İslam Ansiklopedisi !!

#1
Sponsorlu Bağlantılar
İBÂDET
Tapmak, kulluk yapmak, itaat etmek, boyun eğmek Niyete bağlı olarak yapılmasında sevap olan, Cenab-ı Hakka yakınlık ifade eden ve özel bir şekilde yapılan taat ve fiillerden ibarettir Bu, bizi yoktan var eden, bize sayısız nimetler bahşeden yüce Allah'ı ta'zîm (ululamak, yüceltmek) amacıyla güden bir kulluk görevidir (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul 1935, I, 95)

Bu duruma göre ibadet, Cenab-ı Allah'a karşı gösterilen saygı ve hürmetin, en yüksek derecesini ifade eder En geniş anlamda ibadet, Allah'ın hoşnut ve razı olduğu bütün fiil ve davranışları kapsamına alır İslam'da ibadet, yalnız Allah için yapılır Peygamber veya diğer insanlar için ibadet asla söz konusu olmaz Kur'an-ı Kerîm'de, yeryüzündeki tüm insanlar için şu çağrıda bulunulur: "Ey iman edenler! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin Umulur ki, sakınırsınız" (El-Bakara, 2/21) İslâm inancında, Allah'tan başkasına tapma, tevhîd inancı ile çelişir ve kişiyi niyetine göre dinden çıkarabilir Putlara tapan müşriklere, cevap olmak üzere inen el-Kâfîrûn Sûresi konuyu şu esasa bağlar: "Ey Muhammed! De ki; ey kafirler! Ben sizin taptıklarınıza ibadet etmem Biz de benim ibadet ettiğime tapacak değilsiniz Ben de sizin taptığınıza ibadet edecek değilim Siz de, benim ibadet ettiğime tapacak değilsiniz Sizin dininiz size; benim dinim banadır" (el-Kâfirûn, 1 09/1 -6)

Hz İsa'yı ilâh ve Allah'ın oğlu tanıyarak, ona ibadet edenler için âyette şöyle buyurulur: "Şüphesiz, Allah, Meryem oğlu İsa Mesih'tir, diyenler kâfir oldular Oysa Mesih onlara şöyle demişti: Ey İsrailoğulları! Hem benim hem de sizin Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin Kim Allah'a ortak koşarsa, şüphesiz Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun varacağı yer cehennemdir Zâlimlerin hiçbir yardımcısı da yoktur" (el-Mâide, 5/72)

Allah'a kulluk edenlerin, ilâhî duygular içinde, yeni ve mânevî bir ortamın rengini alacakları, âyette şöyle ifade buyurulur: "Allah'ın boyası ile boyandık, Allah'ın boyasından (din) daha güzel boyası olan kimdir? Biz ancak O'na kulluk ederiz deyin" (el-Bakara, 2/1 38)

Hz Peygamber'in vefatından sonra, Sahabenin çok üzülmesi, O'nun âhirete intikaline inanmayacak derecede bazı davranışlar göstermesi ve meselâ Hz Ömer'in kılıcını çekerek "Kim Muhammed öldü derse, başını uçurum" gibi sözler sarfetmesi üzerine, ilk halîfe Hz Ebû Bekir, Ashâb-ı kiramı toplayarak büyük bir soğukkanlılıkla şöyle demiştir: "Dikkat ediniz, kim Muhammed'e tapıyorsa, bilsin ki, Muhammed ölmüştür Kim de Allah'a ibadet ediyorsa, şüphesiz Allah ölümsüz ve Bâkidir sonu yoktur" (Buhârı, Cenâiz, 3; Fedâilü Ashabı'n-Nebi, 5; Megâzî, 83; İbn Mâce, Cenâiz, 65; Ahmed b Hanbel, VI, 220)

İslâm'a göre, insanın yaratılış gayesi Allah'a ibadet etmektir Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" (ez-Zâriyât, 51/56)

İslâm'da ameller niyetlere göredir Amellerden beklenen ecir ve sevabın almabilmesi, ibâdetin yapılmasından daha çok, niyetin hâlis ve katkısız olmasına bağlıdır Hadîste; "ameller niyetlere göredir Her bir kimse için niyet ettiği şey vardır" (Buhârî, Bed'ül Vahy, 1; ltk, 6; Menâkıbu'l-Ensâr, 45; Talâk, 11; Hıyel, 1; Müslim, İmâre, 155; Ebû Dâvud, Talâk, 11)

İbadet, yapanın niyet ve maksadına göre üç dereceye ayrılır

a) Allah'a, sevabını umarak ve azabından korkarak ibadet etmek Yani Cennet ümidi veya Cehennem korkusu ile ibadet etmek

2- Allah'a ibadetle şereflenmek veya onun emirlerine uymak ve kabul etmiş olmak için ibadet etmek

3- Allah'a, ibadet ve tâzime lâyık olduğu için ibadet etmek Bu ibadetin en yüksek derecesidir (el-Alûsî, Rûhi'l-Meânî, Beyrut, ty, I, 86)

Bu dereceye hadiste "ihsan" derecesi denir Cibril hadisinde, Cebrail aleyhisselâmın Rasûlullah (sas) ve sorduğu sorulardan birisi de "ihsan" olmuştur Hz Peygamber buna şöyle cevap vermiştir; "İhsan; Allah'a sanki O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da O seni görmektedir" (Müslim, İmân, 5, 6; İbn Mâce Mukaddime, 9) Dolayısıyla İslâm'da ibadet insanın bütün davranışlarını kapsar

Bunlardan başka bir de dünya ile ilgili bir takım faydaları olduğu için ibadet etmek vardır ki, buna ibadet etmek bile doğru değildir

İslâm'da ibadet, kısa tanımı ile üç şekilde yapılır:

a) Beden ile yapılan ibadetler: Namaz ve oruç gibi ibadetler bu çeşit bir ibadettir Beden ile yapılan ibadetlerde başka birini vekil tayin etmek câiz değildir Yani bir kimse başka birinin yerine namaz kılamadığı gibi, oruç da tutamaz Bunları herkes kendi yapmalıdır (bk namaz ve oruç mad)

b) Mal ile yapılan ibadetler: İslâm'ın beş şartından biri olan zekât bu çeşit bir ibadettir Mal ile yapılan ibadetlerde başka birini vekil yapmak câizdir

c) Hem beden hem de mal ile yapılan ibadetler: Hac böyle bir ibadettir Parası olduğu halde hacca gitmekten âciz olan veya herhangi bir özürden dolayı hac vazifesini yapamayan bir kimsenin başka birini yerine vekil göndermesi caizdir (bk Hac mad)
 
#2
İBÂHİYYE

"Mübah kılmak, bir şeyin mübah ve meşru olduğunu kabul ve ilan etmek" anlamlarına gelen "ibâha" görüşünde olanlar Asılsız te'villerle, İslâm dininin koymuş olduğu yasakların bütününü veya bazılarını helâl sayan, farzları ortadan kaldıran; nefsin hoşlanıp zevk aldığı her şeyi mübah ve meşru gören sapık ve batıl mezhep, anlayış (Bekir Topaloğlu, Kelâm ilmi, İstanbul 1981, s 226)

İbâhilik, müstakil bir mezhep olmaktan ziyade, çeşitli bid'at mezheplerinde görülen ve genellikle İslâm öncesi kültür kaynaklarından beslenen bozguncu ve sapık bir anlayış niteliğindedir Bu nedenle, İbahiyeyi, Mu'¤¤¤ile, Şia, Havaric ve Ehl-i Sünnet gibi müstakil bir mezhep olarak değil de, bir takım yıkıcı ve bozguncu maksatlara ulaşmak üzere çeşitli sapık mezhepler tarafından kullanılan bir anlayış ve görüş olarak ele almak daha sağlıklı bir yaklaşım olacaktır

Temelini dini mükellefiyetlere, emir ve yasaklara karşı keyfî bir tutumda bulan bu görüş; genellikle, Batıniler ve aşırı Şiiler (gulat) tarafından bir temel esas olarak benimsenmiştir Sözü edilen keyfi tutum, yıkıcılığını genellikle te'vil maskesi altında sürdürmüştür Sistemli bir şekilde ilk olarak Mu¤¤¤ile âlimlerince kullanılan ve daha sonra da, belli bir nisbette Ehl-i Sünnet kelâmcıları tarafından uygulanan ve bu anlamda müsbet bir tutum olarak değerlendirilen te'vil metodu çok aşırı ve sistemsiz bir şekilde Bâtinîler, aşırı Şiiler ve bazı mutasavvıflar tarafından, art niyetlerine bir sığınak olarak kullanılmıştır

Bu aşırı gruplar gayr-i İslâmî niyetlerini, siyâsi ve ticarî heveslerini te'vil metodunu istismar etmek suretiyle meşrulaştırmaya çalışmışlardır

İnsanın dini mükellefiyetlere güç yetiremeyeceğini, kişinin dünya nimetlerinden yararlanmaması için hiç bir sebebin bulunamayacağını iddia eden ve bu nedenle de helâl-haram şeklindeki bir ayrımı kabul etmeyen ibâhî anlayış, bu şekliyle bir çeşit nihilizmi andırmaktadır

Her türlü ahlâki kayıttan uzak, zevk verici iler şeyi hoş gören ve sınırsız bir hürriyet içerisinde dilediğini yapan bir insan İşte ibâhîlerin hayata bakış tarzı budur

Kötü gayelerini gerçekleştirmek için, te'vil metodunu akıl almaz bir şekilde saptırarak kullanan ibâhîlerin, görüşlerine mesned olarak çokça yararlandıkları Kur'an ayetlerinden birisi şudur: "Sana yakın gelinceye kadar Rabbine ibadet el" (el-Hicr, 15/99) Bu ayette gecen ve ''ölüm'' anlamına gelen "yakîn'' kelimesini "kesin ilim" veya "te'vili bilmek" şeklinde yorumlayan bâtinî dâiler, dinî mükellefiyetlerin belli bir seviyeden sonra son bulacağı şeklinde sapık bir kanaata vardılar ve bu doğrultuda propagandada bulundular

İbâhîlerin bu konudaki görüşü şudur: "Bir insan sevgi ve aşkın son haddine ulaşır, kalbi saf hale gelir ve münafıklık bahis konusu olmadan imanı küfre tercih eder duruma ulaşırsa; emir, nehiy ve dinî mükellefiyetler ondan sakıt olur Büyük günah işledi diye Allah böylelerini cehenneme sokmaz Bu mertebeye ulaşan insanlardan bedenî ve zahirî ibadetler düşer Böyle kimselerin ibadeti, tefekkürden ibaret olur" ( Taftazani, Şerhu'l-Akaid, Çev Süleyman Uludağ, İstanbul 1982, s 347; Ebu'l Muîn en-Nesefî, Bahru'l-Kelam fi Akaidi Ehli'l-İslâm, Çev Cemil Akpınar, Konya 1977, s 206)

Bazı sufîler, riyazet ve nefis terbiyesiyle elde etmiş oldukları keşif ve iyi haller neticesinde, kendilerinden ibadetlerin sakıt olduğu zannına kapıldılar Onlar şöyle demişlerdir: "Biz daima huzur-ı ilâhîyi müşahede etmekteyiz Rukü' ve sücûttan maksat, gâfil olan kalbi huzura getirmek ve Allah sözünü hatırlamaktır Biz bir an dahi Allah'tan gafil değiliz Artık bizim ibadete ihtiyacımız yoktur"

(İbnu'l-Cevzî, Telbîsu İblis, Nşr M Mehdî İstanbûlî, 1976, s 390; İ Agâh Çubukçu, İbâhilik ve Batinilik, A Ü İlahiyat Fakültesi Dergisi, c XVIII, Yıl 1970, s 68)

