Konya Hakkında Bilgi

#1
Sponsorlu Bağlantılar
Konya Genel Bilgi



Topraklarının büyük bir bölümü İç Anadolu Bölgesinde, bir bölümü de Akdeniz Bölgesinde bulunan Konya, Türkiye’nin yüzölçümü itibari ile en büyük ilidir. Konya’nın doğusunda Niğde, güneyinde İçel ve Antalya, batısında Isparta ve Afyonkarahisar, kuzeybatısında Eskişehir, kuzeyinde de Ankara illeri yer almaktadır. Anadolu’nun orta kesiminde yer alan il toprakları bir plato görünümündedir. Bu platonun kuzey kısmında yer alan ve doğu-batı doğrultusunda uzanan Bozdağlar’ın üzerindeki tepeler farklı yükseklikte olup, bunların en yükseği Karadağ Tepe (1.919 m.)’dir. Bu tepeler arasında da yer yer geçitler bulunmaktadır. Kuzeyden güneye doğru uzanan Sultan Dağları (2.169 m.), Aladağlar (2.339 m.), Loras Dağı (2.040 m.) ve Eşenler Dağı (1.951 m.) ilin batısını engebelendirir. Toros dağlarının sınırladığı Geyik Dağı (3.130 m.), Bolkar Dağları (3.134 m.), Aydos Dağları (3.240 m.) ilin güneyindeki başlıca engebelerdir. Konya’da Karapınar Ovası’nın güneyinde Karacadağ (2.025 m.), güneybatıdaki Erenler Dağı (2.319 m.), batıdaki Takkeli Dağı (1.400 m.) diğer volkanik kütlelerdir.

Konya ili, doğal açıdan kuzeyinde Haymana platosu, kuzeydoğuda Cihanbeyli Platosu ve Tuz Gölü’ne, batısında Beyşehir Gölü’ne ve Akşehir Gölü’ne, güneyinde Sultan Dağları’ndan başlayan Karaman ilinin güneyine kadar devam eden, Toros yayının iç yamaçları önünde bir fay hattı boyunca oluşmuş volkanik dağlara, doğusunda ise Obruk platosuna kadar uzanmaktadır. Volkanik dağların dışında, Karapınar yakınlarında kül konilerine rastlanır. Bunlar genç volkanik faaliyetler sonucunda oluşturulmuş küçük konilerdir. Konya’nın ormanları ve su kaynaklarının büyük bölümü buradaki yükseltilerde yer almaktadır. Bölgenin güneyindeki kireç taşlarından oluşmuş yükseltilerin bulunduğu yerlerde mağaralar oluşmuştur. Bunlardan Çamlık mağaralar ve Seydişehir’de bulunan Tınaztepe mağarası , en önemlileridir.

Güneyden kuzeye, batıdan doğuya doğru alçalan Konya’nın büyük bir bölümünü oluşturan platolar bulunmaktadır. Ortalama yükseklikleri 1.000 m.ye ulaşan, geniş düzlüklerden oluşan Cihanbeyli ve Obruk platoları bunların en önemlileridir. Obruk platosunda kireç taşı tabakaları üzerinde gelişmiş karstik şekillerden olan obruklara rastlandığından, plato bu isimle anılmıştır. Bu obrukların en büyüğü Kızören obruğudur. Konya’nın kuzeydoğusunda yer alan Kızören obruğu kireç taşlarının çözülmesi ile oluşmuştur. Ayrıca obruk içerisine suların dolması ile aynı ismi alan bir de göl oluşmuştur. Obruk platosu yörenin en çukur yeri olan Tuz Gölü ile Konya ve Ereğli ovalarını birbirinden ayıran bir eşik görünümündedir. İlin kuzeyinde, Tuz Gölü’nün batısında Cihanbeyli platosu yer almakta olup, genel olarak kireçtaşı tabakaları ile kaplıdır. Bu plato akarsular tarafından az parçalanmış dalgalı bir yüzeye sahiptir.

Konya platolarından sonra en fazla alanı kaplayan ovalar genellikle buradaki bir gölün ortadan kalkması veya göl tabanındaki alüvyonların birikmesinden ötürü ortaya çıkmıştır. Obruk platosunun kuzeyindeki çukur alanda Tuz Gölü, güneydeki Hotamış bataklığı ile İvriz bataklıkları burada oluşan eski göl kalıntılarıdır.

Konya ve Ereğli ovaları ilin en geniş ovalarıdır. Bu ovalar Konya ve Ereğli arasında geniş düzlükler şeklinde uzanırlar. Konya ili bu ovaların batı ucunda kurulmuştur. Çumra, Karapınar ovaları ile Bozdağların kuzeyinde yer alan Altınekin, Sarayönü ve Kadınhanı ovaları ilin başlıca ovalarıdır. Bu ovalar dışında; Beyşehir ovası, Seydişehir ovası, Doğanhisar ovası ile Yukarı Sakarya ovalarının güney ucunu oluşturan Yunak ve Akgöl ovaları bulunmaktadır.

Konya ili sınırları içerisinde daha çok mevsimlik ve sel rejimli akarsular yer alır. Buradaki akarsuların boyları kısadır. Konya ilinin geniş sahaları, kapalı havza olması sebebiyle akarsular ova tabanlarındaki bataklıklarda kaybolur. Bölgedeki akarsular kar ve yağmur suları ile beslenirler. Konya’daki yağış rejimi düzensiz olduğu için bu akarsuların rejimi de düzensizdir. Bir çoğu, yaz aylarında kururlar; ancak ilkbahar ve yaz aylarında kısa süreli sağanak yağışlar ile sel baskınlarına sebep olabilmektedir. Konya’da akarsuların su toplama havzaları farklı yönlere akış gösterirler. Bunlardan Yukarı Sakarya Nehri’ne ulaşan Gökpınar Deresi ile Karadeniz’e, Göksu Nehri’nin kuzey kolu olan Hadim Çayı, Manavgat Nehri’nin yukarı havzası çevresindeki dere ve çaylar açık havza niteliğinde olup sularını Akdeniz’e ulaştırırlar.

Bu akarsulardan Tuz Gölü, Çavuşçu Gölü, Beyşehir Gölü, Ereğli Ovasındaki Akgöl, Hotamış Bataklığı çevresindeki yükseltilerden kaynağını alan dereler ise, kapalı havza şeklindeki bu alanlara dökülürler. İlin güneyindeki kapalı havzanın merkezinde Konya ve Ereğli ovalarında kuraklık nedeniyle göl oluşmaz ve buradaki yükseltilerden kaynağını alan dereler ovada kaybolurlar.

Konya’da yer alan en büyük ve en önemli akarsu Çarşamba Suyu’dur. Kaynağını Bozkır ilçesindeki yükseltilerden aldıktan sonra Beyşehir Gölü’nün ayağı ile birleşerek Çumra Ovası sular. Çarşamba Suyu üzerinde, sel sularını önlemek ve sulama amaçlı Apa Barajı kurulmuştur. Konya ilinde Meram Çayı, Sille Deresi, May Deresi, İvriz, Bolasan, Çiğil, Doğanhisar İnsuyu, Göksu, Adıyan, Engilli, Çavuşköy, Karasu Çayları da diğer önemli akarsulardandır. Şehrin içme ve kullanma suyu olarak kullanılan Hatıp, Çayırbağı, Mukbil ve Dutlu Suyu ve Hotamış Bataklığı çevresindeki çeşitli su kaynakları da bulunmaktadır.

Konya ili sınırları içerisinde bir çok tabii göl ve bataklık bulunmaktadır. Bunların bazılarının suları acı ve tuzlu, bazılarının da tatlıdır. Bu göller oluşum yönünden de birbirinden farklı özellikler gösterirler.

Kapalı bir havzanın merkezindeki Tuz Gölü Türkiye’nin yüzölçümü olarak ikinci büyük gölüdür. Yaz aylarında buharlaşma nedeniyle küçülen gölün derinliği 12 m. civarında olup, kuruyan kesimlerde oluşan tuz tortulları Türkiye’nin tuz gereksinimini karşılamaktadır.
Konya-Isparta sınırı üzerinde, Konya’nın batısında yer alan Beyşehir Gölü, Türkiye’nin 3. büyük gölüdür. Aynı zamanda en büyük tatlı su gölüdür. Tektonik-Karstik olaylardan oluşan Beyşehir Gölü, aynı zamanda Türkiye’nin en önemli milli parklarından biridir. Su ürünleri açısından ekonomik değeri yüksek olan Gölün iki plajı, 22 adası ve pek çok kayalığı bulunmaktadır. Göl Ornitolojik bakımdan önemli bir kuş üreme, barınma, beslenme ve konaklama merkezidir. Tektonik olaylardan oluşan, Konya’nın kuzey batısında, Konya-Afyonkarahisar il sınırında yer alan Akşehir Gölü’nün suyu tatlıdır. Sulama suyu olarak kullanılmakta olup kamış üretimi de yapılan göl, su ürünleri açısından ilin ekonomisinde önemli yer almaktadır.
Konya’nın tektonik oluşumlu göllerinden Suğla Gölü, ilin güneybatısında, kuzeybatısında Ilgın (Çavuşçu) Gölü yer almaktadır. Ayrıca Ereğli ilçesinin batısında, İvriz Deresi’nin suları ile beslenen Akgöl sazlıklarında 200’ün üzerinde kuş türü yaşamaktadır. Küçük bir göl olan Yunak Gölü’nün çoğu yeri bataklıktır. Bunların dışında Konya’nın karstik sahalarında, karstik şekillerden olan obrukların sularla dolması ile çok ufak göller meydana gelmiştir. Bunlar Kızören obruğu, Timraş obruğu, Obruk gölü, Çiralı gölü, Meyil gölüdür. Ayrıca il topraklarında volkanik göller de bulunmaktadır. Bunlar; volkan konilerinin çevresinde volkanizmanın etkisi ile daire şeklinde çanaklar oluşmuştur. Bu çanaklara suların dolması ile Acıgöl Maarı ve Meke Gölü gibi küçük maar gölleri meydana gelmiştir. Bu krater göllerinin içerisinde magnezyum sülfat çözeltileri vardır. Bu nedenle suları acıdır ve gölde canlı yaşamaz. Meke Gölü, Kültür Bakanlığı, Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 1.Derece Doğal Sit Alanı ilan edilmiştir. Konya ilinde Çumra, Ereğli, Cihanbeyli, Akşehir, Yunak ovalarında yaklaşık 20 ila 100 m. arasında zengin yer altı suyu bulunmaktadır.

Konya ili sınırları içerisinde Türkiye’nin en büyük alüminyum (boksit) ve magnezit yataklarının yanısıra, kömür, kil, çimento hammaddeleri, kurşun-çinko, barit madenleri ile önemli oranda yer altı suyu rezervleri bulunmaktadır. Alüminyum (boksit) yatakları Seydişehir ilçesi güneyinde Üst Kretase zaman aralığında karasal ayrışmalarla meydana gelmiştir. Magnezit yatakları ise Meram ilçesi sınırları içerisinde olup tek başına hem Konya’nın hem de dünyanın en büyük rezervli (80 milyon ton) magnezit yatağıdır. Yunak civarında Magnezit ve az miktarda lüle taşı yatakları bulunmaktadır. Ilgın (Haremi Kurugöl), Beyşehir ve Seydişehir ilçelerinde Pliyosen yaşlı toplam 750 milyon ton rezervli linyit kömürü yatakları bulunmaktadır. Beyşehir, Selçuklu ve Ilgın civarında önemli miktarlarda kil yatağı vardır. Ayrıca Bozkır’da barit, Hadim (Kızılgeriş) ve Bozkır’da (Küçüksu) kurşunçinko yatakları bulunmaktadır. Ayrıca Konya’nın birçok yerinde çimento hammaddelerinden kil, kalsit, jips, tras, kireçtaşı ve dolomit gibi hammaddeler bulunmaktadır. Konya ve çevresindeki Çumra, Ereğli, Cihanbeyli, Akşehir, Yunak ovalarında yaklaşık 20-100 metreler arasında yer altı suyu bulunmakta ve bazı yerlerde bu su artezyen yapmaktadır.

Konya ilinde en fazla alana sahip yeryüzü şekli ova ve platolardır. Ovaların tabanlarında yer alan çukur kısımlarında kapalı havzalar oluşmuştur. Yükseltiler az yer tutar, genellikle ilin güneyinde toplanmıştır. Ovalar, platolarla birbirinden ayrılmıştır. Platolar akarsular tarafından fazla derin parçalanmamıştır. Açık havza kısımları da vardır. Deniz seviyesinden ortalama yüksekliği 1.016 m.dir. Yüzölçümü 39.000 km2, toplam nüfusu 2.217.969’dur.

Konya ilinde karasal iklim hüküm sürmekte olup, yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk, sert ve yağışlı geçer. Konya 326 mm. ile Türkiye’nin en az yağış alan bölümüdür. Konya ili içerisinde geniş düzlükler olmakla birlikte ovalar ve platolar arasında iklim elemanlarının değerlerinde farklılıklar olmaktadır. Yüksekliğe bağlı olarak sıcaklık düşmekte, yükseltilerde ise tamamen farklı olmaktadır. Konya’da yıllık ortalama sıcaklık 11.5 derecedir. Temmuz ayında ortalama sıcaklık 23 derecedir. Ocak ayında ortalama sıcaklık 0 derece civarındadır. Maksimum sıcaklık 40.0 derece ve minimum sıcaklık 28.2 derecedir.

İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, sanayii, halıcılık ve turizme dayalıdır. Yetiştirilen başlıca tarımsal ürünler; buğday, arpa, şeker pancarı, nohut, kuru fasulye, patates, soğan, yulaf, çavdar, mercimek, ayçiçeği, fiğdir. Meyve olarak, üzüm, elma, kavun, armut, karpuz, kiraz, vişne yetiştirilir. Sebzecilikte ise; domates, havuç, lahana, pırasa, sakız kabağı, fasulye, ıspanak ve salatalık yetiştirilmektedir. Hayvancılıkta büyük ve küçükbaş hayvan besiciliği yapılmakta olup, sığır, Ankara keçisi, kıl keçisi, tiftik keçisi ve koyun yetiştirilir. Tavukçuluk, arıcılık da yapılmaktadır. Akarsu ve göllerde de tatlı su balıkçılığı yapılmaktadır.

İldeki belli başlı sanayii kuruluşları, dokuma, şeker, un, bisküvi, meyve suyu, tuğla, kiremit, tarım makineleri, makarna, bulgur, irmik, rafine tuz, salça, deri ve deri konfeksiyon, yonga levha üreten fabrikalar ve iş yerleri bulunmaktadır. Küçük sanayiinin belli başlı etkinlik kolları arasında; tarım araçları, metal eşya üretimi, dokumacılık, orman ürünleri ve gıda sektörleri bulunmaktadır. Konya, Beyşehir, Ladik’te halı dokumacılığı ön plandadır. Konya’nın Mevlâna’dan ötürü turizmi ekonomide ön planda gelmektedir. Ayrıca Konya’daki müzeler, Selçuklu eserleri, orman içi dinlenme yerleri, Meram Bağları, Akşehir’de Çamlıköy, Beyşehir’de Yakamanastır, Kaleçamlığı, Kızılören Çamlığı diğer turistik nitelikli yerleridir.

İl topraklarında, tuz, linyit, civa, barit, kireçtaşı, bentonit, magnezit, alimünyum, asbest, sepiyolit (lületaşı), kurşun, çinko, çimento hammaddesi, dolomit, jips, tras, kil, kalsit hammaddesi yatakları bulunmaktadır.

Konya’nın eski çağlardan, günümüze değin çok fazla değişime uğramayan ismi vardır. Söylentiye göre; eski çağlarda kente zarar veren bir canavarı öldüren kişiye şükran ifadesi olarak bir anıt yapılmış, bunun üzerine de bu olayı anlatan bir resim çizilmiştir. Bu anıta da İkonion ismi verilmiştir. Zamanla İkonion adı, İcconium’a dönüşmüştür. Roma döneminde İmparatorların adlarıyla değişmiş, Claudiconium, Colonia Selie, Augusta İconium gibi isimlere dönüşmüştür. Bizans kaynaklarında Tokonion olarak geçen Konya’ya Ycconium, Conium, Stancona, Conia, Cogne, Cogna, Konien, Konia isimleri yakıştırılmıştır. Arapların Kuniya dedikleri bu isim, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de değişmemiş, günümüze kadar gelmiştir.

Konya’nın ilk yerleşimi Neolitik Çağa (MÖ.8000-5500) kadar inmektedir. Bunu Kalkolitik Çağ (MÖ.5500-3500), İlk Tunç Çağı (MÖ.3500-2000) yerleşimleri izlemiştir. Ayrıca Karahöyük ve Ereğli’de yapılan araştırmalar Hitit döneminde de yörede yerleşim olduğunu göstermiştir. Neolitik Çağa ait yerleşimlerin Canhasan, Çataklhöyük ve Erbaa’da; Kalkolitik Çağa ait yerleşimlerin Canhasan, Çatalhöyük; İlk Tunç Çağına ait yerleşimlerin Alaaddin Tepesi ve Karahöyük’te olduğu yapılan kazılarda ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan Konya Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinin bulunduğu bir ildir.

Konya’nın Çumra İlçesi’nin 10 km. doğusunda yer alan Çatalhöyük’te yapılan kazılarda 13 yapı katı ortaya çıkarılmıştır. Buradaki en erken yerleşim katı M.Ö. 5500 yıllarına tarihlendirilmektedir. Burada ilk ev mimarisi ve ilk kutsal yapılara ait özgün buluntularla karşılaşılmıştır. Çatalhöyük’teki yerleşimin, şehirciliğin en iyi bilinen dönemi 7. ve 11. katlarda ortaya çıkmıştır. Bu evler tek katlı olup, girişler damdaki bir delikten merdivenlidir. Evlerin duvarları sıvalı, üzerlerine resimler yapılmıştır. Bunlar eski çağ insanının duvarlara yaptığı ilk resim örnekleridir. Ayrıca Çatalhöyük kazısında ele geçen heykelcikler, ana tanrıça kültürü ibadetin başlangıcı ve zamanın inançları hakkında özgün bilgiler vermektedir.

MÖ.XIII.yüzyılda Hititler yöreye egemen olmuş, Eflatunpınar ve Ereğli’deki kaya kabartmaları da bu dönemden günümüze kadar ulaşmıştır. Hititlerin ardından yöre Friglerin ve Kimmerlerin egemenliğine girmiştir. MÖ.VII.yüzyılda Lydialıların, MÖ.VI.yüzyılda Perslerin egemenliğindeki yöre, Kapadokya Satraplığının sınırları içerisinde kalmıştır. Büyük İskender’in Pers Devletini Anadolu’da ortadan kaldırması ile birlikte MÖ.334’te Makedonya Krallığına bağlanmıştır. Konya yöresi MÖ.I.yüzyılda Pontus yönetiminde kalmış, daha sonra Pontus ve Romalılar arasında zaman zaman el değiştirmiştir. MS.VII.yüzyılın başlarında Sasaniler, yüzyılın ortasında Araplar kısa süreli de olsa yöreye hakim olmuşlardır.

Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Oğuz boyları Anadolu’ya hakim olmuş, Alparslan’ın komutanlarından Kutalmışoğlu Süleyman Şah Konya ve yöresini fethettikten sonra batıya yönelmiş, Anadolu Selçuklu Devleti de 1074’te kurulmuştur. Anadolu Selçukluları devletin başkentini İznik olarak seçmişlerse de I.Haçlı seferi sırasında İznik’i kaybedince Konya’yı kendilerine merkez yapmışlardır. Bundan sonra Konya Anadolu Selçukluları’nın mimari eserleri ile bezenmiş ve kısa sürede Anadolu’nun en gelişmiş kentlerinden biri olmuştur.

Anadolu Selçukluları döneminde Konya, kültür ve sanatta altın çağını yaşamıştır. Devrin ünlü bilginleri, filozofları, şairleri, mutasavvıfları, musikişinasları ve diğer güzel sanatların üstatlarını bir araya getirmiştir. Bahaeddin Veled, Mevlâna Celaleddin başta olmak üzere Kadı Burhaneddin, Kadı Sıraceddin, Sadreddin Konevi, Şahabeddin Sühreverdi gibi bilginler, Muhyiddin Arabî gibi mutasavvıflar Konya’da yerleşmişler, verdikleri eserlerle şehri bir kültür merkezi haline getirmişlerdir. Özellikle Mevlâna fikir ve felsefesi ile insanlığı aydınlatmış Mesnevi, Divan-ı Kebir gibi eserleri ile Anadolu’daki ilk aydınlanma felsefesinin temelini atmıştır. Nasreddin Hoca da güldüren ve düşündüren fıkraları ile Konya’nın kültür ve sosyal hayatının gelişmesinde büyük katkısı olan bilge bir kişidir.

Bu dönemde Konya’da kütüphaneler açılmış, tarih, edebiyat, felsefe, sanat, tıp, kozmoğrafya, hukuk ve din alanında, tarihi ve kültürel atılımlar yapılmış, buna bağlı olarak medreseler, camiiler, kütüphaneler, türbeler, çeşmeler, kaleler, hanlar, hamamlar, çarşı ve bedestenler, köprüler, saraylar yapılmıştır.

Konya, Anadolu Selçukluları’nın yıkılmasına (1308) kadar Selçukluların başkenti olmuş, daha sonra Karamanoğulları’nın eline geçmiştir. Yıldırım Beyazıt 1398’de Konya yöresini Osmanlı topraklarına katmışsa da Ankara Savaşı’nda (1402) Timur’a yenilince Karamanoğlu Beyliği yeniden kurulmuştur. Bu arada Moğollar bir süre Konya ve yöresine egemen olmuşlardır. Bundan sonra Osmanlılar ile Karamanoğulları yöre için sürekli çekişmiş ve sonunda Fatih Sultan Mehmet Karamanoğlu Beyliği’ni 1465’te ortadan kaldırınca Konya da Osmanlı topraklarına dahil olmuştur.

Fatih Sultan Mehmet Rumeli (Sofya), Anadolu (Kütahya), Rum (Tokat) Eyaletlerinden sonra dördüncü eyaleti merkezi Konya olmak üzere kurmuştur. Konya’daki Karaman eyaleti başına ilk zamanlarda, Osmanlı şehzâdeleri vali olarak atanmıştır. Bunlar, Fatih’in ortanca oğlu Şehzâde Mustafa, küçük oğlu Şehzâde Cem, II. Beyazîd’ın büyük oğlu Şehzâde Abdullah, Şehzâde Mehmet’tir. Böylece bu Osmanlı şehzadeleri 1470’ten 1513’e kadar eyaleti yönetmişlerdir. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Şehzade II.Selim de burada valilik yapmıştır. Tanzimat döneminde eyalet için, Karaman adı yerine Konya denilmiştir.

Mevlevi kültürünün merkezi konumundaki Konya, Celali Ayaklanmalarında büyük zarar görmüştür. Daha sonra Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa 1832’de kenti ele geçirmişse de yapılan Kütahya Antlaşması (1833) ile geri çekilmiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında baş gösteren Delibaş ve Bozkır ayaklanmaları sırasında Konya bir süre isyancıların elinde kalmıştır. I.Dünya Savaşı’ndan sonra 22 Ocak 1919’da İngilizler Konya tren istasyonunu denetimleri altına almış, 25 Nisan 1919’da İtalyanlar burasını işgal etmiştir. Batı Cephesi’nde Yunanlılara karşı İnönü Savaşları’nı kazanılması üzerine, İtilaf Devletleriyle anlaşmazlığa düşen İtalya, 12 Mart 1920’de işgalden vazgeçerek geri çekilmiştir. Böylece Konya işgalden kurtulmuştur.

Cumhuriyetin ilanı ile birlikte il konumuna getirilmiştir.

Konya’da günümüze gelebilen tarihi eserlerin başlıcaları; Çatalhöyük, Beyşehir Erbaba Höyüğü, Beyşehir Eflâtunpınar Anıtı, Fasıllar Anıtı, Ereğli İvriz Kaya Kabartması, Beyşehir Kalesi,Akmanastır (274), Hagia Eleni Kilisesi (327), Sahip Ata Külliyesi (1283), Alaaddin Camisi, Selimiye Camisi (1565), Aziziye Camisi (1676), İnce Minareli Medrese, Sırçalı Medrese , Taş Mescit (1215), Sırçalı Mescid (XIII.yüzyıl), Tahir ile Zühre Mescidi, Beyhekim Mescidi (XIII. Yüzyıl) Mevlâna Türbesi ve Dergâhı, Beşare Bey (Ferhuniye) Mescidi (1219), Erdem Şah Mescidi (1230), Hoca Hasan Mescidi (XIII.Yüzyıl) Gömeç Hatun Türbesi, Hasbey Darül Hüffazı (1421), Karatay Medresesi, Sadreddin Konevi Cami ve Türbesi (XIII.yüzyıl), İplikçi Camisi ve Medresesi (XII.yüzyıl), Dursunoğlu Camisi (XV.yüzyıl), Kapı Camisi (İhyaiyye Camisi) (XV.yüzyıl), Karatay Mescidi (XIII.Yüzyıl), Nasuh Bey Darülhüffazı (XV.yüzyıl), Al Gav Medresesi (XII.-XIII.yüzyıl), Tacül Vezir Medresesi ve Türbesi (XIII.yüzyıl), Beyşehir Eşrefoğlu Camisi (1162), Ereğli Ulu Camisi (XIII.yüzyıl), Karapınar II.Selim Külliyesi (XVI.yüzyıl), Beyşehir Demirli Mescid (XII.yüzyıl), Ahmet Efendi Hamamı (XV.yüzyıl), Mahkeme Hamamı (XV.yüzyıl), Kapı Çeşmesi (XIII.yüzyıl), Nakipoğlu Çeşmesi (XV.yüzyıl), Yusufağa Kütüphanesi (XIII.yüzyıl), Kadı Mürsel Zaviye ve Türbesi, Ebu İshak Kazeruni Zaviyesi, Kalenderhane Türbesi, Tursunoğlu Cami ve Türbesi, Burhaneddin Fakih Türbesi, Siyavuş Veli Türbesi, Meram Hasbey Mescidi, Şeyh Osman Rûmi Türbesi, Ali Efendi Muallimhanesi, Piri Mehmet Paşa Cami, Şerafettin Cami, Hacı Fettah Cami, Nakiboğlu ve Aziziye Camileri, Şeyh Halili Türbesi, Kızılviran Hanı (1205), Horozlu Han (1246-1249), Kadınhan, Akşehir Ulu Camisi (1213), Güdük Minare Mescidi (1226), Seyyid Mahmud Hayrani Zaviyesi (1224)’dir.Ayrıca Atatürk’ün ilk heykellerinden birisi (1926) Konya’dadır. Türk sivil mimari örneklerinden evler bulunmaktadır.
 
#2
Konya Gezgin Gözüyle

İnanç Turizmi
MEVLANA TÜRBESİ VE DERGAHI (Merkez) Türbenin çekirdeği 1230 yılında, Mevlana’nın babası Sultan-ul Ulema Bahaeddin Veledin vasiyeti üzerine buraya gömülüp, üzerine basit bir türbe yapılmasıyla oluşmuştur. Mevlana’nın ölümünden sonra ise Pervane Muiniddin ve karısı Gürcü Hatun tarafından buraya bir türbe yaptırılmıştır. Türbe daha sonra dini ve sosyal işlevli mimari eklemeler yapılarak günümüzdeki şekliyle bir Mevlevi dergahı haline getirilmiştir. Mevlana’nın ölümünden sonra yani 1273 yılından itibaren imarına başlanan dergah Cumhuriyetten sonra müze haline dönüştürülmüştür. Müzede Mevlana ve diğer Mevlevilere ait veya çeşitli yollarla dergaha gelmiş değerli yazmalar, hat ve tezhip örnekleri, maden cam ve ahşap eserler ile Mevlevi musikisi enstrümanları, halı ve kilimler sergilenmektedir.

Türbenin en ilgi çekici kısmı Hz. Mevlana ve oğlu Sultan Veledin kabirleri üzerinde yükselen Kubbe-i Hadra (Yeşil Kubbe) dir. 1396’da Selçuklular döneminde Mimar Bedreddin’in yaptığı kubbe yeşil çinilerle kaplıdır. Türbenin içi alçı rölyef, kalem işi nakış ve yazılarla süslenmiştir. Hz. Mevlana’nın sandukası dönemin ahşap işçiliğinin üstün örneklerindendir. Ancak bu yüksek sanduka şu an babası Sultan-ul Ulema Bahaeddin Veledin üzerinde bulunmaktadır.

Türbenin kuzeyinde XVI. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan Semahane (Mevlevi ayinlerinin, semanın yapıldığı yer) ve mescid kısımları yer alır. Şeb-i Aruz Havuzu ise dergah mutfağının önündedir. Mevlana’nın ölüm yıldönümlerinde, Şeb-i Aruz (Düğün Günü) olarak adlandırılan günlerde havuz etrafında sema töreni yapılır. Hz. Mevlana ölümü Tanrıya kavuşma yani, düğün olarak tanımlandığından bu günler de düğün olarak değerlendirilir. Hz. Mevlana her şeyden önce tam bir insan dostu, barış taraftarı ve büyük bir yol göstericidir.

SAHİP ATA KÜLLİYESİ (Merkez)

Son yıllardaki araştırmalar Sahip Ata Cami’nin aslında bugünkü çifte minareli cepheye kadar uzandığını ve ağaç direkler üzerine ahşap bir cami olduğunu göstermektedir. Selçuklu veziri Sahip Ata tarafından başlandığı ve mimar Kölük Bin Abdullah’ın eseri olduğu yazılıdır. Buna göre, Anadolu Selçuklularının bilinen en eski ağaç direkli camisi olmaktadır. 1283’de tamamlanan türbe ve hanikahla yapı, bir külliye haline gelmiştir. Bu yapıdan günümüze yalnız, şahane çini mozaik mihrap kalmıştır.

LALA MUSTAFA PAŞA KÜLLİYESİ (Ilgın)


Külliye; cami, imaret ve han olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Cami çarşı içinde geniş bir alanı kaplayan külliyenin bir bölümünü teşkil etmektedir.

1576 yılında Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılan külliye bazı kaynaklarda Mimar Sinan’ın eserleri arasında geçmektedir.
İPLİKÇİ CAMİ VE MEDRESESİ (Merkez)

Alaaddin Tepesinin doğusunda, Alaaddin Caddesindedir. Medresenin vakfiyesinden ilk yapının II. Kılıçaslan döneminde vezir Şemseddin Altunbanın (Altıapa) yaptırdığı sanılmaktadır. (XII. yy sonu). Cami ve medrese Hacı Ebu Bekir tarafından 1332’de genişletip yenilenmiştir.

Firuze ve mor çinilerden geometrik geçme motifler ve firuze lacivert çinilerden kıvrık Rumilerden oluşan iki kuşakla çevrili mihrap bu türün Anadolu’daki en eski örneklerindendir. Yapı, eskiliği ve burada Mevlana Celaleddin Rumi’nin ders vermiş olması nedeniyle önemlidir.

EŞREFOĞLU CAMİ (Beyşehir)

Beyşehir İlçesi’nin kuzeyinde, İçeri Şehir Mahallesindedir. 1296-1299 yılları arasında yaptırılmış olup, Anadolu’daki ahşap camilerin en büyük ve orijinalidir.

Taş ve ağaç işlemeleri, kalem işleri, mozaik çini
süslemeleri, Selçuklu sanatının son ve en olgun şekilde gelişmiş bir üslûp beraberliği içinde ahenkli bir bütün meydana getirmektedir.

Tümüyle firuze, lacivert ve mor çini mozaik kaplı mihrap 6 m yüksekliği, 5.50 m genişliğiyle çinili mihrapların en görkemli örneklerindendir. Yapı portalindeki zengin taş süslemeleri, iç mekanda yer verilen çinileri, taşıyıcıları ve minberdeki ahşap süslemeleriyle Beylikler Devri’nin (Eşrefoğlu Beyliği) zevkini yansıtmaktadır.
AK MANASTIR (Haglos Kharitan, Sille)

Konya-Sille arasındadır. Kayaya oyulmuş odalarla onları çeviren yapıdan oluşan manastır M.S. 274’de Saint Horion adlı bir aziz adına yapılmıştır.

HAGHİA ELENİ KİLİSESİ (Sille)

Sille Bucağında, M.S. 327’de İmparator Konstantinus döneminde yapılmış olup, Anadolu’daki ilk Hıristiyan kiliselerindendir. Kilise, İsa, Meryem ve havarilerin resimleriyle süslüdür. Kilisenin iç kapısının üstünde yazılı tamir manzumesinden Mikail Arhonkolan ismine kurulduğu anlaşılan yapı, onarılmış ve boş olarak korunmaktadır.



NASREDDİN HOCA TÜRBESİ (Akşehir)


Akşehir’de kent surunun doğusunda, kendi adıyla anılan mezarlıktadır. Onarımlarla özgün biçimini yitiren yapıya günümüzdeki görünümünü 1905’te Akşehir kaymakamı Şükrü Bey kazandırmıştır. Eski yapıdan yalnızca ortadaki ana türbe kalmıştır. Mermer sandukanın baş ucunda gülmece ustasının yaşamını simgelemek üzere H. 683 (1284) olan ölüm tarihi, tersten 386 biçiminde yazılmıştır.

SİLLE SİYATA MANASTIRI (Merkez)

Konya il merkezinin 8 km kuzeybatısında, erken Hıristiyanlık döneminde önemli bir merkezdir. Bu dönemde başta Akmanastır diğer adı ile Haglos Kharitan (St. Choritan) olmak üzere birçok manastır keşişler tarafından kayadan oyularak yapılmış olup, dünyada kurulan ilk manastırlar arasındadır.

LYSTRA (Hatun Saray-Meram)

Konya’nın güney batısında Hatunsaray Kasabasına bir kilometre mesafede karayolunun sağ tarafında yaklaşık 400 m içerde Zolkara denilen yerdedir.

Lystra Roma imparatoru Agustus devrinde (M.Ö. 6) Nykaoline bölgesinin koloni şehirleri arasına katılmış, daha sonra Hıristiyanlık döneminde önemli bir piskoposluk merkezi olmuştur. Tarsus’tan Yalvaç’a (Antiocheia) gelen St. Paul burada barınamayarak Barnabas ile birlikte Lystraya gelerek burada vaazlar vermiştir. Birinci yılda 12 havariden biri olan Artemus, Lystra piskoposu olmuştur. Günümüzde de Lystra ören yerinde iskan izleri görülmektedir.
MEVLANA MÜZESİ

Bu gün müze olarak kullanılmakta olan Mevlana Dergahının yeri, Selçuklu Sarayının gül bahçesi iken bahçe, Sultan Alaadin Keykubat tarafından Mevlana’nın babası Sultanü’l Ulema Bahaeddin Veled’e hediye edilmiştir. Sultanü’l Ulema 12 ocak 1231 yılında vefat edince türbedeki bugünkü yerine defnedilmiştir. Bu defin gül bahçesinde yapılan ilk defindir. Sultan’ül Ulema’nın ölümünden sonra kendisini sevenler Mevlana’ya müracaat ederek babasının mezarının üzerine bir türbe yaptırmak istediklerini söylemişlerse de Mevlana "Gök Kubbe’den daha iyi türbe mi olur? Diyerek bu isteği reddetmiştir. Ancak kendisi 17 Aralık 1273 yılında vefat edince Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled mevlana’nın mezarının üstünde türbe yaptırmak isteyenlerin isteklerini kabul etmiştir. "Kubbe-i Hadra" Yeşil Türbe denilen türbe dört
fil ayağı (Kalın sutun) üzerine 130.000 Selçuki Dirhemine mimar Tebrizli Bedreddin’e yaptırılmıştır. Bu tarihtensonra inşaat faaliyetleri hiç bitmemiş, 19.y.y. ın sonuna kadar devametmiştir. Mevlevi Dergahı ve türbe 1926 yılında "Konya Asar-ı Atıka Müzesi" adı altında müze olarak hizme başlamıştır 1954 yılında ise müzenin teşhir tanzimi yeniden elden geçilmiş ve müzeni adı "Mevlana Müzesi olarak değiştirilmiştir. Müze alanı bahçesi ile birlikte 65000 m2. İken, yeni istimlak edilerek Gül bahçesi olarak düzenlenen bölümlerle birlikte 18.000 m2. ye ulaşmıştır. Müzenin avlusuna "Dervişan Kapısı" ndan girilir. Avlunun Kuzey ve Batı yönü boyunca Derviş hücreleri yer almaktadır. Güney yönü, Matbah ve Hürrem Paşa Türbesinden sonra, Üçler Mezarlığına açılan Hamuşun (Susmuşlar) kapısı ile son bulur. Avlunun doğusunda ise Sinan Paşa, Fatma Hatun ve Hasan Paşa Türbeleri yanında Semâhâne ve Mescit bölümleri ile Mevlana ve aile fertlerinin mezarlarının da içerisinde bulunduğu ana bina yer alır. Avluya Yavuz Sultan Selim’in 1512 yılında yaptırdığı üzeri kapalı Şadırvan ile Şeb-i Aruz (Düğün Gecesi) havuzu ve avlunun kuzey yönünde yer alan selsebil adı verilen çeşme, ayrı bir renk katmaktadır.

KARATAY MÜZESİ

Karatay Medresesi, Sultan İzzeddin Keykavus II. Devrinde Emir Celaleddin Karatay tarafından, 649 Hicri (1251 Miladi) yılında yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir. Osmanlılar Devrinde de kullanılan Medrese XIX. Yüzyılın sonlarında terk edilmiştir. Anadolu Selçuklu devri çini işçiliğinde önemli yer bulunan Karatay Medresesi 1955 yılında "Çini Eserler Müzesi" olarak ziyarete açılmıştır. Karatay Müzesinde, Beyşehir Gölü kenarındaki Kubat-Âbad Sarayı kazı buluntuları arasında olan duvar çinileri, çini ve cam tabaklar ile Konya ve yöresinde bulunan Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerine ait çini ve seramik tabaklar, kandiller ve alçı buluntuları sergilenmektedir.

SIRÇALI MEDRESE

(Mezar Anıtları Müzesi)
Mezar Anıtları Müzesi, Konya’daki Selçuklu Dvri eski eserlerinden Sırçalı Medrese’de 1960 yılında açılmıştır. Sırçalı Medrese, 1242 yılında Bedreddin Muslih tarafından yaptırılmış, çinilerle süslü açı (avlulu) medreselerden birisidir Konya şehrinde kamulaştırılan mezarlıklardan toplanan tarih ve sanat tarihi yönünden değerle mezar taşları selçukluluar Devri, Beylikler ve Osmanlılar Devri’ne göre tasnif edilerek teşhir edilmişlerdir. Ayrıca Mezar taşları, şekil, motif ve yazı karakterleri de gözönüne alınarak değerlendirilmiş ve kronolojik bir sıraya konulmuştur.

AKŞEHİR MÜZESİ
Akşehir Arkeolog Müzesi: Hitit, Frigg Lidya, Roma ve Bizans dönemi eserleri teşhir edilmektedir.
Atatürk Müzesi: İstiklal Savaşı sırasında Garp Cephesi Komutanlığının karargahı olarak kullanılan tarihi bina, Atatürk Müzesi olarak o günkü özellikleri koruyarak bugünde hizmet vermektedir.

ARKEOLOJİ MÜZESİ

Konya Arkeolojik Müzesi, 1901 yılında Karma Orta Okulunda açılmıştır. Daha sonra 1927 yılında Mevlana Müzesine 1953 yılında İplikçi Camii’ne taşınmıştır. 1962 yılında ise bugünkü müze binası kurularak hizmete girdi. Müzede, Neolitik, Eski Tunç, Orta Tunç (Asur ticaret kolonileri), Demir (Frig, Urartu,), Klasik, Helenistlik, Roma ve Bizans çağlarına ait eserler sergilenmektedir. Neolitik eserler Çumra, Çatalhüyük, Erbaba ve Süberde kazılarında, Eski Tunç Eserler; Sızma ve Karahöyük kazılarında, Asur ticaret kolonileri çağı Karahöyük kazılarında ele geçen eserlerdir. Konya Alaaddin tepesi
kazılarında bulunan Frig çaı kap parçaları ile Konya Karapınar Kıckışla höyükte bulunan çeşitli formlarda Frig çağı kapları ve Lidya kapıları da sergilenmektedir. Yine Kıcıkışla höyükten Klasik Çağ Alabastron, Aryballos, Lekythos ve Kylixler bulunmaktadır. Arkeoloji Müzesinin görülmeye değer eserleri Roma lahitleridir. Roma ve Bizans çağından sunak mezar stel ve Ostotekler müze iç teşhirinde ve bahçede sergilenmektedir. Sille Tatköy ve Çumra Alibeyhöyük’de müzemizce yapılan kabartma kazılarında M.S 6.y.y, ait kilise taban mozaikleri yerinden kaldırılarak müzemizde teşhir edilmektedir.

ETNOGRAFYA MÜZESİ

Bölge Müzesi tarzında eğitim amaçlı olarak inşaa edilen bina 1975 yılında Etnografya Müzesi olarak hizmete açılmıştır. Üç katlı binanın bodrum katında fotoğrafhane, arşiv ayniyat ve etütlük eser depoları, kaloriferhane ile halen çalışmaları devam etmekte olan ve 1999 yılı içerisinde açılması planlanan Halı Kilim seksiyonu bulunmaktadır. Bu bölümde Etnografya Müzesi depolarında bulunan başta
Selçuklu Halı örnekleri olmak üzere, Dünyanın bilinen birkaç halı-kilim dokuma merkezinden birisi olarak kabul edilen Konya Bölgesi’ne ve Türkiye sınırları içersinde kalan meşhur halı-kilim dokuma merkezlerine ait halı ve kilimler sergilenecektir. Zemin katta teşhir salonu ve Dr. Mehmet ÖNDER Konferans Salonu; birinci katta bürolar, idari hizmet servisleri, kütüphane ve eser depoları bulunmaktadır.Teşhir salonunda satın alma, hediye ve başka müzelerden devir yolu ile müzeye kazandırılan daha çok Konya ve çevresine ait etnografik eserler sergilenmektedir.

İNCE MİNARE MEDRESE (Taş ve Ahşap Eserler Müzesi)

Selçuklu Vzeiri sahip Ata Fahreddin Ali tarafından hadis ilmi okutulmak üzere (Hicri 663) 1254 yılında yaptırılmıştır. Mimarı Abdullah oğlu Kelük’tür Selçuklu taş işçiliği Şaheserlerinden olan taç kapısı üzerinde kabartmalı geometrik ve bitkisel bezemelerle birlikte Selçuklu sülüsüyle yazılmışı "Yasin ve Fetih" sureleri vardır.Binanın iç mekanları avlu, eyvan, dershane, ve öğrenci hücrelerinden oluşur.Minare kaidesi kesme taşla kaplı tuğla malzeme kullanılarak yapılmış ve ön cephede akant yaprağı ile bezelidir. Yarı piramit formlu üçgenle ve oniki köşeli, gövde köşeleri turkuaz mavi sırlır tuğladan yapılmış çift şerefelidir. 1901 ’de yıldırım düşmesiyle birinci şerefeye kadar yıkılmıştır. 1956 yılında müze olarak açılmış olup Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemine ait taş ve ahşap eserler teşhir edilmektedir.

BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ÖZEL KOYUNOĞLU MÜZE VE KÜTÜPHANESİ
Konya’nın köklü ailelerinden A.R. İzzet KOYUNOĞLU, Topraklık mahallesindeki evinde yıllarca toplamış olduğu tarihi eserlere özel bir müze ve kitaplık kurmuştur. Daha sonra kurmuş olduğu müze ve kitaplığı Konya Belediyesi’ne bağışlanmıştır. Konya Belediyesi’nce modern müzecilik anlayışının her türlü ihtiyacına cevap verecek şekilde yaptırılarak bugünkü durumuna getirilmiştir. Müzede arkeolojik eserler ile etnografik eserler sergilenmektedir. Müze bahçesinde bulunan İzzet Koyunoğlu’na ait ev restore edilerek tipik Konya evi örneği olarak ziyarete açılmıştır. Binada eski ve yeni sivil mimari arzı bir arada bulunmaktadır. Müze yazma, basma eserler bakımından çok zengindir.

ATATÜRK MÜZESİ

Atatürk caddesinde yer alan yapı 1912 yılında yapılmıştır. Bina XX. Yüzyıl ulusal mimari örneklerinden olup 1928 yılında Konyalılar tarafından Atatürk’e bağışlanmıştır. 1954 yılında Müze olarak açılmıştır. Müzenin teşhirinde Atatürk’ün kullandığı elbise ve eşyaları ile Konya’nın kurtuluş savaşındaki yerini anlatan belge, fotoğraf ve gazete küpürleri sergilenmektedir.

EREĞLİ MÜZESİ
Arkeoloji ve Etnoğrafik eserlerin beraber sergilendiği bir müzedir. Türk İslam Eserleri, Etnografya, Hitit, Frig, Yunan, Roma ve Bizans dönemi eserleri ise Arkeoloji seksiyonlarında teşhir edilmektedir.

ÖREN YERLERİ

İVRİZ KAYA ANITI
Tuvana Krallığından günümüze kalan en önemli kültür varlığımız ivriz Kaya Kabartması’dır Ereğli ilçesinin 17 km. güneyinde bu gün Hakapınar ilçesine bağlı Aydınkent Köyü içinde, Toroların kuzey eteklerindeki vadilerin birisinde kaya üzerine yapılmış olan bu anıt 4.20 m x 2.40 m. ölçülerindedir. Torosların derinliklerinden gelen zengin kar sularının oluşturduğu tarihi İvriz Çayı’nın kaynağında, o çağlarda da Ereğli ovasına hayat veren bu suyun çıktığı yere, özellikle seçilerek yapılmıştır. Kaya’nın güneye bakan yüzeyine yapılmış olması sebebiyle oldukça iyi korunarak zamanımıza kadar gelmiş bir eserdir.Kabartma M.Ö. 800 yıllarında da bu bölgenin, Tuvana ülkesinin en görkemli krallarından Var-pa-la-waş tarafından yaptırılmıştır. Tanrının yüz kısmını önünde ve kralın arkasında Hitit hiyeroglif yazısı vardır. Bu yazıda "Ben hakim ve kahraman Tuvana Kralı Var-pa-la-waş, sarayda bir prens iken bu asmaları diktim, Tarhundas onlara bereket ve bolluk versin" denilmektedir.

SİLLE (Siyata)
Sille Konya il merkezinin 8 km. kuzeybatısındadır. Bugün merkez belediye hudutları içinde olup, şehir otobüsü çalışmaktadır. Erken Hıristiyanlık dönemini de önemli bir merkezidir. Bu dönemden başka Ak Manastır diğer adı ile HAGİOS Khariton (St.Chariton) olmak üzere bir çok manastır keşişler tarafından kayadan oyularak yapılmıştır. Bu manastırlar dünyada kurulan ilk manastırlar arasındadır.

AK MANASTIR
Geniş ve mağara gibi kayadan oluşmuş olup, mağaraya itaf edilmiş bir kilisesi, 6-7 şapeli ve bir çok hücreleri vardır. Bu manastırda bulanan Mikael Hommenos ve Mikaeles oğlu Abraham’a ait mezar taşlarları Konya Arkeoloji Müzesinde teşhir edilmektedir.

ÇATAL HÖYÜK
Çatalhöyük, Konya’nın Çumra İlçesi sınırlarında olup, İlçenin 10 km. doğusunda yer almaktadır. Höyük, farklı yükseklikte iki tepe düzü olan bir tepe şeklindedir. Bu iki yükseltisi nedeniyle çatal sıfatını almıştır. Çatalhöyük 1958 yılında J.Mellart tarafından keşfedilmiştir, 1961-1963 ve 1965 yıllarında kazısı yapılmıştır. Yüksek tepeni batı yamacında yapılan çalışmalar neticesinde 13 yapı katı açığa çıkartılmıştır. En erken yerleşim katı (1) ise M.Ö. 5500 yıllarında tarihlenmektedir. Stil Kritik yolu ile yapılan bu tarihleme, C14 metodu ile de doğrulanmıştır. İlk Yerleşme, ilk ev mimarisi ve ilk kutsal yapılara ait özgün buluntuları ile insanlık tarihine ışık tutan bir merkezdir. Yapılarda kullanılan malzeme kerpiç ağa ve kamıştır.Çatalhöyük’te 1996 yılına kadar kazılar yapılmamış bu yıldan itaberen üç yıldır İngiliz Arkeoloji Enstitüsü tarafından Ian Hodder başkanlığında kazılar devam etmektedir. Bulunan kazı eserleri ise Konya Arkeoloji Müzesine teslim edilerek bir kısmı teşhir edilmekte diğerleri ise depolarda koruma altına alınmış durumdadır.

SİLLE AYA-ELENA MÜZESİ
Sille, Konya ili, Selçuklu ilçesine bağlı kent merkezine 7 km. uzaklıkta bir yerleşim yeridir. İsa’nın doğumundan 327 sene sonra Bizans İmpartoru Constantin’in annesi Helena, Hac için Kudüs’e giderken Konya’ya uğramış, buradaki ilk hıristiyanlık çağlarına ait oyma mabetleri görmüş, hıristiyıanlara Sille’de bir mabed yaptırmaya karar vermiştir. Mihail Arhankolos adına bu kilisenin temel atma töreninde bulunmuştur. Kilise asırlar boyu onarımlar görerek günümüze kadar gelmiştir. Kilisenin iç kapısının üstünde Yunan harfleriyle yazılmış Türkçe bir tamir kitabesi kilisenin tarihi hakkında bilgi vermektedir. Bu kitabe 1833 tarihlidir. Aynı kitabenin üzerinde ise kilisenin dördüncü tamiratının Sultan Mecit döneminde gördüğünü belirten üç satırlık bir kitabe daha bulunmaktadır. Kilise düzgün kesme Sille Taşı ile yapılmıştır. Avlusunda kayalara oyulmuş odalar bulunmaktadır. Kilisenin kuzeye açılan kapısından dış nartexe girilir. Burada kadınlar mahfeline çıkan iki yönlü taş merdivenler yer almaktadır. Kilisenin ana kubbesi dört fil ayağı üzerinde olup, kilise üç sahınlıdır. Kilisenin içerisinde ahşaptan içerileir alçı süslü bir vaaz kürsüsü ile apsidle ana mekanı ayıran ahşap alçılı kafes bir sanat şaheseridir. Kubbe geçişlerinde ve taşıyıcı ayaklarda Hz. İsa, Hz. Meryem ile havarilere ait resimler bulunmaktadır.

