Allah kendisinden büyük bir varlık yaratabilir mi?

#1
Sponsorlu Bağlantılar
Allah kendisinden büyük bir varlık yaratabilir mi?

Bu soruya altı madde halinde cevap vereceğiz:

1- Soruda kasıt vardır:

Bu sorunun hedefi inançları sarsmak, saf zihinleri bulandırmak, masum ve körpe dimağlara zehir akıtmaktır Bir akrep kıskacı olan bu demogojik soru ile insanlar zehirlenmek istenmektedir Şöyle ki:
Eğer bu soruya "Evet" diye cevap verilse o zaman "Demek ki sizin Rabbiniz yarattığı şeyden güçsüzdür" denilecek Eğer, "Hayır" diye cevap verilse, o zaman da "Demek ki sizin Rabbiniz âcizdir" denilecektir Her iki halde de -hâşâ- Cenâb-ı Hakk'a acizlik isnadı söz konusudur

Bu soruyu ortaya atanlar, var olması muhal olan bir şeriki yaratmayı Cenâb-ı Hakk'ın kudretinden talep etmekle Allah’ın Hâlık (yaratıcı), vehmettikleri o şerikin de mahlûk (yaratılan) olduğunu bir ön yargı olarak kabul ettikleri halde, daha sonra o mevhum mahlukun Hak Teâlâ'dan büyük olabileceğine ihtimal vermekle, açıkça demagoji yapmaktadırlar

Bu kimseler Allah’ın kutsi mahiyetinin mahlûk mahiyetine hiçbir cihetle benzemeyeceğini bilememektedir Eser ustasına hiçbir cihetle benzemeyeceği gibi, Cenab-ı Hak da mahlûkatına hiçbir cihetle benzemez

Bu hakikati bilmemek, büyük bir cehalettir Bu cehalete düşenler Allah’ın mutlak kadir, mahlûkun ise sonsuz âciz olduğu gerçeğinden gafildirler

2- Soruda "imkân-ı vehmî" ile "imkân-ı aklî" birbirine karıştırılmaktadır

İmkân-ı aklî: Aklen hem olması, hem de olmaması mümkün olan şeye denir Meselâ, yeni evlenen bir insanın çocuğu olması da, olmaması da mümkündür
İmkân-ı vehmi: Hariçte vukua gelmesi mümkün olmayan, hakikatsiz ve esassız bir vehimdir İmkân-ı vehmi hiçbir hükme esas olamaz Hiçbir delil ve hakikate dayanmadığı için ilim ve mantık imkân-ı vehmi ile meşgul olmaz
İmkân-ı vehmi sadece "olabilir", "belki" gibi temenni, zan ve hayallerden kaynaklanır

"Cenâb-ı Hak kendinden büyük bir mahlûk yaratabilir mi?" sorusunda imkân-ı vehmi ile imkân-ı aklî karıştırılmıştır Bu soru ancak vehmin mahsulüdür; hiçbir hakikate istinad etmeyen bir hurafe, bir safsatadır; aklen muhaldir Hiçbir akıl, bir mahlûkun Allahü Azîmüşşân'dan büyük olmasını mümkün göremez

3- Soru ile demagoji yapılmaktadır

Mantıkta "Gerçek olmayan mukaddemelerle yapılan kıyaslara mugalâta (demagoji) veya safsata" denilmektedir Meselâ duvar üzerine çizilmiş bir insan resmi gören mugalatacı (demagog):
“Bu resim konuşur Çünkü, bu resim insana aittir"
"Her insan konuşur Öyle ise bu insan da konuşur" diye yanlış bir hükme varır Cenâb-ı Hakk'ın yaratacağı bir mahlûku -hâşâ- Allah'tan büyük tevehhüm etmek, duvardaki resmi insan kabul etmekten daha büyük bir safsatadır

Bu soruda esas olarak şu safhalar vardır:
1) Yaratılması vehmedilen varlığın şu anda mevcut olmadığı kabul edilmektedir
2) Mevhum varlığın yaratılması Allah'tan beklenmekte, böylece Allah’ın Hâlık olduğu, o mevhum varlığın ise mahlûk olacağı kabul edilmektedir
3) O mevhum varlığın yaratılması Allah'tan istendiği gibi, onun büyüklüğü, gücü, dirayet ve azameti de Allah'tan istenmektedir