İbâhiliği benimseyen bazı batınî fırkalar, şer'î esasları, İslâm öncesi motiflerden kaynaklanan sapık düşünceler doğrultusunda te'vil ettiler Düşüncelerini yaymak için, dini emirleri hiçe saydılar

Kendi sapık düşüncelerine tâbi olanlara kız kardeşlerle ve kız evlatlarla evlenmeyi, şarap içmeyi ve bütün zevk verici şeyleri helâl kıldılar İnsan ve yaratılışın arzu ettiği her şeyi mubah gören ve günah mefhumu diye bir şey kabul etmeyen İbahiyeci batinîler bu görüşlerini desteklemek üzere; "de ki, Allah'ın kulları için çıkardığı güzel rızıkları ve ziyneti kim haram kılmıştır" (el-Araf, 7/32) mealindeki ayeti delil getirmişlerdir Ayetleri tamamen kendi heva ve heveslerine göre yorumlayan İbahiler, sadece bu ayeti değil, daha bir çok ayeti gerçek anlamından saptırarak kullanmışlardır (Abdulkahir el-Bağdâdi, el-Fark beyne'l-Fırak, Çev E Ruhi Fığlalı, İstanbul 1979, s 262)

Gulat'ın el-Mansuriye kolu, nikahı haram olan kadınları, kızları ve hatta erkekleri nikahlarının câiz olduğunu; leş kan, domuz eti, şarap ve kumar ne benzeri yasakları işlemede bir sakınca bulunmadığını ileri sürdü Onlar şöyle dediler: Allah, kendileriyle güç kazanacağımız şeyleri haram kılmaz Haram kılman şeyler, bir takım insanların isimleridir ki, Allah, o kimselerle dostluk kurmayı yasaklamıştır Farzlar ise, Allah'ın, kendileriyle dostluk kurmamızı emrettiği kişilerin adlarından ibarettir Cennet, zamanın imamını ifade eden bir remizdir Cehennemle kastedilen şeyse, imamın düşmanlarından başka bir şey değildir (Abdülkerim eş-Şehristanî, el-Milel ve'n-Nihal, Beyrut 1975, I, 179; Ebu'l-Hasan el-Eş'arî, Makâlâtü'l-İslamiyyin, NşrH Ritter, İstanbul 1929, I, 10)

Yine, Gulat'ın el-Hattabiye ve el-Muğiriyye kolları da şarap, zina ve diğer yasakları işlemede herhangi bir günahın bulunmadığını ileri sürmüş ve teklifi ortadan kaldırmak istemişlerdir (el-Bağdâdi, age, s228; eş-Şehristanî, age, I, 179)

"Bir kimse bir kere nebiyi, rasûlü ve imamı tanıdı mı, artık neden hoşlanıyorsa onu yapsın", düşüncesinde olan bazı aşırı Şiiler de, haramları helâl saymışlar; namaz, zekat ve orucu ortadan kaldırmışlardır (irfan Abdülhamid, İslam'da itikadi Mezhepler ve Akaid Esasları, Çev M Saim Yeprem, İstanbul 1981, s 69)

İbahiliği bir prensip olarak kabul eden batınîlerden bazıları şöyle demiştir: "Allah kadınları ve malı yarattı Bunlar, insanlar arasındaki muamelelerde mübahtır Öyle ki, bir kimse başkasının malma veya karısına muhtaç olursa, onu alır ve kullanır" (Ebu'l-Muîn en-Nesefî, Bahru'l Kelam fi Akaidi Ehli'l-İslâm, Çev Cemil Akpınar, Konya 1977, s 208)

İbahilerden bir grup, insan kaderinin önceden belirlendiğini, bu nedenle, iyiye ulaşmak ve mutlu olmak için ibadet etmenin veya kötülüklerden kurtulmaya çalışmak için çaba harcamanın anlamsız olduğunu iddia etmiştir

Diğer bir grup ise, Allah'ın rahmet ve cömertliğinin herşeyi kuşattığını söyleyerek, ibadet etmeyi gereksiz görmüşlerdir Bazıları da, Allah'ın ibadetlere ihtiyacı yoktur, düşüncesinden hareketle ibahiyeciliğe varmışlardır (bk İ Agâh Çubukçu, agm, s 69)

el-Bağdâdî, ibâhîleri ikiye ayırmaktadır Birincisi, İslâm'dan önce mevcut olanlar Bunlara örnek olarak, haramları helâl sayan ve insanların malda ortaklığını ileri süren Mazdekiye'nin adım zikretmektedir ikincisi ise, İslâm döneminde ortaya çıkan ve Babekiyye ile Maziyariyye adlarında iki fırkaya ayrılan el-Hurrem diniyyedir

"Babekiyye'nin kendi dağlarında, bir gece bayramları vardır Orada, şarap ve çalgıların etrafında toplanırlar ve erkekleri ile kadınları birbirine karışır Lambaları ve yanan odunları söndüğü zaman da erkekler ve kadınları, kimin gücü kime yeterse öylece birbirlerine sahip olurlardı" (el-Bağdadî, age, s 244-245)

Görüldüğü gibi, İbahilik İslâm'ın ruhuyla taban tabana zıttır Genelde, batınîlik, gulat ve bazı tasavvuf muhitlerinde görülen ve mezhepler tarih kaynaklarında ilhadla eşit tutulan ibahiyeci görüş, temelini Mecusîlik, Mazdekîlik ve Zervanîlik gibi gayri İslâmi mezheplerde bulmaktadır (İrfan Abdülhamid, age, s 69)

"Şuur sahibi olduğu sürece bulûğ çağına ermiş bir insan, kendisinden emir ve nehyin sakıt olacağı bir mevkie ulaşamaz", şeklindeki İslâmî düşünceye karşı, mükellefiyetleri belli bir olgunluk seviyesine kadar geçerli sayan, emir ve yasakları insanın zevk ve arzularına, yaratılışına ters düştüğü iddiasıyla hiçe sayan ve böylece her türlü rezaleti meşru gören ibahiyye hakkında söylenecek son söz şudur: "Bütün bunlar küfür ve dalalettir Çünkü muhabbet ve iman konusunda insanların en mükemmel olanları peygamberler, özellikle Allah'ın sevgilisi Peygamberimizdir Bununla beraber onlar için de eksiksiz ve mükemmel bir mükellefiyet hali bahis konusudur" (Taftazanî, age, s 347)
 
#3
İBDÂ

Örnek almadan veya bir başkasına uymadan yeni bir şey yapmak Allahu Tealâ hakkında kullanıldığında, âlet, madde zaman ve mekân söz konusu olmadan vücut vermek anlamına gelir ve bu şekilde ancak Allah için kullanılır

"Bedîu's-Semâvâti ve'l-arz" (el-Bakara, 2,117) ayetinde olduğu gibi, mübdi', yani gökleri ve yeri örneksiz, aletsiz, herhangi bir zaman ve mekânla sınırlı olmadan icat eden, varlık alanına çıkaran anlamındadır Bu kullanılış Kur'an'da iki ayette geçer (bk El-En'âm, 6/101) Bid' ise, hem fail (işi yapan) hem de mef'ul (iş üzerinde yapılan) olarak kullanılır: "Ben 'bid'an mine'r-rusul' (yeni gönderilmiş veya risaleti ilk başlatan) değilim de" (el-Ahkaf, 46/9) ayetinde olduğu gibi

İslâm literatüründe ibdâ' kelimesiyle ilgili en önemli kavramlardan birisi de 'bid'at' tır Ayet-i Kerime'de şu şekilde kullanılmıştır: "(Hristiyanlar) ruhbâniyeti emredilmediği halde) kendileri ortaya çıkardı" (el-Hadid, 57/27)

Esasen, bir başkasını örnek almadan bir iş yapabilmek ve icat kabiliyetine sahip olmak, kuşkusuz yerilecek bir şey değildir Fakat insanın insanlığı, kendine has fıtratı, duygu ve ihtiyaçları, yapısı, çevresini saran kâinat ve başka insanlarla bir arada ve tabiî çevrede yaşamak gibi pek çok ferdî ve sosyal özellikleri ilk insandan bu yana değişiklik göstermediğinden, ayrıca her insanın dünyadaki görevi ve temel insanî fonksiyonu aynı olduğundan, insan ve insan toplumları için değişmez yasaların ve prensiplerin varlığı kaçınılmazdır Bu yüzden iman, ibadetin ve muamelâtın özüne ve ahlâka mütealik dini prensipler ilk insandan bu yana değişmemiş ve her peygamber daima İslâm'ı, Allah'ın insanlar için seçip razı olduğu dini tebliğ etmiştir Bu dinin nasıl yaşanacağını bizzat hayatları sonra sözleri ve ayrıca sahabelerinden görüp de dinin özüne uygun düştüğü için tasvip anlamında ses çıkarmadıkları bazı davranışlar ile ilgili takrirleriyle rasûller göstere gelmişlerdir İslâm son olarak son nebi, son rasul Hz Muhammed Mustafa (sas) tarafından Kıyamete kadar geçerli olmak ve değiştirilmemek üzere gönderilmiş ve kemâle erdirilmiştir Resulullah (sas), Kur'an ve Sünnetinden (sözleri, davranışları ve takrirleri) oluşan temel prensipleriyle İslâm'ı yaşamış, uygulamış ve gelecek nesillere bırakmıştır Bu bakımdan, onun iman ile ilgili esaslarında en ufak bir değişikliğe gitmek, küfrü gerektiren bir ibda hareketidir, yani kişiyi kâfir yapacak bir bid'attır İkinci olarak onun sünnetinin İslâm'ın temel prensiplerine, temel hükümlerine, ibadetlerine ruhuna ve hattâ şekline ait olan kısmı farz veya vacipler içinde olup, asla değişim, yani bid'at kabul etmez Sünnetin bir kısmı nafile türündendir Bunlar da; ibadete ait olanlarla, edeplere ait olanlar olmak üzere ikiye ayrılır İbadetle ilgili olanlar yine kesinlikle değiştirilemez Edepler kısmına ait olanlar ise, örf ve adette ve beşerî muamelelerde Resulullah'a uymak; sözgelimi onun gibi konuşmak, onun gibi yiyip içmek ve yatmak gibi âdet ve hareketlerdir ki, bunlara uymamak bid'at olmamakla birlikte, uymaya çalışmak kişinin âdetini ve her hareketini ibadete çevirir İslâm'ın prensipleriyle ilgili bir takım sünnetler vardır ki, bunlar toplumun hukuku türünden cemiyete ait bir ubudiyet hükmündedir Efendimiz (sas), her bid'atın delâlet olduğunu her delâletin de ateşe girmeye vesile olacağını ve dinde bid'at çıkaranların, o bidati işleyenlerin de günahlarını yükleneceklerini ifade buyurmuşlardır (bk Müslim, Cumu'a, 43; Ebu Davud, Sünne, 5)
 
#5
İBLİS

Şeytanın özel ismi Bir çok ismi bulunan şeytanının isimlerinden biri Şeytan; cinnilerden ve insanlardan şerli yaratıkları nitelemek için kullanılan bir cins isimdir Hz Adem (as)'in cennetten çıkmasına sebep olan, Kur'an'da anlatılan şeytanın birçok isimleri vardır Meselâ; el-Adüvv, Aduvullah, Azazil ve İblis bunlardandır

İblis kelimesinin türediği "Eblese" kökü şu anlamları ifade eder: Hayırsız oldu, hüsrana uğradı, şaşkınlığa düştü, Allah'ın rahmetinden ümidini kesti İblis kelimesinin çoğulu "Ebalis" ve "Ebalise" ölçüsündedir Kelimenin türediği fiil kökünün şeytanın özelliklerini nitelemesinden dolayı İblis şeytana özel isim olmuştur (Alusi, Ruhû'l-Meânî, Beyrut (ty), I , 229) İblis Ruhânî isabet ettiğini zehirleyen bir ateşten (nar-ı semûm) yaratılmış cinlerin ve şeytanların atasıdır Yaratılış mayasının nefsi isteklerle yoğrulduğu bunun için meleklerin içinde iken bile büyüklenmiş ve nefsinde bulunan meziyetler kendisini aldatmıştır (bk Kamil Miras, Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, IX, 55)

