Rüya ve insan ,Rüya ve bilim ,Rüyalar neleri açıklar?

#1
Sponsorlu Bağlantılar

Rüyalarda İnsan Faktörü :

Her insan farklıdır. İnsanlar büyür ve büyüdükçe her dakika giderek değişir. Bu nedenle bir rüyanın sizin ve arkadaşınız için anlamı az çok farklıdır. Aynı zamanda sizin de bir rüya hakkındaki yorumunuz zamanla değişir. Bir yıl önceki bir rüyanızı tekrar yorumlamanız size çok farklı duygu ve düşünceler esinletebilir.

Düşlerin anlamlarını sezgiler, içgüdüler, kişisel algılamalar çok etkiler. Bu etkiler olmadan düş yorumlamaya kalkışmak ancak gazetede yazan günlük falı okumak kadar kişisel olur. Bu nedenle bu etkileri göz önünde bulundurmalısınız.
Son olarak, rüyalarınızın güçlerini küçümsemeyin.


Yaşamları Değiştirme Gücü :

Rüyalarla uğraştığımız zaman onların enerjisini yaşamlarımıza çekip çok daha etkili insanlar oluruz. Yaşam dramatik bir şekilde değişir. Rüyalarındaki canavarları kucağa alınabilir boyutlara indirmeyi öğrenen çocuklar büyüdüklerinde yaşam sorunlarına korkusuzca karşı çıkarak onları küçültürler.

Bu akıllı ruh ya da zihnimizin kaynak kısmı bizden daha çok şey bilen bir ağabey, abla veya öğretmen gibidir. Jung’un milyonlarca yıllık insan deneyimi ile “kolektif insan”nın benzeridir. Eğer yaşam bir okul ve bizler öğrenciysek, dersleri hazırlayan, yanıtları bilen ve doğduğumuzdan beri rüyalar yoluyla bizlerle iletişim kurmaya çalışan öğretmenle ilişki kurmak mantıklı değil midir? Ellerimizi ovuşturup, “Eyvahlar olsun ! neden bunlar hep benim başıma geliyor ? Bütün bunları hak etmek için ne yaptım ?” diye yakınacağımız yerde bunu öğrenebiliriz. Öğretmene sorabiliriz: Hayal etme, göz önüne getirme -ve özellikle meditasyon, telefonu açıp öğretmenin numarasını çevirmektir. Ancak çoğumuz bu numarayı unutmuşuzdur. Rüyalar öğretmenin bize telefon etmesidir ve yine çoğumuz bunu duymayız bile. Rüyalarımızı izlemek ve dinlemek telefonu açıp yanıt vermenin kolay, güvenli ve güçlü bir yoludur.

Üçüncü Boyut : Ruh

Sık sık insanın vücut, akıl ve ruh olmak üzere üçlü bir yapısı olduğundan söz edildiğini duyarız. İnsanların çoğunluğu bizi biz yapan ve ruh adı verilen bir enerjinin varlığını kabul eder. Akıl, uyku esnasında da bedeni etkilemeye devam eder, belki aynı zamanda uykudayken ruhu da etkiliyor olabilir. Bu şekilde ruh bu dünyayla (aklımız) öteki arasında bir telefon kablosu gibi görev yapıp, ölmüş dostlarımızdan ve yakınlarımızdan haber almamızı sağlayabilir.

Benzer biçimde ruh, ruhsal bilgi ve yorumlar almak için üst benlikle, ya da Jung’un deyimiyle Kolektif Bilinçaltıyla ilişki kuruyor olabilir. Bu büyük bir bilgi ve deneyim kaynağı olabilir. Hepimiz aynı kaynaktan geldiğimizden ilişki kurma yolunu bulan herkes, buradan susuzluğunu giderebilir. Rüyalar bu kaynağın bilinç alanına akışını sağlayabilir. Bu nedenle gizli güçlerle birleşmede kendi ruhsal yolunuzu bulmaya çabalıyorsanız rüyalarınızın bunu sağlayabileceğini unutmayın.


Rüyalara Bilimsel Bir Bakış

Rüyalar Neleri Açıklar
Rüyalar tedavi eder, öğretir, yön verir, kehanette bulunur, soruları yanıtlar, bizleri geçmişe, günümüze ve geleceğe bağlar, bize eğlence ve zevk, duygusal denge sağlar, yaratıcılığı ve cinselliği teşvik eder. Rüyalarımız aracılığıyla Shakespeare’nin “Dünya bir sahnedir ve bütün kadınlar ve erkekler sadece onun oyuncularıdır,” sözlerinin gerçekleştiğini görürüz.

Rüyalar Bize Nasıl Yardımcı Olur?
İç ve dış dünyalarımız arasında çözülmez olduğuna inandığımız bir bağ olmasaydı ondan sonraki yaşamımız ve çalışmamız çok farklı olacaktı. Günlük ve uyanık haldeki kişiliğimizden daha büyük bilgeliğe sahip olan iç dünyamıza erişebilmenin yolu rüyalar ve meditasyondur.

