Batman Hakkında Bilgi

#1
Sponsorlu Bağlantılar
TARIH

Batman tarihi itibariyle yeni bir şehir olmasina karşın yerlesim alaninda kurulan şehirlerin tarihi sumerlere kadar uzanır.iluh tepesinin bulundugu alanda bir sumer sehir yerlesiminin bulundugu ancak bataklık bir arazi uzerine kurulu oldugundan sehrin zaman içerisinde yer altina goctugu dusunulmektedir.

Batman'in adini batmak teriminden bu nedenle almis olabilecegi dusunulmektedir.zaten batman yerlesim yeri olarak turkiyenin en zengin petrol yataklarina sahip olusu sehrin derinliklerinde bazi bosluklarin cikarilan petrol nedeniyle olustugu ileri surulup bunun batmana felaket getirecegi yore halkinda revac bulan bir teoremdir.90'li yillarda ataturk parki cevresinde aniden ortaya cikan derinligi 150 metreye varan bir cukur ancak binlerce kamyon molozla doldurulabilmistir.bu olay bu felaket teorisyenlerine bunun bir gun gerceklesecegi hakkindaki inanclarini guclendirmistir.iste BATMAN boyle bir ilginclikler diyaridir kuzey mezopotamya'nin merkezi olarak kabul edilen cizre ve civarina yakinligi batmana tarihsel bir kultur kimligi kazandirmis,1940 yilinda bulunan petrol ile batman civarindan yoreye akin olmsutur.Batman binlerce yildir bu topraklarda asiret kulturyle yasamakta olan yoredeki kurt halkina yeni bir yasam ve ruya sehri gibi gelmis sehir cok kisa zaman zarfinda asiretlerden kopan binlerce insana bireyci ozgur bir hayat vadetmistir.ancak bu geleneksel kimlik ikinci nesilde yerini yari feodal kimlikle modern kimlik catismasi getirmis nesiller arasi ucurum meydana gelmistir.Batman kisa zmaan icerisinde guneydogu insanina ekonomik tesirin yanisira dusunce hayatina da etiki etmeye baslamistir. degisik yorelere mensup alt kulturler batmanda birleserek bir ust kimlige donusmustur.bu nedenle Batman'da kurdlerin yanisira arap turk kulturlerinin uzlasini gormek mumkundur. Batman doguya talihin degisebileceginin adidir.Ama batman gencliginde son yillarda yasanan yuksek issizlik ile nesilller arasi catisma cok yuksek oranda intiharlari getirmistir. Batmanin umudun obur adi ve kendine has yapisini anlamayan bir cok zevat televizyon programlarinda konuyu sadece tore baskisi olarak ifade edip gecmistir.Batman yoneticiler tarafindan anlasildigi takdirde gelecegin guneydogusunun prototipidir.
NUFUS
Son nufus sayiminda nufusun yarim milyona ulastigi gorulmustur.nufusu 1960 12 bin olan sehir cok yuksek tempoda nufus hareketlerine sahne olmustur.ancak batmandan batidaki metropoller yuzbinleri bulan gocude hesaba katmak nufus hareketini anlamamizi kolaylastiracaktir.
YONETIM
Batman son genel secimlerde meclise 3 milletvekili sokmustur.AKP yalniz basina bu vekillikleri almistir.Yerel secimlerde dehap tabanina seslenen SHP'de oylarin yarisina yakinini alarak belediye baskanlik secimlerini kazanmistir.Batman'da partilerin basarisi genelde tepki oylarina dayanmaktadir.tepkili olan yore halki kulturel ve ekonomik olarak umut verenlere yonelmekle beraber asiret oylari halen etkili bir gorunum sergilemektedir.
EGITIM
Batman guneydogu ve doguda en egitimli gencligin bulundugu ilimizdir.Ancak yuzde 55 lise mezunu issiziylede turkiye issizlik birincisidir.issizlik ve egitim korelasyonun bu kadar yuksek oldugu bir ikinci sehir yoktur turkieyede kisacasi batmanda ne kadar okursan o kadar umutsuzsun.

batman hızlı bir gelisimle ve degisimle beraber kentleşme noktasında bir sürü sorunuda beraber getirmistir.

batman teror olaylarında birden fazla teror orgutunun topraklarında hayat surdugu bir ildir....

il insaat sektorunde buyuk bir atılımın icerisine girmistir. fakat TOKİ'nin yaptıgı toplu konutlara ragbet edilmemesinin sebebi yore halkının yasam tarzının apartman hayatına uygyn olmaması... halk genelde kendi yaptıgı mustakil evlerde yasamını surdurmektedir
 
#2
COĞRAFYA



Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bulunan Batman ilinin, kuzey ve kuzeydoğusu yüksek, sarp ve dağlık olup güneyi ise dağlık ve engebelidir. Dicle nehri batıdan doğuya akarak il topraklarının içinden geçer. Batman çayı, Batman-Diyarbakır il sınırını çizerek Dicle nehri ile birleşir.



4000'i aşkın mağaranın bulunduğu bu bölge dünyada benzeri az bulunan bir doğa harikasıdır.



Batman'da karasal iklim hüküm sürmektedir. Bölgede yazları sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve yağışlı geçer.



TARİHÇE



Batman, İluh adlı bir köy iken 1937 yılında bucak olmuştur. Adı 1950 yılında Batman Çayı'ndan dolayı Batman olmuştur. 1957 yılında Siirt iline bağlı ilçe olan Batman, 1990 yılında il olmu


GENEL BİLGİLER



Yüzölçümü : 4.654 km²



Nüfus :406.000 (1997)



İl Trafik No : 72



Dicle'nin aktığı topraklarda zengin tarihi geçmişi koruyan Batman ve antik kenti Hasankeyf, bini aşkın mağaralarıyla, tarihsel anıtlarıyla bir doğa harikasıdır.



İLÇELER



Batman ilinin ilçeleri; Beşiri, Gercüş, Hasankeyf, Kozluk ve Sason'dur.



NASIL GİDİLİR



Karayolu : Türkiye'nin her yerinden otobüs seferi ile ulaşmak mümkündür.



Havayolu : Batman' dan Ankara, İstanbul ve İzmir'e havayolu seferleri yapılmaktadır.

 
#3
RAKIMI:
550 M.
BATMAN'IN KOMŞULARI:
Kuzeyde Muş, batıda Diyarbakır, doğuda Bitlis ve Siirt, güneyde Mardin ile çevrilidir.
YÜZEY ŞEKİLLERİ:
İlin kuzey ve kuzeydoğusu yüksek sarp ve dağlık olup güneyi ise dağlık ve engebelidir.
DAĞLARI:

  • Sason Dağları ( Aydınlık Dağları ) : 2500 m.
  • Meleto 2967m.
  • Kuşaklı Dağı 1947m
  • Avcı Dağı 2121m.
  • Meydanok Tepesi 2042m.
  • Kortepe 2082m.
  • Raman Dağı 1288m.
AKARSULAR VE GÖLLER:
Dicle Nehri, Batman, Sason, Garzan ve Pisiyar çayları ilimizin sınırları içinde geçmekte olan önemli akarsulardır. Sason ve Sorkan çayları Batman Çayına; Kozluk'un kuzeyindeki Aydınlık dağlarından doğan Pisiyar Çayı ve diğer küçük dereler Garzan Çayını oluştururlar. Kulp Çayı Sorkan ve Sason Çayları Batman Çayını oluştururlar. Batman ve Garzan çayları Dicle'ye dökülürler. Ayrıca Gercüş yöresinde Gürbüz ve Aydınlı Dereleri Dicle'ye dökülürler.
Batman Çayı: Batman ile Diyarbakır arasında doğal bir sınır çizer ve 115 Km.lık kısmı Batman il sınırı içinde akar.
Dicle Nehri: Dicle Nehri batıdan doğuya doğru akarak Batman Çayı ile birleştiği yerde Diyarbakır il sınırını bittikten sonra Batman il sınırları içinde akmağa devam eder.
Garzan Çayı: Batman - Siirt illeri arasında doğal sınır çizer. Garzan Çayı, Kozluk ilçesinin kuzeyindeki Aydınlık Dağlarından doğan Pisiyar çayı ve diğer küçük derelerden oluşur. İl sınırları içindeki mesafesi yaklaşık 60 km. olup, Beşiri ilçesi doğusunda Dicle Nehri ile birleşir.
GÖLETLER:
İl sınırları içinde Gercüş - Kırkat Göleti ile Kozluk Ceffan Göleti bulunmaktadır.
Gercüş - Kırkat Göleti 1984 yılında DSİ tarafından yapılmış olup sulama amaçlıdır Kozluk Ceffan Göleti elektrik amaçlı yapılmıştır.
İKLİMİ:
Bölgede karasal bir iklim hüküm sürer.
 