İbn Abbas'a dayanan rivayetlere göre İblis'in adı Azâzil* olup kendisi meleklerin en şereflisi idi Cennetin muhafızı olduklarından cin denen bir melek grubunun başkanı idi bilgisinin çokluğundan dolayı kendisine kibir ve gurur geldi (İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, Mısır, (ty) I, 73; M Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1948, I;, 320)

İblis kelimesinin türediği kök Kur'an'da lugat manasıyla da kullanılmıştır Lugat anlamındaki; "Allah'ın rahmetinden umut kesmek, umutsuz kalıvermek" anlamlarında Kur'an-ı Kerim'in çeşitli surelerinde kullanılmıştır: er-Rum; 30/12, el-En'âm, 6/44; el-Mü'minun, 23/77; el-Zuhruf, 43/75 (bk Râgıb el-İsfahani, el-Müfredat fi Garibi'l-Kur'an, Beyrut (ty) s 60; İbn Manzur, Lisanü'l Arab, Beyrut (ty), VI, 29)

Kur'ân-ı Kerim'de bildirildiğine göre Allah meleklere: "Ben, balçıktan işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım; onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın" demişti Bunun üzerine, İblis'in dışında bütün melekler hemen secde ettiler O, secde edenlerle beraber olmaktan çekindi Allah: "Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmaktan seni alıkoyan nedir?" dedi O: "Balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın insana secde edemem" dedi "Öyleyse defol oradan, sen artık kovulmuş birisin Doğrusu hesap gününe kadar lanet sanadır" dedi İblis: "Rabbim! Beni hiç olmazsa, tekrar dirilecekleri güne kadar ertele" dedi Allah: "Sen bilinen gün gelene kadar bırakılanlardansın" dedi İblis: "Rabbim beni saptırdığın için and olsun ki yeryüzünde fenalıkları onlara güzel göstereceğim; halis kıldığın kulların bir yana, onların hepsini saptıracağım " dedi Allah söyle dedi: "Benim gerekli kıldığım dosdoğru yol budur; kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun olamaz Ancak sana uyan sapıklar bunun dışındadır ve cehennem onların hepsinin toplanacağı yerdir" dedi (el-Hicr, 15/28-43; el-İsra, 17/61) Böylece İblis, "Adem (as)'e secde etmekten kaçındı, büyüklük tasladı ve inkar edenlerden oldu" (el-Bakara, 2/34; el-A'raf, 7/11)

İblis'i böbürlendiren, Adem (as)'e secde etmekten alıkoyan hususlardan biri de, onun ateşten yaratılış olmasıdır Ona göre ateşten yaratılmış olmak bir üstünlük vesilesidir Bunu, onun şu sözlerinden anlıyoruz: "Allah: "Ey İblis, kudretimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi? yoksa gururlananlardan mısın?" dedi İblis: "Ben ondan daha üstünüm Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın?" dedi Allah:"Defol oradan, sen artık kovulmuş birisin, ceza gününe kadar lanetim senin üzerinedir" dedi" (Sad, 38/7 1 -85)

Yine Kur'an-ı Kerim'de bildirildiğine göre İblis, yalnız Allah'a isyan etmekle kalmamış; Adem (as)'ın ve eşinin Cennet'ten çıkarılmalarına sebep olmuş ve böylece insanoğluna en büyük düşmanlığını da yapmıştır Şöyle ki:

Allah: "Ey Adem! Doğrusu bu senin ve eşinin düşmanıdır Sakın sizi Cennet'ten çıkarmasın, yoksa bedbaht olursun Doğrusu Cennette ne acıkırsın ne de çıplak kalırsın, orada ne susarsın ne de güneşin sıcağında kalırsın" dedik ama şeytan ona vesvese verip: "Ey Adem (as) sana susuzluk ağacını ve çökmesi mümkün olmayan bir saltanatı göstereyim mi?" dedi Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yedi, ayıp yerleri görünüverdi Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular Adem, Rabbine başkaldırdı ve yolunu şaşırdı Rabbi yine de onu seçip tövbesini kabul etti, ona doğru yolu gösterdi Onlara şöyle dedi: "Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan (Cennet'ten) inin" (Taha, 20/117-123)

İblis'in genel karakteri, büyüklük taslamak ve inkar, insanlara kötü şeyleri iyi göstermek ve onları doğru yoldan saptırmak ve insanlara vesvese vermektir İşte bunun içindir ki Yüce Allah:

"Ey insanoğulları! Siz beni bırakıp İblis'i ve soyunu dost mu ediniyorsunuz? Halbuki onlar size düşmandır Kendilerine yazık edenler için bu ne kötü değişmedir" (el-Kehf, 18/50)

Bu son ayette İblis'in "Cinlerden olduğundan ve onun soyundan" bahsedilmektedir Diğer bir ayette de: "onlar azgınlar ve İblis'in adamları hepsi tepetakla oraya (cehenneme) atılırlar" (eş-Şuarâ, 26/94-95) buyurulmak suretiyle, İblis'in ordularının olduğuna da dikkat çekilmektedir İnsanların beraberlerinde onlara vesvese veren bir şeytanın bulunduğunu bir başka hadis-i şerifte de görüyoruz

Hz Âîşe (ra) şöyle rivayet etmiştir:

"Resulullah (sas) bir gece yanımdan çıkıp gitti Ben bundan dolayı kıskançlık duydum Biraz sonra geldi ve benim kıskandığımı hissetti Bana:

"Neyin var ey Âîşe, kıskandın mı?" diye sordu Ben:

"-Bana ne olacak, benim gibisi, senin gibi bir zatı kıskanmaz mı? dedim

Resulullah:

"-Sana, şeytanın mı geldi?" dedi Ben:

"-Ey Allah elçisi, benimle beraber bir şeytan mı var? dedim O da:

"-Evet" dedi

"-Her insanın yanında bir şeytan var mıdır? dedim" O da:

"-Vardır", buyurdular, Ben yine: "Seninle de mi ey Allah'ın Resulu?" diye sordum şöyle buyurdu:

"-Evet Fakat, Rabbim ona karşı bana yardım etti de o da bana teslim oldu" (Müslim, Münafıkun, 11; Ahmed b Hanbel, Müsned, VI, 115)

Bu hadisten, İblis olarak bildiğimiz şeytandan başka, her insanın yanında, onu doğru yoldan saptırmak için bir şeytanın da bulunduğunu öğreniyoruz Ancak bununla insan kalbinde lümme-i şeytaniyye denilen şeytanın ahizesi gibi vazife gören parçanın kastedilmesi de mümkündür

Şeytana karşı alınacak tedbirleri şöyle sıralayabiliriz:

Her insanın yanında bir şeytan olduğuna göre, ondan nasıl emin olacağız ve onun bizi doğru yoldan saptırmak için başvuracağı hilelerden kendimizi nasıl koruyacağız? Kur'an-ı Kerim'de bazı ayetlerde şöyle buyurulur: "Kur'an okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın "(Eûzü billahi mineşşeytanirracim) Doğrusu şeytanın, inananlar ve yalnız Rablerine güvenenler üzerinde nüfuzu yoktur Onun nüfuzu (etkisi) sadece onu dost edinenlere ve Allah'a ortak koşanlar üzerinedir" (en-Nahl, 16/98-100) Şeytanın telkinlerine uyanlarla, şeytan hakkında ise bir ayette şöyle buyuruluyor: "Onlar azgınlar ve İblis'in adamları, hepsi tepe taklak oraya (cehenneme) atılırlar" (es-Şuarâ, 26/94-95)

Yukarıda anlamını verdiğimiz ayetlerden de anlaşılıyor ki, Allah'a içtenlikle inanarak ibadet eden insanlar üzerinde, -kurşuna karşı çelik yelek giyilmiş gibi şeytanın hiçbir etkisi olamamaktadır Allah'a inanıp emirlerine uyan ve Peygamber efendimiz (sas)'in gösterdiği yoldan giden kişiler, şeytana galip gelmişler demektir O halde, şeytana boyun eğmemenin tek yolu, Allah'a samimi olarak inanmak ve ibadetleri tam yapmak Hz Peygamber (sas)'in gösterdiği yoldan ayrılmamaktadır Her işimize başlarken de: "Euzü besmele" ile başlamaktır
 
#6
İBN KESİR

İslâm ilimlerinin bir çoğunda meşhur ve büyük söz sahibi olan âlimlerden birisi İmâduddîn Ebu'l-Fidâ İsmail İbn Ömer İbn Kesir Dımaşk civarındaki Busrâ'nın Mecdel köyünde 701/1301'de dünyaya geldi Bu yüzden el-Busravî ve ed-Dımaşkî nisbeleri de vardır Küçük yaşta babasını kaybettiğinden onun terbiye ve yetiştirilmesi (ö 742/341)'dir Bu hocası ile uzun müddet çalışmış ve O'nun kızı ile büyük kardeşi Abdulvehhâb meşgul olmuştur

İlk tahsilini köyünde yaptıktan sonra Şam'a gelmiş ve tahsiline burada devam etmiştir Hocaları arasında Burhanuddin el-Fezârî (ö 729/1329), İbn Kadı Şihne (ö 726/1326), İshak el-Âmidî (ö 725/1325) sayılabilir Hadis sahasında üstadı Ebu'l-Haccâc el-Mizzî (ö 742/1341)'dir Bu hocası ile uzun müddet çalışmış ve onun kızı ile evlenmiştir Bu arada Takıyyuddîn ibn Teymiyye (ö 728/1328)'den çok şeyler öğrenmiş ve onu müdafaa etmiş, onun fetvaları ile amel edip fetva vermiş, bu yüzden bir çok tenkidlere de uğramıştır Bu arada Karâfi, Debûsî Uranî ve Hutenî gibi âlimlerden icazet almıştır

Birçok ilimde derinleşmiş ve eserler vermiştir O bir tarihçi, bir hadis, bir fıkıh, bir tefsir âlimidir Yazdığı eserler, kendisi hayatta iken meşhur olmuş ve takdir görmüştür Hal tercümesi (Tabakât) kitaplarında ondan büyük bir övgü ile söz edilir (bk Zehebî, Zeylu Tabakâtu'l-Huffâz, s 57-59; Suyûtî, Tabakatu'l-Huffâz, Kahire 1973, s 53, 529; Dâvûdî Tabakâtu'l-Müfessirîn, Kahire 1972, I, 110-111; İbnu'l-İmâd el-Hanbelî, Şezerâtu'z-Zeheb, Beyrut (ty) VI, 231, 232; ibn Hacer, ed-Dureru'l Kâmine, Beyrut (ty) I, 374)

Şam'ın meşhur medreselerinde müderrislik yapmış; Zehebî (ö 748/ 1347)'nin vefatıyla onun yerini Ümmu Salih medresesi şeyhliğine, Subkî (ö 771/1370)'nin vefatı üzerine de Eyrefiyye Dâru'l-Hadîs Medresesinin şeyhliğine gelmiştir Yetiştirdiği talebesi içinde meşhur hadis âlimi Şihabeddin İbn Hiccî, Hafız Ebu'l Mehâsin el-Hüseynî ve İbn Hacer el-Askalânî sayılabilir Ömrünün sonlarına doğru gözlerini kaybetmiş, 774/1373 yılında 74 yaşında iken Şam'da vefat etmiş ve hocası İbn Teymiyye'nin yanına defnedilmiştir (İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Ankara 1988, II, 206-210; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, Ankara 1960, II, 392-393; Muhammed Hüseyn ez-Zehebî, et- Tefsir ve'l Müfessirun, Kahire 1976, I, 242-243)