Bu mukaddemelerden Cenâb-ı Hakk'ın sonsuz büyük, yegâne Hâlık, ezelî ve ebedî ve mutlak Kadir olduğu; o mevhum varlığın ise yaratılmaya muhtaç, âciz, zelil ve miskin olduğu sonucu çıktığı halde, tam tersine o vehmî varlığın Allah'tan büyük olup olmayacağı sorulmaktadır Bu ise yukarıdaki misâlden çok daha ileri derecede bir safsatadır

4) Soru pek çok çelişkilerle doludur:

Soru ile yapılmak istenen kıyas, tenakuzlu kaziyelere (çelişkili hükümlere) dayandırılmıştır Dolayısıyla, bu sorunun "iddia olma" özelliği yoktur Meselâ, "Sonsuzdan daha büyük bir sayı yazılabilir mi?" sorusu böyle tenakuzlu bir kaziyeye dayanır Bu sebeple hiçbir ilmî kıymeti haiz değildir Çünkü, sonsuzdan büyük bir sayı olamaz ki, böyle bir soru de sorulabilsin Eğer sonsuz, erişilmez bir büyüklüğün sembolü ise hiçbir rakam sonsuz ile mukayese edilemez Sonsuzdan büyük bir rakam telâkki edilse o zaman da sonsuzluk hakikati ortadan kalkar

Bu soru da, çelişkili kıyaslardan olduğu için mantıken ve ilmen hiçbir kıymeti yoktur

Bilindiği gibi bir eserdeki kemâl, onu yapan zatın kemâlinin bir tecellisi, bir göstergesidir Ve bu eserdeki kemâlin, ustasının kemâlini aşması, ondan fazla olması muhaldir Bir âlimin, telif ettiği bir kitabına kendi ilminden fazla ilim yerleştirmesi, yahut, bir mimarın kendi maharetini aşan bir eser yapması, güneşin kendi ziyasından fazlasını bir damla suya vermesi muhaldir, safsataların en acibidir

"Cenâb-ı Hak, kendinden büyük bir varlık yaratabilir mi?" sorusu: "Allahü Teâlâ kendi kemâlatından daha fazlasını bir mahlûkuna verebilir mi?" gibi bir saçmalık ifade eder

Soru, Cenâb-ı Hakk'ın sıfatları, fiilleri adedince muhaller taşır Bunlardan birkaçını kaydedelim:
Hak Teâlâ'nm sıfatlarından biri "Kudrettir Soru, bu sıfat yönünden tahlil edildiğinde şöyle olur:
"Kudreti sonsuz olan Cenâb-ı Hak, kendinden daha kudretli birisini yaratabilir mi?"

Bu sorunun sahibi, sonsuzluk kavramının cahilidir Sonsuz kudretten daha büyük bir kudret olamaz ki, böyle bir soru sorulabilsin Şu sonsuz feza, şu uçsuz bucaksız sistemler, hep O Kadir-i Zülcelâl'in kudretinin tecelligâhıdır Haşmetli bir dağın âyinedeki tecellisi bir çakıl taşı ağırlığında da olamaz Hadsiz yıldızlar, uçsuz bucaksız galaksiler hep Cenab-ı Hakk’ın Hâlık isminin tecellileridir Bu tecellilerin O Kadir-i Mutlak'ı yorması, âciz bırakması düşünülemez Her an böyle milyarlarca kâinatı yaratsa, bunların tümü o kudret nazarında yine bir zerre kadar da olamaz

Söz konusu soru, Cenâb-ı Hakk’ın irâde sıfatı yönünden tahlil edilirse şu şekle girer:
"Mutlak irâde sahibi olan Allahü Teâlâ, kendi hükmünü geri bıraktıracak, kendi irâdesini kayıtlayacak bir ilâh yaratabilir mi?"