#4
Batman Genel Bilgi




Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yer alan Batman İli, kuzeyde Muş, batıda Diyarbakır, doğuda Bitlis ve Siirt, güneyde Mardin illeri ile çevrilidir. Arazi, iç kesimlerde plato özelliği gösterir. Batman'ın batı sınırını çizen Batman çayı kıyılarında ova niteliğini alır. Batman'daki en yüksek nokta güneydoğudaki Yama (Raman) Dağıdır (1.263). Yama Dağında aynı zamanda zengin petrol yatakları bulunmaktadır. İlin en önemli akarsuları Dicle Irmağı ile onun kollarından biri olan Batman çayıdır. Dicle, Batman'ın Mardin, Batman Çayı ise Diyarbakır ili ile olan sınırını çizer. Batman Çayı vadisinin Dicle Dicle vadisi ile birleşmeden önce genişlediği kesimde yer alan alüvyal Batman Ovası, bölgenin bitkisel üretim yapan en önemli alanıdır. Yüzölçümü 4.694 km2 olup, toplam nüfusu 463.749'dur.

İlin ekonomisi petrol ve arıtımıdır. Türkiye'de çıarılan petrolün büyük bölümünü Batman karşılar. Kırsal kesimde ise ekonomi tarıma dayalıdır. Batman Ovasında en çok buğday, arpa ve pamuk yetiştirilmektedir. Mercimek, tütün ve üzüm de üretilmektedir. Ayrıca hayvancılık da yapılmaktadır.

Bölgede 1963 yılından beri Prof. Dr. Halet Çambel ile Prof. Dr. Robert J. Braid Wood yönetiminde İstanbul Üniversitesi Prehistorya Kürsüsü ile Chicago Üniversitesi Doğu Bilimleri Enstitüsü tarafından ortaklaşa yürütülen “Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları Karma Projesi” çalışmaların yanı sıra Batman Çayı’nın batısında bulunan Demirköy höyüğünde Amerika Deleware Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Michael Meir Rosenberg ile Diyarbakır Müzesi Müdürlüğü işbirliği sonucu 1990 yılından beri sürdürülmekte olan kazılarda ele geçen eser ve buluntulardan, burasının çok eski ve önemli bir yerleşim alanı olduğu anlaşılmıştır. Aynı ekibin Batman'ın Kozluk ilçesi Kaletepe köyü sınırları içerisinde kalan ve Batman Çayı kenarında bulunan Hallan Çemi höyüğünde yaptıkları kazı çalışmalarında elde edilen buluntular (M.Ö. 10.600-10.000) yıllarına ait kadın süs eşyaları, taştan yapılmış hayvan figürlü heykel ve taş silahların incelenmesi sonucunda bu yörenin yaklaşık 12.000 yıl öncesi bir yerleşim alanı olduğu ortaya çıkmıştır. Neolitik çağda Hallan Çemi tepesi ile Çayönü yerleşmeleri arasında yer alan bölgenin kronolojik boşluğu dolduran bir öneme sahip olduğu kabul edilmektedir. Anadolu’nun en eski yerleşim yeri olarak Çatalhöyük kabul edilse de Çayönü ve Hallan Çemi höyüğündeki buluntular ile en eski yerleşim biriminin Batman-Kozluk sınırları kapsamında yer aldığı teyit edilmiştir. Batman ilinin yer aldığı bölge çok gelişmiş bir kültürün varlığını ortaya koyması açısından önem taşımaktadır.

M.Ö.3000 yıllarında, Dicle-Fırat nehirleri arasında yer alan bölgeye “Subaru” denildiği, Sümer ve Akad’lardan kalma belgelerden anlaşılmaktadır. Yukarı Dicle bölgesine ilk yerleşenler Hurriler'dir. Hurri Babil dilinde mağara demektir. Hurri’ler kendi aralarında Hurri ve Mitani olmak üzere iki ayrı konfederasyona ayrılır. Zamanla Mitani Krallığı güçlenmiş, Hurri Krallığı ise zayıflayarak tarihten silinmiştir. Mitanilerden sonra bölgeye Asurlular ve Urartular egemen olmuşlardır . Asur lideri III.Tiglattpileser, M.Ö. 736’da doğuya yönelerek Sasun (Sason) yöresindeki Ulluba ülkesini egemenliği altına aldı. Urartu’lardan sonra bölge; İskitlerin, Medlerin, Perslerin, Selevosların, Partların, Romalıların, Bizans’ın egemenliği altında kalmıştır. (M.Ö. 653 – M.S. 639 )

İran ve Bizans’ın uzun süren egemenlik kurma savaşlarına tanıklık eden bölge, Hz. Ömer’in Kuzey Mezopotamya’yı fethiyle İslam ordusu egemenliğine girmiştir. Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinde de İslam ordusu egemenliğinde bulunan bölge daha sonra, Emevilerin (551-750), Abbasilerin (750-869), Hamdanilerin ve 984 yılında Mervanilerin yönetimi altında bulundu. 1085 yılına kadar Mervanilerin hüküm sürdüğü bölge, 1071 yılında Malazgirt’i ele geçiren Selçuklular tarafından, 1085 yılında Amid kuşatma altına alınarak, Silvan ele geçirilmiştir. 1183 yılına kadar Selçukluların yönetiminde bulunan bölge aynı tarihte Selahattin Eyyubi’nin seferleriyle yönetim Eyyubilere bağlı Hasankeyf Emiri Artuklu Nurettin Mehmet’e verilir. Bu tarihten itibaren başlayan Artuklu oğulları dönemi Anadolu Selçukluların 1240 yılında bölgeye egemen oluşuyla son bulur. 62 yıllık Selçuklu Hanedanlığının ardından 1304 yılında başlayan ve 92 yıl süren Mardin Artukluları dönem ise, Timur’un bölgeye hakim olması ve Diyarbakır yöresini Akkoyunlu Kara Yölük Osman Bey’e bırakmasıyla sona ermiştir.

1527 yılında Vilayet-i Kürdistan (Cizre, Bitlis, Hasankeyf, Siverek, Çemişgezek, İmadiye, Sason, Palu, Çapakçur, Eğil ) altında toplanan ve yurtluk, ocaklık, hükümet adlarıyla anılan bu yerler, (1578-1588 ) idari düzenlemesinde Diyarbakır Beylerbeyliğine bağlanmıştır.

Batman’ın tarihi hakkında en eski bilgiler halk hikayeleri, mitler ve heredot tarihinde verilmektedir. Ortak verilere göre MED Kralı Abtyagestin’in torunu Kyros karşıtı Erpagazso M.Ö. 550 yılında yenilince MED asilzadeleri arasındaki utancından dolayı MED’lerin yaşadığı Media bölgesinin kuzey batı ucundaki topraklarına çekilmek zorunda kalmış. Başka bir görüşe göre de Kyros Pers egemenliği altında kalmamak için bu bölgeye yerleşmiştir. Karaçalı, sazlık ve bataklıktan oluşan bu bölgenin ortasında yapay bir adacık oluşturup, adına han obası anlamında olan “Elekhan“ denilmiştir. (M.Ö. 546 ) Elekhan 194 yıl bağımsız ve mutlu bir dönem geçirerek 352 yılında Büyük İskender’in istilasına uğramıştır. Daha sonra Lesepkoslar, Partlar, Romalılar, Sasani ve Bizansın hakimiyetine girmiştir. Artuklular, Moğollar, İlhanlılar, Celaliler, Karakoyunlu (Pezreşe) Akkoyunlular ve 1500 yılında Sevafilerin eline geçmiştir.

1638 yılında, IV. Murat’ın Bağdat seferi sırasında kendisine büyük yararlıklar gösteren Turhan oğlu Mahmut Paşa’ya Elekhan'ı içine alan Batman suyu ile Botan suyu arasında kalan bölgenin tamamını vermiştir. Bu gelişmeden sonra Elekhan halk dilinde değişikliğine uğrayarak, Elah, İluh ismini almıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında İluh adlı bir bucak merkezi olarak Siirt iline bağlıydı. 1957’de Batman adıyla ilçe, 1990 da aynı isimle il olmuştur.

Batman ve yöresinde tarihi eser olarak günümüze gelebilenlerin başında; Hasankeyf’te, Eski Köprü, Rızk Camii, Ulu Cami, Sultan Süleyman Cami, Kızlar Cami, İmam Abdullah Zaviyesi, Zeynel Bey Türbesi, Küçük Saray, Büyük Saray gelmektedir. Ayrıca birçok uygarlığın yaşadığı Hasankeyf’in yanında Beksi, Bozikan, Hazro, Kandil, Rabat kaleleri de Batman’ın diğer kültür varlıklarını oluşturmaktadır.
 