Telif etmiş olduğu birçok risale ve kitaptan önemli olanları şunlardır:

1 el-Bidâye ve'n-Nihâye: Yaradılıştan başlayarak 767/1366 senesine kadar olayları anlattığı tarihe dair eseridir İslâm Tarihinin ana kaynaklarından sayılır

2 Câmiu'l-Mesânid: Ahmed ibn Hanbel'in Müsnedi, el-Bezzâr, Ebu Ya'lâ ve İbn Ebi, Şeybe'nin eserlerini el-Kutubu's-Sitte'ye ilâve ederek topladığı hadise dair eseridir Bu eserini bâblara göre tertip etmiştir

3 el-Bâisu'l-Hasîs: İbnu's-Salâh'ın Ulûmu'l-Hadis adlı eserinin muhtasarıdır

4 et-Tekmîl fi Ma'rifeti's-Sikât ve'd-Duafâ ve'l-Mecâhil

5 Tabakâtu'ş-Şâfiiyye

6 Menâkıbu'l-İmam eş-Şâfiî

7 Edillelu't-Tenbîh fî-Fıkhı'ş-şâfiyye Bu eserini gençliğinde, telife ilk başladığı sıralarda yazdığı nakledilir

8 el-İctihad fî Talebi Fadli'l-Cihâd: yazma halindeki bu eserin bir nüshası İstanbul Köprülü kütüphanesinde 234 numaradadır

9 Muhtasaru İbnu'l-Hâcib

10 Ehâdîsu't-Tevhîd ve'r-Redd ale'ş-Şirk

11 Müsnedu'ş-Şeyhayn: Hz Ebu Bekr ve Hz Ömer'in rivayet ettikleri hadisleri toplayan bir hadis mecmuasıdır

12 Fedâilu'l-Kur'an ve Tarîhu Cem'ihî: Kur'an'ı Kerim'in faziletine dair hadisleri topladığı bir risale olup tefsirinin bir tekmilesi mahiyetindedir

13 Şerhu'l-Buhârî: imam Buhârî'nin el-Câmi's-Sahîh'ini açıkladığı bu eserini tamamlayamamıştır

14 Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm: Taberî'nin tefsirinden sonra ikinci kaynak kabul edilen bu eseri rivayet tefsiri metoduyla yazılmış tam bir tefsirdir:

Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm

İbn Kesîr bu tefsirinde oldukça uzun bir mukaddime ile başlar Bu mukaddimede Kur'an ve tefsirle ilgili birçok meseleyi ele alır Tefsir ilminin yüce bir ilim olduğunu, ona olan ihtiyacı belirtir Tefsir ilminin yüce bir ilim olduğunu, ona olan ihtiyacı belirtir Kur'an'ı tefsir etmenin en güzel yolunun "Kur'an'ın yine Kur'an ile tefsiri" olduğunu söyler "Kur'an'ı Kur'an ile tefsir etmekten âciz kalırsan onu sünnet ile tefsir etmen gerekir Çünkü hadis Kur'an'ı açıklayıcı ve izah edicidir Aradığımız ayetin tefsirini ne Kur'an'da, ne de hadiste bulamazsak bu konuda sahabenin sözlerine başvururuz" der İsrailiyyet ve İsrailiyyat'ın bu ümmete verebileceği zararlar konusunda okuyucu ikaz eder Sahabeden sonra rey ve tefsirlerine itimat edebilecek tâbiûn ve tebe-i tâbiin âlimlerinin isimlerini verir Kur'an'ı kendi reyi ile tefsir konusuna açıklık getirir, bu konudaki müsbet ve menfî görüşlere nakleder, sonra da Kur'an hakkında genel bir takım bilgilere yer verir

Bu mukaddimeden de anlaşılacağı üzere ibn Kesir tefsirinde rivayete önem verir ama dirayet tefsiri yönünü de ihmal etmez Tefsirde, hadis ravilerinin kritiği olan "cerh ve ta'dîle" özen gösterir Bu hususta hocası el-Mizzî'nin görüşlerine büyük değer verir

İbn Kesîr bu eserinde, tefsirin en güzel yolu olan Kur'an'ı Kur'an ile tefsir etme yolunu tercih etmiş buna ayrı bir önem vermiştir Bir ayet veya ayet topluluğunu verdikten sonra bunları zâhirî mana açısından basit ve anlaşılır ifadelerle kendisi izah eder Bundan sonra öncelikle bu ayetleri tefsir eden diğer ayetleri zikredip bunlar arasındaki münasebete işaret eder Daha sonra Hz Peygamber'den, sahabe ve tabiunun ileri gelenlerinden nakillerde bulunur, bir ayetin tefsiri hakkındaki değişik görüşleri zikrederek bunları değerlendirir, aralarında tercihler yapar Rivayetleri senetleri ile birlikte sahih olanları ile illetli veya zayıf olanlarını ayırdeder

İbn Kesir bu tefsirinde İbn Cerîr et-Taberî* (ö 310/923) İbn Ebî Hâtim (ö 327/938), İbn Atıyye (ö 541/ 1147) gibi kendisinden önceki birçok mufeshirin tefsirlerinden, hadis sahasında da Ahmed ibn Hanbel'in Müsned'inden çokça nakillerde bulunur Ancak Taberi'nin tefsirinde rastlanan zayıf rivayetler İbn Kesir'de yer almaz

İbn Kesîr'in tefsirinin rivayet tefsirleri içinde mümtaz bir mevkide olmasını sağlayan en önemli özelliklerinden biri de onun, birçok tefsir aldıkları isrâiliyyat konusundaki hassasiyetidir israiliyyata sırf tenkidini yapmak ve bu haberlerin kaynaklarını belirtmek sonra da müslümanları bu tür rivayetlerden koruyup sakındırmak için eserine dercetmiştir

Biraz önce de belirttiğimiz gibi bu tefsir bir rivayet tefsiri olması yanında dirayeti de ihmal etmemiş ve bu arada fıkhî ve kelâmî konulara da yeteri kadar yer vermiştir Tefsirde itikadî yönden İmam Eş'arî'nin, fıkhî yönden ise İmam Şâfiî'nin görüşleri tercih müdafaa edilmiş; ayetlerden bu iki imamın görüşlerini teyit eden manâlar, bu iki imamın mezhebine uyan hükümler çıkarılmaya çalışılmıştır Ahkâm ayetlerinin tefsirine giriştiğinde İmam Şâfiî'yi açıkça iltizam ettiğini göstermesi yanında zaman zaman diğer mezheblerin, özellikle de İmam Ebu Hanife'nin mezhebini ve delillerini çürütmeye çalışır

İbn Kesir bir tarihçi olması hasebiyle bu tefsirde tarih ve kıssalara da yer vermiştir ama bu kabilden kısımları azdır Yine bu tefsirde ayetlerin gramer tahlillerine fazlaca yer verilmez Kırâatlere temas edilmez Ancak zaman zaman Ubeyy ibn Ka'b, Abdullah ibn Mes'ûd ve Ali ibn Ebî Talib'in mushaflarındaki küçük farklılıklara işaret edildiği görülür

Bu özellikleriyle İbn Kesir'in Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm'i rivayet tefsirlerinin en faydalısı, Kur'ân-ı Kerim'in Hz Peygamber ve ashabı tarafından yapılmış açıklamalarını en geniş anlamda toplayanı, ehl-i sünnet ve'l-cemâat mezhebinin delillerini Kur'an-ı Kerim'den en güzel bulup çıkaranı, sapık mezheblerin Kur'an ayetlerine yüklemeye çalıştıkları ihtimali olmayan te'villerden müslümanları koruyanı olarak görülmektedir

Bu kıymetli tefsir değişik İslâm ülkelerinde defalarca yayınlanmış olup son olarak Mısır'da Muhammed İbrahim el-Bennâ, Muhammed Ahmed Âşûr ve Abdülaziz Ğuneym'in tahkîki ile yayınlanmıştır Türkçeye "Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri" adıyla yapılan tercümesi de İstanbul'da neşredilmiştir
 
#7
İBN MACE

Kutub-i Sitte'den kabul edilen "es-Sünen" isimli eserin müellifi Hicri üçüncü yüzyılın önde gelen hadis hafızlarındandır İsmi; Ebû Abdullah Muhammed b Yezid b Mâce el-Kazvim, Mevla Rabîa

İbn Mâce adıyla meşhur olan müellifin adının menşeî ihtilaflıdır Bir rivayete göre Mâce dedesinin ismidir Tercih edilen görüşe göre Mâce babasının ismidir Kelime farsça kökenlidir Firûzâbâdî Kamusunda Mâce'nin babasına ait bir lakap olduğunu söylemiştir

İbn Mâce'nin isminin okunuşu hadisçiler arasında ihtilaflı bir konudur Bazıları İbn Mâceh şeklinde okumuşlar Bazı hadisçiler de İbn Mâcete şekliyle söylemişlerdir Türkçe'de kelimenin sonundaki yuvarlak te harfi okunmadığından dilimizde bu hadisçinin ismi ibn Mâce olarak meşhur olmuştur

İbn Mâce Kazvîn şehrinde H 209 yılında dünyaya gelmiştir H 273 yılında Ramazan'ın bitimine sekiz gün kala Pazartesi günü vefat etmiştir

İbn Mâce dönemin önde gelen hadisçilerinden ders okumuş ve hadis dinlemiştir O'nun hocaları arasında şunları sayabiliriz: Muhammed b Abdillah b Numeyr, Abdullah b El-Muaviye, Hişam b Ammâr, Dâvud b Ruseyd, Ebûbekir b Ebi Şeybe, İbrahim b el-Münzir el-Hazâmî Bu saydığımız âlimler dönemin meşhur hadisçileri İbn Mâce'nin önemli hocalarıdır ibn Mâce'nin hadis aldığı şeyhlerin sayısı ise daha fazladır Talebeleri arasında şu hadisçileri sayabiliriz: Muhammed b İsa el-Ebherî, Ebû'l-Hasan el-Kattân, Süleyman b Yezîd el-Kazvînî, Ahmed b İbrahim el-Kazvînî, İshâk b Muhammed el-Kazvınî Bu talebeler İbn Mâce'nin yüzlerce talebesinden birkaç tanesidir (Zehebî, ¤¤¤kiretü'l-Huffâz, II, 183)

Dönemin ilmî geleneğine uygun olarak İbn Mâce çeşitli beldelere ilim seyahatları (rıhle) yapmıştır Irak, Basra, Kûfe, Bağdad, Mekke, Şam, Mısır ve Rey beldelerini hadis ilmini öğrenmek ve hadis yazmak için dolaşmıştır Bu şehirlerdeki meşhur hadisçilerle ve büyük âlimlerle görüşmüş, onlardan ilim almıştır İbn Hallikân O'nun hakkında "hadis ilminde imâm ve hadis ilimleri ile ilgili bütün disiplinlerde otorite sahibiydi" demiştir (İbn Hallikân, Vefâyâtu'l-A'yân, III, 407)

İbn Mâce'nin tefsir ve tarih ilimlerinde de geniş bilgisi vardır Kur'ân tefsiri ile ilgili bir eseri ve güzel bir tarih kitabı vardır (Ebü'l-Ferec İbnu'l Cevzî, el-Muntazam, V, 90)

Sünen-i İbn Mâce

İbn Mâce'nin Sünen'i diğer sünenler arasında tertibinin güzelliği ve zevâidinin çokluğu ile temâyuz etmiştir ibn Mâce'nin en önemli meşhur eseridir Bu eserde hadisler fıkıh bablarına göre tertip edilmiştir Eserin mukaddime bölümünde ise sünnete ittibanın önemi bidat'tan sakınmanın gereği ve bu meselelere tealluk eden konularla ilgili hadisler bir araya getirilmiştir Bundan dolayı da "Sünen" grubundan kabul edilmiştir