EFLATUNPINAR HİTİT ANITI

Konya İli, Beyşehir İlçesi, içinde bulunmaktadır. Anıt W.J. Hamilton (1849) da bilim dünyasına ilk haber veren kişidir. Daha sonra F.Sarreve J. Garstang ayrı ayrı yayınlamışlardır. Anıt bir su kaynağıdır. Kenarında dikdörtgen taşlar üzerinde kabartmalardan oluşmaktadır. Niteliğin kaybetmeyen kabartmalar ön kısmındaki14 adet taş bloklar üzerine oyulmuştur. Anıtın ilk planı bilinmemektedir. Bu anıt açık hava anıtlarından daha küçüktür. Doğal bir kayaya oyulmamış, her parçanın üzerinde figür bulunan blok taşların örülmesiyle oluşmuştur. Su kaynağının yanında bulunan bu anıtın su toplama havuzunun ilk yapılış tarih araştırılmamıştır. Eflatunpınar Anıtı’nın blok taşları üzerendeki figürler; üstte güneş kursu, ortada tanrıça ve tanrı diye kabul edilen figürerin arasında, yanlarıda ve en alttaki figürler elleri yukarıya doğru kaldırıp tanrı ve tanrıçayı selamlamaktadır. Bu anıt Hitit Krallık dönemine tarihlenmektedir. 1996 yılında Konya Müze Müdürlüğünce Anıt çevresinde temizlik ve kazı çalışmaları başlamıştır. Çalışmalarda anıtın 3.34x3 m. ölçülerinde dikdörtgen planlı bir havuzun parçası olduğu ortaya çıkmıştır. 1998 yılı çalışmalarında anıtın alt kısmında beş adet daha tanrı kabartması tesbit edilmiş olup, ilerideki yıllarda kazı çalışmaları devam ettirilecektir.

KİLİSTRA ANTİK KENTİ
Kilstra Antik Kenti Konya’nın 34 km. güney batısındaki Hatunsaray Bucağının 16 km. kuzey batısındaki Gökyurt Köyü sınırları içerisinde yer almaktadır. Yapılan çalışmalarda M.Ö. III. Y.y. kadar yerleşim olduğu anlaşılmıştır. Listradan (Hatunsaraya gelip Mistiya’ya Beyşehir’e doğru devam eden tarihi kral yolu (Vig Seboste) üzerinde yer almaktadır. Kilistra Antik kentinin M.S. 7. y.y. da Kapodokya benzeri yumuşak kayaların oyulması ile bir çok kaya yerleşmesi oluşturulmuştur. 1998 yılında giderleri İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından karşılanmak üzere Konya Müze Müdürlüğü adına yapılan kurtarma kazısı çalışmalarında, Haç Planlı Şapel, Sümbül Kilise, Büyük Su Sarnıcı ve Şırahanelerde temizlik restorasyon, çevre düzenlemesi yapılmıştır. Haç planlı Şapel iç ve dışı yekpare kaya oyuğu olması nedeniyle eşine az rastlana nitelikte olup M.S. 8.y.y.’a aittir. Sümbül Kilisede M.S. 8.y.y’a ait olup devrini yansıtan süslemeler Bizans Devrine ait Büyük Su Sarnıcı ise karşılıklı yekpare kayaya oyulmuş dörder payeye otura 3 nefli plan gösterir. Çiftli Şırahane ise karşılıklı yekpare iki kay içine oyulmuş çevresi ise bir kompleks halindedir. Doğu Şırahane’nin giriş kapısı eşiğinde M.Ö. I.yy’la ait kentin adını veren bir yazıt bulunmuştur. Bizans devrine ait kaya oyuğu iki ev ortaya çıkartılmıştır. Kilistra antik kenti oldukça geniş alana yayılmış kaya oyuğu yerleşmeleri şeklindedir. Gelecek yıllar yapılacak kazı ve temizlik çalışmaları buranın Ürgüp, Göreme gibi turistik bir yer olmasını sağlayacak

KARAHÖYÜK
Konya il Merkezine 15 km. güney doğusunda Harmancık mahallesindedir. Ulaşım belediye otobüsleri ile sağlanır. Ord. Prof. Dr. Sedat ALP başkanlığında 1953 yılında başlayan kazılar halen devam etmekte olup, üzerinde en az uzun süren çalışma en eski Türk kazılarındandır. Karahöyük’te yapılan araştırmalarda höyüğün M.Ö. 3000 (Eski Tunç Devri-M.Ö. 2000 Asur ticaret kolonileri devri) de iskan edildiği anlaşılmış olup, 27 yerleşik katı tespit edilmiştir. Konya bölgesinin M.Ö. 3000 ve 2000 yıllarının tarihe ışık tuttuğu bilinmektedir. Eski Anadolu’nun en önemli şehir harabeleri arasındadır. Karahöyük kazılarında çıkan buluntular devrinin kültürel ve ticari ilişkileri anlatan belgelerdir. Hitit İmparatorluk Çağı öncesi eski Tunç Devri Mühür sanatının Orta Anadolu’nun güney bölgesindeki en önemli buluntularını veren merkezdir. Grafitolan kap markaları ve bazı mühürler Anadolu’da yazının erken safhalarının araştırılmasında yardımcı olmaktadır.Gaga ağızlı testiler, fincanlar, yonca ağızlı testiler, rhytonar, üzüm salkımı biçimli kandilleri ve diğer buluntular olup ayrıca at nalı biçiminde atkılar devrinin karakteristik eserleridir. Buluntular Konya Arkeoloji Müzesi’nde teşhir ve muhafaza edilmektedir.

BOLAT ÖRENLERİ
Bolat yaylası ören yeri, Hadim, ilçesi Bolat köyü sınırları içinde kalan Temaşalık mevkiindedir. Literataüre adı Astra olarak geçmiş olan antik kent, Hadim ilçesinin kuzey batısında ve Hadim’e 17 km. uzaklıktadır. Hellenistik, Roma ve Bizans devirlerinde iskan gördüğü yüzey buluntularından anlaşılmaktadır. Kentte ait önemli sayılabilecek kalıntılar; nekropol alanı, bouleterion, kilise ve büyük yapıdır.
1992-93-94 yıllarında Konya Müze Müdürlüğü’nce kurtarma ve temizlik çalışmaları yapılmıştır.

NEKROPOL ALANI

Kentin güneyindedir. M.S. 3.yy’a ait bol miktarda mezar steli ve lahit parçaları bulunmaktadır. Stellerde; boğa başları, asma dalı, üzüm salkımları ve medusa başları işlenmiştir. Stellerde insan figürü işlenmiştir.

BOULETEFERİON
Kentin batısındadır. Yüksek bir noktada kurulmuştur. Cave alanının bir bölümü ayakta kalabilmiştir.

SELÇUKLU KÖŞKÜ
Alaaddin Tepesini çeviren iç kalenin kuzey eteğindedir. Sarayın II. Kılınçaslan’a ait olduğu kuvvetle muhtemeldir. Köşk, Alaadin Keykubat I zamanında genişletilerek tamir edilmiş, kare bir plan üzerine harç ve tuğlalarla iki kat olarak yapılmış, altı kat kerpiç ve molozlarla takviye edilmiştir. Köşk bugün harap olmuş bir duvar parçasından ibarettir. Son defa 1961 yılında bu tek duvarın beton bir şemsiye ile muhafazası yoluna gidilmiştir.

KUBADABAD SARAYI
Beyşehir Gölü’nün güneybatı kıyısında, Heyran Köyü yakınındaki alanlardan biri üzerindeiri.1236 Selçuklu Sultanı I. Alaadin Keykubat tarafından yaptırılmış 35x50m. boyutunda yazlık bir saraydır. 1950-1953 yılları arasında Mehmede Önder ve Zeki Oral tarafından yapılan arkeolojik kazılarda bulanan çiniler ve panolar Konya’daki Çini Eserler Müzesi’ne kaldırılmıştır. Saray, Kız Kalesi, tersane, hamam vs.’nin kalıntıları bulunmaktadır. 35x50 m. boyutundaki saraya ait kalıntılar arasında göl kıyısı tarafından ancak sarayın terası yer almıştır.

YERKÖPRÜ MAĞARASI
Konya, İli, Hadim İlçesi sınırının yakınlarında, Göksu Vadisinde bulunmaktadır. Mağaraya Konya-Karaman yoluyla Kayaağzı-Habibler Köyleri üzerinden 116 km.’lik bir yolculukla ulaşılmaktadır. Ayrıca mağaranın bulunduğu Göksu Vadisine Mersin-Silifke üzerinden de ulaşılabilmektedir. Köy yolları stabilizedir.Mağara tamamen bir traverten tüfün içinde yer almaktadır. Türkiye’nin doğası en güzel mağaralarından birisidir.
Göksu Nehrinin, bu traverten tüfünün altına oluşturduğu mağara 5000 m. kadar uzunluktadır. Suyun battığı yerde mağara sifolanmaktadır. Mağaranın çıkış ağzında, Göksu Nehrinin, dışarıdan akan bir bölümü mağaradan çıkar. Diğer bölümüne bir şelaleler ile birleşirken bir doğa harikası oluşturmakta ve derin, mavi göller oluşturarak Göksu Nehri devam etmektedir.

BALATİNİ MAĞARASI
Mağara Konya İli, Beyşehir İlçesine bağlı Çamlık Beldesi ile Derebucak ilçesi sınırlarında yer almaktadır. Konya - Beyşehir - Üzümlü-Manavgat yolunun 45. km’sinden ayrılan yolla Çamlık veya Derebucak üzerinden, bu iki yerleşim merkezini bağlayan stabilize karayolu ile ulaşılmaktadır. Çamlık’a 5 km. Derebucak’a 6 km. uzaklıkta bulunmakta olup Körükini ile Suluin mağaralarının 3 km. kuzeybatısınadır. Toplam uzunluğu 1830 m olan mağaranın düden ve kaynak konumunda iki girişi vardır. Balatini mağarası üst üste bulunan iki farklı seviyeden oluşmuştur. Üst katı oluşturan fosil kolun emini tamamen mağara kili ile kaplıdır. Alt kat olan su taşıyan asıl galeri de ise suyun az olduğu dönemlerde su içinden yürünerek ilerlenebilmektedir. Sadece bir 5 m’den daha derin olan 3 adet Cadıkazanı geçiş tekniği yada bot kullanılarak geçilebilir. Traverternleri, Heykel Odası, ve Dev Cadı kazanları mağaranın görülmeye değer güzellikleridir.

KÖRÜKİNİ MAĞARASI
Kona İli Beyşehir ilçesine bağlı, Çamlık Beldesinin 500 m. Güneybatısında bulunan mağaraya stabilize yola ulaşılmaktadır.
Toplam uzunluğu 1250 m. olan Körükini Mağarasının içinden Uzunsu Deresi geçmektedir. Mağaradan çıkan su değirmen vadisine daha sonra da Değirmen Mağarasına girmektedir. Tamamıyla aktif olan mağarada bot kullanımı hatta büyük kaya blokları arasında şelaleler yapan suyu geçmek ayrıca bir deneyim gerektirmektedir. Mağaraya giriş için yaz ve sonbahar ayları en uygun zamanlarıdır. Bahar ayları aşırı su, sifonlara, şelaleler nedeniyle tehlikeli olabilir.

SULUİN (DEĞİRMEN İNİ) MAĞARASI
Konya İli Beyşehir İlçesine bağlı Çamlık Beldesinin 500 m. Güneybatısında bulunan mağaraya stabilize yolla ulaşılmaktadır. Körükini Mağarasından çıkan Uzunsu Deresi 100 m. Uzunluktaki Değirmen Vadisi boyunca kayalıklar arasında akarak Değirmenini Mağarasına girmektedir. Buradan su dev kaya blokları arasından şelaleler yaparak ilerlerken, mağara çok geniş ve yüksek bir galeri halinde devam eder ve 150 m. sonunda büyük göle ulaşır.

SAKALTUTAN MAĞARASI
Konya iline bağlı Seydişehir İlçesi yakınlarındadır. Mağaraya Seydişehir, Süleymaniye Köyü-Mortaş yolu ile ulaşılır. Dikey bir mağara olan Sakaltutan Mağarasının toplam derinliği 303 m. dir.

SUSUZ MAĞARASI
Mağara, Seydişehir ilçesine bağlı Susuz Köyünde yer almaktadır. Aktif olan mağara, biri yatay diğeri ise 60 m.’lik dikey bir iniş olan iki girişe sahiptir. Mağaranın toplam uzunluğu yaklaşık 2000 m.’dir. Mağara boyunca yer altı nehrinin akışı gözlenmektedir. Özellikle ilkbahar aylarında mağaraya girilmesi tehlikeli olabilir.

TINAZTEPE MAĞARASI
Mağaraya Konya-Seydişehir-Manavgat yolunda Seydişehir’den 35 km. mesafede bulunmaktadır. Toplam uzunluğu 1650 m. Derinliği 65 m. olan mağara Tınaztepe’nin güneybatı yamacında yer almaktadır. Fosil ve aktif olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Fosil bölümüne bahar aylarında girilecek olursa, sayısı 5’i bulan göllerin botla geçilmesi gerekecektir. Sonbahar aylarında suların azalması sonucu aynı galeri yürünerek geçilebilir. Beşinci gölden sonra mağarada 30 m.’lik bir inişle Büyük Salon’a gelinmektedir. Bu salon gölle son bulmaktadır.

PINARBAŞI MAĞARASI
Beyşehir gölü güneyinde bulunan Kızılova Polyesinin güneybatı yamacında yeralır. Beyşehir-Derebucak karayolundan ayrılan bir yol, Kızılova polyesinden geçerek Pınarbaşı Köyüne varırı. Mağara, köyün hemen yakınındadır.Pınarbaşı, Krestase kireçtaşlarındaki belirgin bir fay üzerinde gelişmiş yatay bir mağaradır. İçinden büyük bir karstik kaynak çıkan mağarada geçmesi zor sifon ve göller yer alır. Bu nedenle araştırması zor bir mağaradır. Ayrıca damlataş birikimi yönünden son derce zengindir.

BÜYÜK DÜDEN MAĞARASI
Mağara Konya İli Derebucak İlçesindedir. Konya-Beyşehir-Derebucak yolundan sonra, Derebucak’dan ibradi yönünde, 18’nci km.’de, Kembos Ovası batı kıyısında yer almaktadır.Genişliği 1 km. uzunluğu 15 km. olan Kembos Ovası, bahar aylarında eriyen kar suları ve özellikle Uzunsu Deresi ile gelip toplanan suları bir başka düden olan Feyzullah Düdeni ile birlikte drene etmektedir. Bu düdenlerden batan su Atınbeşik Düden suyu Mağarasından geçerek Manavgat çayına karışmaktadır. Mağarasının turistik bir önemi olmamakla birlikte, speolojik açıdan önem taşımaktadır. 714 m. uzunluğundaki düden de çok sayıda göller, dev cadı kazanları ve sifonlar bulunmaktadır.

FEYZULLAH DÜDENİ
Düden, Konya İlinin, Derebucak ilçesine yaklaşık 25 km. uzaklıktadır. Aktif bir düden özelliğinde olup ilkbaharda, Kembos Polyesinin sularını drene eder.

YAPILAR

A) SİVİL MİMARİ
KERVANSARAYLAR
ZAZADİN HANI

Sultan Alaeddin Keykubat devrinde (633-Hicri 1236 Miladi yılında) Selçuklu Emirlerinden Vezir Sadettin Köpek tarafından yaptırıldı.
Yazlık ve kışlık tiplerin birleşmesinden meydana gelmiş avlu tipte yapılmıştır. Hanın boyu 104 m., eni 62 metredir.Taş yapının dış duvarlarından gayri İslami devirlere ait eserlerden bazı parçalarda kullanılmıştır. Konya-Aksaray yolunun 25. Km’sinde Tömek bucağındadır.

HOROZLU HAN
1248 yılında bugünkü Konya-Aksaray asfaltının 8.’sinde kışlık olarak yapılmıştır.

KIZILVİRAN HANI

Konya-Beyşehir yolu üzerinde olup, Konya’ya 44 km. uzaklıktadır. Kışlık ve yazlık olmak üzere iki tipte yaptırılmıştır.



OBRUK HAN
Anadolu Selçuklu döneminde ticaret yolları üzerinde kurulan hanlardan bir örneği de Obruk Hanıdır. Oburk Hanı, Konya’yı Aksaray’a bağlayan yol üzerindedir.

SULTAN HAMAMI
Larende caddesinde Sahip Ata Külliyesine ait olan Sultan Hamamı bugün de faliyetine devam etmektedir.

MAHKEME HAMAMI
Şerfaddin Cami ile Şemsi-i Tebrizi Cami arasında yer alan tarihi özellikleriyle milletimizin temizliğe verdiği önemi yaşatan (Türk Hamamı) vasıflarını taşıyan mahkem hamamı faaliyetine devam etmektedir.

MERAM HAMAMI
meram mesireliğinde, tarihi köprü çıkışında yer alan Beylikler devrinde yapılmış Meram Hamamı, yeli ve yabancı ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir.

MEYDAN HAMAMI
Akşehir’de 1329 yılında Subaşı Emir Şerafeddin tarafından yaptırılan hamam, bugünde hizmet vermektedir.

ORTA HAMAM
Akşehir ulu camii caddesindeki Orta Hamam Selçuklulardan kalmış olup, Konya Valisi Avlonyalı Ferit paşa tarafından 1900 yılında ciddi bakım ve tamirattan geçirilmiştir. Eski Ulu Camii güneyinde yeralan Karamanoğlu Beyliği devri eserlerinden olan eski hamam soğukluk, sıcaklık ve külhan bölümleriyle hizmet vermeye devam etmektedir.

B) DİNSEL MİMARİ
ALAEDDİN CAMİİ
Anadolu Selçuklu Devri Konya’nın en büyük ve en eski camiisidir. Şehrin merkezine yüksekçe bir höyük olan Alaedin Tepesi üzerinde inşa edilmiştir. Selçuklu Sultanı Rükneddin Mesud I’in son zamanlarında başlanılmış, Kılıçaslan II (1156-1192) devrinde inşaatına devam edilmiş, Sultan Alaeddin Keykubad I tarafından 1221 yılında tamamlanarak hizmete açılmıştır.Camii İslam mimarisi yapı tarzında inşa edilmiştir. Üzeri ağaç ve toprakla örtülmüştür. İçerisi Sütunlar ormanın andırmaktadır. Bizans ve klasik devirlere ait 41 taş mermer sütundan ibarettir. Camiinin en ilginç taraflarından birisi de minberidir. Minber abanoz ağacından birbirine geçmiş olup, Anadolu Selçuklu ahşap işlemeciliğinin en güzel örneklerdir. 1155 yılında Ahlat’lı Mengum Berti tarafından yapılmış bir şaheserdir. Çinilerle süsül mihrabın önünde çini süslü kubbesiyle örtülmüş bir saha mevcuttur. Mihrap ve kubbelerin çinileri kısmen sökülmüştür.

İPLİKÇİ CAMİİ
Alaeddin Caddesi üzerindedir. Şemseddin Altınoba tarafından1201 yılından sonra yaptırılmış, Somuncu Ebubekir tarafından genişletilmiş, yenilenmiştir. (1332) Cami iplikçiler çarşısında bulunduğu için İplikçi Camii adını almıştır. 1951-1960 Klasik Eserler Müzesi olarak kullanılan camii, 1960 yılında tekrar ibadete açılmıştır.

SAHİP ATA CAMİİ VE KÜLLİYESİ
Anadolu Selçuklu Devleti Vezirlerinden Sahip Ata tarafından 1258 - 1283 yılları arasında inşaa edilmiş olan mescid türbe, hanigah ve hamamdan ibarettir. Mimarı Abdullah Bin Kellük’tür.

SADRETTİN KONEVİ CAMİİ VE TÜRBESİ
Konya’nın Şeyh Sadrettin mahallesindedir. 1274 yılında yapılmıştır. Giriş kapısındaki kitabede adı geçen Sadrettin Konevi aslen Malatyalı olup, Konya’ya yerleşmiş, zamanını tanınmış bilginlerindendir. Muhiddin İbni Arabi’den tahsil ve terbiye görmüş, Konya’daki hanikahında hadis ilimleri okutulmuştur. Mevlana’ya derin bir sevgi ile bağlanmıştır.Türbe, Camiinin doğusundaki avludadır. Açık türbeler tipinin ayakta kalan tek örneğidir. Türbenin şekli Selçuklu kümbetlerin benzer. Gövde açık, kaidesi mermer işleme olan türbenin üzerinde, köşeli bir tanbura oturan kafes şeklinde ahşap bir külah vardır.

ŞEMSİ-İ TEBRİZİ CAMİİ VE TÜRBESİ
Şerafettin Camii kuzeyinde eskiden mezarlık olan Şems Parkının içinde yer alır. Bugünkü yapı 1510 yılında Abdürrezakoğlu Emir İshak Bey tarafından mescidle birlikte elden geçirilmiş ve genişletilmiştir. İlk yapının 13. Yüzyılda yapıldığı ileri sürülmektedir. Ancak kim tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Cami bölümüyle bitişik durumda, içten tavanlı dıştan sekizgen tambur üzerine piramidal külahla örtülüdür. Eyvan şeklinde olan türbe mescide kalem işi süslenmiş ahşap Bursa kemeriyle açılır. Diğer yönlerde biri altta, diğeri üstte olmak üzere ikişer penceresi vardır. Türbenin duvarlarında herhangi bir bezeme yoktur. Tavanı geometrik motiflerle bezenmiştir. Üzeri örtülü sandukanın altında önceleri kuyu bulunduğu söyleniyorsa da araştırmalar neticesinde burasının kuyu değil mumyalık olduğu anlaşılmıştır. Gövdesi taştan tambur ve külahı ise tuğladan yapılan türbe 1977 yılında tamiri sırasında orjinalliğin biraz kaybetmiştir.

KADI MÜRSEL (Hacı Hasan Camii)
Hükümet konağının batısındadır. Güney duvarında bulanan kitabesine göre 812 H.- 1409 M. Yılında ve Karamaoğlu Mehmet bey zamanında Hacı Mustafa oğlu Mürsel tarafından yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlı taş ve moloz dolgu yüksekçe bir tabana oturmaktadır. Üzeri çatı ile örülmüştür.

TURSUNOĞLU CAMİİ (Tahir Paşa)
Abdülaziz mahallesindedir. XV. Yüzyıl başlarında Konya eşrafından Tursunoğlu Mehmet Bey tarafından yaptırılmıştır. Beden duvarları taş, kubbe ise tuğladır. Camiinin kuzeyindeki kubbeli son cemaat mahallide tuğladan yapılmıştır. Tek şerefeli ve köşeli bir minaresi vardır.

SELİMİYE CAMİİ
Mevlana Dergâhının batısında inşaatına Sultan Selim II’nin şehzadeliği zamanında başlanmış (1558-1567) arasında tamamlanmıştır. Camii Osmanlı klasik mimarisinin Konya’daki en güzel eserlerindedir. Kuzeyinde altı sütuna istinat ettirilmiş yedi kubbeli son cemaat yeri ve mermer süveli geçme basık kemerli cümle kapısı mevcuttur. Ahşap kapı kanatlarından sağdakine "Mescitti Mümin,suda balık gibidir."İbareler mevcuttur. Son cemaat yerinin sağ ve solunda tek şerefeli iki minaresi vardır.

AZİZİYE CAMİİ
Konya çarşının ortasındadır. Muntazam kesme Gödene Taşı ile yapılan mabed son Osmanlı mimarisinin çok muvaffak bir eseridir. Yerindeki 1671-1676 yılları arasında Şeyh Ahmed eliyle yaptırılan camii yandığı için (1867) Sultan Abdülazizi’in annesi Pertenihal adına yeniden bugünkü Camii yaptırılmış ve bu adla anılmıştır. (1874) Türk Baroku uslubundadır. Altı mermer sütuna oturan üç kubbeli son cemaat yerinin iki ucunda kaideleri şadırvanlı iki minaresi dikkat çeker. Üzeri ferah kubbe ile örtülüdür.

ŞERAFETTİN CAMİİ
Hükümet konağının güney cephesindedir. Camii ilk defa XII. Yüzyılda Şeyh Şerafettin tarafından yaptırılmış 1336 yılında tamamen yıktırılarak Çavuş oğlu Mehmet Bey tarafından inşa ettirilmiştir. Camii gövdesi kesme taşlardan büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbeyi 10 fil ayağı tutmakta, güneyinde bir yarım kubbe ile desteklenmektedir. Mihrabın bulunduğu kısmı dışarıya taşmaktadır. Yarım bir kubbe ile örtülmüştür. Güney kısmı hariç diğer yönlerdeki ikinci kat mahfelleri bulunmaktadır. Camii iç yazı ve nakışlarla dekorize edilmiş olup, mermer işlemeli mimber ve mihrabı takdire değer bir sanat eseridir. Sonradan ilave edilmiş tek şerefeli bir de minaresi vardır. Osmanlı Camii mimarisinin en mümeyyiz vasflarından birisi olan cemaat yerine yer verilmiş olup, altı mermer sütun üzerine oturmuş yedi küçük kubbe ile örtülmüştür.

KAPU CAMİİ
Konya’da merkezde sarraflar (çıkrıkçılar) caddesi üzerindedir. Asıl adı ihyaiyye olup eski Konya Kalesinin kapılarından birini çevresinde yer aldığında Kapı Camii adıyla anılır. Cami ilk defa 1658 yılında Mevlevi Dergahı Postnişinlerinden Pir Hüseyin Çelebi tarafından yapılmıştır. Bir süre sonra yıkılan bu camiiyi 1811 yılında Konya Müftüsü Esenlilerlizade seyyid Abdurrahman yenilemiş, 1867 yılında bir yangın cami ile birlikte bu civarda vakıf dükkanları da yok etmiş. Bu yeni inşaasına dair 1285 H. (18868 M) tarihli kitabesi taç kapısı üzerinde yeralmaktadır. Kapı Cami Konya’da yer alan Osmanlı Dönemine camilerinin en büyüğüdür. Kuzeyinede 10 mermer sütuna istinat eden yüksek bir son cemaat mahalli ve basık kemerli bir cümle kapısı vardır. Ayrıca doğu ve batı yönlerinde de birer kapısı bulunmaktadır. Kesme taşlardan inşa edilen camiinin üzeri dıştan çatı, içten büyüklü küçüklü sekiz kubbe ile örtülüdür. Taş Miharı ve ahşap minberi sadedir.

NAKİBOĞLU CAMİİ
Camii, Nakiboğlu mahallesindedir. Vakfiyesine göre Konya Müftüsü Nakib’ül Seyid İbrahim tarafından 1176 H. (1762 M.) yılında yaptırılmıştır. Kare planlı olup toptan yapılmıştır. Çatı ahşaptır. Kiremit planlı olup toptan yapılmıştır. Çatı ahşaptır Kiremitle örtülmüştür. Minaresi, 1178 H. (1764 M.) yılında Nakib’ül Hac Seyid İbrahim oğlu Mehmet Emin tarafından yaptırılmıştır. Cami zamanla harap olduğu için 1926 yılında minaresi hariç, yıktırılarak yeniden yaptırılmıştır.

MESCİTLER
HASBEY DAR’ÜLHUFFAZI

Gaziâlemşah Mahallesindedir. Karamanoğlu Mehmet II devrinde Hacı Hasbey oğlu Mehmet bey tarafından (1421) "Hafızlar Evi" olarak yapılmıştır. Tuğla örgü gövdesi kare bir plan üzerine oturtulmuş ve üzeri üç taraftan yontma taşlarla kaplanmıştır. Giriş kapısının bulunduğu batı cephesi işlemeli mermerlerle süslüdür. Gövdeden kubbeye klasik üçgen köşebentlere geçirilmektedir. Üçgenlerin ikişer kenarları yeşil çinilerle süslenmiştir. İçerisinde çinilerle süslü güzel bir mihrabı da vardır.

MERAM (HASBEY) MESCİDİ
Konya’nın tarihi bir mesire yeri olan Meram’dadır. Karamanoğlu Mehmet II. De Hasbey oğlu Mehmet adına yapılmıştır. Kesme taşlardan yapılmış, üzeri toprak damla örtülmüştür. Minberi çok sadedir. Caminin yanında birde Dar-ül huffaz vardır. Kare planı üzerine yapılmıştır. Bugün çocuk kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.

ALİ EFENDİ MUALLİMHANESİ
Şerefattin Camii civarındadır. Müderris Ali Efendi tarfından Kuran kursu olarak yaptırılmıştır. Kare plan üzerine taşlardan yapılıdır. Üzeri büyük bir kubbe ile kapatılmıştır. Bugün çocuk kütüphanesi olarak kullanılmaktadır.

NASUH BEY DAR-ÜL HUFFAZI
İstasyon caddesi üzerindedir. Karamanoğlu İbrahim Bey II. Zamanında Kadıoğlu Nasuh Bey tarafından yaptırılmıştır Kare plan üzerine taşlardan yapılıdır. Üzeri sekiz köşeli bir tanbura oturan yüksekçe bir kubbe ile kapatılmıştır. Üç kubbeli bir revakı varken bugün yıkılmıştır.

TÜRBELER
YEŞİL TÜRBE (KUBBE-İ HADRA)
Dört fil ayağı sütun üzerine bir Selçuklu şaheseridir. Kubbeyi hadranın ve kalkamı dıştan 16 dilimli bir külahı vardır. Külahla silindir gövdenin birleştiği yerde Ayet-Ül Kürsi yazılıdır. Kubbe muhtelif motifler süs ve kufi ayetlerle bezenmiştir. Kubbenin altında Mevlâna ve Sultan Veled yatmaktadır. Mezar üzerinde en son Abülhamit II.’nın hediye ettiği altın sim işli bir puşide örtülüdür. Kubbenin doğusunda Sultan - Ü1- Ülema’nın kabri bulunmaktadır. Selçuklu ağaç işlemeciliğinin bir şaheseri olan sandukası yüksekçedir. Arka cephesi görülmediğinden ayakta imiş hissini verir. Bu sanduka Mevlâna için yapılmış, bilahare babasının üzerine kaldırılmıştır.

SULTANLAR TÜRBESİ
Alaeddin Camii içinde kuzeyde, klasik Selçuklu türbeleri tipindedir. Gövdesi kesme taşlardan on yüzlü prizma şeklinde yükselmiş, üzeri tuğladan on köşeli bir pramitle örtülmüştür. Türbe, Sultan Kılınçaslan tarafından yaptırılmıştır. Türbede sekiz çinili sanduka vardır. Aşağıda isimleri yazılı Selçuklu Sultanları; Sultan Mesud I, Kılınçaslan II, Rükneddin Süleymen II, Gıyaseddin Keyhüsrev I. Alaeddin Keysubat I. Gıyaseddin Keyhüsrev II, Kılınçaslan IV, Gayseddin Keyhüsrev III medfun bulunmaktadır.

TAVUSBABA TÜRBESİ
Konyanın tarihi bir mesire yeri ola meram’dadır. I. Alaeddin Kuykubat Devrinde Konya’da ölmüş olan Şeyh Tavus Mehmet-el Hindi’ye aittir. Taş ve tuğladan yapılmış, Tonas kubbeli sade bir eserdir.

ATEŞ BAŞ VELİ TÜRBESİ
Eski Meram yolu üzerindedir. Klasik Selçuklu Kümbetleri tipindedir. Türbe 1285 yılında ölen Mevlevi Ataşy-Baz Yusuf’a aittir Kesme taşlardan sekiz köşeli gövde sekizgen pramit tuğla örtülü bir külahla yaptırılmıştır. Taş söveli kemerli kapısının altında mezar mahsenine inilen bir de kapısı mevcuttur.

GÖMEÇ HATUN TÜRBESİ
Musalla Mezarlığındadır. Selçuklu türbeleri arasında değişik bir karakteri vardır. Bodrum, sivri kemerli beşik tonozlu bir eyvandan müteşekkildir. Büyük bir kısmı kesme taştan, geri kalan kısmı ise tuğladan örülmüştür. Dış görünüş itibariyle bir kaleyi andırmaktadır. Eyvan kemerlerin içinde mozayiklerle süslenmiştir. Türbenin Anadolu Selçuklu Sultanı Rükneddin Kılıç Aslan’ın karısı IV. Gömeç Hatun’a ait olduğu söylenmektedir.

KESİKBAŞ TÜRBESİ
Kalenderhane Mahallesindedir. Kime ait olduğu bilinmemektedir. Klasik Selçuklu türbe örneklerine uygun olarak yapılmıştır Sekizgen bir kaidesi ve gövdesi vardır. Sekizgen bir piramitle örtülmüştür.

TAHİR İLE ZÜHRE TÜRBE VE MESCİDİ
Beyhekim mahallesindedir. Türbe halk hikayelerine geçmiş Tahir ile Zühre’ye aittir Tuğla örtülü bir kubbe olarakyapılmıştır Mescidin doğusunda tuğla moziyiklerle küçük portale oradan çapraz kubbeli bir dehlize oradan da bir kapı ile mescide geçilmektedir. Türbenin alçı relyeflerle süslü bir mihrabı vardır.

EMİR NURETTİN TÜRBESİ
Sephavan Mahallesindedir. Selçuklu emiri Nurettin’e aittir. Sekiz köşeli bir plan üzerne kesme taşlarla yapılmış ve sekizgen bir külahla üzeri kapatılmıştır.

TAÇ-ÜL VEZİR TÜRBESİ
Dede Bahçesi civarındadır. (Kültür Fuar) Klasik Selçuklu kümbetleri tipinde bir külliyeye dahil olarak yapılmıştır. Bu gün külliyede yalnız türbe kalmıştır. Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat I, Gıyasettin Keyhüsrev II, emirlerden Taç - Ül Vezir Seyit tarafından sekizgen bir gövde üzerine sekizgen bir pramit külahtan tuğla ile yaptırılmıştır. İçerisi sekizgen nişle süslenmiş, yuvarlak bir kubbe ile örtülmüştür.

ALİ GAV ZAVİYESİ VE TÜRBESİ
Tarla mahallesindedir. XIV. Yüzyılda inşa edilmiş, medresede bulunan bir zaviyesidir. XV. yüzyılda yaşamış Hacı Bayram-ı Veli ahvalinden Ali Gav Baba metfundur. Eyvanı ve dört odası vardır.

BURHANEDDİN FAKİH TÜRBESİ
Burhandede mahallesindedir. 1454 yılında bilgin ve mutasavvıf Burhaneddin Fakih Paşa için yaptırılmıştır. Kare bir plana oturan gövde sekiz köşeli ikinci bir gövde ile tamamlanmakta ve örtü pramit bir külahla son bulmaktadır. Türbenin içten tuğla örgülü bir kubbe ile örtülüdür. Basit bir sandukası ve mermer kitabesi mevcuttur.
 
#3
Konya Sözlü Tarih


Mevlana Celaleddin Rumi’ye ilişkin söylenceler

Mevlana ile Şems arasındaki yakınlığı çekememektedir.Bunun üzerine Şems birden ortadan kaybolur.Ne zaman nnereye gittiğini bilen yokyutr.

Mevlana üzgün üzgün Konya çarşısında gezerken kuyumcular çarşısında altın varakları dövenlerin çekiçlerinden çıkan uyumlu sesleri duyar.Öyle bir ses oluşmuşturki bu sese kendini kaptırır.eli feracesinin yakasındadır.Evrenin düzeni güneş sistemi,gezegenler,uydularonların ilahi bir düzen içinde dönüşleri aklından geçer.Bu duyguyla dönmeye başlar.Herkes işini gücünü bırakıp onu izlemektedir.gözlerini kaapmışbaşını sağ omuzu üsütne eğmiştir.Bir kolunu gökyüzüne birinide aşağı doğru açmıştır.kendinden geçmiş tüm acılardan sıyrılmıştır.İzleyenler arasında daha sonra Şems’in yerini alacak olan Selahattin Zerkubi de vardır.Mevlana’nın duygularını anlayan Selahattin Zerkubi de dönmeye başlar.çevresindekilere tüm malını mülkünü bağışlayan Selahattin Zerkubi "Şeyhim" der "senden başka birşeye ihtiyacım yoktur."

Mevlevi ayınlerindeki sema böyle başlar.

MEvlana babsının kabrini ziyarete gider.Her yan gül kokmakta,dallarda bülbüller ötüşmektedir.Mevlana bülbüll sesinden bir türlü kendini duaya veremez."İki bülbül bir diyarda ötemez biri susmalı der ve bülbül sesi kesilir.Bir dahada Konya’da bülbül sesi hiç duyulmaz.

Ölünce babaının yanına gömülen Mevlana’nın tabutu toprağa gömülürken babasının tabutunun saygısından ayağa kalktığı söylenir.

Sultan’ul Ulemaya ilişkin söylence

Mevlana’nın babası Sultan-ül Ulema ya ilişkin ise söylence:

Belh’de bir cuma gecesi üç yüz müftü ve din bilgini aynı düşü görür.Muhammet Mustafa bir sahrada çadır kurmuş dinlenmekte sağ yanında Bahaeddin Veled dırmaktadır.Müfütler ve bilginler uzakta diz çökmüş lerdir.Peygamber bu din adamlarına döner ve şöyle der:"bu günden sonra Bahaeddin Veled’e ,Sultan-ül Ulema deyiniz ve öyle hitap ediniz.

Ertesi gün Belh’de ki tüm bilgin ve müftüler Bahaeddin Veled’in müridi olur,aynı düşü gördükleri anlaşılır.Bahaeddin Veled onlar demeden düşünü onlara anlatır.
NASREDDİN HOCA’YA İLİŞKİN SÖYLENCELER

Bir söylenceye göre Halkın düş gücü Hoca’yı Hallac’ı Mansur ve Seyid Nesimi ’yle arkadaş yapar.Buna göre Akşehir Medresesi’nde Seyid Hayrani’nin öğrencisidir.mollalar bu üç arkadaşı çok sevmekte ,zaman buldukça revaklı bahçede toplanan Hoca’nın fıkralarını ,Nesiminin şiirleini Mansur’un öykülerini dinlemektedirler.

Hayrani bir gün köyüne gitmek zorunda kalır.çok sevdiği kuzusunu Nasrettin,Nesimi,Mansur üçlüsüne emanet eder.Bunlar bir gün yanlarına kuzuyu da alıp kırlara açılır.Bir süre sona canları açıkır.Kuzyu kesip yemeye karar verirler.Mansur Kesimi,Nesimi deriyi yüzmeyi üstlenir.Hoca’ya:"Ya sen ne yapacaksın?"diye sorarlar."Seyit efendi hoca ermişlerdendirondan korkarım kuzuya dokunamam ama pişmişine de dayanamam...der kuzuyu kesip yerler.

Seyit Hoca dönünce durumu öğrenir çok kızar."Kim kesti kuzumu çabuk söyleyin" der .Mansur başı önünde :"ben Hoca efendi"der.Nesimi de sözün ardını getirir."bende derisini yüzdüm." Seyit Hoca bu kez de Nasrettin ’e döner "Ya sen sen ne yaptın?" Nasrettin Hoca:"Ben onların hallerine hem güldüm hem de etin ucundan biraz yedim." der.

O zaman Seyit Hayrani şöyle bir bakar ve :"Mansur günün birind esenide böyle kesecekler,Nesimi , senin de derini yüzecekler .Nasrettin sana da kıyametet dek evet kıyamete tek gülecekler.siz istediniz.bu Allah’ın hükmüdür." der.

Dedikleri zamanla bir bir gerçekleşir.
Kaşıkçı güzeli söylencesi

Konya çarşısında küçük bir kaşıkçı dükkanı ve burada çok yakışıklı becerikli bir genç vardır bütün kızlar genci görmeye gelir.Delikanlı hiçbirine yüz vermez.

Bir gün Konya Paşa’sının kızı dükkana gelir.Ustayı görür görmez aşık olur.Peçelidir.yüzünü görmez ama delikanlı da kıza aşık olur.Sevgisini kaşıklarda dile getirir.Öyle güzel kaşıklar yapar ki bir alan bir daha alır.Paşa kızı her gün dükkana uğramakta deste deste kaşık almaktadır.Günün birinde kızın babası merak edip kaşıkları kimin yaptığın araştırmaya gider yanına şehrin kadısını da alır.Dükkana varır,delikanlıyla konuşur.sözün bir yerinde "..doğrusu çok ustasın kaşıklara diyecek yok ,hele o üzerine yazdığın beyitler,o ne ateş,o ne yangın öyle,belli ki sevdalısın.." der.Delikanlı "sizden gizleyemem Paşam der.Bu sevda yüzünden ne gecem ne gündüzüm belli..."Paşa kızın kim olduğunu sorar.Delikanlı bilmediğini söyleyip olanları anlatınca Paşa şaşırır:

-"sizi başgöz etmek boynumun borcu olsun.Kimin nesi olursa olsun,alacağım sana onu" der.

Birlikte beklemeye başlarlar .Derken kız dadısıyla görünür. Delikanlı işaret edince Paşa kızın peçesini aniden kaldırıverir.Bakar ki kendi kızı!..." Bir kızına bir de delikanlıya bakar ve "Tanrı’nın yazısı böyleymiş.yarından tezi yok düğün kurula" deyip iki sevdalıyı evlendirir.
Tavus baba söylencesi

Konya’nın meram bağları sırtlarında Tavus Baba adlı bir türbe vardır.Burada yatanın kim olduğu ,nasıl yaşadığı bilinmemektedir. Onunla ilgili söylence:

Bir gün şimdi türbenin bulunduğu yere hint diyarından çok güzel bir kadın gelip yerleşir.Küçük kulübesinde rebab çalar.sesi güzeldir.Mevleviler’i büyülemiştir.Kimseler yüzünü göremez.Rebabının eşsiz sesiyle tepenin eteklerinde sema edilir.

Günün birinde birden ses kesilince hereks tepeye koşar.Kulübede kırık bir rebababve bir yığın tavus tüyünden başka bir şey yoktur.tüyler toplanır.buraya bir türbe yapılır.Adına da Tavus Baba türbesi denir.Yörede incelemeelr yapan Gotdolevski göre Bektaşiler bu yabancı kadına ölümünden sonra Baba sanını vermiştir.Bu yüzden Tavus Baba diye anılır.
 
#4
Konya Cami ve Mescitleri


Alâeddin Camisi (Karatay)

Konya Karatay ilçesinde, Alâeddin Tepesi’nde bulunan Alâeddin Camisi Ulu Cami olarak da isimlendirilmektedir. Selçuklu Sarayı’nın yakınında yapılan bu caminin kuzeye açılan kapısı üzerindeki dört satırlık kitabesinden Sultan Alâeddin Keykubat tarafından tamamlandığı yazılıdır. Bunun sağ tarafındaki mermer üzerine iki satırlık kitabede ise mimarının Dımaşklı Mehmet bin Havlan, mütevellisinin de Atabeg Ayaz olduğu yazılıdır. Caminin cümle kapısı üzerindeki üç satırlık Arapça kitabede de Sultan Alâeddin Keykubat zamanında, 1220’de Atabeg Ayaz’ın kontrolünde tamamlandığı yazılıdır. Beş satır halindeki bir diğer kitabede de caminin yapımına Sultan I.Keykavus’un emri ile 1219’da Atabeg Ayaz kontrolünde başlandığı yazılıdır. Giriş kapısının sağındaki bir başka dört satırlık Arapça kitabede ise cami ile türbenin Kılıçarslan’ın oğlu Sultan Keyhüsrev’in oğlu Alâeddin Keykubat’ın 1219 yılında Atabeg Ayaz kontrolünde yapılmasını emrettiği yazılıdır. Giriş kapısının kemeri üzerindeki yuvarlak bir çini panonun içerisinde de iki Arapça yazı bulunmaktadır. Bunlarda Sultanın unvanları belirtilmiş ve diğer yazıda da 1220 yılında Kerimüddin Erdişah tarafından yapıldığı yazılmıştır. Kerimüddin Erdişah’ın kim olduğu ve ne gibi görevlerde bulunduğu bilinmemektedir. Bu kitabelerden başka caminin batı duvarında iki kitabe daha bulunmaktadır. Bunların her ikisinde de Sultan Alâeddin’in ismi Keykubat olarak geçmektedir. Doğu tarafındaki kapı üzerinde de Konya Valisi Sururi Paşa tarafından 1889-1890 yılında Sultan II.Abdülhamid’in fermanı ile harap durumda olan ve bazı yerleri yıkılmış olan caminin onarıldığı yazılıdır.

Altunba vakfiyesine dayanılarak Sultan Camisi olarak tanınan ve Sultan I.Mesut (1116-1155) tarafından caminin yapımına başlandığı, oğlu II.Kılıçarslan’ın (1155-1192) yaptırdığı caminin aynı yerde olduğu iddia edilmiştir. Cami içerisindeki ahşap minberin kitabesinde de Sultan I.mesut ile oğlu II.Kılıçarslan’ın isimleri ve minberi yapan usta Ahlatlı Hacı Mengüberti’nin isimleri yazılıdır.

Prof.Dr.Semavi Eyice’ye göre; bu kitabelere dayanılarak Sultan I.Mesut’un burada bir caminin yapımın başlattığı ve küçük ölçüdeki bu caminin Sultan I.İzzeddin Keykavus’un (1210-1219) tamamen yıktırıp yeniden yapımına başlarken öldüğü ve kardeşi Alâeddin Keykubat (1219-1236) zamanında tamamlanmıştır. Mehmet bin Havlan isimli mimar da özellikle kuzey cepheyi yaptırmıştır. Yapının bina emini de Atabeg Ayaz’dır.

Alâeddin Camisi Sultan II.Abdülhamid tarafından onarılmış, bazı değişiklikler yapılmış, 1914-1918, 1920-1923 ve 1940-1945 yıllarında savaş nedeniyle askerlere tahsis edilerek ibadete kapatılmıştır. Duvarlarında çatlakların belirmesi nedeniyle 1958 yılında onarıma alınmıştır.

Alâeddin Camisi, bütünüyle tek dönemde yapılmış bir cami değildir. Bu nedenle de değişik malzemeler kullanılmıştır. Yapımında daha önceki dönemlere ait çeşitli mimari parçalar kullanılmıştır. Bunların başında Eski Çağ kitabeleri, Grekçe yazılar, kilise mimari malzemeleri gelmektedir. Caminin dış cephesinde, batı yönündeki duvarlarda kemer açıklıklarını birbirinden ayıran payeler Bizans yapılarından getirilmiştir. Caminin içerisindeki üst örtüyü taşıyan kemerleri destekleyen sütunlar ve bunların başlıkları da devşirme malzemelerdir.

Alâeddin Camisi birkaç yapı evresi geçirmiştir. Caminin doğusundaki mihrap duvarına paralel çok sütunlu mekân ilk yapılan bölümdür. Bu bölüm mihrap duvarına dik sütun dizileri ile yedi sahna ayrılmıştır. Sütunları birbirine bağlayan kâgir kemerler de tuğla örgülü idi.

Alâeddin Camisi plan olarak düzensiz bir şekildedir. Kuzey duvarında görkemli bir giriş kapısı bulunmaktadır. Girişin arkasındaki avluda iki türbe yapılmış, bu türbelerden birisi bitirilemeden yarım bırakılmıştır. Caminin portalinin bulunduğu kuzey duvarının dış yüzünde kale veya hanlarda olduğu gibi dışarıya taşkın mahmuz biçiminde payandalar bulunmaktadır.
İbadet mekânı mihrap duvarına paralel sahınlara ayrılmıştır. Üzeri de düz bir dam ile örtülmüştür. Mihrap yönündeki geniş sahnın ucuna kâgir bir kubbe oturtulmuştur. Ortadaki kubbeli mekânın yanındaki doğu kanadı daha geniş ve daha derindir.

Alâeddin Camisi’nin süslemesinde taş işçiliği dikkat çekicidir. Camiden saraya geçişi sağladığı sanılan kapı Selçuklu sanatının sade ve zarif motifleri ile bezenmiştir. Büyük sivri kemerin alt kısmında yivli birer sütun bulunmaktadır. Üzerindeki kemer yuvarlağının ortasında bir daire içerisinde birleşen, iç içe yarım yuvarlak geçmeler bulunmaktadır. Kapının söveleri kabartma bezemelerle boş yer kalmamacasına doldurulmuştur. Girişin üstünde de dört kollu yıldızlar ve Mührü Süleyman ile bir de kitabe bulunmaktadır.

Caminin ibadet mekânındaki kubbe ve mihrapta kalan izlerden içerisinin çinilerle kaplı olduğu anlaşılmaktadır. Mozaik kakma tekniğindeki bu çinilerde rozetler ve örgü motifleri dikkati çekmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1968 yılında cami içerisinde yaptığı restorasyon çalışmaları sırasında mihraba ait çini parçaları bulunmuştur.

Caminin minberi ceviz ağacından olup, üzerindeki kufi kitabede Kılıçaslan’ın oğlu Sultan I.Mesut’un ismi yazılıdır. Minber kündekâri tekniğinde geometrik motiflerle bezenmiştir.

Alâeddin Camisi’nde Selçuklular döneminden kalma halılar bulunuyordu. Bu halıları Alman Konsolosu J.H.Löytved 1905’te bulmuş ve bu halılar İstanbul’daki Efkaf-ı İslamiye Müzesi’ne (bugünkü Türk ve İslam Eserleri Müzesi) gönderilmiştir. Bu halıların yanı sıra camide küfi yazılı Kuranlar da bulunmuştur.

Alâeddin Camisi’nin avlusunda iki Selçuklu türbesi bulunmaktadır. Bu türbelerin dış cepheleri caminin ibadet mekânının genişletilmesi sırasında kısmen cami içerisinde kalmıştır. Bu türbelerden birinin yapımına başlanmış, sonra da bilinmeyen bir nedenle yarıda bırakılmıştır. Doğu yönündeki türbe ise altında mumyalığı olan on köşeli, kesme taştan bir plan göstermektedir. Türbenin üzeri içten kubbe, dıştan piramidal bir külah ile örtülmüştür. Külahın ilk yapılışında çini kaplı olduğu kalan izlerinden anlaşılmaktadır. Külahın çevresinde lacivert üzerine beyaz harflerle; “Bu imaretin yapılmasını Kılıçarslan’ın oğlu Mesut’un oğlu Kılıçarslan’ın emrettiği” yazılıdır. Buna dayanılarak da türbenin II.Kılıçarslan zamanında yapıldığı anlaşılmaktadır. Türbenin pencerelerinden birisinin üzerinde de yapının mimarı olarak Abdülgaffar oğlu Yusuf’un ismi geçmektedir.