Halbuki, Cenâb-ı Hakk'ın irâdesi mutlaktır, sonsuzdur Hiçbir kayıt altına girmez O'nun irâdesini kayıt altına alacak bir varlığın bulunması muhaldir Öte yandan, Cenâb-ı Hakk'ın yaratacağı şey, mahlûk olur Mahlûk ise Hâlık'ın irâdesi altındadır Bu soru ile Hâlık'ın irâdesi sınırlı, mahlûkun irâdesi ise sınırsız tevehhüm edilmekte, böylece "sınırlı olanın sınırsız olanı sınırlandırması" gibi büyük zıtlığa ve çelişkiye düşülmektedir

Soruyu, Allahü Teâlâ'nın ezeliyeti ve ebediyeti noktasından düşündüğümüzde şu safsata ile karşılaşırız:
"Cenâb-ı Hak, kendinden evvel var olup, kendisinden sonra da varlığı devam edecek olan bir mahlûk yaratabilir mi?"

Ezel ve Ebed Sultanı olan Allahü Azîmüşşan'ın, bir ismi Evvel, bir ismi de Âhir'dir Varlığının evveli olmadığı gibi, sonu da yoktur
Ezelden evvel ve ebedden öte bir zaman kavramı olamaz ki, böyle bir hurafeye, bir vehme yer olabilsin Bu safsataya göre, Cenâb-ı Hak ezelî ve ebedî olduğu halde, hâşâ, fâni ve hadis (sonradan yaratılan) olacak, yaratacağı o mevhum varlık ise, mahlûk olduğu halde ezelî ve ebedî olacaktır
Cenâb-ı Hakk'ın Hayat, Semi', Basar gibi diğer sıfatları da aynı mantık ve ölçü içerisinde düşünülebilir

Ne gariptir ki, böyle bir safsata ve bir hezeyan bu asrın cehalet çarşısında müşteri bulmakta, az da olsa bir kısım insanları saptırabilmektedir

5) Soruda hakikatlerin zıtlarına dönüşmesi istenmektedir

Bilindiği gibi, bir hakikatin, zıddına dönüşmesi muhaldir Yine, bir hakikatin kendi mahiyetini korumakla birlikte kendi zıddı olan bir mahiyete girmesi de muhaldir Meselâ, güneşin, kendi mahiyetini aynen muhafaza ederek suya dönüşmesi, yahut bir insanın "insanlık" mahiyetini hiç kaybetmeden “arslan” olması muhaldir Misâller çoğaltılabilir Mahlûkat için, inkılâb-ı hakâik ( gerçeklerin zıtlarına dönüşmesi) böyle binlerce muhaller taşıdığı halde, Hâlık Teâlâ hakkında böyle bir şey vehmetmek muhallerin en acibidir

Yukarıdaki soru ile Ulûhiyete ait sonsuz hakikatlerin zıtlarına dönüşmesi tevehhüm edilmektedir Şöyle ki; soru sahibi bu demogoji ile sonradan yaratılacağından noksan, fâni, âciz, kayıtlı olacak olan o mevhum varlığın hakikatini, zıddı olan sonsuz kudret ve kemâle inkılâb ettirme muhaline düşmektedir Allahü Teâlâ'nın mutlak kemâli, zıddı olan mutlak noksanlığa, mutlak cemâli mutlak çirkinliğe, mutlak kudreti, mutlak acze inkılâb etmez
O Zât-ı Zülcelâl sonsuz aziz, mahlûkat ise sonsuz zelildir Allahü Azîmüşşân, sonsuz âlim ve mutlak Hâkim'dir; mahlûkat ise cahil ve mahkûmdur Allah’ın varlığı vücudu vâcib, Zâtı ezelî ve ebedîdir Yarattığı ve yaratacağı herşey ise mümkindir, fânidir ve hadistir

Soru sahibinin vehmine göre, Cenâb-ı Hak ezeli olduğu halde, hâşâ hadis olacak (sonradan meydana gelecek), yaratılması vehmedilen o varlık ise, hadis olduğu halde ezelî olacaktır Tâ ki, Allahı Teâlâ'dan, hâşâ daha büyük olması tevehhüm edilsin

Allahü Azîmüşşân, sonsuz kadir olduğu halde, âciz olacak, O'nun yaratmasına muhtaç olan o varlık ise sonsuz kadir olacaktır
Misaller çoğaltılabilir

6) Soru sahibi vücut (varlık) mertebelerinden habersizdir

Bu sorunun cevabı, üç kavramın bilinmesine bağlıdır Bunlar “vâcib, mümkin ve mümteni” kavramlarıdır Aklen bu üçünün dışında kalan bir başka şık düşünülemez