#5
Batman Gezgin Gözüyle

HASANKEYF

Hasankeyf il merkezine 37 km. Uzaklıkta tarihi bir yerleşim birimidir. Kuzeyinde uzanan Raman sıra dağları ile güneyinde yer alan sıra dağlar arasındaki vadi içerisinde akan Dicle nehri kenarında yer alan Hasankeyf ilçesi Diclenin sağladığı imkanlarla bereketlenmiş, bu günkü suskun tarih fışkıran görüntüsü ile izleyenlere geçmiş ihtişamından esintiler sunmaktadır.
1926 yılında Gercüş ilçesine Bucak olarak bağlanan Hasankeyf, Batman’ın il olmasıyla 18 Mayıs 1990 tarihinde ilçe olarak Batman’a bağlanmıştır. Sanayinin gelişmediği ilçeden göç olmaktadır. GAP kapsamında yapımı programlanan Ilısu barajı suları altında kalacağına ilişkin bilgiler 35 yıldan beri ilçeyi yatırımlardan mahrum bırakır olmuştur. 21 köyün bağlı olduğu Hasankeyf’te yaygın olan dokumacılık sanatı da yok olmak üzeredir.
Vadi içerisinde oluşan verimli tarım alanları sera işletmeciliği için oldukça elverişlidir. Tarıma elverişsiz alanlarda, meralarda hayvancılık yapılmakta , kış mevsiminde göçerlerin kışlağı olan ilçe toprakları bölgede süt ürünlerinin ucuz olmasını sağlar. Ayrıca Dicle nehrinde alabalık avcılığı yapılmaktadır.
İlçe merkezinde 4181, köylerde ise 7240 kişi yaşamaktadır. Tarihi oldukça eskiye dayanan ilçe tarihi hakkında öz bilgi verecek olursak;
HISN-KAYFA (HASANKEYF’İN) KISA TARİHÇESİ


Hısn-Kayfa, Dicle nehrinin güney sahilinde Diyarbakır’a su yolu ile 110, Cizre’ye 85 km. Uzaklıktadır. Hısn, kale-hisar anlamındadır. Sonradan kısaltılarak Hısn-Kayfa olmuştur, Cumhuriyetin ilanından sonra Türkçe fonotiğe uydurularak Hasankeyf şeklini almıştır.
Şehrin kimler tarafından kurulduğu kesinlikle bilinmemektedir. Sadece ilk çağda “CEFA“ adını taşıdığı ve bir Süryani Piskoposluğun merkezi olduğu bilinmektedir. İnşa edilidiği arazinin kolaylıkla işlenmeye müsait olması yüzünden kasabanın çevresi mağaralarla doludur. Arazinin bu müstesna kabiliyeti daha ilk devirlerde bu tabii mağaraların ilk insanlar tarafından barınma merkezi olarak kullanıldığını göstermektedir. Buna bir de Hısn-Kayfa’nın kurulduğu yerin sakeri ve iktisadi önemi eklenince, kasabanın bütün ortaçağ boyunca önem ve kıymetini muhafaza etmesinde amil olmuştur.
Hasankeyf, Diyarbakır- Cizre yolu üzerinde, Dicle nehrinin doğu kenarındadır. Diyarbakır ile Dicle’nin aşağı kısımlarında şehir ve kasabalar arasında nakliyat, ilk zamanlardan beri su yolu ile yapılırdı. Diyarbakır’dan güneye doğru giden anayol, Dicle vadisini takip ederdi. Bu iki neden dolayısyla Hasankeyf askeri ve iktisadi önemini asırlar boyunca muhafaza etmiştir. Diyarbakır’dan kalkan Kelekler, Hasankeyf yol vermedikçe Güneye inemezlerdi. Yukarıdan gelen karayolu üzerinde de Hasankeyf aynı rolü oynardı. Bu nedenle Hasankeyf, Diyarbakır-Cizre kara ve su yolları üzerindeki stratejik ve ekonomik görevini asırlar boyunca elden bırakmamıştır.
İslamiyetin inkişafından sonra Hasankeyf’i fethetmek üzere birçok akınlar yapılmıştır. Hz. MUHAMMED’in (S.A.V.) akrabası Cafer’i Tayyar’ın oğlu imam Abdullah ile ünlü komutan Varkenna, Hasankeyf kuşatması sırasında şehit düşmüşler. (H. 651mezarları Hasankeyf’tedir.) Hasnkeyf İslam hakimiyetine girdikten sonrasırasıyla Abbasilerin, Hamdanilerin, Mervanilerin eline geçmiştir. Türkler tarafından Hasankeyf’in fethi 1071 Malazgirt Meydan Muhaberesinden sonra olmuştur. Selçuklu Sultanı Alparslan’ın komutanlarından Artuk oğlu Sökmen, 1101 yılında burada ilk urartu beyliğini kurmuştur. Tarihçiler bu devri HISN-KAYFA ARTUKLULARI olarak isiölendirmişlrdir. Hasankeyf önce Artukoğullarına, sonra onların “AMİD“ (Diyarbakır) ı fethetmeleri üzerine her iki ülkeye 130 sene başkentlik etmiştir.Bu devlet 1231-32 yılında yıkılana kadar şehri imar etmişlerdir. O devirde halen Dicle köprüsü, büyük ve küçük saray, kale kapıları ayakta kalan yapılardır. Artukluların burada para bastıkları ele geçen sikkelerden anlaşılmaktadır. Bu gün Hasankeyf’te harap bir şekilde gördüğünüz kıymetli eserlerden bir çoğu Artukoğuları zamanının hatırasıdır.

1232 yılında Eyyubi Hükümdarı el-Melik, el-Kamil şehri zaptederek Artukoğulları hakimiyetine son verdi. Kendisi de 30 sene kadar hükümdar olabildi. Artık büyük Moğol akın başlamıştır. 1301 yılında Moğollar bu meşhur ve mamur şehri zaptederek yağma ve tahrip ettiler. Bu tahrip o derece ağır olduki, Hasankeyf bir daha eski halini bulamadı. Eyyubiler Moğolların istilası sırasında onlara tabii olarak yine devam etmiştir. Bu gün Hasankeyf’te ayakta olan pekçok yapı bu devre aittir. Sultan Süleyman Camii, Kale (Ulu) Camii, Koç Camii, El-Rızk Camii, İmam Abdullah Zaviyesi, Kızlar Camii bu devre ait yapılardır.
Kısa bir zaman Akkoyunlu kakimiyetne (1461-1482) girdi. Bu gün Hasankeyf’te bulunan Zeynel Bey türbesi Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey’e aittir. Akkoyunlulara ait Hasankeyf’teki tek eser budur.
1516 yılında ebedi olarak Osmanlı hakimiyetine girdi. Osmanlılar, şehri kısmen harap olmuş ve eski önemini kaybetmiş halde buldular.
Eski Köprü:Artuklu Sultanı Fahreddin Karaaslan tarafından 1140 tarihinden önce yaptırılan köprü,16.yüzyıl sonlarında yıkılana kadar bir çok onarım geçirmiştir. Köprünün güney ayağında burçları simgeleyen 12 büyük kabartma, diğer büyük ayakta ise insan başı kabartmaları yer almaktadır.
Rızk Camii:Yapı, kitabesinde yer alan bilgilere göre Eyyubi Sultanı Süleyman tarafından 1409 yılında yaptırılmıştır. Heyelan nedeniyle, güneydeki ibadet mekanı yok olan Caminin ayakta kalabilmiş kısımları zarif minaresi ve taç kapısıdır. Her iki mimari unsur da zengin taş oymalarla bezenmiştir.
Koç Camii:Yapının 15.yüzyıla ait olduğu kabul edilmektedir. Ancak mihrabındaki alçı bezemeler bu tarihlendirme ile çelişmekte olup daha çok 12.yüzyılın özelliklerini yansıtmaktadır. Veriler yapının, 15.yüzyıldan daha önceki bir tarihte yapıldığını ve daha sonradan elden geçirilmiş olduğunu göstermektedir.
Sultan Süleyman Camii

Burada, bir avlu etrafında, mevcut bir türbeye zamanla eklemeler yapılarak çeşitli işlevlerle hizmet veren bir yapılar topluluğu oluşturulmuştur. Bu tarz daha çok Suriye’deki Zengi, Eyyubi ve Memluk mimarlık geleneklerini yansıtmaktadır. Bu gün yapının en etkileyici bölümleri minaresi, taç kapısı ve çeşmesidir. Yapının doğusunda yer alan minare Artuklu ve Eyyubi döneminde gelişen mimari tarzın en güzel örneklerinden biridir.