Bu türbe içerisinde önceden çini kaplamalı sandukalar olduğu kaynaklardan öğrenilmektedir. Geç devirlerde bu çiniler dağılmış ve sökülmüş, çoğu da kaybolmuştur. Türbe içerisinde sekiz sanduka bulunmaktadır. Bu sandukalardan birinin Sultan II.Kılıçarslan’a ait olduğu bilinmektedir. Diğerlerinin kime ait oldukları konusu tartışmalıdır.

Sadreddin Konevi Camisi (Merkez)

Konya Şeyh Sadrettin Mahallesinde bulunan Sadrettin Konevi Camisi giriş kapısı üzerindeki kitabesinden öğrenildiğine göre; Mutasavvıf Sadrettin Konevi adına 1274’de yapılmıştır. Buradaki ikinci bir kitabede de camiyi Konya Valisi Ferit Paşa’nın 1899 yılında onarttığı yazılıdır.

Cami dikdörtgen planlı kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Anıtsal bir giriş kapısı bulunmaktadır. Girişin üzerindeki mekân kütüphane olarak kullanılmıştır. Giriş bölümünden bir kapı ile hazireye, oradan da Sadrettin Konevi’nin Türbesi’ne geçilmektedir.

Caminin ilk yapıldığı dönemde çinilerle kaplı olduğu günümüze gelebilen izlerden anlaşılmaktadır. Sivri kemerli mihrabı XIII.yüzyıl Selçuklu çinileri ile bezelidir.

Caminin yanındaki Sadrettin Konevi Türbesi Klasik Selçuklu kümbetlerinden bir örnektir. Gövdesi açık olup, üzeri ahşap çatı ve kafes şeklinde örülmüştür.


İplikçi Camisi (Meram)

Konya Meram ilçesinde Alâeddin Tepesi’nin doğusunda, Kürkçü Mahallesi’nde, Alâeddin Caddesi’nde bulunan İplikçi Camisi’nin yanındaki medresenin vakfiyesinden öğrenildiğine göre; Sultan II. Kılıçaslan döneminde Vezir Şemsettin Altun-aba tarafından yaptırılmıştır. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bununla berber caminin yapı üslubu ve ilgili vakfiyesine dayanılarak cami ve yanındaki medresenin XII. yüzyılın sonlarında yapıldığı bilinmektedir.

Cami ilk yapıldığı yıllarda ilk banisinden ötürü Ebülfazl Mescidi, daha sonra Ahmed Bey Camisi ismiyle anılmıştır. Bitişiğindeki Altun-aba Medresesi’nin vakfiyesinde belirtilen İplikçi Necibüddin Ayaz’ın bu medresenin mütevellisi olması ve yakınında da İplikçiler Çarşısı’nın bulunması nedeniyle cami, İplikçiler Camisi ismini almıştır.

İplikçiler Camisi günümüze orijinal şekliyle gelememiş, değişik zamanlarda onarılmıştır. Ahmed Eflaki’nin “Ariflerin Menkibeleri” isimli eserinde bu caminin yapımı ile bazı bilgiler bulunmaktadır. “ Seyyid Selahaddin bir gün Konya’ya geldi. Ebülfazl Mescidinde Cuma namazında bulundu. O gün Mevlana hazretleri vaaz ediyordu.” Bu sözlerden caminin XIII. yüzyılın ortalarında önemli bir dini merkez olduğu anlaşılmaktadır. Günümüzdeki mihrabın altında bulunan mozaik kakmalı mihrap, XIII.yüzyılın başlarına tarihlendirilmektedir.

Caminin giriş kapısı üzerindeki kitabeye göre de Kişci Mesudzade Hacı Ebubekir tarafından 1333 yılında genişletilerek yenilenmiştir. Bunun yanı sıra 1431 tarihli bir vakfiyede de caminin Turgut oğlu Ebülfazl Ahmet Bey tarafından yenilendiği belirtilmiştir. Sonraki yıllarda yangın sonucu harap olmuş, 1584 yılında şehrin tüccarlarından Hacı Emrullah tarafından yeniden onarılmıştır.

Caminin planı ile ilgili bazı çelişkiler bulunmaktadır. Prof. Dr. Selçuk Mülayim’den öğrendiğimize göre 1939 yılında yapılan onarım sırasında caminin yanında bir başka yapı daha oraya çıkmıştır. Cami muhtemelen bugün mevcut olmayan medresenin duvarına bitişikti. Bugün cami duvarında görülen kemer izinin medreseye ait olması ihtimal içerisindedir. Bununla beraber, caminin güney cephesi duvarı önünde yapılan kazıda eski bir minareye ait temel kalıntıları bulunmuştur. Bu kalıntıların ilk camiye ait olduğu sanılmaktadır.

Caminin, birçok kez açılan cadde nedeniyle yıktırılması düşünülmüş, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından 1945’de onarılmış, Konya Müzesi’nin l951’de Klasik Eserler bölümü olmuş, l960 yılında yeniden ibadete açılmıştır.

Günümüzde çevresindeki yol nedeniyle çukurda kalan caminin beden duvarları ile minaresi yükseltilmiştir. Eski fotoğraflarda minaresinin oldukça güdük olduğu görülmektedir. Bugün önceki minareye göre yüksek bir tuğla kaide üzerinde silindirik gövdeli olarak yükseltilmiştir.
Camini duvarları kesme taş ve tuğla dizilerinden örülmüştür. Duvarlar üzerinde düzenli sıralar halinde pencereler açılarak içerisi iyi bir şekilde aydınlatılmıştır. İbadet mekânı 30.00x40.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı olup, XIII.yüzyıl Selçuklu plan şemasına uygun bir şekildedir. Mihrap duvarına enine gelişen plan şekliyle orta sahın daha geniş tutulmuştur. Mihrap duvarına dik olan yedi nef birbirlerine kemerlerle bağlanan örtü sistemi altında üç koridor halindedir. Girişten sonraki yan mekânlar çapraz tonozlarla, mihrap duvarına bitişik nef beşik tonozla örtülmüştür. Giriş ile mihrabı birleştiren eksen üzerinde üç sahın boyunca üç kubbe camiin planına ilginç bir görünüm vermektedir.

Günümüzde sıva ile örtülü iç mekanda XIX.yüzyılın barok üslupta bezenmiş mihrabının altında orijinal mihrap bulunmaktadır. Orijinal mihrap Anadolu Selçuklu sanatının en eski örneklerindendir. Firuze, mor çinilerin oluşturduğu geometrik kompozisyonlu çerçeve ile çevrili mihrapta firuze,lacivert renkte çinili ve rumi kompozisyonlu ikinci bir çerçeve görülmektedir.


Dursunoğlu (Tursunoğlu) Camisi

Konya Abdülaziz Mahallesi’nde bulunan bu camiyi XV.yüzyılda Dursunoğlu Mehmet Bey yaptırmıştır. Bu cami Konya’da Karamanoğullarının Osmanlılarla çok sık ilişkide bulunduğu dönemde yapılmıştır. Caminin giriş kapısı üzerinde kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber Karamanoğlu eseri olmasına rağmen Osmanlı izleri açıkça örülmektedir.

Kesme taş ve moloz taştan yapılan cami kare planlıdır. İbadet mekânının üzerini pandantifli, tuğladan sekiz köşeli kasnaklı merkezi bir kubbe örtmektedir. Caminin önünde dört mermer sütunun sivri kemerlerle birbirine bağlanmasından oluşan üç kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. İbadet mekânına dikdörtgen basit bir kapı ile girilmektedir. Son cemaat yerindeki kapının yanında ikişer, yan duvarlarda altta iki üstte bir, mihrap duvarında mihrap çıkıntısının iki yanında birer pencere ile içerisi aydınlatılmıştır. İç mekânda, mihrap ve minberin dikkati çekecek bir özelliği bulunmamaktadır. Bu da gösteriyor ki, cami XIX.yüzyıl sonrasında onarım ve değişikliğe uğramış ve orijinalliğinden büyük ölçüde uzaklaşmıştır. Caminin solunda yer alan minare kesme taş kaide üzerinde çok köşeli ve tek şerefelidir.


Selimiye Camisi (Karatay)

Konya Karatay ilçesinde, Mevlana Türbe ve Dergâhı’nın batısında bulunan Selimiye Camisi’ni Sultan II.Selim şehzadeliği sırasında Konya Valisi iken, 1558’de yapımını başlatmış, padişah olduktan sonra da 1570 yılında tamamlamıştır. Caminin Mimar Sinan tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır. Cami 1685 ve 1816 yıllarında onarılmış ve son onarımını Mimar Muzaffer (1881-1920) 1914 yılında tamamlatmıştır.

Osmanlı klasik mimari üslubunda olan caminin planı İstanbul’daki eski Fatih Camisi’ne benzemektedir. Kesme taştan yapılan caminin kuzeyinde yuvarlak altı sütunlu ve yedi kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Bu sütunlar birbirlerine kırmızı ve beyaz taştan kemerlerle bağlanmıştır. İbadet mekânına üç kapıdan girilmektedir. Bunlardan ana giriş kapısı mermerden olup, mukarnas dolguludur. Bu girişin üzerinde tarihsiz bir kitabe bulunmaktadır. Sağ taraftaki kapıda da “Camideki mümin sudaki balık gibidir, ondan zevk alır”, sol kapıda, “Camideki münafık kafeste bunalan kuş gibidir” anlamında sözler yazılıdır. İbadet mekânı iki kalın paye üzerine oturmuş oldukça yüksek merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Bu kubbe mihrap önünde yarım bir kubbe ile, yanlarda da üçer küçük kubbe ile desteklenmiştir.

İbadet mekânının giriş kapısı ekseninde bulunan mihrabı gök mavisi renkte mermerden mukarnaslı olarak yapılmıştır. Minberi beyaz renkte mermerden olup, taş işçiliğinin güzel örnekleri arasındadır.

Caminin son cemaat yerinin sağ ve solunda tek şerefeli iki minaresi bulunmaktadır.


Kapu (İhyaiyye) Camisi (Meram)

Konya’da Odun Pazarı semtinde, Sarraflar (Çıkrıkçılar) Caddesi üzerinde bulunan bu cami, eski Konya Kalesinin kapılarından birisinin yanında bulunduğundan Kapu Camisi ismi ile tanınmıştır. Camiyi Mevlâna’nın torunlarından postnişin Hasanoğlu Şeyh Hüseyin Çelebi 1658 yılında yaptırmıştır. Yapımından bir süre sonra yıkılan camiyi 1811 yılında Konya Müftüsü Esenlerlizade Seyyid Abdurrahman Efendi yeniden yaptırmıştır. Ancak cami 1867 yılı yangınında çevresindeki vakıf dükkânları ile birlikte yanmıştır. Bu olaydan sonra 1868’de cami üçüncü kez yapılmıştır. Bugünkü caminin kapı kemeri üzerindeki kitabesinden banisinin ismi yazılı olmamakla birlikte 1868’de yapıldığı yazılıdır.

Konya’da yapılmış olan Osmanlı camilerinin en büyüklerinden biri olup, düzgün kesme taştan yapılmıştır. Caminin önünde on mermer sütunlu son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yerindeki sütunlar birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlanmıştır. Caminin basık kemerli basık kemerli giriş kapısının bezemesi bulunmamaktadır. Ayrıca doğu ve batı yönlerinde de birer kapısı daha vardır.

İbadet mekânının üzeri içten sekiz kubbe, dıştan da çatı ile örtülüdür. Taş mihrap ve ahşap minberi oldukça sadedir. Yanındaki minarenin şerefeye kadar olan bölümü taştan, üzeri de tuğladandır. Şerefe ile külah arasında da çini kuşaklara yer verilmiştir.

Caminin batısındaki şadırvanı Müftü Seyyid Abdurrahman tarafından 1812 yılında yaptırılmıştır.


Aziziye Camisi (Karatay)

Konya’da Çarşı içerisinde bulunan Aziziye Camisi’nin olduğu yer, Bezirgânlar Hanı arsası idi. Burada Sultan IV.Mehmet’in kızlarından Hatice Sultan’ın eşi Musahib Mustafa Paşa tarafından XVII.yüzyılın ikinci yarısında yaptırılmış ve altında dükkanları bulunan yüksek cami bulunuyordu. Bu cami 1867-1868 yıllarında yanmış ve Sultan Abdülaziz ile annesi Pertevniyal Valide Sultan’ın maddi katkıları ile Aziziye Camisi’nin yapımına 1872 yılında başlanmış,1874 yılında da tamamlanmıştır.

Aziziye Camisi klasik Osmanlı mimarisi ile Barok mimari üslubunun karışımı ile yapılmış bir camidir. Aziziye Camisi XIX.yüzyıl Türk mimarisine egemen olan bir üsluptadır. Bununla beraber Osmanlı mimarisi içerisinde belirli bir üsluba dahil edilemediği gibi, değişik yeniliklerin denendiği bir yapıdır.

Kesme taştan yüksek bir kaide üzerinde olan camiye merdivenle çıkılmaktadır. Caminin geleneksel avlusu bulunmamaktadır. Bu nedenle şadırvanları minare kürsülerine bitişik olarak yapılmıştır. Son cemaat yeri altı sütunlu ve üç kubbelidir. İbadet mekânı kare planlı olup, üzerini merkezi bir kubbe örtmüştür. Kubbe kasnağının çevresinde sivri külahlı ağırlık kuleleri ile dört köşeli alışılagelenden farklı biçimde dört büyük ağırlık kulesi daha bulunmaktadır. Bu ağırlık kuleleri caminin dış görünümüne farklı bir biçim vermektedir. Caminin iki yan duvarında beşer giriş bulunmaktadır. Bu duruma Osmanlı mimarisinde pek karşılaşılmamaktadır.

İbadet mekânı her cephedeki yuvarlak kemerli büyük pencereler ile aydınlatılmıştır. Mihrap ve minber Konya yöresinde Göktaşı olarak isimlendirilen mavimtırak mermerden yapılmıştır. Özellikle mihrap kapıları üzerinde de iyi bir hattat elinden çıkmış yazılar bulunmaktadır.

Caminin çifte minaresi taş bir kaide üzerinde yivli gövdelidir. Şerefeleri Türk minarelerine göre oldukça değişik biçimde olup, şerefe üzerinde kemerlerle birbirine bağlanan sütunlu bir balkon konumundadır.


Taş Mescit (Merkez)

Konya’da bulunan Taş Mescit, I.İzzeddin Keykavus döneminde Hacı Ferruh tarafından 1215 yılında yaptırılmıştır.

Kesme taştan, kareye yakın planı olan yapının girişi tonoz ile, ana mekânı da kubbe ile örtülüdür. Kubbeye geçiş Türk üçgenleri ile sağlanmıştır. Giriş kapısı ve mihrabı Selçuklu taş işçiliğinin en zengin ve en güzel örnekleri arasındadır. Özellikle giriş kapısı mukarnaslı nişi birbirine geçmeli altı köşeli yıldızlardan oluşan bir bordürle çerçeve içerisine alınmıştır. Mihrap iç içe geçmiş mukarnaslı iki niş görünümündedir. Etrafı geçme örgü motifleri ile çevrelenmiştir.


Beşare Bey Mescidi (Selçuklu)

Konya’da, Ferhuniye Mahallesi’nde bulunan bu mescidi giriş kapısındaki dört satırlı mermer kapı sövesi üzerindeki, kitabesinden öğrenildiğine göre; I.İzzeddin Keykavus (1211-1220) ve I.Alâeddin Keykubat (1220-1237) döneminde Anadolu Selçuklu devlet adamlarından Emir-i Ahur Zeyneddin Beşare bin Abdullah tarafından 1219 yılında yaptırılmıştır. Konya’daki Selçuklu döneminde yapılmış erken örneklerden birisidir.

Kesme taştan yapılan mescit, kare planlı olup, ibadet mekânının üzeri mukarnaslı tromplara oturan tek bir kubbe ile örtülmüştür. Son cemaat yeri de kemer izlerinden anlaşıldığına göre üç bölümlü olduğu sanılırsa da üzerlerinin tonoz veya kubbe ile örtülü olup olmadığı konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Günümüzde son cemaat yerinin üzeri tek meyilli bir çatı ile örtülmüştür.

Mescit 1958 yılında onarılmış, ancak yine harap bir durumdadır. İbadet mekânı içerisindeki izlerden anlaşıldığına göre ilk yapıldığı yıllarda oldukça zengin mozaiklerle süslü olduğu sanılmaktadır. Ayrıca kubbe içerisindeki tuğla dizilerinin kilit yerlerinde de mozaik kalıntılarına rastlanmıştır.


Erdemşah Mescidi (Merkez)

Konya Kalecelp Mahallesi’nde bulunan bu mescit, Sultan I.Alâeddin Keykubat zamanında Hacı İsmail oğlu Şemseddin Erdem Şah tarafından 1220 yılında yaptırılmıştır.

Kesme taş ve moloz taştan yapılmış olan mescit kare planlı olup, üzeri tuğla kubbe ile örtülüdür. Mescidin kuzeyinde küçük bir giriş kapısı bulunmaktadır.


Hoca Hasan Mescidi (Meram)

Konya’da bulunan Hoca Hasan Mescidi’nin kitabesi günümüze gelememiştir. Ayrıca kaynaklarda da banisinin ismine ve yapım tarihine rastlanmamıştır. Yapı üslubundan XIII.yüzyılın ortasında yapıldığı sanılmaktadır.

Mescit kare planlı ve kubbeli bir yapıdır. İlk yapımında önünde bulunan son cemaat yeri zamanla değiştirilmiş ve ahşap bir çatı ile örtülmüştür. İbadet mekânının üzerini tromplu bir kubbe örtmektedir. Tromplar zikzak tuğla örgüsü ile yapılmıştır.

Mescidin yanındaki minaresi anıtsal bir görünümdedir. Kare kaide üzerine gövdesi de kare biçimli olup, yarım daire yivlerle kütlevi görünümü hafifletilmiştir. Minare üzerinde firuze ve lacivert sırlı tuğla ve çini kalıntıları görülmektedir.


Sırçalı Mescit (Meram)

Konya Meram ilçesinde bulunan Sırçalı Mescit’in kitabesi bulunmamaktadır. Mimari üslubundan XIII.yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı sanılmaktadır.

Mescit kesme taş ve moloz taştan yapılmış, kareye yakın dikdörtgen planlı bir yapıdır. İbadet mekânının üzerini merkezi bir kubbe örtmektedir. Kubbeye geçiş diğer Selçuklu camilerinde olduğu gibi Türk üçgenleri ile sağlanmıştır. Kubbe ve kubbeye geçişi sağlayan Türk üçgenlerinin içerisi tuğlalar ve yıldızlardan oluşan bir bezeme ile süslenmiştir. Mescidin önünde üç kemerli bir son cemaat yeri bulunmaktadır.

İbadet mekânı zengin çini mozaik süslemeleri ile ve tuğla örgüleri ile dikkati çekmektedir. Çini mozaik mihrabı Selçuklu mihraplarının en güzel örneklerinden birisidir. Mukarnaslı olan mihrap nişi firuze ve mor renkteki çinilerden oluşturulmuş geometrik motifler, yıldız, baklava, altıgen ve zikzak motifleri ile doldurulmuştur.


Sahip Ata Camisi (Meram)

Konya Meram ilçesi, Larende Caddesi’nde bulunan Sahip Ata Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan Sahip Ata Camisi, külliye ile birlikte, Anadolu Selçuklularının Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından 1279-1280 yıllarında yapılmıştır.

Sahip Ata Külliyesi ile ilgili araştırmasında Haluk Karamağaralı, caminin ilk yapımında, bugünkü çift minareli ön yüze kadar uzandığını ve caminin ağaç direkli ahşap bir yapı olduğunu belirtmiştir. Caminin ilk yapımından yalnızca çini mozaiklerle bezeli mihrabı günümüze gelebilmiştir. Bu cami, Anadolu Selçuklularının günümüze gelebilen en eski ağaç direkli camilerinden birisidir. Bu yapının taç kapısı Selçuklu ağaç işçiliğinin en görkemli örneklerinden birisidir. Taç kapının yanlarındaki derin niş halindeki sebilleri de bu konudaki en eski örneklerdendir. Buradaki sebilin köşe dolgularının birisi içerisinde yapının mimarı Kölük bin Abdullah’ın ismi yazılıdır. Taç kapının ortadaki giriş bölümü bir yazı frizi ve geçmeli mermer mozaiklerle çevrili bir bordürle kuşatılmıştır. Bu bordürün içerisinde yine silmelerin oluşturduğu bir sivri kemer bulunmaktadır. Bu kemer zengin görünümlü 14 mukarnas dizisi ile doldurulmuştur. Bunun altında da caminin sivri kemerli giriş kapısı yer almaktadır. Buradaki bordürler birbirlerine simetriktir. Birbirlerinin içerisinden geçen kalın halat motifleri, köşeli girift bezemeler kapının yanındaki sivri kemerli pencereyi de çevrelemektedir. Bu pencerelerin üzerindeki, yüzeyler renkli sırlı tuğlalardan oluşturulmuş baklava desenli bezeme ile kaplıdır.

Girişin sağında şerefeden sonrası yıkılmış olan minare bulunmaktadır. Minarenin dilimli gövdesi lacivert ve turkuvaz renkte sırlı tuğlalarla kaplanmıştır. Giriş kapısının solundaki ikinci minare ise günümüze gelememiştir. Bu yapı çifte minareli taç kapı örneklerinin Anadolu’daki en eski yapısıdır.

Giriş kapısının arkasında bir avlu içerisinde camiye yer verilmiştir. Bugünkü cami sonradan yapılmış olup, kare planlı 12 ahşap direkle taşınan bir mekân olup, üzeri çatı ile örtülüdür. İbadet mekânı mihrap duvarına dik beş sahından meydana gelmiştir. Girişin sağ ve solunda döşemeden biraz daha yüksek iki maksure bulunmaktadır. İbadet mekânının da taç kapıya doğru uzandığı sanılmaktadır. İlk yapıdan yalnızca lacivert, mor ve turkuvaz renkli mozaik kakma tekniğinde yapılmış, girişin eksenindeki çinili mihrap kalmıştır. Bu mihraptaki bezemeler, yıldızlar, geçmeler, rumiler ve kıvrık dallardan oluşmuştur. Caminin giriş kapısı eski külliyeden alınmış kündekâri tekniğindeki kaplılardır.

Hoca Fakih Mescidi (Merkez)

Konya Hoca Fakih Mahallesi’nde, Yaka Bağları’na giden yolla Beyşehir’e giden yolun ayırım noktasında bulunmaktadır. Kitabesi günümüze gelememiştir. İ.Hakkı Konyalı kapı kitabesinin 1909’da çalındığını yazmıştır. Mescidin kimin tarafından yaptırıldığı ve yapım tarihi kesin değildir. Şer’iyye Sicil Defterlerinde bu mescidin iki onarım kaydına rastlanmıştır. Buradan da mescidin yanında zaviye, türbe ve hamam olduğu öğrenilmiştir. Bunlardan günümüze yalnızca mescit ve türbe gelebilmiştir. Bu mescit, Anadolu Selçuklu dönemi Mutasavvıflarından Türkmen Dervişi Ahmet Fakih’in (Fakih Kudbüddin) şehir dışında yaptırdığı zaviye çevresindedir.

Mescit avlu kapısından yaklaşık 15 m. içeride, bir bahçenin ortasında bulunmaktadır. Günümüze gelen bu mescit ile türbenin mimari bir değeri kalmamıştır. Önündeki son cemaat yeri dört ağaç direkle taşınan ahşap örtülüdür. İbadet mekânından son cemaat yerine iki sıra halinde dört pencere açılmıştır. Giriş kapısının söveleri beyaz mermer, kemeri ise beyaz ve mor mermerlerden meydana gelmiştir. Mescidin giriş kapısı üzerinde bulunan kalıntılardan mavi çinilerle kaplı olduğu sanılmaktadır. Giriş kapısının sağında bir sarnıç, solunda da bir çeşme bulunmaktadır.

Mescit moloz taştan olup, kare planlıdır. İbadet mekânının üzeri iki ahşap direğe oturan bir çatı ile örtülü olduğu tamirat kayıtlarından öğrenilmektedir. Bugün mescidin üzeri kırma bir çatı ile örtülüdür. Mescidin minaresi yoktur.

Hoca Fakih mescidi ve türbesi Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1990 yılında restore edilmiştir.


Karatay Mescidi (Karatay)

Konya il merkezi dışında Şeker Fabrikası’nın yanında bulunan bu mescidi XIII.yüzyılın ortalarında Emir Celaleddin Karatay’ın kardeşi Kemaleddin Turumtaş yaptırmıştır. Kitabesi günümüze gelememiştir. Vakıf kayıtlarından da yeterli bilgi edinilememiştir.

Mescit kesme taştan, kare planlı olup, üzerini tuğla kubbe örtmektedir. Bu kubbenin oldukça geniş olan Türk üçgenleri dikkat çekicidir. Ayrıca mescit önündeki son cemaat yeri de yapıya göre çok büyük tutulmuştur. Mescitteki bu uyumsuzluklar yapının değişik dönemlerde elden geçirildiğini göstermektedir.


Tahir ile Zühre Mescidi (Meram)

Tahir ile Zühre Mescidi’nin kitabesi günümüze gelememiştir. Yapı üslubundan XIII.yüzyılın sonlarında Sahip Ata’nın torunları tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır. Sahip Ata’nın torunlarının yanındaki türbede gömülü olduğu sanılmaktadır. Bu konuda yeterli bir bilgiye kaynaklarda rastlanmamıştır.

Mescit kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Giriş kapısı zengin mukarnas frizleri ile bezenmiştir. Günümüze gelen izlerden firuze, lacivert, mor çini mozaiklerle kaplı olduğu anlaşılmaktadır. İbadet mekânındaki mihrap alçı ve süslemeli olup, geometrik motiflerle de bezenmiştir.


Beyhekim Mescidi (Selçuklu)

Konya Beyhekim (Devlethan Mahallesi) Mahallesi’nde bulunan bu mescidin kitabesi günümüze gelememiştir. Bununla beraber, mescide ismine veren Beyhekim’in Hz. Mevlana’nın yakınında olan ve Onun ölümüne kadar hekimliğini yapmış olan Nahçıvanlı Hekim Ekmelüddin olduğu söylenmektedir.

Beyhekim Mescidi ve Türbesi olan bu yapı, kubbeli bir ibadet mekânı ile ona bitişik üç bölümden meydana gelmiştir. Birbirinden farklı şekilde ve ölçüdeki iki pencere arasına mescidin giriş kapısı açılmıştır. Mescidin doğu cephesi oldukça itinalı kesme taş işçiliğine sahip olmasına rağmen burası oldukça sadedir. Girişin sağındaki pencere Hekim Ekmelüddin’in türbesine açılmaktadır. Mescidin ve türbenin ağaç işçiliği yönünden son derece önemli olan ahşap kapı ve pencere kanatları Konya’daki Selçuklu devri Taş ve Ahşap Eserleri Müzesi’ndedir.

Mescidin ibadet mekânına 2.60x4.08 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı, taş döşemeli bir mekândan girilmektedir. Bunun tam karşısında girişin kapısı bulunmaktadır. Duvarlardaki izlerden çevresinin çinilerle kaplı olduğu anlaşılmaktadır. Girişin güneyinde dikdörtgen planlı tonoz örtülü 2.50x3.40 m. ölçüsünde bir oda bulunuyorsa da bunun fonksiyonu anlaşılamamıştır. Bu odanın karşısında kuzeydoğu köşesinde Hekim Ekmelüddin’e ait sanduka bulunmaktadır. Mescidin ibadet mekânı kareye yakın dikdörtgen planlı olup, üzeri tuğladan bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin ortasında çinili bir göbek, çevresinde de palmetlerden oluşmuş motifler ve çiçekli bir kufi yazı bulunmaktadır.

Mescidin en ağırlıklı merkezi çinili mihrabıdır. Üzeri stalâktitli, yanlarında iki sütunçenin yer aldığı profilli bir niş mihrabı çerçevelemektedir. Mozaik çini tekniğinde yapılmış levhalarla kaplı olan eser XIX.yüzyılın sonlarında Berlin Müzesi’ne kaçırılmıştır.

Beyhekim Mescidi 1964 yılında yerel bir derneğin yardımı ile Konya Müzesi tarafından onarılmaya başlanmış, daha sonra bu onarım Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kısmen tamamlanmıştır. Son onarımda mescidin yıkılma tehlikesi gösteren bölümleri çimento ile koruma altına alınmıştır.


Şerafeddin Camisi (Karatay)

Konya Hükümet Konağı’nın kuzeyinde bulunan bu camiyi XIII.yüzyılın ortalarında Şeyh Şerafeddin Mesud yaptırmıştır. Cami 1336 yılında tamamen yıktırılmış, Çavuşoğlu Mehmet Bey tarafından yeniden yaptırılmıştır. Osmanlı döneminde de Memi Bey tarafından yıktırılan bu cami 1636 yılında eski temelleri üzerine yeniden yaptırılmıştır.

Cami kesme taş duvarlı olup, duvarlarında yer yer Selçuklu devri mozaik çinileri görülmektedir. İbadet mekânını on adet payenin taşıdığı merkezi bir kubbe örtmektedir. Bu kubbe güneyden yarım bir kubbe ile desteklenmiştir. Mihrabın bulunduğu kısım da yarım kubbe ile örtülü olup, bu bölüm dışarıya taşkın şekildedir. Caminin güney kısmı dışında kalan bölümlerinde ikinci kat mahfilleri bulunmaktadır.

Caminin kuzeyinde altı mermer sütunun taşıdığı üzeri kubbeli, yedi bölüm halinde son cemaat yeri bulunmaktadır. Giriş kapısı mermer söveli olup, stalaktitlidir. Bu kapının dışında doğu ve batı yönlerinde de birer kapı daha açılmıştır. Caminin mihrap ve minberi mermerdendir. İç mekândaki yarım kubbeler tromplar ve merkezi kubbe XIX.yüzyılda yapılmış kalem işleri ile bezenmiştir.

Caminin tek şerefeli minaresi yapımından sonra, Osmanlı döneminde eklenmiştir. Caminin güneyindeki Şeyh Şerafeddin Mesud’un kümbet şeklindeki türbesi XX.yüzyılın başlarında yıktırılmıştır.


Kadı Mürsel (Hacı Hasan) Camisi (Meram)

Konya Hükümet Konağı’nın batısında bulunan bu camiyi, kitabesinden öğrenildiğine göre Karamanoğlu Mehmet Bey zamanında Hacı Mustafa oğlu Mürsel Bey 1409 tarihinde yaptırmıştır.

Cami moloz ve kesme taştan, dikdörtgen planlı olup, yüksek bir subasman kaide üzerindedir. İbadet mekânının üzeri çatı ile örtülmüştür. Yapılan onarımlar sonucunda özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir.


Şems-i Tebrizi Camisi (Karatay)

Konya Karatay ilçesinde, Şerafeddin Camisi’nin kuzeyinde, eskiden mezarlık olan Şems Parkı’nın içerisinde bulunan Şems-i Tebrizi Camisi’nin kitabesi günümüze gelemediğinden ilk yapım tarihi bilinmemektedir. Yapının XIII.yüzyılda yapıldığı bilinmektedir. Bu cami Abdürrezzakoğlu Emir İshak Bey tarafından yanındaki mescit ile birlikte 1510 yılında genişletilmiş ve yeniden yapılmıştır.

Bugünkü cami moloz taştan, dikdörtgen planlıdır. Yanında camiye bitişik olan türbe eyvan şeklinde olup, üzeri sekizgen piramidal tuğladan bir külah ile örtülmüştür. İç mekânında bezemeye rastlanmamaktadır. Türbenin altında mumyalık kısmı bulunmaktadır.


Nakiboğlu Camisi

Konya Nakiboğlu Mahallesi’nde bulunan bu cami vakfiyesinden öğrenildiğine göre; Konya Müftüsü Nakib’ül Seyyid İbrahim tarafından 1762 yılında yapılmıştır.

Cami moloz taştan yapılmış olup, kare planlı ve üzeri ahşap çatılıdır. Yanındaki minaresi Nakib’ül Hac Seyyid İbrahim oğlu Mehmet Emin tarafından 1764 yılında yaptırılmıştır. Cami zamanla harap olmuş, 1926 yılında minaresi dışında kalan bölümleri tamamen yıktırılarak yeniden yaptırılmıştır. Bugünkü hali ile mimari yönden hiçbir özellik taşımamaktadır.


Hacı Ferruh Camisi (Akça Cami)

Konya Aksine Mahallesi’nde, Taş Cami Caddesi’nde bulunan bu cami, kitabesinden öğrenildiğine göre; Selçuklu Sultanı I.İzzeddin Keykavus zamanında Hacı Ferruh tarafından 1215 yılında yaptırılmıştır.

Kesme taştan yapılmış olduğundan ötürü halk arasında Taş Camisi olarak da tanınmaktadır. Duvarları bütünüyle taştan yapılmıştır. Giriş kapısı mermer üzerine geometrik bezemelidir. Kare planlı olan caminin kubbesi yıkıldığından üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Mihrap taş işçiliği yönünden önemlidir.

Hacı Ferruh’un mezarı caminin bitişiğindedir.


Piri Mehmet Paşa Camisi

Konya Piripaşa Mahallesi’nde bulunan bu camiyi Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman devri vezirlerinden Piri Mehmet Paşa 1523 yılında yaptırmıştır.

Cami klasik Osmanlı mimarisi üslubunda yapılmıştır. Kare planlı olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür. Caminin doğusunda üç kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yerinden ibadet mekânına giriş kapısı mermer söveli ve bezemelidir. Caminin mihrabı boyanmış ve özelliğini kaybetmiştir. Yanındaki minaresi taş kaide üzerine yuvarlak tuğla örülü ve tek şerefelidir.

Caminin bitişiğinde Şeyh Siyavuş’a ait türbe bulunmaktadır. Doğusundaki Piri Paşa Medresesinden ise günümüze hiçbir iz gelememiştir.


Ovalıoğlu (Çelik Paşa) Camisi

Konya Ovalıoğlu Mahallesi’nde bulunan bu camiyi Konya Valisi Mehmet Paşa 1764 yılında yaptırmıştır.

Moloz ve kesme taştan yapılan cami kare planlıdır. Mihrabı Kütahya çinileri ile bezelidir. Yanındaki minaresi taş kaide üzerine yuvarlak gövdeli olup, orijinal biçimi ile günümüze ulaşmıştır.


Cevizaltı Mescidi

Konya Cevizaltı Mahallesi’nde bulunan bu cami Konya Müftüsü Abdullah Vahdi tarafından 1880 yılında yaptırılmıştır.

Moloz taştan yapılan dikdörtgen planlı mescidin üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür. Mimari yönden bir özellik taşımayan bu caminin mihrabı mermer stalaktit dolgulu ve Selçuklu özelliklerini yansıtmaktadır. Bu mihrabın bir başka Selçuklu eserinden buraya getirildiği sanılmaktadır.


Amber Reis (Feridiye) Mescidi (Meram)

Konya Feridiye Mahallesi’nde İstasyon Caddesi üzerinde bulunan bu camiyi Selçuklu döneminde Şehabeddin Amber yaptırmıştır. XIII.yüzyıl eseri olan bu cami zamanla harap olmuş, 1911 yılında yıktırılmış ve 1913 yılında yeniden yaptırılmıştır.

Dikdörtgen planlı olan caminin üzeri ahşap çatı ile örtülüdür. Mihrap ve duvarlarının iç yüzlerinin bir bölümü Kütahya çinileri ile bezenmiştir. Yanında tuğla gövdeli, tel şerefeli minaresi bulunmaktadır.

Mescidin yakınındaki Selçuklu döneminde yapılmış Şehabeddin Amber Reis’in XIII.yüzyıla tarihlenen türbesi XIX.yüzyılın başlarında yıkılmıştır.


İplikçi Camisi (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesinde, Afyon Caddesi’nde Atatürk Anıtı karşısında bulunan İplikçi Camisi kitabesinden öğrenildiğine göre 1337 yılında yapılmıştır. Bu dönemde Akşehir Karamanoğlu Alâeddin Bey’in yönetiminde idi. Camiyi Orhan Gazi’nin Ambardarı Kerim Ağa yaptırmıştır.
Camiye Ambardar Kerim Ağa Camisi de denilmektedir.

Cami kesme taştan olup, bir sıra taş, üç sıra tuğla dizisi ile örülmüştür. Dikdörtgen planlı caminin mihrap duvarına paralel üç kubbesi bulunuyordu. Bunun dışında kalan bölümler toprak damla örtülmüştür. İbadet mekânının üzeri ahşap tavanlı olup, ahşap direklerle bu tavan desteklenmiştir. Kubbelerin bulunduğu ayaklar taş payelerdir. Minber ve mihrabı özellik taşımamaktadır. Minaresi alternatifli olarak sıralanmış taş ve tuğla dizilerinden meydana gelmiştir. Caminin bütünüyle birlikte minare de yapılan onarımlar nedeni ile özelliğini yitirmiştir.

Cami 1894 yılında yenilenmiş ve genişletilmiştir. Camide kubbelerin içerisine çağına uygun olmayan kalem işleri yapılmıştır.


Ulu Cami (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesi, Ulu Cami Caddesi’nde bulunan bu cami, Ebu Sait İbrahim 1213 yılında yaptırdığı minareden önce yapıldığı sanılmaktadır. I.Alâeddin Keykubat döneminde buradaki cami genişletilmiş ve onarılmıştır. Sonraki dönemde yapılan onarımlarla özgünlüğünü yitirmiştir.

Kesme taş ve moloz taştan yapılan cami dikdörtgen planlıdır. Caminin doğu yanındaki taç kapısı üzerinde çini mozaik bir yazı bordürü vardır. İbadet mekânının üzerini örten ahşap tavanı sivri kemerlerle birbirine bağlanan 20 ayak desteklemektedir. Mihrap duvarına dikey yedi sahından meydana gelmiştir. Mihrap önünde pandantifli bir kubbe bulunmaktadır. Bu kubbenin dört pencereli bir kasnağı vardır. Son onarımlarda sıva altından çıkarılan firuze, mor ve kare çinili mihrap, minare ile birlikte ilk yapıldığı dönemden kaldığı sanılmaktadır. Bu minare, mihrap ve taç kapı Selçuklu mimarisinin özgün geleneğini sürdürdüğü gibi günümüze gelen mozaikleri de Selçuklu mozaik sanatının dikkati çeken örnekleri arasındadır.

Altun Kalem Mescidi (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesinde bulunan Altın Kalem Mescidi’ni Hacı İsfendiyar oğlu Emüniddin Yusuf 1223’te yaptırmıştır.

Mescit moloz taştan yapılmış olup, kare planlıdır. İbadet mekânının üzerini tuğla bir kubbe örtmüştür. Batı yönündeki son cemaat yeri yıkılmış ve günümüze gelememiştir. Bu konuda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Doğu duvarındaki pencere ahşap işçiliğinin güzel örnekleri olup, orijinalliğini korumuştur.


Güdük Minare Mescidi (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesi, Ahi Celal Mahallesi’nde bulunan bu mescidin kapısı üzerindeki kitabesine göre Abdullah Muhtesib oğlu Emüniddin Hacı Hasan tarafından 1227 yılında yaptırılmıştır. Mimarı Mesut oğlu Ahmet’tir. Mescidin minaresinin şerefeden yukarı kısmı uzun yıllar yıkık kaldığı için Güdük Minare ismi ile tanınmıştır. Bu minare 1889 yılında tamamlanmıştır.

Mescit 80 m2’lik bir alanda kare planlı, küçük bir yapı olup duvarlarının yarısı taş, yarısı da tuğladandır. Mescidin kuzey ve güney cephelerinde devşirme taşlar kullanılmış bu yüzden de duvar örgüsü düzensiz bir görünümdedir. Mescidin son cemaat yeri bulunmamaktadır. Ancak kuzey duvarındaki bazı izler burada bir son cemaat yeri olduğunu göstermektedir.

Mescide doğu cephesindeki sivri kemerli bir kapıdan girilmektedir. Bu kapının üzerinde dikdörtgen bir pano içerisine alınmış firuze renkli, sekiz köşeli yıldız ve lacivert renkli haçvari çinilerden oluşan bir bezeme görülmektedir. Bu panonun üzerinde de Selçuklu sülüsü ile yazılmış yedi satırlık kitabesi bulunmaktadır. Kapının iki yanında lahit parçalarının üzerine oturtulmuş iki sütun kapıya daha gösterişli bir görünüm vermiştir.

Kare planlı mescidin üzeri tromplu, tuğladan bir kubbe ile örtülmüştür. Buradaki trompların iki yanına at nalı şeklinde nişler yerleştirilmiştir. İç mekân kuzey ve batıdaki pencerelerle aydınlatılmıştır. Mihrap nişi dört dizi mukarnaslı olup, bazı kaynaklarda burasının çinilerle süslü olduğu belirtilmişse de günümüze hiçbir iz gelememiştir. Girişin hemen yanındaki merdivenle çıkılan mahfil son onarımlar sırasında yapılmıştır.

Mescidin güneydoğu köşesinde bulunan minare kare taşlardan yapılmış kaide üzerinde, sekizgen tuğladan silindirik gövdelidir. Minare kürsüsündeki yatay ve dikey firuze renkli sırlı tuğlaların yanında nişler halinde lacivert ve firuze çini levhalar yerleştirilmiştir. Bu çiniler de giriş kapısındaki bezemede olduğu gibi dökülmüştür. Minarenin en ilginç yanı kürsünün doğu cephesindeki sırlı tuğlalar arasına yerleştirilmiş niş içerisindeki kuş figürlü iki çini levhadır. Bu çinilerin bir Selçuklu sarayı veya köşkünden buraya getirildiği sanılmaktadır.


Küçük Ayasofya Mescidi (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesinde bulunan bu mescidi Ömer oğlu Şemseddin Hasan 1235 yılında yaptırmıştır.

Mescit kesme taştan, kare planlıdır. İbadet mekânının üzerini örten kubbeye geçiş Türk üçgenleri ile sağlanmıştır. Kubbe kasnağında firuze ve mor çinilerden oluşan kufi bir yazı çepeçevre dolaşmaktadır. Sırlı tuğlalarla zikzak biçimli örülmüş kubbenin ortasında firuze ve mor çinilerden meydana gelmiş bir bezeme bulunmaktadır.


Kileci Mescidi (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesinde bulunan Kileci Mescidi’nin kitabesi bulunmadığından yapım tarihi ve banisi kesinlik kazanamamıştır. Yapı üslubundan XIII.yüzyılda yapılmış bir Selçuklu eseri olduğu sanılmaktadır.

Mescit, kare planlı ve tek kubbelidir. Kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Mescidin önünde dört sütunlu bir son cemaat yeri bulunmaktadır. İlk yapılışında tromplarla geçişi sağlanan kubbe yıkılmış ve sonra çatı ile örtülmüştür. Mescidin mihrabı niş şeklinde olup, zamanla değiştirilmiş ve orijinalliğini yitirmiştir. Mermer söveli ahşap kapı kanatları çift başlı kartal ve ejder başı motifleri ile bezenmiştir.


Kızılca Mescidi (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesinde bulunan Kızılca Mescidi’nin kitabesi bulunmadığından yapım tarihi ve banisi kesinlik kazanamamıştır. Yapı üslubundan XIII.yüzyılda Selçuklular döneminde yapıldığı anlaşılmaktadır.

Mescit kare planlı olup, moloz ve devşirme taşlardan yapılmıştır. İbadet mekânının üzerini balıksırtı biçiminde örülmüş tuğla bir kubbe örtmektedir. Doğudaki girişin ahşap kapısı üzerinde sülüs yazılı kitabeler ve geometrik motifler ile daireler bulunmaktadır. Mescidin güneydoğu köşesindeki minare ise geç devirde yapılmış olup mescidin bütünü ile bağlantı sağlayamamıştır.


İmaret Camisi (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesinde, Nasreddin Hoca Mezarlığı’nın yanında bulunan İmaret Camisi Hasan Paşa tarafından 1510 yılında yapılmıştır. Caminin yanında bulunan imaret yıkılmış, günümüze gelememiştir. Bu yüzden de Hasan Paşa’nın yaptırdığı bu cami İmaret Camisi olarak tanınmıştır. Akşehir’deki Osmanlı döneminde yapılmış tek camidir.

Cami muntazam kesme taştan dikdörtgen planlı olup, ibadet mekânını merkezi bir kubbe örtmektedir. Bu kubbenin dört köşesinde yarım kubbeler ile ana kubbe takviye edilmiştir. Caminin önünde dört mermer sütunun meydana getirdiği üç kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır.

Caminin önünde on iki sütunun taşıdığı bir şadırvan bulunmakta olup, bu şadırvan geç dönemde yapılmıştır.


Ferruh Şah Mescidi (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesinin batısında, Mahmut Hayrani Türbesi’nin yanında bulunan Ferruh Şah Mescidi’ni 1224 yılında Kuluzade Ferruh Şah yaptırmıştır. Selçuklu döneminde yapılmış olan bu cami orijinalliğinden tümüyle uzaklaşmıştır.

Moloz taştan yapılan mescit dikdörtgen planlıdır.


Taş Medrese Mescidi (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesinde bulunan bu yapı yanındaki Taş Medrese ile birlikte Fahreddin Ali Sahip Ata tarafından 1250 yılında yaptırılmıştır. Külliye olarak düzenlenen bu yapıdan günümüze yalnızca mescit, medrese ve türbesi gelebilmiştir. Yapı topluluğunun kitabesi Akşehir Müzesi’ndedir.

Mescit dikdörtgen planlı olup, kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Giriş kapısı önünde bir son cemaat yeri bulunmaktadır. İbadet mekânının mihrabı ve içerisi yer yer dökülmüş olmasına rağmen çini mozaikle süslüdür. Caminin yanındaki taş kaide üzerinde silindirik gövdeli iki şerefeli minaresi bulunmaktadır.


Eşrefoğlu Camisi (Beyşehir)

Konya, Beyşehir ilçesinde, Beyşehir Gölü ile kale arasındaki düzlükte, İçeri Şehir Mahallesinde bulunan Eşrefoğlu Camisi, Eşrefoğlu Beyliğinin kurucusu Seyfeddin Süleyman Bey tarafından yaptırılmıştır. Caminin ibadet mekanına açılan kapısı ile portali üzerindeki iki ayrı kitabeden birisinde 1296, diğerinde de 1290-1300 tarihleri yazılıdır. Bu da gösteriyor ki, cami 1296-1300 yılları arasında yapılmıştır.

Türk mimarisinde ağaç direkli camiler grubuna giren Eşrefoğlu Camisi, Eşrefoğullarının hakim olduğu yerlerde yapmış olduğu en önemli eserdir. Ayrıca ağaç direkli camiler grubunun en büyük ve en orijinal eserdir. Vakfiyesinden caminin yanı sıra bir han ve bir çifte hamamın yapıldığı öğrenilmektedir.

Caminin dikdörtgen olmasına rağmen değişik bir planı vardır. Caminin kuzeydoğu köşesini 45 derecelik bir açı ile kesen ve ekseninden yana kaymış portali ve minaresi arasındaki duvardan ötürü, yapı dikdörtgen bir plan şeması göstermektedir. Araştırmacılara göre bu plan şekli yapının ana yol üzerinde olduğu ve cephenin de ona uydurulduğu, böylece kesik bir dikdörtgen planın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Selçukluların yapmış olduğu diğer yapılarda oluğu gibi burada da ön cephe duvarı kesme taştan, diğer bölümler de moloz taştan yapılmıştır. Yapıda son derece başarılı bir taş işçiliği olduğu da görülmektedir. Ön cephede, portalin sol yanında bir silme duvarı kaplamaktadır. Bunun üzerine de mazgallar yerleştirilmiştir.

Portalin sağında yer alan yüksek minare değişik zamanlarda yapılan yanlış uygulamalardan ötürü özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Minarenin kaidesi altında sivri kemerli bir niş içerisinde antik bir lahtin oluşturduğu bir sebil bulunmaktadır.

Caminin portali mazgallardan biraz daha yüksek tutulmuş, bezemeleri ile dikkati çekmektedir. Burada Sıvas Gökmedrese ve Çifte Minareli Medrese portalleri arasında büyük bir üslup benzerliği görülmektedir. Böylece Eşrefoğulları döneminde Selçuklu taş işçiliği geleneğinin devam ettiği açıkça görülmektedir. Portal ile ön cephe duvarı ve kuzey duvarı arasında kalan firuze ve mor renkli çinilerle kaplı ana mekânda Türk çini sanatında tek örnek olun sırlı tuğla ve mozaik kaplı ikinci bir portal bulunmaktadır.

Bu portalden içerisine girilen iç mekân altı sıra halinde kırk sekiz ağaç direğin üzerindeki konsolların ve kirişlerin taşıdığı düz bir tavan ile üzeri örtülmüştür. Buradaki direklerin başlıkları, konsolları ve tavan kirişleri çoğu günümüzde dökülmüş olmasına rağmen kalem işleriyle bezendiği görülmektedir. Ayrıca ahşap konstrüksiyonlu camilerde olduğu gibi ahşap üzerine boyama tekniği burada da uygulanmıştır. Altı sıra halinde 5.50 m. yüksekliğinde mukarnas başlıklı direkler mihrap duvarına dik yedi sahın meydana getirmiştir. Bunlardan ortada bulunan sahın diğerlerinden daha yüksek ve daha geniştir. Merkezdeki dört direğin üzeri ulu cami plan şemalarında olduğu gibi açık bırakılmıştır.

Mihrap önünde tuğladan üç sivri kemere oturan mihrap önü kubbesi bulunmaktadır. Üzeri dışarıdan kendisini en belirgin biçimde gösteren ve camiye özellik kazandıran piramidal bir çatı ile örtülmüştür. Kubbe içeriden göz alıcı renklerde sırlı tuğlalar ve çinilerle bezenmiştir. Kubbenin ortasında girift kufi yazı ile Allah. Muhammet, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin isimleri yazılıdır.