Gayet mükemmel bir heykele baktığımızda bu üç hakikati şöyle tesbit edebiliriz:
"Heykelin bir ustası olması vâciptir" Zira, san'at san'atkârsız düşünülemez
"Bu heykel yapılmadan önce, ustası için heykeli yapıp yapmamak ise mümkündür" Yâni usta için, o eseri yapıp yapmamak olasıdır
"Heykelin, ustasından daha maharetli, mükemmel, daha güçlü olması ise mümtenidir (imkansızdır), muhaldir"

Aynı hakikati güneş için düşünecek olursak: Güneşin ışık sahibi olması vâcibdir Yâni, ışıksız güneş düşünülemez Güneşi irâde sahibi farzetsek, ışığını dilediğine verip, dilemediğine vermemesi de mümkündür Güneşin âyinedeki tecellisinin, güneşin büyüklüğüne ve ısısına sahip olup, etrafında oniki gezegeni dolaştırması ise mümtenidir yani imkansızdır

Yukarıdaki misâller gibi, vücud mertebelerinde de üç hakikat vardır: Vâcib, mümkin, mümteni
Cenâb-ı Hakk'ın vücudu "vâcib", yaratılmış ve yaratılacak olan herşeyin vücudu "mümkin", Allahü Teâlâ'nın şeriki, misli, benzeri ve nazirinin bulunması ve herhangi bir mahlûkunun kendisinden büyük ve güçlü olması ise "mümteni"dir

Cenâb-ı Hakk'ın vücudu vâcibdir O'nun vücudu Zât’ ındandır Var olmak için hiçbir sebebe muhtaç değildir O'nun varlığı mahlûkatın varlığına hiçbir cihetle benzemez Hiçbir cihetle dengi, eşi ve benzeri yoktur
Mümkine gelince, mümkin "mütesaviyyüt-tarafeyn" şeklinde tarif edilmiştir Yâni, mümkinin varlığı ile yokluğu müsavidir (eşittir), var da olabilir, yok da olabilir Mümkinin varlığı da, yokluğu da muhal değildir Yaratılan ve yaratılmaya kabil olan herşey mümkindir

Meselâ, kâtibe göre bir harfin yazılıp yazılmaması müsavidir Yâni, kâtib, o harfi yazabilir de, yazmayabilir de Demek ki, "harf için iki taraf sözkonusudur Olmak ve olmamak Kâtib bu iki şıktan hangisini tercih ederse o gerçekleşir Yazmayı tercih ederse harf yokluktan varlık âlemine çıkar, yazmamayı tercih ederse yoklukta kalır

Bütün mümkinat, Cenâb-ı Hakk'ın yanında bu harf gibidir Kâinat, O'nun yaratmasıyla meydana geldiği gibi, yine O'nun irâdesi, kudreti, terbiye ve takdiri ile varlığını sürdürmektedir Gerek var olmasında, gerekse devam ve bekasında Allah'a muhtaçtır

Mümkinat âleminde, O Vâcib-ül Vücudu âciz kılacak bir mahlûkun olması düşünülemez O'nun ezelî irâdesi ve mutlak kudreti karşısında herşey müsavidir Küçük -büyük farkı yoktur O kudrete nisbeten bütün galaksilerle bir zerre birbirine müsavidir Bir çiçek ile baharın, cüz' ile küllün farkı yoktur

Mümteniye gelince, mümteni, varlığını tasavvur etmek asla kabil olmayan demektir Mümkinin "olmak", "olmamak" gibi iki ciheti varken, mümteninin tek ciheti vardır; o da olmamaktadır Yokluk mümteninin daimî vasfıdır Onun varlığını tasavvur etmek, çelişki ve tezatları doğurur
Meselâ, bir rakam ya çifttir, ya da tektir Bir rakamın hem çift, hem de tek olması mümtenidir

Bir insanın aynı anda hem ayakta, hem de oturur olması da mümtenidir
Bir rakamın sonsuzdan büyük olması da mümtenidir
Aynen öyle de, Cenâb-ı Hakk'ın ortağı ve benzeri olması da mümtenidir
Mümkinin vâcib'ten büyük olması da mümtenidir
Mahlûkun Hâlık'tan üstün olması da mümtenidir
Soru sahibi bir demogoji ile mümteniyi mümkin göstermeye çalışmaktadır