Kızlar Camii

Cami ilgili tarihi belgelerin yetersiz oluşu ve alışılmadık bir plan göstermesi, yapı hakkında kesin bir bilgi edinmemizi engellemektedir. Ancak eserin gösterdiği özellikler daha çok bir mezar külliyesi olduğunu çağrıştırmaktadır. Kuzeydeki giriş ve pencerelerde yer alan bezemeler oldukça kalitelidir. Günümüzde yapıda mevcut olan dört odadan biri odunluk olarak kullanılmaktadır.
Gözetleme Kulesi:Küçük Saray diye de anılan yapıya, halk arasında, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın Sarayı‘da denilmektedir. Kulenin gerek dış yapısı gerekse bezemeleri çok fazla tahribata uğramıştır. Kuzeydoğu cephesi ve buradaki pencerenin üstünde yer alan karşılıklı iki aslan kabartması, damla motifleri ve rozetler orjinalitesini koruyan bölümlerdir.
Büyük Saray:Yaklaşık 2350 metrekare alanı kaplayan yapı hakkında herhangi bir belgenin olmamasının yanı sıra kitabesi de mevcut değildir. Esere dıştan bakınca blok taşlarla örülmüş cepheler dikkati çekiyor. İç plan ise yıkıntılar arasından saptanabildiği kadarıyla daha karmaşık bir kuruluş ve malzemeye sahiptir. Önünde de düzgün kesme taşla yapılmış kare prizma bir kule kalıntısı yer almaktadır.
Ulu Cami:Vadi ve çevreye egemen bir konumdadır. Kitabelerinde 14. ve 16.yüzyıl tarihlerinin olması ilginçtir. Çünkü, Ulu Camii’nin tasarımındaki arkaik oluşum bu kitabelerin binaya daha sonra monte edildiğini düşündürmektedir. Tuğla minaresi de Selçukluların İran’daki 12.yüzyıl minarelerini andırır. Eyvana bitişik odalar ve avlunun doğu girişindeki revak sonradan eklenmişlerdir.
İmam Abdullah Zaviyesi:Zaviye kalıntıları 14.yüzyıla ait olup bir minare, hücrelerle çevrili bir avlu ve kübik türbe yapısından oluşan küçük bir külliye (yapı topluluğu) niteliğindedir. Zaviyenin geçirmiş olduğu özensiz restorasyonlar tarihi görüntüsüne çok fazla zarar vermiştir. Bu tahribatlardan günümüze kalan estetik değeri yüksek özellikler ise minare ve ahşap oyma kapı kanatlarıdır.
Hamam:Tarihi köprü ayağının yakınında yer alan yapı, daha çok Osmanlı camilerini andırmaktadır. Yapının kimliği yapılacak kazı ve araştırmalar sonucunda belirlenebilecektir.
Zeynel Bey Türbesi

Zeynel Bey Türbesi, hamamın batısındaki tarlada yer almaktadır. Kapısındaki kitabesinden Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey ile Pir Hasan diye bir ustanın adı okunmaktadır. Kesme taşla yapılan silindirik gövdesi sırlı ve sırsız tuğla mozaiklerle kaplanmıştır. Dış yüzeyindeki çini ve sırlı tuğla bezemeler ve içteki alçı kaplamalar, Orta Asya’da Özbekistan’dan Azerbaycan'a kadar, 14.yüzyıl ortalarından itibaren egemen olan klasik mimari bezeme stilinin Anadolu’daki tek örneğidir.
Batman'da El Sanatları:Batman’da el sanatları fazla gelişmemiştir. Geçmişte yöre halkının gereksinimlerini karşılamak amacı ile sürdürülen dokumacılık ve özellikle bakırcılık günümüzde önemini kaybetmiştir. Kentte hayvancılığa bağlı olarak yün ve tiftikten el örgüsü çorap, kuşak, başlık, heybe, keçe ile tezgahlarında tiftikten dokunan kumaşlar üretilmektedir.
Kale:Kalenin eski çağlardan beri bir iskan yeri olarak kullanıldığı mağara yapılardan anlaşılmaktadır. Ancak kale olarak kullanılmaya başlaması Bizanslılar
dönemine rastlamaktadır. Yekpare taştan olması nedeniyle çok korunaklı olması, üzerinde birkaç tarihi eserin olması, gizli yollarla nehre inilmesi ve kaleye çıkan yol üzerindeki zarif, muhteşem taş kapısıyla dikkatleri çekmektedir. Kaleye doğudan merdivenli bir yolla ulaşılmıştır. Bu yolun hemen başında bulunan oyma taşlardan yapılmış kapının Eyyubilere ait olduğu üzerindeki kitabeden anlaşılmaktadır. Bu yolun üst tarafında da kısmen harap olmuş diğer bir kapı yer almaktadır. Kalenin kuzeydoğu ucunda dev bir kule gibi yükselen Küçük Saray yer almaktadır. Ayrıca kalede Ulu Cami, Büyük Saray yer almaktadır. Bu eserlerle ilgili bilgi verilecektir. Kalenin dikkate değer özelliklerinden biri de, gerek Artuklular gerekse Eyyubiler döneminde buraya su çıkarılmış olmasıdır. Asırlarca kale bu su ile hayat bulmuş. Bu suyun kesildiği olağanüstü zamanlarda kalenin kuzeyinde yer alan merdivenli yollarla nehirden su alınmış. Kalenin tarihi kaynaklarda silah zoruyla ele geçirildiği yazılmıyor.


Köprü

Tarihi kaynaklarda köprünün 1116 tarihinde Artuklu Fahrettin Karaaslan tarafından yapıldığı yazılıdır. Ancak Hasankeyf'in 638 yılında müslümanlarca feth edildiği sırada bir köprüden bahsedilmektedir. Bu nedenle köprünün antik bir temel üzerinde yapılmış olması ihtimal dahilindedir. Kemer açıklıkları itibariyle Ortaçağ'da yapılan taş köprülerin en büyüğüdür. Ortadaki büyük kemeri taşıyan iki orta ayağın arasındaki açıklık 40 metredir. Doğu ve batıdaki küçük kemerler dışındaki ortadaki büyük kemerler tamamen yıkılmış durumdadır. Araştırmalara göre köprünün en büyük kemerin ortası ahşaptandı. Düşman şehre saldırdığı zaman yerinden kaldırılır, düşmanın şehre girişi engellenirdi. Bu özellik köprünün ömrünü kısaltmış. Köprünün önemli özelliklerinden biri de orta ayaklar üzerinde yer alan ve 12 burcu simgelediği tahmin edilen figürlerdir. Bir ikisi dışında tahrip olmuş ve şekil olarak ne ifade etikleri anlaşılmaz hale gelmiştir. Köprünün ne zaman yıkıldığı da bilinmemektedir.
ILISU BARAJI:Barajı; Mardin ve Şırnak İl sınırları arasında Dargeçit ilçesinin 15 Km. doğusunda, Dicle Nehri üzerinde yer almaktadır. Ilısu Barajı kil çekirdekli kaya dolgu tipinde olup temelden yüksekliği 138 m’ dir. Barajın maksimum su kotu 526,82 metre, toplam gövde hacmi 44 milyon metreküp, rezervuar hacmi ise 11 milyar metreküp’tür. Barajın kurulu gücü 1200 MW olup üreteceği toplam enerji 3,833 milyar KWh’tır. Ilısu Barajı ile üretilecek olan enerji , şu an ülkemizde hidroelektrik santralleri vasıtasıyla üretilecek olan enerjinin %10’unu teşkil edecektir. Ayrıca Ilısu Barajı HES tek başına bir proje değildir. Aynı zamanda Ilısu Barajı mansabında yapılması planlanan Cizre Barajı ve HES Tesisleri ile entegre bir projedir. Cizre Barajı ve HES tesisleriyle de yılda 1,208 milyar KWh enerji üretilecek ve 66225 ha tarım arazisi sulanacaktır. Ilısu Barajının yapılmaması halinde Cizre barajının rezervuar hacmi 400 milyon metreküptür. Ilısu Barajı elektrik enerjisi ürettikten sonra mansaba Cizre Barajı menbaına vereceği su debisi 435 metre ’küptür. Ayrıca inşa halinde 15. 000 kişiye, inşaadan sonra ise 22.000 kişiye iş olanağı sağlanacaktır. Böylece; işsizlik problemi çekmekte olan on binlerce insanımıza iş imkanı sağlanarak maddi ve manevi olarak büyük bir ekonomik katkı sağlanacaktır.


Ilısu Barajı ve Hidro elektrik Santralı projesine yönelik 10 adet alternatif aks yeri incelenmiş, teknik ve ekonomik sebepler göz önünde bulundurularak yapılan değerlendirmeler sonunda proje 1998 yılı itibariyle de programına alınmış olup barajın inşaatına yönelik müzakereler devam etmektedir.

Dünya ülkeleri arasında kişi başına düşen su miktarı, ABD, Kanada ve Batı Avrupa ülkelerinde 10.000 metreküp iken, Türkiye’de bu rakam 1700 metreküp civarındadır. Buradan da anlaşılacağı üzere Türkiye zannedildiği gibi su

kaynağı bakımından zengin bir ülke değildir. Ayrıca 2020 yılı tahminlerine göre bu değer Türkiye için 1.000 metreküp’ ün altına düşecektir. Dicle nehrinden yılda yaklaşık 16 milyar metreküp suyun boşa aktığı , Ilısu ve Cizre Barajlarının yapılmasıyla 11.400 milyar metreküp su depolanacağı ve yukarıda kişi başına düşen su miktarları dikkate alındığında böyle büyük bir projenin hayata geçirilmesi ülkemiz açısından kaçınılmazdır. Tüm bunlarla birlikte genel anlamda Baraj inşaatları çevreye zarar veren yapılar değildir. Baraj inşaatından etkilenecek taşınmazların kamulaştırılması işlemleri, projenin ihalesine ve inşaat programına pareler olarak yapılacaktır. Bu kapsamda ilk olarak baraj gövde yeri , ulaşım yolları, site yeri , malzeme ocakları ilk etapta kamulaştırmaya tabi tutulacak , daha sonra inşaat programına pareler olarak yapılacaktır.Hasankeyf ilçe merkezi ile birlikte Irmak, İncirli, Yolüstü Köyü olmak üzere, 3 köy ve Kavacık mezrası ile toplam 4 yerleşim birimi Ilısu Barajından etkilenmektedir. Antik Kentin tarihi eserlerinin yoğun olarak bulunduğu Hasankeyf Kalesi baraj suları altında kalmayacaktır.
 