Caminin mozaik çini mihrabı 4.58 m. genişliğinde, 6.17 m. yüksekliğindedir. Selçuklu üslubunda yapılmış olan mihrap bütünüyle çinilerle kaplıdır. Mavi beyaz renklerin eğemen olduğu mihrapta firuze renk hâkimdir. Mukarnaslı mihrapta, mukarnasların altındaki motifler Konya Karatay Medresesinin kubbe içi çinileri ile büyük benzerlikler göstermektedir.
Caminin ağaç işleri de son derece itinalı ve sanatkârane yapılmıştır. Bugün kapı ve pencere kapaklarından bazıları Konya İnce Minareli Medresedeki Taş ve Ahşap Eserler Müzesinde sergilenmektedir. Bunların yanı sıra hünkâr mahfili ve minberi ağaç işlerinin en fazla dikkati çeken öğeleridir. Özellikle ceviz ağacından minber, kapı ve pencere kapakları kündekâri tekniğinde yapılmıştır. Giriş kapısı üzerindeki kemerde “Amilehu İsa” olarak ustanın izmi yazılıdır.

Caminin güneybatı köşesinde mukarnas başlıklı iki ahşap sütunun taşıdığı on üç basamakla üzerine çıkılan 2 m. yüksekliğinde hünkâr mahfili bulunmaktadır. Hünkâr mahfili ceviz ağacından dantel gibi işlenmiş şebekelerle çevrilidir. Mihrap önü kubbesi önünde bulunan hünkar mahfili Mustafa bey isimli bir vezir oğlu tarafından 1574-1575 yılında Osmanlı döneminde yapılmıştır. Mahfilin kirişleri ve tabanını alt yüzü nakış ve oymalarla bezelidir. Girişin üzerinde yer alan kadınlar mahfili çinilerle kaplı olup ahşap korkulukları ve iki yan duvarlara kadar uzanan parmaklıkları ile ahşap işçiliği yönünden de ilginç bir bölümüdür.

Caminin üzeri toprak damlı iken 1941yılında yapılan onarımla, eğimli bir çatı haline getirilmiş, 1956 yılında da üzeri bakır levhalarla kaplanmıştır.

Caminin yanındaki, doğu duvarına bitişik türbe, Eşrefoğlu Süleyman Beyindir. Bu türbeyi Süleyman Bey ölümünden birkaç yıl önce 1301-1302 yılında yaptırmıştır. Türbe kesme taş duvarlı olup, üzeri konuk bir piramidal külahla örtülmüştür. Türbenin çini, ağaç ve taş işçiliği son derece önemlidir.


Demirli Mescit (Beyşehir)

Konya Beyşehir ilçesinin batısında İçeri Şehir Mahallesi’nde, Eşrefoğlu Camisi’nin yakınında bulunan Demirli Mescit’i, giriş kapısı üzerindeki 0.92x 0.37 m. ölçüsündeki beyaz mermer kitabesinden öğrenildiğine göre Emir Ahmet Şerafettin tarafından 1314 yılında yaptırılmıştır. Selçuklu nesihi ile yazılmış, iki satırlık Arapça kitabenin mealen anlamı şöyledir:

“Bu mübarek medrese hayırsever emirlerin büyüğü Subaşı Kerp oğlu Emir Ahmet Şerafettin Bey tarafından 714 (1314) senesinde yaptırıldı”

Bu kitabe üzerinde dikkati çeken bir nokta mescit yerine medrese sözcüğünün kullanılmış oluşudur. Bu kitabenin mescide ait olmayıp, yıkılmış bir medresenin olduğu da düşünülmelidir. Bu bakımdan Demirli Mescit’in yapım tarihi ve banisi hakkında kesin bir söz söylemek doğru değildir. Ayrıca mescidin mimarı da bilinmemektedir.

Demirli Mescit harap bir durumda olup, günümüze gelebilen beden duvarlarının moloz taştan yapıldığı, yer yer köfeki taşı ile aralarına ahşap hatıllar konulduğu da görülmektedir. Mescit 12.25x10.25 m. ölçüsünde kareye yakın dikdörtgen plan şekli göstermektedir. Önünde son cemaat yeri olmayan giriş kapısı mihrap ekseni üzerinde değil, yan tarafta batı yönündedir. Giriş kapısı köfeki taşından dikdörtgen söveler içerisinde ve yuvarlak kemerlidir. Kapının yanında dikdörtgen söveli iki pencere ile ibadet mekanı aydınlatılmıştır. Bu pencereler içerisinde bulunan demir şebekelerden ötürü de mescide, Demirli Mescit ismi verilmiştir.

İbadet mekânının ortasında bulunan mermer kaide üzerindeki ahşap sütun ve ahşap sütun başlığının üzerinde durulmalıdır. Mukarnaslı olan bu başlık yekpare bir parçadan oyulmayıp, ayrı ayrı küçük parçalardan meydana gelmiş ve bakır çivilerle birbirine tutturulmuştur. Benzerlerine göre biraz kaba bir işçilik gösteren bu başlık Selçuklu ahşap oyma sanatının tipik bir örneğidir. Mescit ahşap sütundan mihrap duvarına dikey olarak uzatılmış dört köşe kalın kirişlerin taşıdığı düz bir çatı ile örtülüdür. Mescidin güney duvarında yer alan mihrap orijinal olmayıp, sonraki dönemlerde yenilenmiştir. İri tuğla ve moloz taştan yapılan mihrabın içerisinde tuğladan bindirme tekniği ile mukarnaslı olarak sonuçlandığı izlerden anlaşılmaktadır.

İbadet mekânının bazı bölümleri ile mihrabın mozaik kakma tekniği ile çinilerle kaplı olduğu bilinmektedir. Bugün bu çinilerden bazıları Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ziyarete kapalı olan Amcazade Hüseyin paşa Külliyesi’ndeki Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi’nde bulunmaktadır. XIII.-XIV.yüzyıl başlarına tarihlenen bu çiniler, mozaik kakma ve firuze renkte sıraltı tekniğinde yapılmış örneklerdir. Müzedeki bu çiniler mihrap üzerindeki kitabelik kısmına aittir. Bazılarının üzerinde Kelime-i Şahadet yazılı olup, çoğunlukla geometrik ve bitkisel motiflerle bezenmiştir. Çinilerde parlak patlıcani renkler ağırlıklı olup, yazı frizleri arasına açık mavi daireler, spiraller, palmetler ve Rumiler yerleştirilmiştir.


Ulu Cami (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesi, Cami-i Kebir Mahallesi’nde bulunan Ulu Cami’yi, Karamanoğlu İbrahim Bey’in oğlu Mehmet Bey 1426 yılında yaptırmıştır. Bununla beraber caminin yapımı ile ilgili bazı çelişkiler bulunmaktadır. Selçuklular zamanında yapılıp, Karamanoğulları tarafından onarılarak kullanıldığı da iddia edilmiştir. Ayrıca 40 m. yüksekliğindeki minaresinin Selçuklular tarafından gözetleme kulesi olarak yapıldığı da ileri sürülmüştür. Minarenin yapım tarihi yazılı olmamasına rağmen buradaki “Sinetün” sözcüğü Ebcet hesabına göre h.510 (1116) yılına işaret etmektedir. Bu durumda minare Anadolu Selçuklu Sultanı I.Mesut dönemine (1098-1150) aittir. İ.Hakkı Konyalı’ya göre; Minarenin mimarı da Mehmet Mecnun Havlanoğlu Mehmet Dımışla’dır.

Ulu Cami’nin kuzeydoğu köşesinde bulunan minare kırmızıya yakın renkte kesme taştan yapılmış, kaide ile küp arasına sülüs yazı ile Ayet’el Kürsi yazılmıştır. Şerefe altındaki geniş kuşakta ise mavi zemin üzerine siyah renkte kufi bir yazının izleri görülmektedir. Külahın altında pencereyi andıran açıklıklardaki çiniler ise yer yer dökülmüştür. Şerefe altı 1994 yılında çökmüş ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmışsa da bu onarım minarenin orijinal görünümünü bozmuştur.

Ulu Cami’nin ibadet mekânı 26.00x30.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı olup, kuzeydoğu yönünde uzanmaktadır. İçerisinde 32 sütun tavanı desteklemekte olup, bu sütunlar üç dizi halindedir. Kemerlerle birbirine bağlı olan bu sütunların sekizi yığma, diğerleri de devşirme malzemeden meydana gelmiştir. Sütun başlıklarından bazıları Roma ve Bizans dönemine aittirler.

Dikdörtgen planlı caminin duvarları moloz taştan örülmüş, üst örtüsü düz bir çatı ile kapatılmıştır. Cami çeşitli dönemlerde onarım geçirmiştir. Bunu belirten bir kitabe giriş kısmında olup, bunlardan birine göre Abdülcabbarzade Cemaleddin Paşa tarafından 1819’da, Ereğli eşrafından Emin Bey tarafından da 1889’da onarılmıştır. Abdülcabbarzade Cemaleddin Paşa’nın yapmış olduğu belirten kitabe:

“Gelûp Abdülcabbar-zâde Cemaleddin nezafetle
İdup bu camii tamir, bihamdi’lâh nezâfetle
Derûnunda ibâdet etmeye kıl Es’adâ tarih
Bu cami, bekle her demde nemâzı kıl cemaatle
Sene 1234 (1819)”.

Bu kitabenin yanında üç dizi halinde Emin Bey’in yaptığı onarımı belirten kitabe bulunmaktadır:

“Birleşince sây-ü bezl-i ehl-i dinle sıdk-ı Emin
Kıldı tecdid ez esasgâh mir-i Eminle Müminin
Fi Ketebehu 1308 (1889)”.

Son olarak 1940 yılında yapılan onarım caminin mimari ve sanat tarihi yönünden bazı özelliklerini yitirmesine neden olmuştur.


Ali Efendi Mescidi (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesi, Boyacı Ali Mahallesi’nde Ereğli Müzesi’nin bahçesinde bulunmaktadır. Mescidi Aksaraylı Ali oğlu Hasan 1151 yılında yaptırmıştır.

Kare planlı moloz taştan yapılan mescidin üzeri merkezi bir kubbe ile örtülüdür. İç mekânında bezeme elemanına rastlanmamaktadır.


Şeyh Şehabüddin Şuhreverdi Camisi (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesi, Türbe Mahallesi’nde bulunan bu camiyi, Karamanoğullarından Seyfeddin Süleyman Bey’in kızı Nasiha Hatun 1390-1391 yılında yaptırmıştır. Yapı topluluğu mescit, imaret, türbe, zaviye ve sekiz derviş hücresinden oluşuyordu. Bu cami ve yanındaki dergâh, Selçuklular ve Karamanoğulları döneminde önem kazanmıştır. Ancak yapı topluluğu zamanla harap olmuş, 1950, 1951 yıllarında yıktırılmış ve yerine Dr.Osman Başkol ile Ahmet Gözneli’nin yardımı ile yeni bir cami yaptırılmıştır.

Mimari yönden özelliği olmayan bu caminin içerisinde yalnızca Selçuklu dönemine tarihlenen Besmele ve ayetleri içeren dört ayrı pano kalmıştır.


Lala Mustafa Paşa Camisi (Ilgın)

Konya Ilgın ilçesi, çarşı içerisinde bulunan Lala Mustafa Paşa Camisi, külliye ile birlikte 1576 yılında yaptırılmıştır.

Külliyenin ana noktasını oluşturan cami kesme taştan yapılmış, 16.00x17.30 m. ölçüsünde kareye yakın dikdörtgen planlı olup, üzeri pandantifli kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbe ayrıca ikişer tane payanda kemeri ile de desteklenmiştir. Caminin ana duvarları iki sıra pencereler üzerindeki yatay silmelerle ikiye bölünmüştür. İç mekân mihrap yönü dışında üç yöne doğru sivri kemerlerle genişletilmiştir. Caminin içerisinde 1.35 m. derinliğinde kemerlerin üzerine mahfiller yerleştirilmiştir. Bunlardan kuzeydeki mahfil taş konsolların yardımıyla öne doğru çıkarılmıştır. İbadet mekânı kuzey ve diğer iki yönde dört sıra pencere ile aydınlatılmıştır. Güney ve kuzey yönlerinde ise dikdörtgen pencereler bulunmaktadır.

Caminin önündeki son cemaat yeri ikisi baklavalı, ikisi mukarnaslı dört sütunun taşıdığı beş bölüme ayrılmıştır. Bunların üzeri kubbe ile örtülüdür. Son cemaat yerinden iki renkli taşla örülmüş yuvarlak kemerli bir kapıdan ibadet mekânına geçilmektedir. Bu kapı üzerinde iki satırlık yapım kitabesi bulunmaktadır. Kitabe siyah zemin üzerine rumi ve bitkisel bezeli kompozisyonlar içerisindedir. Giriş kapısının iki yanına birer niş yerleştirilmiştir. Bunların yanında sivri kemerli dikdörtgen ve alınlıkları olan birer pencere ile birer kapı yerleştirilmiştir. Bu kapıların birinden sağdaki minareye, diğerinden de üst kattaki mahfile çıkılmaktadır. Köşede yer alan minare beden duvarlarının üzerine oturtulmuştur. Pabuç kısmı üzerinde on altıgen gövdeli minarenin ortasında bir de bezemeli kuşak bulunmaktadır. Tek şerefenin altı mukarnaslıdır.

Caminin mihrabı iki yanında yivli sütunçelerle sınırlandırılmıştır. Mihrap, mukarnaslı olup, beş kenarlı bir niş halindedir. Bu nişin köşeleri zikzaklarla hareketlendirilmiştir. Mihrap yüzeylerinin her birine birer rozet işlenmiştir. Bunların altında da bitkisel süsleme nişine yer verilmiştir. Ahşap minber korkulukları, ajurlu geometrik kompozisyonları ile dikkati çekmektedir. Minberin kuzeybatı köşesine de ahşap bir müezzin mahfili yerleştirilmiştir.


Sultan II.Selim Camisi (Karapınar)

Konya Karapınar ilçesi’nde bulunan Sultan II.Selim Külliyesi’nin bölümlerinden birini oluşturan cami, külliye ile birlikte Sultan II.Selim’in şehzadeliği döneminde, 1563 yılında yaptırılmıştır.

Cami, Karapınar bölgesine özgü göktaş denilen koyu gri, düzgün kesme taştan yapılmıştır. Külliyenin en önemli bölümünü oluşturan cami önünde U şeklinde sıralanmış imaret odalarının bulunduğu avlunun güneyinde yer almaktadır. Caminin önünde sekiz sütunun taşıdığı bir şadırvan bulunmaktadır.

Cami kare planlı olup, cephesi ve beden duvarları oldukça sadedir. Yalnızca doğu batı ve güney cephelerinin ortalarına ve köşelerine duvar payeleri yerleştirilmiştir. Böylece XVI.yüzyıl camilerinin güzel bir örneği olarak ortaya çıkmıştır. Kuzey cephesindeki son cemaat yerinin iki yanında dışa taşkın minare kaideleri ve birer şerefeli on altıgen gövdeli altı mukarnaslı şerefeleri ile iki minare cepheye hareket kazandırmıştır.

Caminin ana duvarlarının alt hizasında iki sıra halinde kesme bazalt taşı kullanılmış, bunun üzerine de sarıya yakın düzgün kesme taşlardan altta daha geniş, üstte bir saçakla kesilmiş üç kademe halinde beden duvarları yapılmıştır. Caminin kuzey cephesi dışında ikişer tane altlı ve üstlü pencereler bulunmaktadır. Güney, doğu ve batı cephelerinde kubbeyi taşıyan kasnağın altındaki kademede de küçük ve yuvarlak birer pencereye yer verilmiştir. Kuzey cephede ise, son cemaat yerine açılan iki altlık ve bir de üst pencere bulunmaktadır. Kuzey cephesindeki son cemaat yeri altı beyaz mermer sütunun taşıdığı beş kubbe ile örtülmüştür. Son cemaat yerinin ortasında bulunan camiye giriş kapısı Gödene taşı ile sarı renkteki taşların alternatif olarak sıralanmasından meydana gelmiş basık kemerlidir. Kapının üzerine istiridye biçiminde bir alınlık ve yapım kitabesi yerleştirilmiştir. Hatifi isimli bir şairin yazdığı altı satırlık bu kitabede Yavuz Sultan Selim tarafından 1564 yılında yapıldığı yazılıdır. Bu kitabenin iki yanındaki boşluğa da Sultan Abdülmecid tarafından 1847’de yapılan onarımı belirten bir kitabe yerleştirilmiştir. Buradaki ahşap kapı kanatları kündekâri tekniğinde olup, 1941 yılına kadar yerinde olduğu tespit edilen bronz ejder başı şeklindeki halkaları kayıptır.

İbadet mekânını örten 14.80 m. çapındaki kubbe pandantifler üzerine oturtulmuştur. Kubbenin ortasına Fatır suresi yazılmış, içerisi kıvrık dal, rumi ve palmetlerden oluşan kalem işleri ile bezenmiştir. Mihrap ve minber beyaz mermerden olup, klasik üslupta yapılmıştır. Minberin üzerinde eklektik üslupta ahşap bir fener asılıdır. Bu fener caminin 1847 yılındaki onarımı sırasında buraya konulmuştur. Mihrabın iki yanında bulunan şamdanların, üzerindeki yazıdan Evliya Çelebi’nin ölümünden kısa bir süre önce kendisi veya yakınları tarafından buraya hediye edildiği anlaşılmaktadır.


Kıcıkışla Mescidi (Karapınar)

Konya Karapınar ilçesinde, Karapınar-Emirgazi karayolu üzerinde bulunan bu mescidin kitabesi bulunmadığından, kaynaklarda da yeterli bilgiye rastlanmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber yapı üslubundan XVI.yüzyılda Osmanlı döneminde yapıldığı sanılmaktadır.

Mescit kare planlı olup, kesme ve moloz taştan yapılmıştır. Zemini taş döşelidir. İbadet mekânı kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Kubbeye geçiş tromplarla sağlanmıştır. Doğu ve batı cephesinde birer pencere ile içerisi aydınlatılmıştır. Mescidin girişi kuzey yönündedir. Mihrap silmelerle çerçeve içerisine alınmış olup, bu çerçeve bezemelidir.

Mescit günümüzde kullanılmamaktadır.

Muallimhane Camisi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesi, Hükümet Meydanı’nın güneyinde, Alaylar Mahallesi’nde bulunan Muallimhane Camisi, kitabesinden öğrenildiğine göre Pir Mehmet oğlu Hacı Recep adına Kuran okutulmak ve öğretilmek üzere 1529 yılında Muallimhane olarak yaptırılmıştır. XVI.yüzyıl Osmanlı mimarisinde Muallimhane ismi altında Kuran öğretilen ve okutulan buna benzer örnekler bulunmaktadır. Bu yapılar aynı zamanda mescit olarak da kullanılmıştır.

Caminin giriş kapısı üzerinde Arapça sülüs yazı ile yazılmış iki satırlık bir kitabesi vardır:
“Ammerehaza el Mekteb'el - Talim'ül Kur'an ibtiga-eüvechillah'ül-alim'ül-Hannan
El-hac Receb bin Pir Mehmed el-raci rahmet-i Rabbih'ül-Mennan Fi sene sitte ve selasine ve tis'a miete h.936 (1529)”.

Cami dikdörtgen planlı olup moloz taştan yapılmıştır. İbadet mekânı dört ince ahşap direk ile tavanı taşımaktadır. Mihrap basit bir niş görünümündedir. Minberi ağaçtan olup, sadedir. Minaresi kesme taştan ve tek şerefelidir.

Caminin mihrap duvarında bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabe bugün Askerlik Şubesi ile yanan Hükümet Konağının yerinde bulunan eski kışlaya aittir. Sultan II.Mahmut z<amanında, 1834’te Seydişehir’de bir kışla yapılmış ve kapısı üzerine de dört satırlık bir kitabe yerleştirilmiştir. Kışla yıkıldıktan sonra Muallimhane Camisi onarılırken kitabenin yok olmaması için mihrap duvarına yerleştirilmiştir. Kitabenin cami ile bir ilgisi bulunmamaktadır.

Kitabe:

”Bu şehre kışla bünyad eyledi kim derununda
Ne kaabil söylese anlarla ceyş-i düşme n-i bedhah
Cihada Böyle sarf-ı himmet etdikçe dilirane
Ne bala kışla kim mes-i cihada oldu cevlangah”.

Caminin duvarına bitişik olarak bir türbe bulunmaktadır. Türbe içerisinde Muallimhane Camisi’nin ve türbeyi yaptıran Hacı Recep’in babası Hacı Mehmet’in mezarı bulunmaktadır. Diğer mezarların üzerinde yazı bulunmamakla beraber Hacı Recep ile diğer ikisinin de ailesine ait olduğu sanılmaktadır.

Türbe 4.10x6.55 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı bir yapı olup, kesme taştan yapılmıştır. Kuzey yönünde basık kemerli bir kapı ile içeriye girilmektedir. Giriş kapısındaki sivri kemer ve ayaklardan da anlaşıldığına göre burada günümüze gelemeyen bir revak bulunuyordu. Türbenin üzeri bir kubbe ile örtülmüş, batı yönündeki bir yarım kubbe de onu tamamlamıştır.


Seyyid Harun Camisi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesinin güneyinde bulunan bu caminin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Ancak, Menakıb-ı Seyyid Harun-ı Veli isimli el yazması bir eserde bu caminin Seyyid Harun tarafından yapıldığı yazılıdır. Buna dayanılarak caminin 1302-1320 yılları arasında yapıldığı sanılmaktadır. Cami değişik zamanlarda onarım geçirmiş, en son onarımı da XX.yüzyılın sonlarında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılmıştır.

Cami moloz taş ve kesme taştan dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Caminin giriş kapısı kuzeyde, mihrabı da dikdörtgenin dar kenarında, güneyde bulunmaktadır. Ayrıca doğu ve batı yönlerinde de birer kapısı bulunmaktadır. Mihraptan giriş kapısına doğru iki sıra halinde düzenlenmiş ve birbirlerine kemerlerle bağlanmış yedişer sütunla ibadet mekânı iki nef ile üç sahna bölünmüştür. Caminin üzeri ahşap çatı ile örtülüdür. İç mekânda kuzeydoğu ve kuzeybatıda ahşap merdivenlerle çıkılan iki mahfile yer verilmiştir. Bu mahfiller bir yandan caminin duvarlarına, diğer yanlarında da sütunlara dayalı kemerli kirişler üzerine oturtulmuştur. Caminin batı duvarında, alt sırada iki, doğuda dört, mihrap yönünde de iki penceresi bulunmaktadır. Üst sıradaki pencerelerle birlikte toplam 15 pencere ile cami içerisi aydınlatılmıştır.

Caminin orijinal mihrabı bilinmemektedir. Bugünkü mihrap sonradan ahşap olarak yapılmıştır. Caminin kuzeybatı köşesinde minaresi bulunmaktadır. Minare kesme taştan kaide üzerine yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir.

Caminin kuzey cephesinde üç kümbet bulunmaktadır. Bunlardan kuzey cephesine bitişik olan üç kümbetten birisi Seyyid Harun-ı Veli’ye aittir. Caminin kuzeydoğusuna bitişik olan diğer kümbet Halife Sultan Türbesi’dir. Caminin kuzey duvarına bitişik diğer kümbet ise Rüstem Bey ile Sultan Hatun’a aittir.


Aşağı Mahalle Camisi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesi, Değirmenci Mahallesi’nde bulunan Aşağı Mahalle Camisi XIX.yüzyılın sonlarında yapılmış, 1963 yılında da onarılmıştır.

Cami dikdörtgen planlı olup, kesme taştan yapılmıştır. Üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır.


Türbe Camisi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesi, Alaylar Mahallesi’nde bulunan bu cami XIX.yüzyılın sonlarında ilçe halkı tarafından yaptırılmıştır.

Cami dikdörtgen planlı olup, kesme ve moloz taştan yapılmıştır. Üzeri ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Güneybatı köşesine briketten 1960 yılında bir minare eklenmiştir. Caminin mahfili altında kitabesiz mezar taşları bulunmaktadır. Bu mezar taşları Seydişehir’de Kadiri şeyhlerinden birine ve yakınlarına ait olduğu söylenmektedir.

Caminin mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır.


Sofuhane Camisi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesi, Sofuhane mahallesi’nde bulunan bu cami XX.yüzyılın başında, mahalle halkı tarafından yaptırılmış, 1961 yılında onarılmıştır.

Cami dikdörtgen planlı olup, kesme taş ve moloz taştan yapılmış, üzeri basit bir çatı ile örtülmüştür. Kuzeydoğu köşesindeki ahşap minaresi sonradan yıkılarak yeniden yapılmıştır.


Küçük Mescit (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesi, Ulu Kapı Mahallesi’nde bulunan bu camiyi mahalle halkı 1902 yılında yaptırmıştır.

Dikdörtgen planlı olan mescit, kesme ve moloz taştan yapılmış, üzeri çatı ile örtülmüştür. Kuzeydoğu köşesine de ahşap bir minare yerleştirilmiştir. Mescidin mimari yönden herhangi bir özelliği bulunmamaktadır.


Yeni Cami (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesi, Yeni Mahalle’de bulunan bu cami 1908 yılında yöre halkı tarafından yaptırılmıştır.

Cami dikdörtgen planlı olup, moloz taştan yapılmış, üzeri çatı ile örtülmüştür. Kuzeydoğusunda ahşap bir minaresi vardır. Cami günümüzde yıkılarak yeniden yapılmıştır. Mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır.


Şeref Şirin Mescidi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesinde, Tabakhane Mahallesi’nde bulunan bu cami, 1908 yılında halk tarafından yaptırılmıştır. 1972 yılında cami yıkılarak yeniden yaptırılmıştır.

Cami dikdörtgen planlı olup, moloz taştan yapılmış, üzeri kiremitli ahşap bir çatı ile örtülü idi. Günümüzde onun yerine yapılan cami daha büyük olarak yapılmıştır. Mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır.


Alaylar Camisi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesi, Alaylar Mahallesi’nde bulunan bu cami, XX.yüzyılın başlarında halk tarafından yaptırılmış, daha sonra yıktırılarak 1945-1950 yıllarında yeniden yapılmıştır.

Cami dikdörtgen planlı, moloz taştan ve çatılı olarak yapılmış iken, son yıkımdan sonra üzeri kubbeli daha geniş bir cami yapılmıştır. Bugünkü caminin mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır.


Hüdaverdi Camisi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesi, Alaylar Mahallesi’nde, Eski Devlet Hastanesi’nin güneyinde bulunan bu cami, 1964 yılında mahalle halkı tarafından yaptırılmıştır.

Dikdörtgen planlı cami, beton hatıllı olup, üzeri ahşap çatı ile örtülüdür. Mimari yönden özelliği bulunmamaktadır.


Samanpazarı Camisi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesi, Kızılcalar Mahallesi’nde bulunan bu cami, 1965 yılında halk tarafından yaptırılmıştır.

Dikdörtgen planlı, kesme taş ve moloz taştan yapılan caminin üzeri çatı ile örtülüdür. Minaresi bulunmamaktadır. Cami mimari yönden herhangi bir özellik taşımamaktadır.


Kızılcalar Camisi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesi, Kızılcalar Mahallesi’nde bulunan bu cami XIX.yüzyılın sonlarında yapılmıştır. Banisi bilinmemektedir. Cami 1968 yılında yıktırılarak yerine yeni bir cami yapılmıştır.

Bugünkü cami dikdörtgen planlı ve iki katlıdır. Üzeri ahşap çatı ile örtülmüştür. Mimari yönden özellik taşımamaktadır.
 
#5
Konya Türbeleri


Mevlâna Türbesi (Karatay)

Mevlâna Türbesi 6.500 m2’lik bir alan içerisinde yer almaktadır. Aynı zamanda büyük bir külliye görünümündeki bu alana üç kapıdan girilmektedir. Batı yönündeki Dervişhan Kapısı denilen kapıdan Mevlâna Müzesi’ne girilmektedir. Mevlevi dervişlerinin bu kapının karşısında da türbe kapısı bulunmaktadır. Avlunun ikinci kapısı güneyde olup, buna da Hamuşan Kapısı ismi verilmiştir. Üçüncü kapı ise kuzeyde, dergâh şeyhine özel olan Çelebi Kapısıdır.

Hz. Mevlana 17 Aralık 1273’te 66 yaşında iken karaciğer rahatsızlığından ölmüştür. Mevlâna Gül Bahçesi denilen bugünkü türbenin bulunduğu yere gömülmüştür. Mevlevi tarihlerine geçmiş bir bilgiye göre; Mevlâna’nın babası Sultan-ül Ulema hayatta iken Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat ile burada yürürken, “Buraya gelince torunlarımın kokusunu duyuyorum” demişti. Bu söz üzerine Alâeddin Keykubat’da bu bahçeyi Sultan-ül Ulema’ya hediye etmiştir. O zamanki geleneğe göre zenginler, devletin önde gelen kişileri mezarlık yerine kendi mülklerine gömülüyorlardı. Sultan-ül Ulema öldüğü zaman buraya gömülmüş, etrafı duvarlarla çevrili türbesi de buraya yapılmıştı. Hz. Mevlana da öldüğü zaman babasının başucuna gömülmüştür. Üzerine de bir türbe yapılmaya başlanmıştır. Selçuklu Emiri Süleyman Pervane’nin karısı Gürcü Hatun, Emir Alemeddin Kayser ve Sultan Veled’in birlikte çalışması ile Mimar Tebrizli Bedreddin bu türbeyi 1274’te yapmıştır.

Hz. Mevlana’nın Türbesi Selçuklu döneminde yapılmış diğer türbelerle karşılaştırılamayacak özelliklere sahiptir. Mevlana’nın ölümünden sonra yapılan ilk türbenin ne şekilde olduğu kesinlik kazanamamıştır. Kanuni Sultan Süleyman, kare planlı, kesme köfeki taşından bir mescidi bu yapı topluluğuna eklemiştir. Aynı dönemde yapılan semahanenin Mimar Sinan’a ait olduğu iddia edilmişse de bu iddia kesinlik kazanamamıştır.

Türbe kapısının ahşap iki kanadı Selçuklu üslubunda, geometrik ve rumi motifleri ile süslenmiştir. Üzerine Sultan Veled’in “Ey talib, öğüdümü canla başla kabul et. Doğruların eşiğine baş koy” anlamında Farsça bir beyit kabartma olarak yazılmıştır. Türbe kapısından Tilavet Odası diye isimlendirilen, daha önce Bevvap (kapıcı) ve Dervişlerin kuran okuduğu, kubbeli küçük bir salona geçilmektedir. Buradan üzeri gümüş levhalarla kaplanmış ceviz ağacından, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın oğlu Hasan Paşa’nın yaptırdığı gümüş bir kapı ile Huzur-u Pir denilen türbe salonuna girilmektedir. Bu salon üç kubbe ile örtülü olup, aşıklar girişi (dahil-i uşşak) ismini almıştır. Bu salonun sağında ve karşısında iki kubbenin örttüğü ve mezar sandukalarının bulunduğu bir set ile karşısındaki iki kubbeli ikinci sete ve Mevlana’nın üzerindeki yeşil kubbeye Kıbab’ül-Aktab (kutupların kubbeleri) ismi verilmiştir. Salonun solunda semahane ve mescidi bir birinden ayıran kemerlerin altındaki sette de ikişer sıra halinde altı sanduka yerleştirilmiştir. Bu altı mezarın Mevlana ve babası ile birlikte Belh’ten Konya’ya göçen dervişlere ait olduğu söylenmektedir.

İlk türbenin dört ayağa oturan güneydoğu ve batı yanları kapalı, kuzey yönü eyvanlı, üzeri piramidal örtülü Selçuklu kümbetlerine benzediği sanılmaktadır. 1396 yıllarına doğru dıştaki çini kaplı dilimli külah yapılmıştır. Sultan II.Beyazıt devrinde de türbenin doğu ve batı duvarları kaldırılarak buraya bazı ilaveler yapılmış, içerisi kalem işleri ile bezenmiştir. Bugünkü türbenin Anadolu’daki en yakın benzerleri Sivas’taki Şeyh Hasan Türbesi ile Akşehir’deki Seyyid Mahmud Hayrani Türbesi’dir. Günümüzdeki türbe dört paye üzerine oturmuş 25 m. yüksekliğindedir. Bu yüksekliği ile de XIII. yüzyılda yapılmış hiçbir türbe ile karşılaştırılamaz. Türbe gövdesi dıştan 16 dilimli silindir şeklindedir. Gövde taş bir kornişle sona erer. Bunun üzerine yine 16 dilimli konik bir külah yerleştirilmiştir. Türbenin dilimli külahının çinilerinin Alaeddin Ali Bey’in eseri olduğu sanılmaktadır. Gövde ve külah üzerindeki firuze renkteki çiniler zaman zaman yenilenmiştir. Bundan ötürü de bu kubbeye Yeşil Kubbe (Kubbe-i Harda) ismi verilmiştir. Kubbe gövdesinin üst kornişinin altındaki lacivert şeride beyaz sülüs yazı ile Besmele ve Ayet-ül Kürsi yazılmıştır. Külahın en üst noktasında altın kaplama bir alem bulunmaktadır.

Türbenin içerisi içten kubbemsi piramidal şekildedir. Tepe noktasından sekiz köşeli bir yıldızın kolları etrafa dağılmaktadır. Yeşil kubbenin altında Mevlana ve oğlu Sultan Velet’in mavi mermerden yapılmış sandukaları bulunmaktadır. Bu sandukaların üzerinde 1894 yılında Sultan II. Abdülhamit’in hediye ettiği deri üzerine siyah atlas kaplamalı büyük bir puşide örtülmüştür. Mevlana’nın ölümünden sonra mezarı üzerine yerleştirilen ilk sanduka ahşaptan olup, XVI.yüzyılda buradan kaldırılarak babası Sultan-ül Ulema’nın üzerine konulmuştur. Selçuklu devri ağaç işçiliğinin en güzel örneklerinden biri olan bu sanduka Selimoğlu Abdülvahit ve Hüsameddin Muhammed isimli iki ustaya aittir. Sanduka kündekâri ve oyma tekniğinde yapılmıştır. Sandukanın ön, arka ve yanlarında Ayet-ül Kürsi, Mevlana’ya ait beyitler, Divan-ı Kebir’den seçilmiş gazeller ile Mesnevi’den alınmış beyitler yazılıdır.

Yeşil Kubbe’nin batısında ve Mevlana’nın başucunda eşi Kerra Hatun (1292), Mevlana’nın kızı Melike Hatun (1306), Mevlana’nın oğlu Muzaferüddin Emir Alim Çelebi (1277), Mevlana’nın torunu Celale Hatun (1283), Kadı Tacettin’in kızı Melike Hatun (1330), Çelebi Hüsamettin (1284) ve bu dergâhta postnişinlik yapmış çelebiler ile onların ailelerine ait 65 sanduka bulunmaktadır.

Mevlana’nın sandukasının üzerini örten stalâktitli kubbeye Post Kubbesi ismi verilmiştir. Mevlana’nın sandukasını Huzur’dan ayıran gümüş bir şebeke vardır. Gümüş Kafes adı verilen bu şebekeyi 1579 yılında Maraş Mirimiranı Mahmut Paşa 1579 yılında Kalemkâr İlyas isimli bir ustaya yaptırmıştır. Bu kafesin üzerindeki gümüş plakada Şair Mani’nin 32 beyitlik Türkçe bir şiiri yazılıdır.

Sultan II. Selim aynı yere iki minareli bir cami eklemiştir. Sonraki yıllarda Hüsrev Paşa Türbesi (1527), Mehmet Bey Türbesi (1534), Hasan Paşa Türbesi (1573) ve Sinan Paşa Türbesi (1574) aynı yere yapılmıştır. Bu arada Mevlana dergâhı da çeşitli ilavelerle genişletilmiş ve büyük bir külliye görünümünü almıştır. Osmanlı sultanlarının hemen hepsi de bu yapı topluluğuna yeni ilaveler yapmışlardır.

Hürrem Paşa Türbesi (Karatay)

Mevlana Külliyesi’nin avlusunda matbahın doğu yönünde bulunan Hürrem Paşa Türbesi, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Vezir İbrahim Paşa tarafından 1527 yılında şehit düşen Hürrem Paşa için yaptırılmıştır.

Kesme taştan, sekiz köşeli planı olan türbenin üzeri kubbe ile örtülüdür. Kuzey yönündeki giriş kapısı üzerinde kubbeli bir kapı siperi bulunmaktadır. Türbe içerisinde Karaman Beylerbeyi Hürrem Paşa (1526) ve Şam vilayeti sancağında Mutasarrıflık yapmış olan Hacı Bey’in (1533) mezarları bulunmaktadır.


Hasan Paşa Türbesi (Karatay)

Mevlana Külliyesi’nin güney yönünde dergâha bitişik olan türbe, 1573 yılında ölen Karaman Beylerbeyi Hasan Paşa için yaptırılmıştır.

Kesme taştan sekiz köşeli planı olan türbenin üzeri kubbe ile örtülüdür. Klasik Osmanlı mimarisine göre yapılan türbenin giriş kapısı üzerindeki kitabesinde, Hasan Paşa için yaptırıldığı belirtilmektedir. Türbenin kuzeyindeki pencerelerden biri kapı şekline sokulmuş ve Mevlana Türbesi’ne açılmaktadır.


Sinan Paşa Türbesi (Karatay)

Mevlana Külliyesi’nin güney yönünde bulunan Sinan Paşa Türbesi kitabesinden öğrenildiğine göre, 1574 yılında yapılmıştır.

Türbe kesme taştan sekiz köşeli olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubunda olan türbenin kuzeydeki giriş kapısı üzerinde yapıldığı yılı gösteren kitabesi bulunmaktadır. Türbe içerisinde Karaman Beylerbeyi Sinan Paşa’nın sandukası bulunmaktadır.


Murat Paşa Kızı Türbesi (Karatay)

Mevlana Külliyesi’nin avlusunda, Sinan Paşa Türbesi’nin kuzeyinde bulunan bu türbe, Karaman Beylerbeyi Kuyucu Murat Paşa’nın kızı Fatma Hatun için 1585 yılında yapılmıştır.

Kesme taştan yapılmış olan türbe, sekiz köşeli plan düzeninde olup üzeri kubbe ile örtülüdür. Klasik Osmanlı türbe mimarisi üslubundaki türbenin giriş kapısı üzerinde 1585 yılında Fatma hatun için yapıldığını gösteren kitabesi bulunmaktadır. Türbe içerisinde Fatma Sultan’ın mermer mezar sandukası bulunmaktadır. Burası daha önce dergahın kütüphanesi olarak kullanılmıştır.

Mehmet Bey Türbesi (Karatay)

Mevlana Külliyesi’nin güney avlusunda bulunan Mehmet Bey Türbesi, sülüs celi kitabesine göre 1534 yılında ölen Mevlevi muhibbi Mustafa Paşa’nın oğlu Mehmet Bey için yapılmıştır. Türbe Hamuşa’nın (Mevlevi Mezarlığı) doğu yönündedir.

Türbe dört mermer sütunun taşıdığı küçük bir kubbeden meydana gelmiştir. Kubbenin altındaki taş döşeme üzerinde Mehmet Bey’in sanduka şeklindeki mezar taşı bulunmaktadır.


Gömeç Hatun Türbesi (Merkez)
Konya Musalla Mezarlığı Mevkii’nde bulunan Gömeç Hatun (Kız Kulesi) Türbesi XIII.yüzyılın sonlarında yapılmıştır. Türbenin Anadolu Selçuklu Sultanı Rükneddin Kılıç Aslan’ın karısı Gömeç Hatun’a ait olduğu söylenmektedir.

Türbe Selçuklu mimari üslubunda yapılmış olup, alt kısmında beşik tonozlu mumyalık, üst kısmında da merdivenlerle ulaşılan tek eyvandan oluşan zemin bölümü bulunmaktadır. Türbe duvarlarının altı kesme taştan, üzeri de tuğladan yapılmıştır. Giriş kapısı çini bezemelidir. Türbenin dış görünümü bir kaleyi andırmaktadır. Eyvan kemerlerinin içerisi mozaiklerle bezenmiştir.


Şeyh Aliman Türbesi

Konya Aliman Mahallesi’ndeki mezarlık içerisinde bulunan bu türbe Selçuklu dönemi şeyhlerinden Aliman için 1288 tarihinde yaptırılmıştır.

Moloz taştan yapılmış olan türbe, dikdörtgen planlı olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür.


Kalender Baba (Şeyh Ebubekir) Türbesi

Konya Musalla Caddesi’nde, Musalla Mezarlığı yakınında bulunan bu türbe, vakfiyesinden öğrenildiğine göre Ebubekir Niksari isimli bir bilgin için 1428 tarihinde yapılmıştır.

Türbe Selçuklu mimari üslubunda Karamanoğlu yapısıdır. Sekiz köşeli bir plana sahip olup, üzeri piramidal bir çatı ile örtülüdür. Duvarları tuğladan örülmüştür.


Fakih Dede Türbesi (Karatay)

Konya Burhandede Mahallesi’nde bulunan bu türbe, mutasavvıf ve bilgin Burhaneddin Fakih Paşa için 2454 yılında yaptırılmıştır. Türbe Karamanoğlu dönemi ile Selçuklu dönemi mimarisinin bir araya getirilmiş örneğidir.

Türbe kare planlı olup, gövde sekiz köşelidir. Üzeri tuğladan piramidal bir külahla örtülmüştür. Türbenin üzeri kubbe ile örtülü olup, bunun üzerine silindirik külah oturtulmuştur. Giriş kapısı üzerinde 1454 tarihini içeren nesih yazılı çini mozaiklerle süslü kitabesi bulunmaktadır. Burası firuze, mor, mavi ve lacivert çinilerle bezenmiş olup, üzerlerine çiçek ve yaprak motifleri işlenmiştir. Kapı giriş kemerinin köşe dolguları da firuze ve mavi çinilerle kaplanmıştır.

Türbenin içerisinde Fakih Dede’nin basit bir sandukası bulunmaktadır.


Şeyh Şücaeddin Türbesi (Merkez)

Konya Musalla Mezarlığı’nda, Şeyh Halili Türbesi yanında bulunan Şeyh Şücaeddin Türbesi’nin yapımı ile ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır. Kitabesi bulunmadığından yapım tarihi tartışmalıdır.

Türbenin gövdesi kesme taştan, üzeri 16 dilimli tuğla kubbe ile örtülüdür. Giriş kapısı söveleri mermerdendir. Kubbe eteği mukarnas friz ile bezenmiştir. Türbe içerisindeki mermer lahit sülüs yazılar, geometrik motifler ve kabartma yaprak, çiçek motifleri ile bezelidir.


Şeyh Halili Türbesi (Merkez)

Konya Musalla Mezarlığı’nda bulunan bu türbe kitabesinden öğrenildiğine göre; 1597 yılında yaptırılmıştır.

Düzgün kesme taştan yapılmış olan sekiz köşeli türbe, on iki köşeli bir kasnağa oturan tuğla kubbe ile örtülüdür. Önde sivri kemerli iki sütuna oturan kubbeli bir girişi vardır.


Tac-Ül Vezir Türbesi (Selçuklu)

Konya Dede Bahçe’nin doğusunda Selçuklu Sultanı II.Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Vezir Taceddin Mehmed’in 1239-1240 yılında yaptırmış olduğu medresenin yanında türbesi de bulunmaktadır. Günümüze yalnızca türbe gelebilmiştir. Türbe Tac-Ül Vezir ile torunları Celaleddin Kasım Bey ve Şeyh Sureti’ye aittir.

Türbe medreseden daha önce yapılmıştır. Taş temeller üzerine tuğla gövdeli, sekiz köşeli plandadır. Üzeri piramidal bir külah ile örtülmüştür. Piramidal külahın altındaki kubbe kasnağında yarım daire şeklinde, sekizgen nişler bulunmaktadır.


Ali Gav Türbesi (Selçuklu)

Konya Tarla Mahallesi’nde bulunan Ali Gav Medresesi ve Türbesi’nin kitabesi bulunmamakla beraber, yapı üslubundan XII.yüzyılın sonu ile XIII.yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Medrese ve türbenin mimarı ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Türbede Hacı Bayram Veli’nin soyundan Ali Gav gömülüdür. Kesme taş temeller üzerine yapılmış olan türbe eyvanlı bir yapıdır.

Türbenin çevresinde ve içerisinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1966 yılında Y.Mimar Önge tarafından yapılan onarımı sırasında firuze renkli çini parçaları bulunmuştur. Bunlardan firuze sırlı bir kandillik bugün Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi’nde bulunmaktadır.


Sultanlar Türbesi (Karatay)

Konya Alaeddin Camisi içerisinde bulunan Sultanlar Türbesi’nde, Selçuklu sultanlarından Sultan I.Mesut, Sultan II.Kılıçaslan, Sultan II.Rüknettin Süleyman, Sultan I.Gıyaseddin Keyhüsrev, Sultan I.Alaeddin Keykubat, Sultan II.Gıyaseddin Keyhüsrev, Sultan IV.Kılıçaslan ve Sultan III.Gıyaseddin Keyhüsrev gömülüdür.

Türbe klasik Selçuklu türbe mimarisi üslubundadır. Türbenin on köşeli kesme taştan bir gövdesi vardır. Üzeri kubbe ile örtülü olup, dışarıdan bu kubbe piramit biçiminde on cepheli bir külah ile örtülmüştür. Tuğla külahın ilk yapıldığı dönemde çinilerle kaplı olduğu günümüze gelen izlerden anlaşılmaktadır. Külahın çevresinde lacivert üzerine beyaz harflerle yazılmış çini bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabede; “Bu imaretin yapılmasını Kılıçaslan’ın oğlu Mesud’un oğlu Kılıçaslan’ın emrettiği” yazılıdır. Buradan anlaşıldığına göre türbe Sultan II.Kılıçaslan zamanında yapılmıştır. Ayrıca türbenin doğusundaki bir pencere üzerinde de mimarının Abdulgaffar oğlu Yusuf olduğu yazılıdır.

Gövde içerisindeki duvarlarda nişler bulunmaktadır. Türbe içerisindeki sandukaların çinileri dağılmış, sökülmüş, bir kısmı da kaybolmuştur. Arta kalanlar gelişi güzel sandukaların üzerine yapıştırılmıştır. Lacivert zemin üzerine beyaz harflerle yazılı olan çini kaplamalarda burada gömülü olanların isimleri yazılıdır. İlk yapıldıklarında tamamen çini kaplı olan bu sandukalardan dört tanesinin üzeri harç ile sıvanmıştır.


Alaaddin Camisi Avlusundaki İkinci Türbe (Karatay)

Alaaddin Camisi avlusunda bulunan ikinci türbe, Sultanlar Türbesi’nin batısında olup, görkemli bir görünüşü vardır.

Sekizgen planlı türbenin gövdesinden sonraki bölümü yok olmuştur. Üzerinin kubbe veya külahla örtülü olup olmadığı bilinmemektedir. Prof.Dr.Semavi Eyice’ye göre yarıda kalmış olması da muhtemeldir. Türbe içerisinde mihrabının bulunmasına rağmen burasının bir mescit olarak yapıldığı da iddia edilmiş ancak, bu kesinleşmemiştir.

Kesme taştan yapılan türbenin köşeleri zencerek kabartmaları ile işlenmiştir. Kapısı çift renkli taşlardan yapılmış, iki yanına sütunçeler yerleştirilmiştir. Kapının üzerinde bulunan kitabe levhası boş bırakılmıştır. İçerisinde hiçbir sanduka bulunmamaktadır. Bu da türbenin tamamlanmadığını göstermektedir. Türbenin yan cephelerindeki pencereler kapısında olduğu gibi kemerler içerisine alınmış ve buraları kabartma frizler ve mukarnaslarla süslenmiştir.


Tavus Baba Türbesi (Meram)

Konya Meram ilçesi’nde bulunan Tavus Baba Türbesi, Sultan I.Alaeddin Keykubat döneminde (1220-1237), Konya’da ölmüş olan Şeyh Tavus Mehmet-el Hindi’ye aittir.

Türbe XIII.yüzyılda taş ve tuğladan yapılmıştır. Üzeri tonozla örtülü olup, dıştan kubbelidir. Kesme taş ve tuğladan yapılmış olan bu türbe oldukça sade bir görünümdedir.


Ateş-Baz Veli Türbesi (Meram)

Konya Meram ilçesinde, eski Meram yolu üzerinde bulunan bu türbe 1285 yılında ölen Mevlevi dervişlerinden Ateş-Baz Yusuf’a aittir.

Türbe kesme taştan, sekiz köşeli bir plan göstermektedir. Üzeri sekizgen piramidal bir külah ile örtülmüştür. Türbenin altında mumyalık bölümü bulunmaktadır. Giriş kapısı taş söveli ve yuvarlak kemerlidir.


Kesikbaş Türbesi (Karatay)

Konya Kalenderhane Mahallesi’nde bulunan bu türbenin kitabesi bulunmadığından ve kaynaklarda da ismine rastlanmadığından kime ait olduğu bilinmemektedir.

Türbe XIII.yüzyıl Selçuklu türbe mimarisi üslubunda yapılmıştır. Türbenin sekizgen bir kaidesi ve sekizgen bir gövdesi bulunmaktadır. Üzeri sekizgen bir konik kubbe ile örtülmüştür.


Emir Nurettin Türbesi (Meram)

Konya Sephavan Mahallesi’nde bulunan bu türbe, Selçuklu Emiri Nurettin’e aittir.

Türbe XIII.yüzyıla tarihlenmekte olup, kesme taştan sekiz köşeli bir plana sahiptir. Üzeri sekizgen konik külahla örtülmüştür.


Tahir ile Zühre Türbesi (Selçuklu)

Konya Beyhekim Mahallesi’nde bulunan bu türbenin Türk folklorunda ismi geçen Tahir ile Zühre’ye ait olduğu söylenmektedir. Türbenin yanında küçük bir de mescit bulunmaktadır.

Türbe taş ve tuğladan yapılmış olup, içerisinde alçı rölyeflerle süslü bir de mihrabı bulunmaktadır. Türbenin üzeri tuğla bir kubbe ile örtülmüştür.