İbn Mâce bu eserini telif ettiğinde dönemin büyük hadis tenkitçisi Ebû Zur'a er-Razî'ye sunmuştur Ebû Zur'a Sünen hakkında şunları söylemiştir: "Bu kitap halkın eline geçerse mevcut hadis kitaplarının çoğunun yerini alacağını zannediyorum" ibn Mâce'nin eserindeki zayıf hadisler için Ebû Zur'a "isnadı zayıf olan hadislerin otuzu geçmeyeceğini ümit ediyorum" demiştir

İbn Mâce'nin Sünen'inde 37 kitap, 1515 bab ve 4341 hadis vardır Bu rakam Sünen'in M Fuâd Abdulbakî'nin tahkîki ile basılan baskısındaki rakamlamaya göredir Sünen'de bulunan hadislerin 3002 tanesi Kütüb-i Sitte'nin diğer beş kitabında mevcuttur Bu beş eserde bulunmayıp yalnız ibn Mâce'nin eserinde bulunan zevâid'in miktarı 1339'dur Bu hadislerin sıhhat derecesi de şöyle tesbit edilmiştir Ricali sıka ve isnâdı hasen olanlar 199 tane, isnadı zayıf olanlar 613 tanedir Münker, mekzûb veya isnadı çok fazla olması Sünen'in değerini artırmaktadır Belki de Dârimî (ö 255)'nin eserinin yerine Kütüb-i Sitte'nin altıncı kitabı olmasının en büyük sebebi İbn Mâce'nin Sünen'indeki bu diğer beş hadis kitabında bulunmayan hadislerin sayısının çokluğudur

İbn Mâce'nin eserini Kütüb-i Sitte'den ilk kabul eden İmam Muhammed b Tâhir el-Makdisîdir Makdisî "Şurutu'l-Eimmeti's-Sitte" isimli eserinde altıncı eser olarak İbn Mâce'nin eserini almış ve bu dönemden sonra bu şekilde yaygınlaşmıştır Zehebî ibn Mâce'nin eseri hakkında "güzel bir kitaptır Vâhi hadisleri onun güzelliğini gidermese daha iyi olurdu Ancak bunlar da fazla değildir" (Zehebî, age, II, 189)

Sünen'in meşhur ravileri şunlardır: Ebu'l-Hasan el-Kattân, Süleyman b Yezid, Ebû Ca'fer Muhammed b İsa ve Ebû Bekr Hâmid el-Eherî'dir
 
#8
İBN TEYMİYYE


Hicri yedinci yüzyıl sonunda Selef akidesini ihya için faaliyet gösteren İbn Teymiye (v 728/1328)’ ilim ve düsünce adamlarından en fazla tenkit edilenlerden biridir Selefiyye mezhebini savunmak, inanç sistemini sahabe ve tabiin zamanındaki şekle çevirmek isteğiyle yola çıkan İbn Teymiye, zaruri olarak nakli tercih etmiştir Ona göre Kur’â ve sünnetten başka kurtuluş yolu yoktur Bu sebeple akıl, naklin karşısına konulamaz Esas olan nakildir; akıl ise idrak ve tasdik edicidir Onun en çok tenkit edildiği yönü, bid’at hakkındaki görüşleridir

Ancak bunu, içinde bulunduğu toplumun bu konudaki aşırılıklardan kurtarmaya yönelik olduğu şeklinde izah etmek mümkündür Onun bu konudaki görüşleri, ileride bir kısım ekoller tarafından çığrından çıkartılmış ve onun itidalli mecrasından uzaklaştırılmıştır Belki de onun yazmadığı bir kısım hususlar onun adı kullanılarak neşredilmiş de olabilir Zira İbn Teymiye’nin çizdiği genel düşünce içinde özellikle bidatla ilgili bir kısım ona isnad edilen görüşleri tereddütlü hale getirmektedir

Ancak şunu da ifade edelim ki, Moğollar’a karşı hem kılıcı ve de genel olarak kalemi ile İslam’a hizmet eden ve pek çok hacimli eser kaleme alan bu şahıs sonuç olarak Masumiyet (İsmet) sıfatına haiz değildir Onun da bir kısım farklı düşünceleri olabilir Kaldı ki bunlar sonuçta bir yorumdur ve kendisine aittir

Kişiye düşen bu insanların Kur’an ve Sünnet ışığında geliştirdikleri güzel yorumlardan istifade etmek ve eğer tesbit edilmiş ise, uygunsuz tevillerini terk etmektir

Ehl-i sünnete uymayan görüşleri varsa onları almadan diğer fikir ve düşüncelerinden istifade edilebilir

Ayrıca fikirlerini, sitesine ve yayınlarına alanların daha dikkatli olmaları gerekir Eğer varsa ehli-i sünnete aykırı düşünceleri onları da ayıklamaları veya o fikirlere dikkat çekmeleri en uygun yoldur

Ancak bazı hatalarının olması onlardan istifade etmemize engel değildir

Yüzlerce kitabından ikisi: Minhâcü’s-Sünne, Mecmû u Fetâvâ

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt XX, s 389-414

Hazırlayan: Doç Dr Sayın Dalkıran

Bu kısa açıklamadan sonra İbn Teymiyye hakkında geniş bilgi aktaralım:

Takıyyuddin Ebu'l-Abbas b Abdilhalim b Teymiyye (661/1263) yılında Harran'da ilim ehli bir ailede doğmuş ehl-i sünnet mezheblerinden birisi olan Hanbeli mezhebi âlimlerinden ileri gelen İslâm bilginlerinden birisidir

Talebesi ibn Abdul-hadi onun hakkında şöyle der: "Rabbani bir imam, ümmetin müftüsü, ilim denizi, hafızların seyyidi, asrının eşsiz bir âlimi Şeyhu'l İslâm, Kur'an'ın tercümanı, zahidlerin önderi, abidler içinde sessiz, bid'atçıların düşmanı ve müctehid imamların sonuncusu olan İbn Teymiyye'nin nesebi şöyledir: Takıyyuddin Ebu'l-Abbas Ahmed b Şihabeddin Abdulhalim b Şeyhu'l-İslam Mecduddin Abdu's-Selâm b Ebi Muhammed Abdullah b ebi Kasım el-Hudr b Muhammed b el-Hudr b Ali b Abdillah b Teymiyye el-Harrânî"

İbn Teymiyye hicri 10 Rebiu'l-evvel 661 (22 Ocak 1263) pazartesi günü Harran'da dünyaya gelmiştir Ailesi ilim ve dindarlıkla meşhur Hanbeli mezhebine mensub ders, fetva ve telifle meşgul olmuş tanınmış bir ailedir Bu aile zeka, hatırlama, hafıza ve surat-i intikal hususunda eşsiz bir aile olarak şöhret bulmuştur Lakin ibn Teymiyye bütün bu özellikleri de ailesinden daha ileri seviyededir Devrin âlimleri ve hocaları ondaki bu müthiş hatırlama gücü ve hafıza kuvvetine hayran kalmışlar, bu hususiyetleri ile de Dımaşk ve çevre şehirlerde şöhret kazanmıştır Haleb şehrinden bir âlim İbn Teymiyye'nin bu özelliklerini işitmiş ve onu görmek için Dımaşk'a gelmişti O zaman daha çocuk yaşta olan İbn Teymiyye'ye bu zat onüç tane hadisi imlâ suretiyle yazdırır İbn Teymiyye hadisleri bir tahta üzerine yazar Halebli âlim İbn Teymiyye'den yazdırdığı hadisleri tekrar okumasına fırsat vermeden kendisine ezberden söylemesini ister İbn Teymiyye hadisleri yazdığı tahtayı bu zata verir ve dinle diyerek hadisleri dinlediğinden daha güzel ezbere okuyuverir Halebli âlim aynı şeyi seçtiği bazı hadis isnadlarını yazdırarak tekrarlar, İbn Teymiyye de aynı güzellikte ezbere okur Bunun üzerine Halebli âlim "eğer bu çocuk yaşarsa onun çok büyük bir şöhreti olacak böyle zeki bir insan görülmemiştir" der

Dedesi Mecduddin için muasırı olan bazı âlimler mutlak müctehid ifadesini kullanmışlardır Babası da büyük bir âlimdir Dımaşk'taki Sıkeriyye medresesinin hocalığı İbn Teymiyye'ye babasından geçmiştir Babası 682 (1283) yılında vefat etmiştir Moğolların Harran'ı işgalinden sonra İbn Teymiyye yedi yaşında iken ailesi Dımaşk (Şam)'a hicret etmiştir (Ebu'l Hasan en-Nedvî, el-Hafız Ahmed b Teymiyye, Kuveyt 1978, s 34)

İbn Teymiyye Dımaşk şehrinde bir çok büyük âlimden ders okumuş talebesi İbn Abdulhadi onun ders aldığı hocalarının iki yüzden fazla olduğunu söylemiştir (M Halil Herras, İbn Teymiyye es-Selefi, s 26)

İbn Teymiyye önce Kur'an'ı ezberlemiş, o dönem bilinen bütün ilimleri okumuş arap dili ile ilgili çalışmalara çok önem vererek lugat ve gramer ilminde otorite sahibi bir âlim olmuştur Hatta Sibeveyh'in arap gramerinde çok önemli bir yeri olan kitabını incelemiş, tenkit etmiş ve bazı meselelerde onun görüşlerine karşı çıkmıştır Sibeveyh'in zayıf kaldığı noktaları tesbit ederek hatalarını ortaya çıkarmıştır Bu çalışmaları ona ilmi hayatı boyunca bütün telifatında kullanacağı bir Arapça melekesi kazandırmıştır İbn Teymiyye arap edebiyatının meşhur mensur ve manzum metinlerinden büyük bir kitap olacak kadarını da ezberlemiştir Zehebi (ö 748/1347- 1348) onun bu özelliğini şöyle anlatır: "Arap dili hakkındaki bilgisi gerçekten çok kuvvetliydi"

İbn Teymiyye Kur'an'ın tefsiri ile de ciddi bir şekilde ilgilenmiş ve bu konuda çok çaba sarfetmiştir Nitekim bunu onun eserlerinde müşahede etmek mümkündür Hafız Zehebî "İbn Teymiyye uzun yıllar cuma günleri ezberden Kur'an'ı tefsir etti, zekası parılparıldı Tefsir ilmindeki bilgisi son noktadaydı" demiştir Hafız el-Berzalî (738/1337-1338) onun tefsirindeki yerini "tefsir hakkında konuşmaya başlayınca insanlar onun bu konudaki bilgisinin çokluğu, üslubunun güzelliği, bir konudaki görüşleri değerlendirişinin isbatı, zayıf ve batıl görüşleri tesbit edişindeki kabiliyeti ve her ilimdeki mahareti karşısında şaşkınlığa kapılırdı Onu dinleyenler onu hayret ve beğeniyle dinlerdi sözleriyle anlatır İbn Teymiyye Kur'an hakkında öğrendikleriyle yetinmez Rabbine yönelerek Kur'an'ı hakkıyla anlamayı kendisine nasip etmesi için dua eder ve şöyle derdi: "Bir ayeti yüz kadar tefsirden mütalaa eder, sonra Allah'tan anlayış ister ve şöyle dua ederim: "Ey Adem'e ve İbrahim'e öğreten Allahım bana da öğret" Bazen de tenha bir mescide giderdim Toprağa yüzümü sürer ve Allah'a şöyle dua ederdim: "Ey İbrahim'e ilim veren Bana de ince anlayış ve ilim ver" İbn Aybek es-Safedî (764/1362-1363) İbn Teymiyye'den tefsir dinleyenlerin ifadesine göre, İbn Teymiyye'nin şöyle dediğini nakletmiştir: "Ben yüz yirmi kadar tefsire bakar sonra içlerinden sahih olan görüşü seçerdim" ibn Teymiyye'nin tefsirdeki metodu, selef alimlerinin görüşleri çerçevesinde Kur'an'ı tefsir etmek ve onların görüşlerinin dışına çıkmamaktır Kendi fikir ve istidlallerini katmadan selef âlimlerinin Kur'an'ın bütün ayetleri için ayrı ayrı tefsire gerek yoktur Çünkü bazı ayetler zaten herkesin anlayacağı kadar açıktır Bazılarını da birçok müfessir açıklamıştır Lakin bir kısmı vardır ki âlimler bile onların tefsirinde zorlanmış ve ihtilaf etmişlerdir Çoğu zaman insan bu kabil ayetler için birçok tefsire baksa bile ayetin anlamını anlayamaz İbn Teymiyye'ye göre Kur'an'da öyle ayetler vardır ki bir tanesi tefsir edildiğinde onun benzeri olan bir çokları ona benzetilerek tefsir edilebilir İşte bu ayetlerin tefsirine delilleri de serdedilmek suretiyle önem verilmesi gerekmektedir Çünkü bunlardan bir tanesi tam manasıyla anlaşılırsa benzerleri de onun gibi tefsir edilebilir