#6
Batman Cami ve Mescitleri




Ulu Cami (Hasankeyf)

Hasankeyf Ulu Camisinin ne zaman yapıldığını belirten bir kitabesi günümüze ulaşamamıştır. Ancak bu yapı XII.yüzyılın başlarında Mezopotamya bölgesine egemen olan Artuklular zamanında (1101-1232) yapılan Mardin, Dunaysir (Kızıltepe) ve Manyafarikin (Silvan) Ulu Camileri gibi yapıların bir devamıdır. Kalenin en yüksek noktasında bulunan bu cami Eyyubiler döneminden kalmıştır.

Hasankeyf Ulu Camisinin silindirik gövdesinin alt kısmı ile kaidesi kalabilmiş minaresindeki 1327, eyvandaki 1394 ve minberdeki 1396 tarihlerini veren yazıtlar bulunmaktadır. Burada kazı yapan Prof.Dr.M.Oluş Arık’a göre bu kitabelerin Eyyubilerin (1232-1524) Hasankeyf’te yapmış oldukları onarımlar sırasında konulmuştur. Oluş Arık bu kitabelerin hiç birisinin ilk yapılış tarihine ait olduğunu düşünmemektedir.

Ulu Cami Büyük Saray höyüğü ile iç içe olacak kadar yakın ve karışık bir konumdadır. Buradaki sarayın Ulu Caminin ve çevresinde yapılacak kazılar bu eserin ne zaman yapıldığı konusunda bir açıklık getirecektir. Bununla beraber yapının bugünkü bulgulara göre XIV.yüzyılın ilk yarısında yapılmış olabileceği sanılmaktadır.

Ulu Caminin güneybatısında çukurlaşan arazide, caminin altındaki mağara ve kayalarla kaynaşmış eski yapılar ve kalıntılar da görülmektedir. Bu yapıların bir avlu etrafında toplanan caminin müştemilat yapıları olması da muhtemeldir.


El-Rızk Cami (Hasankeyf)

El-Rızk Camisi Dicle Nehri’nin güneydoğusundaki dik kıyı üzerinde kale ile köprü arasında bulunmaktadır. Hasankeyf’in kuzeybatısındaki bu caminin birçok bölümü yıkılmış olmasına rağmen yine de planı çıkarılmıştır. Caminin güneyde kale tarafındaki ibadet mekanı heyelan yüzünden nehre uçmuştur. Günümüze ibadet mekanının bir bölümü ile en kuzeydeki anıtsal taç kapısına kadar olan 53.28 m. uzunluğundaki kalıntıları gelebilmiştir.

Camiden günümüze gelebilen en önemli eser başlı başına bir anıt niteliğinde olan silindirik gövdeli minaresi, anıtsal kapısı ve ibadet mekanının kalıntılarıdır. Yapının hemen hemen bütünü gibi bunlar da düzgün kesme taş bloklardan yapılmıştır. Ayrıca ileri düzeydeki taş oymalarla süslenmiştir.

Hasankeyf’in simgesi olan bu minare, üzerindeki kitabeye göre 1409’da Eyyubi Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Ancak caminin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Minare, doğudaki sokak zemininden 37.57 m., çukurda kalan ibadet mekanından 40.85 m. olarak ölçülmektedir. Kare prizma şeklindeki kaidesi 3.61 m., silindirik gövdesinin çapı da 3.41 m.dir. Caminin kuzeydoğu köşesine bitişik yüksek kare prizma kaide üzerindeki minare küçük mozaikler halinde kesilmiş renkli taşlar ve kakma tekniği ile düzenlenmiş ince geometrik örgülerle bezenmiştir. Bu kaidenin üzerinde daha çok Selçuklu kubbeye geçiş sistemlerine benzeyen biri baş aşağı, ondan sonra gelen başı yukarda olmak üzere üçgenler dizisi bulunmaktadır. Bunları sekizgen prizma şeklinde ara bölümler tamamlamaktadır. Bunun üzerinde yükselen silindirik gövdenin tüm dış yüzleri son derece ileri düzeyde bir taş işçiliği ile yapılmıştır. Gövde üzerinde plastik etki bırakan yatay profil kuşaklar minareyi üçe bölmüştür. İlk bölümde damla motifi şeklinde dört büyük rozet belirli aralıklarla dizilmiştir. Bu rozetlerin içerisine girift örgü kompozisyonları işlenmiştir. İkinci katta ise profil kuşakları sekiz kemer oluşturacak şekilde gövdeyi dolaşmaktadır. Üçüncü kat profilli sütuncuklar, mukarnas dilimleri ile bezelidir. Minarenin şerefesi dışarıya fazla çıkıntı yapmamakta, üzerindeki petek kısmı da oldukça kısadır. Burası da küçük sivri kemerlerle sekiz sahte cepheye ayrılmıştır. Bunun üzerine de dilimli bir kubbe şeklinde minare külahı oturtulmuştur.

Minarenin gövdesi içerisinden iki ayrı merdivenle şerefeye ulaşılmaktadır.

Anadolu taş mimarisinde o zamana kadar görülmeyen, yalnızca anıtsal kapılarda uygulanan bu tür bezemeler Artuklular döneminde kullanılmıştır. Büyük olasılıkla da bu tür süsleme Zengiler döneminde başlayarak İlhanlıların etkisi ile zenginleşmiş ve Eyyubiler zamanında da klasik bir konuma getirilmiştir.

Günümüze harap bir durumda gelebilen avlunun kuzey duvarının ön yüzü de ileri düzeyde bir taş işçiliği göstermektedir. Ancak arka yüzü çeşitli dönemlerde değişikliklere uğramıştır.


Sultan Süleyman Camisi (Hasankeyf)

Sultan Süleyman Camisinin minare kaidesinde bulunan bir kitabeye göre; bu yapı 1407 yılında Eyyubi Sultanı Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Yapının doğu ucundaki kubbeli odanın 1432’de ölen Sultan Süleyman’ın türbesi olduğu da iddia edilmektedir.

Sultan Süleyman Camisinin en önemli bölümü günümüze kadar gelebilmiş olan minaresidir. Avlu giriş kapısının güneyinde bulunan dikdörtgen kaideli minarenin her cephesine Arapça kûfi yazı frizleri yerleştirilmiştir. Kaidenin üzerinde yükselen silindirik gövde dört kuşakla bölümlere ayrılmıştır. Buradaki her kuşak birbirinden farklı şekilde motifler kapsamaktadır. Şerefenin yukarısı ne zaman ve nasıl olduğu bilinmeyen bir nedenden ötürü yıkılmıştır. Bugün minare gövdesinde de derin çatlaklar bulunmaktadır.

Caminin kıble duvarı boyunca doğudan batıya doğru sıralanan bir takım mekanların camiyi oluşturduğu anlaşılmaktadır. Kubbe içerisi alçı bezemelerle süslenmiştir. Mihrabı Mardin Artuklu eserlerini andıracak şekilde çift renkli taş geçmelerden yapılmıştır. Minberinde ise oldukça ileri düzeyde taş işçiliği ile yapıldığı günümüze gelebilen kaidesinden anlaşılmaktadır. Minberin kendisi yok olmuştur.

Caminin ibadet mekanı ve üst örtüsü yıkılmış olup, Prof.Dr.Oluş Arık başkanlığındaki kazılar burada yapılmaktadır.


Koç Cami (Hasankeyf)

Koç Camisi Sultan Süleyman Camisi’nin güneyinde yer almaktadır. Kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Büyük olasılıkla XIII.yüzyıla ait bir eser olduğu sanılmaktadır.

Bu camide Mezopotamya ve Arap ülkelerinde ortaya çıkan ilk camilerin çizgileri görülmektedir. Ayrıca burada İran geleneğinin kubbe-eyvan ikilisini bir araya getiren sentez de görülmektedir. Mihrap duvarı önündeki ince uzun dikdörtgen planlı bir ibadet yeri, doğudan batıya doğru uzanmaktadır. İbadet mekanının önünde oldukça büyük bir alanı kaplayan anıtsal bir avlu bulunmaktadır. Bütün bu bölümler 32x44 m.lik bir alanı kaplamaktadır.

İbadet mekanının güney duvarının ortasına 5x3 m2 boyutlarında bir alçı mihrap yerleştirilmiştir. Mihrabın önünde maksura kubbesini taşıyan dört büyük kemer bulunmaktadır. Bu kemerlerden ikisi mihrap ve kuzey duvarına yaslanmaktadır. Diğer ikisi de ibadet mekanının doğu ve batısındaki duvarlara bağlantılıdır. Böylece bu dört kemerle yapı ortasında baldaken denilen bir iç bölüm meydana getirilmiştir.