Hoca Fakih Türbesi (Meram)

Hoca Fakih Mescidi’nin yanında bulunan bu türbeyi, Ahmet Fakih Kudbüddin adına 1221’de Şeyh Aliman tarafından yaptırılmıştır. Batı yönünden türbe mescide bitişik olup, aralarında bir kapı bulunmaktadır. Bu kapı üzerindeki Selçuklu sülüsü ile yazılmış dokuz satırlık Arapça kitabesinin mezar sandukasına ait olduğu sanılmaktadır. Bu kitabe sonradan buraya konulmuştur.

Türbe kesme taştan kare planlı olup, üzerini tuğla ile örülmüş mukarnaslı bir kubbe örtmektedir. Yapının dış cephesinde üç sıra halinde altı pencere bulunmaktadır. İç mekânın ortasında ahşap sanduka bulunmakta olup, bu sanduka asıl sandukanın üzerine geçirilmiştir. Türbenin altında mumyalık kısmı vardır.


Nasreddin Hoca Türbesi (Akşehir)
Konya Akşehir ilçesi surlarının doğusunda kendi ismi ile tanınan mezarlıkta bulunan Nasreddin Hoca Türbesi’nin yapıldığı tarih kesinlik kazanamamıştır. Değişik zamanlarda yapılan onarımlarla özgünlüğünü yitiren bu yapıyı Akşehir Kaymakamı Şükrü Bey 1905 yılında yaptırmıştır. Eski yapıdan yalnızca ortadaki ana türbe bölümü günümüze gelebilmiştir. Bu ana türbe bölümünü altı sütunu birbirine bağlayan sivri kemerlerden oluşan bir revak çevrelemektedir. En dışta 12 köşeli mermer kaideye oturan 12 sütun sıralanmıştır. Türbenin üzerini 12 köşeli çinko külahlı bir çatı örtmektedir.

Mermer sandukanın başucunda Nasreddin Hoca’nın yaşamını simgelemek üzere ölüm tarihi olan h.683 (1284) ters olarak 386 şeklinde yazılmıştır. Bugünkü görünümüyle bu türbenin mimari bir özelliği bulunmamaktadır.


Şeyh Seydi Mahmut Hayrani Türbesi (Akşehir)

Konya Akşehir’deki Şeyh Seyit Mahmut Hayrani Türbesi, Şeyh Seyit Mahmut Hayrani’nin ölümünden sonra 1204 yılında yapılmıştır. Türbeyi Karamanoğlu II. Mehmet 1409’da Seydi Muhiddin’e yeniden yaptırmıştır.

Türbe taş kaide üzerinde, kare planlı tuğladan silindirik gövdelidir. Üzerini yine dilimli bir külah örtmektedir. Dilimlerin araları dikey tuğlalarla örülmüştür. Üç renkli sırlı tuğla süslemeler ve sonraki yıllarda buraya eklenen yıldız ve haç biçimi çinilerle görkemli bir görünüş elde edilmiştir. Türbenin giriş kemeri alınlığında rumi, palmet, altıgen ve yıldız motifleri ile bezeli kitabesinde türbenin mimarının Asli Bin Abdullah olduğu yazılıdır. Türbenin içerisi kubbe ile örtülüdür. Kubbenin içerisi firuze çinilerden altı köşeli yıldızlar ve kare şeklindeki altıgen motifleri ile bezenmiştir. Doğu yönündeki giriş kapısı ceviz ağacından tek kanatlı olup, devrinin en iyi ağaç işi örneklerindendir. Bugün bu kapı Akşehir Müzesi’nde korunmaktadır. Türbenin üzerindeki ağaç işçiliği ve yazı sanatı yönünden önemli olan sandukası İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndedir.


Şeyh Hasan Türbesi (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesine 3 km. uzaklıktaki Alanyurt Köyü’nde bulunan Şeyh Hasan Türbesi Hamidoğulları Beyliği döneminde yaptırılmıştır. Türbenin yapımı kitabesinden öğrenildiğine göre; 1370 yılında tamamlanmıştır.

Türbe Şeyh Hasanoğlu Hacı İbrahim Sultan isimli zaviyenin içerisinde bulunuyordu. Bu zaviyeden günümüze yalnızca türbe gelebilmiştir. Türbenin dış duvarları düzgün mermer bloklardan örülmüş olup, kare planlıdır. Üzeri konik bir kubbe ile örtülüdür. Türbenin üç cephesinde dikdörtgenler içerisine alınmış birer penceresi bulunmaktadır. Doğu cephesinin ortasında bulunan giriş kapısı türbe boyunca yükselmektedir. Kapı ve güney cephedeki pencerelerinde mermer bezemeler dikkati çekmektedir. Türbenin içerisinde bulunan ve ağaç işçiliği yönünden son derece değerli olan sandukalar XX.yüzyılın başlarında yurt dışına kaçırılmıştır.


Eşrefoğlu Kümbeti (Beyşehir)

Konya Beyşehir ilçesi Eşrefoğlu Camisi’nin doğu duvarına bitişik olan türbe, Emir Seyfettin Süleyman için 1301 tarihinde yapılmıştır.

Kümbet kesme taştan sekizgen gövdeli, klasik türbe mimarisi üslubunda olup, içten kubbe dıştan konik bir çatı ile örtülüdür. Türbeye iki yanlı dik basamaklı merdivenlerle çıkılmaktadır. Türbenin altında mumyalık kısmı bulunmaktadır. Türbenin dış cephesi son derece sade olmasına karşılık içerisi çini mozaiklerinin zengin örnekleri ile bezenmiştir. Ayrıca kubbenin tümü kıvrık dallar, palmetler, Rumiler ve yıldızlarla kaplanmıştır. Kubbe kasnağı kufi yazıyı andıran çinilerle bezelidir.

Üç Kızlar Türbesi (Akşehir)

Konya ili, Akşehir ilçesi merkezinde Taş Medrese yanında bulunan Üç Kızlar Türbesi’nde Sahibi Ata Ali’nin kızları gömülüdür.

Türbe medrese girişinin solunda bulunmaktadır. Kare planlı bir yapı olup, güney duvarı üzerinde revaklı avluya açılan basık kemerli bir kapısı vardır. Bu kapının üzerine de sivri kemerli bir pencere yerleştirilmiştir. Türbenin altında mumyalık kısmı bulunmakta olup buraya giriş yan taraftaki hücreden merdivenledir. Mumyalık kare planlıdır. Üzeri yıldız tonozlarla örtülmüştür. Zemini toprak olarak bırakılmıştır. Bazı yayınlarda burada üç sandukanın bulunduğu belirtilmektedir. Ancak bunlar günümüze gelememiştir.

Türbenin üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Trompların üçgen yüzlerinde firuze sırlı tuğlalarla baklava şeklinde bir bezeme meydana getirilmiştir. Kubbe içerisindeki incelemede firuze sırlı tuğlalar kullanıldığı anlaşılmaktadır. Kubbe eteğinde günümüze çok azı gelebilmiş kufi yazı taklidinde geçmeli, geometrik, çini mozaik tekniğinde yapılmış bir kuşak bulunmaktadır. Kubbe göbeğinde ise yine çini mozaik tekniğinde geometrik geçmeli bir bezeme bulunmaktadır.


Ebu Derda Türbesi (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesi Ebu Derda Mezarlığı’nda bulunan bu türbenin kime ait olduğu ve hangi tarihte yapıldığı kesinlik kazanamamıştır.

Türbenin bugünkü yapısının mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır. Kare planlı olup, üzeri sekiz köşeli kasnağın taşıdığı bir kubbe ile örtülüdür. Türbe moloz taştan yapılmıştır. Giriş kapısı sivri kemerli olup, iki yan kenarda ikişer penceresi bulunmaktadır.




Ahi Zekeriya Türbesi (Ereğli)


Konya Ereğli ilçesi Meydanbaşı Mezarlığı yanında bulunan bu türbe kitabesinden öğrenildiğine göre Sait Ahi Zekeriya’ya aittir. Mermer sanduka üzerinde Ayet’ül Kürsi ve Kelime-i Tevhit yazılıdır. Sandukanın diğer tarafında “Merhum Mağfur Şehit ve Sait Ahi Zekeriya Helva-i meftundur. Allah kabrini nurlandırsın” yazılıdır.

Türbe moloz taştan yapılmış olup, mimari yönden bir özellik taşımamaktadır.


Mustafa Bey Türbesi (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesi, Alparslan Mahallesi’nde bulunan bu türbe Kaptan-ı Derya Aşçı İbrahim Paşa’nın dört yaşında ölen oğlu Mustafa Beyê aittir. Kitabesini Ahmet Dürri Efendi yazmış ve bir de şiir eklemiştir.

Türbe 1710 yılında yapılmış, 1778 yılında da Çelebizade İsmail Asım Efendi’nin eşi Ematullah Hanım buraya gömülmüştür. Bunu belirten bir kitabe de ayrıca eklenmiştir.

Türbe moloz taştan, kare planlı olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Mimari yönden bir özellik taşımamaktadır.


Seyit Harun Türbesi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesi Pazar Yeri’nde bulunan Seyit Harun Camisi ve Türbesi’nin, Seyit Harun’un ölümünden önce 1320’de yapıldığı sanılmaktadır.

Seyyid Harun Camisi’nin kuzey cephesine bitişik olan üç kümbetten sağdaki ilk kümbet Seyyid Harun-ı Veli’ye aittir. Vakıflar Genel Müdürlüğü yakın tarihlerde bu türbeyi onarmıştır. Türbe iki katlı ve 6.10x6.10 m. ölçüsünde kare planlıdır. Kaide ve gövdesi taştan, sekiz köşeli kasnak üzerine oturan kubbesi tuğladan yapılmıştır. İçeriden kemerler üzerine oturan kubbe, dışarıdan piramidal bir külahla örtülmüştür. Türbenin giriş kapısı sağda olup, basık kemerli kapı ile üzerindeki niş arasındaki bölüme mermer kabartma sülüs yazı ile bir kitabe yerleştirilmiştir. Bu kitabenin mealen anlamı şöyledir:

” Bu kutlu türbe, yoksulların efendisi, Allah’ın rahmetine kavuşmuş ve günahları bağışlanmış olan Seydi Harun'un yirmi üç rebi'ül-evvel yediyüz yirmi de ölmesi üzerine inşa edildi”.

Türbenin içerisinde bulunan sandukanın üzeri sıvanmıştır. Tuğla örgülü olan bu sandukanın baş ucundaki kemeri firuze renkte, altıgen, dörtgen ve üçgen çini levhalarla doldurulmuştur. Bunların ortasındaki çini pano üzerinde Allah sözcüğü yazılıdır.

Türbenin içerisindeki üç pencereden biri camiye açılmaktadır. Pencerelerin lentoları çevredeki antik kalıntılardan derlenmiştir. Bezemelerinden anlaşıldığına göre bunlar Bizans dönemine aittir. Ayrıca kıble duvarında da sivri kemerli bir mihrap bulunmaktadır. Türbenin çift kanatlı ahşap kapısı Beylikler dönemi üslubunu yansıtan oyma tekniğinde yapılmış bezemelerle süslüdür.

Türbe onarımlarla özgünlüğünü kısmen yitirmiştir.


Seyit Harun Ailesi Kümbeti (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesi girişinde, Rüstem Bey Kümbeti’nin arkasında bulunan bu kümbetin de ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Büyük olasılıkla bu türbe XIII.yüzyılda Selçuklu döneminde yapılmıştır.

Kesme taştan kare planlı bir yapı olan türbenin üzeri kubbe ile örtülüdür. Basık kemerli kapısının üzerinde ve sağ tarafındaki duvarlarda antik yapılardan derlenmiş taş süslemeler görülmektedir. Giriş kapısı üzerinde Selçuklu sülüsü ile yazılmış bir kitabe varsa da okunamamıştır.


Halife Sultan Kümbeti (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesi, Seyit Harun Camisi’nin kuzey cephesi önündeki kümbetlerden ikincisinin son onarım sırasında tek satırlık kitabesi yerine oturtulmuştur. Bu kitabenin bir kısmı eksiktir. Çok azı okunabilen kitabeden türbenin kime ait olduğu anlaşılamamıştır.

Kümbetin dış duvarları onarılmış ve gövde ile kubbesinin kesme taştan yapıldığı anlaşılmıştır. Kubbenin üzerinde konik bir külah bulunmaktadır. Kümbetin giriş kapısı basık ve küçük olup, kuzey yönündedir. Bu kapı bir Bizans yapısından derlenmiş bloklardan çerçeve içerisine alınmıştır. İç duvarları tamamen sıvalı ve badanalı olan kümbetin içerisinde üç sanduka bulunmaktadır. Bu sandukaların üzerleri sıvanmış ve üzerinde olduğu düşünülen yazılar tamamen kaybolmuştur.


Sultan Hatun Türbesi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesinde, Seyit Harun Camisi’nin ve Halife Sultan Kümbeti’nin kuzey duvarına bitişik olan bu kümbet, buradaki üç kümbetten en küçüğüdür.

Kare planlı 3.45x3.55 m. Ölçüsünde olup, kümbetin profilli gövdesi kesme taştan yapılmıştır. Bu gövde sivri kemerlerle çerçeve içerisine alınmıştır. Kemerlerin içerisinde ikişer pencere bulunmaktadır. Bu pencerelerden alttakiler dikdörtgen ve büyük, üsttekiler ise sivri kemerli ve küçüktür. Kümbetin giriş kapısı doğu yönündedir. Türbe mimari yönden diğerleri ile aynı üslupta yapılmıştır.

Kümbetin içerisinde beş mezar bulunmaktadır. Bunlardan en güneyde bulunanın baş ve ayak ucunda birer taş olup Sultan Hatun’a aittir. Diğer mezarlar Selçuklu üslubunda sanduka şeklinde olup, Emir Şah Bey ibn Turgut Bey, Rüstem Bey bin Halil Bey, Ali Bey ibn Rüstem Bey, Düürühant Hatun’a aittir. Bu mezar taşlarının üzerindeki ölüm tarihleri dikkate alındığında türbenin XV.yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır.


Şeyh Emin Bey Türbesi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesi, Alaylar Mahallesi’nde Akyol Mezarlığının kuzeydoğusunda bulunan Şeyh Mehmet Emin Bey Türbesi, sandukasının üzerindeki mermer kitabesinden öğrenildiğine göre 1854 yılında yapılmıştır. Şeyh Emin Bey Nakşibendî tarikat şeyhlerindendir.
Sandukanın başucundaki mermer kitabe:

“Hu
El-Merhum el mağfur tarikat-i aliyye-i
ve saadattan olup terk-i
Ma'seva ile mürşid-i meşayih-i aliden
El hac Abdullah Kuddüs
Efendi Medresesinde ve rütbesinde
iken cezbe-i
Rahmani ile irtihal eden
Şeyh Muhammed Emin Efendi
Ruhuna Fatiha Sene 1271 (1854)”.

Türbe moloz taştan yapılmış olup, 4.35x4.35 m. Ölçüsünde kare planlıdır. Türbe 2 m. Yükseklikte ve üzeri açıktır.


Hacı Yusuf Efendi Türbesi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesi, Değirmenci Mahallesi’nde bulunan Hacı Yusuf Efendi Türbesi’nin kitabesi bulunmamaktadır. Bununla beraber, Hacı Yusuf Efendi’nin 1880 yılında öldüğü bilinmektedir.

Türbe 4.30 m. Çapında yuvarlak ve kesme taştan yapılmış, üzeri de taştan basık konik bir külah ile örtülmüştür. Türbenin içerisi beton bir kubbe ile örtülüdür. Giriş kapısı ile üç penceresi yuvarlak kemerlidir. Türbe mimari yönden bir özellik taşımamaktadır.


Alaiyeli Türbesi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesi, Alaylar Mahallesi’ndeki Akyol Mezarlığının kuzeydoğusunda bulunan bu türbe de kesin olmamakla beraber XIX.yüzyılda Seydişehir’de müderrislik yapan Alaiyeli Baki Hoca’nın gömülü olduğu söylenmektedir.

Türbe kare planlı, moloz taştan yapılmış üzeri kiremitli bir çatı ile örtülmüştür. Mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır.


Şeyh Abdullah Efendi Türbesi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesinde, Seyit Harun-ı Veli Hamamı’nın kuzeybatısında bulunan bu türbe 1903 yılında ölen müderris ve Nakşibendî tarikatı şeyhi Hacı Abdullah Efendi için yaptırılmıştır.

Türbe dikdörtgen planlı olup, yarı keme taştan yapılmış üzeri ahşap kiremitli bir çatı ile örtülmüştür. Türbe 1955 yılında temelinden itibaren onarılmıştır. Türbe içerisinde kitabesi olmayan 7-8 mezar bulunmaktadır. Bu mezarlardan isimleri öğrenilenler Şeyh Abdullah Efendi, oğulları Şeyh Hocaken, Hacı Ahmet, Hacı Şakir efendilerdir. Ayrıca Nakşibendî tarikatı müritlerinden Uşaklı Hacı Hekim Ali, Şeyh Abdullah’ın eşi Hacı Arife, Şeyh Abdullah’ın kızı Şerife Kadın, Şeyh Hocaken Efendi’nin eşi Emine Hanım ve aileye mensup diğer kişilerin mezar taşlarıdır.
 
#6
Konya Medreseleri


Sırçalı Medrese (Muslihiye Medresesi) (Meram)

Sırçalı Medrese Sultan II. Alaeddin Keykubat’ın lalası Bedreddin Müslih tarafından 1242-1243 yılında yaptırılmıştır. Bu medrese yapıldığı dönemde Hanefi Mezhebine bağlı din adamlarının yetiştirilmesi için yaptırılmıştır.

Medrese kesme taştan iki katlı açık avlulu, eyvanlı, simetrik ve dengeli planı ile Selçuklu medreselerinin ilk örnekleri arasındadır. İsmini çini süslemelerinden almıştır. Günümüze cümle kapısı ve arkasındaki kalıntıları iyi bir durumda gelebilmiştir. Medresenin doğu cephesindeki kesme taştan giriş kapısı dışa taşkın geometrik bordürler, kitabeler ve mukarnaslı şekillerle bezenmiştir. Kapının iki yanındaki iki küçük pencere ile değişik bir görünüm ortaya koymaktadır. Giriş kapısının sağında iki basamakla çıkılan türbesinde Bedreddin Müslih (ö.1258) gömülüdür. Türbe zikzak biçimli tuğla örgülü olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Kubbenin ortasında firuze çiniler bulunmaktadır.

Portalden medrese avlusuna girildiğinde üst katlara çıkan merdivenlerin bulunduğu bölmeler görülmektedir. Medresenin planı doğu-batı doğrultusunda, yaklaşık 25.00x30.00 m. Ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Avlunun üç tarafında iki katın yüksekliğine ulaşan sivri kemerli revaklar sıralanmıştır. Girişin karşısında, avlunun revaksız kenarında kare planlı baş eyvan bulunmaktadır. Bu bölüm açık dershane ve namaz kılmak için de kullanıldığından içerisine çini mihrap yerleştirilmiştir. Eyvanı kaplayan dört renkli zengin çini süslemeleri ve mihrap çinilerinin çoğu dökülmüştür. Eyvan kemerinin içerisinde solda Ameli Muhammed bin Muhammed bin Osman el Benna el Tusi olarak medresenin mimarının ismi yazılıdır. Bunun karşısındaki Farsça kitabede; “Yaptığım eserin dünyada eşi yoktur, ben baki değilim, bu eser hatıra olarak bakidir” yazılıdır. Baş eyvanın sağ ve solunda iki büyük kubbeli dershane bulunmaktadır. Avlunun sağ ve solundaki revakların arkasında sekizer hücre bulunmaktadır. Bunlar 8–9 m2 yüzölçümünde kareye yakın mekânlardır. Revak ayakları ile hücre duvarlarının arası oldukça dar tutulmuştur.

Sırçalı Medrese iki katlı olarak yapılmış ancak, üst katların tam bir planı çıkarılamamıştır. Bununla beraber bu katlarda geçit ve sofaların olduğu sanılmaktadır.

Selçuklu döneminde Konya’da yapılan diğer yapılarda olduğu gibi burada da çeşitli malzemenin bir arada kullanıldığı görülmektedir. Duvarların çoğu moloz taştandır. Aralarına yer yer ahşap kuşak ve hatıllar yerleştirilmiştir. Medresenin dikkati çeken yüzlerine yontma taş kaplanmıştır. İç kısımlardaki bazı duvarlarla kemerler, tonoz ve kubbeler tuğladan yapılmıştır.


Karatay Medresesi (Karatay)

Konya Alaeddin Tepesi eteğinde, Sultan II.Kılıçarslan Köşkü’nün karşısında bulunan Karatay Medresesi’ni Sultan II.Keykavus döneminde Emir Celaleddin Karatay 1251-1252 yıllarında yaptırmıştır. Medresenin kitabeleri bulunmasına rağmen bunların içerisinde mimarının ismi yazılı değildir. Günümüzde anıtsal giriş kapısının ön yüzü, kubbeli orta avlu, ana eyvan ve revaklardaki kubbeli hücreler iyi bir durumdadır.

Selçuklu döneminin önemli bir eğitim kurumu olan Karatay Medresesi mimari düzeni, planı ve zengin bezemesi ile Selçukluların en önemli eserleri arasındadır. Bu medrese orta avlunun üzerinin örtülmesiyle kendine özgü bir gelişme gösteren medrese tipleri arasında yer almaktadır. Kaynaklardan öğrenildiğine göre Mevlana Celaleddin-i Rumi döneminde dervişlerin ve fakihlerin buluşma yeridir. XIX.yüzyıl sonlarında medrese terk edilmiş, 1954 yılında onarılmış ve Karatay Çini Eserleri Müzesi olmuştur.

Karatay Medresesi kesme taş, sırlı ve sırsız tuğla, mermer ve çini süslemeleri bir arada ve uyumlu biçimde kullanılmıştır. Giriş kapısının eksende olmayıp, yana kaydırılmış olmasına karşılık mekân düzenlemeleri son derece yerindedir. Giriş kapısı 7.50x8.25 m. Ölçüsünde olup, mukarnaslı kısımları ve yan bezemeleri ile burada Selçuklular yeni bir üslubu denemişlerdir. Düzgün taş hatıllı dikdörtgen bir çerçeve içerisindeki portal geometrik, bitkisel motif ve kitabelerle bezenmiştir. Altı sıra halinde mukarnaslar, dolgun niş biçimindeki ana giriş, bitkisel bezeme ve yazı kuşakları tümüyle portali çerçevelemiştir. Bunların dışında kalan alanlar akantus başlıkları, burma sütunlar ile kapıya daha görkemli bir görünüm kazandırmıştır. Burmalı sütunların yanlarında zikzak motifleri ile bezenmiş dikdörtgen panolara da yer verilmiştir. Buradaki mukarnasların üzerinde yuvarlak geçmelerden oluşan siyah ve mavi mermerden kemerin ortasına, köşelerine, oymalı topuzlar yerleştirilmiştir. Portal ile saçak altı ise tamamen sülüs yazılı bir friz ile doldurulmuştur.

Giriş kapısından kubbeli kare bir mekâna geçilmektedir. Bu bölümde kubbeye geçiş yelpaze biçiminde Türk üçgenleri ile sağlanmıştır. Buradaki küçük bir kapıdan büyük kubbeli, revaksız orta avluya ulaşılmaktadır. Medresenin en önemli bölümünü oluşturan 12.00x12.10 m. ölçüsündeki orta mekânın kubbesi ve duvarları tümüyle çini kaplıdır. Burada da kubbeye geçişi üçgenler sağlamıştır. Bu üçgenler diğerlerinden farklı olarak beşli gruplar halindedir. Kubbenin altında büyük bir havuza yer verilmiştir. Avlunun sağ ve solunda beşik tonozlu üçer oda bulunmaktadır. Ortada ince uzun beşik tonozlu iki oda ile kuzeydoğu köşesinde kubbeli, kare bir mekân bulunmaktadır. Ancak bu mekânın çok az bir kalıntısı günümüze ulaşabilmiştir. Girişin karşısında, ortada yer alan ana eyvanın duvarları ve beşik tonoz kemerleri çinilerle kaplıdır. Bu eyvanın solundaki kubbeli oda Celaleddin Karatay’ın türbesidir. Ancak, bu türbeyi kaplayan çiniler dökülmüş ve balık kılçığı şeklinde tuğla örgüler ortaya çıkmıştır.

Medresenin bir birinden farklı motifli firuze, lacivert, mor çini mozaikleri Selçuklu çini sanatının en önemli örneklerini burada bir araya getirmiştir. Medresenin bezemeleri kubbeli avlu ve ana eyvandan diğer bölümlere göre daha yoğunluk kazanmıştır. Geometrik bitkisel motifli ve kitabeli çini mozaikler Selçuklu çini sanatının teknik üstünlüğünü ve yaratıcı gücünü ortaya koymaktadır. Geniş alanlarda daha çok geometrik motifler kullanılmış, bordürler ile yazı frizlerinin altında bitkisel bezeme ön plana çıkmıştır. Örgü ve geometrik kûfi ve nesih yazılar medresedeki bezemeye daha da zenginlik kazandırmıştır. Eyvan kemerinin iç dolgusundaki kabartmalı geometrik geçmeler gölge ışık oyunları ile daha da etkili bir görünüm kazanmıştır. Orta kubbe firuze ve mavi rengin çeşitli tonlarındaki oldukça iri yıldızlar, geçmeler ile adeta gökyüzünü andırmaktadır. Böylesine yoğun ve zengin çini bezeme yapının mimarisini bozmamaktadır.


İnce Minareli Medrese (Meram)
Konya Alâeddin Tepesi’nin batı eteğinde bulunan İnce Minareli Medrese’yi Selçuklu Veziri Sahib Ata Fahreddin Ali 1260’ta yaptırmıştır. Mimarı taç kapı üzerindeki iki madalyonda ismi yazılı olan Kölük bin Abdullah’tır. Bu mimar Selçuklu döneminde yeni denemeleri ile tanınmış ve Selçuklu mimarisinde etkili olmuş bir mimardır.

Konya’da avlusunun üzeri kubbe ile örtülü olan üç medreseden biri olan bu medrese aynı zamanda Sahip Ata Darülhadis’i olarak da anılmaktadır.

Medreseye bitişik olarak yapılan mescidin cephesi üzerindeki sırlı tuğlalarla süslenmiş olan minaresi bu medreseye İnce Minareli isminin verilmesine neden olmuştur. İki şerefeli olan minare oldukça yüksek idi. Ancak, 19001 yılında yıldırım düşmesi sonucu birinci şerefeden yukarısı, daha sonra da şerefesi yıkılmıştır. Günümüzde mescit de yıktırılmış, yalnızca medrese ile birlikte olan mihrabı kalmıştır.

Medresenin portali cephenin ortasında 5.45 m. kadar dışarı taşkın, kütlevi bir görünümdedir. Alışılagelen medrese portallerinden farklıdır. Anadolu Selçukluları döneminde yapılmış olan en görkemli portallerden birisidir. Kapı dış köşelerde iri bir düğümle bağlanan üçlü kaval silmelerle; cephede kıvrık dallı rumîli geometrik bezemeler ve Fetih Suresi’nin yazılı olduğu kitabe kuşağından oluşan üç bordür ile iki yandan sınırlanmıştır. Ancak, bordürlerin yarım kalmış oluşu bunların kapının üstünde de eksik olduğunu göstermektedir. Başlangıcı ve sonu eksik olan bu kitabe şeridinde, yukarıda surenin altıncı ayeti bitmeden yazı kesilmekte, diğer tarafta ise onuncu ayetin son kısmı ile yazı aşağıya doğru devam etmektedir. Kapının iki yanında başlayan kemer üstünde düğüm yaptıktan sonra saçağa ulaşan ve düğümlenen ikinci kitabe şeridinde ise sülüs yazı ile Yasin suresi yazılıdır. Bu kitabede de surenin üçüncü ayetinde eksiklikler vardır.

Portal kemerinin köşe dolgularında, boş bırakılan kabarık yüzeylerde iri iki kabara görülmektedir. Ayrıca iki yanda bitkisel bezemeli bordürler, yivli çıkıntılı kaideler üzerinde kavsaralar bulunmaktadır. Bu bezemeler altta üçlü sütunçelerle sona ermektedir. Bu sütunçelerin, içlerinde bitkisel bezemeler olan başlıkları vardır. Kapının iki yanındaki ince uzun nişler sivri kemerlidir ve bunlar geometrik geçmeli bir bordürle de çevrelenmiştir.

Giriş kapısından 3.90x3.70 m. ölçüsünde, üzeri çapraz tonozla örtülü bir giriş holüne, oradan da sivri kemerli bir kapı ile üzeri kubbeli avluya geçilmektedir. Avlu 10.80x10.80 m. ölçüsünde, ortasında şadırvan bulunan kare bir alandır. Avlu üzerindeki kubbeye dörder üçgenden oluşan yelpaze biçiminde bir pandantifle geçiş yapılmıştır. Buradaki üçgenlerin etrafı mavi zemin üzerine lacivert çinilerden oluşan palmet motifli bir şeritle kuşatılmıştır.

Medresenin dışı taştan, içerisi tuğladandır. Kubbe firuze, kahverengi ve lacivert renkli sırlı tuğlalardan meydana gelmiştir. Bu sırlı tuğlalar iç içe geçmiş zikzak ve baklava motiflerine benzemektedir. Kubbe kasnağını çeviren geniş şerit üzerinde de firuze renkli çinilerden kûfi yazı ile “El-mülkü Lillah” ibaresi yazılıdır.

Portalin karşısında yer alan 7.40x6.00 m. ölçüsündeki ana eyvana üç basamakla çıkılmaktadır. Sivri kemerli bir tonozla örtülü olan eyvanın iki yanında karşılıklı birer niş yerleştirilmiştir. Ancak, eyvanın çevresinde olması gereken hücreler günümüze gelememiştir. Günümüze medrese odalarının tamamı gelememiş ancak, avlunun her iki yanında dörderden sekiz hücre olduğu temel kalıntılarından anlaşılmaktadır.

Günümüze gelemeyen mescidin minaresi kesme taştan kare kaidelidir. Bu kaidenin ön yüzü düğümlü kaval silmelerin çevrelediği kıvrık dallar, Rumiler ve yapraklarla bezenmiştir. Minarenin küp kısmı mavi sırlı tuğladan yapılmıştır. Üzerindeki sıvalı bölümde çini bir kitabenin olduğu sanılmaktadır. Minare çokgen gövdeli olup, aralarına firuze sırlı tuğlalar yerleştirilmiştir. Ayrıca bu tuğlaların iki yanına ince lacivert çiniler de yerleştirilmiştir.

Mescidin kare planlı olduğu ve üzerinin de kubbe ile örtülü olduğu sanılmaktadır. Büyük olasılıkla duvarları ve mihrabı da çinilerle bezeli idi. Mescit 1929 yılında yıkılarak ortadan kaldırılmıştır. Bazı kaynaklarda medresenin portali ile minare kaidesi arasında sıbyan mektebinin olduğu da yazılıdır.

Medrese 1876 ve 1899 yıllarında onarılmış, yakın tarihlerde de bir kez daha onarılarak Konya Taş ve Ahşap Eserler Müzesi olarak hizmet vermektedir.


Küçük Karatay Medresesi (Karatay)

Konya Alaeddin Meydanı’nda, Karatay Medresesi’nin karşısında bulunan bu medreseyi Celaleddin Karatay’ın kardeşi Kemaleddin Turumtaş 1248–1250 yıllarında yaptırmıştır.

Bu medrese açık avlulu medreselerin bir örneği olup, kareye yakın dikdörtgen bir planı vardır. 1939 yılında yol genişletilmesi sırasında bu medrese yıkılmış yalnızca beşik tonozlu eyvanı ile portalinin bir bölümü ayakta kalmıştır. Günümüze gelebilen izlerden eyvan duvarları ve arka duvarlarındaki pencere kemerleri ile köşe dolgularında firuze, lacivert ve mor renkte çini mozaikler ve sırlı tuğlalar ile medresenin bezendiği anlaşılmaktadır.

XIX.yüzyıl sonlarında Mevlana Dergâhı Postnişini Abdülvahip Çelebi’nin yaptırdığı öğrenci hücreleri de 1939 yılında yıkılarak günümüze gelememiştir.

Ali Gav (Mahmudiye) Medresesi (Selçuklu)

Konya Tarla Mahallesi’nde bulunan Ali Gav Medresesi, Ali Gav Zaviyesi ve Türbesi, Mahmudiye Medresesi isimleri ile de tanınmaktadır. Medresenin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi, banisi ve mimarı bilinmemektedir. Yapı üslubundan XII.-XIII. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

Medrese kesme taş, moloz taş ve tuğladan yapılmıştır. Dikdörtgen planlı tek katlı bir medrese olup, tek veya iki eyvanlı medreseler grubundandır. Prof.Dr.Metin Sözen bu medrese ile ilgili Konya’daki kapalı medreselerin ilk örneklerinden olduğunu ileri sürmüştür. Medrese mimarisi ve bezemeleri ile de döneminin özelliklerini yansıtmaktadır. Medresenin dikdörtgen, üzeri kubbeli revaklı bir avlusu, güneyinde baş eyvanı, onun iki yanında da kubbeli iki odası bulunmaktadır. Bu odalardan birinin türbe, diğerinin de kışlık dershane olduğu sanılmaktadır. Bu mekânların üzerini örten kubbelerin Türk üçgenleri ile üst örtüye geçişi sağlanmıştır.

Ali Gav Medresesi’nde yapılan kazılarda özellikle kubbeli mekanlarda firuze renkte çinilerle karşılaşılmıştır. Ele geçen bu örnekler medresenin ilk yapımında çinilerle bezendiğini göstermektedir.

Medresede 19001 yılında yapılan eklemeler ve daha sonraki onarımlardan sonra Mahmudiye ismi ile tanınmıştır.


Tacül Vezir Medresesi (Selçuklu)

Konya Dede Bahçe’nin doğusunda bulunan Tacül Vezir Medresesi ile Türbesi’ni Sultan II.Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Vezir Taceddin Mehmed 1239-1240 yılında yaptırmıştır. Vakıf kayıtlarında bu medresenin yanında hanikâh, mescit ve türbe olduğu yazılıdır.

Medresenin giriş ve hücreleri yıkılmıştır. Medrese ile ilgili eski fotoğraflardan anlaşıldığına göre, avlulu, revaklı ve girişin ekseninde ana eyvanı olduğu görülmektedir. Bu ana eyvanın sağında türbe, solunda da kubbeli kışlık dershanesi bulunuyordu.

Medrese kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Kemer ayaklarında tuğlalara yer verilmiştir.


İplikçi Medresesi (Karatay)

Konya Alaeddin Tepesi’nin doğu yönünde, Alaeddin Caddesi’nin üzerinde bulunan İplikçi Cami ve medresesini vakfiyesinden öğrenildiğine göre; Sultan II.Kılıçarslan döneminde Vezir Şemseddin Altunba yaptırmıştır.

XII.yüzyıl sonlarına tarihlenen bu medrese Anadolu’nun Selçuklu dönemine ait ilk medrese örneklerinden biri idi. Ancak, günümüze gelemeyen medrese ile ilgili bilgiler yeterli değildir. Kaynaklardan Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin burada ders verdiği öğrenilmektedir. Özellikle Eflâki bu konuya değinmiştir: “Sultan-ül Ulemâ Altunba Medresesi’ne indi. Derler ki, Konya’da o zamana kadar ondan başka medrese yoktu ve şehrin kalesini daha yapmamışlardı”.


Taş Medrese (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesi, Altınkalem Mahallesi, Eski Afyon Caddesi üzerinde bulunan Taş Medrese, aynı zamanda mescit, türbe, hankâh, imaret ve çeşmeden meydana gelen bir külliye görünümündedir. Günümüze yalnızca mescit, medrese ve türbe gelebilmiştir. Bugün Akşehir Arkeoloji Müzesi olarak kullanılan Taş Medrese’ye halk arasında Halkalı Medrese ismi de verilmiştir.

Medresenin giriş kapısı üzerindeki üç satırlık kitabesinden öğrenildiğine göre; Anadolu Selçuklu sultanlarından II.Keyhüsrev’in oğlu II.Keykubat zamanında başvezir olan Emirdad Sahipata Hüseyin oğlu Fahreddin Ali tarafından 1250 yılında yaptırılmıştır. Akşehir Arkeoloji Müzesi’ndeki bir kitabeden öğrenildiğine göre de hankâh ile imaret, medrese ve mescitten on bir yıl sonra yapılmıştır.

Taş Medrese açık avlulu, dört eyvanlı plan tipindedir. Giriş kapısı ile baş eyvan kuzey-güney yönünde; iki yayvan eyvan ise onlara dikey olarak yapılmıştır. Orta avlunun iki tarafı revaklı ve dikdörtgen planlıdır. Giriş kapısının sağındaki odalar medrese öğrencilerine ayrılmıştır. Avlunun doğusundaki kapalı bölmelerle açık eyvan dershane olarak kullanılmıştır. Medresedeki beş odanın içerisinde ocakları bulunmaktadır. Avlunun iki yanında sivri kemerlerle birbirine bağlanmış revakların mermer sütunları antik bir Bizans yapısından alınarak burada kullanılmıştır. Sütunların bazıları tek, bazıları iki parça halinde olup, kelepçelerle birbirlerine bağlanmıştır. Sütun başlıkları Roma ve Bizans dönemlerine ait olup, üç sütun başlığı da ters çevrilerek kullanılmış sütun kaideleridir.

Medresenin mescit dışında kalan bezemeleri portal, ana eyvan ve türbede yoğunlaşmıştır. Ana eyvanın geniş kemeri mermerden olup, üzeri portalde olduğu gibi geometrik ve bitkisel bezemelerle kaplanmıştır. Moloz taştan yapılan medresenin yapımında devşirme malzeme ve mermer çokça kullanılmıştır. Kemer ve tonozlar tuğladandır.

Taş Medrese ve diğer yapılar, yapıldığı XIII. yüzyıldan sonra birçok onarım geçirmişse de bu onarımları belirten bir kitabeye rastlanmamıştır. Son olarak 1941–1944, 1965–1966 yıllarında onarılmış ve Arkeoloji Müzesi olarak düzenlenmiştir.


İsmail Aka Medresesi (Taş Medrese) (Beyşehir)

Konya Beyşehir ilçesi, Eşrefoğlu Camisi’nin batısında bulunan İsmail Aka Medresesi’nin portali üzerindeki kitabesinden öğrenildiğine göre; Halil Ağa oğlu İsmail Aka tarafından 1369–1370 yıllarında yaptırılmıştır.

Medrese kesme taştan yapılmış ancak, bazı bölümleri yıkıldığından tam bir planı çıkarılamamıştır. Kalıntılarına dayanılarak tek katlı, iki eyvanlı ve açık avlulu medreseler grubundan olduğu sanılmaktadır. Medresenin portali dışarıya doğru taşkın ve mukarnas bezemelidir. Kapının iki yanında köşe sütuncukları, çevresinde de palmet ve rumi motifleri vardı. Dikdörtgen planlı avlunun iki yanında önlerinde revaklı medrese odaları sıralanmıştı. Girişin ekseninde ana eyvan, yanında kubbeli dershane ve 1878’de ölen İsmail Aka’nın türbesi bulunuyordu.
 
#7
Konya Külliyeleri


Sahip Ata Külliyesi (Meram)

Konya Meram ilçesinde, Larende Caddesi’nde bulunan Sahip Ata Külliyesi’ni, kitabesinden öğrenildiğine göre Anadolu Selçuklularının Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali yaptırmıştır. Cami, türbe, hankâh ve hamamdan meydana gelen külliyenin yapımına 1259 yılında başlanmış, 1279–1280 yıllarında tamamlanmıştır. Yapı topluluğunun cami, türbe ve hankâhının mimarı Abdullah bin Kölük’tür.

Cami:
Sahip Ata Külliyesi ile ilgili araştırmasında Haluk Karamağaralı, caminin ilk yapımında, bugünkü çift minareli ön yüze kadar uzandığını ve caminin ağaç direkli ahşap bir yapı olduğunu belirtmiştir. Caminin ilk yapımından yalnızca çini mozaiklerle bezeli mihrabı günümüze gelebilmiştir. Bu cami, Anadolu Selçuklularının günümüze gelebilen en eski ağaç direkli camilerinden birisidir. Bu yapının taç kapısı Selçuklu ağaç işçiliğinin en görkemli örneklerinden birisidir. Taç kapının yanlarındaki derin niş halindeki sebilleri de bu konudaki en eski örneklerdendir. Buradaki sebilin köşe dolgularının birisi içerisinde yapının mimarı Kölük bin Abdullah’ın ismi yazılıdır. Taç kapının ortadaki giriş bölümü bir yazı frizi ve geçmeli mermer mozaiklerle çevrili bir bordürle kuşatılmıştır. Bu bordürün içerisinde yine silmelerin oluşturduğu bir sivri kemer bulunmaktadır. Bu kemer zengin görünümlü 14 mukarnas dizisi ile doldurulmuştur. Bunun altında da caminin sivri kemerli giriş kapısı yer almaktadır. Buradaki bordürler birbirlerine simetriktir. Birbirlerinin içerisinden geçen kalın halat motifleri, köşeli girift bezemeler kapının yanındaki sivri kemerli pencereyi de çevrelemektedir. Bu pencerelerin üzerindeki, yüzeyler renkli sırlı tuğlalardan oluşturulmuş baklava desenli bezeme ile kaplıdır.

Girişin sağında şerefeden sonrası yıkılmış olan minare bulunmaktadır. Minarenin dilimli gövdesi lacivert ve turkuvaz renkte sırlı tuğlalarla kaplanmıştır. Giriş kapısının solundaki ikinci minare ise günümüze gelememiştir. Bu yapı çifte minareli taç kapı örneklerinin Anadolu’daki en eski yapısıdır.

Giriş kapısının arkasında bir avlu içerisinde camiye yer verilmiştir. Bugünkü cami sonradan yapılmış olup, kare planlı 12 ahşap direkle taşınan bir mekân olup, üzeri çatı ile örtülüdür. İbadet mekânı mihrap duvarına dik beş sahından meydana gelmiştir. Girişin sağ ve solunda döşemeden biraz daha yüksek iki maksure bulunmaktadır. İbadet mekânının da taç kapıya doğru uzandığı sanılmaktadır. İlk yapıdan yalnızca lacivert, mor ve turkuvaz renkli mozaik kakma tekniğinde yapılmış, girişin eksenindeki çinili mihrap kalmıştır. Bu mihraptaki bezemeler, yıldızlar, geçmeler, rumiler ve kıvrık dallardan oluşmuştur. Caminin giriş kapısı eski külliyeden alınmış kündekâri tekniğindeki kaplılardır.

Türbe:
Caminin mihrap duvarının sol köşesindeki bir kapıdan içerisine girilen koridorun sağında türbe yer almaktadır. Türbe aynı zamanda caminin mihrap duvarına da bitişik olup, büyük bir kemerle bu koridora açılmaktadır. Türbenin üzeri Türk üçgenleri ile desteklenmiş bir kubbe ile örtülüdür. Türbenin kubbesi bitkisel ve geometrik mozaik çinilerle zengin bir görünümdedir. Türbenin altında mumyalık kısmı bulunmaktadır. Kesme taştan yapılmıştır.

Hankâh:
Selçuklu Beylikler döneminde gezginlerin ve yoksul dervişlerin misafir edildikleri yer olan hankâha Sahip Ata Külliyesi’nde de yer verilmiştir. Hankâhın girişi normal ölçülerde bir kapıdır. Arkasında koridor şeklinde bir geçit ve kapalı avlu durumunda divanhaneye geçilir. Bu bölüm külliyenin en yüksek ve en kütlevi yapısıdır. Orta mekânı örten aydınlık fenerli bu kubbe pandantifli olup, Selçuklu eserleri arasında az görülen bir yüksekliğe sahiptir. İçerisinde bir de mihrabın olduğu güney sofasının iki yanında da birer derviş hücresine yer verilmiştir.

Hamam:
Külliyenin dikdörtgen planlı hamamı çifte hamam plan şeklindedir. Kadınlar ve erkekler bölümü olmak üzere, birbirine simetrik iki bölümden meydana gelmiştir. Soğukluk, ılıklık ve sıcaklık kısımlarından oluşmaktadır.


Karabaş Veli Külliyesi (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesinde, güneydeki bir tepe üzerinde bulunan Karabaş Veli Külliyesi, cami, tekke, imaret ve türbeden meydana gelmiştir. Külliyenin yapımı ile ilgili bilgiler yeterli değildir. Kitabesi günümüze gelememiştir. Bazı kaynaklarda XV.yüzyılın ortalarında Pir Ahmet Bey tarafından yaptırıldığı yazılıdır.

Külliye moloz taş duvarlı olup, bir avlu içerisindedir. Bu avlunun güneyinde cami, kuzeyinde imaret bulunmaktadır. Cami dikdörtgen planlı olup, moloz taştan yapılmış, içerisi iki sıra halinde üçer yığma sütunun taşıdığı toprak bir damla örtülmüştür. Yanında kesme taştan, şerefe altı mukarnaslı minaresi bulunmaktadır.

İmareti moloz taştan yapılmış olup, eyvan ve hücrelerinin üzerini örten kubbe tonozludur. Merkezi kubbesinin altında 12 köşeli şadırvanı bulunmaktadır. İmaret ile cami arasında üç küçük kubbeli bir revak vardır ve bu revak cami ile imareti birbirine bağlamaktadır.

Avlunun bir köşesinde Şeyh Alâeddin Esveddin’in kesme taştan yapılmış sekiz köşe planlı ve sivri kemerlerin taşıdığı kubbeli türbesi bulunmaktadır.

Lala Mustafa Paşa Külliyesi (Ilgın)

Konya Ilgın ilçesi, çarşı içerisinde bulunan Lala Mustafa Paşa Külliyesi, cami, sıbyan mektebi, imaret, tabhane, han, arasta, fırın ve sebilden meydana gelmiştir. Caminin kitabesinden 1576 yılında yapıldığı öğrenilmektedir. Ayrıca külliye ile ilgili bir de vakfiye düzenlenmiştir.

Cami:
Külliyenin ana noktasını oluşturan cami kesme taştan yapılmış, 16.00x17.30 m. ölçüsünde kareye yakın dikdörtgen planlı olup, üzeri pandantifli kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbe ayrıca ikişer tane payanda kemeri ile de desteklenmiştir. Caminin ana duvarları iki sıra pencereler üzerindeki yatay silmelerle ikiye bölünmüştür. İç mekân mihrap yönü dışında üç yöne doğru sivri kemerlerle genişletilmiştir. Caminin içerisinde 1.35 m. derinliğinde kemerlerin üzerine mahfiller yerleştirilmiştir. Bunlardan kuzeydeki mahfil taş konsolların yardımıyla öne doğru çıkarılmıştır. İbadet mekânı kuzey ve diğer iki yönde dört sıra pencere ile aydınlatılmıştır. Güney ve kuzey yönlerinde ise dikdörtgen pencereler bulunmaktadır.

Caminin önündeki son cemaat yeri ikisi baklavalı, ikisi mukarnaslı dört sütunun taşıdığı beş bölüme ayrılmıştır. Bunların üzeri kubbe ile örtülüdür. Son cemaat yerinden iki renkli taşla örülmüş yuvarlak kemerli bir kapıdan ibadet mekânına geçilmektedir. Bu kapı üzerinde iki satırlık yapım kitabesi bulunmaktadır. Kitabe siyah zemin üzerine rumi ve bitkisel bezeli kompozisyonlar içerisindedir. Giriş kapısının iki yanına birer niş yerleştirilmiştir. Bunların yanında sivri kemerli dikdörtgen ve alınlıkları olan birer pencere ile birer kapı yerleştirilmiştir. Bu kapıların birinden sağdaki minareye, diğerinden de üst kattaki mahfile çıkılmaktadır. Köşede yer alan minare beden duvarlarının üzerine oturtulmuştur. Pabuç kısmı üzerinde on altıgen gövdeli minarenin ortasında bir de bezemeli kuşak bulunmaktadır. Tek şerefenin altı mukarnaslıdır.

Caminin mihrabı iki yanında yivli sütunçelerle sınırlandırılmıştır. Mihrap, mukarnaslı olup, beş kenarlı bir niş halindedir. Bu nişin köşeleri zikzaklarla hareketlendirilmiştir. Mihrap yüzeylerinin her birine birer rozet işlenmiştir. Bunların altında da bitkisel süsleme nişine yer verilmiştir. Ahşap minber korkulukları, ajurlu geometrik kompozisyonları ile dikkati çekmektedir. Minberin kuzeybatı köşesine de ahşap bir müezzin mahfili yerleştirilmiştir.

Şadırvan:
Caminin avlusunda yakın tarihlerde yenilenmiş şadırvan bulunmaktadır. Orijinal şadırvanın sekizgen planlı olduğu ve üzerinin kurşun külahla kaplı olduğu bilinmektedir. Bu şadırvanın on ikigen su haznesi harap olmuştur. Haznenin bir yüzünde de ortadaki bir daldan çıkan çiçek motifi, rozetler görülmektedir.

Sıbyan Mektebi:
Lala Mustafa Paşa vakfiyesinde sıbyan mektebi ile kütüphaneden söz edilmektedir. Caminin batısında, köşede 7.00x13.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı sıbyan mektebinin avluya açılan bir kapısı ile bir penceresi vardır. Sıbyan mektebinin güneyinde bir tepe penceresi bulunmaktadır. Üzeri aynalı tonozla örtülüdür.

İmaret:
Külliyenin avlusunun batısında, kuzey-güney doğrultusunda imaret bulunmaktadır. İmaret yan yana üç kubbeli bir birimden meydana gelmiştir. Bunlardan kuzeyde yer alan 8.00x8.00 m. ölçüsündeki kare planlı, tek kubbeli bölümün mutfak olduğu sanılmaktadır. Güneydeki diğer mekân ise 8.00x17.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı olup, üzeri iki kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbelerde birer aydınlık feneri bulunmaktadır. Buradaki iki bölüm birer kapı ve pencere ile avluya açılmaktadır. İmaretin kuzeydoğu köşesinde arasta ile hana bitişik 5.00x15.00 m. ölçüsünde dikdörtgen bir yapı bulunmaktadır. Üzeri aynalı tonozla örtülü olan ve avluya bir pencere ve bir kapı ile açılan bu mekânın vakfiyede ismi geçen fırın olduğu sanılmaktadır.