Rüyalar bir köprü, bir iletişim vazifesi görür. Rüyalar tıpkı ruhumuzdan gelen bir mektup gibidir; güç, bilgi, yaratıcılık ve sağlık kaynağıdır. Eğer rüyalarımızı göz ardı edersek kendimizi Paul Solomon’un kaynağının “herkes için erişilir olan ama çoğu insanın farkında olamadığını” söylediği zekadan yoksun bırakmış oluruz.

Bu zeka ile ilişkiye geçmek için psişik, kahin ya da telepatik olmamız gerekmez. Gereken tek şey sezilerimize, hayalimize ve özellikle rüyalarımıza kulak vermektir. Rüyalar tanrıların dilidir ve bu anlam ve mecaz açısından zengin dil, bizi uykudan yaşama uyandırmaya yöneliktir.

Psikolog Erich Fromm rüyaları unutulmuş bir dil olarak görür ve geçmişin insanlar için rüya ve hayallerin zihnin en önemli ifadeleri arasında olduğunu söyler. Ona göre rüya sembolleri evrensel, geleneksel ya da rastlantısaldır. Rastlantısal semboller kişiseldir ve bireysel çağrışıma ilişkindirler. Geleneksel semboller ise tek anlamlıdır. Evrensel sembollerin –örneğin güneş- sıcak ve ışık gibi evrensel anlamları vardır. Fromm rüyaların anlamsız veya ilgiye değmez olarak göz ardı edilmelerinin sebebinin onların bizi rahatsız etmesi olduğunu söylemiştir; rüyada gördüğümüz kişi bizim gündüz vakti olduğumuza inandığımız kişiyle uyumlu değildir. Fromm şöyle diyor : “Çelişkili gerçek şudur ki, rüyalarımızda daha az mantıklı ve daha az terbiyeli olmamıza rağmen, daha akıllı ve daha mantıklıyız.”

ABD’de Research Society for Process Oriented Psychology’nin kurucusu olan Arnold Mindell diğer rüya analizcilerinden çok farklı bir yaklaşım getirmiştir. Mindell “rüya nesnesi” adını verdiği bilinçaltını nehir gibi sürekli akan bir rüya olarak görür ve tek olarak rüyalar bunun sadece çekilmiş fotoğraflarıdır. Rüyalar, fiziki semptomlar, ilişkiler ve değişik bilinç durumları Mindell’in kuramlarına göre rüya nesnesinin ortaya çıkışlarıdır.



Rüyalar ve Uyku
Psikologlar artık bilinçaltının mesajlarına uyku sırasında daha kolay ulaşmaktadır. Uyuduğumuz zaman, bilincin perdesinin gizlemiş olduğu bir çok şey serbest kalır. Rüyalar benliğin ya da evrenin gizli gerçeklerinden, simgeler ya da doğrudan görüntüler halinde bize doğru süzülür.

Rüyalarımızın gücünü kullanmaya başlamanın en basit yollarından biri kendimizi uykuya dikkatle hazırlamaktır.

Rüyalar ve rüya yorumu bizi fiziki, zihni, duygusal ve ruhsal olarak etkiler. Bu nedenle, uyku ve rüya hazırlığı bedeni, zihni, duyguları ruhu kapsar.

Temel olarak iki tip uyku çeşidi kabul edilmiştir: orthodox (rüya görülmeyen) ve paradoxical (rüya görülen). Günümüzde kabaca iki ayrı uyku durumu tanımlanıyor: “ Ağır uyku”, kıpırdamaksızın, sakin uyuyan insanın durumudur. “Aykırı uyku” evresi ise ağır uyku evreleri arasında ortaya çıkar ve on dakika kadar sürer.



Rüyaların Elektronik Cihazlarla Tespiti
Dr. Kleitman, uykularını denetim altında tuttuğu kişilerin (EEG) elektroensefalogranik ve (EKG) elektrokardiagramlarını cihazlarla tespit etmiştir. Bu çalışmanın sonucunda; rüyanın varlığına delil olarak gösterdiği göz hareketlerine, heyecana bağlı kalp atışlarını da ilave etmiş oldu.

EEG’nin verdiği sonuç oldukça dikkat çekiciydi. Rüyanın başladığı andan itibaren, ağır bir ahenk içinde devam eden uyku halini gösteren çizgiler ritmik bir hal alıyor, uyanıklık halindeki şekilleriyle cihazın kağıt şeridi üzerine izler bırakıyordu.

Ve varılan sonuç :

Rüya, uykunun yüzde yirmilik bir bölümünü teşkil etmektedir.

Bu durumda ; sekiz saat uyuyan bir insanın uykusunun ilk saati ağır ve rüyasız geçmektedir. Bundan sonraki on dakika içinde rüya görülmekte ve sonra yine bir buçuk saat sürecek ağır uyku devresi başlamaktadır. Sonra yirmi dakikalık bir rüya ve yine bir buçuk saatlik ağır uyku...Uykunun bundan sonraki kısmında ise otuz dakikalık bir rüya faslı daha vardır. Nihayet yine uyku ve onu da uyanma takip eder.

