Adı neydi

#1
Sponsorlu Bağlantılar
Adı neydi

Kelebeklerin ömründen bahsederken gözlerinde minik kanatlar uçuşurdu. Dalgalı sesine anlamsız vurgular yüklerdi konuşurken. Minik taşları sağa sola fırlatıyor gibi kullanırdı ellerini, sorular sorar cevaplarını yine kendi verirdi büyük bir zevkle. Kelebekler umurumda değildi, alnındaki kırışıkları izlerdim o, duygularını açığa vururken.

(Onun bir kadın mı yoksa bir adam mı; bir yakınım mı, sevgilim mi, büyüğüm mü olması gerektiği hususunda kararsızım. Belki birkaç şey daha eklemeliyim ona. Çoğunlukla yüzüne odaklandığım için böyle yarım -yarım bile değil- kaldı. Çalıların arasından yürürken kuru dikenlere takılan paçalar mı, etek mi daha çok titreştirir toprak üstündeki sıcağı? Hangisini eklemeliyim? Şu var ki, o, harika biri. Şu an gözümün önünde değil belki ama resim olarak algılayamıyorum. Resimsiz bir varlığı düşünebilirim, buna alışığım, kalbimde beliren heyecanı takip ederek onu kurabilirim.)

Onun, tozlu bir yolda yorgun, umudu azalmış, gözlerinde öfkeyle yürüdüğünü düşünürüm, çarşıda gördüğüm zaman. Toprak bir yolda yürür gibi dikkatlidir mesela; karınca yuvalarına basmamaya çalışır. Yağmurlu bir gün ona nasıl bir anlam katardı acaba? Bunu çok kurcaladığım halde hiçbir şey çıkaramadım. Onu seviyorum, tabi, onu sevmesem içimi saran heyecan ne oluyor? Hayır, kendimi hiç zorlamadan söyleyiveriyorum. İçimden yeminler çıkıyor, yumuşak -kesinlikle yumuşak- rüzgârlar hissediyorum ensemde, parmaklarım arasında. Farkında olmadan adını söylüyormuşum gibi yakalıyorum kendimi. Adı neydi? Bir gök boncukmuş zaten, adı güzel olmalı. Öyle, adı güzel. "Güzel" demeliyim şimdilik -en azından hatırlayana kadar. Bilmediğimi hatırlar mıyım?- nasılsa cins ayrımı yapmaz bu kelime. Gözleri yaşarmış bir hafta sonu kadar berrak gökyüzü ve içimde bir neşe bir neşe. Sigaramın dudağıma yapışmasını kesinlikle neşeli oluşuma bağlıyorum. Dudağımı acıtıyor sigara. Bulutlara bakıp Fatiha okuduğum zamanlardaki gibi dinç ve hüzünlüyüm o, aklıma düştüğünde.

(Onu -kimi, kim o?- rüyamda mı görmüştüm? Kaşlarından yağmur sızsa, öyle olsa, yaklaşacağım. Bunu denemeliyim. Yağmur mevsimi de değil üstelik. Dikkatle, sabırla damıta damıta oluşturduğum bir hayale benziyor, değil. Vakti gelmeden püskülleri dökülen mısır tarlası. Bu imge gelip gidiyor. Toprak çatlamış, su en son geçtiğinde toprakta çocuklar gezinmiş. Kurmaya çalıştığım şeyler tarafından ayartılıyorum duygusu hakim. Ya bu titreyişim?)

Kibrit çöplerini yığın halinde atıverir, tek tek çöp çekme oyunu oynardı. Mutlu bir baba gibi mi izlerdim onu? Onu öyle görürdüm, kibrit çöpleriyle oynarken. Evimde olurdu, oyun zamanlarında. Ben onun evinden bir parça gibi hissederdim kendimi. Zaman kayması yaparsam nereye varır? Elini tutmuştum, köreldiği bir zaman. Olmuyor. Ben onu severim; o da beni sever mi? Ona soru soramazdım. Ona soracağım şeyleri kendime sorardım o cevaplamış gibi dingin olurdum. Saçlarını bilmiyorum. Zeytinle birlikte anılmayı hak eder miydi acaba saçları? Kör köpekle eğleşen delikanlılar... Onlarla tanıştığım günlerde elimde şeker poşeti vardı. Kör köpek ağlayamazdı; ben ağlardım. O, çocukluğumda, beni bağrına basabilecek biriydi. Kim gibi? Parmaklarından süslü kaşıklar fışkırabilecek kadın derviş zannederdim, heyecanım dinerdi; değildi tabi. Yanında marş söylemekten utanacağım biriydi aynı zamanda. Terbiye görmüş, dilinden hiçbir zarar gelmez ama avare biriydim. Onunla olduğum zamanları kastediyorum. Bu nasıl bir kasıt? Onu biliyor gibi haylazım.