Tabhane:
Avlunun batısında ve hana bitişik olarak yapılmış, kare planlı, kubbeli odaların vakfiyede ismi geçen tabhane odaları olduğu sanılmaktadır. Bunlardan kuzeydeki iki oda arasında üzeri ayna tonozla örtülmüş bir bölüm bulunmaktadır. Tabhane odaları bu mekâna, pencereleri de avluya açılmaktadır. Güneydeki üç odanın kapıları ile pencereleri batı yönüne bakmaktadır. Ayrıca avlunun doğusunda, han kapısının yanlarında biri aynalı, diğeri kubbeli iki mekân daha vardır. Bunların samanlık ve depo olduğu sanılmaktadır.

Han:
Külliyenin avlusunun doğusunda bulunan han, yapı topluluğunun en büyük yapısıdır. Ortalama 36.00x50.00 m. ölçüsünde olan hanın yapım kitabesi bulunmadığından, yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yalnızca odalardan biri içerisindeki ocağın taş konsolunda 1584 tarihi yazılıdır. Büyük olasılıkla hanın yapımına külliye ile birlikte başlanmış, 1584’te de tamamlanmıştır.

Kuzeyden arasta ile birleşen hanın üzeri beş adet beşik tonozla örtülmüştür. Hanın ortasında bir koridor, iç mekânı üçe bölmüştür. Batıda cami avlusuna, doğuda da dışarıya açılan iki kapısı vardır. Ayrıca avlu yönündeki kapının önüne de çapraz tonozlu bir sahanlık yerleştirilmiştir. Hanın kuzeydeki bölümü oldukça büyük olup, dört ayakla iki nefe ayrılmıştır. Güneydeki bölüm ise üçayakla iki nefe ayrılmıştır. Bu mekânların her biri içerisinde birer ocak nişi bulunmaktadır. Hanın ortasındaki koridordan bir merdivenle üst kata çıkılır. Üst katta tonozlu ve ocaklı üç oda daha bulunmaktadır.

Arasta:
Yapı topluluğunun kuzeyinde, 11.00x87.00 m. ölçüsünde, boydan boya uzanan arastaya yer verilmiştir. Arasta karşılıklı sıralanmış dükkân dizilerinden meydana gelmiştir. Arastanın 70 m.lik bölümünün üzeri kapalı, diğer bölümü de açıktır. Kapalı bölümün iki ucunda ve iki yanında birer kapı bulunmaktadır. Burada üzeri tonoz örtülü ocaklı 25 dükkân bulunmaktadır. Güney yönündeki dükkân diğerlerinden daha kalın duvarlıdır. Burada vakfiyede belirtilen sebilin olduğu ihtimal dâhilindedir.


Sultan II.Selim Külliyesi (Karapınar)

Konya Karapınar ilçe merkezinde bulunan Sultan II.Selim Külliyesi, Yavuz Sultan Selim tarafından cami, imaret, medrese, tabhane, kervansaray, türbe, hamamdan oluşan bir yapı topluluğu olarak yaptırılmıştır. Yavuz Sultan Selim bu külliyeyi şehzadeliği döneminde, cami üzerindeki kitabesinden, Ebced hesabına göre 1563 yılında yaptırmıştır. Tuhfet’ül Mimarin ve Tezkiret’ül Ebniye ile Adsız Risale’den öğrenildiğine göre Mimar Sinan’ın eseridir. Yapı topluluğu ile ilgili vakfiyesinden öğrenildiğine göre de külliyenin çevresinde şadırvan, çeşme, 39 dükkânlı bir arasta ve iki değirmenle birlikte sıbyan mektebi de bulunuyordu. Yapı topluluğu 1847 yılında onarılmıştır.

Cami:
Cami Karapınar bölgesine özgü göktaş denilen koyu gri, düzgün kesme taştan yapılmıştır. Külliyenin en önemli bölümünü oluşturan cami önünde U şeklinde sıralanmış imaret odalarının bulunduğu avlunun güneyinde yer almaktadır. Caminin önünde sekiz sütunun taşıdığı bir şadırvan bulunmaktadır.

Cami kare planlı olup, cephesi ve beden duvarları oldukça sadedir. Yalnızca doğu batı ve güney cephelerinin ortalarına ve köşelerine duvar payeleri yerleştirilmiştir. Böylece XVI.yüzyıl camilerinin güzel bir örneği olarak ortaya çıkmıştır. Kuzey cephesindeki son cemaat yerinin iki yanında dışa taşkın minare kaideleri ve birer şerefeli on altıgen gövdeli altı mukarnaslı şerefeleri ile iki minare cepheye hareket kazandırmıştır.

Caminin ana duvarlarının alt hizasında iki sıra halinde kesme bazalt taşı kullanılmış, bunun üzerine de sarıya yakın düzgün kesme taşlardan altta daha geniş, üstte bir saçakla kesilmiş üç kademe halinde beden duvarları yapılmıştır. Caminin kuzey cephesi dışında ikişer tane altlı ve üstlü pencereler bulunmaktadır. Güney, doğu ve batı cephelerinde kubbeyi taşıyan kasnağın altındaki kademede de küçük ve yuvarlak birer pencereye yer verilmiştir. Kuzey cephede ise, son cemaat yerine açılan iki altlık ve bir de üst pencere bulunmaktadır. Kuzey cephesindeki son cemaat yeri altı beyaz mermer sütunun taşıdığı beş kubbe ile örtülmüştür. Son cemaat yerinin ortasında bulunan camiye giriş kapısı Gödene taşı ile sarı renkteki taşların alternatif olarak sıralanmasından meydana gelmiş basık kemerlidir. Kapının üzerine istiridye biçiminde bir alınlık ve yapım kitabesi yerleştirilmiştir. Hatifi isimli bir şairin yazdığı altı satırlık bu kitabede Yavuz Sultan Selim tarafından 1564 yılında yapıldığı yazılıdır. Bu kitabenin iki yanındaki boşluğa da Sultan Abdülmecid tarafından 1847’de yapılan onarımı belirten bir kitabe yerleştirilmiştir. Buradaki ahşap kapı kanatları kündekâri tekniğinde olup, 1941 yılına kadar yerinde olduğu tespit edilen bronz ejder başı şeklindeki halkaları kayıptır.

İbadet mekânını örten 14.80 m. çapındaki kubbe pandantifler üzerine oturtulmuştur. Kubbenin ortasına Fatır suresi yazılmış, içerisi kıvrık dal, rumi ve palmetlerden oluşan kalem işleri ile bezenmiştir. Mihrap ve minber beyaz mermerden olup, klasik üslupta yapılmıştır. Minberin üzerinde eklektik üslupta ahşap bir fener asılıdır. Bu fener caminin 1847 yılındaki onarımı sırasında buraya konulmuştur. Mihrabın iki yanında bulunan şamdanların, üzerindeki yazıdan Evliya Çelebi’nin ölümünden kısa bir süre önce kendisi veya yakınları tarafından buraya hediye edildiği anlaşılmaktadır.

İmaret:
Caminin mihrabı ile giriş kapısından kuzeye doğru uzanan doğrultunun iki yanında U şeklinde imaret odaları sıralanmıştır. Bu imaretin 14 odalı olarak yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Ancak, güney kolları orijinalliğini yitirmiştir. İmaret içerisindeki odalarda ocaklar, ocakları dışarıya yansıtan bacaları, camiden farklı olarak daha düşük kalitede moloz taşlardan yapılmıştır.

Han (Kervansaray):
İmaret ile çeşme arasındaki boşlukta kervansaray (han) bulunmaktadır. Bu bölüm külliyenin en önemli kısımlarından birisini oluşturmaktadır. İki bölüm halindeki kervansarayın bölümleri arasındaki iki kapı ile bunları birleştiren sokağa açılmaktadır. Bu kapıların dışarıya bakan kemerleri basık ve alçak olup, iki renkli taşın alternatif yerleştirilmesi ile meydana gelmiştir.

Kervansaray kare planlı olup, her bir bölümün içerisinde dörder paye ile dokuzar bölüme ayrılmıştır. Üzeri beşik tonozla örtülmüştür.

Çeşme:
Külliyenin kuzeyinde kesme taştan, dikdörtgen prizma şeklinde çeşmesi bulunmaktadır. Siyah beyaz taşlardan örülü çeşmenin sivri kemeri üzerinde sekiz satırlık kitabesinden 1569 yılında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Bu çeşme kitabesini Konyalı Meşami yazmıştır.

Hamam:
Külliyenin doğusunda, Valide Sultan Hamamı bulunmaktadır. İmaret ile kervansarayın doğusunda, külliyeye dik durumda yapılan bu hamamın girişi külliyeye bakan batı yüzündedir.

Kare planlı olan hamamın üzeri tuğladan merkezi tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin altında mermerden fıskiyeli bir havuz, kubbe üzerinde de on iki köşeli bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Hamam soğukluk, ılıklık ve sıcaklıktan meydana gelmiştir. Kare planlı sıcaklığın doğusunda iki yıkanma hücresi, arkasında da külhanı bulunmaktadır. Tamamen moloz ve kesme taştan yapılmıştır. Hamamın batı cephesi ise kesme taştan yapılmıştır.
 
#8
Konya Darülhüffazları


Has Bey Darülhüffazı

Konya Gazi Alemşah Mahallesi’nde bulunan Darülhüffaz’ı kitabesinden öğrenildiğine göre 1421 yılında Hatıplı Has Beyoğlu Mehmet Bey yaptırmıştır. Kitabesinde akıl hastanesi olduğu belirtilen bu yapının darülhüffaz olduğu yazılmış olmasına rağmen bazı yayınlarda buradan türbe olarak söz edilmiştir. Bazı araştırmacılar ise buraya Ayasofya Mescidi ismini de yakıştırmıştır.

Has Beyoğlu Mehmet Bey bu darülhüffaz için zengin vakıflar bırakmış, ayrıca Meram’da bir cami ve bir de hamam yaptırmıştır. Bu küçük yapı kare planlı, iki katlı olup, alt katı bodrum, üst katı da mescit olarak kullanılmıştır. Has Beyoğlu Mehmet Bey’in gömülü olduğu söylenen bodrum katına kuzey yönündeki bir kapıdan girilmektedir. Oldukça kalın duvarlar kireç taşından örülmüş, üzeri de dört köşeli bir kubbe ile örtülmüştür. Bodrumun dış yüzü üst kat duvarlarından silmeli bir korniş ile ayrılmaktadır. Üst katta mescit olarak kullanılan mekâna batı yönünden dört basamaklı bir merdivenle girilmektedir. Bu bölüm de kare planlı olup, tuğladan yapılmıştır. Yalnızca ön cephe mermerle kaplanmıştır. Girişin üzeri beş dilimli bir kemerle örtülmüş ve iki satırlı sülüs kitabe de burada bulunmaktadır. Kapının sağında dikdörtgen söveli bir pencere nişi vardır. Bu pencerenin üzerinde yuvarlak kemerli, küçük sağır bir pencere bulunmaktadır. Cephedeki silme kornişinin arasına Selçuklu üslubunda geometrik ve bitkisel motifli bir şerit ve zencerek motifleri peş peşe sıralanmıştır. Yapının üzerini örten kubbe yarım küreyi andırmaktadır. Üzerinde üç sıra halinde köprülerdeki selyaranları hatırlatan mahmuzlar bulunmaktadır. Kubbeye kare mekândan geçiş on altıgen kasnak ve üçgenlerle sağlanmıştır. Bu kasnağın ortasında sivri kemerli dört pencereye yer verilmiştir.

Yapının içerisindeki mihrap Selçuklu dönemi çinileri ile bezenmiştir. Bu çiniler lacivert ve firuze renkte olup, Selçuklu döneminde sık sık uygulanan çeşitli geometrik ve bitkisel motifler burada görülmektedir.

Yapının ahşap kapısı bugün Konya’daki Taş ve Ahşap Eserler Müzesi’nde bulunmaktadır.


Nasuh Bey Darülhüffazı (Meram)

Konya İl Halk Kütüphanesi’nin bir bölümünü oluşturan Nasuh Bey Darülhüffazı Karamanoğlu II. İbrahim Bey zamanında Kadıoğlu Nasuh Bey tarafından yaptırılmıştır. Kitabesi bulunmamakla beraber, yapı üslubundan Osmanlı mimari etkisinin açıkça belirgin olduğu görülmekte ve bu nedenle de XV. yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır.

Yapı kesme taştan, kare planlı olup, üzeri sekiz köşeli kasnağa oturan bir kubbe ile örtülmüştür. Yapının ön tarafındaki üç kubbeli revak kısmı yıkılmış, yalnızca akantus frizleri ile kaplı kemer ayakları günümüze gelebilmiştir. Kubbe kasnağı ile duvarlardaki kemerli pencerelerin aralarına ayrıca yuvarlak pencereler yerleştirilmiştir.
 
#9
Konya Hanları


Argıt Hanı (Altınapa Hanı) (Merkez)

Konya-Beyşehir Karayolunun 13. km.sinde, Başarakavak sapağında, Altınapa Baraj Gölü sahası içerisinde kalan Argıt (Altınapa) Hanı, devletin en yüksek mevkilerine kadar yükselmiş azatlı bir köle olan Şemseddin Altunba (Altınapa) tarafından 1201 yılında yaptırılmıştır. Hanın kitabesi bulunmamaktadır. Ancak, Şemseddin Altunba tarafından yaptırıldığı 1201–1202 tarihli vakfiyeden anlaşılmaktadır. Bu vakfiyede Şemseddin Altunapa’nın Konya Akşehir yolu üzerinde Argıthanı kasabasının olduğu yerde bir kervansaray yaptırdığı yazılıdır.

Han dikdörtgen planlı olup, kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Ayrıca bol miktarda da devşirme antik parçalar kullanılmıştır. Kapalı ve açık kısmı bir arada bulunmaktadır. Her iki bölüm birbiri ile aynı ölçüdedir. Doğu yönündeki giriş kısmı ana duvarlardan öne doğru taşkın değildir. Girişin hemen solunda, dışarıdan ikinci kata çıkan bir merdiven bulunmaktadır. Bu bölüm hanın mescit kısmıdır. Girişten kapalı bir avluya geçilmektedir. Bu avlunun iki yanında mekânlar bulunmakta olup, doğu kanadı boydan boya beşik tonozla örtülüdür. Batı yönü ise revak şeklinde düzenlenmiştir. Buradan kapalı kısma geçişi sağlayan kapı dışarıdakinin aksine öne doğru taşırılmış ve anıtsal bir görünüm kazanmıştır. Kapalı kısım giriş yönünde olduğu gibi üç sahınlıdır. Bunların üzerleri beşik tonozlarla örtülüdür. Bu sahınlardan ortadaki daha geniş ve yüksektir. Her iki bölüm de mazgal pencerelerle aydınlatılmıştır.

Günümüzde sular altında kalan ve harap durumdaki hanın 1973 yılında Mahmut Akok-Orhan Semerci tarafından rölöveleri çizilmiştir.


Kızılviran (Kızılören) Han (Beyşehir)

Konya-Beyşehir yolu üzerinde bulunan bu yapı kitabesinden öğrenildiğine göre, I.Gıyaseddin Keyhüsrev’in İkinci saltanat döneminde Emir Şah (Emir Kutluh) tarafından 1206’da yaptırılmıştır.

Kızılören Hanı, kapalı ve açık kısmı bir arada bulunan han plan şemasına göre yaptırılmıştır. Diğer hanlardan farklı olarak bu hanın avlusu kapalı kısmından daha geniş tutulmuştur. Kütlevi bir görünümü olan yapının yan cepheleri ile girişinin köşelerine yerleştirilen payandalar bu kütlevi görünümü hafifletmektedir.

Kesme taş ve moloz taştan yapılan hanın girişi batı cephesindedir. Cephenin ortasında iki katlı olarak yapılmış bir bölüm vardır. Bu bölüm bütünüyle dışarıya taşırılmıştır. Bu yüzden de diğer Selçuklu hanlarından farklı bir görünümdedir. Bu bölümün alt ve üstü üç ayrı kısma ayrılmış, alt katta giriş eyvanı bunun solunda baldaken tarzında bir su sistemi bulunmaktadır. Sağdaki diğer mekân ise girişi avluya açılan ayrı bir bölüm halindedir. Buradan avlu cephesinden sağlı sollu birer merdiven ile çıkılmaktadır. Günümüzde çok fazla tahrip olan bu merdivenlerden kuzeydeki bağımsız mescide, diğeri de iç içe düzenlenmiş bölümlere geçilmektedir. Diğer Selçuklu kervansaray ve hanlarında avlunun ortasında bulunan köşk-mescit burada üst kata alınmıştır.

Hanın kapalı kısmının taç kapısı öne doğru taşırılmış olmasına rağmen oldukça sadedir. Buradaki 1980’li yılların ortasına kadar yerinde olan dört satırlık kitabesi günümüze ulaşamamıştır. Kapalı kısım giriş yönünden itibaren üç bölüme ayrılmıştır. Burada da orta sahın diğerlerine göre daha geniş ve yüksektir. Ancak günümüzde üst örtüsü tamamen çökmüştür.

Hanın 400 m. güneydoğusunda bulunan küçük ölçüdeki beşik tonozlu iki sahınlı yapı konusunda sanat tarihçiler arasında tartışmalar sürmekte olup, bunların mescit olup olmadığı da anlaşılamamıştır.


Zazadin Hanı (Selçuklu)

Konya-Akşehir yolunun 22. km.sinde, Tömek Köyü’nün bulunduğu yerdeki Zazadin Hanı’nın iç ve dış kapılarındaki kitabelerden öğrenildiğine göre, Vezir Sadettin Köpek tarafından 1235–1236 yıllarında yaptırılmıştır.

Günümüze iyi bir durumda gelen Zazadin Hanı, doğu batı doğrultusunda dikdörtgen plan şeması göstermektedir. Diğer Selçuklu han ve kervansaraylarında olduğu gibi kapalı ve açık bölümlerden meydana gelmiş, ancak kuzey duvarı kademeli olarak yapılmıştır. Yapımında kesme taş kullanılmıştır. Bu taşların arasına devşirme olarak antik taşlara da yer verilmiştir. Han kütlevi görünüşü itibarı ile bir kaleyi andırmaktadır.

Hanın girişi masif görünümlü olup, dışarıya doğru taşırılmış ve iki ayrı renk taştan anıtsal taç kapısı yapılmış ve bu kapı duvarları destekleyen payandalarla daha görkemli bir görünüme sahip olmuştur. Diğer Selçuklu hanlarında kısa kenarda bulunan giriş kapısı bu kez, hanın geniş cephesine yerleştirilmiştir. Buradan bir giriş eyvanı ile avluya geçilmektedir. Diğer kervansaray ve hanlarda görülen revak-mekân ilişkisi burada daha farklıdır. Uzun kenarlarda mekân-revak-mekân uygulaması ile değişik bir plan ortaya konulmuştur. Bu tür plan düzeninin uygulanışının nedeni anlaşılamamaktadır.
Avlunun çevresinde bağımsız mekânlar bulunmakta olup, bunlar hanla ilgili sosyal hizmetlerdir. Mescit kısmı yapının girişi üzerindedir. Bu mescide eyvanın solundaki duvardan dışarıya doğru taşırılmış ancak, günümüzde kısmen tahrip olmuş merdivenlerden çıkılmaktadır. Avludan kapalı kısma geçişi sağlayan kapı avlu kapısında olduğu gibi iki renk malzemeden yapılmıştır. Bu bölüm bir orta sahın ile buna dik olarak planlanmış yan sahınlardan meydana gelmiştir. Aynı zamanda mimar olan Sadettin Köpek burada farklı bir uygulamaya gitmiş, seki düzenlemelerini diğer kervansaraylara göre farklı biçimde geliştirerek uygulamıştır. Orta sahın burada daraltılmış ve yalnızca insanların geçebileceği şekilde bir koridor biçiminde düzenlenmiştir. Orta sahının ikinci bölümü biraz daha daraltılarak uzatılmış ve böylece bu bölüm haçvari bir şekle dönüşmüştür.

Hanın bezeme olarak fazla bir özelliği bulunmamaktadır. İki renkli malzemenin yanı sıra geometrik kompozisyonlara yer verilmiş, taşçı işaretleri de diğer yapılarda olduğu gibi burada da görülmektedir.

Zazadin Hanı Selçuklu döneminde yapılmış diğer han ve kervansaraylar arasında en iyi korunanı olmasına rağmen yine de birçok bölümü tahrip edilmiştir. Avlu etrafındaki revakların bazıları yıkılmış, üst örtüler kısmen çökmüştür.


Horozlu Han (Selçuklu)

Konya-Akşehir yolu üzerinde bulunan ve Konya’nın kuzeyindeki şehir dokusu ile birleşmiş olan Horozlu Han’ın kitabesi ve onunla ilgili herhangi bir belgeye rastlanmamıştır. Bu bakımdan hanın yapım tarihi kesinlik kazanamamaktadır. Ancak, birçok araştırmacı hanın Sultan II.Gıyaseddin Keyhüsrev ve İzeddin Keykavus döneminde devlet görevinde bulunan Esedüddin Ruzbe tarafından yaptırıldığını ileri sürmektedir. Esedüddin Ruzbel’in 1249 yılında öldürüldüğü dikkate alınacak olunursa, hanın XIII. yüzyılın ortasında yapıldığı ortaya çıkmaktadır.

Vakıflar Genel Müdürlüğü 1970’li yıllarda hanı eski belge ve fotoğraflarına dayanarak restorasyonunu yapmıştır. Hanın tamamen kesme taştan yapıldığı görülmektedir. Ancak plan düzeni tam olarak ortaya çıkarılamamıştır. Mescit kısmının Zazadin ve Obruk hanlarında olduğu gibi girişin üzerinde olduğu sanılmaktadır. Diğer hanlarda olduğu gibi anıtsal bir giriş kapısının olup olmadığı konusunda da kesin bir bilgi yoktur. Avlunun bütünüyle yıkılmış olmasından ötürü de taç kapının da tamamen ortadan kalktığı anlaşılmaktadır. Günümüzde dışa doğru taşkın bir kapı bezemesiz olarak restore edilmiştir.

Hanın girişinde bulunan ve temel izlerine göre düzenlenen kapalı kısımın orta sahnın daha yüksek olarak tutulmuş, yan sahınlar da buna dik olarak oluşturulmuştur. Orta sahnın üzerindeki kubbe pandantifli olup, ağırlık kemerler vasıtası ile kare kesitli ayaklar üzerine bindirilmiştir. Yapının dışında olduğu gibi içerisinde de kesme taş kullanılmış, merkezi kubbede tuğlaya yer verilmiştir. Tuğla bezeme ağırlıklı olarak kullanılmıştır. Orta sahnın üzerindeki kubbeye bir de ağırlık feneri yerleştirilmiştir.


Kadın Hanı (Kadınhanı)

Konya Kadınhanı ilçesi, Konya-Akşehir yolu üzerindeki han ve kervansarayların sonuncusudur. Kervansarayı, kapı kitabesinden öğrenildiğine göre Mahmut kızı Raziye Hatun 1223 yılında yaptırmıştır.

Kadın Hanı, kesme taştan yapılmış, açık ve kapalı bölümlerden meydana gelmiştir. Duvar örgüsünde çok sayıda devşirme antik malzeme kullanılmıştır. Anadolu Selçuklu hanlarının tipik plan şemasına uygun olarak yapılan hanın avlusunun bulunduğu, bugünkü yapının iki yanındaki duvar uzantılarından anlaşılmaktadır. Bu uzantıların beden duvarları dışında da devam etmesi avlunun kapalı mekândan daha geniş olduğunu göstermektedir.

Günümüze yalnızca 22.50x28.50 m. ölçüsünde kapalı mekânı gelebilmiştir. Hanın kapalı kısmına cepheden öne doğru taşırılmış bir portalden girilmektedir. İç mekân dikdörtgen planlı olup, her sırada beşer tane olmak üzere on paye ile üç sahna ayrılmıştır. Bölümlerin üzerini birbirine bitişik tonozlar örtmüştür. Dışa kapalı olan bu hanın içerisi mazgal pencerelerle aydınlatılmıştır.


Kuruçeşme Hanı (Beyşehir)

Konya Beyşehir ilçesinde, Konya-Beyşehir yolunun 32. km.sinde bulunan Kuruçeşme Hanı, kitabesinden öğrenildiğine göre I.Gıyaseddin Keyhüsrev’in ikinci saltanat yılında, 1207’de yapılmıştır.

Günümüze çok harap durumda gelen bu han kapalı ve açık bölümlerden meydana gelmiştir. Bu bölümlerin her biri dikdörtgen planlı olup, birbirlerinin eşidir. Hanın yapımında kesme taş ve çevredeki antik yapılardan devşirilmiş taşlar kullanılmış, ancak bu taşların çevrede yaşayanlar tarafından yerlerinden sökülmesi ile üst örtüsü ve tonozların büyük bir bölümü yıkılmıştır. Hana doğudaki dar cephesinde dışarıya taşmayan bir portalden girilmektedir. Kapalı kısmın taç kapısı, ana giriş kapısına göre daha anıtsal görünümlüdür. Cepheden öne doğru taşırılan bu girişin alınlığında sekiz satırlık kitabesi bulunmaktadır. Ancak bu kitabe de oldukça tahrip edilmiştir.

Kapalı kısım iki yandaki beşer paye ile ortadaki geniş, yanlardaki daha dar üç sahna ayrılmıştır. Bunlardan orta sahın diğerlerine göre daha geniş ve yüksek tutulmuştur.


Dokuzun Hanı (Selçuklu)

Konya Selçuklu ilçesinde, Konya-Akşehir karayolunun 24. km.sinde bulunan Dokuzun Hanı’nı kitabesinden öğrenildiğine göre, Emir Hacı İbrahim 1210 yılında Mimar Osman’a yaptırmıştır.

Uzun yıllar harap bir durumda olan bu hanı Selçuk Üniversitesi adına Prof.Dr. Yılmaz Önge 1990 yılında kazı çalışmalarına başlamış ve çalışmalar 1995 yılında tamamlanmıştır. Kazı çalışmalarından sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyonu yapılmıştır. Bu arada avlu ve ona bağlı bölümler ortaya çıkarılmış ve bunlara dayanılarak da hanın restorasyonu yapılmıştır.

Dokuzun Hanı kapalı ve açık bölümleri bir arada bulunduran hanlar grubundandır. Burada avlu ile kapalı bölüm birbirine eş plandadır. Kuzey-güney yönünde dikdörtgen planlı olan hanın avlu girişi doğudaki dar cephesindedir. Yapılan kazılar sonunda avlunun doğu ve batı kanatlarının revaklı olduğu anlaşılmıştır. Kapalı kısmın öne doğru taşırılmış ve bezemesiz basit bir kapısı vardır. Bu kapı üzerinde altı satırlık yapım kitabesi bulunmaktadır. Kapalı kısım diğer hanlara göre daha basit düzenlenmiştir. Bu mekânın ortasında daha geniş ve yüksek bir kubbe ve yanlarda da tonozlu üç bölüm bulunmaktadır.

Hanın yapımında kesme taş ve moloz taş kullanılmış, ancak taş işçiliği oldukça kaba bir görünümdedir.


Obruk Hanı (Karatay)

Konya Karatay ilçesinde, Konya-Aksaray yolundan 4 km. içerideki Obruk Köyü girişinde bulunan Obruk Hanı’nın yapım tarihini belirten bir kitabesi bulunmamaktadır. Mimari yapısı ve plan düzeninden XIII. yüzyılda yapılmış bir Selçuklu eseri olduğu anlaşılmaktadır.

Anadolu Selçukluları’nın uyguladığı kapalı ve açık avlulu plan şeması içerisinde yapılmıştır. Hanın girişi batı yönünde olup, cephe görünümü itibarı ile de bir kale izlenimini vermektedir. Yapımında kesme taş, moloz taş ve çok sayıda da devşirme antik malzeme kullanılmıştır. Obruk Hanı’nda 1996 yılında başlatılan temizlik ve onarım çalışmaları sonunda hanın içerisi büyük ölçüde temizlenmiş ve restorasyonuna başlanmıştır.

Hanın girişinin bulunduğu batı cephesi diğerlerinden farklı olarak iki katlı yapılmıştır. Bu nedenle de giriş kısmı daha görkemli bir görünüm kazanmıştır. Her iki katta da birbirlerinden ayrı mekân düzenlemeleri yapılmış ve mescit de buraya yerleştirilmiştir. Hanın kapalı kısmının kapısı ve duvarları tamamen yıkılmış ve yalnızca temel kalıntıları günümüze gelebilmiştir. Bu bölüm han özelliğini kaybettikten sonra da kullanılmış, bu yüzden de içerisinde bazı değişiklikler yapılmıştır. Üst örtü bütünüyle tahrip olmasına rağmen, orta sahnın üzerinde tromplu bir kubbe olduğu sanılmaktadır.

Lala Mustafa Paşa Hanı (Ilgın)

Konya Ilgın ilçesinde, Lala Mustafa Paşa’nın 1574 tarihinde yaptırmış olduğu yapı topluluğunun bir bölümünü Lala Mustafa Paşa Hanı oluşturmaktadır.

Külliyenin avlusunun doğusunda bulunan, kesme taş ve moloz taştan yapılmış olan han, yapı topluluğunun en büyük yapısıdır. Ortalama 36.00x50.00 m. ölçüsünde olan hanın yapım kitabesi bulunmadığından, yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yalnızca odalardan biri içerisindeki ocağın taş konsolunda 1584 tarihi yazılıdır. Büyük olasılıkla hanın yapımına külliye ile birlikte başlanmış, 1584’te de tamamlanmıştır.

Kuzeyden arasta ile birleşen hanın üzeri beş adet beşik tonozla örtülmüştür. Hanın ortasında bir koridor, iç mekânı üçe bölmüştür. Batıda cami avlusuna, doğuda da dışarıya açılan iki kapısı vardır. Ayrıca avlu yönündeki kapının önüne de çapraz tonozlu bir sahanlık yerleştirilmiştir. Hanın kuzeydeki bölümü oldukça büyük olup, dört ayakla iki nefe ayrılmıştır. Güneydeki bölüm ise üçayakla iki nefe ayrılmıştır. Bu mekânların her biri içerisinde birer ocak nişi bulunmaktadır. Hanın ortasındaki koridordan bir merdivenle üst kata çıkılır. Üst katta tonozlu ve ocaklı üç oda daha bulunmaktadır.
 
#10
Konya Hamamları


Sahip Ata (Sultan) Hamamı (Meram)

Konya Meram ilçesi, Larende Caddesi’nde Sahip Ata Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan hamam, külliye ile beraber Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırılmıştır. Külliyenin yapımına 1258 yılında başlanmış, türbe ve hanikâhın eklenmesi ile 1283 yılında tamamlanmıştır. Hamam da 1258–1283 yılları arasında yapılmıştır.

Sultan Hamamı ismi ile bilinen bu hamam Selçuklu hamam mimarisinin önemli örnekleri arasındadır. Çifte hamam planında yapılmış olup, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Yapımında kesme taş ve yer yer de moloz taş kullanılmıştır.


Mahkeme Hamamı (Hamam-ı Cedid) (Selçuklu)

Konya’da Şerafeddin Camisi ile Şems-i Tebrizi arasında bulunan bu hamam, Karamanoğlu II. İbrahim Bey zamanında, XV. yüzyılda yaptırılmıştır. Hamam 1754 yılında onarılmıştır.

Kesme taş ve moloz taştan yapılan ve çifte hamam plan düzenindeki hamam, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Hamamın bölümlerini oluşturan mekânların üzerini örten kubbeler yıkılmış ve ahşap kubbelerle yenilenmiştir. Hamamın en önemli bölümü erkekler kısmındaki 3 m. çapında beyaz ve mor mermerden yapılmış havuzudur. Ayrıca kadınlar bölümünde de yaprak fıskiyeli bir havuz bulunmaktadır.

Kare mekânlı soyunmalık ve ılıklık yuvarlak kemerli kapılarla birbirlerine bağlantılıdır. Sıcaklık kısmı ise haç planlı olup, üç eyvandan meydana gelmiş ve üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Yan bölümlerde de küçük kubbeler halvet kısımlarının üzerini örtmektedir.


Ahmet Bey Hamamı (Selçuklu)

Konya Aziziye Camisi’nin güneydoğusunda bulunan Ahmet Bey Hamamı, kitabesinden öğrenildiğine göre Musahip Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mustafa Paşa’nın 1676 tarihli vakfiyesinde hamamın Şeyh Ahmet Efendi yönetiminde yazıldığından ötürü Ahmet Efendi’nim ismi ile tanınmıştır.

Osmanlı hamam mimarisinde çifte hamam plan düzeninde yapılmış, ancak yalnızca kadınlar bölümü ayakta kalabilmiştir. Kesme taş ve tuğladan yapılmış soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Soyunmalık ve ılıklık kare planlı olup, üzerleri birer kubbe ile örtülmüştür. Ilıklıktan yuvarlak kemerli bir kapı ile geçilen sıcaklık dört eyvanlı plan düzenindedir. Üzeri merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Sıcaklığın köşelerinde halvet hücreleri bulunmakta ve üzerleri de çeyrek kubbelerle örtülüdür.


Meram Hamamı (Meram)

Konya Meram ilçesinde bulunan bu hamam, kitabesinden öğrenildiğine göre 1454 yılında yaptırılmıştır.
Çifte hamam plan düzeninde olan hamam kadınlar ve erkekler bölümünden meydana gelmiştir.Hamam soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Kesme taş ve moloz taştan yapılmış, bölümlerinin üzeri kubbelerle örtülmüştür.
Hamamın eski kapısı kısmen toprağa gömülmüş, kemer cephesinde palmet motifleri ve bunların içerisinde örgülü bezeme görülmektedir. Ayrıca kemerin ortasına birbirine sarılmış iki kuş figürü ile baş aşağı duran iki balığı kavrar durumda bir arma buraya işlenmiştir.


Orta Hamam (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesi, Ulu Cami Caddesi’nde bulunan Orta Hamamın kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Yapı üslubundan XIII.yüzyılda, Anadolu Selçukluları tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Konya Valisi Avlonyalı Ferit Paşa tarafından 1900 yılında onarılmıştır.

Kesme taş ve moloz taştan yapılan hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Yapılan onarımlar sonucunda da özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir.


Meydan Hamamı (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesinde bulunan bu hamam, kaynaklardan öğrenildiğine göre Subaşı Emir Şerafettin tarafından 1329 yılında yaptırılmıştır.

Kesme ve moloz taştan yapılan hamam, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Bu bölümlerin üzeri kubbe ile örtülüdür. Çeşitli dönemde yapılan onarımlar sonucunda özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Hamam günümüzde halen kullanılmaktadır.


Büyük Hamam (Beyşehir)

Konya Beyşehir ilçesi, Eşrefoğlu Camisi’nin kuzeybatısında bulunan Büyük hamam’ın kitabesi günümüze ulaşamadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Bununla beraber Eşrefoğlu Camisi’nin kitabesinde, cami ile beraber yapılmış olan yapılardan söz ederken bu hamamın da ismi geçmektedir. Bu nedenle hamamın XIII.yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılmaktadır.

Kesme taş ve moloz taştan yapılan hamam, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Bu bölümlerin üzeri tuğla kubbe ile örtülüdür. Ancak, yapı toprağa gömülü olduğundan tam bir planı çıkarılamamıştır.


Valide Sultan Hamamı (Karapınar)

Konya Karapınar ilçe merkezinde bulunan Valide Sultan Hamamı, XVI. yüzyılda Yavuz Sultan Selim’in annesi Hürrem Sultan tarafından yaptırılmıştır. Sultan II.Selim Külliyesi ile beraber yaptırılan hamam da Mimar Sinan eseridir.

Günümüze harap bir halde gelebilen bu hamam, kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Kare planlı bir yapı olup, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Üzerini merkezi bir kubbe örtmüştür. Hamamın kapı ve pencere alınlıkları sivri kemerli nişler halindedir.


Eski Hamam (Şifa Hamamı) (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesinde, Ulu Cami’nin güneyinde bulunan Eski Hamam, Selçuklu döneminde yapılmış ve Karamanoğulları döneminde de kullanılmıştır. Kitabesi bulunmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Günümüzde toprak altında kalan hamama batı yönünden on basamakla inilmektedir.

Hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Moloz taş ve tuğladan yapılmış olan hamam dikdörtgen planlıdır. Üzeri kubbe ile örtülü olan hamamın kubbelerinden bir bölümü yıkılmış ve yerine ahşap bir örtü yapılmıştır. Sıcaklık kısmı dört eyvandan meydana gelmiş, eyvanların dışında kalan bölümlere üzerleri kubbeli halvet hücreleri yerleştirilmiştir.


Yeni Hamam (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesinde, Ulu Cami’nin batısında bulunan bu hamamı Karamanoğlu İbrahim Bey yaptırmıştır.

Moloz taştan yapılmış olan hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. XX. yüzyılın başlarında hamam içerisinde yapılan bir gelin töreni sırasında yıkılmıştır. Günümüze hamamdan hiçbir iz gelememiştir.


Roma Hamamı (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesi, Boyacı Ali Mahallesi’nde, eski belediye binası yıkılarak yeni inşaat yapılırken, temel kazısı sırasında ortaya çıkan hamamın Roma döneminde yapıldığı anlaşılmıştır.

Temel duvarları bulunan bu hamamın yapılan kazı sırasında sıcaklık bölümü kısmen ortaya çıkmıştır. Hamamın bulunduğu alan Selçuklu döneminde mezarlık olarak kullanılmıştır. Temel kazısı sırasında su koymaya mahsus pithoslar meydana çıkarılmıştır. Günümüzde bu hamamın üzerine yeni bir inşaat yapılmıştır.


Seyyid Harun Hamamı (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesinde bulunan Seyyid Harun Külliyesi’nin kuzeydoğusunda bulunan Seyyid Harun Hamamı’nın kitabesi günümüze gelemediğinden ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber, Seyyid Harun menakıbına göre; Seyyid Harun tarafından veya Onun adına XIV.yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır.

Hamam Selçuklu ve Beylikler döneminde Anadolu’da yapılan klasik çifte hamam örneklerindendir. Güneybatı, kuzeydoğu yönünde uzanan hamamın kadınlar ve erkekler bölümü birbirlerine simetriktir. Her iki bölüm de soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir.

Moloz taş ve tuğladan yapılan hamamın erkekler bölümünün üzeri bir çatı ile örtülüdür. Soyunmalık yerinden yuvarlak kemerli bir kapı ile ılıklığa geçilmektedir. Ilıklığın üzeri kubbe ile örtülü olup, kare planlı küçük bir mekândır. Sıcaklığın üzerini örten ana kubbenin iki yanında yarım kubbeli iki hücre bulunmaktadır. Ayrıca kubbeli bir eyvan ve bunun iki yanında da iki hücre daha bulunmaktadır.

Hamamın kadınlar bölümü, erkekler bölümünün doğusunda olup, burası da soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmektedir. Soyunmalık daha sonra girilen ılıklık çatı ile örtülü olup, sıcaklık yan yana iki kubbe ile örtülüdür. Bu iki kubbeye bitişik olan üçüncü kubbe de halvet bölümlerinin üzerini örtmektedir. Yanındaki külhan ve su deposu da tonozla örtülüdür.

Günümüzde halen kullanılan hamam, çeşitli dönemlerde yapılan onarım ve eklerle orijinalliğinden kısmen uzaklaşmıştır.
 
#11
Konya Çeşmeleri


Konya’da Selçuklu, Karamanoğlu ve Osmanlı döneminde yapılmış çeşmeler bulunmaktadır. Osmanlı döneminde şehrin su gereksiniminin artması üzerine yeni su kaynakları bulunmuştur. Yavuz Sultan Selim zamanında şehre Dutlu Suyu getirilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde de su kaynakları daha da arttırılmıştır. XIX.yüzyılda Vali Ferit Paşa Kızılviran Dağları’ndan Çayırbağ Suyunu demir borularla şehre getirmiştir.

Konya ile ilgili kaynaklarda 1344 yılında şehirde 404 çeşme, 3 havuz ve beş şadırvan olduğu yazılıdır. Ancak bunların çoğu mimari değeri olmayan bezemesiz çeşmelerdir. Bazıları kitabeli olan bu çeşmeler köfeki taşından yapılmıştır. Onarımlar sırasında ve yol yapımı nedeniyle birçoğu ortadan kalkmış, kimileri de özgünlüğünü yitirmiştir. Bu çeşmeler arasında en önemlileri; şehrin en eski çeşmesi olan Yavuz Sultan Selim Çeşmesi (1519), Uluırmak’ta Gevraki Çeşmesi (1537), Kapu Çeşmesi (XIII.yüzyıl), Nakiboğlu Çeşmesi (1444), Topraklık’taki Ak Çeşme (1555), Fakih Dede Mahallesi’ndeki Ali Paşa Çeşmesi (1555), Piri Mehmet Paşa Cami yanındaki Mehmet Ağa Çeşmesi (1589), Fakih Dede Çeşmesi (1555) ve Şemiş Çeşmesi’dir (1519).

Konya çeşmeleri değişik tiplerde yapılmıştır. Daha çok köşe başlarında, meydanlarda meydan çeşmeleri olarak ve iki cepheli çeşmeler olarak yapılmışlardır. Düz cepheli olan çeşmeler de ayrı bir grup meydana getirmiştir. Bu çeşmelerin çoğunun üzerinde ahşap sundurmalar vardır. Konya’da kitabeli çeşme sayısı yüzün üzerindedir.

Konya’da çeşmelerin yanı sıra şadırvanlar da bulunmaktadır. Bunların başında; Mevlana Dergâhı Şadırvanı (1512), Şerafeddin Cami Şadırvanı, Aziziye Camisi Şadırvanı gelmektedir.
 
#12
Konya Kütüphaneleri


Konya Türkiye’de ilk kitaplıkların, kütüphanelerin kurulduğu bir ildir. Kitaplık çalışmaları Selçuklular döneminde başlamış, Karamanoğulları ve Osmanlılar döneminde de daha gelişerek devam etmiştir. Bu dönemlerde medrese ve dergâhlarda kitaplıklar kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde ise bu konuda 1930-1950 yıllarında halkevleri yoğun bir etkinlik göstermiştir. Ayrıca okullarda da bu konuda çalışmalar yapılmıştır. Kız Öğretmen Okulu, Karma Ortaokul ve Lise kitaplıkları bunların başında gelmektedir.

Halk Kitaplıkları

Selçuklular döneminde başlayan ve XX.yüzyılın başlarına kadar gelen çalışmalarda şehirde birçok kitaplık açılmıştır. Bunların en önemlileri İplikçi Medresesi’nde Selçuklu Veziri Altunapa’nın ve Sadreddin Konevi Medresesi’nde Sadreddin Konevi’nin, Atabekiye Medresesi’nde Kutlu Melek Hatun’un kurduğu kitaplıklardır. Karamanoğulları döneminde ise Darülhüffazlarda, medreselerde, dergâhlarda kitaplıklar oluşturulmuştur. Bunların başında da Yusuf Ağa Kitaplığı ile Mevlana Müzesi’ndeki Dergâh Kitaplığı gelmektedir.


Yusuf Ağa Kitaplığı (Karatay)

Konya’da Selimiye Camisi’nin batı köşesinde bulunan Yusuf Ağa Kütüphanesi’nin yapımına Mihrişah Sultan’ın kethüdası Yusuf Ağa 1794 yılında başlamış, Mehmet Sadık da 1795 yılında tamamlamıştır.

Kütüphane kesme taştan, kare planlı olup, üzeri sekiz köşeli bir kasnağa oturan kubbe ile örtülmüştür. Kütüphanenin üç yanında iki dizi halinde iki renkli taştan yapılmış 22 penceresi bulunmaktadır. İç mekânı bir okuma salonu ile bir memur odasından meydana gelmiştir.

Kütüphanede Sadreddin Konevi, Zaferiye Medresesi Kütüphanesi, Türkocağı Kütüphanesi, Hadımi Kütüphanesi, Müftü Abdullah Efendi Kütüphanesi, Mümtaz Bahri Koru’nun kitaplıkları bulunmaktadır. Bu kütüphane 1927 yılında kapatılmış ve içerisindeki kitaplar Mevlana Dergâhı Kütüphanesi’ne gönderilmiştir. 1946 yılında Konya İl Halk Kütüphanesi’nin bir bölümü olarak yeniden hizmete girmiştir.


Mevlana Dergâhı Kütüphanesi (Karatay)

Konya Mevlâna Dergâhı içerisinde bulunan bu kitaplıkta Mevlana ve Mevlevilik ile ilgili kitaplar bulunmaktadır.
Kütüphane külliyenin avlusunun sağında bulunmaktadır. XIX.yüzyılda yenilenmiş olan kütüphanenin cephe görünümü dikdörtgen plan düzenindedir.İ ki sıra halindeki kesme taş kaide üzerine cepheye mermer yuvarlak sütunlar yerleştirilmiş, bunların araları da ahşap doğramalarla kapatılmıştır. Burada sıralanan pencerelerin üzerine de küçük kareler halinde ikinci bir dizi olarak camlar yerleştirilmiştir. Kütüphanenin üzeri meyilli ahşap bir çatı ile örtülmüştür.
Muallim Ferit Uğur, Uluırmaklı Mehmet Dışsöken, Abdülbaki Gölpınarlı’nın kitaplarının bir bölümü de burada toplanmıştır.


İl Halk Kitaplığı (Karatay)

İl Halk Kitaplığı Muammer Bey’in öncülüğü ile 1910 yılında Rehberi Hürriyet İlkokulu’nda kurulmuştur. Uzun süre Özel İdare’ye bağlı olan bu kütüphane 1947’de Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlanmış ve Konya Umumi Kütüphanesi ismini almıştır. Kütüphanede çeşitli kitapların yanı sıra gazete ve dergi bölümleri de bulunmaktadır.


Muallimhane (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesinde, Hükümet Meydanı’nda bulunan Muallimhane’yi Pir Mehmet oğlu Hacı Recep 1529 yılında yaptırmıştır. Bu yapıda Kuran okutulmakta ve dinsel eğitim verilmekte idi.

Muallimhane, moloz taştan dikdörtgen planlı olup, üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür. Yanında kesme taştan silindirik gövdeli tek şerefeli bir minare bulunmaktadır. Aynı zamanda mescit olarak kullanılan bu yapının bitişiğinde Pir Mehmet oğlu Hacı Recep’in türbesi bulunmaktadır.
 
#13
Konya Dergâhları


Mevlana Dergâhı (Karatay)

Konya Mevlana Celaleddin’in türbesinin bulunduğu Mevlana Dergâhı, 6.500 m2’lik geniş bir avlu içerisine alınmıştır. Bu avlunun batısında Dervişan Kapısı, güneyde Hadikat’ül-Ervah (Ruhlar Bahçesi) ve Hamuşan (Susanlar) Kapısı, kuzeyde de Çelebi Kapısı bulunuyordu. Bunlardan Hamuşan Kapısı daha önce burada bulunan mezarlığa açılıyordu. Dergâhın türbe kapısı üzerinde Molla Camisi’nin “Bu makam âşıklar kâbesi oldu. Buraya noksan gelen tamamlandı” anlamında bir kitabe bulunmaktadır.

Mevlana Dergâhı, Mevlana’nın Türbesi, Semahane, Mescit, Matbah, Çelebi Dairesi, Derviş Hücreleri, Misafirhane, Meydan-ı Şerif, Şadırvan, Şeb’i Aruz Havuzu’ndan meydana gelmiştir.

Türbe:
Hz. Mevlana öldüğü zaman babası Sultan-Ül Ulema’nın başucuna gömülmüştür. Üzerine de bir türbe yapılmaya başlanmıştır. Selçuklu Emiri Süleyman Pervane’nin karısı Gürcü Hatun, Emir Alemeddin Kayser ve Sultan Veled’in birlikte çalışması ile Mimar Tebrizli Bedreddin bu türbeyi 1274’te yapmıştır. Mevlana’nın ölümünden sonra yapılan ilk türbenin ne şekilde olduğu kesinlik kazanamamıştır. Kanuni Sultan Süleyman, kare planlı, kesme köfeki taşından bir mescidi bu yapı topluluğuna eklemiştir. Aynı dönemde yapılan semahanenin Mimar Sinan’a ait olduğu iddia edilmişse de bu iddia kesinlik kazanamamıştır.

Türbe kapısının ahşap iki kanadı Selçuklu üslubunda, geometrik ve rumi motifleri ile süslenmiştir. Üzerine Sultan Veled’in “Ey talib, öğüdümü canla başla kabul et. Doğruların eşiğine baş koy” anlamında Farsça bir beyit kabartma olarak yazılmıştır. Türbe kapısından Tilavet Odası diye isimlendirilen, daha önce Bevvap (kapıcı) ve Dervişlerin kuran okuduğu, kubbeli küçük bir salona geçilmektedir. Buradan üzeri gümüş levhalarla kaplanmış ceviz ağacından, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın oğlu Hasan Paşa’nın yaptırdığı gümüş bir kapı ile Huzur-u Pir denilen türbe salonuna girilmektedir. Bu salon üç kubbe ile örtülü olup, aşıklar girişi (dahil-i uşşak) ismini almıştır. Bu salonun sağında ve karşısında iki kubbenin örttüğü ve mezar sandukalarının bulunduğu bir set ile karşısındaki iki kubbeli ikinci sete ve Mevlana’nın üzerindeki yeşil kubbeye Kıbab’ül-Aktab (kutupların kubbeleri) ismi verilmiştir. Salonun solunda semahane ve mescidi bir birinden ayıran kemerlerin altındaki sette de ikişer sıra halinde altı sanduka yerleştirilmiştir. Bu altı mezarın Mevlana ve babası ile birlikte Belh’ten Konya’ya göçen dervişlere ait olduğu söylenmektedir.