İbadet mekanının ana ekseni ortasındaki büyük eyvan kuzeye, avluya açılmaktadır. Çeşitli dönemlerde onarımlar geçiren bu eyvan duvarlarında her türlü taş kullanılmıştır. Eyvanın iki yanına peş peşe ikişer oda simetrik olarak yerleştirilmiştir. Bu eklemelerin yapı ile birlikte tasarlandığı sanılmaktadır.


Kızlar Camisi (Hasankeyf)

Aşağı Şehirde Koç Camisinin doğusunda yer alan Kızlar Camisi’nin ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı, kitabesi günümüze gelemediğinden bilinmemektedir. Bununla beraber bu yapının Eyyubiler dönemine ait olduğu sanılmaktadır.

Bu cami alışılmadık bir plan düzeni göstermektedir. Düzgün duvarlarla çevrili kare şeklindeki bir orta avlunun dört köşesinin her birine kubbeli birer yapı yerleştirilmiştir. Büyük olasılıkla bu yapı Albert Gabriel’in dediği gibi; bir anıt mezar külliyesidir.

Yapının kuzey cephesinin ortasında bulunan girişinde ve pencerelerinde ileri düzeyde bir taş işçiliği görülmektedir. Bu bezeme kalıntılarının Mardin Artuklular dönemi kalıntıları ile Halep Eyyubi eserlerinde benzerleri görülmektedir. Yapının korunabilen kuzey cephesinde ve türbelerin duvarları kûfi yazı frizleri ve dekoratif bitkisel bezeme ile süslenmiştir.

Günümüzde bu yapı topluluğundaki dört odadan biri odunluk haline getirilmiş, diğerleri birer camekanlı koridorla birleştirilerek içerisi yeni Kütahya çinileri ile kaplanarak cami haline getirilmiştir.


Küçük Mescit (Hasankeyf)

Küçük Mescit’in ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Yapı üslubundan XIV.yüzyıl Artuklulara ait olduğu anlaşılmaktadır. Ancak burada Zengi mimarisine ait özellikler de görülmektedir.

Caminin planı enine dikdörtgen olup, sütun ve ayaklarla desteklenmeyen bir ibadet yeri olduğu kalıntılarından anlaşılmaktadır. Mihrap, kıble duvarının ortasında olup, önü kubbe iki yanı da tonoz ile örtülüdür. Böylece İslâm mimarisinde görülen enine planlı cami planı burada uygulanmıştır. İbadet mekânı doğu yönünde düzgün taş döşeli bir avluya açılmaktadır.Ancak bu avlunun çevresinde başka yapıların olup olmadığı anlaşılamamaktadır.

Hasankeyf’te yapılan arkeolojik araştırmalar buna benzer biçimde bir çok küçük caminin yapıldığını da göstermektedir.


Küçük Külliye (Hasankeyf)

Prof.Dr.Oluş Arık’ın başkanlığında, Hasankeyf Aşağı Şehirde yapılan kazılarda ortaya çıkmıştır. Ancak bu alan buldozerlerle tahrip edildiğinden plan düzeni anlaşılamamıştır. Kazılarda ortaya çıkarılan bu külliyenin mescidinin taş süslemeli mihrabı, düzgün kesme taşlarla kaplı zemini, havuzlu avlusu ortaya çıkarılmıştır.

İbadet mekanı küçük mescit ile benzerlik göstermektedir. Avlunun batı cephesi boyunca uzanan dikdörtgen mekanın avlu cephesi önünde bir kuyu ve havuza su çeken bir ark bulunmuştur. Avlunun güneyindeki küçük bir kapı ve bölgeye özgü kaburgalı tonoz kalıntıları ile karşılaşılmıştır.


Anonim Külliye (Hasankeyf)

Hasankeyf Aşağı Şehirde Küçük Külliye’nin güneydoğusunda yapılan kazılarda ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen bir külliye ortaya çıkarılmıştır. İsmi bilinmediğinden de buraya Anonim Külliye denmiştir. Yapılan kazılar sonucunda Küçük Cami’ye benzeyen bir mescit ve onun müştemilat kısımları ortaya çıkarılmıştır.

Diğerleri gibi gösterişli olmayan bu yapının mihrabı ve ibadet yerinin yanındaki bir oda dikkati çekmektedir.


Yamaç Külliyesi (Hasankeyf)

Hasankeyf Aşağı Şehir’de Mevlâna Camisi’nin arkasında, mağaralarla kaplı kayalık alanda ortaya çıkarılan bu yapının ne olduğu kesinlik kazanamamıştır. Burada dik kayalar içerisine yerleştirilmiş setlerde çok katlı ve çok gözlü bölümler ortaya çıkarılmıştır. Bu bölümdeki kazılar tamamlanamamıştır.


Mevlâna Camisi (Hasankeyf)

Hasankeyf Aşağı Şehir’de Anonim Külliye denilen yapının 200 m. doğusundadır. Bu yapı ile ilgili kaynaklarda herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır. Gabriel’in gördüğü ve yerini işaretlemekle kaldığı bu yapı ile ilgili olarak 1985’te yörede araştırmalar yapan Prof.Dr.Oluş Arık; yapılan onarımlarla caminin büyük ölçüde orijinalliğini yitirdiğini belirtmektedir. Büyük olasılıkla bu yapı küçük avlusu, havuzu ve küçük bir revakı ile bir semt camisidir.

Mevlâna isminin bu camiye verilmesini Prof.Dr.Oluş Arık şöyle tanımlamaktadır: “Adı sanı belli olmayan camilere bir takım tarihi büyüklerin adını vermek, Hasankeyf’te ilginç bir moda haline gelmiş, Hasankeyf’te 1985’te çalışmaya başladığımda, bu mütevazı semt camisi de dahil, bir çok eserin adı sanı yoktu. Son yıllarda buna Mevlana, Kızlar Camisi ve Selahattin Eyyubi Camisi gibi aslı olmayan isimler verildiğini görüyorum”.
 
#7
Batman Kaleleri



Hasankeyf Kalesi

Hasankeyf Kalesinin ne zaman kurulduğu kesinlik kazanamamıştır. MÖ. Dönemlerde burada bir yerleşim olduğu söylenirse de bunu kesinleştirecek bilgi ve buluntuya rastlanmamıştır. Büyük olasılıkla bu kale Bizanslıların MS.363 yılında Sasanilere karşı koruma amaçlı olarak yapıldığı sanılmaktadır.
Kalenin bütünü doğal kayalardan oluşmuş olup, biri doğuda, diğeri de batıda olmak üzere iki merdivenli yol ile kaleye çıkılmaktadır. Bunlardan doğudaki yol diğerine göre daha geniş olup, moloz taşlarla döşenmiş ve belirli aralıklardaki kapılardan geçilmektedir. Tarihi kaynaklarda Artukluların da kullandığı bu kalede yedi kapının bulunduğu yazıldır. Ayrıca kalenin kuzeyinde yine kayalara oyulmuş yapıldığı dönemde gizli olan iki merdivenli yol daha bulunmuştur. Bu yollar kaleye su çıkarılamadığı dönemlerde bu merdivenli yollardan yararlanılarak Dicle’den su sağlanmakta idi.
Kale ile El-Rızk Camisi arasındaki yolun girişinde kalenin birinci kapısı bulunuyordu. Günümüzde burası ana kayadan kopan parçalarla dolmuştur. Bu parçalardan bazıları içerisinde bir takım yapı kalıntılarının izleri de görülmektedir. Bu yol kanyonun en dar yerinden başlayarak dar açılımlı bir dirsek yaparak kale tepesine kadar yükselmektedir. Sonradan da bu yol kaldırım döşeli geniş basamaklı bir rampaya yönelmektedir. Bu rampanın başlangıcında bulunan aslan kabarmalı kalıntı 1992 yılında bir fırtına sırasında çökmüştür.
Kalenin ikinci kapısına ait olan bir aslan kabarması geometrik motifli bezemeler ve kitabe koruma altına alınmıştır. Rampadan sonraki dirsek dönülünce kalenin en güçlü girişi olan Orta Kapı’ya ulaşılır. Bu kapı tılsım içeren motifler, palmetler ve sitilize edilmiş ejder figürlü kabarmalarla bezenmiştir. Kalenin üçüncü kapısı olan bu bölüm, Eyyubi dönemi mimarisini yansıtmaktadır.
Kalenin tepesine yakın yerdeki üçüncü kapıda Muşarabiye denilen balkon gibi çıkmalar bulunmaktadır. Aslında mimari bir süs olarak görülen bu çıkmalar düşmanın üzerine kızgın yağ, ateş ve ok atılan yerdir. Bu kapının arkasında askerlerin nöbet tuttuğu Seyirdim denen yollar bulunmaktadır. Yüksek dikdörtgen cephesi olan bu giriş, batısındaki ana kaya kütlesine dayanmakta olup, doğusu açıktadır. Doğu yüzü düzgün taşlara oyulmuş silmeler ve dekoratif şekillerle hareketlendirilmiştir.
Rampanın doğu kenarı ile birlikte buraya bağlantılı olan surlar, günümüzden yaklaşık 150 yıl önce yıkılmıştır. Basamaklı ve zikzak rampalı bu tepenin üzerinde Yüksek şehre ulaşılan noktada doğal şartlardan ötürü özelliğini yitirmiş kalenin dördüncü ve son kapısı bulunmaktadır.