İbn Teymiyye hadîs ilmiyle de meşgul olmuş, hadîs ilmine çok önem vermiştir Talebesi İbn Abdulhâdî'nin ifadesine göre Ahmed b Hanbel'in Müsned'ini ve Kütüb-i Sitte'yi defalarca hocalarından okumuştur Hafız Zehebî onun hadis ilmindeki derin bilgisi hakkında şu olayı anlatır: " İskenderiye'de tutuklu iken Sebte valisi, ondan ezberindeki hadisleri ravilerini değerlendirmek suretiyle yazıp göndermesini ve bunların rivayeti için kendisine icazet vermesini istedi İbn Teymiyye ezberindeki hadislerden on varak kadar isnadlarıyla birlikte yazıp gönderdi Bu gönderdiği rivayetleri ve ravi değerlendirmelerini en büyük muhaddis bile onun kadar mahir yapamazdı Tabakat ve hadis usulü ilimlerinde tam bir uzmanlığı vardı Al-i ve Nazil isnadları, sahih ve sakim isnadları metinleriyle beraber çok iyi bilirdi Onun döneminde bu konularda onun kadar, hatta onun ilmine yaklaşabilen bir âlim yoktu Ezberindekini takdim edişindeki mahareti hadisten delil çıkarmadaki gücü gerçekten hayret uyandıracak derecedeydi Kütüb-i Sitte ve Müsned'i çok iyi biliyordu, öyle ki onun hakkında şöyle söylenmiştir: "İbn Teymiyye'nin bilmediği hadis, hadis değildir" (Muhammed Hasan el-Mucavi es-Saalibi, el-Fasl, el-Fikrü's-Sami fi Tarihi'l Fıkhi'l-İslâmi, Medine 1977, II, 362) Yine de unutulmamalıdır ki ilmi bütünüyle ihata Allah'a mahsustur Ancak onun diğer âlimlerden fark, onun ilmi denizden avuçlaması diğerlerinin ilmi küçük kanallardan alıyor olmasıdır

Hafız Zemlekani (727/1327) onun hadis ilmindeki yerini şöyle anlatır: "Beşyüz seneden beri hıfzı ondan daha kuvvetli olan görülmemiştir" Hafız el-Mizzi onun hakkında: "İbn Teymiyye'den daha iyi Kur'an'ı ve sünneti bilen ve en güzel şekilde onların yolundan giden görmedim" demiştir

İbn Teymiyye naklî ilimde ileri seviyede olduğu gibi, felsefe ilimlerini, mantık ve kelâm ilmini de tahsil etmiştir Bu ilimleri iyice öğrenmiş ve keskin görüşleri tenkitçi yaklaşımlarıyla tenkit etmiştir Bu ilimlerin tenkidi için birtakım prensipler de belirlemiştir Bu ilim sahalarında İbn Teymiyye'nin önemli eserleri vardır Bunlardan birkaçı şunlardır: "er-Redd a'la'l-Mantıkiyyin","Nakzu'l-Mantık", "Nakzu Tesisi'l-Cehmiyye", "Dır'u tearuzi'l-akl ve'n-nakl"

İbn Teymiyye felsefe ve kelâm ilmi ile ilgili eserler yazmasına rağmen bu ilimlerle uğraşıp az-çok bunlardan etkilenen diğer âlimler gibi felsefeden etkilenmemiştir Onun bu ilimleri öğrenmesinden maksadı İslâm'ın güzelliklerini, İslâm davetini anlatmak, dinin emir ve yasaklarına uymaya insanları teşvik etmektir Bundan dolayı onun yazdığı eserlerin çoğunluğu ehl-i bid'at ve ilhâdın reddiyle ilgilidir Dehrîler, kaderîler, cehmiyye, mu'¤¤¤ile, vahdet-i vücudçular ve felsefeciler hakkında da reddiyeler yazmıştır Bunun sebebini kendisi şöyle anlatır: "Ehl-i bid'at ve dalâlet hakkında çok eser yazmanın sebebi, bunların dalâletin yuları ile din dışına çıktıklarını bunların tertemiz İslâm dinini herhangi bir din ve görüşle iptal etmek istediklerini, insanları dini esaslarda şüpheye düşürdüklerini gördüğümden dolayıdır Onun için kitap ve sünnetten yüz çevirip bu gibi kimselerin görüşlerine değer verenlerin çoğunun dinsizleştiğini tesbit ettim Dinsizleşmeseler bile dini hususlarda yakînlerini ve itikadlarını kaybettiklerini anladım İşte bu sebeplerden gayretimin çoğunu dinin temel prensiplerini anlatmaya ve bid'atçıların görüşlerini Allah'ın lütfuyla aklî ve ikna edici cevaplarla cevaplamaya harcadım" Bir gün yahudinin biri ona sekiz beyitlik bir şiirle kader hakkında soru sorar İbn Teymiyye başını önüne eğer biraz düşündükten sonra cevap vermeye başlar Mecliste hazır bulunanlar önce bu cevabın nesir olduğunu zanneder Biraz düşününce soru soran yahudinin şiirinin vezninde ve kafiyesinde yaklaşık 184 beyitlik eğer şerh edilse iki büyük cilt tutacak meseleleri ihtiva eden bir şiir olduğunu anlarlar

Fıkıh ilmindeki yeri: İbn Teymiyye'nin ailesi ehl-i sünnetten Hanbelî mezhebine bağlı idi Ancak bu bağlılık Ahmed b Hanbel'in belirlediği temel esaslara uygun bir bağlılıktır Bunlardan en önemlisi "kim olursa olsun hiç kimsenin görüşünü Kur'an ve sünnetin önüne geçirmemek şeklinde özetlenebilir" Ahmed b Hanbel bunu şu sözüyle açıklamıştır: "Hadis sahih ise o benim mezhebimdir" Bu ailemin bu usul üzere olduğunu dedesi Mecduddin'in 5029 hadisi içine alan "el-Münteka min Ahbari'l-Mustafa" isimli eserinden de anlamak mümkündür Ecdadının benimsediği usul ve görüşlerin çerçevesinde İbn Teymiye büyüdü gelişti ve Allahu Teâlâ'nın ona bahşettiği fıtrî kabiliyetler ile de mutlak müctehid seviyesine ulaştı Nitekim onun müctehidliği konusunda, o dönemdeki âlimlerin çoğu ittifak etmiştir Hafız Berzalî onun hakkında: "O kendisine toz kondurulmaması gereken ictihad seviyesine ulaşmış ve müctehidliği şartlarını kendisinde toplamış bir imamdır" der İbn Hacer el-Askalânî, "O bir beşerdir hata da eder isabet de İsabet ettiği konular daha fazladır, onlardan istifa etmek gerekir Bu isabet ettiklerinden dolayı Allah'ın merhametine kavuşacağı ümit edilir Hata ettiği yerlerde taklit edilmez, ancak mazurdur Çünkü onun dönemindeki âlimler onun ictihad şartlarına sahip olduğunu kabul etmişlerdir" der Hafız Zehebi onun hakkında şöyle der: "Şu anda o belli bir yaşa gelmiştir Belirli bir mezhebin görüşüne göre değil bildiği deliller neyi anlatıyorsa ona göre fetva verir Onun sünnete ve selefi metoda çok faydası olmuş bu metot üzere delilleriyle ve mukaddimeleriyle birlikte daha önce kimsenin yapamayacağı şekilde hükümler vermiştir"

Fıkıh ilminde bir çok kaide ve usul belirlenmiş, Makdîsî'nin "Umdetu'l-Ahkâm" adlı eserini şerhetmiştir Mahmud Şukri Alûsî "Bu şerhte hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın işitmediği güzellikte bilgiler var" demiştir Bütün bunlarla beraber İmam İbn Teymiyye ehl-i sünnetten tedvin edilmiş olan dört mezhep imamlarını tazim etmiş, ilim fazilet zühd ve ibadette bu imamların üstünlüğünü kabul ederek bu konuda "Ref'u'l Melâm ani'l-Eimeti'l-a'lâm" isimli bir eser de telif etmiştir Bu eserin dört mezheb imamını yaptıkları hataların sebeplerini ve özürlerini anlatmak onları müdafaa etmek için yazmıştır Hafız Zehebi onun mezhepler hakkındaki tavrını şu sözlerle anlatır

"İbn Teymiyye sahabe ve tabiinin mezhep ve görüşlerini çok iyi bilirdi Bir meseleyi anlattığında o konuda dört mezhebin görüşlerini de bildirirdi Ancak belirli bazı konularda onlara muhalefet etmiş ve bu konularda da kitap ve sünnetten delil getirmiştir

Tarih ilmi hakkında diğer dini ilimleri tedrisle meşgul olduğu gibi meşgul olmamıştır Buna rağmen büyük İslâm tarihçisi ez-Zehebî "onun tarih ile siyer ilmindeki bilgisi insanları hayrete sevkederdi" demiştir

Sonuç olarak İbn Teymiyye kendi döneminde bilinen bütün ilimlerle meşgul olmuş yukarıda sayılan ilimlerin dışında usûlü'l-fıkh, tasavvuf, sulûk, hat ve hesap ve diğer ilimlerle de ciddi bir şekilde ilgilenmiştir Bütün ilgilendiği ilimlerde eşsiz ve erişilmezdi İbn Seyyidi'n-Nâs (734) onun hakkında şunları söyler: "Bütün ilimlerde kendi çağındaki insanlardan üstündü Hiç bir göz onun gibisini, o da kendisi gibisini görmemiştir" İbn Dakiku'l-îd (702): "İbn Teymiyye ile oturup konuşunca gördüm ki bütün ilimler iki gözünün önünde geçiyor Oradan istediğini alıyor, istemediğini almıyor" der Allame ez-Zemlekanî" ona bir ilimden sorulunca onu gören ve dinleyen onun cevapları karşısında bu ilimden başka bir ilim bilmiyor zanneder ve bu ilimde onun denginin olmadığına kanaat getirirdi" der

İbn Teymiyye aynı zamanda vera, takva, kanaat ve zühd sahibi bir insandı Talebesi Hafız Bezzar onun bu özelliklerini şu sözleriyle anlatır: "İbn Teymiyye'nin güzel hanıma, tatlı bir cariyeye, iyi eve, bir hamiye, bostan ve bahçelere rağbet ettiği duyulmamış; para pul için gayret etmemiş, bineklere hayvanlara, nimetlere ve güzel elbiselere meyletmemiş; makam elde etmek için boğuşmamış; mübah olan birtakım kazançlar elde etmek için de aşırı bir gayret göstermemiştir" Söze şöyle devam eder: "Biz onu dünya lezzetleri ve nimetlerinden bahsederken, dünyalık sözlerle meşgul olurken ve maişeti için insanlardan bir şeyler isterken hiç görmedik Bilakis bütün himmetini âhiret için ve Allah'a yaklaştıracak şeyler için sarfederdi" Cesareti hakkında Zehebi şöyle der: "Onun cesareti darb-ı mesel olmuştur O bu cesaretiyle büyük kahramanlarla benzerdi" Tatar komutanı Gazan Han müslümanların memleketlerini ve topraklarını istila ettiğinde onun müslümanları ve sultanı Gazan'a karşı Allah yolunda savaşa teşvik etmesi en güzel şekilde onun kahramanlığı anlatır Gazan ile karşılaşmış onu kınamış ve karşı çıkmıştır Bu karşılaşma hakkında enteresan şeyler anlatılmıştır