İlk türbenin dört ayağa oturan güneydoğu ve batı yanları kapalı, kuzey yönü eyvanlı, üzeri piramidal örtülü Selçuklu kümbetlerine benzediği sanılmaktadır. 1396 yıllarına doğru dıştaki çini kaplı dilimli külah yapılmıştır. Sultan II.Beyazıt devrinde de türbenin doğu ve batı duvarları kaldırılarak buraya bazı ilaveler yapılmış, içerisi kalem işleri ile bezenmiştir. Bugünkü türbenin Anadolu’daki en yakın benzerleri Sivas’taki Şeyh Hasan Türbesi ile Akşehir’deki Seyyid Mahmud Hayrani Türbesi’dir. Günümüzdeki türbe dört paye üzerine oturmuş 25 m. yüksekliğindedir. Bu yüksekliği ile de XIII. yüzyılda yapılmış hiçbir türbe ile karşılaştırılamaz. Türbe gövdesi dıştan 16 dilimli silindir şeklindedir. Gövde taş bir kornişle sona erer. Bunun üzerine yine 16 dilimli konik bir külah yerleştirilmiştir. Türbenin dilimli külahının çinilerinin Alaeddin Ali Bey’in eseri olduğu sanılmaktadır. Gövde ve külah üzerindeki firuze renkteki çiniler zaman zaman yenilenmiştir. Bundan ötürü de bu kubbeye Yeşil Kubbe (Kubbe-i Harda) ismi verilmiştir. Kubbe gövdesinin üst kornişinin altındaki lacivert şeride beyaz sülüs yazı ile Besmele ve Ayet-ül Kürsi yazılmıştır. Külahın en üst noktasında altın kaplama bir alem bulunmaktadır.

Türbenin içerisi içten kubbemsi piramidal şekildedir. Tepe noktasından sekiz köşeli bir yıldızın kolları etrafa dağılmaktadır. Yeşil kubbenin altında Mevlana ve oğlu Sultan Velet’in mavi mermerden yapılmış sandukaları bulunmaktadır. Bu sandukaların üzerinde 1894 yılında Sultan II. Abdülhamit’in hediye ettiği deri üzerine siyah atlas kaplamalı büyük bir puşide örtülmüştür. Mevlana’nın ölümünden sonra mezarı üzerine yerleştirilen ilk sanduka ahşaptan olup, XVI. yüzyılda buradan kaldırılarak babası Sultan-ül Ulema’nın üzerine konulmuştur. Selçuklu devri ağaç işçiliğinin en güzel örneklerinden biri olan bu sanduka Selimoğlu Abdülvahit ve Hüsameddin Muhammed isimli iki ustaya aittir. Sanduka kündekâri ve oyma tekniğinde yapılmıştır. Sandukanın ön, arka ve yanlarında Ayet-ül Kürsi, Mevlana’ya ait beyitler, Divan-ı Kebir’den seçilmiş gazeller ile Mesnevi’den alınmış beyitler yazılıdır.

Yeşil Kubbe’nin batısında ve Mevlana’nın başucunda eşi Kerra Hatun (1292), Mevlana’nın kızı Melike Hatun (1306), Mevlana’nın oğlu Muzaferüddin Emir Alim Çelebi (1277), Mevlana’nın torunu Celale Hatun (1283), Kadı Tacettin’in kızı Melike Hatun (1330), Çelebi Hüsamettin (1284) ve bu dergâhta postnişinlik yapmış çelebiler ile onların ailelerine ait 65 sanduka bulunmaktadır.

Mevlana’nın sandukasının üzerini örten stalâktitli kubbeye Post Kubbesi ismi verilmiştir. Mevlana’nın sandukasını Huzur’dan ayıran gümüş bir şebeke vardır. Gümüş Kafes adı verilen bu şebekeyi 1579 yılında Maraş Mirimiranı Mahmut Paşa 1579 yılında Kalemkâr İlyas isimli bir ustaya yaptırmıştır. Bu kafesin üzerindeki gümüş plakada Şair Mani’nin 32 beyitlik Türkçe bir şiiri yazılıdır.

Semahane:
Mevlana Dergâhı’nın semahanesi yeşil kubbenin kuzeyinde bulunmaktadır. Yanındaki mescit ile birlikte Kanuni Sultan Süleyman zamanında XVI. yüzyılda yapılmıştır. Semahane oldukça geniş ve kubbeli bir salondur. Mevlevi kültüründe semanın yapıldığı Meydan-ı Şerif denilen geniş salonun kapıları ahşaptır. Doğu ve kuzeyinde semayı izlemeye gelen kadınların bulunduğu kafesli mahfeler, altta da erkek ziyaretçiler için sedirli mahfeler, naat kürsüsü, Mevlevi musikisini icra edenlere mahsus mutrıp hücresi ve post makamı bulunmaktadır.

Semahanenin kubbe ve kubbe köşelerine çeşitli desenler yapılmış ve 1888 yılında Konyalı Hattat Mahbub Efendi tarafından Mesnevi’den alınma yazılar yazılmıştır. Ayrıca semahane girişine Kütahya çinisi üzerine Ya Hazreti Mevlâna yazılmıştır.

Mescit:
Mescit semahanenin batı yönüne bitişiktir. Buraya semahaneden girildiği gibi, türbe girişindeki Çerağ Kapısından da girilmektedir. Mescidin asıl giriş kapısı dergâhın avlusuna batı yönünde açılmaktadır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile XVI. yüzyılda yaptırılan mescidin mavi bir mihrabı, vaaz ve müezzin kürsüleri ile tek şerefeli kesme taştan bir de minaresi bulunmaktadır.

Derviş Hücreleri:
Mevlana Dergâhı’nın batısını çeviren derviş hücreleri Sultan III. Murat tarafından 1584 yılında yaptırılmıştır. Bu hücreler kare planlı olup, üzerleri birer kubbe ile örtülüdür. İçlerinde ocak nişleri ve dolap nişleri bulunmaktadır. Bunlar avluya yuvarlak kemerli birer kapı ile açılmaktadır. Bu hücrelerin avluya bakan cepheleri sonraki yıllarda camekânlı bir koridorla önleri kapatılmıştır.

Dergâh 1927 yılında müze olarak ziyarete açıldıktan sonra birkaç hücre dışındakilerin aralarındaki duvarlar kaldırılarak sergileme salonuna dönüştürülmüştür. Baştaki hücrelerden biri postnişin odası olarak tanzim edilmiştir. Diğer hücreler ise Mesnevi okuyan bir derviş ile sema eden bir derviş tasvirine ayrılmıştır.

Matbah:
Derviş hücrelerinin güneyinde, Mevlevilikte eğitim ve terbiye ocağı olarak nitelenen dergâh matbahı (mutfak) bulunmaktadır. Bu matbah Sultan III. Murat zamanında 1584 yılında onarılmış ve yeni eklemeler yapılmıştır. Dergâhın avlusunda bir sahından girilen matbahın ilk bölümünde saka postu mahalli (nevniyaz), ocaklar ve dergâha ilk katılan canların üç gün oturarak ikrar verdikleri post; ikinci kademede somat-sımat (sofra) ve sema talim yerleri bulunmaktadır. Matbahın altında da erzak depoları yer almaktadır.

Dergâhın bu bölümü yemeklerin piştiği, tarikata girmek isteyen nev-niyazlara ait çilehane görevini de üstlenmektedir. Mevlevilikte çile süresi 1001 gün olup, bu süre içerisinde çile çeken derviş 18 türlü matbah hizmetini de üstlenmek zorundadır. Matbaha Mevlevi kültüründe sertabbah (aşçıbaşı) ve kazancı dede (terbiyeci dede) kontrol ederdi.

Çelebi Dairesi:
Mevlana Dergâhı’nın güneyinde Hamuşan denilen mezarlığın bitişiğinde, camekânlı, oldukça aydınlık, geniş bir oda bulunmaktadır. Bu oda dergâh şeyhlerinin misafir kabul ettiği Çelebi Dairesi’dir. Çelebi dairesi yeşil kubbeye bitişik olduğu gibi Niyaz Penceresi denilen bir pencere ile de Mevlana’nın türbesine açılır. Bu pencerenin çini işlemeli kemeri üzerine de destarlı bir Mevlevi sikkesi resmedilmiş, üzerine de Mevlana’nın talik yazılı rubaisi eklenmiştir.

Rubai:
“Derhâ heme besteend illâ der-i tû
Ta reh nebered garib illâ ber-i tû
Ey der kerem-u izzet-u nûr efşâni
Horşid-u meh-u sitâregân çâker-i tû”

Günümüzde Çelebi Dairesi Mevlâna Müzesi’nin ihtisas kitaplığıdır.

Meydan-ı Şerif:
Mevlevi Dergâhı’nda derviş hücrelerinin güneyinde, matbahın bitişiğinde meydan-ı şerif veya meydan-ı erenler denilen geniş bir oda bulunmaktadır. Meydan-ı şerifte, dergâh şeyhleri dervişlerle sohbet eder, yemek yerdi. Bu odanın duvarlarındaki yağlıboya resimler XIX. yüzyılda yapılmıştır. Günümüzde müze yönetiminin bürosudur.

Misafirhane (Eski Matbah):
Mevlana Dergâhı’nın avlusunun kuzeyinde, Çelebi Kapısı yakınında ayrı bir bahçe içerisinde tek katlı bir binadan meydana gelmiştir. Bu binanın arkasında da dergâhın eski matbahı bulunuyordu.

Şadırvan:
Dergâhın avlusunda, mavi mermerden yapılmış olan şadırvanı Yavuz Sultan Selim 1512 yılında yaptırmıştır. Sonraki yıllarda Sultan III. Mehmet 1595 ve Sultan Abdülaziz 1868 yılında onarmıştır.

Şeb’i Aruz Havuzu:
Dergâhın matbahı önünde altı köşeli mermerden Şeb’i Aruz Havuzu bulunmaktadır. Bu havuza aslanağzına benzer mermer bir oluktan su verildiği için Aslanlı Havuz diye de anılmaktadır.

Mevlâna’nın ölümünün (düğün gecesi) her yılında burada toplanılır, sohbet edilir ve sema meclisi kurulurdu.

Dergâha Sultan II. Selim iki minareli bir cami eklemiştir. Sonraki yıllarda Hüsrev Paşa Türbesi (1527), Mehmet Bey Türbesi (1534), Hasan Paşa Türbesi (1573) ve Sinan Paşa Türbesi (1574) aynı yere yapılmıştır. Bu arada Mevlana dergâhı da çeşitli ilavelerle genişletilmiş ve büyük bir külliye görünümünü almıştır. Osmanlı sultanlarının hemen hepsi de bu yapı topluluğuna yeni ilaveler yapmışlardır.


Bulgur Tekkesi (Merkez)

Konya Tuzcular Bölgesi, Demirciler Çarşısı denilen yerde Bulgur Tekkesi’nin kalıntıları bulunmaktadır. XIX. yüzyılın başlarında harap olan bu dergâh bir süre depo olarak kullanılmış, daha sonra mescit haline getirilmiştir. Dergâhın kesin tarihini ortaya koyacak belge ve kitabeler bulunamamıştır. Buradaki bir mezar taşı üzerindeki 1443 tarihi dikkate alınacak olunursa, yapının XV. yüzyıl başlarına ait olduğu sanılmaktadır.

Dergâhın kuzey yönündeki basık kemerli kapısından avluya girilmektedir. Buraya son yıllarda ahşap bir minare eklenmiştir. Yapı kesme taş temeller üzerine tuğla örgülüdür. Avlunun güneyinde ve yapının kuzeyinde kesme taştan payeler XIX. yüzyılda eklenmiş olup, dergâhın asma katını taşımaktadır. Kuzey duvarında kesme taştan mukarnas dolgulu mihrabı bulunmaktadır. Dergâhın mescit kısmı Türk üçgenlerinin taşıdığı bir kubbe ile örtülmüştür. İçerisi koyu yeşil renkte altıgen çinilerle kaplı iken bunların büyük bir kısmı dökülmüştür.


Seyyid Mahmud Hayran (Hayrani) Zaviyesi (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesinin batısında sur içerisinde bulunan bu zaviye, mescit, türbe ve hamamdan meydana gelmiştir. Bu zaviyeyi Kuluzade Ferruh Şah 1224 yılında yaptırmıştır. Bunu belirten sülüs yazılı bir kitabe zaviyenin mescit kısmının duvarında bulunmaktadır.

Zaviyenin mescidi kare planlı ve tek kubbeli olup, yapımında daha önceki tarihlere ait devşirme malzemeler kullanılmıştır. İbadet mekânını örten kubbe trompludur. Dergâh mescidinin kapı ve pencere üstleri firuze ve mor çiçeklerle bezenmiştir. Kapı kanatları ise kündekâri tekniğinde rumi ve geometrik bezelidir. Yaygın bir söylentiye göre; Ankara Savaşı’nda (1402) Timur’a yenilen Yıldırım Beyazıt bir süre bu yapıda hapsedilmiş, Bursa’ya gönderilinceye kadar da burada tutulmuştur.


Şeyh Şehabeddin-i Şuhreverdi Zaviyesi (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesinde bulunan Şeyh Şehabeddin-i Şuhreverdi Zaviyesi’ni Karamanoğulları’ndan Seyfeddin Süleyman Bey’in kızı Nasiha Hatun 1390-1391 yıllarında yaptırmıştır. Zaviye mescit, imaret, türbe, tevhithane ve sekiz derviş hücresinden oluşuyordu. Kitabesi Ereğli Müzesi’nde bulunmaktadır.

Şeyh Şehabeddin, Suhreverdi tarikatındandı. Müritleri Suriye, Irak ve Anadolu’nun bazı yerlerinde dergâhlar açmış, bu arada da Ereğli’de de bu dergâh açılmıştır. Selçuklular ve Karamanoğulları döneminde önem kazanan bu dergâh 1950-1951 yıllarında yıktırılmış ve yerine bir cami yaptırılmıştır. Dergâhın orijinal yapısından yalnızca Selçuklu dönemine tarihlenen Besmele ve ayetlerin yazılı olduğu dört pano günümüze gelebilmiştir.

Prof.Dr.Beyhan Karamağaralı 1986 yılında burada yaptığı kazılarda zaviyenin temellerini ortaya çıkarmıştır. Kazılar sırasında Selçuklu çinileri, sırlı keramikler, ştük parçaları ve Sultan II.Mahmut dönemine (1784-1839) ait sikkeler bulunmuştur. Zaviyenin bahçesinde Konya Meclisi Kebir Azası Ömer Ağa’nın 1864 tarihli mezarı ile üzerinde yazı bulunmayan ve halk arasında Yatır olarak tanımlanan iki mezar daha bulunmaktadır.
 
#14
Konya Sarayları


Sultan Kılıçaslan Sarayı (Alâeddin Keykubat Köşkü) (Karatay)

Konya Sultan II. Kılıçaslan (1156-1192) tarafından, İç Kale sur kulelerinden biri genişletilerek 10 m. Yüksekliğinde bir köşk yapılmıştır. Bu köşkün yalnızca doğu duvarı günümüze gelebilmiştir. Sonraki yıllarda, Evliya Çelebi’den öğrenildiğine göre depremden yıkılan bu köşkü Alâeddin Keykubat bu köşkü genişletmiş ve onarmıştır. Bu nedenle de Alâeddin Keykubat ismi ile tanınmıştır. Alâeddin Köşkü Konya Selçuklu Sarayı’nın bir parçası olarak düşünülmektedir.

Alaeddin Köşkü Konya’nın ortasındaki Alaeddin Tepesi denilen höyüğü çeviren Selçuklu surlarının bir burcu üzerine oturtulmuştur. Bu köşk Alaeddin Sarayı’nın bir cihannüması şeklinde idi.

Bu köşk Alâeddin Köşkü ismi ile tanınmakta ise de Kâtip Çelebi Seyahatnamesi’nde Konya’da Kılıçaslan’ın yaptırdığı bir köşkten söz etmiştir. J.H.Löytved 1907’de Konya kitabelerini yayınlamış, burada pencere etrafındaki çini kitabelerde de Kılıçaslan’ın isminin geçtiğini belirtmiştir. Ardından Max van Berchem köşkün II. Kılıçaslan tarafından yapıldığını ileri sürmüştür. F.Sarre, Abdülkadir Erdoğan, Mehmet Önder ve Prof.Dr. Oktay Aslanapa da sarayın II. Kılıçaslan’a ait olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Evliya Çelebi de II. Kılıçaslan’ın 1173-1174’te Konya Kalesi ve bu arada kemerli büyük bir köşk ile divanhane yaptırdığını ileri sürmüştür.

Köşk kesme taş ve tuğladan yapılmış olup, etrafı balkonlarla çevrilmiştir. Bu balkonlar dışarıya taşan büyük tuğla konsollar üzerine oturmuş kare bir mekândan meydana gelmiştir. Kesme taş kaplamalı bu kulenin altındaki iki niş içerisine mermerden oturmuş durumda birer aslan figürü yerleştirilmiştir. Balkonla çevrili üst kattaki sivri kemerli balkon kapısı üzerine bir kitabe yerleştirilmiştir. Lacivert üzerine beyaz kabartma harflerle yazılı olan bu kitabede, Kılıçaslan adını F.Sarre 1896 yılında okumuş ve yayınlamıştır.

Köşkün içerisi ve dışarısı son derece zengin çini ve ştükolarla bezenmiştir. Bu çinilerin ve ştükoların günümüze gelebilen bazı parçaları Konya Müzeleri’nde bulunmaktadır. Buradaki doğancı süvari figürü ile büyük kare çiniler minai tekniğinde yapılmıştır. Ayrıca bu çiniler geometrik çerçeveler içerisine alınmıştır. Yerel gri hamurdan yapılmış olan bu çiniler Büyük Selçukluların Rey ve Keşan’da yaptırmış oldukları keramiklerle aynı tekniktedir. Anadolu’da bu tür çini yapım tekniği XIII. yüzyılda ortaya çıkmış ve XIII. yüzyıl boyunca da devam etmiştir. Sekizgen yıldız ve baklavalardan oluşan bu tür çiniler yapıların tüm duvarlarını kaplamıştır. Bu çiniler üzerinde insan tasvirleri görülmektedir. Ayrıca minai tekniğinde bağdaş kurmuş halde karşılıklı oturan, çalgı çalan insanlar, simurg (kanatlı aslan) figürleri bulunuyordu. Bu çinilerden bir bölümü Almanya, Fransa, Amerika ve İsveç’teki müze ve koleksiyonlara kaçırılmıştır. Çini yüzeylerinin etrafını şerit halinde dolaşan alçı kabartmalarda çeşitli süs motifleri, zencerekler, kaçan av hayvanları, onları kovalayan av köpekleri, at üzerinde ejderle çarpışan insanlar, çeşitli hayvanlar ve kuşlar bulunuyordu.

Bu köşk Selçuklulardan sonra Karamanoğulları tarafından da kullanılmış, XVII. yüzyıla kadar da Osmanlı Beylerbeylerinin ikametgâhı olmuştur. Ardından terk edilen köşkün taşlarının alınmaması için 1672 yılında bir ferman çıkarılmıştır. Ch.Texier XIX.yüzyılın başlarında köşkün harap halde olduğunu belirtmiştir. 1905-1908 yıllarında yapılan bütün karşı koymalara rağmen Konya Valisi Cevat Bey’in emri ile yıkılmıştır.


Kubadabad Sarayı (Beyşehir)

Konya Beyşehir Kubadabat Sarayı, İbni Bibi’ye göre; Sultan Sultan Alâeddin Keykubat Kayseri’den Antalya’ya giderken Beyşehir Gölü çevresinin güzelliğinden etkilenmiş ve buraya bir saray yapılmasını emretmiştir. Sultanın av emiri ve aynı zamanda da mimarbaşılık görevini sürdüren Vezir Sadedin Köpek denetiminde ve sultanın çizdiği kroki doğrultusunda bu saray 1236 yılında yapılmıştır. Alâeddin Keykubat bu sarayı yaptırırken çevresine de bir şehir kurulmasını emretmiştir.

Alâeddin Keykubat’ın burada yaptırdığı saray 1949 yılında Konya Müzesi Müdürü Zeki Oral tarafından bulunmuş, ön kazıları yapıldıktan sonra yayınlanmıştır. Konya Müzesi Müdür Mehmet Önder 1956 yılında kazı çalışmalarını sürdürmüştür. K.Otto-Dorn 1965 yılında burada kazılara başlamış, 5.200 m2’lik alana yayılan ve sarayları da kapsayan Selçuklu şehrinin planını ortaya çıkarmıştır. Prof.Dr.Rüçhan Arık 1980 yılından itibaren kazıları yönetmekte ve yapıların ana birimlerini ortaya çıkarmaktadır.

Saray değişik amaçlı birimlerden meydana gelmiş bir yapı topluluğudur. Burada büyük ve küçük saray gibi yapıların dışında 16’ya yakın yapı kalıntısı, birbirlerinden çitlerle ayrılmış av hayvanları için bir park bulunuyordu. Ayrıca büyük sarayın altında göl kıyısında iki de küçük tersane yapılmıştı. Bütün bu yapı kompleksi bir surla çevrilmiştir. Bu yapıların en büyük özelliği de eyvanların yapılarda ön planda tutulmasıdır.

Büyük saray 50.00x35.00 m. Ölçüsünde olup, önünde Beyşehir Gölü’ne doğru uzanan geniş bir terası bulunuyordu. Sarayın güney ve doğusu odalarla çevrilmiş, oldukça düzgün taş döşeli büyük bir avlusu vardı. Buradan büyük salon ve tuğla döşemeli yüksek taht eyvanı ile harem ve misafirlere özgü odaların bulunduğu asıl saray bölümüne geçiliyordu. Sarayın planı simetrik bir düzen göstermemektedir. Burada yapılan kazılarda sarayın son derece zengin çini süslemelerle kaplı olduğunu gösteren buluntularla karşılaşılmıştır. Çinilerin bazıları duvarlar üzerinde, yerinde kalmıştır. Bu çiniler sekizgen yıldız ve haç biçiminde levhalar halinde 2 m. Yüksekliğe kadar tüm duvarları kaplamıştır. Ayrıca aralarına yer yer dört köşe levhalar da yerleştirilmiştir.
Buradaki çinilerde ayakta veya oturur vaziyette insan figürleri, büyük olasılıkla Sultan Alâeddin Keykubat’ın portresi, sirenler, çeşitli kuşlar, çift başlı kartal, hayvan ve sembolik figürler bulunuyordu. Bunların yanı sıra ilk defa Kubadabat’ta görülen sır altına yapılmış çok renkli dekorlu çiniler perdah tekniğinde yapılmıştır. Yıldız levhalar halindeki çinilerde ise sır altı tekniğinde firuze, yeşil, mor ve mavi renkler ağırlık kazanmıştır. Ayrıca saray kazılarında figürlü alçı kabartmalara da rastlanmıştır. Kazılarda ele geçen çiniler ve ştükolar Konya Çini Eserleri Müzesi’nde sergilenmektedir.

Büyük sarayın yanındaki ikinci saray simetrik planlı olup, çok küçük ölçüdedir. Duvarları ve tonozları kısmen ayakta kalan bu saray yeterince incelenememiştir. Bununla beraber sarayın küçük bir planı çıkarılmış ve bu plana göre dikdörtgen planlı dış avlunun iki yanına odalar sıralanmıştır. Dış avludan içeriye girilen bölümde küçük taşlık bir avlunun çevresinde iç içe geçmiş odalar bulunmaktadır.

Kubadabat Sarayı’nın tamamlandığı yıl Alaeddin Keykubat ölmüş ve bu sarayda oğlu II.Gıyaseddin Keyhüsrev oturmuştur.
 
#15
Konya Kale ve Surları

Anadolu Selçukluları Konya’yı ele geçirdikten sonra Alâeddin Tepesi’ni surlarla çevirmiştir. Ancak, Alâeddin tepesi’nde daha önceki dönemlere ait sur veya kale olduğu konusunda kaynaklarda yeterli bir bilgiye rastlanmamaktadır. Bu döneme ait kalıntılar da sonraki yıllarda yapılan yapılanmalar sırasında ortadan kalkmıştır.

Anadolu Selçuklularının burada yaptığı surların eski gravürlerdeki çizimlerinden anlaşıldığına göre, büyük ölçüde blok taşlardan yapıldığı ve yer yer de moloz taşların kullanılmıştır. Charles Texier’den öğrenildiğine göre Sultan Alâeddin Keykubat’ın yaptırmış olduğu bu surlar her kırk adımda yapılmış dört köşe kulelerle takviye edilmiştir. Surların etrafında hendekler vardır. Buradaki kulelerin 10 m. cephesi, 8 m. de genişliği vardı. Kuleler düzgün kesme taşlardan yapılmıştır.

Fransız gezgini leon Laborde’nin (1807–1869) 1837 yılında yayınladığı bir eserde bu surları gösteren gravürler bulunmaktadır. Bu gravürlerde Selçukluların daha önceki dönemlere ait antik yapılardan kabartmaları, Bizans yazıtlarını içeren levhalar, sütun başlıkları, sütunlar ve bazı heykel parçalarını buraya yerleştirdikleri anlaşılmaktadır. Ne yazık ki bu kalıntılardan hiç biri günümüze gelememiştir. Bu surların taşları sonraki yıllarda taş ocağında kullanılmış, şehirde yapılan kışla ve paşa konaklarının yapımı buradan saplanan taşlarla olmuştur.

Surların güney cephesine küçük bir iç kale yapılmıştır. Bu kale şehre hâkim konumda olup, sekiz kule ve bir burç ile korunuyordu. Selçuklu sultanlarının sembolü olan doğan kuşu kalenin büyük kapısı üzerine yerleştirilmiştir.


Beyşehir Kalesi (Beyşehir)

Konya Beyşehir ilçesi, İçerişehir Mahallesi’nde bulunan Beyşehir Kalesi’nden XIX. yüzyılda buraya gelen F.Sarre söz etmiştir. Günümüze ulaşan kale kapısının üzerindeki kitabeden bu kaleyi Gıyaseddin ve Keykavusoğlu Mesut zamanında Emir Eşrefoğlu Seyfeddin Süleyman 1288 yılında yaptırdığı öğrenilmektedir. Ayrıca kalede Sultan I.Ahmet tarafından 1615’te ve Sultan IV. Murat zamanında 1633 yılında onarıldığını gösteren kitabeler bulunmaktadır.

Beyşehir Kalesi’nden hiçbir iz günümüze gelememiştir. Yalnızca kalenin İçerişehir Mahallesi’nde kapısı bulunmaktadır. Buradan da anlaşılacağı üzere Beyşehir Kalesi’nin kesme taştan yapıldığı sanılmaktadır.


Tont, Mindos, Aydos Kalesi (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesinin 12 km. doğusunda, Gökçeyazı Köyü’nün güneydoğusunda Kayasaray Köyü’ne yakın yerdeki Aydos dağı üzerinde bir takım kalıntılarla karşılaşılmıştır. Bu kalıntıların bir kaleye ait olduğu anlaşılmakla beraber, kalenin ne zaman ve kimler tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Büyük olasılıkla bu kale, bir karakol kalesi niteliğini taşıyordu. Bunun dışında kaynaklarda da yeterli bilgiye rastlanamamıştır.


Seydişehir Kalesi (Seydişehir)

Konya Seydişehir ilçesindeki kale, Karamanoğulları ve Osmanlılar arasındaki savaşlar sırasında sık sık el değiştirmiş ve Fatih Sultan Mehmet’in Karamanoğlu Beyliği’ne son vermesi ile birlikte Konya, Larende, Ereğli, Akşehir, Beyşehir kaleleri ile birlikte yıkılmıştır. Bununla beraber Seydişehir’in bazı semtlerinde kaleye ait kalıntılar görüldüğü gibi temel kazılarında da kaleye ait izlere rastlanmaktadır.

Günümüzde sadece temel kalıntılarına rastlanan Seydişehir Kalesi’nin yüksek duvarlı bir sur ile çevrildiği sanılmaktadır. Anadolu Selçuklu Hükümdarı II.Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde Seydişehir önem kazanmış, Selçukluların ünlü bilgini ve din adamı Seyyid Harun burada bir şehir kurmak istemiş, bu şehri kuşatacak kalenin yapımını kararlaştırmıştır. Bu arada kalenin kapı yerlerini de işaretlemiştir. Bu kapılar güneyde Ulu Kapı, kuzeyde Hızır veya Pazar Kapı, batıda Kiçi Kapı olarak isimlendirilmiştir. Seyyid Harun önce bu kapıların yapılmasını emretmiş, Ulu Kapı’nın yapımını dervişlerden Akça Baba, Pazar Kapısı’nı Nasipli Baba, Kiçi Kapısı’nı da Haydar Baba’nın yapmasını istemiştir.

Kalenin yapımında çevredeki antik şehir kalıntılarından yararlanılmış ve yapımında da Türkmen boyları işçi ve usta olarak çalışmışlardır. Kale kapıları tamamlandıktan sonra bunları birbirine bağlayan sur duvarları burçlarla desteklenerek örülmüştür. Böylece şehir bir sur içerisine alınmıştır. Eşrefoğulları döneminde, XIV. yüzyılın başlarında kalenin yapımı tamamlanmıştır. Bu dönemde şehri koruyan küçük bir savunma kalesi niteliğini kazanmıştır.
 
#16
Konya Kilise ve Manastırları


Ak Manastır (Haglos Kharitan-St. Choritan) (Selçuklu)

Ak Manastır Konya ile Sille arasında kayalara oyulmuş bir manastırdır. Bu manastır ilk defa St.Horion isimli bir aziz adına 274 yılında yapılmıştır. Manastırın tümü kayalar içerisine oyulmuş odalar ve onları birbirine bağlayan dehlizlerden meydana gelmiştir. Ayrıca bu kayaların önünde bir de yapı bulunmaktadır. Manastırı çeviren duvarlar ve bu yapı yıkılmış olup, günümüze manastırdan herhangi bir iz gelememiştir.


Hagia Eleni Kilisesi (Siyata Manastırı)(Selçuklu)

Konya, Selçuklu ilçesi, Sille bucağında, il merkezine 7 km. uzaklıkta bulunan Siyata Manastırı, Bizans imparatoru Constantinius’un annesi Helena tarafından 327 yılında yaptırılmıştır. Helena Kudüs’e hac için giderken buraya uğramış ve Erken Hıristiyanlık dönemine ait mabetleri görünce bu manastırı yaptırmak istemiştir. Mikhael Arhankolos adına bu kilisenin temel atma töreninde bulunmuştur. Manastır kilisesi sonraki dönemlerde onarılmış ve günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir.

Kilise bazilika planında, üç nefli bir yapı olup, üzeri kırma çatı ile örtülmüştür. Kilisenin girişi tonozludur. Naos (ibadet mekânı) iki sıra halindeki sütunlarla üç nefe ayrılmıştır. Orta nefin üzerinde silindirik, kule biçiminde kubbesi yer almaktadır. İç mekân Hz.İsa, Meryem ve havarilerden oluşan resimlerle bezenmiştir. Ayrıca onların dışında kalan alanlara İncil’den alınma sahneler resmedilmiştir. XX. yüzyılın ortalarında onarılan kilise günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir.


Ermeni Kilisesi (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesinde bulunan Ermeni Kilisesi XIX. yüzyılda yapılmıştır. Kilise ile ilgili bir kitabe bulunmadığından yapım tarihi ve hangi azize adadığı kesinlik kazanamamıştır.

Kilise dikdörtgen planlı, yığma taş ve moloz taştan yapılmış üzeri çatı ile örtülmüştür. Bazilika planındaki kilisenin naosu iki sıra sütunla üç nefe ayrılmıştır. Duvarlarında iki sıra halinde pencere dizileri bulunmaktadır. Yuvarlak kemerli pencerelerin dışında yuvarlak kemerli büyük nişler bulunmakta olup, pencereler bunların içerisine yerleştirilmiştir. Giriş kapısının ve üzerindeki yuvarlak kemerli pencerenin iki yanına da ikişer küçük pencere yerleştirilmiştir. Apsid kısmı dışa çıkıntılı olup, üzeri tonozla örtülüdür.


Aziz Yahya Manastırı (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesinde bulunan Aziz Yahya Manastırı’nın Bizans döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Bizans döneminde önemli bir piskoposluk merkezi olan Ereğli, Aziz Yahya'nın yurdu olarak tanınmıştır. Bu aziz annesi Julia ve kız kardeşi Themistia ile birlikte Ereğli’de yaşamakta idi. Hıristiyan inancına göre, Aziz Yahya 13 yaşında iken kırlarda yaşamak üzere evini terk etmiştir. Kırlarda kendisine rastlayan bir melek Ona yol göstermiş ve Onu bir kuyunun yanına getirmiştir. Aziz Yahya bu kuyu içerisinde on yıl dışarıya hiç çıkmadan yaşamış ve 23 yaşında da orada ölmüştür. Bundan sonra da çevredeki Barata denilen bir ormana gömülmüştür.

Bu Hıristiyan inancından yola çıkılarak Akören Köyü’nün kuzeybatısında iki kuyudan birinin Aziz Yahya’nın yaşadığı yer olduğu sanılmaktadır. Derinliği fazla olmayan bu kuyu 8.50x6.00 m. ölçüsünde tonozlu bir yapıdır. MS.VI.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Bizans piskoposluk kayıtlarında buradan Barata, Herakleia, Laranda, Derbe ve Hyde ile aynı derecede ve aynı sırada gösterilmiştir. Büyük olasılıkla bu kuyu ve manastırın Karacadağ eteklerinde olduğu sanılmaktadır. Ayrıca yörede bu manastır ile ilgili araştırma ve kazı yapılmamıştır.
 
#17
Konya Köprüleri


Nureddin Köprüsü (Akşehir)

Konya Akşehir ilçesinde bulunan köprünün Hacı Nureddin isimli bir kişi tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Ancak, bunu belirten bir kitabeye ve kaynaklarda da bu konu ile ilgili bir bilgiye rastlanmamıştır. Halk arasında Yazıcı Köprüsü olarak da tanınmaktadır. Köprü Osmanlı döneminde yapılmış, kesme taştandır.


Tac-ı Veziri Köprüsü

Konya’da yanındaki aynı ismi taşıyan medrese ile birlikte Sultan Keyhüsrev zamanında 1239 yılında yapılmıştır.


Yılan Yusuf (Yeşilköy) Köprüsü (Akşehir)

Konya Yılanyusuf Köyü içerisinde Adayan Çayı üzerinde, Konya-Akşehir yolu üzerindedir. Köprünün mermer üç satırlı sülüs yazılı kitabesinden Sultan II.Beyazıt’ın oğlu Sultan Selim zamanında 1517’de yapıldığı öğrenilmektedir. Kitabenin üçüncü satırının kenarında değişik bir yazı ile “Süle” ismi yazılıdır. Büyük olasılıkla köprünün mimarı Süleyman isimli bir kişidir.

Halk arasında “Sarı samanı sattırdın, Yılan Yusuf Köprüsü yaptırdın” şeklindeki bir tekerlemeden bu köprünün saman parasından yaptırıldığı sanılmaktadır.

Köprü kesme taştan yapılmış ve üç gözden meydana gelmiştir. Uzunluğu 23.20 m., genişliği 4.10 m., en büyük kemer açıklığı da 4 m.dir. Köprünün kemerleri tempan duvarlarına göre daha içeridedir. Ortadaki göz yanlardakilerden daha küçük olup, kemerlerin hemen üzerinden korkuluk başlamaktadır. İlk yapılışında üç sıra halinde muntazam taşlardan meydana gelen korkuluklar onarımlarda betonarme olarak değiştirilmiştir. Köprünün kitabesi ikinci ve üçüncü gözler arasına yerleştirilmiştir.


Argıthanı Köprüsü

Konya-Afyon yolu üzerinde bulunan ve Kocaköprü ismi ile de bilinen bu köprünün kitabesinden anlaşıldığına göre Konyalı Hacı Hoca tarafından 1437 yılında yaptırılmıştır.

Muntazam kesme taştan yapılan köprü iki gözden meydana gelmiştir. Köprünün taşları arasında İslam öncesi dönemlere ait bir taş bulunmaktadır. Köprü kitabesi iki göz arasına yerleştirilmiştir.


Bayburtlu Köprüsü (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesinde bulunan bu köprü İvriz Suyu üzerindedir. Kitabesi günümüze gelememiştir. Kaynaklarda da köprü ile ilgili bilgiye rastlanmamıştır. Yapı üslubundan Osmanlı dönemine ait bir eser olduğu anlaşılmaktadır.


Çarşamba Deresi Köprüsü (Bozkır)

Konya Bozkır ilçesinde, Konya yolunda, Çarşamba Deresi üzerinde bulunan bu köprünün Selçuklu döneminde yapıldığı bilinmektedir. Ancak yapım tarihini belirten bir kitabesi bulunmamaktadır.

Köprü kesme taştan yapılmış olup, iki tarafında taş korkuluklar bulunmaktadır. Beş gözlü olan köprünün uzunluğu 38.90 m., genişliği 3.30 m.dir. En büyük kemer açıklığı ise 5 m.dir. Kemerler sivri ve taştandır. Bunlar tempan duvarları ile aynı düzlemdedir. Orta göz diğerlerine göre daha yüksek ve daha büyüktür. Kemerler yanlara doğru alçalmaktadır.

Fatih Sultan Mehmet tarafından 1476’da bu köprünün bakım ve onarımı için bir vakıf kurulmuştur.


Divle Köprüsü (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesi, Divle (Üçharman) Köyü’nde, Köyözü Suyu üzerindeki bu köprünün kitabesi bulunmamaktadır. Yapı üslubundan Karamanoğulları döneminde yapıldığı sanılmaktadır.

Köprünün sivri kemerli ana gözü ve bunun iki yanında da yuvarlak iki tahliye gözü bulunmaktadır. Uzunluğu 52 m., genişliği de 4 m.dir. Köprü kesme taştan yapılmıştır.


Hortu (Sazgeçit) Köprüsü (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesi Sazgeçit (Hortu) Beldesi, İvriz Suyu üzerinde bulunan köprünün kitabesi bulunmamaktadır. Ancak, çevresinde Selçuklular döneminden kalma bazı kalıntılarla karşılaşılmıştır. Köprünün Selçukluların son döneminde veya Karamanoğulları döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Köprü Eski Aksaray-Ereğli Kervan yolu üzerindedir.

Düzgün kesme siyah taştan yapılmış olan köprüde çevredeki yapılardan toplanmış taşlar kullanılmıştır. Beş sivri gözlü olan köprünün orta gözü yüksek diğerleri yanlara doğru alçalarak devam etmektedir. Her iki tarafında taş korkuluklar bulunmaktadır.

Köprünün yanında aynı isimde bir han bulunuyordu. Köprü 1932 yılında onarılmış olup, halen kullanılmaktadır.


İvriz Köprüsü (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesi, Aydınkent (İvriz) Köyü’nde, İvriz Çayı üzerinde bulunan bu köprünün kitabesi bulunmamaktadır. Yapıldığı tarih bilinmemekle beraber, Karamanoğulları döneminden kaldığı sanılmaktadır. Köprü kervan yolu üzerinde olup, Tarsus’taki Horozlu Han’a giden güzergâhtadır.

Tek gözlü olan köprü kesme taştan yapılmıştır. Yakın tarihlerde onarım geçirmiş ve betonla yenilenmiştir.


Akhöyük Köprüsü (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesi Akhöyük-Çiller Köyü yolu üzerinde bulunan bu köprünün kitabesi bulunmamaktadır. Ancak, yapı üslubundan Osmanlı döneminde yapıldığı anlaşılmaktadır.

Köprü kesme taştan tek gözlü olup yuvarlak kemerlidir. Kemer oldukça yüksektir. Kesme taşların arası moloz taşla doldurulmuştur.


Şeyh Şehabüddin Köprüsü (Ereğli)

Konya Ereğli ilçesi, İvriz yolu üzerinde bulunan bu köprünün kitabesi bulunmamaktadır. Bu nedenle de banisi ve mimarı bilinmemektedir. Ancak, yapı üslubu ve Şeyh Şehabüddin Dergâhı önünde oluşundan ötürü Selçuklu döneminde yapıldığı sanılmaktadır.

Köprü kesme taştan yuvarlak tek gözlüdür. Genişliği 3 m.dir.




Ebul-Hasan Köprüsü (Ilgın)


Konya Ilgın ilçesinde Bulasan Çayı üzerindeki bu köprü, Bulasan Köprüsü ismi ile de tanınmaktadır. Ayrıca köprünün yanında bir hamam oluşundan ötürü Hamamdere Köprüsü ismi de buraya verilmiştir. Köprünün kitabesi bulunmamakla beraber, yapı üslubundan Osmanlı döneminde yapıldığı sanılmaktadır.

Kesme taştan yapılmış olan köprünün iki ana gözü vardır. Bu gözler sivri kemerli olup, tempan duvarlarına göre daha içeridedir. Sonraki yıllarda köprünün Afyon yönü tarafına bir göz daha eklenmiştir. Köprünün uzunluğu 33 m., eni 4.55 m.dir. Kemer açıklıkları da 6’şar m.dir. Gözler arasında üçgen şeklinde sel yaranlar bulunmaktadır.


Gömse Köprüsü (Meram)

Konya Meram ilçesinde bulunan bu köprünün yanında bir kervansaray olduğu söylenirse de bu kervansaraydan hiçbir iz günümüze gelememiştir. Köprünün kitabesi de bulunmamaktadır. Yapı üslubundan Selçuklu döneminde yapıldığı anlaşılmaktadır.

Köprünün yapımında çevreden toplanan taşlar ve moloz taşlar kullanılmıştır. Bu taşlar arasında sütun, sütun başlıkları, kitabeler ve antik levhalar bulunmaktadır. Köprü dokuz gözden meydana gelmiştir. Uzunluğu 29 m., genişliği de 4 m.dir.

Köprünün çevresindeki yerleşim alanları terk edilmiş, seller köprünün bazı gözlerini yıkmıştır. Günümüzde kullanılmamaktadır.


Meram Köprüsü (Meram)

Konya Meram ilçesinde Meram Çayı üzerinde bulunan köprünün kitabesi bulunmamakla beraber yapı üslubundan Selçuklular döneminde yapıldığı sanılmaktadır.

Köprü beş gözlü, muntazam kesme taştan yapılmıştır. Memba tarafındaki ayakları üzerinde sivri sel yaranları vardır. Köprünün her iki yanında da iri taş bloklardan yapılmış korkulukları bulunmaktadır.


Roma Köprüsü (Sarayönü)

Konya Sarayönü ilçesi, Halıcı Köyü’nde Çürüksu (Dicus) üzerinde bulunan bu köprü, Roma döneminde yapılmıştır.

Günümüzde çok harap olan köprü üç gözlüdür. Köprünün genişliği 6.85 m.dir. Ortadaki büyük kemerin açıklığı 12.25 m., yanlardaki küçük gözlerin açıklığı 8-7 m. arasında değişmektedir. Kemerler kalın kalker blokları üzerine oturtulmuştur.
 
#18
Konya Anıtları


Atatürk Anıtı (Meram)

Konya Ferit Paşa Caddesi’nde, Gazi Lisesi’nin karşısında Atatürk Anıtı bulunmaktadır. Konya Valisi Muammer Bey’in öncülüğünde 1917 yılında bu anıtın kaidesi Mimar Muzaffer’e (1881-1920) Tarım Anıtı olarak yaptırılmıştır. Anıtın kaidesi beyaz mermerden olup, Osmanlı mimarisinden yola çıkılarak hazırlanmıştır. Kaidenin dört köşesinde niş içerisine alınmış sivri kemerlerle dini yapıların portallerinin küçük bir örneği burada uygulanmıştır.
Sonraki yıllarda Konya Belediye Başkanı Kazım Gürel’in öncülüğünde Avusturyalı Heykeltıraş Heinrich Krippel’e (1883-1945) yaptırılmıştır.

Heykel tunçtan olup, 29 Ekim 1926’da Tarım Anıtı’nın üzerine yuvarlak mermer platforma yerleştirilmiştir. Burada Atatürk sol elinde kılıcını ve sağ elinde de buğday başağını tutarak üniformalı olarak tasvir edilmiştir.

Şehitler Anıtı (Karatay)

Alaaddin Tepesi’nin doğu yönünde Konya belediyesi’nin karşısında bulunan Şehitler Anıtı, Korgeneral Cemil Cahit Toydemir tarafından İstiklal Savaşı şehitlerinin anısına yaptırılmış ve 1 Ocak 1936’da açılmıştır.

Anıt Gödene ve Sille’den getirilen kesme taştan yapılmıştır. Dikdörtgen bir kaide üzerinde dört yuvarlak sütunun ortasında yükselen büyük bir sütundan meydana gelmiştir. Anıtın iki yönüne de “Türk çocuğu senin ve yurdun için can veren ulu şehitlerini unutma” yazılıdır.



Eflatunpınar Hitit Anıtı (Beyşehir)

Konya Beyşehir ilçesinde bulunan Eflatunpınar Anıtı’nı ilk kez W.J.Hamilton 1849 yılında görmüş, ardından F.Sarre, J.Garstang ve Prof Dr. Muhibbe Darga tarafından yayınlanmıştır. Bu anıtın tarihlendirilmesini Hitititologlar MÖ.XIII.yüzyıl olarak belirtmektedir.

Beyşehir Gölü’nün doğu kıyısında bulunan bu anıt bir su kaynağı kenarında dikdörtgen taşlar üzerine kabartmalar halinde yapılmıştır. Hitit sanatında kaya yüzeylerine işlenen ilk örneklerden birisidir. Anıtın yapılmasında on altı adet dikdörtgen taş bloklarından kuzeyde bir ön cephe oluşturulmuştur. Her taşın üzerine de ayrı bir figür işlenmiştir. Bu figürlerin ayrı ayrı anlamları vardır. Figürler en üstte büyük bir kanatlı güneş kursu altında toplanmıştır. Anıtın ortasında bir tanrı ve tanrıça figürü bulunmaktadır. Her ikisinin arasında ve yanlarında ikişer tane demon (cin) altında boğa ve aslan başlı bir grifon bulunmaktadır. Ellerini yukarıya kaldırmış tanrı ve tanrıçalar ile güneş kursunu taşıyan figürler görülmektedir. Cephenin her iki dış kenarında ve üstünde daha büyük iki demon bulunmaktadır. Onlar da büyük cephenin genişliğini kaplayan, tek bir taş blok üzerine işlenmiş büyük kanatlı güneş kursunu taşımaktadır. Böylece meydana gelen bütün figürleri içerisine alan Aedicula içerisinde baş figürler korunmaktadır. Oturan tanrıçanın güneş kursuna benzeyen başlığı, bunun bir güneş tanrıçası olduğuna işaret etmektedir. Büyük olasılıkla erkek tanrı da Güneş Tanrıçası’nın eşi Fırtına Tanrısı’dır.

Konya Müze Müdürlüğü 1996 yılında bu anıt çevresinde kazı çalışmaları yapmış, bu çalışmalar sonunda anıtın 3.34x3.00 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı bir havuzun bir bölümünü oluşturduğunu ortaya koymuştur. Müzenin 1998 yılında yapmış olduğu çalışmalarda da anıtın alt kısmında beş adet daha kabartması olduğu tespit edilmiştir.


İvriz Kaya Anıtı (Halkapınar)

Ereğli’nin 17 km. uzağında, İvriz Köyü (Aydınkent) sınırları içerisinde, İvriz Çayı’nın kaynağının kenarında, kaya üzerine yüksek kabartma olarak Geç Hitit Krallık Çağı’nda (İ.Ö.1180-700) yapılmıştır. Kabartma M.Ö. 800 yıllarında da bu bölgenin, Tuvana ülkesinin en görkemli krallarından Var-pa-la-was tarafından yaptırılmıştır. Bu anıt ilk kez XIX.yüzyılda gezginlerin yazıları ile Hititoloji literatürüne girmiştir.

Aramileşmiş Geç Hitit sanatının en önemli yapıtlarından olan anıt 4.20x4.20 m. ölçülerinde olup, aynı zamanda Aramî, Asur ve Fryg etkilerinin görüldüğü Tuvana Krallığı’ndan günümüze gelebilmiş bir eserdir. Anıtta, Fırtına Tanrısı Tarhundas ile bölgenin kralı Varpalavas tasvir edilmiştir. Krala göre daha büyük ölçülerde tasvir edilen Tarhundas, ellerinde başaklar ve üzüm salkımı tutmaktadır. Böylece Tarhundas’ın aynı zamanda bolluk ve bereket tanrısı olduğu da anlaşılmaktadır. Tanrının karşısındaki kral ise daha küçük ve dua eder durumda tasvir edilmiştir.

Giysiler de Geç Hitit sanatının özelliklerini yansıtmaktadır. Özellikle tanrı figürü kuvvetli bir insan görünümünde olup, kol ve bacak adaleleri ile dikkati çekmektedir. Prof.Dr.Muhibbe Darga’ya göre; üzerinde dizlerini açıkta bırakan kısa kollu, vücuduna yapışık bir giysi vardır. Fryg madeni kemerine benzeyen kemeri, uçları sivri ayakkabıları, üç sıralı boynuzla bezeli başlığı, saç ve sakallar dönemin karakteristik özellikleridir. Kral Varpalavas, geometrik motifli, eteği püsküllü uzun bir giysi ile ucu saçaklı manto giymiştir. O döneme göre başlığı biraz farklı olup, boncuk dizileri ile süslenmiştir. Kralın küpesi, iri boncuklu kolyesi, bilezikleri de Aramî takılarına benzemektedir. Her iki figürün arasındaki hiyeroglif bir yazıda ; “Ben hakim ve kahraman Tuvana Kralı Varpalavas sarayda bir prens iken bu asmaları diktim, Tarhundas onlara bereket ve bolluk versin” denilmektedir. Kral Varpalavas, yöredeki Hitit ve Luwi kökenli halk için bu anıtı yaptırırken tanrı ve kral ilişkilerini simgesel olarak gözler önüne sermiştir.

İvriz Anıtı’ndan yaklaşık bir saatlik mesafede bulunan Ambar Deresi Vadisinde 4.40x2.20 m. ölçüsünde buna benzer şekilde işlenmiş bir başka kaya kabartması daha bulunmaktadır. Burada da büyük boyda Tanrı Tarhundas ile karşısında dua eder konumda Kral Varpalavas görülmektedir.


Fasıllar Anıtı (Beyşehir)

Konya Beyşehir ilçesi Fasıllar Köyü’nün güneyinde, bir tepenin yamacına bırakılmış bu anıt, büyük olasılıkla 50 km. uzaklıktaki Eflatunpınar’a götürülemeyerek burada bırakılmıştır. Dünyanın en büyük kaya anıtlarından biri olan Fasıllar Anıtını ilk kez R.Ramsey yayınlamıştır.

