeşi bir daha öyle ezan okumadı. 641 yılında Şam’da vefat etti..
 
Üst