2 Saniyelik Rüyada 6 Aylık Zaman Yaşanabilir mi?
Psikologlar ve ruh bilimciler rüyaların süreleri üzerinde kesin bir sonuca varamadılar. Bir bölümü birkaç saniye sürdüğünü iddia ederken bir diğer bölümü de saatlerce devam eden rüyaların var olduğu fikrinde ısrarlıdırlar.

Bu tartışmalar devam ederken, Dr. B. Klein adında Amerikalı bir ruh bilimci yardımcıları ile birlikte yoğun çalışmalara koyuldu. Gönüllülerin arasından seçtiği bazı kişileri hipnotize ederek uyuttu. Belli bir süre sonra da uyandırıp rüyalarını dinledi.

Neticede, bir rüyanın yirmi saniyeyi geçmeyecek kadar kısa sürdüğünü tespit etti. İşin en enteresan tarafı ise; uyandırdığı gönüllülerin üç-beş saniye süren rüyalarını saatlerce anlatmalarıydı. Hatta bir kısmının rüyası yazılmaya kalkılsa ortaya kalınca bir macera romanı çıkabilirdi.

Dr. Klein, yılmadan bu işin üzerinde çalışmalarına devam etti. Vardığı sonuç; en uzun rüyanın bile doksan saniyeyi geçmediği oldu.

Dr. Klein’e karşı çıkan ruh bilimciler, hipnotizmayla uyutmanın normal bir uykuyla kıyaslanamayacağı ve bu denemelerin geçersiz sayılacağı yolunda görüş bildiriyorlardı.

Chicago Üniversitesi uzmanlarından Dr. Kleitman ve öğrencisi Aserinsky l953 yılında geniş çapta çalışmalara başladılar. Objektif deneylerini daha sonra nörofizyolojik sahada devam ettirdiler.

Dr. Kleitman otuz yıldan beri kendisini rüyadan mahrum etme denemeleri yapmaktaydı. Fakat hiçbir zaman bir haftadan fazla tahammül gösterememişti.

Otuz yıllık çalışması aradığı sonucu vermeyince başkaları üzerinde değişik deneyler yapmaya başladı. Deneyin sonunda, rüya esnasında kısa veya uzun süren süratli göz hareketlerine tanık oldu. Denemeye tuttuğu kimseleri, göz hareketlerinin başladığı ve bittiği devrenin çeşitli bölümlerinde uyandırdı. Böylece her defasında kişilerin rüya görmüş olduklarını öğrendi. Ömrü boyunca hiç rüya görmediklerini iddia eden kişileri topladı, onların üzerinde testler yaptı. Göz hareketlerinin başladığı anda uyandırdığı bu kişiler, hayret ve şaşkınlık içinde ilk defa rüya gördüklerini söylediler.

Dr. Kleitman bundan şu sonucu çıkardı ; herkes rüya görür, fakat bazı kimseler rüyalarını hatırlayamamaktadır. Rüyanın objektif olarak en büyük delili ise uyumakta olan kimsenin hızlı göz hareketleridir.

Büyük Rüya Yorumcuları
Aralarında Freud, Jung ve Edgar Cayce’nin de bulundukları insanlık tarihinin en özgün ve en büyük zihinlerinden bazıları rüyalarla ilgilenmişlerdir.

Sigmund Freud rüyaları “bilinçaltına giden kral yolu” olarak tanımlamıştır.

Freud, bilinçaltının uyanık zihinlerimize kabul etmediğimiz pek çok şeyin lağım çukuru olduğunu söyleyerek Avrupa’yı dehşete düşürmüştü. Freud, baskı altına alınan anılar, sansüre uğramış ve belki de aile içi zinaya ilişkin –istekler,ilkel güdüler ve düşünceler gibi uyanıkken utanç duyabileceğimiz düşüncelerin, bu konuları çözümlemeye çalıştığımız rüyalarla sonuçlandığına inanıyordu. Rüyayı rüya görenden ve rüya görenin zihninin rüyasından ayrılamayacağını iddia ediyordu.

Jung ise, rüya görmenin akli bozukluğu olanlar kadar “normal insanlar” ın huzuru için de önemli olduğunu kabul ediyordu. Böylece rüya Freud için olduğu gibi sadece bir nevroz belirtisi olarak algılanmamıştı.

İkisinin çalışmaları arasındaki temel farklılık Freud’un rüyanın ne saklayacağına, Jung’un ise ne açıklayacağına bakmasıdır.

Edgar Cayce, uykuda veya trans halinde geçmişi ve geleceği görürdü ; hastalıklara doğru teşhisler koymuş ve binlerce kişi için gerekli tedaviyi söylemiştir. Trans halindeyken söyledikler kaydedilmiş ve dikkatle belgelenmiştir.

Jung’un kolektif bilinci yerine Cayce kolektif veya evrensel bilinçaltından söz etmiştir. Cayce bunu “insanın başlangıcından beri var olan zihni faaliyetinin toplamı tarafından beslenen bir düşünce nehri” olarak tanımlamıştır.

Cayce trans halindeyken bir keresinde şöyle demiştir :. “ Rüyalar bilinçaltının tezahürleridir. Bir durum gerçek olmadan önce rüya görülür.”
 
Üst