Yaklaşık 70 ton ağırlığında bazalt taşından tek parça blok üzerine yapılmış olan bu anıtın Hitit taş ocağına yakın bir yerde bulunması anıtın başka bir yer için yapıldığını göstermektedir. Anıtın bazı yerlerinin son derece ayrıntılı, bazı yerlerinin ise kaba şekilde işlenmiş oluşu, onun uzaktan görülecek şekilde yapıldığı izlenimini vermektedir.

Anıt üzerinde bir tanrı, iki aslan ve ikinci derecede bir tanrı daha işlenmiştir. Burada tanrı bir ayağını aslan üzerine, diğer ayağını da küçük tanrının üzerine basmıştır. Bu küçük tanrının Dağ Tanrısı olduğu sanılmaktadır. Dağ Tanrısı’nın yanında bir aslan tasvirine yer verilmiştir. Bu anıtın üzerindeki figürlerin Eflatunpınar’daki figürlere, Alacahöyük’teki orthostatlara benzerliği dikkate alınacak olursa anıtın, IV.Tutalia (1250-1220) döneminde yapıldığı sanılmaktadır.
 
#19
Konya Müzeleri


Konya Arkeoloji Müzesi (Meram)

Konya Arkeoloji Müzesi, Mehmet Ferit Paşa’nın valiliği sırasında 1902 yılında Sultani Mektebi’nin avlusu içerisinde küçük bir binada Müze-i Hümayun’un Konya Şubesi şeklinde bir depo olarak kurulmuştur. Atatürk 20 Mart 1923’te Konya’ya gelmiş bu müze deposu ile Mevlâna Dergâhı ve Türbesi’ni ziyaret etmiştir.

Mevlâna Dergâhı’nın 1927 yılında müze olarak açılmasından sonra, müze deposundaki eserler de oraya taşınmıştır. 1953 yılında arkeolojik eserler İplikçi Camisi’ne taşınmış ve 1962 yılında bugünkü yeni binasında ziyarete açılmıştır. Arkeoloji Müzesi Prehistorik Eserler Bölümü, Demir Çağı Eserleri Bölümü, Roma Çağı Bölümü, Sikke Bölümü ve bahçedeki eserler olmak üzere dört seksiyon halinde hizmet vermektedir.

Müzede, Neolitik Çağ’dan başlayarak, Eski Tunç, Orta Tunç (Asur ticaret kolonileri), Demir (Frig, Urartu), Klasik, Helenistik, Roma ve Bizans çaglarina ait eserler sergilenmektedir.

Neolitik eserler Çumra, Çatalhöyük, Erbaba ve Süberde, Eski Tunç Eserler; Sızma ve Karahöyük, Asur Ticaret Kolonileri Çagı eserleri Karahöyük kazılarında ele geçen eserlerdir. Konya Alaaddin tepesi kazlarnda bulunan Frig Çagı keramikleri ile Konya Karapınar Kıckışla höyükte bulunan çesitli şekillerde Frig Çagi kap-kacakları ve Lydia keramikleri sergilenmektedir. Eski ve Orta Tunç Çağına ait eserler arasında pişmiş topraktan kaplar, kandiller, bronz baltalar, silindir mühürler, Urartu dönemi bronz fibulaları da onları tamamlamaktadır. Yine Kıcıkışla höyükten çıkarılan Klasik Çag Alabastron, Aryballos, Lekythos ve Kylixler bulunmaktadır.

Helenistik döneme tarihlenen perdahlı keramikler, Roma devri bronz eros, poseidon, hermes heykelleri başta olmak üzere mitolojik heykeller, boğa heykelcikleri, MS.250-260 yıllarına tarihlenen sidemara tipi sütunlu mermer herakles lahti, Roma dönemi koku şişeleri, cam şişeler, altın takılar bulunmaktadır. Ayrıca MS.VI.yüzyıla tarihlendirilen 6.30x3.50 m. ölçüsünde Bizans taban mozaiği, Çumra Alibeyhöyük-Kilise Mevkii’nde 1991-1992 yıllarında yapılan kazılarda ortaya çıkan taban mozaikleri, Bizans dönemi bronz kapı tokmakları, Bizans rölikleri, çeşitli haçlar müzedeki diğer eserlerdir. Çatalhöyük ve Sille’den çıkarılan Neolitik eserlerin yanı sıra Bizans dönemi mermer ve taştan yapılmış mimari parçalar, mezar stelleri ve mezar taşları da bulunmaktadır.

Anadolu’nun ilk sikkelerinden başlayarak Osmanlı dönemini de kapsayan bir sikke koleksiyonu müzede bulunmaktadır.

Müze bahçesinde Roma ve Bizans çağına ait lahit, sunak, kapı kemerleri, sütunlar ve sütun başlıkları ile mezar stelleri sergilenmektedir. Konya Arkeoloji Müzesi’nin il kapsamında yaptığı kazılarda da çeşitli buluntular müzeye taşınmaktadır.

Mevlâna Müzesi (Karatay)

Mevlâna Müzesi 1926 yılında Konya Asar-ı Atika Müzesi ismi ile açılmış, Mevlâna ve Mevlevilik ile ilgili eserlerin yanı sıra Türk Sanat tarihi eserlerini de bir araya getirmiştir. Mevlâna Müzesi’nin 1954 yılında yeniden teşhir ve tanzimi yapılmış, ismi de Mevlâna Müzesi olarak değiştirilmiştir. Mevlâna Müzesi’nin bulunduğu yer Selçuklu Sarayı’nın gül bahçesi iken Konya’ya gelen Mevlâna’nın babası Sultan-ül Bahaeddin Veled’e Selçuklu Sultanı I.Alaaddin Keykubat tarafından hediye edilmiştir.

Mevlâna Türbesi’nin bulunduğu yerin üzeri kutupların kubbeleri anlamında Kıbâb’ül-Aktâb denilen yeşil kubbe ile örtülüdür.

Mevlâna’nın Türbesi ve Mevlevi Dergâhı külliyenin batısını, derviş hücreleri diğer üç yönünü çevirmiştir. Müzeye batıda meydana açılan Dervişhan Kapısı’ndan girilir. Türbe kapısından Tilavet Odası’na (Hat Dairesi) geçilir. Bu odada Osmanlı hattatlarından Rakım Mahmud Celaleddin İzzet, Hulusi, Hamit ve Yesarizade Mustafa İzzet Efendi gibi hataların yanı sıra Sultan II.Mahmut’un altın kabartmalı sülüs levhaları bulunmaktadır.

Tilavet Odası’ndan Huzur-ı Pir’e gümüş bir kapıdan girilir. Gümüş kapı iki kanatlı ve ceviz ağacından yapılmış olup, gümüş levhalarla üzeri kaplanmıştır. Bu kapının üzerindeki kitabeden de anlaşılacağı gibi Sokulu Mehmet Paşa’nın oğlu Hasan Paşa tarafından 1597 yılında yaptırılmış ve türbeye hediye edilmiştir. Müzenin bu bölümünde iki vitrin içerisinde Mevlâna’nın ünlü eserlerinden Mesnevi ile Divan-ı Kebir’in eski nüshaları sergilenmiştir. Üzeri üç kubbe ile örtülü olan bu salonun sağ tarafında yüksek bir kısımda 65 mezar bulunmaktadır. Bu mezarlardan 55’i Mevlâna’nın soyundan gelen erkek ve kadınlara, 10 tanesi de Mevlevi büyüklerine aittir. Yeşil kubbenin tam altına rastlayan bölümde Mevlâna ve oğlu Sultan Veled için Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırmış olduğu gök mavisi renginde mermer bir sanduka bulunmaktadır. Bu sandukayı Sultan II.Abdülhamid 1894 yılında buraya hediye etmiş, üzeri de altın sırma tellerle Besmele ve Ayetlerin işlendiği kuşide ile örtülmüştür.

Mevlâna’nın sandukasının ayak ucunda bu mermer sanduka yapılıncaya kadar Mevlâna’nın üzerinde duran, şimdi ise babası Sultan-ül Ulema Bahaeddin Veled’in üzerine konulan ceviz sanduka bulunuyordu. Selçuklu ağaç işçiliğinin en güzel örneklerinden biri olarak kabul edilen bu sanduka üzerinde Ayetler ve Mesnevi’den seçilmiş beyitler oyma tekniği ile işlenmiştir. Sandukanın, Mimar Selimoğlu Abdülvahid tarafından planının çizilmiş, Konyalı Genakoğlu Hüsameddin Muhammed tarafından yapılmıştır.

Bu sandukanın önünde gümüş bir kafes ve bir de eşik vardır. Kafesi Maraş Valisi Mahmut Paşa 1597 yılında yaptırarak türbeye hediye etmiştir. Bu kafesin üzerinde Şair Mani’nin 32 beyitlik Türkçe bir şiiri yazılıdır. Şiiri Kalemkâr İlyas isimli bir usta kapı üzerine işlemiştir. Şiirde devrin padişahı Sultan III.Mehmet ile Maraş Valisi Mahmut Paşa’ya övgüler yazılıdır.

Türbe kısmındaki salonun sol kenarında da altı sanduka bulunmaktadır. Bunlar Sultan-ül Bahaeddin Veled ve Mevlâna ile birlikte Horasan’dan buraya gelen altı Horasan erinin mezarlarıdır. Horasan erlerinin ayak ucunda Nisan Tası bulunmaktadır. Bu tas bronz üzerine altın ve gümüş desenlerle bezenmiş ve yer yer de figürler işlenmiştir. Bu tasın üzerindeki Arapça kitabeden de İlhanlı Hükümdarı Ebu Said Bahadır Han (1305-1335) için yapıldığı, 1333 yılında da Emir Sungur Ağa tarafından buraya hediye edildiği öğrenilmektedir. Burada çeşitli levhaların yanında Mevlâna’nın Farsça Rubai’si, felsefesini açıklaması yönünden son derece önemli yazılar bulunmaktadır.

Huzur’dan geniş bir kemerle Semahane bölümüne geçilmektedir. Bu bölüm XVI.yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış geniş kubbeli bir salondur. Etrafı ahşap kafes ve demir parmaklıklarla çevrelenmiştir. Salonun ortasındaki vitrinlerde, Şems-i tebrizi’nin serpuşu, Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled’in Deste Gül ismi verilen cepkeni sergilenmektedir. Ayrıca Mevlâna’ya ait sikkeler, cüppeler, omuzluk ve namaz seccadesi de burada bulunmaktadır. Vitrinlerde XVI.yüzyıl memluklu dönemi cam kandili vardır. Bu kandil cam işçiliğinin en güzel örneklerinden biridir. Buradaki vitrinlerde su, çorba, şifa tasları, Osmanlı-İran ve Musul işi kandil ve şamdanlar, çekmeceler, usturlaplar bulunmaktadır. Selçuklu ve Osmanlı dönemi rahlelerinin sergilendiği ahşap eserler bölümünün yanı sıra Mevlevi ayinleri ve notalarının, enstümanlarının, musıki ustalarının musiki aletlerini kapsayan vitrinler de diğer eserleri tamamlamaktadır. Kitap ciltlerinin bir araya getirildiği vitrinde XII.-XIX.yüzyıla tarihlendirilen çeşitli yazmaların meşin ve lake ciltleri görülmektedir. Ayrıca burada çeşitli boyutlarda Kuran’lar, teshipli yazmalar ve minyatür örnekleri de bulunmaktadır.

Semâhâne'de yer alan Naat Kürsüsü ve Müzisyenlerin oturduklari Mutrib Hücresi ile erkekler ve hanimlara ait Mahfiller orjinal halleri ile korunmuştur.

Semahane’nin türbe kısmından küçük bir kapı ile mescit kısmına geçilir. Bu bölümd e Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Mescitte Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine tarihlenen yazı örnekleri, teshipler ve ciltler sergilenmektedir. Ayrıca duvarlara eski halı ve kilim örnekleri de asılmıştır. Yine bu bölümde Sakal-ı Şerif ve kutusu, Mevlâna’nın torunu Ulu Arif Çelebi’ye ait 999’luk zikr tesbihleri de bulunmaktadır.

Yapı topluluğunun derviş hücreleri olan bölümleri Sultan III.Murat tarafından yaptırılmıştır. Bu hücrelerden dördü dışındakilerin yan duvarları açılmış ve burası uzun dar bir salon haline getirilmiştir. Bu salonda Konya, Gördes, Uşak ve Selçuklu dönemi halı örnekleri sergilenmektedir. XV.yüzyıla ait Beyşehir Eşrefoğlu Camisi’nden getirilmiş kilim parçası, XVII.yüzyıla ait kandilli seccade, ipekli seccade, Mevlâna’nın seccadesi buradaki ünik eserler arasındadır.

Müzenin kumaş bölümünde ise Bursa dokuma tezgahlarında dokunmuş kadife ve kumaşlar; Selimi ve Gürun şalları bulunmaktadır. Buradaki derviş hücrelerinden ikisi kütüphane olarak kullanılmaktadır. Bu kütüphanede Mevlâna ve Mevlevilik konusunda eserler bulunmaktadır. Diğer hücrelerden birisi Postniş’in odası, diğeri de Mesnevihan odası olarak düzenlenmiştir.

Bu odaların düzenlenmesinde devrine uygun odalar, mankenler ile Mevlâna dönemi yaşatılmaya çalışılmıştır.

Müzenin güneybatı köşesinde yer alan Matbah bölümünü Sultan III.Murat 1584 yılında yaptırmıştır. Bu bölüm 1990 yılında yapılan onarımlardan sonra mankenler ile yeniden düzenlenmiştir. Matbahın asıl işlevi olan yemek yapmak ve somat denilen sofrada Mevlevilerin yemek yeme adabı mankenlerle anlatılmıştır. Matbahın diğer işlevlerinden biri olan Nev-Niyaz olarak isimlendirilen Mevlevi adayları Saka Postu üzerinde otururken Sema Talim Tahtası üzerinde Mevlevi Sema Dedesinin Can denilen Mevlevi Derviş Adayları’na semayı öğretmesi mankenlerle anlatılmıştır.


Türbeönü Mevkii
Tel (0332) 351 12 15
Fax (0332) 353 23 43


Karatay Medresesi Çini Eserleri Müzesi (Karatay)

Konya Karatay ilçesinde, Alaaddin Meydanı’nda bulunan Karatay Medresesi’ni Sultan II.İzzeddin Keykavus döneminde Emir Celaleddin Karatay 1251 yılında yaptırmıştır. Medresenin mimarı bilinmemektedir. Selçuklulardan sonra Osmanlı döneminde de kullanılan bu medrese XIX.yüzyılın sonlarında terk edilmiştir.

Kapalı Medrese tipinde tek katlı medresenin giriş kapısı Selçuklu devri taş işçiliğinin en güzel örneklerinden olup, duvarları da turkuaz, lacivert ve siyah renkli mozaik kakma tekniğinde yapılmış çinilerle bezenmiştir. Ancak bu çinilerin bir bölümü dökülmüştür.

Karatay Medresesi Konya Müzeleri yönetiminde 1955 yılında Çini Eserler Müzesi olarak ziyarete açılmıştır.

Burada açılan Çini Eserler Müzesi’nde Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait çini örnekleri sergilenmektedir. Müzedeki eserler arasında Beyşehir Gölü kenarındaki Kubad-Âbad Sarayı 1949-1967 yıllarında yapılan kazılarda ele geçen sıratlı, lüster tekniğinde çeşitli renklerde insan ve hayvan figürlerini, Selçuklu desenlerini ve yazılarının bulunduğu çiniler, XVIII.yüzyıl Nalıncı Baba (Nizamiye) Medresesi’ne ait çini panolar, Alaeddin Tepesi eteğindeki Selçuklu Köşkü çevresinde 1941 yılında Türk Tarih Kurumu adına Prof.R.Oğuz Arık’ın yapmış olduğu kazılar sonucunda ortaya çıkarılan çini parçaları, 1957’de Mehmet Önder’in yaptığı kazılarda bulunan çiniler, sırsız keramikler, çini ve cam tabaklar ile Konya ve yöresinde bulunan Selçuklu ve XVI.yüzyıl İznik ve Kütahya çini ve seramik tabaklar, kandiller ve alçı buluntular sergilenmektedir.

Alaeddin Meydanı
Tel : (0332) 351 19 14

Taş ve Ahşap Eserler Müzesi (İnce Minare Medresesi) (Meram)

Konya Meram ilçesi, Alaeddin Meydanı’nda bulunan İnce Minareli Medrese, Selçuklu Sultanı II.İzzeddin Keykavus döneminde Vezir Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından hadis ilmi okutulmak üzere 1264 yılında yaptırılmıştır.

İnce Minareli Medrese kapalı avlulu tek eyvanlı plan düzeninde yapılmış olup, portali Selçuklu devri taş işçiliğinin en güzel örnekleri arasındadır. Medrese XIX.yüzyılın sonlarına kadar faaliyetini sürdürmüştür.

Medrese 1956 yılında Taş ve Ahşap Eserler Müzesi olarak ziyarete açılmıştır. İnce Minareli Medrese’de teşhir edilen eserler avluda ve yapının içerisinde bulunmaktadır. Müzenin avlusunda Selçuklu ve Karamanlı dönemi Konya kitabeleri, mezar taşları ve mimari parçalar bulunmaktadır. Bu eserler arasında Sultan I.Alaaddin Keykubat’ın 1221’de yaptırdığı Konya kalesi’nin sülüs yazılı mermer kitabeleri ve parçaları; Fatih Sultan Mehmet’in kaleyi 1467’de tamirine ait kitabe; Seydişehir’den getirilen 1237 tarihli mescit kitabesi; Konya Akıncı mescidi’nin 1210 tarihli kitabesi; Konya Kavak Köyü Kervansarayı’nın 1215 tarihli kitabesi; Konya Şekerfuruş Mescidi’nin 1220 tarihli kitabesi bulunmaktadır. Bunu 1314 tarihli Musalla Taşı kitabesi ile diğer kitabeler ve bezemeli mimari parçalar tamamlamaktadır.

Avlunun batısında ise Konya mezarlıklarından toplanmış Selçuklu ve Karamanoğulları’na ait sanduka şeklinde mezar taşları bulunmaktadır. Selçuklu dönemine ait Nalıncı Baba Türbesi’nin portal süslemeleri ve kemer taşları da burada yer almaktadır. Bunların arasında İnce Minare’nin mimarı olan Keluk Bin Abdullah’ın ismi yazılı mimari parçalar da dikkati çekmektedir.

Müzenin içerisindeki salonlarda ve eyvanında ahşap eserlere yer verilmiştir. Burada Konya Kalesi’ne ait figürlü kabarmalar, Konya Kalesi’nin kapı ve mimari parçaları, Osmanlı Klasik Dönemine ait kitabeler ve mimari parçalar bulunmaktadır. XIX.yüzyılda yıkılmış olan Konya Kalesi’ne ait ele geçen bütün kalıntılar yine burada sergilenmektedir. Bunların arasında çift başlı kartal rölyefleri, çift başlı bir başka kartal figürü, kanatlı melek figürleri, ejder (dragon) figürleri, harpi, balık, fil, gergedan, antilop, aslan ve insan figürleri bulunmaktadır. Bunlardan başka Selçuklu ve Karamanoğulları dönemine ait mezar taşları, çeşitli kabartmalar, Konya Selçuklu Köşkü’nün iç süslemeleri, yazılı ve motifli figürler de bulunmaktadır.

Müzenin eyvanında Selçuklu, karamanoğulları ve Eşrefoğulları devrine ait kapı, pencere kanatları başta olmak üzere çeşitli ahşap eserler bulunmaktadır. Osmanlı dönemi eserleri arasında rahleler, ahşap çekmeceler, Konya Beyhekim Mescidi’ne ait XIII.yüzyıl ahşap kapı, Rumilerle bezeli pencere kanatları, Beyşehir Eşrefoğlu camisi’nin 1297 tarihli Rumili pencere kanadı, Ermenek karamanoğlu dönemine ait Spas Camisi’nin XIII.yüzyıla ait oymalı pencere kanadı, Hasbey Dar’ül-Hüffaz’ına ait kapısı bulunmaktadır.


Alaeddin Meydanı
Tel : (0332) 351 32 04


Mezar Anıtları Müzesi (Sırçalı Medrese) (Meram)

Konya Meram ilçesi, Sırçalı Caddesi’nde bulunan Sırçalı Medrese’yi Sultan II.Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Bedreddin Muslih 1242 yılında yaptırmıştır.

Açık avlulu, iki eyvanlı ve iki katlı olan medresenin geometrik ve rumi motifleri ile bezeli bir portali bulunmaktadır. Giriş kapısından sonra beşik tonozlu bir eyvan gelmektedir. Ortası havuzlu, dikdörtgen avlulu medrese üç yönden revaklarla çevrilidir. Duvarları sırlı tuğla ve çinilerle kaplanmıştır.

Sırçalı Medrese 1960 yılında Selçuklu dönemi mezarlarının ve diğer taş eserlerin bir araya getirilmesi ile Mezar Anıtları Müzesi olarak ziyarete açılmıştır.

Müzede, Konya şehrindeki kamulaştırmalar sırasında mezarlıklardan toplanan tarih ve sanat tarihi yönünden değerli mezar taşları bir arada teşhir edilmektedir. Selçuklular dönemi, Beylikler ve Osmanlı dönemlerini kapsayan bu mezar taşları şekil, motif ve yazı karakterleri dikkate alınarak teşhir edilmiştir. Osmanlı dönemi mezar taşları da XVI.-XIX.yüzyıllar arasına tarihlendirilmiştir. Bu taşlar arasında tarihi kişilere ait olanlar da birer belge niteliği taşımaktadır. Bu arada müze bahçesinin toprak altında olan Bizans dönemine ait Katakomp da ziyarete açılmıştır.


Gazi Alem Şah Mahallesi
Sırçalı Caddesi
Tel: (0332) 352 80 22


Etnografya Müzesi (Meram)

Konya Meram ilçesi, Larende Caddesi’nde bulunan Etnoğrafya Müzesi Y.Mimar İhsan Kıygın’ın projesine göre 1975 yılında yapımı tamamlanmış ve Etnoğrafya Müzesi olarak ziyarete açılmıştır.

Bodrum üstü iki katlı olan yapının bodrum katında fotoğrafhane, arşiv, depolar bulunmaktadır. Zemin katta teşhir salonu, Dr.Mehmet Önder Konferans salonu, birinci katta da idari bürolar, kütüphane ve eser depoları bulunmaktadır.

Etnoğrafya Müzesi’nde yöresel etnoğrafik malzemeye ağırlık verilmiştir. Sergilenen eserler arasında oyalar, çesitli cins ve büyüklükte keseler, değişik malzeme ve tekniklerde yapılmış işlemeler, bohça, yemeni örnekleri, uçkurlar, bindallılar, gelinlik, cepken, kaftan, içlik ve dışlık şalvarlar, kemerler, kemer tokaları, bilezikler, fes askıları, tepelikler bulunmaktadır. Ayrıca Konya ve çevresinde günlük yaşamında kullanılan kave fincanı ve zarfları, kahve kutusu, kahve tavası, kahve değirmeni; çeşitli cam ve madeni mutfak kapları; şifa ve hamam tasları, şamdanlar, buhurdanlar ve gülaptanlar sergilenmektedir. Hat sanatında kullanılan yazı takımları, çekmeceler, rahleler, yazı levhaları, ahşap sedef kakma salon takımları; Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine ait kesici ve ateşleyici silahlar; ok, yay, sadak, hançer, kılıç, çakmaklı ve kapsüllü tabanca ve tüfekler de etnoğrafik eserleri tamamlamıştır.

Türkiye’nin halı ve kilim merkezlerinden olan Konya’daki halı, kilim, dokuma ve düz yaygıları bir araya getirecek bir bölümün sergilenmesi için çalışmalar sürdürülmektedir.


Larende Caddesi, Macır Pazarı
Tel: (0332) 351 89 58
Fax: (0332) 353 23 43


Atatürk Müzesi (Meram)

Konya Meram ilçesi,Atatürk Caddesi’nde, Anıt Meydanı’nda bulunan Atatürk Müzesi 1912 yılında Vali Konağı olarak yapılmıştır. Konyalılar tarafından 19 Temmuz 1928’de Atatürk’e bağışlanmıştır. Atatürk Konya’ya geldiği zamanlarda bu binada kalmış, çalışmalarını burada sürdürmüştür.

İki katlı ahşap çatılı bu yapı, 1940-1963 yıllarında Vali Konağı olarak kullanılmış, 17 Aralık 1964’te de Atatürk Evi-Kültür Merkezi olarak ziyarete açılmıştır. Atatürk’ün doğumunun 100.Yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı bu binayı restore etmiş, teşhir ve tanzimini yaptıktan sonra 17 Nisan 1982’de Atatürk Müzesi olarak ziyarete açmıştır.

Müze oldukça sade bir yapı olup, bodrum, zemin ve üst kattan meydana gelmiştir. Yapımında kesme taş, moloz taş ve tuğla kullanılmış, üzeri meyilli ahşap bir çatı ile örtülmüş, kiremitle kaplanmıştır.

Atatürk Müzesi’nde Atatürk’ün kişisel eşyaları, giysileri, ve Konya’nın Kurtuluş Savaşı’ndaki yerini içeren fotoğraf, belgeler ve gazete küpürleri sergilenmektedir. Müze içerisindeki panolarda Atatürk’ün konya’ya gelişleri, şehirde yaptığı ziyaretler ve bu evde tuttuğu günlük notlar ve aldığı kararları gösteren fotoğraf ve belgeler bulunmaktadır. Vitrinler içerisinde Atatürk’ün anılarını yasıtan, günlük yaşamında kullandığı elbise, kürk, şapkalar, çizme ve ayakkabıları, bastonu, av tüfeği, hokka takımı ve yaşamının son günlerinde istirahat koltuğu ile çeşitli mutfak malzemeleri burada teşhir edilmektedir. Atatürk’ün anılarını yaşatan eşyaların çoğu Anıtkabir Müzesi’nden getirilmiştir.


Anıt Meydanı, Atatürk Caddesi
Tel: (0332) 351 89 59
Fax: (0332) 353 23 43


Koyunoğlu Müzesi (Merkez)

Konya’da, Topraklık Mahallesi’nde bulunan Koyunoğlu Müzesi Konya’nın köklü ailelerinden A.R.İzzet Koyunoğlu tarafından kurulmuştur. A.İzzet Koyunoğlu 1913 yılından itibaren eski ve tipik bir Konya evinde eser toplamaya başlamıştır. Konya ve çevresinden derlenen arkeolojik eserlerin yanı sıra kitaplar, etnoğrafik eserler ve tabiat tarihi objeler müzenin başlıca eserleri arasındadır.

A.R.İzzet Koyunoğlu kişisel çabaları ile oluşturduğu ve dünyanın ünlü müze ve kütüphaneleri arasında yer alan müzesini 1973 yılında Konya Belediyesi’ne bağışlamıştır. Bunun üzerine A. R. İzzet Koyunoğlu'nun evi koruma altına alınarak, çevresi kamulaştırılmış, 3433 m2’lik alanda, bugünkü modern binası yapılmıştır. Müze yeniden düzenlenerek 2 Şubat 1984’te “Konya Büyükşehir Belediyesi A. R. İzzet Koyunoğlu Müze ve Kütüphanesi” ismi ile ikinci kez ziyarete açılmıştır.

Müze iki katta çeşitli bölümlerden meydana gelmiştir. Yapıyı dört taraftan kuşatan avlusunda insan, hayvan büst, stel ve heykelleri; mezartaşları, şahideler; çeşitli dönemlere ait taş ve mermer kitabeler; değirmen taşları, lahitler, pişmiş topraktan yapılmış eşyalar yer almaktadır.

Avlunun batısında iki katlı, mabeynli, cumbalı, alt ve üstte üçerden altı odalı, mutfak, ocakbaşı, tandır ve fırını olan A.R.İzzet Koyunoğlu’nun evi bulunmaktadır. XIX.yüzyıl sivil mimari örneğini yansıtan bu ev Koyunoğlu’nun vasiyeti üzerine orijinaline uygun olarak bakım ve onarımı yapılmış ve koruma altına alınmıştır. Günümüzde sayıları çok azalan Konya evlerinden bir örnektir.

Müzenin Anadolu Medeniyetleri Bölümü’nde Konya yöresinde yapılan kazılarda ortaya çıkan çeşitli arkeolojik eserler kronolojik olarak sergilenmiştir. Burada MÖ.9.000-7.000 yıllarına tarihlenen Eski Tunç Çağı, Hitit ve Fryg eserleri; Emevi, Abbasi, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Beylikler, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine ait objeler bulunmaktadır. Ayrıca İslam öncesi ve İslam çağına ait paralar, sikkeler, kaymeler, banknotlar çağdaş müzecilik anlayışına uygun biçimde sergilenmiştir.

Müzenin Etnoğrafik Bölümü’nde halk sanatlarına ait eserlerle sanat tarihi yönünden değerli objeler bir araya getirilmiştir. Konya yöresinde yüzyıllardır kullanılan el işi ve ev eşyaları, kadın ve erkek giysileri, halı, kilim, cicim, sumak, kese, çorap, yağlık, peşkir, mendil ve kumaş gibi dokumalar; çeşitli mıhlama, nakış, oya, gergef işleri; yorgan ve oda takımları; kesici ve ateşli silahlar bulunmaktadır. Bunların yanı sıra çeşitli dergâhların eşyaları da burada sergilenmektedir. Bunların başında ney, kudüm, ud, bender ve saz gibi musiki aletleri bulunmaktadır.

Müzenin etnoğrafya bölümünde mühürler, tesbihler, yazı takımları, kahve ve tütün takımları; hamam takımları, asa, baston, şemsiye, antika saatler, pusulalar, kıble-nümalar; buhurdanlıklar, nargileler, mangallar, vazolar, kandiller, gaz lambaları, şamdanlar, çekmeceler, masalar, rahleler; süs ve mücevher kutuları, aynalar, taraklar, porselenler, çiniler, keramikler, kristal cam eşyalar, ağaç işleri, oyma, kakma, kesme, telkâri eserler; kemik, fildişi, sedef, mercan, inci kakmalı çeşitli eşyalar; takılar, süs malzemeleri de bulunmaktadır.

Müzenin büyük salonu yazma eserlere ayrılmıştır. Burada çeşitli dönemlere tarihlenen yazı örnekleri bulunmaktadır. İsmail Zühtü, Rakım, Hafız Osman, İmad, Aziz, Mustafa İzzet, Şefik, Sami, Yesari, Yesarizade gibi hataların eserleri bu salondaki başlıca yazı örnekleridir. Minyatür, resim, ebru, âhar, tezhip, kat’ı ve ciltler de bu yazmaları tamamlamaktadır. Yağlı boya tablolar, çeşitli fermanlar, beratlar da onların yanında teşhir edilmektedir.

Koyunoğlu Müzesi’nin bir diğer bölümü de Tabiat Tarihi’ne ayrılmıştır. Burada tarih öncesi çağlarına ait fosiller, mineraller, silisler, deniz hayvanları, çeşitli ürünler, taş, metal cam kalıntıları bulunmaktadır. Konyalı avcıların buraya armağan ettikleri av hayvanları ile çeşitli kuşların doldurulmuş ve tahnit edilmiş örnekleri de bu bölümde sergilenmektedir.

Müzenin arşiv bölümünde Çeşitli yazma ve basılı belgeler; gazete, dergi koleksiyonları, kupürler, kartpostal ve fotoğraf albümleri, taş plâklar bulunmaktadır. Ayrıca Müze kütüphanesinde A.R.İzzet Koyunoğlu’nun topladığı çeşitli yazmalar, nadir nüshalar bulunmaktadır. Yazma eserlerin kataloğu, Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlanmıştır. Müzenin çeşitli bilimsel toplantılar için düzenlenmiş 150 kişilik modern bir de konferans salonu bulunmaktadır.


Anıt Meydanı Kız Okulu Yanı
Tel : (0332) 351 89 59
Faks : (0332) 353 23 43

Akşehir Arkeoloji Müzesi (Taş Medrese) (Akşehir)

Akşehir Arkeoloji Müzesi 1946 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir memurluk olarak çevreden toplanan eserlerin bir araya getirildiği bir depo niteliğinde idi. Bu eserler o zaman İmaret Camisi’nde korunuyordu. Caminin 1950 yılında ibadete açılması üzerine eserler Taş Medrese’ye nakledilmiştir. Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü buraya bir memur atamış ve böylece Akşehir’de ilk müzecilik çalışması başlamıştır. Taş Medrese yapılan restorasyon ve düzenlemeden sonra 8 Haziran 1965’te ziyarete açılmıştır.

Akşehir’de Selçuklu Sultanı II.Keykubat zamanında, 1250 yılında Başvezir Emirdad Sahipata Hüseyinoğlu Fahreddin Ali tarafından yaptırılmıştır. Külliye şeklinde yapılan Taş medrese, türbe, hankâh, imaret ve çeşmeden meydana gelmiştir. Günümüze külliyeden yalnızca mescit, medrese ve türbe gelebilmiştir.

Akşehir Arkeoloji Müzesi’nde yöredeki ilk yerleşim bulgularına dayanılarak ortaya çıkarılan Neolitik Çağ eserleri bulunmaktadır. Bunların dışında Akşehir çevresinden toplanan Roma ve Bizans taş eserleri ile Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait mezar taşları sergilenmektedir. Ayrıca Selçuklu dönemi figürlü mezar taşları ve kitabeleri müzenin önemli eserleri arasındadır.

Dr.Aziz Perkun Cad. No:84 Akşehir
Tel: (332) 813 15 68


Akşehir Batı Cephesi Karargâh Müzesi (Akşehir)

Akşehir ilçe merkezinde, İnönü Meydanı’nda bulunan yapı 234 m2’lik bir alana zamanın Belediye Başkanı Bostan Bey tarafından Belediye binası olarak 1904-1905 yıllarında yapılmıştır. Kurtuluş Savaşı’ndan önce kaymakamlık ve belediye binası olarak kullanılmış, Kurtuluş Savaşı sırasında 18 Kasım 1921-24 Ağustos 1922 tarihine kadar Garp Cephesi Kumandanlığı’na tahsis edilmiştir. Atatürk kumandanları ile birlikte Büyük Taaruz planlarını burada yapmış, hazırlıkları burada yönetmiş ve taaruz kararını da burada vermiştir. Bu nedenle de bu yapının Kurtuluş Savaşı tarihinde önemli bir yeri vardır.

Karargâh Binası, 1965 yılında Akşehir Belediyesi’nin başka bir yapıya taşınması üzerine müze olması kaydı ile Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilmiştir. Bundan sonra 5 temmuz 1966 günü Atatürk ve Etnoğrafya Müzesi olarak ziyarete açılmıştır. Zamanla onarıma gereksinimi olan yapı, restore edilmiş, yeniden düzenlenerek 25 Ağustos 1981’de ikinci kez ziyarete açılmıştır.

Yapı iki katlı olup, taş temelli, tuğla ve bağdadi malzemeden yapılmış, üzeri kırma çatı ile örtülmüştür. İki kat birbirinden bir silme ile ayrılmış, üst katta dikdörtgen kemerli pencereleri bulunmaktadır. Zemin katın doğusundaki dükkan cepheleri kapatılmış ve buraya, binanın güney cephesine Büyük Taaruz hazırlıkları ve taaruz emrini içeren iki ayrı; doğu cephesine de Büyük taaruz’u canlandıran bir pano yapılmıştır. Bu panoları Cahit Koççoban sgrafitto tekniğinde yapmıştır.

Müzenin zemin katında çok amaçlı bir salon yapılmıştır. Bu bölümde Atatürk’e ait Anıtkabir Müzesi’nden gelen eşyalar sergilenmiştir. Giriş holüne de Akşehirli gazilerin berat ve madalyalarından oluşan “Gaziler Köşesi” yapılmıştır. Ahşap bir merdivenle çıkılan üst katta, ortadaki büyük salona açılan sekiz oda bulunmaktadır. Bu odalardan biri Atatürk’ün çalışma odası ve Büyük Taaruz kararının verildiği odadır. Bunun dışındaki odalar İsmet Paşa’nın Batı Cephesi Komutanlığı Kurmay Başkanı Asım Gündüz’ün çalışma odasıdır. Diğerleri de yaverlere ait odalardır. Bütün bu odalar o günlerdeki kullanım şekillerine göre düzenlenmiştir.

Müzenin ana sergilemesinde Sakarya Meydan savaşı’nın zaferle sonuçlanmasından başlayarak, Batı Cephesi Komutanlığı’nın Büyük Taaruz için Akşehir’den ayrıldığı 24 Ağustos 1922 tarihine kadar geçen tüm savaş gelişimi 20 asıl, 23 de ikinci derecede olmak üzere panolarla ziyaretçiye anlatılmıştır. Ayrıca panolarda Atatürk’ün Nutuk’undan alınan bölümler, Atatürk’ün el yazısı fotokopileri, o döneme ait planlar ve fotoğraflar sergilenmektedir.

Kurtuluş Savaşı sırasında Akşehir Milletvekili Hacı Bekir’in (Sümer) biyografisi, tüfeği, orada çalışan subayların fotoğraf ve biyografileri de sergilenmiştir.


Dr.Aziz Perkun Caddesi No:2 Akşehir
Tel: (0332) 813 15 68
Fax: (0332) 813 54 09


Eregli Müzesi (Ereğli)

Konya iline bağlı Ereğli ilçesinde Müze kurma düşüncesi ilk defa 1960’larda ortaya açılmış ve Bulvar Caddesi üzerinde yapımına başlanan müze, 1968 yılında ziyarete açılmıştır. Başlangıçta memurluk olan müze 1978 yılında Müdürlük haline getirilmiştir.

Ereğli Müzesi’nde yöreden toplanan eserler ağırlık kazanmaktadır. MÖ.7000 yıllarından itibaren Neolitik Çağ buluntuları ve onu izleyen dönemlere ait kültür tabakalarına ait eserler bulunmaktadır. Özellikle Neolitik Döneme ait Can Hasan’dan çıkan el baltaları, küçük buluntular, duvar freskleri, kazıyıcı aletler, el değirmenleri ve pişmiş topraktan kaplar ayrı bir bölümde sergilenmektedir. Bunun yanı sıra Kalkolitik Döneme ait polikrom tekniğinde keramikler, ağırşaklar; Eski Tunç Çağı’na ait hayvan ve insan figürleri, el baltaları, ok uçları, mühürler; Asur Ticaret Koloni Çağı’na tarihlenen bulleler, idoller, Hitit Çağı keramikleri, silindir ve damga mühürleri müzenin belli başlı eserleri arasındadır. Fryg Çağına ait fibulalar, gaga ağızlı testiler, phialeler, Helenistik Döneme tarihlenen lekythoslar, Herakleia definesi, Roma Çağı’na ait mimari parçalar, mezar stelleri, heykeller; Bizans Çağı mimari parçaları, Selçuklu ve Karamanoğulları dönemine ait alçı süslemeler, sırlı kâseler müzenin arkeoloji bölümünde sergilenmektedir.
Geç Hitit dönemine ait İvriz kaya Anıtı çevresinde ve Göztepe Tümülüsü’nde bulunan Helenistik döneme ait altın kaplamalı lahit parçaları ve sikkeler müzenin en değerli eserleri arasındadır.

Etnoğrafik bölümde ise, el yazması Kuran’lar, düz yaygılar, çavdar sapından yapılmış çeyiz sandığı, ateşli ve kesici silahlar bulunmaktadır.


Boyacıali Mahallesi
Bulvar Caddesi No:16 Ereğli
Telefon-Fax: (0332) 713 45 92
 
#20
Konya Sivil Mimari Örnekleri



Konya XIV.yüzyıldan sonra gezginlerin ilgisini çekmiş, seyahatnamelerinde Konya sivil mimarisi ile bilgiler vermişlerdir. XIV.yüzyılda İbni Batuta Konya’nın büyük bir şehir olduğunu, evlerinin güzelliğini, sokaklarının genişliğini ve çarşılarının zenginliğini anlatmıştır. XV.yüzyılda Bertrandon de la Broquiéré şehrin çevresinde meyve ağaçlarından başka ağaç ve akarsu bulunmadığına değindikten sonra, önlerinde hendekleri olan surlarla çevrili olan kentin ortasında bir iç kale ve hükümdar sarayının bulunduğunu sözlerine eklemiştir. Konya’nın nüfusu XVI.yüzyıldan sonra daha da artmış, şehir surların dışarısına taşmıştır. Arap gezgini Gazi “Konya güzel bir şehirdir. Ağaçlar, çeşitli bahçeleri, büyük ve zengin çarşıları, oldukça geniş evleri, şirin mescitleri ve türbeleri bulunmaktadır” demiştir. Osmanlı gezginlerinden Kâtip Çelebi ise buradan bağlık, bahçelik şehir olarak söz etmiştir. Evliya çelebi ise; 1648’de buraya gelmiş, Konya’nın kalesini, surlarını ve Meram Bağlarından övgü ile söz etmiştir. XVI.yüzyılda Pierre Bellon, XVII.yüzyılda Paul Lucas yine aynı şekilde surlardan, yapılardan ve surlardaki kabartmalardan bahsetmişlerdir. Ayrıca sur dışına taşmış mahallelerin yeşillikler içerisinde evlerden oluştuğuna da değinmişlerdir. XIX.yüzyılda Kinnei kentte kerpiçten ve kamış, ağaç evlerinin bulunduğunu söylemiştir. Lambordea’ya göre Konya evleri düz damlı, alçak katlı yapılardı. XIX.yüzyılın sonlarına doğru Konya’da yerleşim olarak bir canlanmanın başladığı görülmektedir. Nitekim W.Ramsay ovaya karşılık şehir çevresinin sebze ve meyve bahçeleri içerisindeki evlerle kaplı olduğuna değinir. Cilement Huart da evlerin kerpiçten olduğunu ve bunların sokakların çevresinde sıralandığını yazdıktan sonra çoğunun kerpiç ve düz damlı olduğunu, bu yapılanmanın tarihi yapılarla çelişkiye düştüğünü de belirtmiştir.

XX.yüzyılın başlarında Konya Anadolu’nun önemli bir merkezi olmuş, Cumhuriyetin ilanından sonra da yeni bir yapılanmaya gidilmiştir. Bu yapılanma sonraki yıllarda da devam etmiş, şehrin sivil mimari örneklerinden çoğu da yok olmuştur.

Konya’da ilk yerleşim Alâeddin Tepesi’nden başlayarak ovaya doğru yayılmıştır. XIX.yüzyılda Konya’daki yerleşmede yolların birbiri içerisine girdiği, evlerin toprak damlı ve kerpiçten olduğu görülür. Konya’nın geleneksel yapı malzemesi başlangıçta kerpiç olmuştur. Bu tür kerpiç evler dar, dolambaçlı sokaklar boyunca avlu duvarlarının arkasında yer almıştır. Sokak boyunca bu avlu duvarlarının kesintisiz uzandığı görülmektedir. Evler çoğunlukla kerpiç ve ahşap olup, taş temeller üzerine oturtulmuştur. Eski mahallelerdeki evlerin sokaktan görülmeyecek şekilde yapıldıkları da dikkati çekmektedir.
Geleneksel Konya evlerinde kalın kerpiç duvarlar ahşap hatıllarla desteklenmiş ve böylece kışın soğuğu, yazın da sıcağı önlenmeye çalışılmıştır. Sivil mimarinin kerpiçten yapılmasının iklimden kaynaklandığı açıkça görülmektedir. Konya evleri kerpiçlerin boyutlarına göre “ana” veya “kuzu” gibi isimler almıştır. Temeller çoğunlukla yerden 0.50, 0.70 m. yüksekliğine kadar Gödene taşından yapılmıştır. Bu temellerin üzerine iki ana bir kuzu veya bir ana, bir kuzu düzeninde kerpiçler dizilmiştir. Evlerin taşlık veya hayat denilen yerlerin döşemesi ise Sille taşı ile kaplanmıştır. Bu dönemde yapılan Rum ve Ermeni evlerinde ise evlerin zemin katları tümüyle taştan yapılmıştır.

Konya yöresinde Hımış duvarlı evler de çoğunluktadır. Bu tür evlerde yapının ahşap direkleri arasına kerpiç doldurulmuş, iç ve dış yüzleri ince samanlı toprakla sıvanmıştır. Böylece evlerin bazıları boz renkte, bazıları da beyaz badanalandığından ötürü de beyaz renktedir.

Konya evlerinde Sille taşı döşeli ağaçlıklı veya çiçeklikli avludan hayata geçilmektedir. Bu bölümün çevresi yüksek duvarlarla çevrili olduğundan yaz aylarında ev halkının tüm yaşamı burada geçmektedir. Birkaç basamakla taşlığa geçilir, çevresinde evin günlük yaşantısının geçtiği mutfak ve helâların bulunduğu bölüm gelmektedir. Tek katlı olan evlerde zemin katı yerden 1-1,5 m. yüksekliğinde olup, bunun altına bodrumlar yerleştirilmiştir. İki katlı evlerde ise zemin katı hayat ile aynı düzeyde olup, buraya ambarlar, depolar, oturma odaları yerleştirilmiştir. İki katlı yapılarda içeriye merdivenlerle çıkılır. Evin cephesi boyunca uzanan sofa pencerelerle dışa açılan çıkmalarla hareketli bir görünüme kavuşturulmuştur. Odalar bu sofanın bir yanında yan yana sıralanmıştır. Bazı evlerde ise karnıyarık planı uygulanmış, odalar sofanın iki tarafına sıralanmıştır. Çoğunlukla evlerin önlerinde tahtaboş denilen balkonlara yer verilmiştir. Tahtaboşlar ahşap sütunlar ve ahşap tavanlarla kendine özgü bir mimari ortaya koymuştur.

Konya’daki zenginlerin evlerinde yazlık ve kışlık bölümler vardır. Özellikle iki katlı yapılarda üst kat ve bahçeye açılan bölümler yazlık olarak nitelenir. Alt katlar genellikle kışlık olarak kullanılır. Tek katlı evlerde ise yazlık bölüm kuzeye dönük olup, cephe boyunca pencereler sıralanmıştır. Küçük Konya evlerinde odalardan gündüz oturma, gece de yatak odası olarak faydalanılmaktadır. Odaların tümünde büyük yüklükler bulunmaktadır. Ayrıca minderli sedirler, çiçeklikler, kavukluklar da onları tamamlar. Çoğunlukla oda girişlerinde pabuçluk denilen bir bölüm olup, buradan bir basamakla odanın içerisine girilir.

Evlerin duvarlarında ağaç süslemesine geniş yer verilmiştir. Ağaç yapılarda taşıyıcı iskelet olarak kullanılmıştır. En çok ta katran, çam, meşe ve kavak gibi ağaçlar kullanılmıştır. Bunlardan katran Toroslar’dan getirilir ve dayanıklı bir ağaç olduğundan da taşıyıcı kirişlerde kullanılır. Çam ağaçları evlerin doğramalarında kullanılmıştır. Bu tür ağaçlar Toroslar’dan ve Beyşehir’den sağlanmaktadır. Kavak, sedir, ardıç ve köknar gibi ağaçlar da taşıyıcı veya tahta döşeme, tavan olarak kullanılmıştır.

Konya evlerinin duvarlarında zengin ahşap süslemeler olmasına karşılık tavanlar düzgün ve bezemesizdir. XIX.yüzyıl öncesinde Konya evlerinde odaların yalnızca uzun kenarlarına üçer pencere açılmışken, sonraki yıllarda diğer duvarlara da pencerelerin açıldığı görülmektedir. Bu pencereler çoğunlukla derin nişler içerisindedir. Bazıları içeriye açılan ahşap kepenklidir. XIX.yüzyıldan sonra yapılan evlerin çoğunda alt katları penceresiz yapılmış, üst katlar cumba ve bol pencere ile sokağa açılmıştır. Bu pencerelerin çoğu üçgen alınlıklıdır. Sokağa bakan pencerelerin çoğunda kavak veya söğüt ağacından yapılmış kafeslere yer verilmiştir. Bunların yanı sıra demir parmaklıklara, oymalı demir kafeslere de geniş yer verilmiştir.

Mutfak çoğunlukla bahçenin bir köşesindedir. Yerden 40-50 cm. yüksekliğindeki toprak ocağın iki yanına yüksek setler yapılmış, yan duvarlarına da raflar yerleştirilmiştir. Kışlık mutfakların yanı sıra açık yazlık mutfaklar da Konya evlerinde görülmektedir.

Konak tipi evlerde çardaklı, havuzlu bir ön bahçe bulunmaktadır. Genellikle evlerin arkası bağlık olup, bunlar harem ve selamlık olmak üzere iki ayrı bölümden meydana gelmiştir. Odalar çoğunlukla bol pencerelidir. Bazı odaların köşelerine kahve ocağı yapılmıştır. Konakların üst örtülerini XIX.yüzyılın sonlarından itibaren geniş saçaklı çatılarla kapatıldığı görülmektedir. Daha erken dönemde yapılan evlerde üst örtü genellikle toprak damlı olup, kirişlerin üzerine hasır pardı denen ağaç dalları, otlar serilir ve üzerlerine özel olarak hazırlanmış samanlı çamur sıvanırdı.

Konya evlerinde eski Selçuklu geleneğinin sürdürüldüğü görülmektedir. Selçuklu evlerinde aydınlık, ferah mekânlar ve estetik ön planda tutulmuş olup, bu gelenek Osmanlı döneminde yapılmış evlerde de açıkça görülmektedir. Özellikle taş ve kerpicin kullanılması zengin ahşap malzemenin bunlara katılması eski bir geleneği yansıtmaktadır.

Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye’nin diğer şehirlerinde olduğu gibi Konya’da da yeni bir yapılanmaya gidilmiştir. Özellikle devlet binaları, okullar ve tren istasyonları ulusal mimari akımı doğrultusunda yapılar şehirde birbirini izlemiştir. Bu yapılarda taş ve beton mimari ağırlık kazanmış, bazılarında katlar arasında putreller kullanılmıştır. Üslup olarak da Neo-Klasik üslubun tipik örnekleri Konya’da görülmektedir. Bu tür yapılar iki katlı olup, cepheler ince uzun pencereler, çinili panolar ve geniş hollerle dikkati çekmektedir. Konya’da Hükümet Binası, Okullar ve Gar binası bunun tipik örnekleri arasındadır.
 
Üst