7) Soru sahibi büyüklük kavramının cahilidir

Cenâb-ı Hakk'ın büyüklüğü mahlûkata nisbeten değildir Yâni, O, zâtında büyüktür, büyüklüğü mahlûkat ile kıyasa girmez O'nun Zâtı hiçbir mahlukuna benzemediği gibi, büyüklüğü de mahlûkatın büyüklüğüne benzemez, takdirle bilinmez Mahlûkatın büyüklüğü nisbîdir, birbirine göredir

Bu hakikati bir misâl ile açıklamaya çalışalım Güneşin büyüklüğü kar zerrelerindeki tecellileriyle kıyasa girmez Zira, bütün o tecelliler parlaklıklarını o güneşten almaktadırlar Nasıl onunla kıyasa girebilirler?
Bu misâl gibi, ilmi, kudreti, azamet ve kibriyâsı sonsuz olan Allahü Teâlâ' nın büyüklüğü de mahlûkatın büyüklüğü ile hiçbir cihetle kıyasa giremez Zira bütün mahlûkat hep O'nun sıfatlarının ve isimlerinin tecellileridir Varlıkları O'nun var etmesiyle, hayatları O'nun hayat vermesiyle, nurları O'nun tenviriyledir Onların büyüklükleri ancak birbirilerine göredir O'nun bir mahlûku olan insan aklı ne kadar büyüklük tasavvur ederse etsin ve yine insan hayali büyüklüğü nasıl hayal ederse etsin bunların hepsi mahlûk büyüklüğüdür Cenâb-ı Hakk'ın büyüklüğü, düşünülen ve hayal edilen bütün bu büyüklüklerden münezzehtir, yücedir

Bilindiği gibi, matematik ilminde bir "sonsuz" kavramı vardır Bütün rakamlar ona nisbetle kıyasa giremeyecek kadar küçük kalırlar Onların büyüklükleri birbirilerine göredir Sonsuz için bir ile bir milyarın farkı yoktur Bu noktada sonsuza nisbeten büyük-küçük fark etmez Bütün rakamlar, şuurlu kabul edilse, bunların hepsi sonsuzu kavramakta aynı derecede güçsüz ve noksan kalacakları gibi, Cenab-ı Hakk’ın sonsuz büyüklüğünü anlamakta da bütün akıllar aynı nisbette âciz kalırlar O mutlak ve sonsuz büyüklük, bu sınırlı akla sığmaz

Soruda sözü edilen o vehmi varlığın, mahlûk olacağı peşinen kabul edilmektedir Bir mahlûk ise ne kadar büyük olursa olsun, büyüklüğü mahlûklara göredir ve o daire içinde düşünülür

San'atkârın san'atından büyük olduğu tartışma kabul etmez bir gerçektir Meselâ, Selimiye Camii'ndeki bütün kemâlât ve güzellik hep mimarının kemâlâtından süzülmüş, ilminden dökülmüştür O taşları bir şaheser hâline getiren, Mimar Sinan'ın ruhundaki incelik, düşüncesindeki derinlik, hissiyatındaki zerafet ve san'atındaki meharettir Alkış Sinan'adır, takdir O'na gider Faraza, Sinan'ın ömrü, ebedî olsaydı, daha nice camiler yapar, eserler vücuda getirirdi O eserlerin hepsi de O'nun büyüklüğüne delil olurdu Lâkin, onların büyüklükleri Mimar Sinan'ın büyüklüğüyle mukayeseye giremezdi
Şu kâinat denilen büyük mescid, arşlar, ferşler, sema tabakaları, uçsuz bucaksız galaksiler de hep Allah’ın eseri, icadı ve mahlûkudur Onlarda tecelli eden bütün güzellikler ve üstünlükler Esmâ-i İlâhiyye'ye aittir Bütün mevcudat Cenâb-ı Hakk'ın kudretiyle, iradesiyle, hâkimiyetiyle ayakta durmaktadır Atomlardan galaksilere kadar herşey, her haliyle ve tavriyle, her an O’nun hâkimiyeti ve murakabesi altındadırlar O'nun hâkimiyeti karşısında herşey mahkûm, O'nun büyüklüğü karşısında her mahlûk zelildir

İşte yukarıdaki soru, büyüklük mefhumunu bilmemek yanında, Hâlikıyet ve mahlûkıyeti de bilmemekten kaynaklanmaktadır
 
Üst