(Vakt-i zamanında bir adam varmış... Sevgilim bana masal anlatıyor. Masal dinlemek istediğim en son kişi. Sevgilimin rüyalarını dinlemek isterdim. Penceremin önünde bir kamyon duruyor. Benim değil. Kimin bilmiyorum. Karanlıkta sessiz duruşu, işaret parmağımı kendine çekiyor. Parmağım ona doğru hareketleniyor. Bir şey işaretleyecek, ona dair, onu anlatan bir parçaya işaret edecek. Parmağımda karıncalanma var. Telefon faturasına daldığım zaman bile onun gülümseyen yüzünü duyumsayabiliyorum. Hüzün bulaşığı gülümsemem taklitmiş gibi duruyor yüzümde. Aynasız biliyorum böyle olduğunu. Kırmızı kalem, ince uçlu, kabarık ücretli konuşmaları işaretliyorum, telefon çalacak zannediyorum. O an, telefon çalacak gibi olduğu an, ilk arayan odur diyeceğim, kim olursa olsun. Kim arasın bu saatte? Hangi saat o? Hangi saatte çalacak gibi oluyor telefon? Unuttuğum zaman Mesut arıyor, o değil ki, Mesut kalın sesli bir rüyadır. Hatırladım -ne saçma- saçları iki yandan bağlanmış kız çocuklarını çok seviyor o. Kolunu özenle kaldırıp, elini içe doğru büküyor -belki bilerek yapmıyor bunu, tabi bilerek yapmıyor- çocuğun saçlarını seviyor. O çocuk zeytin saçlı işte. Tokalarının rengini bilmiyorum. Renkli bir olgu da değil hissettiğim. Şaşırtan bir temaşa, diyeceğim, ne şaşırıyorum ne tam bir temaşa bu. Düzenli düşünmeye çalıştıkça, kayıp anlamlar ürüyor. Mutlu bir tesadüf. Zamanı gelince "pıt" yere düşecek, çatlamış kabuğundan kızıl sular sızacak, keskin çakıl taşlarına kurumuş lekeler bırakacak bir nara hasret o. Saçlarım diken diken oluyor, ürpertili güzellik.)

Uzunca boyludur. Yürüyüşü bu yüzden yorgun hissi veriyor olmalıydı bana.
(Kurduğum cümlelerden de ürperiyorum çokça. İşte, uzunca boyludur, dedim. Şimdi mi bildim bunu? O mu söyledi, aşikar mı oldu ansızın?)
İkimiz de -hatta bir kişi daha vardı- Kızılderilileri severdik. Onlardan bahsederken dinlerdi beni. Onun beni dinlemesi içimi ışıtırdı. Ne anlattığımı unuturdum. O, ne anlattığımı önemsiyordu.

(Ona aşık mıyım?)
Pınarları çok sevdiğini söylemişti bir keresinde. Sesinde o gün bir vurgu hatası olmadı. Şırıl şırıl konuştu. Plastik kapılar kapalıyken şehrin homurtusu dışarıda kalmıştı. Onu duymak ne güzeldi.

(Adı neydi? Güzel, demiştim. Eminim, ona aşık değilim. -Ben istemesem de zaman kayması oluyor- Geçmişte bir yerlerde arıyorum onu. Bu günde bulmaktan korkuyorum. Kapının şırkını -evet, şırklı bir kapı- kaldırışı var zihnimde. Geçmiş zaman olmalı. Bu tezimi yalanlayan bir çok şey de söyledim demin. Onu seviyorum.)

Onun çirkin olduğundan söz etmiş miydim? Aşık olmak hakkın değil, derdi bana. Haksız bulurdum onu. Aşık olmak elimde, derdim. Değil, derdi. Yapma, derdim, yapma böyle! Dudak bükerdi, dudak büküşü güldürürdü beni. Bazı elinde çantayla görürdüm, nereye gittiğini yine kendime sorardım. Bir tek bu sorunun cevabını tam veremezdim.

(Keşke uyanabileceğim bir rüya olsa bütün bunlar. Onu özlüyorum. Geniş bir zaman dilimi ama yaydığım bir sofra bezi gibi düşünüp de söyledim zamanı. Ekmek kırıntıları kuruyuveriyorlar, fırından ne zaman çıktıklarını kuşlar bilir. Kim olduğunu sorup durmasam belki o zaman daha fazla açılacak bana.)

Bakar mısınız, sizi bir yerden tanıyor muyum?
 
Üst