Küçük Kale (Hasankeyf)

Hasankeyf Kalesi’nin doğusunda, kaya kütleleri arasındaki alan Küçük Kale veya İkinci Kale ismi ile tanınmaktadır. Hasankeyf Kalesi’nden buraya bakıldığında zikzak yaparak yukarıya doğru çıkan merdivenlerin mağara, konut ve dehlizlerinin izleri görülmektedir. Ancak bu bölüm büyük ölçüde tahrip olmuş ve günümüze pek az kalıntı gelebilmiştir.
Artuklular ve Eyyubiler Küçük Kale denilen bu bölümü darphane olarak kullanmışlardır. Nitekim burada basılan sikkelerden oluşan bir koleksiyon bugün Mardin Müzesi’ndedir. Eyyubilerden önce, Moğollar burasını kullanmışlardır. Bu mekana kale kapısı karşısındaki bir merdivenden çıkılıyordu. Ancak merdiveni taşıyan kaya kütlesinin kısmen yıkılmasından ötürü bugün buraya çıkılamamaktadır.
Prof.Dr.Oluş Arık’ın yaptığı araştırmalarda Küçük kale’nin içerisinde evlere, su havuzuna, su kanallarına, sarnıçlara ve değişik amaçlarda kullanılan mağaralara rastlamıştır. Bu arada Küçük Kale’yi çevreleyen burç kalıntıları ile de karşılaşmıştır.
 
#8
Batman Türbe ve Zaviyeleri



İmam Abdullah Türbe ve Zaviyesi (Hasankeyf)

İmam Abdullah Zaviyesi, Raman Dağları’nın kuzeybatısında höyük olduğu sanılan bir yükselti üzerinde yer almaktadır. Bu yapıdan günümüze yalnızca kubbeli türbe kısmı ile onun bitişiğinde kule şeklindeki minaresi gelebilmiştir.

Bu türbede İmam Abdullah’ın gömülü olduğuna inanılmıştır. Halk arasındaki yaygın bir inanışa göre İmam Abdullah Hz.Muhammed’in amcası Cafer-i Tayyar’ın torunlarındandır. Sultanı Takyeddin Abdullah (1249-1294) zamanında bir hizmetçi, rüyasında İmam Abdullah’ın bu civarda şehit düştüğünü görmüştür. Sultanın izin vermesi ile yapılan araştırmada İmam Abdullah’ın naaşı bulunmuş ve oraya gömülmüştür.

Yapı topluluğu türbe ve onun çevresindeki sonradan eklenen odalardan meydana gelmiştir. Bugün orijinalliğini yitirmiş olan yapı topluluğuna sonradan eklenmiş olduğu anlaşılan bir eyvandan girilmektedir. Bu eyvandan türbeye geçilen kapı üzerinde de Akkoyunlu Sultanı Halil’in 1474’te onardığını belirten bir kitabe yerleştirilmiştir.

Eserin ayakta kalan tek bölümü, kare planlı kubbeli mezar kısmıdır. Kubbenin etrafındaki külliye bölümleri tamamen harabe olmuş, kubbenin bitişiğindeki kule biçimindeki minare de kısmen harap olmuştur. Bu yapılar çeşitli dönemlerde yapılan onarımlarla tarihi önemini yitirmiştir. Günümüze gelebilen en önemli özelliği bitkisel arabesk kompozisyonlu, bugün Diyarbakır Müzesinde olan kapı kanatları ile kule biçimindeki minaresidir.

Külliyenin çevresinde zamanla bir mezarlık meydana gelmiştir.


Zeynel Bey Türbesi (Hasankeyf)

Hasankeyf’te Akkoyunlular dönemine ait olan Zeynel Bey Türbesi üzerindeki kitabeden bu türbenin Uzun Hasan’ın oğlu Zeynel Bey’e ait olduğu anlaşılmaktadır. Zeynel Bey türbesi tuğla ve sırlı tuğladan yapılmış duvar işçiliği ile tanınmaktadır. Dicle Nehri’nin sol yanında açık alanda yükselen bu türbe harap durumda olup, uzun süre samanlık olarak kullanılmıştır.

Türbe, dışarıdan silindirik olup, üzeri kubbe ile örtülü sekizgen bir mezar odasını kapsamaktadır. Türbenin altında mumyalık olup, sembolik lahit hücresi üst kısımda iki yöne açık bir konumdadır. Aynı zamanda türbeye kaide görevi yapan mumyalık türbenin bodrum katını oluşturmaktadır. Bu katın üzerine dıştan silindirik, üst kat için de yayvan kubbeli sembolik sandukanın bulunduğu kısım oturtulmuştur.

Türbenin kuzeyinde bir kapısı, güneyinde de bir penceresi bulunmaktadır. Alt bölümü düzgün kesme taşlardan yapılan türbenin asıl bölümü tuğladandır. Duvarların içerisine yapıyı sağlamlaştırmak amacı ile ahşap taban kirişleri yerleştirilmiştir. Dış kısımda kullanılan tuğlalar kızıl kahverengi, basit tuğlalar olup, bir bölümü de turkuvaz mavisi ve lacivert sırlıdır.

Türbe kapısının ve pencerelerin üzerindeki alınlık ve kemer uçlarındaki köşe taşları çini mozaik bir kuşakla kaplanmıştır. Bunların bir bölümü bugün dahi görülebilmektedir. Kapının üzerindeki kemerler ve çerçevesi arasında kalan bezemeler oldukça iyi bir durumdadır.
 
#9
Batman Köprüleri




Hasankeyf Dicle Köprüsü (Taşköprü) (Hasankeyf)

Hasankeyf Kalesi’nin kuzeyinde, Dicle Üzerindeki bu köprü, Ortaçağ’ın en gösterişli ve en büyük köprüsü olarak tanımlanmaktadır. Ancak kitabesi günümüze gelemediğinden ne zaman yapıldığı tespit edilememiştir. K.Ritter bu köprünün 1122’de Emir Fahrettin tarafından yaptırıldığını belirtmiştir. Lehmann-Haupt’a göre Artukoğullarının dördüncü hükümdarı Fahrettin tarafından XII.yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır.

Köprü üzerindeki figürlerden ve taşlardaki işaretlerden Artuklu yapısı olduğu sanılmaktadır. Eyyubiler döneminde, Sultan el-Melik el_Adil 1349’da bu köprünün tamirini istemiştir. Beş ay içerisinde onarılan bu köprü ile ilgili İbn Şeddat bazı bilgiler vermektedir: “ Köprü taştandır. Ancak ortası ahşap bir tavandır, düşman şehre saldırınca mevzilere çekilinir ve köprü kapanır, mevzilerde dolaşılır ve ikamet edilir. Ancak mevzilere kimse erişemez”.

Gezgin J.Barbaro da Hasankeyf’ten Siirt’e giderken Dicle üzerindeki tahta bir köprüden geçtiğini yazmıştır. Büyük olasılıkla bu köprü üzerinden geçmiştir. Barbaro, XV.yüzyılda geçtiği bu köprüyü şöyle tanımlamaktadır: “Köprünün kemeri o kadar yüksek ve geniştir ki, altından 300 fıçılık bir gemi bütün yelkenleri açık olarak geçebilir. Gerçekten, çok kere köprünün üzerinde durup nehre baktığım zamanlar, bu kadar yükseklikten dolayı bana korku gelirdi. Köprü fevkalade ve kayda şayan özelliktedir”.

Köprü sivri kemerli olup, batıdan doğuya doğru 15, 22, 40, 22 m. ölçüsünde kemer açıklıkları bulunmaktadır. Buradaki 40 m.lik açıklık bölgedeki en büyük kemer açıklığıdır. Batıdaki ayağın kalınlığı 8.90 m.dir. Köprünün boyunun 100 m.den fazla olduğu sanılmaktadır. Ayrıca köprü ayaklarına üçgen ve yuvarlak şekillerde selyaranlar yapılmıştır. Ayak temellerinin üst seviyesinden yukarıya doğru kemerli, küçük oda boşlukları yapılmıştır.

Köprü ayaklarının üzerinde yıpranmış bazı kabarma şekiller vardır. Bunları ilk defa Reybaut L.Taylor görmüş ve parsa benzetmiştir. Ayakların her bir yüzü üzerinde üçer adet olmak üzere dört cephesinde sayıları 12’yi bulmaktadır. Ancak bunların büyük çoğunluğu yok olmuş, yıpranmış ve silinmiştir. Taylor, bunların her birinde insan vücudunun alt kısmı ve bacaklarını görmüştür.