İbn Teymiyye yaşadığı dönemdeki toplumun gerçeklerini iyi tesbit etmiş, toplumun hastalıklarını anlamış ve ilmini bedenini "insanlar içinden çıkarılmasına hayırlı ümmeti övgüsüne kavuşmak için sarfetmiştir Emr bi'lma'ruf ve'n-nehy ani'l-münker yapmış şehirlerdeki valilere ve sultanlara nasihat etmiş yaptıkları kötülükleri kınamış bundan dolayı da birçok defa hapse atılmıştır Hapiste kaldığı müddetçe haline razı olarak ve hayrı yalnızca Allah'tan isteyerek hapse sabırla mukabele ederek şöyle demiştir: "Düşmanlarım bana ne yapabilirler, ben cennetimi kalbimde, bahçemi göğsümde taşıyorum Nereye götürülsem onlar benimle beraberdir Hapsedilmem halvet, öldürülmem şehâdet ve memleketimden sürülmem ise seyahattir" Hapiste iken bir defasında düşmanlarına "Şu kaleyi altınla doldursanız, hapsetmek suretiyle benim için sebep olduğunuz iyiliği bana veremezsiniz" demiştir

Hapsedilmesinin sebebi bazı muarızların haset ederek hakkında iftira ile onu yöneticilere şikayet etmeleri ve insanların câhil tabakasını onun aleyhine kışkırtmalarıdır İbn Teymiyye'nin Allahu Teâlâ'nın sıfatlarını layıkıyla ispat etmesi karşısında âciz kalanlar onun mücessime olduğunu iddia etmişlerdir Bu konu hakkında ehl-i sünnet âlim ve müctehidlerinden İbn Hacer şöyle der: "Onun hakkında söylenen sözlerin birçoğu nefsi birtakım mülahazalar ile söylenmiştir Onun eserleri kendisini tecsim ile suçlayanları haksız çıkaracak sözlerle doludur "

Halbuki İbn Teymiyye, tecsim suçlamalarına karşı genelde Buhârî'nin şeyhi Nuaym b Hammad el-Huzâî'nin şu sözünü naklederdi: "Kim Allah'ı mahlûkatına benzetirse kâfir olur, kim de Allah Teâlâ'nın kendisini vasfettiği bir sıfatını inkâr ederse kâfir olur Allah'ın ve Resulunün Allah'ı vasfetmek için bildirdiği bir sözü kabul etmek teşbih değildir"

İbn Teymiyye kendisine nisbet edilen kabirlerin ziyaretini yasaklaması Hz Peygamber (sas)'in kabrini ziyareti yasaklaması, Hz peygamberin şefâatını inkârı ve bazı müslümanların tekfir etmek gibi görüşlerle iddia edilenlerin aksi görüşlerle doludur Bu konuda İbn Hacer'in şu sözü güzel bir prensiptir: "Bir adamın fikirlerini onun meşhur kitaplarından araştırmak ve onun fikirlerini nakledenlerin güvenilir olanlarının sözlerine itimat etmek ilim ve akıl ehline yakışan ve gereken bir tutum ve davranıştır"

İbn Teymiyye bazı kendini bilmezler tarafından eleştirilince, İslam âlimleri onu korumak ve onu tanıtmak için kitaplar telif etmişlerdir İbn Nasıru'd-din (842) "er-Reddü'l Vafir" isimli kitabında 87 tane farklı mezheb ve mesnetteki âlimin İbn Teymiyye'nin hiç tereddütsüz Şeyhu'l İslâm olduğuna dair görüşünü bir araya getirmiştir Şâfiî mezhebinden İmam Salih b Ömer el-Buhıtkînî (868/1463-1464) bu kitaptaki takrizinde şöyle der: "Ben İbn Teymiyye'nin bu zamana kadar okuduğum kitaplarında onun küfrünü, zındıklığını gerektirecek bir sözüne rastlamadım Onun kitaplarında kişiyi ilim ve dinde yükseltecek bid'atçılar ve sapıklarla mücadele gibi meziyetlere rastladım Yine bu kitapda Hanefi mezhebinin imamlarında Abdurrahman b Ali (835/1431-32)'nin şu sözü vardır: "İbn Teymiyye'den onun küfrünü, fıskını ve dinde çirkinliğini gerektirecek bir şey nakledilmemiştir" Hanefî mezhep âlimlerinden Bedruddin el-Aynî (855) de şöyle demiştir: "Kim onun kâfir olduğunu söylerse o kâfir olur Kim onu zındıklığa itham ederse o zındıktır Bu sözler ona nasıl nisbet edilebilir? Onun kitapları her tarafta yayılmıştır ve onun kitaplarında sapıklık ve tefrikaya işaret eden hiç bir şey yoktur" Bu âlimler gibi daha bir çok âlim bu kitapta İbn Teymiyye'yi ¤¤¤kiye etmiş ve savunmuştur Çağdaş müelliflerden Ebu'l-Hasan Ali el-Haseni en-Nedvi onun hakkında takriben 300 sahifelik bir kitap telif etmiştir Kitabın ismi "el-Hafız Ahmed b Teymiyye"d ir

İbn Teymiyye'nin bir çok eseri vardır Zehebî 1000 (bin) kadar eserinin olduğunu söylemektedir Onun hakkında "eserlerini saymaya kalksa veya başkası saymak istese sayamazdı" denilmiştir Beşyüz cilt hacminde üçyüz eser yazdığı da söylenmiştir (Kannûcî, Ebcedu'l-Ulum, Beyrut, (ty), III, 131)

İbn Teymiyye'nin eserlerinin en büyük özelliği açık ve sade bir uslubla yazılmış olmalarıdır Bunun en büyük delili onun eserleri aleyhinde söylenen bütün sözlere rağmen okunursa dini çok iyi bildiği, şerîatın maksatlarını çok iyi tanıdığı anlaşılır Yine onun eserlerinin en önemli taraflarından birisi de mücadeleli cihatla yoğrulmuş bir hayatın içinde yazılmış olmasıdır Onun eserlerinde bir konu öyle etraflı anlatılır ki (adeta bir ansiklopedi uslubuyla) o konuda başka bir kitaba bakmaya artık gerek kalmaz

İbn Teymiyye hicri 6 Şa'ban 726 (8 Temmuz 1326) tarihinde Dımaşk kalesine hapsedilmiş, 20 Zilka'de 728 (26 Ekim 1328) pazartesi günü vefat edinceye kadar bu kalede zulmen hapis kalmıştır Zindanda iken telif, zikir, Kur'an tilâveti ve Allah a dua ile meşgul olmuştur Hatta hapiste yazdığı bir kaç risalesi vardır (en-Nedvi, age, s 112-113) ölümü duyulunca halk kaleye hücum etmiş birkaç defa cenaze namazı kılınmış, o gün çarşı pazarlar açılmamış, cenazesinde takriben onbeş bin kadar kadın bulunmuştur Dımaşk şehrinde birkaç bid'atçı dışında onun cenazesine iştirak etmeyen kalmamıştır Tarihçiler tarihte Ahmed b Hanbel'in cenazesinden sonra en çok onun cenazesinde halkın toplandığını kaydetmiştir Uzak yakın İslâm beldelerinde Yemen'den Çin'e kadar onun gıyabında cenaze namazları kılınmıştır Zehebî onun hakkında şöyle demiştir: "Rükun ile makam arasında yemin ettirseler onun bir mislini görmedim, o da ilimde kendisinin dengini görmemiştir yemin ederim"
 
#9
İBNU'S-SEBİL

İbn, oğul, sebîl, yol İsim tamlaması olarak "yol oğlu"; yolcu, yolda kalmış, bir beldeden başka beldeye geçen kimse Bir fıkıh terimi olarak İbnu's-sebîl; kendi memleketinde zengin bile olsa, yolculuk sırasında fakir ve muhtaç duruma düşen kimse demektir Bu durumdaki yolcunun zekât ve ganîmetten pay alma hakkı olduğu gibi, müslümanların ve devletin diğer yardım kaynaklarından da yararlanır

İbnu's-sebîl terimi Kur'an-ı Kerîm'de sekiz yerde geçer Mekke'de nâzil olan şu iki ayette yolcuya yardım teşvik edilir: "Akrabaya, düşkünlere, yolda kalan yolcuya haklarını ver Elindekileri saçıp savurma" (el-İsrâ, 17/26); "O halde akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver" (er-Rûm, 30/38) Medîne'de inen sûrelerde de Kur'an-ı Kerîm, farz veya nâfile olarak yolcuyu yardım yapılacak yerler arasında zikretmektedir Bazı ayetlerde yolcunun desteklenmesine genel yardım niteliğinde yer verilirken (bk el-Bakara, 2/177, 215; en-Nisâ, 4/36), bazılarında yardım kaynağı da belirtilmektedir

a Ganimetlerin beytülmâle intikal eden beşte biri (humus) üzerinde yolcu hak sahibidir"Biliniz ki, savaştan ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri; Allah'ın, peygamberin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır" (el-Enfâl, 8/41)

b Savaş yapılmadan alınan ganimetten (fey') de ona pay ayrılmaktadır "Allah'ın fethedilen ülkeler halkından ganimet olarak peygamberine verdiği mallar; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir" (el-Haşr, 58/7)

c Yolda kalanın zekât alma hakkı da vardır Zekâtın verileceği sekiz sınıftan sonuncusu İbnu's-sebîl'dir Ayette bu sınıflar şöyle belirlenir: "Sadakalar (zekât) Allah'tan bir farz olarak ancak fakirlere, yoksullara, zekâtı toplayan memurlara, kalbleri İslâm'a ısındırmak istenenlere, kölelere, borçlulara, Allâh yolunda cihad edenlere ve yolda kalanlara verilir" (et-Tevbe, 9/60)

Hz Peygamber bir hadisinde zengine zekât vermenin helâl olmadığını belirttikten sonra üç kimseyi istisna etmiştir Bunlar: Allah yolunda cihad edenler, yolda kalmışlar ve yoksul komşu, ancak böyle komşu zekât verene, zekât olarak aldığı şeyi hediye verebilir Başka bir hadiste bu istisnalar beş olarak zikredilir: a) Zekât memurları b) zekât malı parasıyla satın alan kimse, c) borçlu, d) Allah yolunda cihad yapan kimse, e) kendisine zekât verilen yoksulun, bunu kendisine hibe ettiği zengin Bu sayılanlar zengin durumda olsalar da, zekât almaları mümkün ve câiz olur (bk Tirmizî, Zekât, 22, 23 Nesaî, Zekât, 80, 90; İbn Mâce, Zekât, 26; Mâlik, Muvatta', Zekât, 29; Ahmed b Hanbel, II, 164, 192, 377, 386, III, 31, 40, 56, 97, V, 375; İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'âni'l Azîm, İstanbul 1985, IV, 109, 110)