Malabadi Köprüsü (Merkez)

Malabadi Köprüsü’nün ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. İbn el Azrak’a göre; köprü bir çok defa onarılmıştır. Reybaut L.Taylor, köprü kitabesinde Osman ismi ile h.643 tarihini okuyabildiğini yazmaktadır. Bazı araştırmacılar da köprünün 1147-1148’de Artukoğulları zamanında yapıldığını belirtmişlerdir.

Evliya Çelebi ise; köprünün Al-ı Abbas soyundan bir kişi tarafından yapıldığını, bunun için de üç bin kese altın sarf ettiğini ve birçok mimar ile usta çağırıldığını belirterek sözlerini şöyle sürdürmüştür: “Köprünün iki tarafında kale kapıları gibi demir kapıları vardır. Bu kapıların içinde, sağ ve solda köprünün temeli beraberliğinde, kemerin altında hanlar vardır ki gelip geçen, sağdan ve soldan geldikleri vakit misafir olurlar. Köprünün kemeri altında birçok odalar vardır. Demir pencereler şahneşinlerine misafirler oturup, kemerin karşı tarafındaki adamlarla kimi sohbet eder, kimi ağ ve oltalarla balık avlarlar. Bu köprünün sağ ve solunda da nice pencereli odalar vardır. Köprünün sağ ve solundaki bütün korkuluklar Nehcivan çeliğindendir. Ama demirci ustası da var kudretini sarf ederek bir türlü sanatlı kafesli korkuluklar yapmış ve doğrusu elinin ustalığını göstermiştir. Doğrusu, üstat mühendis var kuvvetini sarf ederek bu köprüde öyle sanatlar göstermiştir ki, bu işçiliği geçmiş mimarlardan hiç birisi göstermemiştir.”

Albert Gabriel de köprü için “Modern statik hesabının olmadığı devirde bu açıklıkta o zaman için böyle bir eser hayranlık ve takdiri muciptir. Ayasofya’nın kubbesi köprünün altına rahatlıkla girer. Balkanlarda, Türkiye’de, Orta Şark’ta bu açıklıkta, bu yaşta köprü yoktur.” Demektedir.

Malabadi Köprüsü taş köprüler içerisinde kemeri en geniş olanıdır. Kemerlerin her iki yanında, iç taraflarda kervan yolcuları için kış aylarında barınak olarak kullanılan iki odası bulunuyordu. Kaynaklardan öğrenildiğine göre, köprü nöbetçileri tarafından kullanılan bu odalar dehlizlerle yolun alt kesimi ile bağlantılı idi. Köprü bekçileri gelen kervanların ayak seslerini bu dehlizlerin yardımı ile uzaklardan duyuyorlardı.

Köprünün ayakları birbirinden farklı olarak üç bölümden oluşmakta idi. Bunlar doğu ve batıdaki hafif eğimlerle yollara bağlanmıştı. Köprünün orta bölümü kayalıklar üzerine oturtulmuş olup, burada 38.60 m. açıklığında çok geniş sivri bir kemer bulunuyordu. Bunun yanında 3 m. açıklığında daha küçük bir kemer vardı. Köprü biri büyük diğerleri de küçük olmak üzere beş gözden meydana geliyordu. Köprünün boyu 150 m. eni ise 7 m. idi. Renkli taşlardan yapılan köprünün yüksekliği 19 m.yi buluyordu. Köprünün büyük kemeri altında ve küçük kemerinin iki tarafında biri üçgen diğeri altıgen iki selyaran vardı. Selyaranların üzerinde insan ve hayvan figürleri bulunmakta idi. Buradaki figürlerde Artuklu hükümdarları tasvir edilmiştir. Ayrıca Santur ismi verilen belden yukarısı insan, aşağısı da hayvan olan mitolojik yaratıklar da burada kullanılmıştır. Erken İslâm kültüründe figür yasağının olmadığını bu köprü üzerindeki figürler göstermektedir.

Köprünün girişinde 5 m. genişliğinde kagir bir kapı olup, bunun altında da iki kapısı daha vardı. Buradaki merdivenlerle de yüksek tavanlı, tuğla örtülü, geniş pencereli odalara iniliyordu. Günümüzde bu girişlerin Batman yönündekiler kalmış, diğerleri ise yıkılmıştır.
 
#10
Batman Sarayları


Büyük Saray (Hasankeyf)

Hasankeyf Yukarı Şehir’de, Dicle’nin kuzey kesiminde yer alan Büyük Saray yaklaşık 2.350 m2’lik bir alanı kaplayan bir höyük üzerinde kurulmuştur. Sarayın ne zaman yapıldığı konusunda bir kitabeye rastlanmamıştır. Ancak duvarlardaki taşçı işaretlerinden köprü ile benzerlikleri olduğu görülmüş ve sarayın Artuklu eseri olduğu anlaşılmıştır.
Sarayın kuzey tarafının cephe olduğu sanılmaktadır. Günümüzde kuzey kısmı ayakta kalmıştır. Buradaki duvarlar düzgün bloklar halinde, beyaz kalkerden yapılmıştır. Ayrıca yarım silindirik payanda kuleleri ile desteklenmiştir. Sarayın kuzey duvarı ile uçurum kenarı arasında ancak bir kişinin durabileceği kadar bir mesafe vardır. Sarayın güney kısmındaki bölümleri ise toprak dolgulu kütlelerden oluşmuştur.
Sarayın iç yapısının planı karmaşık bir düzen göstermektedir. Bugün ancak iki katının varlığı anlaşılıyorsa da üçüncü katın bulunduğunu düşündürecek izlerle de karşılaşılmıştır. Burada yapılan kazıların sonraki yıllarda buna açıklık kazandıracağı sanılmaktadır. Kuzey yönündeki izlere ve mukarnas yuvalarına bakılarak bu kısmın bir konsol gibi genişleyerek ana binadan uzatılan bir çıkmaya oturtulduğu sanılmaktadır. Büyük olasılıkla da burada bir seyran köşkü bulunuyordu. Konya, Alanya ve Kubadabad Selçuklu saraylarında da aynı şekilde, buna benzer seyran köşkleri vardır. Kazılar sonucunda kuzey bölümde, kemer ve tonozlu küçük mekanlar ortaya çıkarılmıştır. Burada kazı yapan Prof.Dr.Oluş Arık’a göre, “Dıştan doğrudan doğruya girilemeyen, manzaraya karşı olmakla birlikte külliyenin doğu ucunda kalan bu bölüm, yöneticilerin özel dairelerini ve haremi içeriyordu”. Sarayın bu bölümü daha eski dönemlerden kalan bir başka yapı ile kaynaşmış olup, onlar da daha alt seviyedeki mağara ve mahzenlerin üzerine oturmuştur.
Batı yüzünde bu mağara ve mahzenler düzeyinde birinci katta birer yan giriş bulunduğu sanılmaktadır. Güneye doğru yamaçta, Ulu Cami’ye doğru yükselen dış zemin birtakım göçüklerle dolmuştur. Saray höyüğünün güneyinde kalan kısımların üzerine sonraki dönemlerde bir takım mezarlıklar yapılmıştır. Bu mezarlıkların altında kalan sarayın avlu ve hizmet bölümleri, kubbeli taht ve tören salonlarının bulunduğu kalıntılardan anlaşılmaktadır.
Büyük höyüğün güneye bakan doğu kenarında ise Yukarı Şehre bakan bir cephe ortaya çıkarılmıştır. Burası düzgün kesilmiş, ancak doğudakilere göre daha küçük ölçüde duvarlar örülmüştür. Doğu cephesinde de ana giriş olduğu sanılan büyük bir açıklık bulunmaktadır.


Küçük Saray (Hasankeyf)

Büyük Sarayın doğu ucunda yer alan alandaki gözetleme kulesi olarak nitelenen burç, halk arasındaki söylentiye göre Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın sarayı olarak bilinmektedir. Küçük Saray diye isimlendirilen bu yapı büyük tahribata uğramıştır.
Tarihi kaynaklarda bu bölümün 1328’de Eyyubi Muciruddin Muhammed tarafından yapıldığı belirtilmektedir.
Günümüze en iyi şekilde ulaşabilen bölümü, köprünün bulunduğu yöne bakan kuzeydoğu cephesidir. Buradaki pencerelerin üzerine karşılıklı simetrik biçimde işlenmiş iki aslan kabarması yerleştirilmiştir. Buradaki pencerenin iki yanına da damla motifi denilen rozetler oturtulmuştur. Bu tür rozetler Artukluların çok sık uyguladıkları bir bezemedir. Aslan figürleri ise Selçukluların Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da uyguladıkları örneklerin bir benzeridir.
Küçük Saray’ın orta ekseninde 22 m. uzunluğunda, 980 m. eninde ve 7.60 m. yüksekliğinde dört köşe plana sahip bir mekan görülmektedir. Bu nedenle de buraya saray ismi halk tarafından yakıştırılmıştır. Bu mekanın aslanlı pencere dışında batı ve doğuya bakan iki penceresi daha bulunmaktadır. Ancak bunlar oldukça hasar görmüştür.
 
#11
batman ili - batman hakkında bilgi - batman ilçeleri - batman kültürü - batman resimleri - batman sanayisi
paylaşım için teşekürler
 
Üst