Bu duruma göre, yolda parasız kalan kimse, kendi ülkesinde zengin bile olsa, servetinden yararlanma imkânı bulunmadığı için ihtiyaç kadar zekât alabilir Ancak bu gibi kimselerin zekât yerine borç alması daha uygundur Bununla birlikte borçlanma yolunu tercih etmesi şart değildir Çünkü yabancı beldede borç bulması güç olduğu gibi, daha sonra borcunu ödemekten âciz de kalabilir Eline mal geçtiği veya beldesine döndüğü zaman, yolculuk sırasında aldığı zekâtı tasadduk etmesi gerekmez Ancak böyle bir yolcunun ihtiyacından fazla zekât alması câiz değildir Cihad için yola çıkmış İslâm ordusundan veya hac kafilesinden ayrılıp yolda kalan kimse, vatanında malı yoksa fakir; varsa yolcu hükmünde bulunur Her iki-durumda da zekât alabilir (İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Kahire, ty, II, 18; Yusuf el-Kardâvî, Fıkhu'z-Zekât, Beyrut 1400/1980,II, 670 vd)

Beldesinde zengin olup, yolculuk sırasında parasız kalan kimsenin zekât kaynağından yararlanabilmesi için aşağıdaki şartların bulunması gerekir:

1 Bulunduğu yerden memleketine dönecek kadar parasının bulunmaması Çünkü darda kalan yolcuya zekât vermenin amacı, cihad edenin ;aksine, onun yurduna ulaşmasını sağlamaktır

2 Yolculuğun meşru amaçlarla yapılması Yolcunun zekât alabilmesi için yolculuğunun ma'siyet için olmaması, taat, ihtiyaç veya meşrû gezi amacıyla yapılması gerekir Bu yüzden adam öldürmek, haram ticaret yapmak vb meşrû olmayan amaçlar için yolda sıkıntıya düşene zekât verilmez Bazı fakihler turizm ve eğlenti ve amacıyla yapılan yolculukta zekâtın verilemeyeceğini söylemişlerdir (İbn Kudâme, el-Muğni, eş-Şerhu'l Kebir, II, 701-702)

3 Bulunduğu yabancı yerde kendisine borç verecek kimsenin bulunmaması Bu şartı Mâlikî ve Şâfiî mezhebinden bazı fakihler koşmuştur Hanefiler, borç almasının zorunlu olmadığı görüşündedirler (İbnü'l-Hümâm, age, II, 18; el-Kardâvî, age, II, 678 vd)

İslâm'ın vazettiği yolculara ve beldesinden uzakta bulunduğu sırada maddî sıkıntıya düşenlere olan bu yardım eşsiz bir sosyal dayanışma örneğidir İslâm nizamı, toplumun sürekli ihtiyaçlarına çare bulma yanında, seyahat ve rızık aramak için yolculuk yapanların; günümüzdeki gibi yollarda otel, lokanta ve konaklama tesislerinin bulunmadığı devirlerde, geçici ihtiyaçlarını karşılamak için tedbirler almıştır

İbn Sa'd (ö 230/844) Hz Ömer'in bu konuyla ilgili uygulaması hakkında şunları yazar: "Ömer b El-Hattâb kendi zamanında Dâru'd Dakîk (un ambarı) denilen bir depo yaptırmış, bunu, hurma, kuru üzüm ve kavunla doldurmuş, bununla yolda kalanlara ve misafirlere hizmet sunmuştur Yine O, Mekke ile Medîne arasında belirli yerlerde sebil türünden yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını karşılayan merkezler kurmuştur" (İbn Sa'd, Tabakât, Beyrut, ty, III, 283; el-Kardâvî, age, II, 162)

Ömer b Abdilazîz, İmam Zührî'den zekâtın verileceği yerlerle ilgili Resulullah'ın ve Râşid halîfelerin sünnetini sormuş; İmam Zührî'den zekâtın verileceği yerlerle ilgili Resulullah'ın ve Râşid halifelerin sünnetini sormuş; İmam Zührî mektubunun "yolcular (İbnu's-sebîl) kısmında şunları yazmıştır: "İbnu's-sebîl payı her yola oradan geçecek yolcu ve insan sayısına göre taksim edilir Konaklayacağı ve diğer ihtiyaçlarını göreceği yeri olmayan herkes için ibnu's-sebîl payından belli miktar ayrılır İkâmet edecek ve yeme-içme ihtiyacını karşılayacak yer buluncaya kadar bu paydan kendisine harcanır Hayvanı varsa ona da yem verilir" (Ebû Ubeyd, emval, Kahire, ty, 580)

Bu uygulama örneklerinden de anlaşılacağı gibi İslâm kara, deniz veya hava yolculuğu sırasında, hastalık, hırsızlık, trafik kazası gibi sıkıntılarla karşılaşan ve bunu kendi imkânlarıyla çözemeyen yolcular için genel bir sosyal güvenlik müessesesi öngörmektedir Bir İslâm nizamında yolculuğa çıkan herkes böyle bir müessesenin koruması altındadır
 
#10
İBRA

Temize çıkarma, kurtarma, bir şeyden uzaklaşma, terim olarak, bir kimsenin başkasının zimmetinde veya onun cihetinde olan kendisine ait bir hakkı düşürmesidir Alacaklının, borçlunun zimmetinde bulunan alacağını düşürmesi ve onu borçtan kurtarması gibi Hak, bir kimsenin zimmetinde olmadığı zaman şuf'a veya lehine vasiyet edilenin meskende oturması gibi, bunu düşürmek ve bırakmak bir ibrâ sayılmaz Belki bu yalnız borcu düşürmedir Her ibrâ bir borcu düşürmedir, fakat her düşürme bir ibrâ değildir

İbrâ'nın hükmü mendub olup, müslümanlar buna teşvik edilmiştir Çünkü ibrâ; ihsan, iyilik ve Cenâb-ı Hakk'ın rızasını kazandıran bir ameldir Ayette; "Borçlu, darlık içinde ise, ona bolluk zamanına kadar süre vermek vardır Eğer bilirseniz borcu almaktan vazgeçmeniz sizin için daha hayırlıdır" (el-Bakara, 2/280) buyurulur İbrâ'nın rüknü, ibrâ hakkı sahibinin, hakkını terkettiğini ve düşürdüğünü açık bir şekilde ifade eden teklifinden ibarettir Bu akdin meydana gelmesi için kabul şart değildir Çünkü ibrâ, hakkı düşürmektir Boşama, köle azadı gibi hakkı düşürücü tasarruflar karşı tarafın kabulüne bağlı değildir

İbrâ; "Seni alacağımdan ibrâ ettim veya alacağımı düşürdüm yahut da sana onu temlik ettim veya onu sana bıraktım" gibi sözlerle gerçekleşir

İbrâ, borçlunun akit meclisinde veya daha sonra reddi ile reddedilmiş olur

Bir hakkını ibrâ edende şu şartların bulunması gerekir:

l) İbrâ edenin teberru yapma ehliyetine sahip olması gerekir Bu da onun âkıl, bâliğ ve reşîd olmasını, sefih veya borç sebebiyle hacr altında bulunmamasını gerektirir

2) İbrâ edeceği hak üzerinde, mâlik, vekil veya vasî gibi bir tasarruf velâyetine sahip olması

3) Rızasının bulunması Zorlananın ibrâsı geçerli olmaz

Ölüm hastası bir vârisini borçtan ibrâ etse, borç üçte birden az olsa bile, ibrâ mirasçıların icâzetine bağlıdır Mirasçı olmayan birisini ibrâ etse ve borç da terikenin üçte birini geçiyorsa, üçte birden fazlada ibrânın geçerli olması mirasçıların icâzetine bağlıdır

İbrâ edilenin belirli bir kimse olması, müphem ve meçhul bulunmaması gerekir İbrâ konusunun miktar ve niteliği meçhul olabilir Çünkü ibrâ, boşama gibi bir hakkı düşürmekten ibarettir Bu, bilinse de bilinmese de tatbik edilir Mal (ayn) cinsinden olsa bile borçlardan ibrâ geçerlidir Deve cinsinden diyet borcu gibi Kefili kefâretten, bir kimseyi dava hakkından ibrâ gibi, haklardan ibrâ da câizdir ibrâ konusunun, ibrâ sırasında mevcut olması gerekir Bu yüzden geleceğe ait haklarda ibrâ geçerli olmaz Meselâ, karısının kocasını gelecek nafakadan ve boşamadan önce iddet nafakasından ibrâ etmesi muteber değildir Çünkü henüz ibrâ konusu hak meydana gelmemiştir Bu yüzden nikâh akdinden önce boşama geçerli olmaz Hadiste; "boşama hakkı ancak bu hakka sahip olmakla var olur" (Ebû Dâvud, Talâk, 7) İbn Mâce'nin rivayetinde ise, "nikâhtan önce boşama yoktur" buyurulur (İbn Mâce, Talâk, 17)

İbrânın bir şarta veya gelecek zamana bağlanması gerekir Ancak şart uygun olursa geçerlidir "Benim, sende bir alacağım varsa veya ben ölürsem, sen borcundan berîsin" demek gibi Ölüme bağlanan ibrâ, vasiyet niteliğindedir İbrânın İslâmî prensiplerle çelişmemesi gerekir Meselâ, sarf (nakitlerin alım-satımı) akdinde karşılıklı kabzdan veya küçüğün velayetinden ibrâ gibi, İslâmî hükmü değiştirmeye yol açan tasarruflar bâtıldır İbrâ edilen hakta, ibrâ edenin eski bir mülkiyet hakkı bulunmalıdır Çünkü bir kimsenin, yetkili kılınmadıkça, başkasının mülkünde tasarrufu geçerli değildir (İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadir, Beyrut, ty, VII, 41, 44 vd; el-Kâsânı, Bedâyiu's-Sanayii, Beyrut, 1, 394/ 1974, VI, 45, 50, 118; es-Suyûtî, eşbâh ve'n-Nezâir, s 152; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmi ve Edilletuh, Dımaşk 1405/1985 V 335 vd)

İbrânın konusu mal, eşya, borçlar ve haklardır İbrâ, mal dâvası veya malın kendisi ile ilgili olabilir Zimmette bulunan borçlardan ibrâ geçerlidir Çünkü ibrânın esası, zimmetteki şeyi düşürmektir Haklardan ibrâya gelince;

l) Kefâret, havâle gibi sırf kul haklarından ibrâ ittifakla geçerlidir

2) Zina, kazif ve hırsızlık cezası (haddi) gibi sırf Allah haklarından ibrâ, Hanefî ve Malikilere göre, dâvâ açıldıktan sonra geçerli değildir

3) Ta'zîr, kısas, diyet, intifâ', ayıp muhayyerliği ile fesih gibi, kul hakkı üstün olan haklardan ibrâ geçerlidir

Kocanın, karısının nafakasından, nafaka kocanın zimmetinde mevcut bir borç olmadıkça, ibrâ etmesi ittifakla geçerli değildir

İbrâ, kapsam bakımından ikiye ayrılır Genel ve özel ibrâ Genel ibrâ, başkasındaki mal, borç ve şahsa ait her haktan ibrâdır Özel ibrâ ise, belirli bir hakkı içine alır Özel bir borçtan ibrâ hâlinde yalnız o borç düşer İbrâda tarih ve şahıs belirtilmişse, ibrâ yalnız bununla sınırlı olur (İbnü'l Hümâm, age, V, 271; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, IV, 176, 495)

İbrânın hükmü, özel veya genel ibrâ olmasına göre, ibrâ edilen hakkı düşürmesidir Özel ise, artık ibrânın kapsadığı konularda hakkı istemek câiz olmaz ve bu konuda açılacak dava dinlenmez Genel ibrâ ise, o ana kadar meydana gelmiş olan bütün hakları kapsamına alır Hanefilere göre, bir bedel karşılığında ibrâ; mal karşılığı sulh olma anlamındadır (es-Suyûti, el-Eşbâh ve'n-Nezâir, s 152; İbn Abidin, age, IV, 495; ez-Zühaylî; age, V, 344, 346)
 
Üst